Ana Sayfa Blog Sayfa 118

AMİD’den ‘Çevre Eğitimi ve İklim Değişikliği’ne yeni bir yaklaşım

Alternatif Medya ve İletişim Derneği‘nin (AMİD) yürüttüğü ve Newslab Turkey’in partner kuruluşu olduğu Sabancı Vakfı Hibe Programı kapsamında gerçekleştirilen İklim Krizi ile Mücadele için Hak Temelli Yaygın Eğitimi Geliştirme Projesi’nde 4 ve 11 Mayıs tarihleri arasında Çevre Eğitimi ve İklim Değişikliği (ÇEİD) dersi veren öğretmenlerle eğitim düzenlendi.

Kadrosunda uzman isimlerin yer aldığı projenin ilk toplantısı 25 Kasım’da öğretmenlerle yapılmıştı. Tanışma toplantısının ardından 16 Aralık’ta bir odak grup toplantısı gerçekleştirilmişti. 20 Şubat’ta ise dersi almakta olan 8. sınıf seviyesinde 35 öğrenciyle odak grup çalışması yapıldı. Bu toplantılarda öğretmen ve öğrencilerin ihtiyaçları belirlendi.

ÇEİD dersinin videoları, kitapları ve programları incelenerek eksikler ve öneriler çıkarıldı. Öğretmenlerin ve öğrencilerin ihtiyaçlarıyla bir araya getirilerek bir “Mevcut Durum Raporu” oluşturuldu.

Mevcut Durum Raporu’nda tespit edilenlerin başında, bilimsel yaklaşım ve uygun pedagojik içerik eksikliği saptandı. İklim değişikliğinde temel kavramlarda öğrencilerin kavramakta zorlandığı veya karıştırdığı konulara dair yerel ve gündelik yaşamdan örneklerle desteklenmesi gerektiği ortaya çıktı.

Diğer yandan, çevreyle iklim değişikliği arasındaki bağın ve iklim değişikliğinin farklı toplumsal gruplara etkisine dair bilginin programda yer almadığı belirlendi. İklim değişikliğinin bu yaş gruplarında kaygı yaratan bir konu olduğunun altı çizildi.

AMİD

Bu tespitlere bağlı olarak kurgulanan eğitimimizde Prof. Dr. Levent Kurnaz, iklim değişikliğinin temel kavramlarını ve yanılgıları anlatırken; Güneşin Aydemir ekosistem, döngü, iklim değişikliği bağlamına dikkat çekti.

Dr. Ümit Şahin iklim değişikliği politikalarını ve Türkiye’ye etkileri konusunda merak edilenleri anlattı. Son olarak Elif Ünal, üretilen materyallerle öğretmenlere materyal kullanımını ve iklim iletişimini anlattı.

4 Mayıs’ta İstanbul’da yüz yüze, 11 Mayıs’ta çevrimiçi olarak düzenlenen eğitimlere toplamda 33 kişi katıldı. Bundan sonraki süreçte eğitimlere katılanlarla birlikte bir grup oluşturulacak ve oluşturulan etkinlik ve içerikler paylaşılacak.

İlerleyen dönemlerde katılım sağlamak isteyen öğretmenler,  [email protected] adresinden bilgi alabilir.

Balinalarla iletişim kurabilecek miyiz?

Yakın zamanda yapılan iki yeni araştırma, denizlerdeki büyük memeliler olan yunus ve balina türlerinin iletişim biçimlerini anlamamız için yeni bulgular sunuyor.

Balina ve yunus sesleri üzerine yapılan araştırmalar, son on yılda büyük bir ivme kazandı. Bilim insanları, kambur balinaların komşu popülasyonlardan şarkılar öğrendiğini ve bu şarkıların Batı Avustralya‘dan Güney Amerika‘ya yayıldığını keşfetti. Aynı zamanda, yaygın balinaların üç yıl içinde 184 farklı şarkı söylediği belirlendi.

Şişe burunlu yunusların ise imza ıslıkları kullanarak ittifaklarını güçlendirdiği tespit edildi. Bu imza ıslıkları, yunusların sosyal bağlarını kuvvetlendirmekte ve iletişimlerini sağlamlaştırmakta önemli bir rol oynuyor.

Araştırmacılar, ispermeçet balinalarının vokal diyalektlerinin Pasifik Okyanusu boyunca temas ettikçe farklılaştığını ortaya koydu. Bu diyalektlerin, balinalar arasında etnik işaretler olarak işlev gördüğünü belirlediler. Yani, farklı bölgelerde yaşayan balina grupları, kendi özel diyalektlerini geliştiriyor ve bu diyalektler, grupların kimliklerini tanımlamada önemli bir rol oynuyor.

Teknolojinin ilerlemesi, bu tür içgörülerin hızla birikmesine katkıda bulunuyor. Drone’lar, akustik etiketler ve kayıt cihazları gibi modern araçlar, balina ve yunusların seslerini daha etkili bir şekilde izlememizi ve analiz etmemizi sağlıyor. Bu cihazlar, araştırmacıların deniz memelilerinin seslerini uzun süreler boyunca kesintisiz olarak kaydetmelerine ve bu verileri detaylı bir şekilde incelemelerine olanak tanıyor.

Seslerle sosyal bağlar kuruluyor

Balina ve yunusların çıkardığı seslerin büyük bir kısmı, sosyal bağlamlarda kimlik tanımlamasıyla ilgili. Örneğin, bu sesler ittifak üyelerini, uzun vadeli sosyal birimleri ve klanları veya belirli bir popülasyonu ya da türü tanımlamada kullanılıyor. Balinalar ve yunuslar, bu sesler aracılığıyla hangi grubun üyesi olduklarını belirleyebiliyor ve grup içi iletişimi sürdürebiliyor. Vokal iletişim, aynı zamanda sosyal bağları inşa eder ve güçlendirir.

Bu sesler aracılığıyla balinalar, ittifaklarını sağlamlaştırır ve sosyal ilişkilerini pekiştirir. Ayrıca, bu iletişim yöntemi, işbirlikçi avlanmayı koordine etmede de önemli bir rol oynar. Balinalar ve yunuslar, grup halinde avlanırken birbirleriyle sürekli iletişim halinde kalarak avlanma stratejilerini koordine ederler ve böylece daha etkili bir avlanma süreci gerçekleştirir.

Bu bulguların arkasında, aslında insan benzeri bir dilin saklı olduğu eski bir fikir yeniden gündeme geldi. Bazı araştırmacılar, doğru araçları bulabilirsek, bu dili çözebileceğimizi ve komşularımızla konuştuğumuz gibi balinalarla da konuşabileceğimizi düşünüyor. Bu görüş, özellikle son yıllarda yapılan araştırmalar ve teknolojik ilerlemelerle destekleniyor.

Yapay zeka, bu alandaki en yeni ve en umut verici araç olarak öne çıkıyor. Medyada yer alan bazı haberlerde, bu tür bir iletişimin an meselesi olduğu izlenimi veriliyor. Ancak, iki yeni çalışma, balina dili hakkında oldukça dramatik iddialarda bulunuyor. İlk çalışma, bir kambur balinanın bir çağrının çalınmasına benzer bir çağrıyla yanıt verdiğini, ancak sonunda ilgisini kaybettiğini ayrıntılı olarak anlatıyor.

İspermeçet balinalarının ‘kültürel klanlar’ oluşturduğu tespit edildi
Soyu tükendi sanılan gri balina Atlantik Okyanusu’nda görüntülendi

Hayvanlarla ‘konuşma’ henüz gerçekleşmedi

Bu çalışmanın önemi, hayvanların çağrılarını çalmanın ve tepkilerini gözlemlemenin, sinyallerin anlamlarını ve işlevlerini ortaya çıkarmak için test edilmiş bir yöntem olduğunu göstermesiydi. Bu yöntem, bilim dünyasında uzun süredir kullanılan ve güvenilirliği kanıtlanmış bir teknik. Ancak, bu çalışma, balinalara veya yunuslara yapılan ilk çalışma denemesi değildi ve bilim insanlarının iddia ettiği gibi balina ile “konuşma” anlamına da gelmiyordu.

