Ana Sayfa Blog Sayfa 117

Türkiye’nin çıkmazı: ‘Yenilenebilir’ de kömürden elektrik üretimi de ‘rekor kırıyor’

Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanı Alparslan Bayraktar, Türkiye‘nin nisan ayında güneş ve rüzgar enerjisi kaynaklı elektrik üretiminin rekor kırdığını açıkladı.

Bayraktar, yaptığı yazılı açıklamada, güneş enerjisi kaynaklı elektrik üretiminin nisanda 2,4 milyar kilovatsaate ulaşarak aylık bazda tüm zamanların rekorunu kırdığını ifade etti.

Geçen ay güneş enerjisinden üretilen elektriğin toplam elektrik üretimi içindeki payının yüzde 10’a ulaştığını ve rüzgardan elektrik üretiminin de rekor kaydettiğini aktaran Bakan,  “Nisanda 3,2 milyar kilovatsaat değeriyle nisan ayları içerisinde tüm zamanların en yüksek rüzgar kaynaklı elektrik üretim seviyesine ulaştık.” ifadesini kullandı.

Ancak, aynı zamanda  elektrik üretiminde kömürün payı artmaya da devam ediyor. Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanlığı’nın yayımladığı son verilere göre 2023 yılında üretilen 326,3 milyar kilovaatsaat elektriğin yüzde 36,3’ü kömürlü termik santrallardan sağlandı. Bu oran TEİAŞ istatistiklerinde, 2021 yılında yüzde yüzde 31,4, 2022 yılında ise yüzde 34,6 olarak görünüyor.

Bakanlık, bu yıl başında elektrik üretiminde kömürlü termik santralları yüzde 21,4’lük oranla gaz santrallarının takip ettiğini; kömür ve gaz gibi iki fosil yakıtın elektrik üretimindeki payının bir önceki yıla göre yaklaşık bir puan artarak yüzde 57,7’yi bulduğunu açıklamıştı.

Türkiye, elektrik için kömür üretiminde Dünya’nın ‘ters yönünde’: Üretim iki puan arttı

Enerji düşünce kuruluşu Ember’in geçen ay yayımlanan Türkiye Elektrik Görünümü başlıklı analizine göre de  kömürden elektrik üretimi  2023’te 118 TWh (terawatt saat) ile tarihi yüksek seviyeye ulaştı. Elektrik üretiminde kömürün payının yüzde 36’ya ulaşmasıyla Türkiye, Polonya’yı geride bırakarak Avrupa’da kömürden en çok elektrik üretimi yapan ikinci ülke oldu ve neredeyse Almanya’nın  121 terawatt saatlik değerini yakaladı.

Rapor: Türkiye kömürden elektrik üretiminde ters yönde ilerliyor

Buna göre; Türkiye’de toplam elektrik üretimi içerisindeki ithal kömürün payı, tüm zamanların en yüksek değerlerine ulaştı. Kömürden elektrik üretiminde payı yüzde 60’a yükselen ithal kömüre 2023’te toplam 3,7 milyar dolar ödendi. Rusya, ithal kömür tedariğinde ilk sıradaki konumunu sağlamlaştırdı. Son on yılda ithal kömürden üretilen elektrik miktarı iki katına çıkarken, yerli kömürden elektrik üretimi ise yüzde 12 arttı.

[İklim Masası] İklim Kanunu taslağı: Ne biliyoruz?

Bayraktar: Yenilenebilir’in payı yüzde 64’e ulaştı

Bakan Bayraktar, geçen cuma günü yaptığı açıklamada, yenilenebilir enerji kaynaklarına dayalı toplam elektrik üretiminin 15,5 milyar kilovatsaat ile tüm zamanların en yüksek üretim seviyesine çıktığına işaret etti:

“Bu da bir başka rekoru beraberinde getirdi. Toplam elektrik üretiminde yenilenebilirin payı yüzde 64’e ulaştı. Enerjide tam bağımsızlık hedefimize bu büyük potansiyelimizden azami oranda yararlanarak ulaşmayı planlıyoruz. Mevcut toplam kurulu gücümüzün 2035’e kadar yaklaşık 80 bin megavat artacağını öngörüyoruz. Oluşacak bu artışın da 60 bin megavatını yenilenebilir kaynaklardan sağlamayı hedefliyoruz.”

Türkiye’nin 2024-26 yıllarını kapsayan “orta vadeli programı’nda enerji başlığı altında ise “enerjide dışa bağımlılığı azaltmak amacıyla petrol ve doğal gaz arama ve üretim faaliyetleri hızlandırılarak sürdürüleceğine” dikkat çekiliyor. Buna göre;  “doğal gaz depolama tesislerinin depolama ve geri üretim kapasiteleri artırılacak. Sakarya Gazını girdi olarak kullanarak üre üretecek bir tesis kurularak yerli doğalgazın katma değeri artırılacak. Yurtdışında millî petrol şirketimizin enerji alanında farklı ortaklıklarla faaliyette olduğu üretim sahaları ile potansiyel arz eden sahalar değerlendirilecek.”

Türkiye bu program kapsamında “yerli ve milli” kömür kullanmayı sürdürecek, kömürlü termik santralleri “rehabilite edilecek”. Türkiye’nin en kirletici ve eski teknolojili termik santrallerden Kahramanmaraş’taki Afşin Elbistan A Termik Santrali‘ne ilave iki ünite daha açılması için hazırlanan projenin,  Çevresel Etki Değerlendirmesi (ÇED) raporu; Çevre, Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanlığı’nın koordinasyonunda toplanan İnceleme Değerlendirme Komisyonu’nda (İDK) 2 Nisan’da görüşüldü. Sağlık bürokratlarının “olur verdiği” kapasite artışı bölge halkı ve ekoloji aktivistlerinin yoğun itirazlarına yol açtı.

Afşin Elbistanlılar kömürlü termik santrallere ek ünite istemiyor
Afşin Elbistan’da termik santral planlarının iptali için 16 bin imza teslim edildi

[İklim Masası] İklim Kanunu taslağı: Ne biliyoruz?

İklim değişikliğiyle ilgili güvenilir bilgileri yaygınlaştırmayı hedefleyen İklim Masası‘yla olan işbirliğimiz çerçevesinde, Dr. Serkan Köybaşı‘nın Meclis’in gündemine gelmesi beklenen İklim Kanunu‘na ilişkin değerlendirmesini  yayımlıyoruz.

*

Bu yıl içinde Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin (TBMM) gündemine geleceği açıklanan iklim kanunun detayları, gizemini koruyor. ‘‘Gizli’’ olarak işaretlenmiş bir taslak metin, ilk olarak Ağustos 2023’te Ankara Sanayi Odası’nın internet sitesinden yayımlandı; metne bugün de Batı Akdeniz İhracatçılar Birliği sitesinden ulaşmak mümkün. Ancak konuyla ilgili resmi mercilerden yapılmış bir açıklama olmadığından, kamuoyunun kanun taslağının son haline ilişkin bilgisi sınırlı. Tüm bu belirsizliklere rağmen iklim kanunu, tartışma yaratıyor ve iklim dezenformasyonuna konu oluyor.

Peki hazırlanan iklim kanuna dair neler biliyoruz ve ciddiyetle hazırlanmış bir iklim kanunu aslında nasıl olmalı?

Uzmanlar, kamuoyuna yansıyan taslak metinde emisyon azaltım hedefi bulunmadığına ve somut adımların tarif edilmediğine dikkat çekiyorlar. Metinde iklim adaletine ve kırılgan grupların korunmasına işaret eden ifadeler bulunmasına karşın, bunların nasıl sağlanacağına dair yöntem belirtilmemesi, konunun ne kadar ciddiyetle ele alındığına dair soru işaretleri yaratıyor.

İklimi korumaya ve adil dönüşüme ilişkin bölümleri muğlak ve kısa erimli olan kanun taslağının ticarete ilişkin kısımlarının ise oldukça detaylı olması, taslağın ‘‘iklimi değil ticareti koruma kanunu’’ olduğuna yönelik eleştiriler doğuruyor.

Taslakla ilgili Bahçeşehir Üniversitesi Hukuk Fakültesi, Hayvan ve Doğa Hukuku Laboratuvarı Kurucu Direktörü Dr. Serkan Köybaşı’nın değerlendirmeleri şöyle:

TBMM Çevre Komisyonu Başkanı Murat Kurum, komisyon üyesi vekillerle birlikte kanun taslağı için çalışmalara başladı.

