Ana Sayfa Blog Sayfa 10

İspanya’da ölümcül selin ardından halkın artan öfkesi istifalara yetmiyor

İspanya‘nın Valensiya bölgesinde yetkililer, en az 222 kişinin ölümüne neden olan sel felaketine yönetimin “geç müdahalesine” yönelik artan tepkilere rağmen bölgesel hükümetten yakın zamanda herhangi bir istifa olmayacağını açıkladı.

Sel felaketi, 29 Ekim’de fırtına ve sağanak yağışların Valensiya’nın doğu bölgesini vurmasıyla başlamış ve bazı bölgelere sadece sekiz saat içinde bir yıllık yağış düştü. Kent ve civarında çok büyük hasar yaşandı; tarım alanları, evler sular altında kaldı; sürüklenen araçların kapladığı, çamur deryası halindeki yollar halen tam anlamıyla temizlenebilmiş değil.

Valensiya’da hafta sonu geniş çaplı bir protesto gösterisi düzenleyen on binlerce kişi, bölgesel hükümeti sel felaketinin tehlikeleri konusunda halkı uyarmakta yavaş kalmakla suçladı.

Göstericiler, son sel felaketine yönelik müdahaleyi eleştiren barışçıl bir protestoda çıkan küçük çatışmalar sonrası çevik kuvvet polisinden kaçıyor, 9 Kasım 2024

Bölge Başkanı Carlos Mazon’un istifasını talep eden eylemcilerden bazıları mitingin başladığı belediye binası önünde çevik kuvvet polisiyle çatıştı. Polis, protestocuları cop kullanarak geri püskürttü.

EFE haber ajansı şiddet olaylarında en az 31 polis memurunun yaralandığını belirtti ancak yaralanan sivillerin sayısı hakkında bilgi vermedi.

Euronews‘in aktardığına göre, bölgenin Başkan Yardımcısı Susana Camarero, İspanya son yılların en büyük doğal afetini atlatırken kimsenin istifa etmeyeceğini vurgulayarak, bunu yapmanın kurbanlara ihanet olacağını söyledi:

“Felaketin büyüklüğü ve şehirlere ve insanlara verdiği zararlar göz önüne alındığında, bu büyüklük ve neden olunan tüm zararlar göz önüne alındığında, mağdurları terk edemeyiz. Bu hükümet mağdurları terk etmeyecek. Bu hükümet, ilk günden beri olduğu gibi, mağdurların yanında olacak.”

Mazon ise bu hafta içinde parlamentoya çıktığında soruları yanıtlayacağını belirtti ancak yerel halk onu, başlangıçta Başbakan Pedro Sanchez başkanlığındaki İspanya’nın sosyalist hükümetini işaret ettikten sonra kriz için sorumluluk almayı reddetmekle suçladı.

İspanya’nın merkezi hükümeti, afet müdahalesinin Madrid’e değil tamamen Mazon’a düştüğü konusunda ısrar ediyor çünkü afet, ikinci seviye acil durum olarak derecelendirilmişti ve bu nedenle yardım çabası bölgesel yetkililerin sorumluluğundaydı.

Ancak İspanya kraliyet ailesi de protestolardan nasibini aldı. Öfkeli kalabalıklar Başbakan Sanchez ve bazı bölgesel liderlerle geçen hafta Paiporta belediyesini ziyaret eden Kral Felipe ve Kraliçe Letizia’ya çamur fırlattı.

Yeşil Noktaİspanya’nın Valencia bölgesine bir yıllık yağış bir günde düştü: En az 95 ölü
Yeşil NoktaValensiya’da ölümcül sel felaketine geç müdahale protestoları: Krala çamur attılar
Yeşil Noktaİspanya benzeri görülmemiş sel felaketinin ardından kayıplarını arıyor
Yeşil Noktaİspanya’da sel felaketi: Halk, başkanın istifasını istedi

Öte yandan İspanya’nın ulusal meteoroloji ajansı AEMET, kuzey Avrupa’dan gelen soğuk hava kütlesinin önümüzdeki birkaç gün içinde tekrar şiddetli yağışlara neden olabileceği konusunda uyarı yayımladı.

Salı gününden itibaren Balear Adaları da dahil olmak üzere İspanya’nın Akdeniz kıyılarının kuzeyinde kuvvetli ve sürekli yağış bekleniyor.

Bölgedeki hasarın tam boyutu bilinmemekle birlikte, sel gibi aşırı riskler için sigorta tazminatlarını ödeyen bir kamu-özel kuruluşu olan İspanya Sigorta Tazminat Konsorsiyumu, en az 3,5 milyar euro tazminat ödeyeceğini tahmin ettiğini açıkladı.

Adalar imar planının yürütmesi durduruldu

İstanbul‘un Prens Adaları için Çevre, Şehircilik ve İklim Bakanlığı’nca hazırlanan imar planlarının yürütmesi durduruldu.

Adalar, 1984’te sit alanı yapılmış, 2021’de ise Cumhurbaşkanı kararıyla ‘Özel Çevre Koruma Bölgesi’ (ÖÇKB) ilan edilerek imar düzenleme yetkisi İstanbul Büyükşehir Belediyesi‘nden (İBB) alınıp bakanlığa devredilmişti.

Emsal artışları yapılarak imara açılan Adalar’da uzun süredir bu girişime karşı mücadele eden Adalılar’ın açtıkları davada talepleri yerinde bulan İstanbul 8’nci İdare Mahkemesi, söz konusu planların uygulanmasının telafisi güç zararlar doğurabileceğine dikkat çekti: “Konut alanları kuralına aykırılık var. Konaklama tesisi yapılamaz. Yer seçimleri ve fonksiyon büyüklükleri de mevzuat dışı.”

Yeşil NoktaAdalar için yeni imar planı: Nüfus 14 binden 76 bine çıkacak, kıyılar yapılaşmaya açılacak!
Yeşil NoktaHalk, Adalar’ı korumayan Revize İmar Planı’na itiraz ediyor
Yeşil NoktaAdalar Belediyesi’nden Çam Limanı ve Martha Koyu açıklaması: Tutumumuz halktan yana!
Yeşil NoktaPrens Adaları’nda ‘rant’ operasyonu hız kazandı
Yeşil NoktaYurttaş Adalar’ı ‘Koruma Amaçlı İmar Planı’ndan korumaya çalışıyor

Karar Gazetesi‘ne konuşan eski İstanbul Mimarlar Odası Başkanı Eyüp Muhcu, Adalar’a ‘şimdilik’ nefes aldıracak kararla ilgili şu değerlendirmeyi yaptı:

“Bakanlık, kıyısı planlanmayan bir Adalar planı ortaya koydu, emsal artışı yapıldı, imara açıldı. Konut dokusuna önemli ölçüde pansiyon ve turizm işlevi getirilerek Adalar ticaret ve turizme açıldı. Mahkeme planı durdurdu ancak şu an 2500’e yakın kaçak yapılaşma var. Yassıada’yı beton adaya dönüştürdüler. Aynı mantıkla tüm adalar rant alanı haline getirilmek isteniyor. Adalardaki bu düzenlemeler kamunun değil özel şirketlerin yararına yapılıyor.”

Yeşil NoktaSon İstanbul Adalar’da beş yılda ne oldu, ne olmalı?
Yeşil NoktaAdaların geleceği için bir dönüm noktası: Beton bir ada mı, Dünya Mirası bir ada mı?
Yeşil NoktaNecdet Kutlucan’dan Adaların imara açılmasına sanatla direniş: Adalar ve Renkler sergisi açılıyor

Bilirkişi raporuyla çevreye ve kamu yararına zararlı olduğu tespit edilen plan için iptal davası açtıklarını anlatan Muhcu “Bakanlığın planı, daha önce ilçe için zararlı görülerek yürürlüğe sokulmayan plandan daha zararlı ve kıyıların ranta açılmasına ön ayak olacak” dedi.

Çevre Bakanlığı, imar yetkisini aldıktan sonra  2023 yılında 1/1500 ile 1/1000 ölçekli hazırlanan imar planlarını onaylamıştı.

Kıyısı hesaba katılmayan ada planlaması

Adalar’ın kıyı bölgesinin bakanlık tarafından plan dışı bırakıldığını anlatan Muhcu, şunları kaydetti:

“Kıyıyla ilişkisi olmayan bir ada planlamasıyla ilk kez karşılaşıyoruz. Bu durum bile tek başına iptal için yeterli. Aynı zamanda bakanlık Adalar’ı turizm ve ticaret amaçlı planlamaya odaklanmış. İlçenin topyekün elden çıkarılması söz konusu. Kıyılar, mevcut yapılar hariç tutularak 100 ve 200 metre yapılaşma alanı dışında kalmalıdır. Plan için emsal artışı da getirildi. Bazı noktalar imara açıldı. Konut dokusuna önemli ölçüde pansiyon ve turizm işlevi getirildi. Bu durum adadaki yerleşik nüfus ve meskun alan olma özelliğini kaybetmeye yol açacak.”

‘Konya’nın kıraç arazisini planlamıyorsunuz’

Muhçu, Adalar’da şu ana kadar imara açılan bölgeler nedeniyle nüfusun yüzde 30 oranında artacağını da vurguladı:

“Yaklaşık 2 bin 500’e yakın kaçak yapılaşma durdurulmadı. Yenilerine de zemin açılıyor. Plan, kamu yararına kesinlikle aykırıdır. Bakanlığın projesi, İBB tarafından da ne yazık ki desteklendi. Bu konuda bakanlığın ve belediyenin tam bir uyum içerisinde çalışması oldukça enteresan. Adalar, herhangi bir bölge olarak görülemez. Konya’nın kıraç bir arazisinde plan yapılıyormuş gibi davranıyorlar. Daha önce devlete ait kıyılar ve buralarda bulunan ormanlık alanlar, sermayedarlara satıldı. Geçmişte yapılan uygulamalara baktığımızda kaybedilen ve betonlaştırılan koyları görüyoruz. Kültür ve Turizm Bakanı’nın bizzat kendi şirketiyle kapattığı koylar var. Yassıada’yı beton adaya dönüştürdüler. Aynı mantıkla tüm adalar rant alanı haline getirilmek isteniyor. Kıyılarla ilgili tasarrufun bakanlığa verilmesi, buna benzer çok daha büyük sorunlarla karşılaşmak anlamı taşıyor.”

Yeşil NoktaDünya Adalar Mirası: ‘Ada yolları yaya yoludur’
Yeşil Nokta‘Trafik terörü’ne teslim edilen Adalar’da şimdi de minibüs dönemi!

Irak, kadınlar için ‘cinsel rüşt’ yaşını dokuz’a düşürmeye hazırlanıyor

Irak‘ta iktidar koalisyonu kız çocukları için ‘rüşt yaşını 18’den dokuza düşürmeye hazırlanıyor. Değişiklik kabul edilirse yasal evlilik yaşı da düşürülmüş olacak.