Bu tür çalışmalar, hayvanların sesli iletişimlerini anlamada önemli bir adım olsa da, bunların gerçek anlamda bir “konuşma” olarak nitelendirilmesi doğru değil. Balinaların sesli tepkileri, daha çok sosyal bağları güçlendirmek ve grup içi iletişimi sağlamak için kullanılıyor. Bu nedenle, bu tepkileri insan diline benzetmek, gerçekte olanları tam olarak yansıtmayabilir.

balina

İkinci çalışma, sperm balinalarının ürettiği “coda” adı verilen tıklama desenlerinin detaylı bir analizini içeriyor. Bu analiz, balinaların birbirleriyle etkileşime girdiklerinde coda tempolarını senkronize olarak değiştirdiklerini ortaya koyuyor. Balinaların bu senkronize tıklamaları, sosyal bağları güçlendirmek için kullandıkları bir iletişim yöntemi olarak kabul ediliyor. Ancak, bu senkronize korolar sadece balinalara özgü değil; hayvanlar aleminde ateşböceklerinden primatlara kadar pek çok türde görülebiliyor.

Coda senkronizasyonu, hayvanların sosyal bağlarını pekiştirmek ve grup içi iletişimi sağlamak için kullandıkları yaygın bir iletişim biçimidir. Örneğin, ateşböcekleri senkronize yanıp sönerken, bazı primatlar senkronize sesler çıkarır. Bu tür senkronize davranışlar, grup üyeleri arasında uyumu artırır ve grup dinamiklerini güçlendirir. Bu nedenle, sperm balinalarının da benzer bir iletişim yöntemini kullanmaları, onların sosyal yapılarının karmaşıklığını ve iletişim becerilerini gösterir.

Yeni Hollanda koalisyonu, daha fazla açık deniz gaz çıkarımı ve nükleer enerji hedefliyor

Hollanda‘nın yeni sağcı koalisyonu, “güvenilmez ülkelere” bağımlılığı azaltma planlarının bir parçası olarak denizaşırı doğal gaz çıkarımını ve nükleer enerji üretimini genişletmeyi hedefleyeceğini açıkladı.

Sağ popülist siyasetçi Geert Wilders, birinci parti olarak çıktığı genel seçimlerin yapılmasından yaklaşık altı ay sonra, 15 Mayıs’ta diğer üç sağcı parti ile bir koalisyon hükümeti üzerinde anlaştıklarını duyurmuştu. Ülkede sağ ve aşırı sağ çizgideki dört partili bir koalisyon konusunda anlaşmaya varılması, Avrupa Parlamentosu seçimlerine haftalar kala bir Avrupa ülkesinin daha aşırı sağa kayma ihtimalini gündeme getirmişti.

Hükümet, koalisyon anlaşması taslağında, halihazırda kabul ettiği uluslararası iklim hedeflerine mümkün olduğunca sadık kalacağını, ancak bunların üzerine herhangi bir ulusal kısıtlama eklemeyeceğini bildirdi. Bu, ek bir ulusal karbondioksit vergisine ilişkin planların iptal edilmesi anlamına geliyor.
Hollanda’nın enerji güvenliğini artırmaya yönelik planlar, müstakbel hükümetteki dört siyasi partinin muhafazakar ve popülist temalarıyla uyumlu olarak şekillendirildi.

Kuzey Denizi’ndeki gaz üretimi artırılacak

Söz konusu tercihler, 2022’de Ukrayna savaşının başlamasıyla ülkenin Rus gazına erişimi kaybetmesinin ardından karşılaştığı zorlukları da yansıtıyor.   Taslakta, “doğal gaz için yeni uzun vadeli sözleşmeler yapılacak ve gaz ve kritik emtia rezervleri oluşturacağız” deniliyor.
Taslak anlaşmada, Hollanda’nın Groningen eyaleti altındaki büyük gaz sahasındaki üretimin kapalı kalacağı, ancak “Kuzey Denizi’ndeki gaz üretiminin artırılacağı” da belirtildi. Ülkenin açık deniz rüzgarını genişletme planları değişmeden kalırken, karada yeni rüzgar türbinlerinin inşasına olan vurgu azalacak.

Yeni nükleer reaktörler

Buna ek olarak, anlaşma Hollanda’da nükleer enerji üretimini artırma planlarını da yeniden doğruladı. Anlaşmada, “Borssele’deki nükleer reaktör açık kalacak ve iki yeni reaktörün inşaatı devam edecek” denildi.
Açıklamada, “Buna ek olarak, kamu-özel ortaklığıyla birden fazla küçük reaktörün de kurulabileceği iki nükleer reaktör daha inşa edilecek” ifadeleri kullanıldı.

[İklim Masası] Türkiye’de otlaklar verimsizleşiyor, geleneksel hayvancılık gerileyecek

İklim değişikliğiyle ilgili güvenilir bilgileri yaygınlaştırmayı hedefleyen İklim Masası‘yla olan işbirliğimiz çerçevesinde, Prof. Dr. Ömer Lütfi Şen‘in iklim değişikliği koşullarında Türkiye’nin otlaklarının durumu ve geleneksel hayvancılığı ele aldığı  yazısını yayımlıyoruz.

*

Kuraklıkların güçlenmesi ve otlakların verimsizleşmesi, 420 milyondan fazla hayvanın beslenmesini ve hayvancılık yapan milyonlarca insanın geçimini sağlayan Avrasya otlaklarını tehdit ediyor. Yeni yapılan bir çalışma, hayatını geleneksel hayvancılık ile idame ettiren milyonlarca insanın geçiminin de risk altında olduğunu gösteriyor.

Dr. Banzragch Nandintsetseg öncülüğünde altı ülkeden (Çin, Japonya, Moğolistan, Almanya, Fransa ve Türkiye) bilim insanları tarafından yürütülen ve yazarları arasında bulunduğum çalışma, Türkiye’de otlakların giderek verimsizleşmesi ve kuraklıkların kuvvetlenmesi nedeniyle hayvancılığın risk altına gireceğini öngörüyor. Orta ve Doğu Asya’daki riskler ise, yalnızca otlakların verimsizleşmesine bağlı olarak artacak.

Geleneksel hayvancılığın iklim değişikliğinin bu olumsuz sonuçlarına uyum sağlayabilmesi, yerel halkların geçim kaynaklarını destekleyebilmek için oldukça önemli. Bunun için geleneksel ekolojik bilgi birikiminden faydalanmak ve uyum önlemlerini teşvik etmek gerekiyor. Çalışma kapsamında önerdiğimiz tedbirler arasında çeşitli yönetim iyileştirme yöntemleri; geçim kaynaklarının çeşitlendirilmesi ve pazarlara erişimin sağlanması gibi sosyal dönüşüm adımları; ayrıca kırılganlığı değerlendirmek için izleme sistemleri kurulması gibi kapasite geliştirme yöntemleri yer alıyor.

Türkiye meralarının yüzde 64’ünde verimsizleşme ve bozulma var

Kara alanlarının yüzde 40’ını oluşturan meralar, hayvan yemi temin etmenin yanı sıra biyoçeşitlilik sağlayan ve karbon depolayan önemli bir ekosistem. 2019 yılı verilerine göre Avrasya’nın otlakları, 420 milyondan fazla hayvanın doğrudan ya da dolaylı beslenmesini sağlıyor. Ayrıca özellikle kırsal kesimde, hayvancılıkla geçinen milyonlarca insana destek oluyor. Diğer taraftan meralar, iklim değişikliği ve değişkenliği açısından da en kırılgan ekosistemler arasında yer alıyor.

Pastoralistler, biriktirdikleri geleneksel ekolojik bilgi sayesinde binlerce yıl boyunca kuraklık gibi, iklimin değişkenliğinden kaynaklanan tehlikelere karşı kendilerini koruyabildi. Fakat son zamanlarda iklimsel tehlikelerin artması, meralık alanların azalması ve sosyoekonomik baskılar, pastoralistlerin hareketliliğini olumsuz etkiledi. Örneğin Türkiye’de, meraların yaklaşık yüzde 64’ünde verimsizleşme ve bozulma yaşandı. 2003 yılından itibaren tarım teşviklerinin yeniden düzenlenmesi ve özellikle yerleşik tarımın desteklenmesi ile birlikte, çiftlik hayvanlarının sayısında büyük artış yaşandı. Mera kullanımında devlet regülasyonlarının artması da pastoralistleri hem kuraklıklar hem de sosyoekonomik değişimler karşısında daha kırılgan kılan bir diğer unsur oldu. Bugün sürü hareketliliği epey artmış durumda; daha uygun mera arayışındaki pastoralistler, giderek daha uzun mesafeler kat etmek zorunda kalıyor.

