Editörün SeçtikleriEkolojiManşetRöportaj

M. Levent Artüz: Marmara Denizi sürekli olarak bir önceki günden daha kötü!

0

Sevinç ve Erdal İnönü Vakfı MAREM (Marmara Environmental Monitoring) Proje Lideri Hidrobiyolog M. Levent Artüz, müsilaja ilişkin merak edilenleri yanıtladı:

Müsilaj nedir?

M. Levent Artüz: Müsilaj, bitkisel ve hayvansal hücrelerin içinde bulunan hücre içi sıvısının (sitoplazma), hücre zarının deforme ve/veya yok olması sonucu ortama yayılmış halidir. Örneğin; hücre zarını etkilemek üzere etilen gazı verilmiş olan muz hücre zarının, hormon uyarısı ile erimesi sonucu, hücreleri ayırıp destekleyecek zar yapısının olmamasından dolayı yumuşak, olgun izlenimi veren bir yapıya kavuşur. Bu durumda hücre içi sıvısı hücre zarı ile tutulmadığından sonuçta oluşan yapı bir hücre içi sıvısı çorbası yani müsilajdır. Bu durum aynen yumurtanın kabuğu kırılarak, akının ortama yayılması şeklinde tarif edilebilir. Müsilaj sebebinden ayrı olarak ele alındığında, doğada sık rastlanan bir olgudur.

Masif müsilaj hangi sebeplerle oluşur?

Sucul ortamlarda tür çeşitliliğinin kirlenme etkisi ile azalması, rekabet ortamının değişmesi ve buna bağlı olarak bu yeni şartlara dayanabilen türlerin fert adetlerindeki anormal artışlar ve bu artışın kitlesel kırım ile son bulması ile kırıma uğrayan bu bireylerin hücre içi sıvısının ortama yayılması sonucunda oluşur. Bu da kirlenmenin, Marmara Denizi özelinde kirletilmenin, açık ve net sonucudur.

2020-2021 döneminde Marmara Denizi’nde gözlenen Masif Müsilaj olgusu, 1989 senesinde bilimsel gerçeklere ve doğaya rağmen uygulamaya sokulan ve o gün bu gündür inatla uygulanan, Akdeniz kökenli Marmara Denizi’nin alt akıntısının taşıyıcı bant (konveyör) olarak kullanılıp, arıtılmamış/yeterli arıtılmamış atıkların bertaraf edilmesi uygulamasının açık ve net sonucu olarak karşımıza çıkmıştır.

Müsilaj oluşumu bir sonuçtur. Kütlesel müsilaj oluşumu bir ortamın kirlenme sürecinin nihai ürünüdür. Sucul ortama kirletici yükünü eklediğinizde o ortamda dayanabilen türler kalırlar, dayanamayan türler ya o ortamı terk ederler, ya da ölürler. Bu durumda ortamda tür çeşitliliği azaldığı ve rekabet unsurları değiştiği için mevcut türlerin fert adetlerinde anormal artışlar olur. Bu artışlar uygun çevresel şartlar ile desteklenmediğinden, bu anormal artış gösteren tür sönmeye ve kitlesel olarak kırıma uğrar. Bu durumda da ortamda geri kalacak ürün, tümü ile organik yapıda olan adına bizim müsilaj dediğimiz olgudur. Tamamen ortam şartlarının değişmesi sonucu oluşan bir nihai üründür ki biz buna kirlenme diyoruz. Bu durumu, bu belirtilen sebep dışında, deniz suyu sıcaklık değişimlerine veya durağanlığa bağlamak, doğal bir süreçmiş gibi sunmak ya bu işi hiç bilmemek veya bilip de konuyu saptırmak anlamına gelmektedir. Konuyu algılayabilmek için sucul ortamlarda kirlenmenin ardışık evrelerine kısaca bakmakta yarar vardır.

Kirliliğin etkilerinin bilinen üç evresi vardır;

İlk evrede; alıcı ortama kirletici unsur deşarj edildiğinde dayanabilen türler kalırlar, dayanamayan türler ya ölürler ya da ortamı terk ederler.