Muhafazakar Şii partilerin koalisyonunun çoğunlukta olduğu Irak Parlamentosu’nda  ülkenin “kişisel statü yasasını” iptal edecek bir değişikliği oylanacak. 188 Numaralı Kanun olarak da bilinen bu yasa, 1959 yılında yürürlüğe girdiğinde Ortadoğu‘daki en ilerici düzenlemelerden biri olarak kabul edilmişti. Buna göre Iraklı ailelerin mezheplerine bakılmaksızın tüm işlerini düzenleyen kapsamlı bir kurallar dizisi sağlıyordu.

The Telegraph‘ın aktardığına göre, şimdi bu yasa değiştirilerek çocukların “evlilik” adı altında cinsel istismarına kapı açılacak. Yasal evlilik yaşının düşürülmesinin yanı sıra değişiklik kadınların boşanma, çocuk velayeti ve miras haklarını da ortadan kaldıracak.

Hükümet bu hamlenin genç kızları ‘ahlaksız ilişkilerden’ korumayı amaçladığını iddia ederken kadın örgütleri ‘çocuk tecavüzünü yasallaştırma’ girişimi olarak değerlendirdikleri yasal düzenlemeye karşı protestolar düzenledi.

Değişikliğin konuşulmaya başlandığı geçen ağustos ayında, kadın aktivist grubu Koalisyon 188, Bağdat ve diğer şehirlerde seri eylemler yaptı.

‘Şii İslamcı gruplar güçlerini pekiştirmenin peşinde’

188 sayılı Kanun’un değişiklik teklifinin ikinci görüşmesi 16 Eylül’de yapıldı.

Irak’taki Şii partilerin, kişisel statü yasasını değiştirme çabası ilk değil; 2014 ve 2017’de de  yasayı değiştirme girişimleri, büyük ölçüde Iraklı kadınların tepkisi nedeniyle başarısız olmuştu.

Ancak Chatham House‘daki kıdemli araştırma görevlisi Dr. Renad Mansour, koalisyonun artık parlamentoda büyük bir çoğunluğa sahip olduğunu ve değişikliğin sınırına dayandığını söyledi: “Bu, yasanın değiştirilmesine şimdiye kadar en çok yakınlaşıldığı bir an. Bütün Şii partiler değilse de güçlenen bazıları değişikliği zorluyor.”

Dr. Renad, önerilen değişikliğin Şii İslamcı grupların “güçlerini pekiştirmek” ve meşruiyetlerini yeniden kazanmak için daha geniş bir siyasi hamlesinin parçası olduğunu sözlerine ekledi.

Bir yetkili ise “Dini hassasiyetlere oynamak son birkaç yıldır azalan ideolojik meşruiyeti yeniden kazanmanın bir yolu. Değişikliğin ne zaman oylanmak üzere parlamentoya sunulacağı henüz belli değil ancak her an gelebilir” dedi.

‘Değişiklik hakları zayıflatmayacak, hepten silecek’

Kadın hakları aktivistleri değişikliğin zaten güçlü olmayan cinsiyet eşitliğini daha da zayıflatacağından ve mezhepsel bölünmeleri daha da kötüleştireceğinden endişelenirken, birçok Iraklı da söz konusu düzenlemenin onlarca yıllık toplumsal ilerlemeyi ortadan kaldırabileceğinden korkuyor.

İnsan Hakları İzleme Örgütü‘nde Irak araştırmacısı olan Sarah Sanbar, “Değişiklik sadece elde edilen hakları zayıflatmakla kalmayacak, Onları silecek” dedi.

Uluslararası insan hakları hukuk danışmanı ve Model Iraklı Kadın Direktörü Athraa Al-Hassan da Irak’ın yönetim sisteminin, devletin üstünde dini yönetim anlayışına sahip Şii bir sistem olan Fakih Vesayeti olarak bilinen yeni bir sistemle değiştirileceğinden “korktuğunu” söyledi.

Bu sistem, Afganistan ve İran‘daki rejimlerin temelinde yatan sistemle aynı; bir “vesayet hukukçusu” ülkenin dini lideri olarak görev yapıyor.

Her 100 ‘evlilikten’ 30’u kayıt dışı ve 18 yaşın altında

Irak’ta hali hazırda “evlilik” adı altında yüksek oranda çocuğa cinsel istismar olayları yaşanıyor. Birleşmiş Milletler Çocuk Fonu‘na (UNICEF) göre, Irak’taki kadınların yaklaşık yüzde 28’i 18 yaşına gelmeden “evlendiriliyor.”

Bunun nedeni ise mahkemeler yerine dini liderlerin her yıl binlerce nikah kıymasına izin veren kişisel statü yasasındaki boşluk.

Ülkede kayıt dışı “çocuk evlilikleri” de ekonomik olarak yoksul, aşırı muhafazakar Şii toplumlarında oldukça yaygın. Ancak bunlar yasalarca tanınmadığı için kız çocukları ve onların çocukları pek çok haktan mahrum bırakılıyor. Örneğin hastaneler, evlilik cüzdanı olmayan kadınların doğum yapmasını reddedebiliyor.

İnsan Hakları İzleme Örgütü‘ne göre, söz konusu değişiklik dini evlilikleri meşrulaştıracak, çocukların ve genç kızların cinsel ve fiziksel şiddete maruz kalma riskini artıracak, ayrıca eğitim ve istihdama erişimlerini engelleyecek.

Eşcinsel ilişkiler de hapisle cezalandırılıyor

Önerilen değişiklik, iktidar koalisyonunun kadın haklarını kısıtlamak için attığı son adım. Nisan ayında eşcinsel ilişkilere 15 yıla kadar hapisle cezalandırma hükmü getirildi. Geçen yıl da medya kuruluşlarının tüm platformlarda “eşcinsellik” terimini “cinsel sapkınlık” ile değiştirmesine karar verildi. “Cinsiyet” terimi de yasaklandı.

Irak Parlamentosu, son değişiklikleri oylamaya sunmadan önce resmen görüşecek.

Mezhepsel ayrışmayı da derinleştirecek

Değişikliğin Irak’ta zaten var olan mezhepsel ayrışmayı daha da derinleştirebileceğine de işaret ediliyor.

Mezhep çatışmalarının uzun süredir yaygın olduğu ülkede 2003 yılında ABD saldırısının ardından Saddam Hüseyin rejiminin devrilmesiyle İran’ın da etkisiyle ülkede Şii etkisi arttı.

Dr. Mansour, 188 sayılı Kanun’un değiştirilmesinin bölünmeleri daha da derinleştireceğini söyledi: “Her şeyi mezhebe bağlama olasılıkları çok yüksek. Ancak birçok Iraklı, siyasi olarak mezhepleri tarafından tanımlanmak istemiyor. Hükümetleri ve devletleri tarafından tanımlanmak istiyorlar.”

Önerilen değişiklikle, Müslüman vatandaşlara kişisel işlerini yönetmede, mezheplerine bağlı olarak, mevcut, büyük ölçüde laik kişisel statü yasasını veya dini hukuku seçme seçeneği sunacak.

Ancak sonuçta bu karar tamamen erkeklerin olacak.

Sarah Sanbar “Taslakta açıkça çift arasında bir anlaşmazlık olduğunda, kocanın mezhebinin öncelik kazandığı yazıyor. Bu, kadınlar için birçok korumayı ortadan kaldıracak… yasa önünde eşitlik ilkesini zayıflatacak” diye konuştu.

Yasa değişikliğinin ayrıca belirli mezheplere mensup Iraklı kadınlara daha fazla ayrıcalık ve ekonomik bağımsızlık sağlarken, diğerlerinin yoksulluk veya kötü evlilikler içinde sıkışıp kalmasına yol açacağından endişe duyduğunu belirten Sanbar, “Bu kadınlar çocuklarının velayetini kaybetme korkusuyla zarar gördükleri durumlarda kalmak zorunda kalacaklar” değerlendirmesi yaptı.

 

COP’un 29 yılı: Krizler, hedefler, taahhütler, hayal kırıklıkları…

Kısa adı COP (Conference of the Parties/Taraflar Konferansı) olan ve iklim değişikliğine ilişkin değerlendirmeler yapmak üzere her yıl farklı bir ülkede düzenlenen BM İklim Değişikliği Çerçeve Sözleşmesi Taraflar Konferansı‘nın 29’uncusu, bugün Bakü‘de başladı.

İklim zirvelerinin 29 yıllık tarihine iklim kriziyle ilgili kararlarda yaşanan güçlükler, krizler, hedeflerdeki belirsizlik ve gerçekleşmeyen taahhütler damgasını vurdu. AA, COP tarihçesini derledi.

İlk COP Berlin’de

İlk COP zirvesi 1995’te Almanya‘nın başkenti Berlin’de  o dönem Almanya Çevre Bakanı olan Angela Merkel’in başkanlığında, 117 taraf ve 53 gözlemci ülkenin katılımıyla düzenlendi.

Zirvenin ana gündem maddesi iklim değişikliğine karşı mücadeleyi artırmayı hedefleyen küresel bir müzakerenin başlatılmasıydı.

Bu mücadelenin gerçekleşmesi için gelişmiş ve gelişmekte olan ülkelerden farklı uygulamaları gerçekleştirmeleri yönündeki beklenti, sonraki yıllarda dozu artacak birçok tartışmayı da beraberinde getirdi.

Gelişmekte olan ülkeler, geçmişten gelen yoğun sanayi faaliyetleri nedeniyle iklim krizinden gelişmiş ülkeleri sorumlu tutarken başta ABD olmak üzere bu ülkelerin emisyon azaltımı konusunda kendilerine daha fazla yük bindirmesini eleştirdi.

Taraflar arasındaki gerilimin azaltılması için sunulan çözüm, gelişmiş ülkelerin kendi emisyonlarında ciddi bir değişim yapmak yerine gelişmekte olan ülkelerin sürdürülebilir büyümelerine yardımcı olmalarını sağlayacak çeşitli yardımların yapılması önerisi oldu. Bu öneri de hazırlanması uzun yıllar alacak çeşitli iklim fonlarının zeminini oluşturdu.

İsviçre’de ABD emisyon azaltımının gerekliliğini nihayet kabul etti

İsviçre‘de düzenlenen ve ilkine benzer gündemlerle devam eden ikinci COP zirvesinin en önemli gelişmesi, yoğun sanayi faaliyetleri yürüten ABD’nin “İklim değişikliğiyle mücadele için bağlayıcı emisyon azaltımının gerekliliğini” kabul etmesi oldu.

Verilen sözlere sadece gönüllülük usulünce riayet edilmesi, hedeflere ulaşmanın zor olduğunu gösterdi. Bu nedenle “yasal bağlayıcılık” konusu Japonya’nın Kyoto kentinde düzenlenen COP3’ün ana gündeminde yer aldı.

Kyoto Protokolü ve ilk kriz

Zirve sonunda sunulan Kyoto Protokolü, gelişmiş ülkeleri, karbon emisyonlarını azaltmaları konusunda bağlayıcı yasal düzenlemelere tabi tuttu ve bu ülkelerden sera gazı emisyonlarını 2012’ye kadar yüzde 5 oranında düşürmeleri istendi. Aralarında Çin’in de olduğu gelişmekte olan ülkeler ise sadece yıllık sera gazı envanter raporunu sunmakla yükümlü kılındı.