Ekonomik ve sosyopolitik değişimler nedeniyle 1990lı yıllarda Türkiye’den Moğolistan’a kadar ülkelerde, hayvan sayısında ciddi bir azalma gözlendi. Ancak son 20 yıldır, sayıların yeniden hızla arttığını gözlemliyoruz. Bu artış, meralar üzerindeki baskıyı da artırdı. Diğer yandan, gittikçe sıklaşan ve kuvvetlenen kuraklıklar da meraların verimliliğinde azalmaya yol açtı. Yeterli otlatma yapılamaması, hayvanların yeterli kiloya ulaşamamalarına sebep oldu. Yine verimlilik azlığı nedeniyle pastoralistler, hayvanlarını kışın beslemelerine yetecek ölçüde yem toplayamadı. Bir araya gelen bu sosyoekonomik ve iklimsel şoklar, pastoralistler arasında yoksulluğun ve işsizliğin artmasına yol açtı ve onları, alternatif geçim kaynakları arayışı içinde, kırsal alanlardan kentlere göç etmeye yöneltti.

Bütün bu gelişmeler, hayvancılık ile uğraşanların sayısında yıldan yıla bir azalmaya yol açıyor ve hayvancılığın sürdürülebilirliğini tehdit ediyor. Gelecekte kuraklıkların daha sık ve daha şiddetli olacağına yönelik öngörüler de, pastoralistlerin ve geleneksel hayvancılığın durumunun daha da kötüleşebileceğine işaret ediyor.

Tehlikeli kuraklıkların geleceği, izlenecek politikalara bağlı

Biz de bu çalışmamızda, Avrasya otlaklarının gelecekteki kuraklık riskini ve mera verimliliğindeki olasılı değişiklikleri belirlemek için bir risk analizi yaptık. Bunun için ekosistem odaklı bir olasılıksal risk analizi (PRA) yöntemi uyguladık ve Hükümetlerarası İklim Değişikliği Paneli’nin (IPCC) ilgili tanımlamalarına sadık kaldık. Bu çerçevede ‘risk’, beklenen kayıpları ifade ediyor ve ‘tehlike’ ile ‘kırılganlık’ bileşenlerinin çarpımı ile hesaplanıyor. ‘Tehlike’, zarar verici olabilecek bir olayın, bizim örneğimizde şiddetli kuraklığın, oluşma ihtimalini ifade ediyor. ‘Kırılganlık’ ise, olayın meydana gelmesi durumunda ortaya çıkan kayıp miktarı ile ilgili. Bu çalışmada, normal ve kurak yıllar arasındaki mera verimliliği farkını anlatıyor. Kırılganlığın hesaplanabilmesi için Avrasya’nın otlaklarının vejetasyon üretkenliğine dair simülasyonlar yapıldı. Bu simülasyonlarda, ikisi kötümser (karbondioksit emisyonlarının yüzyıl ortasında iki katına çıktığı SSP5-8.5 ve yüzyıl sonunda iki katına çıktığı SSP3-7.0), biri iyimser (2050’de net sıfır emisyona ulaşılan SSP1-2.6) olmak üzere üç farklı emisyon senaryosunun yağış ve sıcaklık çıktıları kullanıldı.

1985-2014 yılları için gerçekleştirilen analizler, Avrasya otlaklarının tehlikeli kuraklığa olan kırılganlığının kuzeye doğru arttığını gösteriyor. Buna karşın, tehlikeli kuraklık olasılığı, güney kesimlerde daha yüksek. Geleceğe yönelik projeksiyonlar ise incelenen alanların tümünde sıcaklıkların artacağına işaret ediyor. Diğer yandan yağışlar, Türkiye’nin de bulunduğu Batı Asya’da azalırken, Doğu Asya’da az da olsa artacak. 

Tehlikeli kuraklıkların sıklığı, süresi ve şiddeti ise küresel ısınmayı sınırlandırmakta ne ölçüde başarılı olduğumuza bağlı olarak değişecek: Yüzyıl ortasında net sıfır emisyona erişilen ve küresel ısınmanın 2°C’nin altında tutulduğu bir senaryoda, tehlikeli kuraklıkların sıklığında, süresinde ve şiddetinde önemli bir değişiklik beklenmiyor. Emisyonların hızla artmaya devam ettiği ve küresel ısınmanın 3.6°C ve üzerinde gerçekleştiği bir gelecekte ise özellikle Batı’da önemli artışlar öngörülüyor. 

Mera verimliliğine yönelik kuraklık söz konusu olduğunda ise bütün senaryolar, riskin Avrasya genelinde artacağı bir geleceğe işaret ediyor. Çalışmanın bulgularına göre bu, yalnızca bir büyüklük artışı olmayacak, yüzde 60 civarında bir alansal artış da gerçekleşecek. Doğu Asya’daki risk artışı, otlakların kuraklıklar karşısında daha kırılgan hale gelmesi ile ilişkili iken, Batı Asya’da ayrıca tehlikeli kuraklıkların olasılığındaki artış da etkili olacak. 

Uyum için geleneksel ekolojik bilgi birikiminden faydalanılmalı

Geleneksel hayvancılığın, iklim değişikliğinin bu öngörülen sonuçlarına uyumu, yerel halkın geçim kaynaklarının desteklenmesi açısından büyük önem taşıyor. Hayvancılık ve göçebe hayvancılık, Avrasya otlaklarında uzun bir geçmişe sahip. İklimin karasallığı ve yıldan yıla değişkenliği nedeniyle karşı karşıya kalınan yem teminindeki değişikliğin nasıl yönetilebileceğine dair geleneksel ekolojik bilgi birikimi söz konusu. Tüm bu birikim, uyum önlemlerinin tasarlanması için değerli bir başlangıç noktası olabilir.

Tarih boyunca karşı karşıya kaldıkları değişkenliklerin etkilerini hafifletmeye çalışan pastoralistlerin, saman ve yem depolama, sürü hareketliliği düzenleme, hayvan ve kaynak çeşitlendirme, otlak paylaşımı, yardımlaşma ve bilgi paylaşımı gibi çeşitli baş etme yöntemleri bulunuyor. Ne var ki süregelen çevresel, politik ve sosyoekonomik marjinalleşme; kuraklıkla ve iklimsel şoklarla baş etme becerilerini de zayıflattı. Bu nedenle, geçmişte oldukça değişken bir iklimi tolere edebilmiş olsalar da pastoralistlerin, gelecekteki tehlikeli kuraklıklara uyum sağlamada zorlanacakları söylenebilir. Bunun başlıca sebebi, uyum kapasitelerindeki azalmanın yanı sıra, iklim değişikliğinin hızının ve büyüklüğünün, geleneksel tecrübeler dahilinde baş edilebilecek seviyelerin üzerine çıkması. 

Çözümler: Daha iyi yönetim, sosyal dönüşüm ve kapasite geliştirme

Bu çalışma kapsamında, pek çok bilimsel makale, rapor ve yayından yola çıkılarak kapsamlı bir ‘‘pastoralist uyum önlemleri’’ tablosu oluşturuldu. Önerilen önlemlerin büyük çoğunluğu; rezerv oluşturma, dönüşümlü otlatma, rehabilitasyona imkan sağlayacak sürü hareketi, sürü sayılarının düzenlenmesi ve acil durum meralarının korunması gibi, mevcut geleneksel ekolojik bilgi birikimi üzerine kurulu tavsiyeler. Ancak bunlara ilaveten, yönetimin iyileştirilmesi, sosyal dönüşüm, kapasite geliştirme ve politika reformu çabaları yoluyla uyum sağlamaya yönelik stratejiler de sunuluyor.

  • Yönetim iyileştirme önlemleri arasında, dönüşümlü otlatma yoluyla mera korumasının ve restorasyonun artırılması, stok oranlarının mera kapasitesiyle eşleştirilmesi, kuraklığa dayanıklı hayvan türlerinin teşvik edilmesi ve yem rezervlerinin artırılması gibi yöntemler yer alıyor. Bu adıma, çitleme, gübreleme, tohumlama ve sulama yoluyla saman hasadının artırılması ve kuraklığa daha dayanıklı yem türlerinin ekilmesi gibi doğa tabanlı çözümler de dahil edilebilir.
  • Sosyal dönüşümlerle ilgili tedbirler arasında ise geçim kaynaklarının çeşitlendirilmesi, pazarlara erişim sağlanması ve topluluklar arasında işbirliğinin teşvik edilmesi yer alıyor. Örneğin birçok ülkede, yeni nesil çobanları teşvik etmek için çeşitli adımlar atılıyor.
  • Kapasite geliştirme önlemleri ise kuraklığa karşı kırılganlığı değerlendirmek için izleme sistemleri kurma ve bilgi paylaşımında bulunma ihtiyacını kapsıyor. Erken uyarı sistemi ve benzeri risk yönetimi araçlarının kullanımı, bu çerçevede düşünülebilir.