İklim Kanunu ‘göstermelik’, azaltım hedefi yok

‘‘Öncelikle ortada bir belirsizlik olduğunu söyleyerek başlamak lazım. Ortada dönen bir iklim kanunu tasarısı var, fakat resmi bir sayfadan ulaşılabilir değil. Üstelik, taslağın değiştiğine dair haberler de var. Önümüzdeki doğru bir taslak mı; doğruysa hangi maddesi üzerinde ne gibi değişiklikler yapıldı; internetteki değişmiş hali mi yoksa değişmemiş hali mi, bilemiyoruz. Ancak şu anda internetten ulaşılabilen taslağa baktığımız zaman, bunun göstermelik bir iklim kanunu olduğunu söylemek mümkün.

Bildiğimiz üzere, Paris Anlaşması imzalandıktan sonra Şehircilik ve Çevre Bakanlığı’nın adına, bir de iklim değişikliği bakanlığı olması için bir ekleme yapıldı. Bunun altında İklim Değişikliği Başkanlığı kuruldu ve bazı etkinlikler yapılıyor. Ama bu gelişmelerin kanuna yansıdığını söylemek mümkün değil. Her şeyden önce, iklim kanunu taslağında herhangi bir azaltım hedefi yok. Hangi tarihe kadar ne kadarlık azaltım yapılacağı, 2053’te net sıfıra ulaşmanın hedeflendiği, kanunda yok. Anladığım kadarıyla bunların hepsi yürütmenin metinlerinde var; ancak aslında kanunda olması gerekir.

Baktığımızda, iklim değişikliği ile ilgili en önemli terimlerin farkında olunduğunu ve kanuna serpiştirildiğini görüyoruz. Mesela taslağın ikinci maddesinde kırılgan gruplardan bahsediliyor ya da, bir kanunda rastlamaya alışık olmadığımız, ‘‘kimsenin geride bırakılmayacağına” dair ifadeler var. Yeşil iş olanaklarının sağlanacağından bahsediliyor. Yani iklim değişikliği ile ilgili terimler konusunda bir farkındalık var, bu ifadeler kanuna yerleştirilmiş ama içleri boş.

Kanunda, kırılgan gruplardan ismen bahsediliyor ancak kimlerin kırılgan gruplar olduğu yazılmamış. Kadınların, yaşlıların, dilsel, dinsel veya cinsel azınlıkların hiçbirinin adı dahi geçmiyor. ‘Kırılgan gruplar öncelikli olacak şekilde iklimle mücadele edilir,’ diye bir ifade var; ancak ne demek olduğu belirsiz. Bunun kanunla düzenlenmesi gerekiyor ki, ileride iktidara gelecek hükümetler bunu istediği gibi algılayamasın

Bunun dışında kanun, bütün bakanlıklara, yerel yönetimlere, belediyelere görevler veriyor fakat bu emirlerin nasıl takip edileceği belli değil. Bu emirlerin yerine getirilip getirilmediğinin ne şekilde denetleneceği belli değil. Üstüne üstlük, bu emirlerin yerine getirilmesi için gerekli finansmanın nasıl sağlanacağı da belirsiz. Burada bir samimiyetsizlik söz konusu: ‘Biz bunu kanun olarak yapıyoruz; yurtdışına Türkiye’de bir kanun olduğunu söyleyeceğiz, ama onlar zaten içeriğinin pek farkında olmayacaklar.’ Böyle bir bakış açısı var.’’

İklimi değil, Avrupa Birliği (AB) ile ticareti koruma kanunu

‘‘Paris Anlaşması’nı imzalayan ülkelerin bazılarında bir iklim kanunu çıktı ve çıkması da gerekir çünkü iklim değişikliği ile mücadele, yani azaltım ve uyum süreçleri kapsamında bazı haklar sınırlanıyor ve düzenleniyor. İklim değişikliği ile mücadele haklarla ilişkin olduğundan, haklar da ancak kanunlarla düzenlenebildiği için bu mücadelenin mutlaka kanunla yapılması gerekir.

Türkiye’de basına yansıyan taslak metin 17 sayfadan oluşuyor. İlk 10 sayfada büyük kelimeler, büyük cümleler var; ancak azaltım hedefi doğrultusunda hiçbir sayı, hiçbir tarih verilmeden, herkese içeriği belli olmayan görevler verilmiş. Bunların içeriğinin belirlenmesi yürütmeye bırakılamaz çünkü kanunun amacı zaten yürütmeyi çerçevelendirmek. Bunların hiçbiri yok. ‘Soyut’ diyebileceğimiz, ayrıntıya inmeyen bir kanun taslağı var. Ancak 10. sayfadan sonra oldukça ayrıntılı bir bölüm geliyor, o da emisyon ticaret sistemine ilişkin. Anlıyoruz ki bu kanun, aslında iklim kanunu filan değil. Avrupa Birliği’nin, kendisiyle ticaret yapan tüm ülkeleri zorunlu tutacağı Yeşil Mutabakat sisteminin dışında kalmamak ve ticaretin aynen devam edebilmesi için öngörülmüş bir kanun taslağı.’’

İklim değişikliği ile mücadelenin çerçevesi netlikle çizilmeli

‘‘Karşılaştırmak gerekirse, örneğin Almanya Anayasa Mahkemesi, Neubauer kararı ile bu konuda çok net kriterler belirledi. Dedi ki, ‘kanunda mutlaka çerçeveyi çizmelisin; emisyon azaltımı için normatif çerçevenin ötesinde, izlenecek politikaları dahi kanunda göstermelisin; hatta 2030’dan sonraki politikaları belirleyecek ayrıntıları dahi yazmalısın.’

Meclis’te kanun yapılırken çerçevenin iyi çizilmesi gerekiyor ki yürütme ona göre iklim değişikliği ile mücadele edebilsin ve etme yükümlülüğünün de altına girsin. Burada ikisi de önemli. Mücadele ederken sınırlar aşılmamalı ve insanlar, hangi haklarının ne şekilde sınırlanabileceğini bilmeliler. İkinci olarak hükümetler, ileri tarihli bir iklim değişikliği için azaltım yapmaya çalışırken oy kaybetmekten korkuyorlar. Bu nedenle parlamentonun iklim kanununda, ilerideki hükümetleri de bağlayacak bir çerçeve çizmesi gerekir. Dolayısıyla kısa erimli ve belirsiz değil, uzun yıllara yayılan, somut, düzenleyici bir işlem olmalı kanun. Bahsettiğimiz Almanya Anayasa Mahkemesi örneğinde; ilerideki hükümetleri de aynı hedefe bağlayacak, yoldan sapmalarını engelleyecek bir kanun yapılması gerektiği söyleniyor. Gerçekten de Almanya parlamentosu, mevcut kanununu bu çerçevede güncellemek zorunda kaldı.

Bazı maddelerin AYM’den dönmesi muhtemel

‘‘Bunların yanı sıra, taslakta bazı tehlikeli maddelerin de bulunduğunu düşünüyorum. 3. Madde’nin 5, 6 ve 7. fıkraları bence çok sorunlu. Eğer taslak bu şekilde kanunlaşırsa, Anayasa Mahkemesi’ne gitmeleri halinde iptal edilme olasılıkları var.

3. Madde’nin 5. fıkrası şunu söylüyor:

Kurum ve kuruluşlar ile gerçek ve tüzel kişiler; iklim değişikliği ile mücadelede azaltım ve uyum hedeflerinin gerçekleştirilmesi için, planlama araçlarına ve bu Kanunun amacının gerçekleştirilmesi doğrultusunda alınacak tüm tedbirlere ve düzenlemelere uymakla ve bunları uygulamakla ve ayrıca bu kapsamda plan ve projelerini yapmak, yaptırmak, uygulamak ve uygun görüldüğünde yatırım yapacak olan gerçek ve tüzel kişilerin projelerini desteklemekle yükümlüdürler.

Bu fıkrada Türkiye’deki bütün herkes, iklim değişikliği ile ilgili yapılacak tüm eylemleri ve hatta bu kapsamda hareket edecek gerçek ve tüzel kişilerin bütün projelerini desteklemek ile yükümlü tutulmuş.

Daha açık ifade edeyim; ‘ben veya görevlendirdiğim bir kişi veya kurum, iklim değişikliği ile mücadele adı altında herhangi bir şey yapıyorsa, siz, gerçek kişi de olsanız tüzel kişi de olsanız bu projeleri desteklemekle yükümlüsünüz,’ deniyor.’’

Artık nükleere karşı gelmek yasak olabilir

‘‘Böyle bir cümleyi ancak Kuzey Kore’de görebiliriz. Bu kapsamda ben artık nükleer tesislere karşı gelemeyebilirim. Eğer Bakanlık, ‘nükleer santralleri iklim değişikliği ile mücadele için yapıyorum,’ derse, o zaman artık nükleer santrallere karşı gelemem. Veya bir yere bir baraj yapılmak isteniyor ama tarihi eserleri, bir kültürü veya bir köyü yok edecek; artık karşı çıkamıyoruz. Bu inanılmaz otoriter bir yaklaşım. ‘Desteklemekle yükümlü olmak,’ gerçekten ancak Kuzey Kore’de görebileceğimiz bir şey.