Alınan kararı ilk başta desteklemeyen ABD, Protokolü COP4 zirvesinde kabul etti. COP5‘e, eyleme geçmeden önce anlaşmanın kesin ayrıntılarını ve mekanizmalarını tanımlama görevi bırakılırken COP6’ya gelindiğinde ABD dışındaki tüm ülkeler, Kyoto Protokolü’nün uygulanmasına yönelik mekanizmalar üzerinde anlaşmaya vardı.

Protokol uyarınca emisyonlarını yüzde 6 azaltması gereken ABD, zirve tarihinin ilk büyük krizine imza atarak Kyoto Protokolü’nden çekildiğini duyurdu. Dönemin ABD Başkanı George W. Bush, anlaşmadan çekildiklerini “Amerikan halkının ve işçilerinin refahını korumak için görevlendirilmiş ABD Başkanı olarak, milyonlarca vatandaşımızı işsiz bırakacak çürük bir uluslararası anlaşmaya milletimizi teslim etmeyeceğim” sözleriyle anlattı.

COP7, COP8 ve COP9, Kyoto Protokolü’nün teknik detayları ve tarafları nihai bir küresel anlaşmaya ikna çalışmalarıyla geçti.

2004’e gelindiğinde Kyoto Protokolü, gelişmiş ülkelerin yeterli bir kısmı tarafından onaylanmadığı için henüz yürürlüğe girememişti. Rusya’nın 18 Kasım 2004’teki imzasıyla sorun aşıldı. Bu, Arjantin’in başkenti Buenos Aires‘te düzenlenen COP10 zirvesinin en önemli gündem maddesi oldu.

COP11, COP12, COP13 ve COP14, Kyoto Protokolü’nü kabul etmeyen ülkelerle müzakereler, karbon emisyonlarının azaltılması yönündeki çabalar ve çeşitli fonlar üzerindeki çalışmalarla geçti.

Kopenhag Mutabakatı ve Paris Anlaşması’na giden yol

Kyoto Protokolü’nün 1. Taahhüt Dönemi’nin 2012’de bitmesinin ardından bunun yerini alacak yeni küresel iklim anlaşmasının nasıl olacağı gündemiyle toplanan COP 15 yoğun katılımla geçti.

Zirve sonunda iklim fonları için bir dönüm noktası olarak kabul edilen Kopenhag Mutabakatı imzalandı. Mutabakat kapsamında gelişmiş ülkeler 2020’ye kadar, gelişmekte olan ülkelere emisyonlarını azaltmaları ve iklim krizine karşı dirençlerini artırmaları için yıllık 100 milyar dolar sağlamayı kabul etti.

2010’da düzenlenen COP16‘da, taraflar, küresel ısınmayı sanayi öncesine kıyasla 2 derecede sınırlamayı hedefleyen “Cancun Anlaşmalarını” kabul etti.

COP17‘nin ana gündemine Dünya Bankası’nın 2100’e kadar küresel sıcaklıklarda 4 derecelik artış beklendiğini öngören raporu damga vurdu. Rapor Katar’ın Başkenti Doha’da yapılan COP18 zirvesinin de önemli gündem maddelerinden biri oldu. Taraflar, Kyoto kapsamında ikinci bir taahhüt dönemini görüşmek ve ülkelerin emisyon taahhütlerine yönelik, yasal bağlayıcılığı olan yeni bir anlaşmayı müzakere etmek amacıyla bir araya geldi. Paris İklim Anlaşması’nın ilk adımları da bu zirvede atıldı.

COP19’un gündemi iklim değişikliği sonucu yaşanan aşırı hava olayları nedeniyle ortaya çıkan zararlardı. Taraflar bu bağlamda Varşova Uluslararası Kayıp ve Zarar Mekanizması kurulması konusunda anlaşmaya vardı.

Fransa’nın başkenti Paris’te 2015’te düzenlenen COP21, yıllardır devam eden süreçlerin somut bir çıktısının oluşturulması hedefi doğrultusunda büyük bir beklentiyle başladı. Bu beklenti zirve sonunda gerçeğe dönüştü ve 196 ülkenin katılımıyla, 1997’den bu yana iklim değişikliğine ilişkin yasal bağlayıcılığı bulunan ilk uluslararası belge olan Paris İklim Anlaşması imzalandı. Anlaşma, yaklaşık bir yıl sonra 189 ülkenin onayıyla yürürlüğe girdi.

Küresel ısınmayı 1,5 derecede veya ‘olabildiğince 2 derecenin altında’ tutmayı amaçlayan anlaşma ayrıca, küresel sera gazı emisyon hedeflerine ulaşılabilmesi için ülkelerin belirledikleri Ulusal Niyet Beyanlarını (NDC) bir an önce sunmaları konusunda çağrılar içeriyor.

ABD Trump’la çekildiği Paris Anlaşması’na Biden’la döndü

Fas‘ın Marakeş kentinde 2016’da düzenlenen COP22’nin ana gündem maddesi Paris Anlaşması’nın gerekliliklerine hız kazandırmaktı. Ancak ABD’nin yeni seçilmiş başkanı Donald Trump’ı iklim değişikliğinin gerçekliğine ikna etme çabaları, zirvenin ana gündem maddesini gölgede bıraktı. Bush ile benzer bir şekilde Trump da bu anlaşmanın ABD ekonomisine zarar vereceğini iddia ediyordu.

Daha önce defalarca iklim değişikliğine inanmadığını, bunun bir ‘aldatmaca’ olduğunu söyleyen Trump, bu tavrını zirve sırasında da sürdürdü ve bir yıl sonra Almanya’da düzenlenen COP23 öncesinde, ülkesinin Paris Anlaşması’ndan çekilmesini öngören kararnameyi imzaladı.

2018’de düzenlenen COP24‘te taraflar, yürürlük tarihi 2020 olarak belirlenen Paris İklim Anlaşması’ndaki maddelere nihai hallerini vermeye odaklandı.

COP25‘in gündemi ise Paris İklim Anlaşması’na ulaşmak için piyasa mekanizmalarını ve işbirliği faaliyetlerini sonuçlandırmaktı. Çözülmemiş sorunlar arasında karbon ticareti mekanizmasına ilişkin kurallar, uzun vadeli finansman ve şeffaflık konuları yer alıyordu.

Covid-19 salgını nedeniyle bir yıl ertelenerek 2021’de düzenlenen COP26‘nın gündeminde sera gazı etkisine neden olarak küresel ısınmayı artıran metan gazı emisyonlarının düşürülmesi vardı. 2021’in başında göreve başlar başlamaz ilk icraatlarından biri Trump’ın çekildiği Paris İklim Anlaşması’na ABD’yi yeniden dahil etmek olan yeni başkan Joe Biden, bu adımı atmanın yanı sıra ülkesinin, metan emisyonlarını 2030’a kadar yüzde 30 azaltma taahhüdü veren taraflar arasına girdiğini duyurdu.

Küresel ısınmaya neden olan kömür kullanımı ise ilk kez bir COP zirvesinde tartışıldı. Taraflara kömür ve türevi fosil yakıt kullanımlarını kademeli olarak bitirmeleri yönünde tavsiyelerde bulunulurken bu çağrılar daha çok Çin ve Hindistan’a yönelikti.

COP27’nin ana gündemi daha önce ele alınan kayıplar ve zararlar olsa da zirvede bu konudan daha çok Rusya-Ukrayna Savaşı sonrasında yaşanan enerji ve gıda krizi görüşüldü.

COP tarihinde bir ilk: Fosil yakıtlardan uzaklaşma çağrısı

Birleşik Arap Emirlikleri‘nin (BAE) Dubai kentinde geçen yıl gerçekleşen COP28 kapsamındaki müzakerelerde, iklim krizi karşısında savunmasız olan ülkelerin karşı karşıya kaldığı ve giderek ağırlaşan kayıplar ve zararlar için yeni fonlar bulunmasına odaklanıldı.

Konferans Başkanı ve BAE’nin BM’deki İklim Değişikliği Özel Elçisi Sultan al-Jaber, ülkesinin bu amaçla kurulacak fona 100 milyon dolar vereceğini taahhüt ederken diğer ülkelerin açıklamalarıyla birlikte taahhüt edilen miktar 700 milyon dolara ulaştı.

Bir petrol ülkesinde düzenlenen zirve sonunda yayımlanan final metninde zirvelerin tarihinde ilk kez fosil yakıtlara atıfta bulunuldu ve “Enerji sistemlerinde fosil yakıtlardan adil, düzenli ve eşit bir biçimde uzaklaşma, 2050 net sıfır hedeflerine ulaşmak için bu kritik 10 yıl içerisinde eylemleri hızlandırma” çağrısı yapıldı.

Dünya, Paris Anlaşması hedeflerinden çok uzak

Azerbaycan’ın başkenti Bakü’de düzenlenen COP29 öncesi UNFCCC tarafından ülkelerin beyanları üzerinden hazırlanan NDC Sentez Raporu yayımlandı.

Rapora göre, ülkelerin emisyon taahhütleri, küresel emisyonların 2030 itibarıyla 2019 seviyelerine kıyasla yalnızca yüzde 2,6 azaltılmasını sağlayacak. Bu oran Paris Anlaşması’nın küresel ortalama sıcaklık artışını, sanayi öncesi döneme göre 1,5 dereceyle sınırlandırmak için gerekli gördüğü yüzde 43’lük azaltım seviyesinden oldukça uzak görünüyor.

COP29 başladı: Paris Anlaşması için ‘hakikat anı’

Birleşmiş Milletler İklim Değişikliği Konferansı (COP29) bugün Azerbaycan‘ın başkenti Bakü‘de başladı.

30 binden fazla kişinin kayıt yaptırdığı bu yılki konferansa, başta ABD, Fransa, Almanya, Hollanda olmak üzere birçok dünya lideri katılmıyor. Türkiye‘yi Çevre, Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanlığı‘nın temsil edeceği zirvede Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan da bir konuşma yapacak.

Yeşil NoktaCOP29, Pazartesi günü Bakü’de başlıyor: Gündem iklim finansmanı
Yeşil Nokta[COP29] İklim STK’leri Türkiye’nin kömürden çıkış planlamasını talep ediyor
Yeşil NoktaCOP29’da Türkiye’yi oyuncu Engin Altan Düzyatan temsil edecek

İklim krizinden en çok etkilenen Pasifik ada ülkelerinden Papua Yeni Gine ise zengin ülkelerin vaatlerini yerine getirmedeki başarısızlığına protesto olarak bakanlarını bu yılki COP’tan tamamen çekti.

Bakü Olimpiyat Stadyumu’nda inşa edilen devasa, labirent benzeri geçici bir yapıda gerçekleştirilen zirvenin açılış gününde, geçen yıl Dubai’de gerçekleştirilen COP28′in Başkanı Sultan Ahmed El Jaber görevi halefi COP29 Başkanı Muhtar Babayev‘e devretti.

Azerbaycan’ın Ekoloji ve Doğal Kaynaklar Bakanı Babayev, daha önce uzun yıllar boyunca Azerbaycan Devlet Petrol Şirketi SOCAR‘da üst düzey görevde bulunmuştu.