Tüm bu uyum önlemlerine, altyapıyı, ulaşımı, bilgiyi, teknolojiyi ve kurumsal kapasiteyi geliştirmeyi hedefleyen; araştırmayı ve eğitimi genişleten; risk ve sigorta fonlarına, acil yardıma ve risk azaltmaya odaklanan; adil ve şeffaf doğal kaynak yönetimi kuralları oluşturan politika reformları eşlik etmeli.

Hayvancılıkla uğraşanların kırılganlığını azaltacak tedbirler gerekiyor

Çalışmamız, gelecekte hem tehlikeli kuraklık hem de mera kırılganlığı açısından yüksek riske maruz kalacak Türkiye için de uyum önlemleri öneriyor.

Türkiye’nin, hayvancılıkla uğraşanların kırılganlığını azaltmaya yönelik tecrübelere öncelik vermesi gerekiyor. Bu çerçevede, mera alanlarının yönetimi önem taşıyor. Hem mera veriminin artırılması hem de meranın verimli kullanılmasının sağlanması mühim. Ayrıca meralardaki bozulmalar kontrol edilmeli ve mümkün olduğu ölçüde tersine çevrilmeye uğraşılmalı. Tabii ki meraların korunması, başlı başına bir gereklilik. Ayrıca sürü sayısının meraların taşıma kapasitesine uygun şekilde ayarlanması ve sürü hareketliliğinin sağlanması için kamu ve özel, ilgili tüm kurumların güçlendirilmesine yönelik önlemlerin uygulamaya konması önemli.

Kuraklaşmanın artacağı yerlerde su kaynaklarının korunması, modern su tasarrufu tekniklerinin yaygın olarak kullanımın sağlanması ve kuraklığa dayanıklı türlerin geliştirilmesi, atılması gereken diğer adımlar. Bunların yanı sıra Türkiye’nin yem arzını ve rezervini de artırması gerekiyor. Ayrıca erken uyarı, eylem ve hazırlık sisteminin yanı sıra sigorta ve yardım sistemini de güçlendirerek risk yönetimine ağırlık verilmesi önem taşıyor.  

*

Kaynak Makale: Nandintsetseg, B., Chang, J., Sen, O.L. et al. Future drought risk and adaptation of pastoralism in Eurasian rangelands. npj Clim Atmos Sci 7, 82 (2024). https://doi.org/10.1038/s41612-024-00624-2

 

Karaburun’da Lodos Enerji’nin 41 RES türbinine itiraz edildi: Kadim kültür yok ediliyor

İZMİR – Karaburun‘da Lodos Karaburun Elektrik Üretim A.Ş.‘nin yapmayı planladığı Karaburun Rüzgar Enerji Santrali (RES) Kapasite Artışı projesine Bakanlığın verdiği onay, yurttaşları ayağa kaldırdı. 

Yurttaşlar projeye tepkilerini halkın katılım toplantısını yaptırmayarak göstermişti ancak projeye 8 Mayıs’ta İzmir Çevre Şehircilik ve İklim Değişikliği İl Müdürlüğü tarafından onay verildi. 

Fotoğraf: Karaburun Yerel Fok Komitesi

Karaburun Yerel Fok Komitesi, Karaburun’daki sekiz mahallenin muhtarıyla birlikte Bakanlıkça verilen onaya itiraz edildiğini bildirdi.

Proje kapsamında Yaylaköy, Küçükbahçe, Bozköy, Parlak, Tepeboz, Saip mahalleleri sınırları içinde 87 türbin işletiliyor. Kapasite artışıyla bu sayının 128 türbine çıkartılması planlanıyor.

Tarım, orman ve mera alanlarının üzerinde yapılması planlanan proje, aynı zamanda Karaburun – Ildır Körfezi Özel Çevre Koruma Bölgesi sınırları içerisinde bulunuyor. Söz konusu projeye verilen onaya ilişkin açıklamada bulunan Karaburun Yerel Fok Komitesi yönetim kurulu, şu değerlendirmede bulundu:

“Koruma bölgesine ilişkin biyoçeşitlilik araştırmalarının tamamlanması ile birlikte yönetim planının henüz hazırlanmamış olması, koruma alanına ilişkin 1/25.0000 ölçekli nazım imar planının itirazlar sonucu iptal edilmesi, enerji faaliyetlerinin Yarımada’nın kapasitesini aşma durumu ve koruma kararı sonrası artan enerji projesi başvurularıyla birlikte değerlendirilmesi gerekirken nihai olarak  onaylanması düşündürücüdür.”

Projenin çevresindeki biyoçeşitliliğe, orman varlığına, bitki örtüsüne ve yerel ekonomiye zarar vereceğine vurgu yapılan açıklamada bu projeye ek Karaburun GES projesi de düşünüldüğünde ÖÇKB sürecine rağmen enerji yatırımlarına verilen onay ve lisansların, söz konusu kapasite artışının son olmayacağı çekincelerini doğruladığını gösterdiği belirtildi.

Yaylaköylüler daha önce Karaburun GES projesine yönelik ÇED iptal davası açmış ve ÇED iptal edilmişti. Eneri Piyasası Düzenleme Kurulu’na (EPDK) açılan davada ise “kamu yararı” kararı iptal edilmişti.

Fotoğraf: Karaburun Yerel Fok Komitesi

‘Kadim üretim kültürü, acele kamulaştırma ve mülksüzleştirmeyle yok oluyor’

Bölgenin ÖÇKB vasfına ilişkin de değerlendirmelere yer verilen açıklamada ayrıca şunlar aktarıldı:

“Karaburun-Ildır Körfezi Özel Çevre Koruma Bölgesinin biyoçeşitliliği ‘koruma’ vizyonundan uzak kararlarla tehlikeye atılıyor. Bölgedeki devamlılığı sağlanması gereken kadim üretim kültürü, enerji yatırımları, acele kamulaştırma ve mülksüzleştirme pratikleriyle yok oluyor. Özel Çevre Koruma Bölgesi’ne ilişkin yönetim planı yapılana, hassas bölgeler ve etkileşim geçiş sahası belirlenene kadar yatırım girişimlerini kısıtlayıcı kararlar alınmadığı takdirde Yarımada’nın doğal, sosyal ve kültürel değerlerine geri dönüşü olmayan zararlar verilecek.  Tüm bu nedenlerle Lodos Karaburun Elektrik Üretim A.Ş. tarafından İzmir İli, Karaburun İlçesi sınırları içerisinde planlanan Karaburun RES kapasite artış projesi Nihai ÇED Raporu’nun  Karaburun – Ildır Körfezi Özel Çevre Koruma Bölgesi kararları tekrar göz önüne alınarak iptal edilmeli.”

Fotoğraf: Karaburun Yerel Fok Komitesi

Parlak Muhtarı Kadriye Gültekin ise Yarımada’da halihazırda 140 rüzgar türbini bulunduğunu belirterek Karaburun Yarımadası’nın yüzde 89’unu kapsayacak şekilde yedi RES proje sahası mevcut olduğunu aktardı.

Bu yatırımların, Yarımada’nın doğal ve çevresel değerlerinin yanında sosyal ve ekonomik yapısı üzerinde de olumsuz etkileri bulunduğunu aktaran Gültekin, “Bölgemizin temel geçim kaynağı tarım ve hayvancılık. Kadimden beri kullandığımız tescilli meralarımız, rüzgar enerjisi santralleri için tahsis edilmesi sebebiyle daraltıldı” denildi ve eklendi:

“Ayrıca, bu alanların tahsisi ve etrafının çevrilmesi, hayvancılık ile uğraşan yarımada halkının ortak kullanılan mera alanlarına ve su kaynaklarına erişimine de engeldir. Bu sebeblerle Karaburun Merkez, Küçükbahçe, Parlak, Haseki, Tepeboz, Bozköy, Yaylaköy, Saip mahalle muhtarları olarak Lodos Enerji’nin Karaburun RES Kapasite artışı projesinin iptal edilmesi için ilgili birimlere itiraz dilekçelerimizi ilettik. Yarımadanın 2019’da ilan edilen Öncelikli Çevre Koruma Bölgesi kararı gereğinin yerine getirilmesini bekliyoruz.”