Biz bu birinci evrenin etkilerini, revize edilmiş ve arıtmadan vazgeçilerek arıtılmamış atıkların Derin Deniz Deşarjı adı altında, alt akıntı vasıtası ile Karadeniz’e gider “düşüncesi” sonucu 1989 senesi başında başlayan İstanbul Kanalizasyon Projesi Revizyonu uygulamasının hayata geçmesi ile yaşamaya başladık. Uygulama fiilen başlar başlamaz, aynı yılın Ekim ayında Sarayburnu-Tuzla-Adalar üçgeninde kitlesel balık ölümleri ile Marmara Denizi’nde kendini göstermiştir. Bu durum o zamana ait tüm gazetelerin başlıklarında yer almış ve İstanbul, Ankara ve bazıKaradeniz kentlerinde balık satış ve tüketimi Valiliklerce yasaklanmıştır (7-12 Ekim 1989 tüm yazılı basın). Bu olgu literatüre “balık ölümleri” olarak girmiş olsa da, Marmara Denizi’ndeki türler ciddi anlamda yok olmuş, tür çeşitliliği bozulmuştur.

İkinci evrede; tür çeşitliliğinin azaldığı ortamda, geriye kalan türlerin fert adetlerinde anormal artışlar olur.

İkinci evrenin etkileri ise; 1989 senesinden bu yana Marmara Denizi genelinde, kırmızı sular (red-tide), yeşil sular (green-tide), aşırı denizanası artışları, balık istihsalinde dramatik dalgalanmalar ve buna benzer şekillerde gözlenmiştir.

Masif Musilaj agregat (salya) oluşumunun mekanizması da işte budur. Marmara Denizi’nde kirlenmeye bağlı olarak tür çeşitliliği azalmış ve mevcut olan türlerden birisi, rekabet avantajını da kullanarak,  anormal artış göstermiştir. Genel anlamda Marmara Denizi genelinde yaşanmış olan olguya “küresel ısınma”, “besleyici tuzlardaki artış/denge bozukluğu”, “suların sıcaklığı” , “doğal bir olay” gibi sebepler atfedilmiştir.

Marmara Denizi arıtılmaksızın yapılan uygunsuz deşarjlar sonucu 35 senedir artan bir şekilde bulanıklaşmakta ve buna bağlı olarak gittikçe daha fazla güneş enerjisini absorbe ederek, 2000’li senelerin başından beri küresel ısınmanın etkisinin 2-3 katı daha fazla oranda ısınmaktadır. Besleyici tuzlar ise atık yönetiminin yetersizliği dolayısı ile Marmara Denizi’nde yine 90’lı yılların sonundan beri tavan yapmış durumdadır. Bir durumun doğal olabilmesi için ise, o ortamın oluşumundan beri periodik olarak tekrarlanması gereklidir.

İlk olarak 2007 senesinde yaşadığımız kütlesel musilaj agregat oluşumu veya bu 35 senelik süreç içinde yaşanan kırmızı sular, yeşil sular, denizanası çoğalmaları v.b. 1989 senesi öncesinde Marmara Denizi’nde hiçbir şekilde gözlenmemiştir. Söz konusu masif müsilaj olgusu, 1989 senesinde başlayan sürecin günümüzde gördüğümüz sonuçlarından birinden başka bir şey değildir.

Kirliliğin üçüncü evresinde ise ortama bırakılan hiç önemsenmeyecek miktarda kirletici bile, ortamı biyotik (canlı) ortamdan, abiyotik (cansız) ortama çevirmeye yeterli olmaktadır.

Marmara Denizi’nde bu evreye de, gerçekte Ege Denizi’ne akan, dünyanın en kirli akarsularından biri olan Ergene Nehri’nin kirletici unsurlarını toplayıp, devasa borular ile yer altından 50 kilometre yol kat ettirip, Tekirdağ/Yenice açıklarından yine Marmara Denizi’ne, 4 kilometre açığa, Derin Deniz Deşarjı adı altında basılması ile girmiş bulunuyoruz.

Müsilajın doğaya, deniz canlılarına ve insanlara ne gibi zararları var? Uzun vadede ne gibi olumsuz sonuçlar doğurabilir?

Kütlesel masif müsilaj olgusu gibi büyük hacimli bir oluşumun ilk önce deniz canlıları üzerinde olan fiziksel etkisi ciddi önem taşımaktadır. Çok sayıda canlının, kütle çöktüğünde ya üzeri örtülerek (sıvanarak) beslenme faaliyetleri sekteye uğrayıp yahut solunumu engellenerek ölmesi akut etkilerin başında gelmektedir. İkinci ve daha önemli fiziksel etki, söz konusu kütlenin çökerken ortamdaki partikülleri içine hapsetmesidir (ki zaten bu sebeple ağırlaşıp çöküyor).