Birleşik Arap Emirlikleri‘nin ulusal petrol şirketi Adnoc‘un CEO’su olan Al Jaber, devir teslim konuşmasında geçen yılki zirveye atıfta bulunarak “Tarihi, kapsamlı, dengeli ve çığır açıcı BAE Mutabakatını sunarak, birçok kişinin imkansız olduğunu düşündüğü şeyi başardık” dedi.

“Büyük ölçüde fosil yakıtlardan uzaklaşma’ sözünü hatırlatan COP28 Başkanı, gönüllü bir endüstri girişimi olan Petrol ve Gaz Karbon Giderme Sözleşmesi kapsamında küresel üretimin yüzde 44’ünü temsil eden şirketlerin 2030 yılına kadar sıfır metan emisyonu taahhüdünde bulunduğunu da hatırlattı.

BAE’nin kendi ulusal taahhütleri, iklim örgütü Climate Action Tracker tarafından “kritik derecede yetersiz” olarak nitelendiriliyor. 

Fosil yakıtlardan “uzaklaşma” sürecinin uygulamaya konulacağına dair herhangi bir işaret olup olmadığı, bu çarşamba günü 2024 Küresel Karbon Bütçesi’nin açıklanmasıyla ortaya çıkabilir.

Yeşil NoktaCOP’un 29 yılı: Krizler, hedefler, taahhütler, hayal kırıklıkları…
Yeşil NoktaCOP29’un ev sahibi Azerbaycan, gaz ihracatını iki katına çıkarmayı hedefliyor
Yeşil NoktaTepkiler ses getirdi: Azerbaycan’dan COP29 komitesine ‘kadın’ güncellemesi
Yeşil NoktaCOP29’un ev sahibi Azerbaycan, fosil yakıt yatırımlarını savunuyor
Yeşil NoktaCOP29, Azerbaycan’da iklim finansmanı için yol ayrımında
Yeşil NoktaCOP29’un ev sahibi Azerbaycan, petrolden elde ettiği gelirle iklim fonu başlatmayı planlıyor
Yeşil NoktaCOP29’un ev sahibi Azerbaycan, dev fosil gazı genişlemesine hazırlanıyor

Muhtar Babayev ise zirveyi “Paris Anlaşması için bir hakikat anı” olarak nitelendirdi:

“Bir yıkıma doğru gidiyoruz, ama bunlar geleceğin sorunları değil. İklim değişikliği çoktan burada.

İster görün ister görmeyin, insanlar gölgelerde acı çekiyor. Karanlıkta ölüyorlar ve şefkatten, dualardan ve evrak işlerinden daha fazlasına ihtiyaçları var. Liderlik ve eylem için ağlıyorlar. Cop29, herkes için yeni bir yol çizmek için kaçırılmayacak bir an.

Herkesin çok daha fazla katkısına ihtiyacımız var.”

Cop29, Paris Anlaşması için bir hakikat anıdır. Çok taraflı iklim sistemine olan bağlılığımızı test edecektir. Şimdi kendimize koyduğumuz hedeflere ulaşmaya hazır olduğumuzu göstermeliyiz.”

Babayev, bu görüşmelerin temel temasının gelişmekte olan ülkelerin fosil yakıtlardan uzaklaşması ve iklim değişikliğinin etkilerine uyum sağlaması için finansmana ihtiyaç olduğunu bir kez daha vurguladı; ülkeleri emisyonlarını azaltmak için daha fazla söz vermeye zorlama ihtiyacından bahsetti.

Önümüzdeki yılın başlarında, ülkelerin güncellenmiş ulusal iklim planlarını sunmaları gerekecek.

UNFCCC İcra Sekreteri Simon Stiell, Cop29 açılış etkinliğinde konuşuyor.

Stiell: Umut ve hayal değil, yaratıcılık ve kararlılık zamanı

BM İklim Şefi Simon Stiell de açılış oturumundaki konuşmasında “Zor zamanlarda, zorlu görevlerle karşı karşıya kaldığımda, umut ve hayal peşinde koşmam” dedi.

Stiell kendisine ilham veren şeyin “insan yaratıcılığı ve kararlığı; hedeflere ulaşana kadar yere düşüp tekrar tekrar ayağa kalkma yeteneğimiz” olduğuna vurgu yaptığı konuşmasında iklim krizinin dünyadaki her bir bireyi bir şekilde etkilediğine dikkat çekti.

Temmuz ayında Beryl Kasırgası’nın vurduğu Grenada‘nın Carriacou adasından gelen BM İklim Şefi, fırtınada evi yerle bir olan yaşlı komşusu Florence ile birlikte durduğu bir fotoğrafını göstererek, “85 yaşında, Florence bu yıl sadece iklim değişikliğinin milyonlarca kurbanından biri oldu. Dünyanın her ülkesinde Florence gibi insanlar var. Yıkıldılar ve tekrar ayağa kalktılar” dedi.

Cop29’daki en önemli öncelikler arasında yeni bir küresel finans hedefi belirlemek, karbon piyasaları için kuralları kesinleştirmek ve gezegeni tehdit eden fosil yakıt kirliliğini azaltmaya yönelik taahhütlerde bulunmak yer alacak.

Stiell, “Şimdi küresel iş birliğinin bitmediğini göstermenin zamanı. O halde birlikte yükselelim” dedi.

Adaptasyon finansmanı ihtiyaç duyulanın 10’da birinden az

Bozulan iklimin etkisine karşı, özellikle savunmasız ülkelere yönelik adaptasyon finansmanı COP29 gündeminin en başında yer alıyor. Şimdiye dek tedarik edilenle ihtiyaç duyulan arasında neredeyse bir uçurum bulunuyor.

BM Çevre Programı‘nın (UNEP) perşembe günü yayımladığı rapora göre, dünyanın gelişmekte olan ülkeleri, yalnızca 1,3C küresel ısınma ile bugünün aşırı hava etkileriyle başa çıkmak için günde yaklaşık 1 milyar dolara ihtiyaç duyuyor. Ancak edinebildikleri miktar bunun onda birinden daha az, günde yaklaşık 75 milyar dolarş

UNEP raporunun baş yazarı Henry Neufeldt, daha da kötüsü, adaptasyon fonlarının artmasına rağmen (2021’de 22 milyar dolardan 2022’de 28 milyar dolara) iklim krizinin ölümcül etkilerinin çok daha hızlı arttığını belirtti.

BM Genel Sekreteri António Guterres de zirvenin hemen öncesinde bu tehlikeye dikkat çekerek “İklim felaketi yeni bir gerçeklik ve biz buna ayak uyduramıyoruz. İklim krizi burada. Korumayı erteleyemeyiz. Uyum sağlamalıyız – hemen” demiş; “tüm bu yıkımın tedarikçilerinin, özellikle fosil yakıt endüstrisinin, büyük karlar ve sübvansiyonlar elde ettiğini” kaydetmişti.

İklim finansmanının üç ayağı bulunuyor: Emisyon azaltma, uyum ve iklim afetlerinden sonra iyileştirmenin tazmini (kayıp ve hasar).

UNEP raporunun yazarlarından Paul Watkiss, hepsinin birbiriyle ilişkili olduğunu söyledi: “Eğer azaltmazsanız ve uyum sağlamazsanız, gerçekten yüksek kayıp ve hasar yaşarsınız. Bu yüzden bu çok büyük ölçekli olayları [İspanya‘daki son seller gibi] görmeye başlıyoruz. Bu trajedi korkunç, ancak umarım uyum sağlamazsanız, bunun genel olarak çok daha yüksek maliyetlere yol açacağını söylemek için bir ivme sağlamaya başlar. Uyum sağlamayı finanse etmek, hiçbir şey yapmamaktan çok daha verimli ve etkilidir.”

Greta Thunberg’den protesto çağrısı

İsveçli iklim aktivisti Greta Thunberg ise bir süredir bulunduğu Gürcistan‘ın Tiflis kentinde dün gece protesto çağrısı yaptı.

Azerbaycan’ın kara sınırlarını kapatması ve havacılığın karbon etkisi nedeniyle iklim görüşmelerine katılmak isteyen ancak oraya uçmak istemeyenler için aşılmaz bir engel oluşturması nedeniyle, Thunberg’in Bakü’ye en fazla yaklaşabildiği yer burası.

Thunberg, her halükarda pek çok iklim aktivisti gibi, baskıcı siyasi iklim nedeniyle Bakü’deki konferansa katılmayacağını söyledi.

Tiflis’teki protestonun saat 19:00’da Özgürlük Meydanı’nda gerçekleşeğini duyuran genç iklim aktivisti sosyal medya hesabından şunları yazdı:

Kafkasya‘yı kasıp kavuran otoriterlik ve sömürü dalgasına karşı mitingimize katılın. COP29’u bir cephe olarak kullanan Azerbaycan, sahte bir “yeşil” gündem altında kontrolü artırıyor, iktidar üzerindeki kontrolünü sıkılaştırıyor ve bölgesel gerginlikleri tırmandırıyor.

20 yıldan fazla bir süredir, Aliyev liderliğindeki Azerbaycan rejimi insanları baskı altında tutuyor, yoksulluk, korku ve sessizliği teşvik ediyor. Bu otoriter eğilim izole değil – bölge genelinde, Ivanishvili, Putin, Erdoğan, İran‘daki teokratik rejim gibi insanlar kontrolü derinleştiriyor, muhalefeti bastırıyor, kendi halkına baskı uyguluyor ve acımasız politikaları meşrulaştırmak için Ermenilere, Ukraynalılara, Kürtlere ve diğer etnik azınlıklara karşı savaş ve etnik temizlik kullanıyor. Konuşanlar -gazeteciler, aktivistler, akademisyenler- genellikle hapis ve şiddetle karşılaşıyor. Bu sistemde, iklim eylemi kurumsal kar planlarına indirgeniyor, insanların ihtiyaçları göz ardı ediliyor ve topluluklar harap oluyor.

Batı’nın bu otoriter gidişattaki rolü yadsınamaz, zira enerji ve kâr uğruna baskıcı rejimleri meşrulaştırmaya ve finanse etmeye devam ediyor. Kaynaklar karşılığında baskıya göz yumarak Batılı güçler, Kafkasya halkının karşılaştığı baskı ve acıya ortak oluyor.

Kafkas Feminist Savaş Karşıtı Hareket, otoriterliğin, savaşın ve kapitalist açgözlülüğün boğazından kurtulmuş bir gelecek talep ediyor. Gerçek özgürlük, eşitlik, adalet ve kârın değil insanların önce geldiği bir bölge için mücadele ediyoruz.”

COP29’dan ne bekleniyor?

Daha önceki 28 “taraflar konferansı” gibi, COP29’un da iklimin değişmesini durdurması beklenmiyor.

Zirveler gezegeni ısıtmak için çok az şey yapmış olan yoksul ülkelerin, dünyayı fosil yakıtlara bağlayan zengin ülkelere baskı uygulayabileceği temel diplomatik arenalar. Buna karşılık, hızlı bir şekilde temiz enerjiye geçiş yapabilecek kaynaklara sahip olan zengin ülkeler, yoksul ülkeleri daha hızlı ve daha erken davranmaya teşvik edebilir.