3. Madde’nin 6. fıkrası da yetki devri olması nedeniyle sorunlu. Kanunun belirlemesi gereken tedbirler, koordinasyon ve planlama, herhangi bir çerçeve belirlenmeden Cumhurbaşkanlığı’na bırakılmış. Bunun, yasama yetkisinin devri olduğunu ve Anayasa’ya aykırı olduğunu düşünüyorum.

Şu, tabii ki olabilirdi: Siz kanunlarla çerçeveyi çizersiniz ve ayrıntıları düzenlemeyi Cumhurbaşkanlığı’na bırakırsınız. Ancak görevlere, tedbirlere, koordinasyona ilişkin hiçbir çerçeve çizmeden ‘Cumhurbaşkanlığı yapar’ derseniz, bu yetki devridir.’’

Büyüme, iklim değişikliği ile mücadelenin önünde tutuluyor

‘‘Son olarak 3. Madde’nin 7. fıkrası da bunun bir iklim kanunu olmadığını gösteren bir düzenleme. Biliyorsunuz Paris Anlaşması gereğince beş senede bir Ulusal Katkı Beyanı veriyoruz. Bu fıkrada şöyle deniyor:

‘Ulusal Katkı Beyanı’nda ülkenin kalkınma öncelikleri ve özel koşulları göz önünde bulundurulur ve bu çerçevede önlemler alınır.’

Yani eğer iklime ilişkin alınan tedbirler ülkenin kalkınmasına aykırı bir şeyler ortaya çıkarıyorsa, bunu kenara koyacağız. Tabii buradaki ‘kalkınma’ kelimesini ‘büyüme’ olarak algılıyorum; refah seviyesindeki veya hayat kalitesindeki kalkınma gibi bir algıyla yazıldığını düşünmüyorum. O ‘kalkınma’ eğer ‘büyüme’ anlamındaysa, iklim değişikliği kanununun özü ortadan kaldırılmış oluyor diyebiliriz.’’

İklim aktivistleri Münih Havaalanı’nı iki saat boyunca bloke etti

Almanya‘da Son Kuşak (Letzte Generation) adlı iklim örgütüne mensup aktivistler, Münih Havaalanı‘nda ellerini piste yapıştırarak uçuşları sekteye uğrattı.  Hafta sonunda en az 350 bin yolcuya hizmet vermesi beklenen havalimanında 60 uçuş ya iptal edildi, 11 uçuş başka havalimanlarına yönlendirildi.

Aktivistler, ülkelerinin iklim politikasını protesto etmek amacıyla gerçekleştirdikleri eylemi, ‘Pfingsten’ dini tatili nedeniyle yılın en yoğun seyahat edilen hafta sonlarından birine denk getirdi.

Hava yolculuğunun iklim üzerindeki olumsuz etkisini vurgulamak için havalimanını hedef aldıklarını belirten eylemciler, hükümeti demiryollarını ihmal etmek pahasında havayolu sektörünü sübvanse ettiği için eleştiriyor.

‘Sorun hükümette, tatilimizde değil’ 

Son Kuşak, X hesabında, havaalanı asfaltının farklı bölümlerinde iki grup halinde oturan ve protesto pankartları taşıyan altı üyesinin fotoğraflarını paylaştı. Pankartlardan birinde “Sorun hükümette, tatilimizde değil” yazıyordu.

Eylem yerine iden çok sayıda polis sekiz aktivisti gözaltına aldı. Polisin açıklamasına göre eylemciler, güvenlik çitini keserek dört noktadan havalimanına girmeye çalıştı. İkisi bu bölgede gözaltına alındı, diğerleri piste girdi. İki saat sonra ilkin bir pist, ardından ikinci pist yeniden iniş-kalkışa açıldı, ama gecikmeler devam etti.

 

İçişleri Bakanı: ‘Suç teşkil eden eylemler iklimin korunmasına zarar veriyor’ 

Almanya İçişleri Bakanı Nancy Faeser aktivistlerin eylemlerini kınayıp protestoyu suç olarak niteledi: “Bu tür suç teşkil eden eylemler, hava trafiğini tehlikeye atıyor ve iklimin korunmasına zarar veriyor, çünkü bunlar yalnızca nefret ve öfkeye neden oluyor.

Fraser, “faillerin” aktif şekilde kovuşturulmasını ve havalimanlarında güvenlik önlemlerinin artırılmasını istedi.

İklim aktivistleri Almanya’da kendilerini uçak pistine yapıştırdı
‣ Almanya’da iklim aktivistleri Monet tablosuna patates püresi fırlattı
‣ İklim aktivistlerinden Hamburg Filarmoni Orkestrası’nın konseri sırasında eylem
Münih’te iklim protestolarına yasak, aktivistlerden ‘yapıştırıcı banyosu’ yanıtı

Ulaştırma Bakanı iki yıla kadar hapis cezası istedi

Ulaştırma Bakanı Volker Wissing ise mevcut yasaların hafif suçlar olarak kabul ettiği bu tür eylemlerin iki yıla kadar hapis cezasıyla cezalandırılmasını öngören yeni yasalar çıkarılması çağrısında bulundu.

Almanya’da koalisyon hükümetinin içinde Yeşiller Partisi de bulunuyor. Partinin eş başkanı Annalena Baerbock dışişleri, diğer eş başkan Robert  Habeck Ekonomi ve İklimi Koruma Bakanı. Yeşillerden Anne Spiegel Aile, Yaşlılar, Kadın ve Gençlik Bakanlığına,  Steffi Lemke Çevre, Doğayı Koruma, Nükleer Güvenlik ve Tüketici Koruma Bakanlığına, Cem Özdemir de Gıda ve Tarım Bakanlığına atanmıştı. Federal Meclis Başkanvekili Claudia Roth ise Kültür ve Medyadan Sorumlu Devlet Bakanı oldu.

 

Kıyı hareketleri birleşiyor: Kıyı Hareketleri Dayanışma Ağı kuruldu

Türkiye’nin dört bir yanında ticarileştirilmesine ve işgal edilmesine karşı mücadele eden hak aktivistleri, bugün, Kıyı Hareketleri Dayanışma Ağı‘nı (KIYIDA)  kurduklarını duyurdu.

KIYIDA hareketi, Datça, Akyaka, Çanakkale, Burgazada, Heybeliada, Burhaniye, Bodrum, Dalyan, Ayvalık, İznik, Fethiye, Güzelbahçe, Altınoluk, Dikili, Köyceğiz ve Van‘da eş zamanlı olarak yaptıkları basın açıklamasında kıyılar üzerindeki rant politikalarına “dur” demek üzere bir araya geldiklerini belirtti.

Okunan ortak açıklama şöyle:

“Kıyı savunucuları olarak bizler; doğanın bir parçası olan kıyıların yok edilmeye çalışıldığını biliyoruz. Kıyılar üzerindeki rant politikalarına dur diyoruz. Bir yandan kıyıların işletmeye açılması yoluyla özel-mülkleştirildiğini ve halkın serbest ve ücretsiz erişimine kapatıldığını görüyor, bir yandan da kıyılardaki doğal yaşamı bozan tüm yapılaşma ve hizmet adı altındaki faaliyetlerin kıyı ekosistemine geri dönüşsüz zararlar verdiğini biliyoruz.

‘Havlu hareketi’nden şezlong avına: Yunanistan sahillerinde işletmeler geri adım atıyor
Havlu hareketi şimdi de Güzelbahçe’de: Sahiller halkındır, halkın kalacak
[1 Eylül Dünya Sahil Günü] Şezlong istilasına halk isyanı: Havlu Hareketi Türkiye sahillerinde yankılanıyor
Havlu Hareketi Muğla’da: Akbük’te halkın denize ücretsiz girme hakkı gasp ediliyor
Yunanistan’dan sonra Azmak Koyu’nda havlu hareketi: Tüm kıyılar halkındır

“Yeryüzünün varoluşuyla birlikte var olan kara ve su ekosistemlerinin kesişme noktaları, biyolojik çeşitliliğin en zengin olduğu kıyıların, iklim kriziyle birlikte yok olmaya doğru hızla gittiğini gören ve bu gidişe karşı mücadele etmeyi hepimizin insanca yaşaması için görev sayanlar bir araya geldik. Her yıl binlerce türün yok olduğu bir yeryüzünün, doğaya hakim olma anlayışındaki endüstriyel kapitalizmle mücadele etmeden kurtulamayacağının farkındayız. Ekolojik ortak varlıkları yok etmeye devam ederek, çeşitli ticari yöntemlerle kıyıların yok edilmesine çözüm bulunamayacağını düşünüyoruz.

