Ana Sayfa Blog Sayfa 91

Yazarlar ve sanatçılardan hayvan katli yasasına tepki: Onlar yoksa eksiğiz

Adalet ve Kalkınma Partisi‘nin (AKP) sokakta yaşayan hayvanların toplatılarak katledilmesi için Meclis‘e sunduğu yasa tasarısına karşı tepkiler her geçen gün büyüyor.

Hayvanları Koruma Kanunu‘nda yapılması teklif edilen değişikliğe karşı mitingler ve protestolar düzenlendi, imza kampanyaları başlatıldı. İstanbul, Ankara ve Antalya‘da hak aktivistlerinin eylemleri devam ediyor.

‣ Sokakta yaşayan hayvanlar için yasa teklifi yazılıyor: Hasta ve rehabilite edilemeyenler öldürülecek
Hayvan hakları savunucuları Beşiktaş’da taşlı saldırıya uğradı
Türkiye’nin dört bir yanından binlerce hayvan hakları savunucusu seslendi: Toplayamazsın, öldüremezsin!
Hak savunucularından vekillere çağrı: Hayvanların ve yaşamın yanında olun!

158 yazar ve sanatçı da sokakta yaşayan hayvanların yaşam hakkını savunmak için sokakta yaşayan hayvanlar olmadan eksik olduklarını belirten ortak bir açıklama yaptı:

Diğer canlılara yönelik şiddetin aldığı son biçim, sahiplenilmeyen sokak hayvanlarını katletmek için çıkartılması düşünülen yasa. Bu katliam girişimi, toplumun içinde kavrulduğu şiddet sarmalından ayrı düşünülmemeli.

Devletin görevi, kentlerin, mahallelerin bizimle aynı haklara sahip sakinleri olan sokak hayvanlarını öldürmek ya da zulüm görecekleri barınaklara hapsetmek değil, özgür biçimde şiddetten korunarak yaşamalarını sağlamak olmalı.

Sanatçılar ve yazarlar olarak ‘toplayamazsın hapsedemezsin, öldüremezsin’ diyen sese sesimizi katıyoruz. Sokak hayvanlarının yaşam haklarını korumak; sağlıklı, mutlu, özgür yaşamalarını sağlamak için yaratılacak her türlü kamusal çözümün parçası olmaya hazır olduğumuzu belirtiyoruz.

Dünyada birbirimizi tamamlıyoruz. Onlar yoksa eksiğiz.

İmzalar:

Abidin Parıltı, Adnan Özyalçıner, Afşin Kum, Ahmet Erkam Saraç, Ahmet Ümit, Algan Sezgintüredi, Ali Erkan Güneri, Alper Canıgüz, Altay Öktem, Arlin Çiçekçi, Aslı Ilgın Kopuz, Aslı Tohumcu, Aybike Ertürk, Ayfer Tunç, Aylin Balboa, Ayşe Kaygusuz Şimşek, Ayşe Kulin, Ayşe Övür, Ayşe Sarısayın, Ayşegül Devecioğlu, Ayşen Şahin, Baran Güzel, Başak Canda, Başak Saçlıoğlu, Başar Başarır, Başar Yılmaz, Bedia Ceylan Güzelce, Belgin Bıyıkoğlu, Bilal Acarözmen, Bilal Kayabay, Birgül Oğuz, Birhan Keskin, Buket Uzuner, Burcu Aktaş, Burhan Sönmez, Bülent Ayyıldız, Bülent Güldal, Bülent Tekin, Celal Polat, Cemile Çakır, Cihan Oğuz, Defne Suman, Demet Duyuler Doğan, Deniz Durukan, Deniz Yüce Başarır, Derya Sönmez, Dilruba Nuray Erenler, Doğu Yücel, Elçin Poyrazlar, Elif Burcu Özkan, Elif Sofya, Erkut Erdoğan, Ertan Meyan, Fatih Gezer, Fatma Işık, Fatma Nur Kaplanoğlu, Feride Çiçekoğlu, Figen Alkaç, Figen Şakacı, Fuat Sevimay, Gaye Boralıoğlu, Gonca Özmen, Göksel Bekmezci, Gülser Han Akkaş, Gün Zileli, Gündüz Vassaf, Gürsel Korat, Haden Öz, Hakan Akdoğan, Hakan Bıçakçı, Hakan Kizir, Hakan Kökçü, Hakan Yaman, Handan Tan, Hande Baba, Hande Ortaç, Harun Yiğit, Hasan Aydın, Hatice Saniye Örtlek, Haydar Ergülen, Hicri İzgören, İkbal Kaynar, İnci Aral, İnci Ponat, İrem Uzunhasanoğlu, İsmail Güzelsoy, Işın Güner Tuzcular, Jaklin Çelik, Kamil Tekin Sürek, Latife Tekin, M. Mahzun Doğan, Mahir Ünsal Eriş, Mazhar Alpman, Mehmet Ali Güner, Mehmet Bilal Dede, Mehmet Dağ, Mehmet Özceylan, Mehmet Rayman, Mehmet Said Aydın, Mehmet Zaman Saçlıoğlu, Melike İlgün, Melike Koçak, Menekşe Toprak, Metin Fındıkçı, Mevsim Yenice, Mihrap Aydın, Mine Soysal, Murat Türkeş, Murat Gülsoy, Murat Özyaşar, Murat Uyurkulak, Murat Yalçın, Mustafa Köz, Murathan Mungan, Müesser Yeniay, Müge İplikçi, Müren Beykan, Nalan Çelik, Neslihan Önderoğlu, Nurhan Suerdem, Orhan Pamuk, Oya Baydar, Oya Uysal, Oylum Yılmaz Eriş, Ömer Faruk, Özer Akdemir, Özge Doğar, Özgün Enver Bulut, Özlem Akıncı, Rahmi Emeç, Rıdvan Hatun, Salih Öztürk, Selcan Peksan, Sema Kaygusuz, Seray Şahiner, Sevim Erdoğan, Sezer Ayvaz Ateş, Sibel Oral, Sinem Sal, Suzan Kuyumcu, Şebnem İşigüzel, Şerif Temurtaş, Tomris Özden, Tuğçe Yerdelen, Turgay Kantürk, Turgut Üzüm, Tülin Dursun, Uğur Olgar, Ulviye Alpay, Ümit Kıvanç, Vahit Uysal, Vecdi Sayar, Yasemin Göksu, Yasemin Özek, Yavuz Ekinci, Yusuf Aksoy, Zeynep Ezmen, Zeynep Göğüş, Zeynep Kaçar, Zeynep Oral, Zülfü Livaneli.

 

Avrupa’yı canlandıracak Doğa Restorasyon Yasası onaylandı

Avrupa Birliği (AB), dün (17 Haziran) gerçekleştirilen bir oylamada biyolojik çeşitliliği yeniden canlandırabilecek Doğa Restorasyon Yasası‘nı onayladı.

AB Biyoçeşitlilik Stratejisi kapsamında düzenlenen Doğa Restorasyon Yasası’nın kıta genelinde bozulmuş ekosistemlerin onarılması, biyolojik çeşitliliğin canlandırılması ve Paris Anlaşması kapsamında taahhüt edilen küresel ısınmayı 1,5 derece ile sınırlandırma hedefini desteklemesi bekleniyor.

‘En kapsamlı restorasyon yasası’

Avrupa Komisyonu, özellikle karbon yakalama ve depolama potansiyeli en yüksek ekosistemlerin onarılması ve afet risklerinin önlenmesi için hazırlanan yasayı kıta genelindeki en kapsamlı yasa olarak sunuyor.

Avrupa Komisyonu’nun çevre bakanı Alain Maron, yasanın onaylanması üzerine “AB Konseyi, Avrupa’nın doğasını yeniden canlandırarak biyolojik çeşitliliği ve Avrupa vatandaşlarının yaşam ortamını korumayı seçiyor” dedi.