Bu yılki toplantı emisyonları azaltmak ve daha şiddetli hava koşullarına uyum sağlamak için gereken fonları sağlama çabaları etrafında dönecek. Zengin ülkeler, 2020’den itibaren yoksul ülkelere yılda 100 milyar dolar iklim finansmanı sağlama hedefini kaçırdı: Bu hedef, uzmanların zayıf ve düzensiz olarak değerlendirdiği COp28’de belirlenmişti. Yoksul ülkeler şimdi 2030’a kadar, aşırı hava koşullarının neden olduğu yıkımı onarmak dahil, yılda 1 trilyon dolar için baskı yapıyor, ancak zengin ülkeler, katkıda bulunanların havuzu büyümediği sürece daha yükseğe çıkmak konusunda istekli değil.

Diplomatlar bu ay tazmin konusunda iyi bir anlaşmaya varırlarsa, bu durum güven oluşturabilir ve ülkelerin gelecek yıl Brezilya‘da düzenlenecek Cop30‘da çok ihtiyaç duyulan eylem planlarını sunmaları durumunda daha büyük bir hırs yaratabilir.

Asya’da petrol açısından zengin ancak su açısından fakir bir orta gelirli ülke olan Azerbaycan, farklı çıkar grupları arasındaki uçurumu kapatmak için iyi bir konumda olsa da geçen hafta Guardian‘ın ortaya çıkardığı gizli bir kayıt, Cop29 başkanının fosil yakıt anlaşmalarını kolaylaştırmayı kabul ettiğini göstermişti.

 

Kazdağlarını savunmak ve kurumların sessizliği: Yeni toplumsallık

Refik Durbaş’ın “Çırak aranıyor” adlı şiirinin[1]Gurbet ne yana düşer usta/sıla ne yana/ Hasret hep bana/ bana mı düşer usta? dizelerindeki gibi hissemize hukuk ve adalete duyduğumuz hasret düşüyor hep. Hatta son birkaç aydır bu hasreti daha yoğun ve sert şekilde yaşıyoruz.

Hangi birini öncelikli sayalım? Meclis’in yeni döneme başlamasıyla sokak hayvanlarının katline yol açan devlet anlayışının ülkeyi “Hayırsız Ada” ya dönüştürmesini mi? İstanbul Sözleşmesi’nden çıkılmasıyla hız kesmeden art arda işlenen kadın cinayetlerini mi? Çocuklara yönelik tecavüz ve cinayetlerdeki artışı mı? Durmayan kan kaybı gibi ormanlarımızla tarım arazilerinin şirketlere rant kazandırmak için parsel parsel teslim edilmesini mi? İstanbul/Esenyurt, Mardin Büyükşehir ve Batman/Halfeti’de seçilmişlerin özgürlüklerinden mahrum edilerek halkın iradesine el konulmasını mı?

Nedenlerini bu yazıda tartışmanın mümkün olmadığı bir tarihselliğe ve sosyopolitik arka plana temellenen Türkiye’deki demokrasi kapasitesinin daralmasında, neoliberal politikalar eşliğinde demokrasinin kurumlarının işlevselliğini tamamen yitirmesi ve ivmesi artan otoriterlik doğrultusunda sivil haklarla basın özgürlüğünün sınırlanması kuşkusuz en önemli etkenlerdir. Dünya genelinde 167 devletin karşılaştırıldığı Demokrasi Indeksi’nin 2023 yılı verileriyle hazırlanan rapora[2] göre Türkiye’nin son beş yıldır istikrarlı şekilde 103 ya da 102. sırada olması ise bu demokrasisizliğin 2016 yılında başlayan OHAL uygulamalarını 2018 yılı itibariyle yasal zemine çeken Cumhurbaşkanlığı Hükümet Siteminin ürünü olduğunu tesciller.

Bunlar daha ‘iyi günlerimiz’ mi?

Bu noktada üzerinde düşünülmesi gereken, zaten neoliberal pratiklerle frenlenmiş olan toplumsal dinamik ve mekanizmaların AKP rejiminde karşılaştığı baskı ve zor araçlarıyla kuşatıldığı şartlarda nasıl bir direnişin örülebileceğidir. Ranciere‘in “Siyasetin pasifleşmesi, koşulların eşitliği denilen yeni toplumsallığa bağlıdır” ifadesine [3]karşılık gelen şekilde bu makale de 22 yıllık AKP iktidarının hegemonyasını inşa etmesini sağlayan kutuplaştırıcı, popülist ve manipülatif araçları bu kez daha da bozulan ekonomik koşullar ve kaybedilen yerel seçimler nedeniyle siyasal bekasını korumak için kullanacak olması bakımından ihtiyaç duyduğumuz yeni toplumsallığın inşasına katkı yapmayı amaçlıyor.

Bilhassa herkesin hak kaybına uğraması Ranciere’nin işaret ettiği koşullar eşitliğine karşılık geldiği üzere, yeni toplumsallık ancak ekoloji, kent hakkı, işçi ve emeklilik hakları, temsil hakkı, seçme ve seçilme hakkı, kadın hakları, çocuk hakları için gönüllü olarak yürütülen çeşitli mücadele dinamik ve öznelerinin meseleye ezilen sınıf gözlüğünden bakması ve birbirinin hakkını savunmasıyla inşa edilebilir. Zira en son ekim ayında TBMM Adalet Komisyonu‘nda “Etki ajanlığı” düzenlemesinin kabul edilmesi de sivil girişim, eylem ve etkinliklere suç isnat edilmesini kolaylaştırması bakımından zor uygulamalarının dozunu artıracağını ortaya koymuştur. Dolayısıyla “Bunlar daha iyi günleriniz” savının altını dolduran şekilde alt ve orta sınıflar için yoksulluk ve yoksunluk tırmandırılırken demokrasiye alan bırakmayan baskıcı müdahale ve zor uygulamalarıyla iktidarın bildiği yoldan ilerlemesi önümüzdeki süreçte hak ve adalete hasretin daha da büyüyeceğine, yani sınıfsal koşulların daha da eşitleneceğine işaret değil midir?

Bilindiği gibi son aylarda öne çıkan katliam projelerinden biri de Kazdağları’nda. En az üç köyü ortadan kaldırıp 55 köyün su kaynağını kurutarak 600 dönüm tarım arazisini yutması,  binlerce belki de daha çok cana ev sahipliği de yapan 1 milyon ağacın kesilmesi devlet tarafından kabul gören ve desteklenen Cengiz Holding’e ait Halilağa Bakır/Altın Madeni projesi en acil toplumsal müdahale gerektiren sorunlarımızdan. Maden ya da enerji projeleri için milyonlarca ağacın kesilmesine yeterince tanıklık etmedik mi? Artık bildiğimiz mücadele yöntemlerinin ötesinde daha kitlesel ve uzun erimli bir direnişin başlaması gerekmiyor mu? Üstelik bu saldırılar AKP’nin yaygın uygulaması olan “ÇED gerekli değildir” varsayımıyla kolaylaştırılırken.

Bu bağlamda Kazdağlarındaki kesim için ÇED’in gerekli görülmediği projeye siyaseten verilen ÇED Olumlu Kararı’nın iptaline karşı Kazdağı Doğal ve Kültürel Varlıkları Koruma Derneği, Çan Çevre Derneği, Ayvalık Tabiat Derneği, Ege ve Marmara Çevreci Belediyeler Birliği ve 95 yurttaş tarafından Danıştay‘a taşınan dava devam ederken başlanması söz konusu. Bu durum da eğer ormanlarımızı vermeyeceksek yeni bir Akbelen Direnişinin başlamasının kaçınılmaz olduğunu gösteriyor. Kaldı ki, iklim krizi koşullarında gerek doğal gerek rantsal nedenlerle yangınlarda kaybedilen ormanların aşırı kuraklık ve erozyonu önlemesi için korunması gerekirken,  Kazdağları’nda fiziki kesimin yanı sıra  yüzlerce binlerce yıl toprakta kalarak ekokırım nedeni olan kimyasal saldırıyı öngören kararın kendisi vatana ve gezegene ihanettir. Bu savı dava süreci kapsamında bilirkişilerin “kamu yararı yoktur ve gerçekleşmesi halinde yöreye geri dönüşsüz zararları olacaktır’’ tespiti de destekler.

Şimdi toplumsal direniş zamanı

Açıkçası gün, Erzincan İliç’teki siyanür faciasının bir benzerinin Kazdağları’nda yaşanmaması fakat bunun da öncesinde ormanların savunulması, kesilmemesi için direniş ağlarının hızlıca örülmesi gereken gündür. Ormanı savunmak için Türkiye’nin dört bir tarafından kafileler Kazdağlarında belki de aylarca yıllarca sürecek nöbete destek verirken İstanbul ve Ankara’da olduğu gibi eş zamanlı eylemler yapılmış olması bundandır. Ancak mücadele ağlarında yer alan geniş insan kitlelerine sahip siyasi partilerin, kamu kurumu niteliği haiz meslek örgütlerinin, yerel yönetimlerin ve sendikaların temsilci göndermek ya da ilçe örgütleri düzeyinde desteklemek dışında kitlesel dahlini beklemek gerçekçiliğe uzak düşebilir.

Ekoloji mücadelesinde “kurumların sessizliği” olarak yorumlanan ve tartışılan bu durumun doktora tezimin[4] bazı bulgularından yararlanarak 12 Eylül 1980 Askeri Darbesiyle Türkiye’de uygulamaya konulan neoliberal politikaların ürünü olduğunu söyleyebilirim. Zira kurumların yasal çerçeveden siyasal rejimle etkileşim içinde olması neoliberal dönüşümlerini tetiklemişken AKP rejiminin giderek artan otoriterliği de kurumları iktidarın kutuplaştırıcı ve popülist uygulamalarıyla doğrudan karşı karşıya getirmiştir. Bugün gelinen noktada siyasal iktidarın kanun hükmünde kararnamelerle iş kaybına yol açan müdahaleleri ve uyguladığı baskı neticesinde kurumlar azalan insan ve maddi kaynaklarını kamu yararından ziyade kuruluş nedenlerini teşkil eden üyeleriyle dayanışmaya yönlendirmek zorunda kalmış,  kurumların ekoloji mücadelesine verdikleri destek de saldırının tsunami gibi geldiği şartlarda dahi temsilcilikle sınırlanmıştır.

Dünya genelinde özelleştirme, taşeronlaştırma ve esnek çalıştırmaya bağlı olarak güvencesizliğin yaygınlaştığı neoliberal uygulamalar  sendika üye sayısının azalmasına dolayısıyla sendikaların üyelik aidatlarından yoksun kalmasına neden olmuş, siyasal iktidarın simbiyotik sendikacılığı etkinleştirmesi de sendikaların toplu pazarlık gücünü tüketen bir etki yapmıştır. Kurum kategorisine giren siyasi partiler ise ‘80lerden itibaren hazineden pay almak ve lider odaklı parti politikası izlemek suretiyle oligarşik yapıya bürünmüşken parti içi demokrasi tartışılır hale gelmiştir.