Fotoğraf: Karaburun Yerel Fok Komitesi

Ne olmuştu?

İzmir, Karaburun’da Lodos Karaburun Elektrik Üretim A.Ş. tarafından yapılması planlanan Karaburun Rüzgar Enerji Santrali Kapasite Artışı projesi ile ilgili 28 Aralık 2022 tarihinde Çevresel Etki Değerlendirme (ÇED) süreci başlamış ve ÇED halkın görüşüne açılmıştı.

Söz konusu projeye ilişkin, 17 Ocak 2023 tarihinde Halkın Katılım Toplantısı bölge halkı tarafından yaptırılmamış ve konu tutanak altına alınmıştı.

8 Mayıs 2024 tarihinde İzmir Çevre Şehircilik ve İklim Değişikliği İl Müdürlüğü web sayfasından Karaburun RES kapasite artışı projesinin nihai olarak onaylandığı duyurulmuştu. 

Güneş enerjisiyle bin dereceyi aşan sıcaklıklar elde edildi

İsviçre’de yapılan bir araştırmada, bin santigrat dereceyi aşan sıcaklıklar için güneş enerjisinden yararlanıldı. Alanında bir ilk olan çalışma, yoğun enerji kullanan sanayilerde fosil yakıtlar yerine güneş enerjisi ile ısıtma yapılabileceğine dair önemli bulgular sunuyor.

Ağır sanayi üretiminde, örneğin çelik üretiminde demir cevherini eritmek ve çimento üretiminde fırınları ısıtmak için genellikle bin 400 santigrat derece üzerinde sıcaklıklar kullanılıyor ve bu yüksek sıcaklıklar, genellikle büyük miktarlarda fosil yakıt yakılarak üretiliyor. Ancak yoğunlaştırılmış güneş enerjisi ile bu enerji talebinin kısmen karşılanabileceği öngörülüyor. Gelecekteki geliştirmelerle, güneş enerjisi bu ihtiyacın tamamını da karşılayabilir.

ETH Zürih‘ten araştırmacılar, sentetik kuvars kullanarak güneş enerjisini yakalama yöntemi geliştirdi ve bu yöntemle bin 50 °C gibi yüksek sıcaklıklara ulaşıldı. Bu kavram kanıtı çalışması, karbon yoğun sanayiler tarafından gereken aşırı ısıyı sağlama potansiyelini gösteriyor.

Küresel enerji kullanımının yaklaşık yüzde 25’ini oluşturan cam, çelik, çimento ve seramik gibi sanayiler, yüksek sıcaklıklar ve önemli enerji tüketimi gerektirir; bu da şu anda fosil yakıtların yakılmasıyla sağlanıyor.

Güneş enerjisinde ‘devrilme noktasına’ ulaştık mı?
Güneş enerjisinde yeni bir çağ: İki boyutlu malzemeyle uzayda enerji tarlası kurulabilecek

Yarı saydam malzemelerle ısı aktarmayı başardılar

Geleneksel güneş alıcıları, güneşi takip eden aynalar kullanarak güneş enerjisini yoğunlaştırır, ancak bin derece üzerinde ısıyı verimli bir şekilde aktarmakta zorlanır. Casati’nin ekibi, kuvars gibi yarı saydam malzemeler kullanarak güneş alıcılarının verimliliğini artırmayı başardı. Yoğunlaştırılmış güneş enerjisi, 136 güneş ışığına eşdeğer bir ışıkla maruz kaldığında, emici plaka bin 50°C sıcaklığa ulaştı.

Casati, “Önceki araştırmalar sadece 170 °C’ye kadar termal-tuzak etkisini göstermeyi başarmıştı. Araştırmamız, güneş termal tuzaklamanın sadece düşük sıcaklıklarda değil, bin °C üzerinde de işe yaradığını gösterdi. Bu, sanayi uygulamaları için potansiyelini göstermek açısından hayati önem taşıyor” dedi.

Kobane davasında ceza yağdı: Demirtaş’a 42, Yüksekdağ’a 30 yıl hapis

Ankara‘daki Sincan Cezaevi’nde kurulan 22. Ağır Ceza Mahkemesi‘nde, 2014’te görülmeye başlanan Kobanê Davası‘nda karar çıktı.

Mahkeme başkanı, “Bu vicdani kanaate varırken, dosyadaki deliller incelendi ve böyle bir vicdani kanaate varıldı” diyerek 130 sayfalık kararın özetini okudu. Avukatların protesto ederek salonu terk etmesinin ardından, sanıklara verilen cezaları alfabetik olarak açıklandı.

Karara göre;

  • Mardin Büyükşehir Belediye Başkanı Ahmet Türk‘e 10 yıl hapis cezası verildi.
  • HDP’li siyasetçi Ali Ürküt‘e, ‘devletin birliğini bozma eylemine yardım suçundan’ 13 yıl 4 ay hapis cezası verildi. Ürküt’ün tutukluluk halinin devamına, suç işlemeye tahrikten de ayrıca 3 yıl 9 ay hapis cezası verilmesine hükmedildi.
  • Alp Altınörs‘e, ‘Devletin birliğini bozmaya yardım eylemi’nden 18 yıl hapis cezası, suç işlemeye tahrik suçundan da 4 yıl 6 ay ceza verildi. Altınörs’ün de tutukluluğu devam edecek.
  • Ayhan Bilgen ve Altan Tan, ‘Devletin birliğini, bütünlüğünü bozma ve terör örgütü kurma’ suçlamalarından beraat etti.
  • Ayla Akat’a, ‘terör örgütü üyeliği’ suçlarından 9 yıl 9 ay ceza verildi. Akat’ın tutukluluk süresi göz önünde bulundurularak tahliyesine hükmedildi.
  • Aynur Aşan için örgüt üyeliği’nden 9 yıl hapis cezası ve tutukluğunun devamına karar verildi.
  • Aysel Tuğluk, hakkında beraat kararı verildi.
  • Ayşe Yağcı‘ya ‘örgüt üyeliği’nden 9 yıl ceza verildi. Yağcı’nın tutukluluk süresi dikkate alınarak tahliye kararı verildi.
  • Berfin Özge Köse ve Bircan Yorulmaz‘ın beraatine hükmedildi.
  • Bülent Parmaksız, ‘devletin birliğini bozma’ suçundan 16 yıl hapis cezasına çarptırıldı.
  • Can Memiş, hakkında beraat kararı verildi.
  • Cihan Erdal ve Dilek Yağlı‘ya 16 yıl hapis cezası verildi.

En ağır cezalar Yüksekdağ ve Demirtaş’a

  • Eski HDP Eş Genel Başkanı Figen Yüksekdağ hakkında ‘devletin birliğini ve ülkenin bütünlüğünü bozma’ suçundan ağırlaştırılmış müebbet hapis cezası verilirken ceza 19 yıla düşürüldü. Yüksekdağ, ‘tahrik’ suçunu basın yoluyla işlediği gerekçesiyle 4 yıl 6 ay, ‘kanuna aykırı toplantı ve gösteri yürüyüşlerine katılma’ sebebiyle 2 yıl ve ‘terör örgütü propagandası’ndan da 1 yıl 6 ay ceza aldı.

Yüksekdağ‘a ayrıca Mehmet Tunç’un cenazesinde yaptığı bir başka konuşma sebebiyle 1 yıl 6 ay, seçim yasaklarına aykırı hareket etmekten 3 ay, Van’da yaptığı bir konuşmadan da 1 yıl 6 ay ceza verildi. Böylece Yüksekdağ, toplam 30 yıl 3 ay hapis cezası aldı.