EuroNews kaynaklarının aktardığına göre çevre örgütü yasanın onaylanmasını kutlarken küresel çevre kuruluşu Nature Conservancy (Doğa Koruma)’den Noor Yafai, “uluslararası iklim ve biyolojik çeşitlilik hedeflerini uygulama çabaları için hayati bir destek” olarak değerlendirdiği yasanın hem kamu yatırımlarının hem de özel yatırımların önünü açacağını söyledi.

‣ Tarihi öneme sahip Doğa Restorasyon Yasası, Avrupa Parlamentosu’nda kabul edildi

EPP ve muhafazakarlar itiraz etmişti

Doğa Restorasyon Yasası, ilk olarak 22 Haziran 2022’de önerildi. 2022 yılının sonunda Kanada-Montreal’de düzenlenen Birleşmiş Milletler Biyoçeşitlilik Konferansı‘nda (COP15) 2030 yılına kadar dünyanın bozulmuş ekosistemlerinin yüzde 30’unun onarılması taahhüt edilmesiyle yasa tasarısı büyük bir ivme kazandı.

Ancak Avrupa Halk Partisi (EPP) ve parlamentonun diğer muhafazakar partileri yasanın çiftçilerin geçim kaynaklarını tehdit edeceğini, gıda üretimini azaltacağını ve gıda fiyatlarını artıracağını öne sürerek yasa önerisini durdurdu. Bazı muhafazakar temsilcilerin yasa lehine oy kullanmasıyla 2023 Kasım’ında geçici bir anlaşmaya varıldı.

Son dönemlerde Avrupa’da çıkan çiftçi protestolarında gıda üretiminin zarar göreceği gerekçesiyle restorasyon yasasına karşı çıkıldı. Yeşil geçişe desteğin eksik olduğunu söyleyen çiftçiler, çevresel düzenlemelerin maliyetleri artırırken çevreyi korumanın ve gıda üretimini artırmanın çelişkili olduğuna dikkat çekti.

‣ ‘Doğa Restorasyonu Yasası’ AP’deki sağcı vekillerin engeline takıldı
Avrupa Komisyonu, Doğa Restorasyon Yasası’nı bilinmeyen bir tarihe erteledi 

Avusturya’dan karar değişikliği

Dünkü oylamada Avusturya temsilcisinin ülkesindeki muhafazakar koalisyonun kararına aykırı bir şekilde yasayı desteklemesiyle restorasyon yasası onaylandı.

Avusturya iklim bakanı Leonore Gewessler, kararıyla ilgili “Bu konuda Avusturya’da muhalefetle karşılaşacağımı biliyorum ama bu yasayı çıkarma zamanının geldiğine inanıyorum. Bu yasa iklim değişikliği ile mücadelede kilit öneme sahip” şeklinde açıklama yaptı. Avusturya federal şansölyesi Karl Nehammer ise bakanın kararının meşru olmadığını ve restorasyon yasası için onay vermediğini söyledi.

Finlandiya, İtalya, Hollanda, Polonya ve İsveç yasanın aleyhine oy kullanırken Belçika çekimser kaldı.

2050 yılına kadar tüm ekosistemler onarılacak

AB genelinde arazilerin yüzde 81’i bozulmuş durumda. Restorasyon yasası, AB’nin bozulmuş kara ve deniz ekosistemlerinin en az yüzde 20’sini 2030 yılına kadar onarmayı hedefliyor. 2050 yılına kadar ise tüm bozulmuş ekosistemler yenilenecek. 