Anayasada kamu yararı için faaliyet gösteren kamu kurumu niteliği haiz meslek örgütleri de geçmişte toplumsal direniş ağlarında öne çıkarken OHAL itibariyle üyelerine yönelik şiddet ve meslekten soğutan uygulamalar neticesinde örgütsel kan kaybı yaşamakta olup kamu yararı gözeten faaliyetlerini de üyelik aidatlarından mahrum kaldıkları için gerçekleştirememektedir.

Ekoloji alanında görülen, geçmişte etkin ve etkili eylemler gerçekleştirmiş olan insan ve maddi kaynak sahibi bazı dernek ve sivil toplum kuruluşları ise  ‘90lardan itibaren neoliberal politikalar çerçevesinde faaliyetlerini fon almak ve sermaye kesimleri ile iltisaklı olarak gerçekleştirdikleri gerekçesiyle eleştirilmiş, toplumsal güçler arası bu uyumsuzluk da zamanla güvensizlik ve kırılmalar şeklinde cereyan etmiştir. Bunun üstüne  AKP iktidarının doğrudan hedef aldığı derneklerin zamanla eylemlerini azalttığı, ekoloji mücadelesine desteklerinin rapor ve araştırma sunmakla sınırlandığı dikkat çekicidir. Bilhassa OHAL dönemi itibariyle artan baskı ve Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemine geçilen süreçte “Kitle İmha Silahlarının Yayılmasının Finansmanının Önlenmesine İlişkin Kanun” üzerinden kurumsal derneklerin yasal olarak kontrol altında tutulmasını kolaylaştırması da bazı derneklerin ekoloji mücadelesindeki görünürlüklerini olumsuz etkilemiştir.

Sonuçta otoriterliği artan rejimde genel olarak faaliyet ve etkinlikleri yapısal olarak kısıtlanan kurumların ekoloji mücadelesindeki etkinlikleri de  temsilcilik ve fikri takiple sınırlı kalmış görünmektedir. Kazdağları Savunması köylüler ve yereldeki ekoloji örgütleriyle direnişe destek veren bölgesel ve ulusal ölçekteki ekoloji ve hak mücadelesini üstlenmiş toplumsallığın direnişine dayanması bakımından Akbelen’in kardeşidir. Özetle yerel direniş ağlarına eklemlenen dayanışma ağları yani yeni toplumsallık  demokrasiye alan bırakmayan siyasal iktidarın saldırılarına karşı yaşamı yeniden yeşertmek için izlenecek istikametin pusulası olacaktır.

*

[1] Durbaş, R. (2016). Çırak aranıyor. Islık Yayınları.
[2] Democracy Index (2023).https://www.eiu.com/n/campaigns/democracy-index-2023/
[3]  Rancière, J. (2007). Siyasalın kıyısında. Metis Yayınları. S 34, çev: Kılıç, A. U.
[4] Demircan, P. (2023). Neoliberal politikalar bağlamında nükleer karşıtı hareketin dönüşümü: Mersin ve Sinop incelemesi. Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniv. Sosyoloji Anabilim dalı, yayımlanmamış doktora tezi

[COP29] İklim STK’leri Türkiye’nin kömürden çıkış planlamasını talep ediyor

0

İklim alanında çalışan sivil toplum kuruluşları, bugün Azerbaycan‘ın başkenti Bakü’de başlayan COP29 İklim Zirvesi öncesinde yaptığı ortak açıklamada, Türkiye’nin güçlü iklim hedeflerine ulaşması için acilen “yeni kömürlü termik santral yapmama” kararı alması ve kademeli olarak kömürden çıkışı planlaması gerektiğini belirtti.

Tüm gelişmiş ülkeler, küresel ısınmanın en büyük nedenlerinden biri olan ve finansal geleceği kalmayan kömürü terk ederken Türkiye’de hâlâ yeni santral yapımı gündemde. Kömürlü termik santrallerin yarısının ithal kömüre dayalı olduğu, ekonomik teşviklerle ayakta kalabilen kömür sektörü kamu kaynaklarının da boşa harcanmasına neden oluyor.

Şu anda Afşin-Elbistan A Termik Santrali’ne, yeni bir santral büyüklüğünde, 688 MW’lık ek ünite yapılmak isteniyor. 40 yıldır kömürün gölgesinde yaşayan halk için bu, daha fazla kaldıramayacakları yeni sağlık ve çevre sorunları demek.

Kömürden çıkmanın hem topluma hem iklime faydası var

Oysa Türkiye, hâlâ çok azından faydalandığı, temiz ve güvenli yenilenebilir enerji potansiyeline sahip. Üstelik Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanlığı’nın son açıkladığı 2035 yılı için 120 GW güneş ve rüzgar enerjisi kapasite hedefi, ülkemizin için önemli bir adım.

Bu hedefin, doğadan ve sosyal adaletten taviz vermeden, enerji tasarrufu ve verimliliğini de kapsayarak, iklime ve topluma fayda sağlaması, ancak elektrik üretiminde kömürü sıfırlamakla mümkün olacak. 2021 yılında yayınlanan “Karbon Nötr Türkiye Yolunda İlk Adım: Kömürden Çıkış 2030” başlıklı rapor da bunun mümkün olduğunu bilimsel olarak ortaya koymuştu.

COP29 İklim Zirvesi, Türkiye’ye “yeni kömür santrali yapmama” ve “kömürden kademeli çıkış” kararı alması için fırsat sunuyor. Bu kararların şöyle faydaları olacak:

  • Tüm canlıların yaşamını tehdit eden kömürün sağlık ve çevre üzerindeki olumsuz etkileri ortadan kalkacak,
  • Emisyonlar azalacak, iklim hedeflerinde önemli bir yol katedilecek,
  • Temiz ve yenilenebilir enerjinin önü açılacak, elektrik maliyetleri düşecek,
  • Net sıfır ekonomiye geçiş hızlanacak,
  • Enerjide dışa bağımlılık azalacak, kendine yeterlilik artacak,
  • Güvenli ve sağlıklı yeni istihdam alanları yaratılarak adil bir geçiş sağlanacak.

Üstelik bu karar Türkiye’nin uluslararası yatırım ve desteklere ulaşmasını da  sağlayacak; çünkü COP29’un bu yılki gündeminde finansman var. Müzakerelerde, iddialı bir iklim hedefi belirleyen ülkelerin iklim finansmanında önceliklendirilmesi konusu gündeme gelecek. Emisyonlarının %20-25’i kömürlü termik santrallerden kaynaklanan Türkiye’nin kömürden çıkış kararı alması iddialı bir iklim hedefinin ilk adımı olabilir.

İmzacı kurumlar

  • 350 Türkiye
  • Avrupa İklim Eylem Ağı
  • Buğday Ekolojik Yaşamı Destekleme Derneği
  • Fosil Yakıtların Ötesi
  • Greenpeace Türkiye
  • İklim Değişikliği Politika ve Araştırma Derneği
  • Sürdürülebilir Ekonomi ve Finans Araştırmaları Derneği (SEFiA)
  • TEMA Vakfı
  • Temiz Hava Hakkı Platformu
  • Türetim Ekonomisi Derneği
  • WWF-Türkiye (Doğal Hayatı Koruma Vakfı)
  • Yeşil Düşünce Derneği
  • YUVA

Kazdağları’nda büyük buluşma: ‘Katil Cengiz, Kazdağları’ndan defol’

Cengiz Holding‘in Çanakkale Bayramiç‘teki Hacıbekirler köyü yakınlarında açmak istediği Halilağa Altın- Bakır Madeni projesi kapsamında, devlet ormanında ağaç kesimine ve yol açmaya başlaması üzerine bölge halkı ve çevre savunucuları bugün şantiye alanında büyük bir miting gerçekleştirdi.

Cengiz Holding’in yan kuruluşu Truva Bakır A.Ş.’ye ait iş makineleri, yargı süreci devam etmesine rağmen tesislerini hızla tamamlamış ve geçen hafta ormanda yoğun ağaç kesimine başlamıştı.

Yeşil NoktaCengiz Holding Kazdağları’nda kıyıma başladı: 1 milyon ağaç yok edilecek
Yeşil NoktaCengiz Holding, Kazdağları’ndaki Halilağa madeni için kırıma başladı
Yeşil NoktaKazdağları, yeniçeriler, madenler: Enter! – Gizem Kastamonulu

Kıyımı önlemek için hafta içinde Hacıbekirler Köyü’nde toplanmak için çağrı yapan ekoloji örgütlerinin daveti yanıtsız kalmadı; çevre il ve ilçelerden, Çanakkale, İstanbul, Ankara, Balıkesir, Muğla, Akbelen, Ayvalık, Bursa, Rize gibi pek çok ilden çok sayıda çevre savunucusu ve ekoloji örgütü temsilcileri şantiye alanında bir araya geldi.

Jandarmanın geniş önlem aldığı mitingde Bayramiç Belediye Başkanı Cem Atılgan, Çanakkale Belediye Başkanı Muharrem Erkek’in yanı sıra Çanakkale il genel meclis üyeleri, siyasi partiler ve demokratik kitle örgütlerinin temsilcileri; dün yaşam nöbetine katılan CHP heyeti de yer aldı. DEM Parti Çanakkale İl Örgütü ve milletvekili Ali Kenanoğlu ile TİP Çanakkale İl Örgütü de eyleme katıldı.

Hacıbekirler Köyü’nde toplanan kalabalık, buradan ağaç kesim alanına doğru yürüyüşe geçti. “Cengiz defol, Kazdağları bizimdir”, “Direne direne kazanacağız”, “Altıncı şirket Kazdağını terk et”, “Faşizme karşı omuz omuza” sloganları atarak yürüyen grup şantiye alanında bir basın açıklaması yaptı.

Kazdağları Ekoloji Platformu tarafından yapılan açıklamada şu bilgiler verildi:

‘Cengiz Holding altın arayacağını saklıyor’

“İktidarın sadık ortaklarından Mehmet Cengiz’in sahip olduğu Truva Bakır A.Ş.’nin Kanadalı Liberty Gold firmasından satın aldığı ruhsat alanı 5.995,74 ha. yani yaklaşık 60 bin dönüm. Şirket, şimdilik bu alanın onda birinde faaliyet göstereceğini beyan ederek, 580,21 hektar yani yaklaşık 5 bin 880 dönüm için Çevre Etki Değerlendirme (ÇED) izni aldı. Daha sonra kapasite artışları ile ÇED alanını da peyderpey büyüteceği aşikar.”

ÇED Raporu’nda sadece bakırdan bahsedildiğini ancak uluslararası fizibilite raporlarında ve işletme projesinde altın aranacağının da belirtildiği proje için “Şirket altını niye, kimden saklıyor?​” diye sorulan açıklamada şu ifadelere yer verildi:

“Proje kapsamında; açık ocak, atık barajı, kırma eleme tesisi, pasa alanı, bitkisel toprak alanı, cevher stok şantiye alanı yer alıyor. Siyanür ve onlarca kimyasalın kullanılacağı zenginleştirme tesisi de var. Devasa büyüklükteki atık barajı, Hacıbekirler köyüne yalnızca 750 metre mesafede. Yaşam alanları ile iç içe.”