Adalılar kıyılardaki rant düzenine karşı Martha koyundan seslendi
Kıyı Hareketleri Dayanışma Ağı’ndan tüm kıyılar için ticarileştirmeye karşı çağrı

‘Pazarlık yok, bizden çalınanı geri istiyoruz’

“Ticari girişimler kâr güdüsünden ayrı düşünülemez; kıyılara kar edilecek varlıklar olarak bakılamaz. Kıyıların deniz ve kara ekosistemlerinin bir araya geldiği, tüm canlılar ve cansızların varoluş alanı olduğunu biliyoruz; bu ortak varlığın kâr uğruna yok edilerek, bir avuç sermayedara terk edilmesine karşı çıkacağız.

“Endüstriyel kapitalizmin deniz, göl ve akarsu kıyılarını yok edeceği ve yıllar sonra geriye terk edilmiş, yağmalanmış kıyılar kalacağı konusunda uyarıyor ve daha çok kâr uğruna kıyıların bu hale getirilmesine izin vermeyeceğimizi bir kez daha haykırıyoruz.

“Yerellerdeki özerk kıyı hareketleri olarak haklılığımızdan aldığımız güçlerimizin farkındayız ama bir araya gelmenin, dayanışmanın gücünün de farkındayız. Bizler bu talan politikalarına karşı yerel direnişlerimizi güçlendirmek ve yereller arasında dayanışma köprüleri kurmak amacıyla bir araya geliyoruz. Kıyı savunucuları olarak, mücadelemizde haklıyız. Yaptığımız şey basit; kamusal haklarımızı, ekolojiyi ve müşterek varlığımız olan doğayı savunuyoruz. Yasal düzenlemelerin verdiği güvenceyi, kıyıların kamu yararına kullanılmasının zorunlu olduğunu biliyor, bizler zaten bizim olanı geri almak için mücadele ediyoruz.

Kıyılar konusunda belirlenmiş kotalar üzerinden pazarlık yapmayacağımızın; bizlerden çalınan kıyıların hepsini geri istediğimizin bilinmesini istiyoruz. Kıyıların sadece insanların olmadığı bilinciyle, tüm ekosistemiyle bir bütün olarak korunması için, tüm kıyıların kendi doğallığında bırakılması için mücadele ediyoruz. Bu mücadelemizde, yerel yönetimlerin ve demokratik kitle örgütlerinin de dayanışma içinde olacağını biliyor ve tüm demokratik kurumları Kıyı Hareketleri Dayanışma Ağı ile birlikte mücadeleye davet ediyoruz. Bugün Datça’dan, Akyaka’dan, Çanakkale’den, Burgazada’dan, Heybeliada’dan, Burhaniye’den, Bodrum’dan, Dalyan’dan, Ayvalık’tan, İznik’ten, Fethiye’den, Güzelbahçe’den, Altınoluk’tan, Dikili’den, Köyceğiz’den, Van’dan hep birlikte sesimizi yükseltiyoruz. Kıyıları özgürleştirmek için bugün her zamankinden daha güçlüyüz. Kıyı Hareketleri Dayanışma Ağı’nı, KIYIDA’yı kurduğumuzu Türkiye’nin dört bir yanından ilan ediyoruz.

Yaşam KIYIDA,
Mücadele KIYIDA,
Dayanışma KIYIDA
Hepimiz KIYIDA’yız

Kazanacağız!”

 

İklim krizinin sağlığa etkilerini inceleyen Lancet raporu yayında!

Lancet Halk Sağlığı dergisinin küresel düzeyde sağlık ve iklim değişikliği alanındaki ilerlemeleri takip eden çalışması kapsamında Lancet Sağlık ve İklim Değişikliği Geri Sayım 2024 Avrupa Raporu (Lancet Countdown in Europe) kısa bir süre önce yayınlandı. Lancet Geri Sayım çalışması kapsamındaki Avrupa ile ilgili rapor, iklim değişikliğinin insan sağlığı üzerindeki olumsuz etkilerini vurguluyor ve özellikle de iklim krizinin Avrupa bölgesindeki eşit olmayan sağlık etkilerine odaklanıyor. 

Bu, Lancet Geri Sayım çalışmasının Avrupa’da sağlık ve iklim değişikliği alanındaki ilerlemeyi takip eden ikinci gösterge raporu… İş birliği kapsamında, İspanya‘daki Barselona Bilgisayar Merkezi liderliğinde 42 akademik ve BM kurumunu temsilen 69 katılımcının disiplinler arası uzmanlığından yararlanarak 42 gösterge izlenerek hazırlanmış. 

Fotoğraf: Akhtar Soomro/Reuters

Rapora göre çoğunluğu Güney Avrupa‘da (%11) olmak üzere sıcaklığa bağlı ölümlerde %9 ve sıcak hava dalgası yaşanan günlerin sayısında %41 artış oldu. 2021 yılında yaklaşık 60 milyon kişi Avrupa’da orta veya şiddetli gıda güvencesizliği yaşadı. Bu vakaların 11,9 milyonu sıcak hava dalgası yaşanan günlerin ve kuraklık yaşanan ayların sayısındaki artışa bağlanıyor. Uzmanlara göre Avrupa ülkelerinde 2022 yılında, aşırı hava olaylarından kaynaklanan ekonomik kayıpların 18,7 milyar euro olduğu tahmin ediliyor. Bu kayıplar Avrupa’nın tüm GSYH’sinin %0,08’ini temsil ediyor. Kayıpların % 44,2’si (8,2 milyar euro) ise sigortalı bile değildi. 

2005-20 döneminde, fosil yakıtların yanmasından kaynaklanan hava kirliliğine (PM2.5) bağlı ölümler Avrupa’da %59 oranında azaldı. Ancak bu iyileşme uzmanlara göre daha az fosil yakıt kullanılmasından değil, büyük ölçüde hava kirliliği kontrol teknolojilerinden kaynaklandı. Fakat Avrupa kent ve bölgelerinde net sıfır enerji sistemlerine giden yol buna rağmen hala yetersiz kalıyor. Mevcut politikalarla Avrupa’da bu hedefe 2100 yılına kadar ancak ulaşılabileceği tahmin ediliyor. Avrupa’da; özellikle de Doğu Avrupa ülkelerinde kömüre bağımlılık, 2020’de %12 iken, 2021’de %13’e çıktı. Değerlendirmeye alınan 53 ülkeden 29’u hala fosil yakıtlara sübvansiyon sağlıyor.

Fotoğraf: Pichi Chuang/Reuters

Lancet’in 2024 yılı raporu, insanları iklim değişikliğinden korumak için gerekli siyasi eylemlerin eksikliğini ortaya koyuyor. Pek çok Avrupa ülkesi sera gazı emisyonlarına büyük katkıda bulunmalarına ve sağlığa verdikleri zararlara rağmen fosil yakıtlara net sübvansiyon sağlamaya devam ediyor. Raporun yazarları, sera gazı emisyonlarının azaltılması için acilen harekete geçilmesi gerektiği konusunda siyasi karar vericileri uyarıyor ve bu eylemlerin daha temiz hava, daha iyi beslenme, eşitsizliklerin azaltılması ve daha yaşanabilir kentleri oluşturulması ile sağlığa da fayda sağlayacağını belirtiyor. Hükümetlerarası İklim Değişikliği Paneli‘nin (IPCC) en son raporunda yer alan 2040 yılına kadar net sıfır emisyon tavsiyesini karşılamak için, Avrupa’nın enerji sistemlerinden kaynaklanan emisyonlarının mevcut düzeyin yaklaşık üçte birine düşmesi gerekiyor. 

İspanya’daki Barselona Bilgisayar Merkezi liderliğinde 42 akademik ve BM kurumunu temsilen 69 katılımcı, sıcaklığa bağlı ölümlerin, 2003-2012 ve 2013-2022 yılları arasında 100 bin kişi başına ortalama 17 ölüm artışıyla, Avrupa’nın çoğunda arttığı tahmin ettiler. 

Lancet Geri Sayım Avrupa Direktörü, Profesör Rachel Lowe‘İklim değişikliği şimdiden Avrupa’daki insanların yaşamlarını ve sağlıklarını tahrip ediyor’ diyor. Lowe’e göre ‘Rapor, sıcaklığa bağlı ölümler, yeni ortaya çıkan bulaşıcı hastalıklar ve gıda ve su güvencesizliği de dahil olmak üzere Avrupa genelinde iklimle bağlantılı sağlık etkilerindeki endişe verici artışlara ilişkin kanıtlar sunuyor ve Avrupa’da ve tüm dünyada sağlık üzerindeki bu olumsuz etkileri sınırlandırmak için benzeri görülmemiş bir eylemin zamanı geldi.’ 