  • Habitat restorasyonu kapsamında biyolojik çeşitliliği artırmak, habitatları geliştirmek ve türleri geri getirmek için sulak alanlar, ormanlar ve çayırlar işlevsel hale getirilecek
  • Orman restorasyonları ile orman bağlantıları, yaygın orman kuşu türleri ve organik karbon stokları artırılacak
  • Tozlaştırıcı böceklerin azalışına karşı önlemler alınacak
  • Kentsel ekosistemlerdeki yeşil alan kayıpları 2030 yılına kadar sıfırlanacak, 2050 yılına kadar ise artırılacak
  • Tarımsal arazilerde organik karbon artırılacak ve verimsiz arazilerin restorasyonu sağlanacak
  • Yunuslar, köpek balıkları ve deniz kuşları gibi deniz türlerinin habitatları onarılacak
  • 2030 yılına kadar en az 25 bin kilometre nehrin serbest akışı sağlanacak

Yasanın onaylanmasıyla birlikte 2030 yılına kadar üye devletlerin bozulmuş arazilerinin yüzde 30’unu onarması gerekiyor. Bu oran 2040 yılına kadar yüzde 60’a, 2050 yılına kadar ise yüzde 90’a çıkacak. Komisyon, 2033 yılında yasanın etkisi üzerine bir değerlendirme yapacak.

[İklim Masası] Aşırı sağın iklim şüpheciliği ve iklim gündeminin geleceği

6-9 Haziran tarihlerinde gerçekleştirilen Avrupa Birliği Parlamentosu seçimlerinde 27 ülkeden 720 temsilci seçildi.

Aşırı sağ partilerin koltuklarındaki artış Almanya ve Fransa başta olmak üzere birçok ülkede endişelere yol açtı. Fransa’da aşırı sağcı Kimlik ve Demokrasi Partisi (ID), Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron‘un Rönesans Partisi‘ni geride bırakınca Macron, meclisi feshetme kararı alarak erken seçim duyurusu yaptı.

Almanya’da ise aşırı sağcı Almanya için Alternatif Partisi (AfD), altı koltuk daha kazanarak 15 milletvekili ile seçimi tamamladı. Böylece Şansölye Olaf Scholz‘un Sosyal Demokrat Partisi‘ni (SPD) geride bırakarak seçimi ikinci sırada tamamladı.

İklim şüpheciliği ile tanınan aşırı sağın yükselişinin iklim değişikliği politikalarını nasıl etkileyeceği üzerineyse birçok farklı görüş var.

Avrupa Parlamentosu seçim sonuçları: Aşırı sağ yükseldi, iklim gündemi tehlikede mi?

Aşırı sağ ve iklim değişikliği şüpheciliği

Aşırı sağın iklim değişikliği şüpheciliği yeni bir mesele değil ancak son dönemlere kadar bu mesele, göç veya kanun ve nizama dair konuları tartışmak kadar gündemde yer almıyordu.

2018 yılında Fridays for Future hareketiyle birlikte iklim değişikliği gündemde daha fazla yer almasıyla iklim konusu aşırı sağın da dikkatini çekti. Peki aşırı sağ partiler iklim değişikliğine nasıl yaklaşıyor?

Araştırmalara göre popülistler ve milliyetçiler, küresel iklim değişikliği politikalarını ‘yaşam tarzına bir müdahale’ olarak yorumluyor ve iklim değişikliği gündemini siyasi elitlerin yönlendirdiğini düşünüyor.

Bazı uzmanlar aşırı sağın iklim şüpheciliğinin iklim politikalarını derinden etkilemeyecek bir seviyede olduğunu söylüyor. Seçim döneminde seçmenler arasında yapılan anket çalışmaları, halkın hala iklim konusunda endişeli olduğunu gösterirken iklim şüphecileri azınlıkta kalıyor.

Ancak konu ekonomi politikaları, vergiler veya fiyat artışı olduğunda iklim değişikliğine yaklaşımlarda fikir ayrılıkları ortaya çıkıyor.

Avrupa’nın popülist partileri ve iklim politikaları üzerine çalışan Salzburg Üniversitesi öğretim üyesi Robert A. Huber, iklim politikalarının ve iklim değişikliğinin yol açtığı eşitsizliklere dikkat çekerek iklim şüpheciliğine aktif olarak karşı çıkmak gerektiğine dikkat çekiyor.

Aşırı sağın yükselişi iklim değişikliği endişelerini değiştirebilir mi?
Avrupa Parlamentosu seçimleri: ‘Demokrasi’ tükeniyor mu?