‘Çok büyük bir orman ekosistemi tehdit altında’

Platform, ÇED alanının neredeyse tamamını oluşturan 513,80 ha alanın devlet ormanı statüsünde olduğunun da altını çizdi:

“Altın Bakır Madeni için önce, en az 100 dönümlük alanda bir şantiye alanı inşa edildi. Sonra ağaçlar kırmızı, mavi boyalarla işaretledi ve ardından da orman katliamına başladı. Şimdi de içinde binlerce canlıyı, tohumu barındıran bitkisel toprak sıyrılmaya başlanıldı. Yüzbinlerce ağaç ve içindeki tüm canlıları ile birlikte çok büyük bir orman ekosistemi tehdit altında.”

1 milyona yakın ağaç kesilecek, üç köy haritadan silinecek

Açıklamada yıkımın durdurulmaması halinde yaşanacak çevre felaketleri şöyle sıralandı

  • 1 Milyona yakın ağaç katledilecek.
  • Proje bitişiğindeki Halilağa, Hacıbekirler, Muratlar köyleri yok olacak, onlarca köy olumsuz etkilenecek.
  • 3 köy, verimli tarım alanı ile birlikte haritadan silinecek.
  • Projenin proses suyu ihtiyacı, DSİ ile şirket arasında yapılan protokol kapsamında, ÇED süreçlerinden kaçırılarak, ÇED kapsam dışı kararlar verilerek  planlanan iki adet gölet ile sağlanacak. Ayrıca, yüzey sularının  yetmeyeceği hesaplanarak, Çan İlçesi’nin can damarı Kocabaş Çayı (Granikos)’ndan derivasyon kanalı ile tesise su alınacak. Bölgenin zaten çok kıt olan ve yöre halkına yetmeyen tüm su varlıkları maden projesine tahsis edilecek. Bölgede kuraklık artacak.
  • Madenin yaratacağı kirlilik Bayramiç ve Ezine tarım alanlarını, yaşam alanlarını yüzyıllarca tehdit edecek.
  • Köylülerin tarlaları kamulaştırma kararları kapsamında açılan davalarla gasp edilecek.

İşletme izni usulsüz

Aktivistler, şirkete verilen “işletme izni” haritası ile dava konusu revize ÇED Raporu’ndaki haritalar karşılaştırıldığında işletme izni sınırlarının ÇED İzni sınırlarından daha büyük olduğu ve ÇED alanı dışındaki alanların da dahil edildiğine, Bayramiç İlçesi, Hacıbekirler ve Muratlar Köyleri 106/1 ve 229/6 nolu parsellerde yer alan 1. derece sit alanının İşletme izni haritası içinde yer aldığı görüldüğüne de vurgu yaptı:

“Şirketin bu durumda yeniden ÇED Raporu hazırlayıp ÇED izni alması gerekirdi. ÇED raporuna aykırı bir işletme izni verilemez. Bu durumda şirketin elindeki işletme izni usulsüz bir şekilde düzenlenmiştir. Ayrıca, tarlaları için kamu yararı ve kamulaştırma kararı verilen ancak pazarlığa gitmeyi reddeden tarla sahipleri aleyhine açılan kamulaştırma davaları sonuçlanmadan, mülkiyet izinleri tamamlanmadan, işletme izni verilmesi de usulsüzdür.”

Hak örgütleri, açtıkları davaların görüldüğü Danıştay ve ilgili bakanlıklar ve kurumlara da şöyle seslendi:

DANIŞTAY’A SESLENİYORUZ:

“Hatalı ve bir sürü usulsüzlüklerle dolu ÇED raporuna verilen ÇED Olumlu kararının yürütmesini acilen durdurun ve kararı  iptal edin.”

TARIM VE ORMAN BAKANLIĞI’NA SESLENİYORUZ:

“Göreviniz ormanları korumak, kollamak, yeni ormanlar inşa etmek iken, 520 hektar devlet ormanın yok edilmesine nasıl izin verdiniz? Orman ekosistemlerinin ülkenin en önemli can damarlarından olduğunu nasıl görmezden geliyorsunuz?

Şirkete verdiğiniz orman tahsis izinlerini acilen iptal edin ve bu katliama son verin.”

KÜLTÜR VE TURİZM BAKANLIĞI’NA SESLENİYORUZ:

“Künk Tepe’deki 1.derece sit alanının maden alanı içinde bırakılmasına nasıl göz yumuyorsunuz?

Arkeolojik varlıklarımızın göz göre göre yok edilmesine nasıl izin veriyorsunuz? Cengiz Holding’in kazancı binlerce yıllık değerlerimizden daha mı önemli? Ruhsat alanı içi ve yakınlarında yer alan önemli kültürel ve arkeolojik varlıklarımızın zarar görmeyeceğine dair verdiğiniz görüşten vazgeçin ve görevinizi yaparak bu değerlerimizi koruyun.”

MADEN VE PETROL İŞLERİ GENEL MÜDÜRLÜĞÜ’NE SESLENİYORUZ:

“Maden işletme projesi, revize proje ve ÇED raporunda yer alan birbirinden farklı ve çelişkili ve usulsüzlüklerle dolu projeye nasıl işletme izini verdiniz? Revize işletme projesi ile ÇED raporunu karşılaştıracak uzmanınız yok mu? Yoksa bilerek mi göz yumuyorsunuz?

Verdiğiniz işletme ruhsatı ve işletme izinlerini acilen iptal edin!”

ÇANAKKALE VALİLİĞİ’NE SESLENİYORUZ:

“Mülkiyet izinleri tamamlanmadan, haklarını korumakla yükümlü olduğunuz köylülerin tarlalarını gasp ederek tarım alanlarına çöken, ormanları yok eden, yöre halkı susuzluktan kıvranırken halkın su kaynaklarına el koyan şirkete nasıl Gayri Sıhhi Müessese İzni ve İşyeri Açma ve Çalışma Ruhsatı verdiniz? Hiç vicdanınız sızlamadı mı? Sizin göreviniz köylüyü, vatandaşı korumak değil mi?

Verdiğiniz izin ve ruhsatları acilen iptal edin!.”

Projenin durdurulması için durmayacağız!

Bölge halkı ve ekoloji örgütleri, ağaç kesimlerinin durdurulması, iş makinalarının alandan çekilmesi ve projenin iptali için mücadelenin sürdürüleceğini, işletme izninin, orman tahsis izinlerinin, Gayri Sıhhi Müessese İzni ve 1. Sınıf İşyeri Açma ve Çalışma Ruhsatının, kamulaştırma kararlarının iptali için yeni hukuki süreçleri başlatacaklarını; bu usulsüzlüklere göz yuman ve izin veren tüm kişi ve kurumlar için suç duyurusunda bulunacaklarını kaydetti:

“Yerli ve çokuluslu maden şirketlerine tüm yeraltı kaynaklarını peşkeş çeken ve Kazdağları’nın yüzde 79’unu, ülkemizin yüzde 60’ını maden alanı haline getiren, rantı ve karı şirketlere, zararı ve riski halka yükleyen gerici ve işbirlikçi AKP iktidarının uyguladığı madencilik politikalarına karşı ülkemizin her karış toprağını, havasını, suyunu, ormanlarını korumaya devam edeceğiz.

Geri dönüşü mümkün olmayan ekolojik tahribatlara ve ekokırıma yol açacak Halilağa Altın Bakır Madeni Projesi’nin ve tüm diğer projelerin iptal edilmesi için sonuna karar mücadele edeceğiz.”

Açıklamada bugüne dek verilen hukuki ve saha mücadeleleri de özetlendi.

Ankara ve İstanbul’da eş zamanlı eylemler

Cengiz Holding’in altın-gümüş madeni için Kazdağları’nda başlattığı katliama karşı Hacıbekirler Köyü’ne gidemeyenler Ankara ve İstanbul’da bir araya geldi.

ANKARA

Ankara’da Sakarya Caddesi’nde yapılan eylemde “Kazdağları için Ses Ver” pankartı açıldı, orman kesiminin acilen durdurulması, maden projesinin iptal edilmesi talep edildi.

İnsan Hakları Derneği (İHD) Ekoloji Meclisi’nden Tuğba Kahraman, hukuki süreç devam etmesine rağmen orman kıyımına başlandığına dikkat çektiği konuşmasında şunları söyledi:

“5 bin 200 dönümlük ormanlık alanda yüzbinlerce ağaç ve içindeki tüm canlıları ile birlikte çok büyük bir orman ekosistemi tehdit altında. Eğer bu yıkım projesi gerçekleşirse Kazdağları ekosistemi geri dönüşü olmayacak şekilde zarar görecek. Proje kapsamında 3 köy, onlarca verimli tarım alanı haritadan silinecek. 55 köyün su kaynağı, Kocabaş Çayı’nın suları maden projesine tahsis edilecek. Madenin yaratacağı kirlilik Bayramiç ve Ezine tarım alanlarını, yaşam alanlarını yüzyıllarca tehdit edecek.”

Ekoloji ve iklim aktivisti, Temiz Hava Hakkı Platformu Koordinatörü Deniz Gümüşel ise, Çevre, Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanlığı’na ve Orman Bakanlığı’na çağrıda bulundu:  “Acilen bu katliamı durdurun. Bu hukuksuzluğa neden göz yumuyorsunuz? Maden projesiyle yok edilmek istenen alan 1’inci Derece arkeolojik sit alanlarının da olduğu bir bölgedir.”

Gümüşel, “Dağlarımızı, ormanlarımızı, nefesimizi gasp etmeye çalışan Cengiz Holding sana sesleniyoruz; Katil Cengiz, Kazdağları’ndan defol” dedi.

İSTANBUL

Kazdağları Büyük Buluşması’na İstanbul’dan da destek verildi. Kadıköy‘de yaşam ve doğa savunucuları altın madenleri için kesilen ağaçlar, yerinden edilen tüm türler adına daha fazlası olmasın taleplerini haykırdı; Kazdağları’nda yaşayanlar ve burada mücadele eden ekoloji örgütlerine dayanışma mesajlarını iletti.

Tanrı ve şiddet

“Kültür, Tanrı’nın seküler adıdır.” [1]

Din, “şeyleşme”nin esin kaynaklarından biridir. [2]

“Tanrılar göklerden aşağı indirildiklerinde, kutsal olan dünyaya akar; bireyi tüm dünyevi erdemlerden ayırır; [Bu da] insan ile ici bas (yeryüzü) dünyası arasında onu eskiden au-delà’dan (aşkın) ayıran uçurumdan çok daha büyük bir uçurum yaratır.” [3]

***

Gökyüzü adına konuşan Tanrı (= ya da kutsal kitabı, peygamberi ve tapınağı olan örgütlenmiş din) yeryüzü’nü devletlere bölerek ve sahiplileştirdiği bu toplama dünya adını vererek hem gökyüzüne (= yüceye) ihanet etmiş hem de krallığını ilan ederek hükmetmeyi seçmiştir. – Evet, düzenli ordu kuran her devletli toplumsallığın tasarımında “şiddet” vardır: Her devlet, şiddete karşı şiddet örgütlenmesidir. Şiddet, ötekinin kendisini temsil etmek istemesinin reddi olarak tezahür eder. Şiddet, insanın düşman ihtiyacının cisimleşmiş itirafıdır.