  • Gülfer Akkaya ve Gülser Yıldırım hakkında beraat kararı verildi.
  • Gültan Kışanak, ‘örgüt üyeliğinden 12 yıl hapis cezası’ aldı. Kışanak’ın tutukluluk süresi göz önünde bulundurularak adli kontrol ile tahliyesine hükmedildi.
  • Günay Kubilay hakkında ‘devletin birliğini ve ülke bütünlüğünü bozma’ suçundan 16 yıl hapis cezası, suç işlemeye tahrikten 4 yıl 6 ay hapis cezası verildi.
  • İbrahim Bilici‘ye beraat kararı çıktı.
  •  İsmail Şengül hakkında ‘devletin birliğini, ülkenin bütünlüğünü bozmaya yardım’ suçundan 16 yıl hapis cezası, ‘suç işlemeye tahrik’ten 4 yıl 6 ay hapis cezası verildi.
  • Mesut Bağcık ve Meryem Adıbelli’ye ‘örgüt üyeliği’nden 9 yıl hapis cezası aldı. Her iki kişinin de adli kontrol şartı ile tahliyelerine kararı verildi.
  • Nazmi Gür’e ‘devletin birliğini ve ülkenin bütünlüğünü bozma’ suçundan 18 yıl, ‘suç işlemeye tahrik’ten 4 yıl 6 ay hapis cezası verildi.
  • Nedir Çakan, örgüt üyeliğinden 9 yıl hapis cezası aldı.
  • Pervin Oduncu’ya ‘devletin birliğini ve ülkenin bütünlüğünü bozma’ suçundan 18 yıl, ‘suç işlemeye tahrik’ten 4 yıl 6 ay hapis cezası verildi.
  • Sebahat Tuncel hakkında örgüt üyeliği’nden 12 yıl hapis cezası verildi. Tuncel’in tutuklulukta geçirdiği süre göz önünde bulundurularak adli kontrol şartı ile tahliyesine karar verildi.
  • Eski HDP Eş Başkanı  Selahattin Demirtaş‘a ‘devletin birliğini ve ülkenin bütünlüğünü bozmaya yardım’ suçundan ağırlaştırılmış müebbet cezası verildi, cezası 42 yıla indirildi. 47 suçlamadan yargılanan Demirtaş hakkında tutukluluk halinin devamına karar verildi.

Demirtaş hakkında ayrıca ‘suç işlemeye tahrik’ten 4 yıl 6 ay, 21 Mart 2016 Newroz’unda yaptığı konuşmadan 2 yıl 6 ay, 29 Şubat 2016’da Diyarbakır’da yaptığı konuşmada halkı kanunlara uymamaya tahrikten 1 yıl 6 ay hapis cezası verildi.

Yoğun güvenlik önlemleri altında büyük katılım

Karar duruşması için Sincan Cezaevi’ne Türkiye’nin pek çok şehrinden 300’e yakın avukat, 10 baro başkanın ve yüzlerce kişi gitti. Cezaevi önünde onlarca çevik kuvvet aracı, TOMA araçları, yüzlerce çevik kuvvet polisi ve özel harekat polisleri de konuşlandırıldı. Sincan Cezaevi etrafında yaklaşık bir buçuk kilometrelik koridor oluşturulurken, havadan da polis helikopteri devriye uçuşu yaptı.

Duruşma öncesi açıklama yapan DEM Parti Eş Genel Başkanı Tuncer Bakırhan, bunun bir hukuk davası olmadığını söyledi: “Bu, gizli tanıklarla zorlama yorumlarla hazırlanan siyaseti erkin yönlendirdiği, karar verdiği bir kumpas davasıdır. Bugün yumuşamadan bahsedenler için Kobanê kumpas davası bir milat olacaktır. 31 Mart’tan bir ders alınıp alınmadığını bugün göreceğiz. Verilecek kararın önümüzdeki dönem Türkiye’nin hangi hatta gideceğinin de göstergesi olacağına şahitlik edeceğiz. Diliyorum ki mahkeme heyeti siyasi erkten etkilenmez. Dosyadaki boş delillerle yıllardır tutuklu olan arkadaşlarımızı tahliye ederler.”

Diğer eş başkan Tülay Hatimoğulları ise “Burada açıklanacak olan karar, ya Türkiye’yi tam bir karanlık, tam bir İstiklal Mahkemeleri ortamına geri çekecek ya da Türkiye’de demokrasinin önünün açılması için bir başlangıç olacak. Türkiye için bu dava bir yol ayrımıdır. AİHM kararını uygulamayan bir yargı var. Bu karar uygulanmış olsaydı, Kobanê kumpas davasından yargılanan bütün arkadaşlarımız serbest olacaktı” dedi.

Lavc59.13.101

Duruşmayı izlemeye gelen CHP heyeti arasında Ali Mahir Başarır, Sezgin Tanrıkulu, Kayıhan Pala, Orhan Sarıbal, Yüksel Taşkın, Muhip Kanko, Gökçe Gökçen, Aliye Timisi, Süleyman Bülbül ve Okan Konuralp yer aldı.

Duruşmaya ayrıca TİP Genel Başkanı Erkan Baş, EMEP Milletvekili Sevda Karaca, CHP eski milletvekilleri İlhan Cihaner ve Atilla Kart, büyükelçilik temsilcileri ve çok sayıda DEM Parti milletvekili katıldı.

Duruşmaya Selahattin Demirtaş ve Figen Yüksekdağ ile tutuklu siyasetçiler Gültan Kışanak, Ali Ürküt, Günay Kubilay, Nazmi Gür, Bülent Parmaksız, Sebahat Tuncel, Zeynep Karaman, Zeynep Ölbeci, Aynur Aşan, Ayşe Yağcı, Ayla Akat Ata, Dilek Yağlı, Pervin Oduncu, Meryem Adıbelli katılmadı.

Demirtaş, son savunmasında, “Kararı yüzüme okumanıza müsaade etmeyeceğim. Karar açıklandığı zaman eşime, kızlarıma, sizlere vasiyetimdir. Karar açıklandığı zaman davul-zurnalarla karşılayın. Çünkü biz de burada öyle karşılayacağız” demişti.

Ne olmuştu?

Suriye’de 2011 yılında başlayan iç savaş sonrası IŞİD, ülkenin kuzeyinde Kürtlerin ağırlıkta olduğu yerleşim birimlerine saldırmaya başladı. HDP Genel Merkezi Kobane şehri kuşatılmasına karşı 6 Ekim 2014’te sosyal medya hesapları üzerinden paylaştığı mesajla sokak protestosu çağrısı yaptı. Bunun ardından önemli bir bölümü Doğu ve Güneydoğu kentlerinde olmak üzere Türkiye çapında kitlesel sokak eylemleri başladı. 8 Ekim 2014’teki gösterilerde şiddet olayları arttı.

Selahattin Demirtaş, 9 Ekim 2014’te Diyarbakır’da basın açıklaması yaparak, protestoları savunurken şiddet olaylarını eleştirdi. Şiddetin durması çağrısı yapan Demirtaş, tutuklu PKK lideri Abdullah Öcalan’ın da kendilerine ulaşan mektubunda bunu belirttiğini söyledi. 9 Ekim’de olaylar sona erdi.

Türkiye’nin farklı şehirlerinde 6-8 Ekim 2014 tarihlerinde yaşanan olaylarda eylemcilerle kolluk kuvvetleri arasında çatışmalar çıktı ve resmî kaynaklara göre 37 kişi hayatını kaybetti, 326’sı kolluk kuvveti olmak üzere toplam 761 kişi de yaralandı.

Kobane olaylarıyla ilgili ilk soruşturma 2014 yılında başlatıldı. Soruşturma kapsamında HDP Eş Genel Başkanları Demirtaş ve Figen Yüksekdağ ile 10 milletvekili hakkında fezleke hazırlandı. 20 Mayıs 2016’da Meclis’te oy çokluğuyla milletvekili dokunulmazlıkları kaldırıldı. Demirtaş, Yüksekdağ ve yedi HDP milletvekili 4 Kasım 2016’da evlerine yapılan baskınla gözaltına alınarak tutuklandı.

Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı’nın, olaylarla ilgili soruşturması kapsamında 2 Ekim 2020’de 17 HDP’li siyasetçi daha tutuklandı. Savcılık, 30 Aralık 2020 tarihinde bir iddianame hazırladı.

İddianame, 7 Ocak 2021’de Ankara 22. Ağır Ceza Mahkemesi tarafından kabul edildi.

Davada yargılananlar hakkında 29 ayrı suçlamayla 38’er kez “ağırlaştırılmış müebbet hapis” cezası isteniyordu.

Son 2 bin yılın en sıcak yazı 2023’te yaşandı

Olağanüstü sıcaklıklar 2023 yazı boyunca birçok bölgede rekorlar kırdı ve yeni yayımlanan bir araştırma da, son 2 bin yılın en sıcak yaz mevsiminin yaşandığını doğruladı. Uzmanlar bu durumun geçici bir anomali değil, insan faaliyetleri tarafından yönlendirilen iklim değişikliğinin ciddi etkilerini gösteren tutarlı bir eğilim olduğu görüşünde.