İklimle ilgili olumsuz sağlık etkileri ve iklim değişikliğinin sorumluluğu Avrupa’da veya dünya genelinde eşit değil… Sıcaklığa bağlı ölümler kadınlarda erkeklere kıyasla iki kat daha yüksek olduğu biliniyor. Düşük gelirli hanelerin gıda güvencesizliği yaşama olasılığı önemli ölçüde daha yüksektir. Dengesiz beslenmeye bağlı ölümler kadınlar arasında daha fazla… Orman yangını dumanına maruz kalma oranı da yoksul bölgelerinde daha sık…

Fotoğraf: Reuters

Lancet Araştırma Raporu’na göre Güney Avrupa ülkeleri sıcaklığa bağlı hastalıklardan, orman yangınlarından, gıda güvencesizliğinden, kuraklıktan, sivrisinek kaynaklı hastalıklardan ve layşmanyaz hastalığından daha fazla etkilenme eğiliminde… Buna karşılık Kuzey Avrupa, Lyme hastalığı ve kene kaynaklı ensefalit gibi hastalıkları yayabilen Vibrio ve kenelerden eşit veya daha fazla etkileniyor. 

İklim değişikliğinin mevcut sağlık eşitsizliklerini daha da kötüleştirmesine rağmen rapor, kamuoyunda iklim ve sağlık araştırmaları, politikaları ve medyasında eşitlik, hakkaniyet veya adalet konularına çok az yer verildiğini gösteriyor. 2022 yılında Avrupa Parlamentosu‘nda sağlık ve iklim değişikliğinin belgelerde sadece 10 (%0,1) atıfta bulunuldu. 

Lancet Geri Sayım Avrupa araştırma görevlisi, raporun başyazarı Dr. Kim van Daalen, ‘İklim değişikliği doğası gereği bir sosyal ve çevresel adalet sorunudur’ diyor. ‘Avrupa ülkelerine baktığımızda, en dezavantajlı toplulukların iklimle ilgili sağlık etkilerinden özellikle etkilendiğini görüyoruz. Aynı zamanda, Avrupa ülkeleri tüketimimizin sağlık üzerindeki etkilerini başka yerlere de taşıyor; dünyanın diğer bölgelerinde Avrupa’nın tükettiği mal ve hizmetlerin bir sonucu olarak yerel hava kirliliği ve sera gazı emisyonlarına yol açılıyor.’

2021 yılında, fosil yakıtların yanmasından kaynaklanan emisyonlar Avrupa’da kişi başına 5,4 ton CO2‘dir; bu rakam Afrika‘nın altı katı, Orta ve Güney Amerika’nın ise neredeyse üç katıdır. Tüketime dayalı CO2 ve PM2.5 emisyonlarının üretime dayalı emisyonları aşması nedeniyle anlaşılıyor ki birçok Avrupa ülkesi çevresel baskıları hala başka yerlere ithal ediyor. Yani Avrupa ülkeleri sera gazı emisyonuna neden olan tarımsal ve endüstriyel üretimini başka ülkelerin üzerine atıyor, ama tüketimden kaynaklanan CO2 ve PM2.5 emisyonlarını önlenemiyor. 

Fotoğraf: Loren Elliott / Reuters

Sonuçta Avrupa’da iklim değişikliği ve sağlık konusundaki bu kapsamlı rapor, iklim değişikliğinin halihazırda Avrupa genelinde insanların sağlığını olumsuz etkilediğini, ancak yurttaşları korumaya yönelik siyasi eylemlerin zayıf olduğunu vurguluyor. Rapor, Avrupa’da karbon nötr duruma 2100 gibi geç bir tarihte ulaşılacağını tahmin ediyor; bu da net sıfır enerji sistemlerine giden yolun ne yazık ki yetersiz kaldığını gösteriyor. 

Lancet Geri Sayım Avrupa Eş Direktörü Profesör Cathryn Tonne, ‘Hava kirliliğine maruz kalmak Avrupa’da ve ötesinde insanların sağlığına zarar veriyor’ diyor.  ‘Raporumuz Avrupa’da son 15 yılda hava kirliliğinde (PM2.5) bir azalma olduğunu gösterse de, bu azalma ağırlıklı olarak hava kirliliğini azaltan ancak sera gazı emisyonlarını azaltmayan gelişmiş hava kirliliği kontrol teknolojilerinden kaynaklanmaktadır. Hava kirliliği ve sera gazı emisyonlarını paralel olarak ele alan uygun politika tedbirlerine hala ihtiyacımız var.’

Lancet Halk Sağlığı dergisinin küresel düzeyde sağlık ve iklim değişikliği alanındaki ilerlemeleri takip eden çalışması kapsamında yayınlanan Lancet Sağlık ve İklim Değişikliği Geri Sayım 2024 Avrupa Raporu hakkında ülkemizde kurulu meslek örgütlerinin üyesi olduğu Temiz Hava Hakkı Platformu adına konuşan Halk Sağlığı Uzmanı Prof. Dr. Çiğdem Çağlayan rapor hakkında yaptığı yorumda ‘İklim değişikliği uzak bir gelecek senaryosu değildir. İklim değişikliğini şimdi, şu an yaşıyoruz.  İklim değişikliği halihazırda insanların sağlığını olumsuz etkiliyor ve bu etkiler eşit değil. Lancet raporu bu eşitsizliklere odaklanırken Avrupa’nın iklim krizindeki sorumluluğunu da vurguluyor.  Rapora göre, sıcaklığa bağlı ölümler kadınlarda erkeklere kıyasla iki kat daha yüksektir. İklim değişikliğinin bir sonucu olarak ortaya çıkan gıda güvencesizliğini düşük gelirli hanelerin yaşama olasılığı önemli ölçüde daha yüksektir. Dengesiz beslenmeye bağlı ölümler erkeklere göre kadınlar arasında daha yüksektir. İklim değişikliği ile sıklığı ve şiddeti artan orman yangınlarında dumana maruz kalma oranı yüksek yoksunluk bölgelerinde daha yüksektir. Yine raporun dikkat çekici bir bulgusu, Avrupa’da hava kirliliği (PM2,5) azalırken bu azalmanın ağırlıklı olarak hava kirliliğini azaltan ancak sera gazı emisyonlarını azaltmayan gelişmiş hava kirliliği kontrol teknolojilerinden kaynaklandığıdır. Bu nedenle hem hava kirliliğini hem de sera gazı emisyonlarını birlikte ele alan ve azaltan politikalara gereksinim vardır’ diyor. 

Fotoğraf: Christophe Van Der Perre / Reuters

Kararlı bir şekilde harekete geçilmemesi, mevcut iklim değişikliği etkilerini daha da kötüleştirebilir ve kısa vadede önemli sağlık faydaları için fırsatların kaçırılmasına yol açabilir. Yazarlar, iklim değişikliğinin Avrupa içinde ve ötesindeki etkilerini ve Avrupa’nın iklim krizinin oluşmasındaki rolünü göz önünde bulundurarak, Avrupa’nın küresel sorumluluk almayı ve en çok etkilenen toplulukları desteklemeyi de içeren adil ve sağlıklı bir çevresel geçişi taahhüt etmesi gerektiğini savunuyor. 

Profesör Lowe’e göre ‘Adil ve sağlıklı bir geçişle küresel ısınmayı 1,5 ºC derecenin altında sınırlamak, Avrupa ve ötesindeki insanlar için hayat kurtarıcı faydalar sağlayacaktır. Avrupa ülkeleri, sağlık ve refaha odaklanan iklim politikalarını acilen uygulayarak, hastalık ve geçim kaynaklarımıza yönelik tehditlerle yüzleşmek yerine, temiz hava, daha iyi beslenme, eşitsizliğin azaltılması ve daha yaşanabilir şehirlerin sağlık açısından faydalarını hissedebilirler.’ 

Sonuç olarak iklim değişikliğinin Avrupa içinde ve ötesindeki etkilerini ve Avrupa’nın iklim krizinin oluşmasındaki rolünü göz önünde bulundurarak, Avrupa’nın küresel sorumluluk almayı ve en çok etkilenen toplulukları desteklemeyi de içeren adil ve sağlıklı bir çevresel geçişi taahhüt etmesi gerekiyor. Ülkemize gelince; her şeyden önce mevcut enerji politikamızı bir an önce değiştirmemiz şart…  2021 yılında Avrupa’da kömüre bağımlılık, ülkemizde ise %38 düzeyindeydi. Üstelik hala yönetmeliklerimizde hava kirliği için PM2.5 bir sınır değer bile yok… 

Lancet Sağlık ve İklim Değişikliği Geri Sayım 2024 Avrupa Raporu, Avrupa’da iklim değişiğinin çözümü için daha uzun bir yolumuzun olduğunu bir kez daha gösteriliyor. 