İklim politikaları kültürel bir baskı olarak görülebiliyor

Huber, göç dışındaki kültürel konuların siyasileşmesine bütüncül olarak yaklaşmamız gerektiğini söyleyerek iklim değişikliği politikalarının yalnızca siyasi değil, kültürel boyutuna da değiniyor.

Örneğin veganlık tartışmaları iklim değişikliği politikaları ile birlikte sunuluyor ve özellikle et ağırlıklı beslenme kültürüne sahip ülkelerde veganlıktan bahsetmek yaşam tarzına bir müdahale olarak algılanabiliyor.

Bazı gruplar, iklim değişikliği nedeniyle geleneksel yaşam tarzları üzerinde bir baskı hissediyor. Bu kişiler ne tür araba kullanacaklarına, ne yiyeceklerine veya nasıl yaşayacaklarına dair tartışmalara da şüpheyle yaklaşıyor.

İklim politikalarının kazananları ve kaybedenleri

Elbette iklim politikaları yalnızca kültürel değişimlerle ilgili değil. İklim politikalarının sonucunda özellikle düşük vasıflı imalat işçileri, mesleklerini  ve işlerini kaybetme tehlikesi altında. Bu nedenle özellikle iklim politikalarının olumsuz sonuçlarından en ağır şekilde etkilenen kesimin de aşırı sağcılar arasında yer aldığı görülüyor.

Karbon vergisinin daha düşük gelirli grupları olumsuz etkilemesiyle ortaya çıkan Fransa’daki sarı yelekliler hareketi de bunun bir örneğiydi. İklim değişikliği politikalarının ekonomik zararı halkın omuzlarına yüklenirken büyük şirketler artan vergilerden muaf tutulmuştu.

Benzer şekilde emisyonları azaltmak ve çevreyi korumak için tasarlanan politikalar Avrupa’da geniş çaplı çiftçi protestolarına yol açtı. İklim değişikliği politikalarını destekleyen siyasetçiler bunu iklim nötr olmak için ödenmesi gereken bir bedel olarak görürken aşırı sağcı politikacılar çiftçilere ‘güvenlik ve istikrar’ vaatlerinde bulundu.

Avrupa’daki çiftçi protestolarının iklim kriziyle nasıl bir ilişkisi var?

Tüm politikalar gibi iklim politikalarının da kazananları ve kaybedenleri var. Huber, yeşil sektörler desteklenirken kömür sektörü gibi iklim değişikliği politikalarından zarar görecek sektörlerde çalışan insanlara ne olacağı konusunda da düşünmek gerektiğini söylüyor. Şirketlere vergi muafiyeti sağlamak ise etkili ve adil bir yol değil.

Emisyonlar da eşit değil

İklim değişikliği politikalarının maliyeti ve bu maliyetin dağılımı konusundaki tek eşitsizlik sektörler arasında değil. Ülkeler arasında da tarihsel sorumluluk ve emisyon miktarı konusunda eşitsizlikler var.

Tarihsel sorumluluk erken sanayileşmiş Batı ülkelerinin üzerindeyken tarihsel sorumluluğu daha az olan Hindistan ve Çin gibi ülkeler bugün yüksek emisyonları ile dikkat çekiyor. Emisyonlar konusunda kimin harekete geçmesi gerektiği, kimin harekete geçecek güçte olduğu gibi konular ise bir diğer tartışma alanı.

Fotoğraf: Katrin Baumann

Halkın katılımı faydalı olabilir

İklim politikaları ile çevre koruma politikalarının aynı şeyi ifade etmediğini söyleyen Huber, iklim değişikliğinin küresel ve soyut bir kavram olmasının popülistlerin ve milliyetçilerin şüpheci yaklaşımlarında etkili olduğuna dikkat çekiyor.

Diğer yandan milliyetçiliğin farklı grupların arasındaki ilişkilere odaklanması, iklim politikalarının küreselliği ile örtüşmüyor. Popülistler ise uluslararası iklim politikası tartışmalarına şüpheyle yaklaşıyor.