Jan Esper, Max Torbenson ve Ulf Büntgen tarafından yürütülen yeni araştırma, 2023’ün yaz aylarını tarihsel bir bağlamda ele aldı; gözlemsel veriler ve iklim verileri kombinasyonunu kullanarak, yaz sıcaklıklarının en az 2 bin yıl boyunca eşi benzeri görülmemiş olduğunu ortaya koydu. Kuzey Yarımküre‘de kaydedilen sıcaklıklar, sanayi öncesi ortalamadan zaten 2°C daha yüksekti.

Yeni çalışma, binlerce yıldır gezegenimizin hiç bu kadar ısınmadığını açıkça ortaya koydu. Küresel sıcaklıkların insan yapımı sera gazları nedeniyle arttığını hatırlatan uzmanlar, bu artışın doğrusal olmadığını belirtti.

Doğal olarak, sıcaklıklar yükseldikçe, sıra dışı sıcak hava olaylarının olasılığı da artıyor ve bu durum 2023’te açıkça görüldü. Geçtiğimiz yıl, kaydedilen tarihin en sıcak yılı oldu ve bu, büyük bir farkla gerçekleşti. Yeni çalışma, binlerce yıl boyunca gezegenimizin bu kadar sıcak olmadığını gösteriyor.

Araştırmacı Jan Esper, “2023 sıcaklık uç noktasını son 2 bin yılın bağlamında ele alıyoruz. Bunu yapmak istiyorsanız, yıllık çözünürlüklü sıcaklık rekonstrüksiyonlarına ihtiyacınız var ve bunu sağlayabilecek tek veriyi bize ağaç halkaları sağlıyor” dedi.

Türkiye ısınıyor: Dünyanın en sıcak yazı kapıda
2023 kayıtlardaki en sıcak yıl olma yolunda ilerliyor
2023’ün kayıtlardaki en sıcak yıl olması, ‘Paris’ hedefleri açısından ne anlama geliyor?

En soğuk ve en sıcak yazların tarihleri tespit edildi

Ağaç halkalarının geçmiş iklimi incelemek için değerli araçlar olduğunu ifade eden Esper, her halkanın genişliği ve yoğunluğunun çevresel koşullara bağlı olarak değişen bir yılın büyümesini temsil ettiğini açıkladı. Elverişli büyüme mevsimlerinde ağaçlar daha geniş halkalar üretirken, stresli dönemlerde daha dar halkalar oluşuyor. Bu desenleri inceleyerek, bilim insanları yüzlerce ila binlerce yıl boyunca iklim değişikliğinin anlaşılmasını genişletecek tarihsel iklim koşullarını yeniden oluşturabiliyor.

en sıcak yaz

Bu çalışmada, Esper ve meslektaşları dokuz bölgeden yüzlerce ölçümü bir araya getirdi. Soğuk yazlar ve sıcak yazlar arasındaki farklar belirginleşti. En soğuk yaz, 536 yılında, Dünya’yı toz tabakasıyla kaplayan ve çoğu ısıyı yansıtan volkanik bir aktivite döneminde gerçekleşti. En sıcak sanayi öncesi yaz ise Geç Roma Sıcak Dönemi‘nde yaşandı. Bu, Avrupa ve Kuzey Atlantik bölgesinde yaklaşık M.S. 250 ile 400 arasında meydana gelen nispeten sıcak iklim koşullarının bir evresiydi.

Ancak 2023 yazı, bu dönemi 0.5°C aşarak geçti ve en soğuk yazdan 3.93°C daha sıcaktı. Araştırmacılar, sanayi öncesi dönemde Kuzey Yarımküre’de ortalama yaz sıcaklığını hesapladı ve 2023 yazının, 1850 ile 1900 yılları arasındaki ortalamalardan 2.07°C daha sıcak olduğunu buldu.

Seçimler yaklaşırken AB’nin yeşil mutabakatı baskı altında

Seçimler yaklaşırken Avrupa Birliği‘nin (AB) yeşil mutabakatı, hem endüstri liderleri hem de çiftçiler tarafından eleştirilerin odağında. Sanayi temsilcileri, AB’nin rekabetçilik konusundaki endişelerini dile getirerek, politikaların daha net ve öngörülebilir olması gerektiğini vurguluyor.

Öte yandan, çiftçilerin düzenlediği ve zaman zaman şiddet eylemlerine dönüşen protestolar, yeşil kuralların gevşetilmesine de yol açtı. Bu durum, AB liderlerinin hem ekonomik rekabeti hem de çevresel sürdürülebilirliği nasıl dengeleyeceği konusundaki zorlukları ortaya koyuyor. AB’nin gelecekteki politika yapısının, teknolojik olanaklar ve sanayinin hazırbulunuşluğu gibi faktörleri dikkate alması bekleniyor.

Financial Times’ın aktardığına göre bu politik ve ekonomik çekişmeler, yaz aylarında yapılacak seçimler öncesinde ve Avrupa Komisyonu Başkanı Ursula von der Leyen’in ikinci dönem için çabaları sırasında daha da belirginleşecek.

Yeşil mutabakat bürokrasisi ve maliyetler süreci olumsuz etkiledi

20 Şubat’ta, çiftçilerin Brüksel‘in merkezinde AB’nin yeşil politikalarına olan öfkelerini göstermek için bir protesto düzenlemelerinden sadece günler önce, 20’den fazla sanayi sektöründen 73 endüstri lideri, Belçika‘nın Antwerp limanında bir araya gelerek bir bildiri imzaladı.

Bu belge, “Avrupa’da ve sanayi politikasında açıklığa, öngörülebilirliğe ve güvene acil ihtiyaç” olduğunu belirleyerek Avrupa Komisyonu ve üye devletlerin ele alması gereken 10 politika alanını sıraladı. Yöneticilere göre, AB sanayisi bürokrasi, yüksek enerji fiyatları, küresel ticaret gerilimleri ve daha temiz uygulamalara geçiş maliyeti tarafından boğuluyor.

AB kimya sanayi kuruluşu Cefic‘in başkanı İlham Kadri, “Sanayi rekabetini Avrupa’nın karar alma sürecinin merkezine koymak, odadaki büyük fil” diyor. İşverenler organizasyonu BusinessEurope‘un genel müdürü Markus Beyrer, Avrupa sanayisinin “çok ciddi bir durumda olduğunu”, Çin ve ABD‘deki uluslararası rakipler karşısında geri kaldığını söylüyor.

Çiftçi protestoları AB’nin ‘çevreci’ önlemlerini erteletti
Çiftçi protestoları Avrupa’nın başkentinde
AB’nin yeşil mutabakatı aşırı sağ tehlikesi altında

Çiftçilerin protestosuna verilen politikacıların tepkisi hızlı oldu. Brüksel sokaklarına gübre saçılmasını, heykellerin devrilmesini, traktörlerle yolların kapatılmasını ve Komisyon binalarına yumurta atılmasını içeren bir dizi eylemden sonuncusu bu protestoydu. Çevre standartlarına uygunluk karşılığında AB sübvansiyonlarından yararlanan çiftçilere yönelik bazı yeşil kurallar kaldırıldı ve 10 hektardan küçük çiftlikler yeşil kurallara uymama cezalarından muaf tutuldu. Bu önlemler, geçen ay Avrupa Parlamentosu‘nda acil prosedürle geçirildi.

yeşil mutabakat

Buna karşılık, sanayinin endişelerine verilen yanıt daha belirsiz oldu. AB liderleri, Nisan ayında bir zirvede bloğun ekonomik rekabet gücünü tartıştı. Bu, eski İtalya Başbakanı Enrico Letta tarafından hazırlanan tek pazar raporunun yayımlanmasından sonra gerçekleşti. Ardından, yaz aylarında, başka bir eski İtalya Başbakanı Mario Draghi, rekabetçilik üzerine bir rapor sunacak. Ek olarak, komisyon hidrojenden çeliğe kadar değişen sanayilerle “temiz geçiş diyaloğları” serisi düzenliyor. Ancak, Haziran’daki AB genel seçimleri öncesinde yeni yasaları geçirmek için zamanı kalmadı.