[Yeşil Tarifler] Hayvan dostlarımız için evde şampuan yapıyoruz

Yeşil Tarifler‘in bu haftaki programında hayvan dostlarımız için şampuan hazırlıyoruz. Köpekler için kullanabileceğiniz ve çok basit bir şekilde oluşturacağınız bu tarifi kullanmadan önce veterinerinize danışmanızı öneriyoruz.

Tomris Karakartal‘ın bu tarifi yalnızca üç malzemeyle hazırlanabiliyor. Bu programda özellikle hassas ciltli köpek dostlarımız için oldukça kullanışlı ve kolay bir şampuan üretiyoruz.

İklim değişikliğinin ekonomik zararları beklenenden altı kat daha fazla

İklim değişikliğinin ekonomik zararının önceki tahminlerden altı kat daha fazla olduğu ve küresel ısınmanın, sürekli bir savaşın neden olduğu mali kayıplarla aynı hızda zenginliği azaltacağı belirlendi.

Araştırmacılar, küresel sıcaklıktaki 1°C’lik artışın dünya gayri safi yurtiçi hasılasında (GSYİH) yüzde 12’lik bir düşüşe neden olduğunu buldu. Bu sayılar, önceki analizlerden çok daha yüksek bir tahmindir. Dünya, sanayi öncesi dönemlerden bu yana zaten 1°C’den fazla ısındı ve birçok iklim bilimci, fosil yakıtların yakılmasının devam etmesiyle bu yüzyılın sonuna kadar 3°C’lik bir artışın gerçekleşeceğini öngörüyor. Henüz hakem değerlendirmesinden geçmemiş olan yeni çalışma, bu senaryonun büyük bir ekonomik maliyetle geleceğini belirtiyor.

Çalışma, 3°C’lik bir sıcaklık artışının “üretim, sermaye ve tüketimde 2100 yılına kadar yüzde 50’yi aşan keskin düşüşlere” yol açacağını belirtiyor. Bu ekonomik kayıp, ülke içinde sürekli bir savaşın neden olduğu ekonomik zararla karşılaştırılabilecek derecede şiddetli.

Harvard Üniversitesi‘nden ekonomist Adrien Bilal ve Northwestern Üniversitesi‘nden ekonomist Diego Känzig tarafından yazılan çalışmada, “Yüzyılın sonuna kadar, insanlar iklim değişikliği nedeniyle normalden yüzde 50 daha fakir olabilirler” deniyor.

Adrien Bilal, satın alma gücünün, yani insanların paralarıyla ne kadar şey alabileceklerinin, son 50 yılda görülen küresel ısınma olmasaydı zaten yüzde 37 daha yüksek olacağını belirtti. Fakirleşme, iklim krizinin derinleşmesi durumunda daha da artacak ve bu durum, genellikle savaş zamanlarında görülen ekonomik tükenmeyle karşılaştırılabilir hale gelecek.

Araştırma: İklim değişikliği beyin hastalıklarını tetikliyor
Papa Francis: İklim değişikliği dünyayı ‘kırılma noktasına yakın’ hale getirdi

Çalışma, karbon emisyonlarının neden olduğu her ek ton hasarın maliyeti olan karbonun sosyal maliyetini, ton başına 1056 dolar olarak hesapladı. Bu, ABD Çevre Koruma Ajansı‘nın (EPA) tahmin ettiği ton başına yaklaşık 190 dolar aralığından çok daha yüksek bir değer.

Bilal, yeni araştırmanın ekonomik maliyetlere daha “kapsamlı” bir bakış açısı getirdiğini ve iklim değişikliğinin küresel ölçekte analiz edildiğini söyledi. Bu yaklaşım, mahsul verimlerini azaltan, işçi verimliliğini düşüren ve sermaye yatırımını azaltan sıcak hava dalgaları, fırtınalar ve seller gibi birbirine bağlı iklim etkilerini yakalıyor.

İklim değişikliğinin ekonomik maliyeti ağır

Düşük gelirli ülkeler, daha düşük bir zenginlik noktasından başladıkları için iklim değişikliğinden daha fazla etkilenecek. Uzmanlar bu durumun ABD gibi zengin ülkelerin gezegeni ısıtan emisyonları azaltma konusunda harekete geçmelerini teşvik etmesi gerektiğini söylüyor. Ancak, keskin emisyon kesintileri yapılsa bile, iklim değişikliği ağır bir ekonomik maliyet getirecek. Çalışma, küresel ısınmanın yüzyılın sonuna kadar 1,5°C’nin biraz altında tutulması durumunda bile, GSYİH kayıplarının yüzde 15 civarında olacağını öngörüyor.

Columbia Üniversitesi‘nden iklim ekonomisti Gernot Wagner, fosil yakıtlardan uzaklaşmanın ve iklim değişikliğinin etkilerini azaltmanın maliyetinin, iklim değişikliğiyle başa çıkmanın maliyetinden çok daha az olduğunu belirterek, “önlem almamak daha maliyetli olacak” dedi.

İklim değişikliğinin ekonomik zararları beklenenden çok daha fazla ve bu durum, küresel ekonomi üzerinde kalıcı ve yıkıcı etkiler yaratabilir. İklim eyleminin geciktirilmesi, daha yüksek ekonomik maliyetlere yol açacak ve bu nedenle, fosil yakıt kullanımının azaltılması ve yenilenebilir enerjiye geçişin hızlandırılması hayati önem taşıyor.

COP29, Azerbaycan’da iklim finansmanı için yol ayrımında

Kasım 2024’te gerçekleştirilecek olan 29. BM İklim Değişikliği Konferansı (COP29), Azerbaycan’ın başkenti Bakü’deki Olimpiyat Stadyumu‘nda düzenlenecek. Azerbaycan’ın ekoloji bakanı Mukhtar Babayev, iki hafta sürecek olan COP iklim zirvesine başkanlık edecek ve ülkesini dünyanın kesişme noktasında konumlandırdığını açıklıyor.

Babayev, Azerbaycan’ın zengin küresel kuzey ile fakir küresel güney arasında, eski bir Sovyet bloğu ülkesi olarak doğu ile batı arasında ve petrol ve gaz üreticileri ile bu kaynakları tüketen ülkeler arasında bir köprü sağlayabileceğini söylüyor.

Guardian’ın aktardığına göre Azerbaycan, 1840’larda dünyanın ilk petrol kuyularının kazıldığı yer ve ABD‘nin Pennsylvania‘daki ilk kuyusundan daha eski bir tarihe sahip. Petrol ve gaz, Azerbaycan’ın ihracatının yüzde 90’ını ve hükümet bütçesinin yüzde 60’ını oluşturuyor ve ülkenin en büyük gelir kaynaklarından. Uluslararası Enerji Ajansı‘na göre, “Petrol ve son dönemde gaz, 1990’ların sonlarından bu yana Azerbaycan’da yaşam standartlarının dikkate değer şekilde yükselmesinden büyük ölçüde sorumlu.”

Ancak ülke, rüzgar ve güneş enerjisi gibi yenilenebilir enerji kaynaklarına geçiş yapmayı planlıyor. Karadeniz‘in altından Bulgaristan, Macaristan ve Romanya‘ya düşük karbonlu enerji taşıyacak bir bağlantı hattı planlanıyor. Babayev, “Azerbaycan, deneyimlerini paylaşmak istiyor. Özellikle fosil yakıt üreten ülkeleri bu sürece dahil olmaya davet etmek istiyoruz. Sorumluluğumuzu anlıyoruz. Daha fazlasını yapabileceğimizi ve birlikte daha güçlü olabileceğimizi düşünüyoruz” dedi.

Aralık ayında Dubai‘de gerçekleştirilen COP28 zirvesinde, ülkeler fosil yakıtlardan “uzaklaşmayı” kabul etti. Birçok ülke için bu, tam anlamıyla fosil yakıtları terk etme çağrısının çok gerisinde kaldı. Ancak, iklim krizi sebepleri olan fosil yakıtların ilk kez açıkça hedef alındığı bir dönüm noktası oldu. BM Genel Sekreteri António Guterres‘in sözleriyle, fosil yakıt üreticileri “insanlığı boğazından yakalıyor.”