Söz konusu kütle çökerken askıdaki katı madde ile birlikte, bitkisel ve hayvansal planktonu da içine hapsetmektedir. Bu da çok geniş çaplı besin zinciri kırılmalarına sebebiyet vermekte ve yine bazı türler için yer açarak, rekabet koşullarını değiştirerek, yeni olası baskın türleri teşvik etmektedir. Bu olgunun sonucu, eğer uygulamalarda değişiklik olmaz ise, bir sonraki olası felaketin altyapısını hazırlamaktadır.

Diğer bir sorun ise müsilaj kütlesinin organik bazlı oluşudur. Oluşan kütle sonunda bir şekilde parçalanacaktır. Ancak parçalanmayı sağlayacak bakterilerin gereksinim duyacakları suda çözünmüş oksijen, Marmara Denizi genelinde arıtılmaksızın deşarj edilen atıklar dolayısı ile olması gereken seviyenin çok altındadır!

Ortamda kütlesel müsilaj oluşumu gözleniyorsa, o ortamda önceki safhalarda diğer canlılara ciddi zararlar gelmiş olması gerekir. Bu ve benzer olgular ortamda biyoçeşitliliğin ciddi anlamda erozyona uğradığı biyotoplarda gerçekleşir. Bu ve benzer olguların ikincil etkileri de tür çeşitliliğinin daha da azalmasına sebep olur, süreç bir kısır döngü şeklinde devam eder. Bu süreçte ilk zarar görenler çevresel şartlara dar bir aralıkta tolerans gösteren (stenotopic) canlılardır. Bunun karşıtı olan geniş bir tolerans aralığında çevre şartlarına uyum gösteren canlılar (eurytopic) daha geç etkilenirler.

Kısaca durum Marmara Denizi’nde kısır bir döngüye girmiş durumdadır.

Özellikle Marmara Denizi’nin müsilaj konusundaki durumu nedir, daha önce de yaşanmıştı ve bitti denmişti, tekrar mı ortaya çıktı? Bize bu konu hakkında bilgi verebilir misiniz?

Daha önce de belirttiğim gibi, müsilaj Marmara Denizi’nin kirletilmesi zincirinin sadece bir halkası. Kirlenme evreleri ile bahsettiğim gibi sürekli olarak kötüye doğru evrilen bir olgu. Marmara Denizi bu şekilde kirletilmeye devam edildiği takdirde çok daha vahim olgular ile karşılaşılması kaçınılmaz. Marmara Denizi’ndeki sorun tür çeşitliliğinin erozyona uğraması, bu denizi paylaşan türlerden biri de insanoğlu. Kirletilme ile ilgili süreç tam gaz devam ediyor! Eninde sonunda bu erozyondan insanoğlu da nasibini alacaktır.

Şu an İstanbul’da müsilajın en çok görüldüğü sahil bölgeleri nereler, bu konuyla ilgili bir araştırmanız var mı?

Müsilaj makul oranlarda, dikkat çekmeyecek çok az miktarlarda doğada oluşan bir madde. Kast edilen masif müsilaj olgusu olsa gerek. Şu an itibarı ile Marmara Denizi genelinde böyle yeni bir bulgu yok. 2021 Ağustos ayı ortalarından itibaren oluşmuş ana masif müsilaj kütlesi bakteriyolojik olarak parçalanmaya başladı. Bu ana kütleyi dev bir besiyeri olarak düşünebilirsiniz. Marmara Denizi genelinde suda çözünmüş oksijen miktarı kirlenme dolayısı ile çok düşük olduğundan, bu süreç çok yavaş ilerledi. Bu kütleyi parçalayan bakteri grubunun Vibrio grubu olduğunu o dönem yaptığımız çalışmalarda tespit ettik. Söz konusu grup özellikle balıklarda ciddi enfeksiyonlara sebep oluyor. Örneğin; yaklaşık bir yaşına ulaşmış istavrit balıklarının çok büyük bir bölümü, daha su ürünleri avcılığı tebliğinde belirtilen avlanabilir boya, yani üreme boyuna, ulaşamadılar; bir anlamda “güdük kaldılar”.

Bu sebeple Sevinç ve Erdal İnönü Vakfı bünyesinde yürütülen MAREM (Marmara İzleme projesi) gurubu olarak 2021-2022 döneminde, Tekirdağ merkezli, bir sene süren izleme çalışmaları yürütüldü ve farklı türlerden 8000’e yakın balık örneklendi. Bu çalışma ile ortaya çıkan sonuçlar korkutucu. Yakın dönemde balık stoklarımızda bunun çok ciddi etkilerini göreceğiz. Hatta balık fiyat ve istihsal miktarlarına baktığınızda, bu durum görülmeye başlandı bile. Bunun somut en somut örneklerinden biri Su Ürünleri Kooperatifleri Merkez Birliği’nin “son günlerde yakalanan istavrit balıklarının çoğunun yasal boyun altında olduğu” sebebi ile yasak konulmasını talep etmeleridir.