Yeşil Mutabakat şefi Maroš Šefčovič, geçen ay bir basın toplantısında diyaloglar hakkında konuşurken, “düşünülmesi gereken çok konu var, çünkü şimdi Yeşil Mutabakat’ın bir sonraki aşamasına geçiyoruz” dedi. Yeni politika aşamasının “teknolojik olanakları, sanayimizin hazırlığını, devasa yatırımları ve elbette üye devletlerin desteğini ve daha da önemlisi, bu çok önemli kuşaklar boyu geçiş için vatandaşlarımızın desteğini” göz önünde bulundurması gerektiğini ekledi.

Sonuç olarak, bloğun Yeşil Mutabakat iklim yasası ve etkisi, yaz seçimleri öncesinde ve Avrupa Komisyonu Başkanı Ursula von der Leyen‘in ikinci dönem kazanma çabasında belirleyici bir unsura dönüştü.

Yeşil siyasetçiler, çevresel kuralları uygulamaya devam etmenin hayati önemde olduğunu söylüyor. Avrupa Yeşilleri’nin Hollandalı lider adayı Bas Eickhout, yakın zamanda bir kampanya mitinginde, “Sanayi için gereken bir şey varsa, o da uzun vadeli öngörülebilirliktir. Avrupa Komisyonu veya parlamentosunun her beş yılda bir değişmesinden sanayi için daha kötü bir şey yoktur. Bizim değerlendirmemize göre, gelecekte çok daha açık olmanız ve Yeşil Mutabakat’ın istikrarını sağlamanız gerekiyor, çünkü bu, sanayimize Avrupa’nın nereye gittiğini bildirmeye yardımcı oluyor” dedi.

Yeniköy Termik Santrali’nde ‘sendikal faaliyette’ bulanan dört işçi işten çıkarıldı

Muğla‘nın Milas ilçesindeki Akbelen Ormanı‘nı bölgedeki iki termik santrale linyit sağlamak için talan eden Limak Grubu’na ait YK Enerji, Yeniköy Termik Santrali’nde çalışan dört işçiyi “sendikal faaliyet” nedeniyle işten

TİMOSEN (Toplu İş Makinaları ve Operatörleri Sendikası) Genel Başkanı Ahmet Sert, maden ocaklarındaki olumsuz çalışma koşullarını şöyle anlattı:

“Akbelen’de YK Enerjiye ait bir dekapaj şantiyesi var. Burada da 14 Nisan’da bir ölümlü iş kazası olmuştu. Yine burada iş güvenliği zafiyeti, aşırı mesai durumları var. Kazadan sonra şantiyedeki en alt sorumludan en üst düzey yöneticiye kadar görüşüp kaygı ve endişelerimizi anlattı. Limak’ın CEO’suyla da görüştük. Ancak sonuç alamadık. Arkadaşlarımız kölelik sistemine uygun olarak çalıştırılmak isteniyor. İşyerindeki çalışma koşullarının düzeltilmesiyle ilgili yaptığımız taleplerle ilgili olumlu bir adım atılmadığı için basın açıklaması yaptıkları gerekçesiyle, biri sendikamızın kurucusu ve disiplin kurulu üyesi Muhammet Özen olmak üzere,  dört arkadaşımızın işine son verildi.”

‘Ölüm arenası’

İşçilerin orada bir ölüm arenasında çalışmasına izin vermeyeceklerini söyleyen Sert, “Burada yaşanan kazalar iş kazası olarak değerlendirilemez. İşyeri çalışma koşulları düzeltilmediği sürece, bu durumlar meydana gelecektir. Bu yanlıştan derhal dönülmesi lazım” dedi.

İşçiler anlatıyor: Fazla çalışma süreleri, mobbing, sendika düşmanlığı

haberveinsan.com‘a konuşan işçiler, santraldeki ve maden ocağındaki çalışma koşullarını şöyle anlatıyor:

Muhammet Özen: İşten çıkarılan dört kişiden birisi benim. Geçen sefer yapılan basın açıklamasında bu konulardan söz etmiştim. Fazla çalışmanın olduğu, mobinglerin uygulandığı, iş güvenliğinin hiç olmadığı bir ortamda çalışıyoruz. Ben bunu TİMOSEN’in disiplin kurulu başkanı ve sendikanın Muğla il temsilcisi olarak dile getirmek ve o arkadaşlarımı savunmak zorundayım.  Bu benim görevim. Bu tavrımdan, bu hak arama mücadelemizden dolayı yanımızda olan diğer üç arkadaşımızla birlikte işten çıkarıldık.

En basit işten atılma yolu, altındaki zimmetli aracı alıp, eski/hurda bir aracı vererek istifaya zorlamak.  Buna rağmen bu arkadaş istifa etmezse, kendileri bir bahane bulup işten atıyorlar. İşten çıkanları ise gittikleri yerde tehdit ediyorlar. Yüzlerce işçi işi bırakmak istiyor. Yıllardır bu sektörde çalışıyorum. Böyle berbat bir ocak görmedim. Burası çok kötü yönetiliyor.”

Selahi Dağ: Limak-İçtaş’da 3 yıla yakın çalışıyorum. Orada işe başladığımdan bu yana bir şantiye müdürü, makine mühendisi gelip işçilerle toplantı yapıp, ‘herhangi bir sıkıntınız var mı’ diye sormadı. Şefler veya çavuşların dışında kimseyle muhatap olamıyoruz. Sabah 06.45’de işe başlıyor, akşam 05.45’de iş bırakıyoruz. Çalışma süresi uzun. İki vardiya olarak çalışıyoruz. Aslında 3 vardiya olması lazım. Öğle araları bir saat olması gerekirken 45-50 dakika oluyor. Öğleden önce ve sonrası için dinlenme molalarımız yok. İzin kullanmalarda sıkıntı yaşıyor, zorluklarla karşılaşıyoruz. Çalışma koşullarımız iyi değil. İş yoğunluğu ve yorgunluğu dikkat dağınıklığına neden oluyor ve iş kazalarına yol açıyor. Nitekim bir arkadaşımızı kaybettik.”

Yeniköy Termik Santrali’nde bir işçi hayatını kaybetti
Milyonlarca liralık ilan verdikleri iddia edilmişti: YK Enerji’nin taşeron işçileri maaş alamadıkları için iş bıraktı
Yeniköy Termik Santrali’nde neler oluyor: Filtreleri gece kapatılıyor mu?
İkizköylülerden YK Enerji’ye tane tane yanıt: Manipülasyon yapıyor!
‘Tabiat katili’ YK Enerji, maden alanlarının rehabilitasyonu için Tabiatı Koruma Derneği’yle anlaştı
Akbelen’e kıyan YK Enerji’nin ‘yeşil aklama’ çabası neyi gizliyor?

YK Enerji’ye ‘Harika işyeri’ ödülü 

Bu arada Yeniköy Termik Santralı Yönetimi, aldıkları bir ödülün haberini basına dağıttı. Açıklamada alınan ödülü, “Yeniköy Kemerköy Enerji, Harika Bir İş Yeri (Great Place To Work) Sertifikası almaya hak kazandı. Türkiye’nin enerji ihtiyacının yaklaşık yüzde 2,5’unu yerli kaynakla üreten Yeniköy Kemerköy Enerji, Great Place to Work Sertifikası almaya hak kazandı” diye duyurdu.

Santral yönetimi tarafından yapılan açıklamanın devamı şöyle:

“Great Place To Work Enstitüsü tarafından yapılan araştırma sonuçlarına göre listeye giren kurumların çalışanlarının yüzde 82’si başkalarına bu şirkette çalıştıklarını söylemekten gurur duyduklarını, yüzde 89’u buraya önemli katkılarda bulunabileceğine inandıklarını, yüzde 71’i genel olarak şirketin harika bir işyeri olduğunu, yüzde 82’si işinin kendisi için özel bir anlam taşıdığını ve sadece “iş” olmadığını söylüyor.”

Great Place to Work Sertifikası almaya layık görülen şirketler arasında yer almanın gururunu yaşadıklarını söyleyen Yeniköy Kemerköy Enerji Genel Müdürü Erol Demir, “Bu başarı, çalışanlarımızın değerine ve mutlu bir çalışma ortamına verdiğimiz önemin bir göstergesidir.  Milas’ta çalışanlarımız, çalışanlarımızın aileleri, tedarikçilerimiz ve iş yaptığımız tüm Milaslı paydaşlar ile beraber 113 bin kişiye etki eden büyük bir aileyiz. Bunun bilincinde olarak çalışanlarımıza hak ettikleri çalışma ortamını sunmanın ve kurum olarak yaptığımız çalışmalarla bu sertifikaya layık görülmenin mutluluğunu yaşıyoruz” dedi.