Azerbaycan’da ‘yeşil dönüşüm’ için yatırım gerekiyor

Bakü’deki konferansta odak noktası, fosil yakıtların fazlalığından ziyade, harekete geçme savunucularının ciddi şekilde eksik olduğu finansmana kayacak. Sera gazı emisyonlarını azaltmak, mevcut altyapıyı aşırı hava koşullarına daha dayanıklı hale getirmek ve küresel sıcaklıkları sanayi öncesi seviyelerin 1,5°C içinde tutmak için gerekli “yeşil dönüşümü” sağlamak büyük yatırım gerektiriyor.

Ekonomist Lord Stern ve Vera Songwe tarafından hazırlanan bir rapora göre, 2030 yılına kadar her yıl sadece Çin hariç gelişmekte olan ülkeler için gerekli değişiklikleri gerçekleştirmek için yaklaşık 2,4 trilyon dolar gerekiyor. Babayev, “Finansmanın erişilebilirliğini, erişim kolaylığını ve uygun maliyetini sağlamamız gerekiyor. Gelişmiş dünya bağışçıları, gelişmekte olan ülkelerin pozisyonunu çok dikkatli bir şekilde dinlemeli” dedi.

Azerbaycan
Power Shift Africa düşünce kuruluşunun direktörü Mohamed Adow, “İklim krizini çözmek için iki şey gerekiyor; siyasi irade ve mali yatırım. Küresel güneyin birçok yerinde siyasi irade var – eksik olan yatırım. Uzun vadeli bir finansman hedefi belirlemek, emisyonları azaltmak için gerekli enerji dönüşümünü başlatmak için hayati önem taşıyor” diyor.

İklim yatırımları gözden geçirilmeli

Zambiya gibi ülkeler, 40 yılı aşkın süredir en kurak tarım sezonunu yaşadığı için ciddi açlıkla karşı karşıya. Çevre Bakanı Collins Nzovu, “Afrika, iklim değişikliğine çok az katkıda bulundu. CO2 emisyonlarımız neredeyse yok denecek kadar az. Ancak Afrika’nın yaşadığı sonuçlar çok ciddi” dedi. Ancak bu ülkelerin finansmana erişmesi neredeyse imkansız, çünkü borç verenler ya reddediyor ya da yüksek faiz oranları ve ağır şartlar koyuyor.

Maldivler‘de de yükselen deniz seviyeleri ve fırtına dalgalanmaları ada halkının hayatını tehdit ediyor. Ekonomi Bakanı Mohamed Saeed, “İklim yatırımları için kapılarını çaldığınızda bankalar, özel sermaye şirketleri ve borç verenler, bunun çok büyük, çok küçük, çok riskli olduğunu, daha fazla araştırma, daha fazla sonuç gerektiğini söylüyor” dedi.

Azerbaycan ve BM için sorun, COP29‘un finansman anlaşmasını sağlama sorumluluğuna sahip olmasına rağmen, yetki kollarının başka yerlerde olması. Dünya Bankası, küresel olarak en büyük kalkınma finansmanı kurumu, ancak birçok yoksul ülkenin gözünde son yıllarda iklim finansmanında başarısız olmuştur. Barbados Başbakanı Mia Mottley, Dünya Bankası’nın reform çağrısında bulunarak daha esnek bir bağışçı olmasını ve gelişmekte olan ülkelere özel sektör kredilerine daha düşük faiz oranlarıyla erişim sağlamasını istiyor.

Kenya Devlet Başkanı William Ruto ve Fransa Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron ile birlikte Mottley, sık uçan yolculardan alınacak bir vergi, uluslararası nakliye için karbon ücreti, fosil yakıt üreticilerine yönelik beklenmedik kazanç vergileri ve hatta küresel bir servet vergisi gibi yeni finansman kaynaklarını araştırma girişimini başlattı.

AB’nin iklim komiseri Wopke Hoekstra, bağışçı ülkeler havuzunun genişletilmesi gerektiği konusunda ısrarcı. Hoekstra, “Artık gelişmiş ve gelişmekte olan ülkelerin mantığı arkasına saklanamayız, sorumluluk paradigmasına geçmemiz gerekiyor” diyor ve Körfez ülkeleri, Singapur ve Çin gibi ülkeleri örnek göstererek, “Zenginlikle birlikte sorumluluk da gelir. Ödeme yapma kapasitesine sahip olanların gerçekten ödeme yapmaları gerekiyor” diye ekliyor.

Hoekstra’nın Çin konusundaki sert konuşmaları, AB’nin haziran ayında yapılacak parlamento seçimlerinde sağdan gelen ekonomik kaygılarla ilgili yeşil politikalara karşı bir tepki korkusu bağlamında değerlendiriliyor. ABD’de ise Donald Trump‘ın yeniden yükselişi, iklim eylemine çok daha büyük bir tehdit oluşturabilir. Trump, son görev döneminde Paris anlaşmasından çekilme sürecini başlatmıştı.

Azerbaycan’ın, iklim finansmanının kilit sorularını çözen ve gerekli yeşil dönüşümü sağlamak için gelişmekte olan dünyaya trilyonlarca dolar getiren başarılı bir COP gerçekleştirmesi olağanüstü bir başarı olacak. Ancak, yatırımın nereden gelmesi gerektiği ve nasıl toplanması gerektiği konusunda çok az anlaşma olduğu için, bu pek olası görülmüyor.

Yirmi yıllık araştırma bitki bazlı beslenmenin faydalarını ortaya koyuyor

İşlenmiş etler ve şekerler bakımından zengin olan yetersiz beslenme şekilleri, çeşitli hastalıkların hızla artmasının başlıca sebeplerinden biri. Buna karşılık, sebzeler, meyveler, baklagiller ve tam tahıllarla zenginleştirilmiş bitki bazlı beslenme şekli, bu hastalıklara karşı koruyucu bir kalkan oluşturabilir.

Kardiyovasküler hastalıklar ve kanser, küresel sağlık için en büyük tehditlerden ikisi olarak öne çıkıyor. Bu hastalıklar sadece ölümlere neden olmakla kalmıyor, aynı zamanda milyonlarca insanın yaşam kalitesini de düşürüyor. Genetik ve diğer faktörler rol oynasa da, uzmanlar beslenmenin bu tür hastalıklarla mücadelede kullanabilecek güçlü bir silah olduğu görüşünde. Giderek artan sayıda kanıt, özellikle vejetaryen ve vegan seçeneklerin, daha sağlıklı bir geleceğin anahtarı olabileceğini öne sürüyor.

Bitki bazlı beslenme kolesterolü dengeliyor

Brezilya’da yapılan ve 20 yıllık verilerden yararlanan araştırmada bitki bazlı diyetlerin çeşitli sağlık göstergeleri üzerindeki etkileri analiz edildi. İncelenen kolesterol ve lipid profilleri, bitki bazlı diyetlerin sağlığı önemli ölçüde iyileştirdiğini doğruladı.

Vejetaryen ve vegan diyetler uygulayan kişilerin toplam kolesterol (TK) ve düşük yoğunluklu lipoprotein kolesterol (LDL-K) seviyelerinin daha düşük olduğu görülüyor. TK ve LDL-K’daki bu düşüşler, kalp hastalığı için kritik olan bu göstergelerde ‘tutarlı ve belirgin’ olarak nitelendiriliyor.

Bitki bazlı diyetler ayrıca daha düşük enflamasyon (iltihap) seviyeleri ve dengeli vücut ağırlığını da dengeleyerek kardiyovasküler sağlığı destekliyor. Vejetaryen ve veganlarda daha düşük C-reaktif protein (CRP) seviyeleri, enflamasyonun azaldığını gösterirken, bu bireylerin genellikle daha düşük vücut kitle indeksine (BMI) sahip olmaları, daha sağlıklı bir vücut ağırlığı profili anlamına geliyor. Kan basıncı üzerindeki etkisi karışık olsa da, bazı çalışmalar, bitki bazlı diyetleri takip edenlerde sistolik ve diyastolik kan basıncında da önemli düşüşler olduğunu vurguluyor.

Hayır, bitki bazlı beslenme endüstrisine geçmek büyük iş kaybına yol açmayacak
Akdeniz diyeti sadece sağlık için değil, çevre için de en iyisi
Gıdaların soframıza gelişinin maliyeti: Karayolu kaynaklı doğrudan emisyonların neredeyse yarısı

Bitki bazlı diyetlerin kanser üzerindeki koruyucu etkilerine de ışık tutan inceleme, bitkilerde bulunan yüksek lif, antioksidanlar ve fitonütrientlerin çeşitli kanser riskini azaltmaya katkıda bulunduğunu belirtiyor. Bu bağlantı, özellikle sindirim sistemi kanserlerinde dikkat çekici. Bitki bazlı diyetler, kolorektal kanser riskini azaltmada özellikle etkili. Araştırmalar, bu diyetlerin kolorektal kanser riskini yüzde sekiz ila on beş arasında azalttığını gösteriyor. Bu azalma, bitkisel gıdalardaki yüksek lif içeriğine bağlanıyor.