Tanrı insana, insan da şiddete içkindir. [4][5]

Hareketli ve hareketsiz diğer canlı türlerinde Tanrı (ihtiyacı) zuhur etmemiştir, – tanrıları, kutsal kitapları, peygamberleri, tapınakları, tapınılma çağrıları ve tapınma arzuları yoktur.

İnsan, düşleme, düşünme, eyleme ve örgütlenme özelliklerini onların tanrısı olmak üzerinden kurgulamıştır.

Böylece:

Sahipsiz gökyüzü sahipli, hükmetme ve hükmedilme ilişkisi de “normal”leşerek dünya’sallaşmış ve ilk büyük örgütlü, hiyerarşik, kitlesel “yıkıcı yaratıcılık” eylemi gerçekleşmiştir.

Çünkü:

“Tanrı, şiddetin o kötü içkinliğini bizzat ‘hazmederek’ iyi aşkınlığa, yani kendi tözüne dönüştürmektedir.” [6]

Bu yüzden:

Aşağıdan yukarıya kurulan en örgütlü, hiyerarşik, kitlesel, tasarlanan olmak için tasarlayan olmaktan vaz geçme eylemi Tanrı Krallığı’dır.

Çünkü:

Tanrı, oybirliğine dayalı “şiddet” aracılığıyla oluşmuş, alkışlarla örgütlenmiş, bayramlarla yüceltilmiş ve secde edilerek kutsanmıştır. [7]

Çünkü:

“Arkaik biçimiyle mitik şiddet, Tanrıların en saf tezahürüdür. Mitik şiddet Tanrıların amaçlarına hizmet eden bir araç ya da iradelerinin tecellisi olmayıp öncelikle onların varlıklarının bir tezahürüdür. (…) Kutsal infazın alameti ve mührü olan, ama asla aracı olmayan ilahi şiddet ise, hükmeden şiddet olarak adlandırılabilir.” [8] – Evet, Tanrı (= ya da kutsal kitabı ve peygamberi olan örgütlenmiş din) sürekli şiddet üreten hükmetme ve hükmedilme ilişkisinin en kapsamlı ifadesidir (= tezahürüdür).

Çünkü:

“İlahi şiddetin amacı hukuksal bir yaptırım ya da düzen değil, aksine kurbandır.” [9]

Evet, altı çizilmesi gereken basit çıplak gerçek budur:

“İlahi şiddetin amacı hukuksal bir yaptırım ya da düzen değil, aksine kurbandır.”

Kurban ise gökyüzüne verilen rüşvettir. [10]

Ya da:

Kurban olma ve kurban etme, kendisini inkâr etmenin; kendisine ihaneti bilerek, isteyerek, sevinerek, secde ederek seçmenin en eski, en kitlesel, en örgütlü, en kanlı ve en seyirlik biçimidir.

Bu yüzden:

“Dine karşı mücadele (…) dolaylı olarak manevi aroması din olan bu dünyaya karşı mücadeledir.” [11]

***

“Suç” işlemeye cüret ve cesaret eden soru ise şudur:

Tanrı (varsayımı) ne tip bir dışlanmışlığın [= ya da tamamlan(a)mamışlığın] tezahürüdür? [12][13][14]

*

[1] Eagleton, T., “Tanrı’nın Ölümü ve Kültür”, s. 109.
[2] Esin kaynağı için bkz.: Bewes, T., “Şeyleşme: Geç Kapitalizmde Endişe”, s. 284.
[3] Rene Girard’dan aktaran Bewes, T., “Şeyleşme: Geç Kapitalizmde Endişe“, s. 241.
[4] Bir başka yüklü ve yükümlü soruyu da not edelim: “İnsanları bir arada tutan nedir?” Bu soruya Wolfgang Sofsky, çalışmanın, ortaklığın ya da yoldaşlığın değil şiddetin bir arada tuttuğu cevabını veriyor. Aktaran Çelebi, A., Şiddete Karşı Siyaset Hakkı: Şiddetin Eleştirisi Üzerine, s. 259.
[5] Zeynep Direk ise örgütlenmiş şiddete “zorunlu askerlik”i örnekleyerek işaret ediyor: “Militarist şiddetin amacı, evrensel bir biçimde tüm yurttaşları yasaya boyun eğmeye zorlamak, örneğin türdeşliği, yani milli bir kimliğe dayalı bir vatandaşlık anlayışını tüm yurttaşlara dayatmak gibi hukuksal bir amaçtır. Bu hukuksal amacın gerektirdiği şiddeti uygulamanın koşullarından biri de ‘zorunlu askerlik’tir. “Yasa, Adalet ve Siyaset: Şiddetin Eleştirisi Üzerine”, s. 227” – Evet, “zorunlu askerlik” ya da “düzenli ordu” insanın şiddete kayıtlı olduğunun hem en cisimleşmiş ifadesi hem de en inkâr edilemez biçimde “ölüm severlik” tercihinin doğrulanmasıdır. Bu da bizi cins, ırk, dil ve dinin içerisinden geçerek taşan, ölüm severliğin karakterize ettiği en kitlesel, en örgütlü ve en hain yeni bir insan türü üzerine düşünmeye çağırır. Böylece, dünya’nın göklerinde dalgalanan “zorunlu askerlik” ya da “düzenli ordu” bayrağı için “insanın kendisinin kendisine ihaneti” olarak söz etmeye başlayabilir, kendimize sadık kalma çabası olarak da bu durumu “niceliksel benlikler” ya da “müteşebbis+hissedar+müşteriler” toplamı olarak adlandırmayı önerebiliriz.
[6] Girard, R.,Şiddet ve Kutsal”, s. 384.
[7] Girard, R., “Şiddet ve Kutsal”, s. 204. Cümlenin aslı şöyle: “Tanrı, oybirliğine dayalı şiddet aracılığıyla oluşmaktadır.”
[8] Benjamin, W., “Şiddetin Eleştirisi Üzerine”, s. 35, 42.
[9] Derin, Ö.,Başkası ve Şiddet; Walter Benjamin: Yasa Şiddetinden Mesiyanik Şiddete; Başkalık ve Barbarlık”. s. 73.
[10] Eagleton, T.,Radikal Kurban”, s. 19.
Bu da bizi bir aşağılama ve aşağılamayı benimseme biçimi olan “rüşvet alan/veren ilişkisi”ne götürür, ama konuyu dağıtmayalım.
[11] Karl Marx’tan aktaran Bewes, T., “Şeyleşme: Geç Kapitalizmde Endişe”, s. 181.
[12] Todd McGowan’dan esinlenerek bir cevap aktaralım: Tanrı (varsayımı), bir yoksunluk itirafıdır. Kapitalizmin Ruhsal Bedeli Nedir?, s. 201.
[13] Timothy Bewes’ten esinlenerek iki cevap daha aktaralım: Tanrı (varsayımı), “hakikatsiz kalma” endişesidir. “Şeyleşme: Geç Kapitalizmde Endişe”, s. 186. – Bu denemede tüm hareketli ve hareketsiz canlı türlerinin kayıtlı olduğu yeryüzü’nü “hakikat mekânı”, canlı türlerini yok ederek varlığını sürdüren dünya’yı ise “hakikatin yok ediliş mekânı” olarak ele aldığımızı belirterek ilerleyelim.
İkinci cevap ise şöyle: Yazar, Hannah Arendt’i arkalayarak “tek başına (solitude)” ve “yalnızlık (Ioneliness)” ayrımı yaparak düşünmenin tek başınalığı seçenlere özgü bir özellik olduğunu belirtir: “…her tür düşünme edimi tek başınayken gerçekleştirilir ve [bu edim] benimle kendim arasındaki bir diyalogdur (s. 202)” – Evet, Tanrı (varsayımı), yalnızlara özgüdür ve bu bir “adına konuşma” ile “adına konuşulmasına rıza gösterme”, “tapınılma isteği” ile “tapınmayı bilerek, isteyerek benimseme” ya da “düşüncenin efendisi değil kölesi olma” örgütlenmesidir.
[14] Yeni İnsan Yayınevi tarafından yayımlanacak olan “Çok Kalpli Asi” adlı deneme kitabından bir bölüm.

 

 

 

 

Açık Radyo, artık ‘Apaçık’

“Kâinatın tüm seslerine, renklerine ve titreşimlerine açık” Apaçık Radyo yüzlerce gönüllü programcısı ile çevre ve iklim mücadelesinden halk sağlığına, toplumsal cinsiyet eşitliğinden çok-kültürlülüğe Türkiye’den ve dünyadan son gelişmeleri, haberleri ve analizleri, ayrıca dünyanın tüm müzik çeşitlerini aktarmak üzere yayında olacak.

11 Kasım’da programlar başlıyor

Apaçık Radyo’dan dinleyicilerine yapılan açıklama şöyle:

“İște, o gün geldi!

8 Kasım 2024 tarihinde Apaçık Radyo’nun internet üzerinden yayını başlıyor!

Ayrılık hepimiz için çok uzun sürdü, farkındayız! Şimdi kendimizi tam 30 yıl önce Neşet Ertaş’tan “Kendim ettim kendim buldum” türküsü eşliğinde kâinatın en önemli haberi olarak Açık Radyo’nun açılmasını konuştuğumuz ilk Açık Gazete’deki gibi heyecanlı hissediyoruz. Heyecanımızı biraz olsun kontrol altına almanın yolu: İlk günkü gibi “dorukta dayanışma, güleryüz, hoşgörü ve olağanüstü performans!”

Bizi www.apacikradyo.com.tr adresindeki web sitemizden dinleyebilirsiniz!

Hadi bulunduğunuz her yerde radyonuzun sesini açın!”

Yeşil NoktaRTÜK Açık Radyo’nun lisansını iptal etti, karara tepki yağıyor: Yeter artık!
Yeşil NoktaAçık Radyo’nun karasal yayını kesildi: Tophane’de buluşma çağrısı
Yeşil NoktaAçık Radyo candır, canımızı sıkmayın!
Yeşil NoktaBasın ve ifade özgürlüğü örgütlerinden Açık Radyo’nun lisans iptaline kınama
Yeşil NoktaAçık Radyo’ya açık destek: Biz halklar korkudan daha büyüğüz
Yeşil Noktaİklim ve ekoloji örgütlerinden ortak mesaj: Açık Radyo açık kalsın
Yeşil NoktaAçık Radyo’suz olmaz!
Yeşil Noktaİklim aktivisti Greta Thunberg, Açık Radyo’ya destek için Türkiye’ye geldi
Yeşil NoktaGüzelliğe, iyiliğe açık kalmak için Açık Radyo
Yeşil NoktaAçık Radyo’dan mesaj var: Buradayız, hazırız, neşemiz daim!