Bu çalışmaların paralelinde bizim Marmara Denizi genelinde fiziksel-kimyasal-biyolojik oşinografi çalışmalarımız da devam ediyor. Bu konuda da diyebileceğim Marmara Denizi’nin durumu sürekli olarak bir önceki günden daha kötü!

Kısaca ilerleme kaydettiğimiz tek nokta, günden güne Marmara Denizi’ni kümülatif olarak daha fazla kirletmemiz!

Fotoğraf: DHA

Müsilajın dışında denizanası popülasyonunun da arttığı söyleniyor. Bu doğru mu? Denizanası popülasyonunun artması ne gibi olumsuz durumlar doğurabilir? Bunun müsilaj ile bir ilişkisi var mı?

Marmara Denizi’nde süreç kirlenmenin etkileri altında “beklendiği gibi” yürüyor! Rekabet ortamının kaosa sürüklendiği biyotoplarda beklendiği gibi! Denizanalarında, bazı makro alglerde, denizkestaneleri gibi kirliliğe toleransı yüksek türlerde bu  tür çeşitliliğinin azaldığı ortamlarda mevcut türlerin fert adetlerindeki artış” şeklinde dalgalanmaların görülmesi olağan bir durum! Tekrar etmiş gibi olacağım ama müsilaj kirlenmenin bir göstergesi, aynen denizin domates çorbası renginde olması (red-tide), yemyeşil olması (green-tide), kırmızı yosunların aşırı çoğalıp kıyıya vurması veya denizanalarının anormal artışı veya diğer anomaliler gibi. Bunların hepsi birbirleri ile değil, kirlilik ile ilişkili.

Sorulan sorular dışında eklemek istediğiniz şeyler varsa ekleyebilirsiniz.

Kısaca sorun “Marmara Denizi’nde müsilaj olacak mı?” konusundan çok daha ileride ve bu sorun için önlem alma zamanı açıkçası çok gerilerde kaldı. Bu gün itibarı ile konu Marmara Denizi‘nin atık ve kanalizasyon sorunu veya Derin Deniz Deşarjları veya böyle bilim dışı bir girişime körü körüne karşı çıkılıp, çıkılmamış olması da değildir. Gerçek konu, geçmişte gerçekleştirilmiş ve finansmanını biz halkın karşıladığı bu uygulamaların soruna gerçekçi bir çözüm getirip, getirememiş olduğu konusunda düğümlenmektedir.

Mutlak yapılması gereken; ivedilikle durumun tarihçesinin ve bizi bu noktaya getiren sürecin masaya yatırılıp, tüm açıklığı ile irdelenmesi ve söz konusu hataları yapan tüm kişiler, kurum, kuruluş ve durumların, açıklıkla ve şeffaf bir şekilde ortaya konulmasıdır.

Ancak bu şekilde halihazırda uygulanan bu palyatif “Marmara Denizi’nin alt akıntısının taşıyıcı bant olarak kullanılarak atıkların Karadeniz’e taşınmasıcin fikrinin bütün açıklığı ile “ipliği pazara çıkartılmış” olur.

Bu da belki, bu akıl dışı yolun sorgulanması sonucunda, idarenin yeni yollar araması ve siyasi taahhütlerin farklı olması gereğini ortaya koyacaktır. Yüzleşme, hesap verme ve bugün geldiğimiz nokta, yeni ortaya çıkacak çözüm önerilerine ve taahhüt edenlere sınırlayıcı etmen olacaktır.

Belki bu yolla, Dünya’nın ek kirli akarsularından biri olan Ergene nehrinin kirletici unsurlarının kolektör kanallar ile toplanıp Tekirdağ’dan Derin Deniz Deşarjı ile Marmara’ya basılması, veya Tekirdağ sahilinde plansız bir şekilde faaliyet gösteren limanlar, Marmara Denizi kıyısındaki termik santraller, Saros Körfezi’nde likit doğalgaz limanı ve boru hattı hafriyat ve inşaat çalışmaları, Kuzey Ormanları, Karadeniz dereleri HES’leri, İstanbul Kanalı ve benzer uygulamaları bilim ve doğa ile inatlaşarak oldu-bitti’ye getirmek yerine, akılcı çözümler peşine düşebiliriz.

You may also like

Comments

Comments are closed.