Bitki bazlı beslenme zararlı olabilir mi?

Bitki bazlı diyetlerin açık avantajlarına rağmen, bazı grupların bu diyetlerden daha fazla yararlandığı da ortada. Coğrafi farklılıklar, diyetin uygulanma derecesi ve yaşam tarzı alışkanlıkları gibi faktörler, sonuçları etkileyebilir. Örneğin, hamile kadınlar arasında, vejetaryen diyetlerin gebelik diyabeti ve hipertansiyon riskinde bitki bazlı olmayan diyetlere göre fark göstermediği belirtiliyor.

Ayrıca, iyi planlanmamış bitki bazlı diyetlerin beslenme eksikliklerine yol açabileceği de uzmanların vurguladığı noktalar arasında. B12 vitamini, demir ve Omega-üç yağ asitleri gibi besinler, daha sınırlı diyetlerde eksik olabilir. Hamile kadınlar, çocuklar ve diğer hassas grupların, sağlık komplikasyonlarından kaçınmak için yeterli beslenmeyi sağladıklarından emin olmaları öneriliyor.

Bitki bazlı diyetlerin belirli sağlık göstergeleri üzerindeki etkilerini keşfetmek ve olası besin eksikliklerini ele almak için daha fazla araştırma gerektiği belirtiliyor. Ancak mevcut kanıtlar, bitki bazlı diyetlerin sağlık üzerinde olumlu bir etkiye sahip olduğunu güçlü bir şekilde gösteriyor. Et tüketimini azaltmak ve bitki bazlı gıdaların alımını artırmak bile sağlığı önemli ölçüde iyileştirebilir, bu da küçük ve yönetilebilir diyet değişikliklerinin büyük bir fark yaratabileceğinin göstergesi olarak kabul ediliyor.

Istrancalar’da Koza Altın A.Ş.’nin altın madenine karşı dava açıldı

KIRKLARELİ – Korfaz‘a bağlı Kula köyünde 18,2 hektarlık alanda altın ve gümüş madeni için verilen ‘Çevresel Etki Değerlendirmesi (ÇED) Gerekli Değildir kararı’na yapılan itirazlara rağmen onayın iptal edilmemesi sonrası dava açıldı. Davayı Kula Köyü Muhtarlığı adına açan Avukat Dilara Güzel, “Alanın tamamına yakını meşe ve kayın ormanı. Köylülerin geçim kaynaklarından biri ormancılık. Ormancılık faaliyetlerinin biteceğinden köy halkı ekonomik olarak kayba uğrayacak. Bu alanda coğrafi işarete sahip meşe balı üretiliyor. Üstelik bölge, arıcılıkta ve özellikle Trakya arısında, mutlak koruma altında” dedi.

Edirne İdare Mahkemesi’nde 14 Mayıs’ta davayı açan Güzel, ÇED kararının neden iptal edilmesi gerektiğini ise şöyle açıkladı:

“Dava konusu edilen projenin özellikleri nedeni ile çok geniş alanda çevresel zararlar ortaya çıkacak. Bu kapsamında açılacak yollar, inşa edilecek tesisler, milyonlarca ton hafriyat, patlatmalar, kesilecek ve tahrip edilecek ormanlar, yer altı ve yerüstü sularının kirlenmesi nedeni ile göreceği zararlar yani bir bütün olarak havanın, suyun, toprağın; kısacası doğal ortamın ve peyzaj bütünlüğünün neticede çevrenin çok ciddi tahrip edileceği gerçeği karşısında; yaşam hakkı olarak kabul ettiğimiz çevre hakkı kapsamında bu proje hakkında verilen ÇED Gerekli Değildir kararının derhal iptal edilmesi gerekiyor.”

‘Ağır metal kirliliği, kronik hastalıklar ve kansere zemin hazırlayacak’

Verilen onay, Istrancalar‘da binlerce ağacın kesilmesine ve binlerce tonluk cevher ve atık çıkacak proje nedeniyle bölgedeki ekosistemin tahrip edilmesine neden olacak.

Pek çok kez örneğine rastlanıldığı gibi; şirketin izin aldığı alanın büyüklüğü, ÇED raporuna gerek duyulmaması için (25 hektar ve üzeri için ÇED raporu gerekli tutuluyor) 18,2 hektarla sınırlı tutulmuş durumda.

Konuya ilişkin değerlendirmede bulunan Avukat Güzel, “Açık ocak madenciliği metodu ile altın ve gümüş cevherinin elde edilmesi amaçlanıyor. Bu yöntemle elde edilen madenin ekonomik ömrü yaklaşık üç, dört yıldır. Kısa sürede kar elde etmek isteyen şirket, bu proje ile hem doğal yaşama zarar verecek hem de madencilik faaliyetleri ile yaratılacak olan, toprak ve suyun ağır metal kirliliği, kronik hastalıklara ve özellikle de kanser hastalıklarına zemin hazırlayacak” ifadelerini kullandı.

Bölgedeki incelemeler, doğal ve kültürel varlıkları ortaya çıkarmıştı

Verilen onayın ardından Doku Derneği Başkanı Göksal Çidem ve yönetim kurulu üyesi Av. Ozan Topuz, Prof. Dr. Doğan Kantarcı ve Prof. Dr. Doğanay Tolunay, İTÜMAK’tan (İstanbul Teknik Üniversitesi Mağaracılık Kulübü) Hakan Eğilmez ve beraberindeki heyet bölgeyle ilgili hukuki ve bilimsel incelemeler yapıldı.

Sahada çalışan ekipler, bölgenin doğal ve kültürel varlıklarını yöre halkına ve ilgili kurumlara bilgilendirmelerde bulundu.

Heyet, SİT alanı olarak ilan ettirdikleri lokasyonun çalışmasını genişleterek mağaralar, endemik türler ve kültürel varlıklar keşfetti. Çalışmalar hala sürdürülüyor.

‘Şirketin ilk girişimi değil, hukuka aykırı’

Projenin sahibi şirket, Koza Altın İşletmeleri A.Ş.‘ye Kırklareli’de daha önce de aynı bölgede, aynı amaçla planladığı proje için 2015’te “ÇED gerekli” kararı verildiğini de hatırlatan Avukat Güzel, “2015’te ÇED Gereklidir verilen projeye, aradan geçen dokuz yıl sonunda hiçbir değişiklik olmamasına rağmen ÇED Gerekli Değildir kararı verilmesi ÇED Yönetmeliği’nin 17. maddesinin 2. fıkrası kapsamında, hukuka aykırıdır” dedi. Güzel son olarak şunları aktardı:

İliç’in ve Soma maden faciasının acıları hala yüreğimizde derin bir yarayken, ÇED Gerekli Değildir kararının arkasında sığınan şirketlere kurban etmeyeceğimizi, gelecek nesillere içilecek su, soluyacak hava ve oturulacak bir karış toprak bırakmak için mücadele edeceğimizi, Kula Köyü halkının, Avrupa kırmızı orman karıncasının, Trakya Arısının ve birçok canlının yaşam hakkını her daim savunacağımızı, bunu ihlal edenlerden hukuk önünde hesabını soracağımızı, doğal yaşamı örgütlü mücadele ile her daim savunacağımızı buradan bildiriyorum. “

Istrancalar’da altın madeni için ÇED gerekli görülmedi: Orman yok edilecek

Ne olmuştu?

Kırklareli Çevre, Şehircilik ve İklim Değişikliği İl Müdürlüğü 3 Nisan 2024’te, Kofçaz ilçesi, Kula köyünde 18,2 hektarlık alanda Koza Altın İşletmeleri A.Ş.‘ye altın-gümüş madeni projesi için ‘Çevresel Etki Değerlendirmesi Gerekli Değildir’ kararı verilmişti.

Madende ocaktan alınacak malzeme miktarı altın için bir yılda 310 bin 481 ton, 123 bin 750 ton cevher  ve 186 bin 731 ton pasa olarak belirtilmişti.

Sivil toplum kuruluşları, meslek odaları ve vatandaşlar bir araya gelerek ÇED gerekli değildir kararına karşı Kırklareli Çevre, Şehircilik ve İklim Değişikliği İl Müdürlüğüne itiraz dilekçeleri verilmişti.

İtirazlara rağmen 17 Nisan 2024 tarihinde Kula Köyü Muhtarlığına tebliğ edilen kararla sürecin devam ettiği öğrenildi.