Huber, henüz bu konuda yeterli çalışma olmasa da iklim değişikliği üzerine karar alma süreçlerine vatandaşların katılımını sağlamanın olumlu sonuçlar doğurabileceğini savunuyor.

Macron’un sarı yeleklilerin protestolarına karşı kurduğu vatandaş meclisi buna bir örnek olabilir. Meclislerin radikal düşünceleri dönüştürme potansiyeli tartışmalı olsa da arada kalan kararsız kesime görüşlerinin ve ihtiyaçlarının politikacılar için önemli olduğu mesajını vermek önemli.

İklim şüpheciliğine nasıl yanıt verilmeli?

Huber, partilerin iklim şüpheciliğine nasıl yanıt vereceği üzerine de farklı seçenekler olduğunu söylüyor. Bunlardan bazıları iklim şüphecilerini görmezden gelmek veya oy kaybetmemek için seçmenlerin pozisyonlarını benimsemek. Ancak bu seçeneklerin iklim şüpheciliğini meşrulaştıracağına dikkat çeken Huber, şüphecilikle yüzleşmenin en iyi seçenek olduğunu söylüyor.

“İklim şüphecisi olunması veya siyasi seçkinlerin bu konunun önemli olmadığı mesajı vermesi vatandaşları iklim eylemi konusunda ikna etmeyi çok zorlaştırıyor” diyen Huber, şüpheciliğe aktif bir şekilde karşı çıkmanın önemini vurguluyor.

‘Aşırı sağ iklim politikalarını zayıflatacak durumda değil’

Parlamento seçimlerine geri dönecek olursak iklim eylemine en çok karşı çıkan parti grubu olan aşırı sağ yükselişte. Ancak bu yükselişteki en önemli etmenin iklim karşıtı politikaları olduğunu söylemek zor. Diğer yandan iklim politikalarında öncü olarak gösterilen Avrupa’da iklim şüphecilerinin sayısı oldukça az.

Birçok insan iklim değişikliğinin gerçek olduğu görüşünde. Ancak iklim değişikliği politikaları kapsamında yapılan vergi veya fiyat artışı gibi tartışmalarda iklim değişikliği konusunda görüş ayrılıkları yaşanıyor.

Aşırı sağ ve aşırı sol partilerin iklim değişikliğine karşı tutumlarını inceleyen Huber, iklim şüpheciliğinin aşırı sağda daha yaygın olduğunu ancak kısa vadede aşırı sağ veya aşırı solun Avrupa iklim politikalarını zayıflatacak durumda olmadığını söylüyor.

[Yeşil Gazete Karadeniz’de] Birleşik Krallık’ta çıkarılacak kötü kaliteli kömürün adresi Zonguldak

Haber: Mustafa ÖZDEMİR

*

2015’te yeraltı kömür ocaklarını kapatan Birleşik Krallık‘ta bir şirketin açmak istediği yeraltı madeninden çıkaracağı kömürü, aralarında Türkiye‘nin de bulunduğu ülkelere satmak üzere çalışma izni alması, Britanyalı iklim ve çevre aktivistlerinin dikkatini Türkiye’ye çevirmesine neden oldu.

İki Britanyalı aktivist incelemelerde bulunmak üzere, bu ay başında Erdemir ve Eren termik santrallerinin bulunduğu Zonguldak’ın Ereğli ilçesi ve Çatalağzı beldesine geldi.

Son 30 yıldaki ilk derin kömür madeni

Ülkenin kuzeydoğusundaki  Cumbria‘da, Whitehaven yakınlarında maden geliştirme planı yapan “West Cumbria Mining Ltd.” adlı şirket, 2020 yılında yeni bir kömür sahasında üretime başlamak için yerel meclisin onayını almış;  2022 yılında da, Boris Johnson‘un liderlik ettiği Birleşik Krallık hükümetine başvurmuştu.

‘Birleşik Krallık’taki kömür madeni projesi COP26 öncesi ülkenin inandırıcılığını zedeliyor’
Friends of Earth, Birleşik Krallık’ta açılmak istenen Cumbria kömür madenine karşı dava açıyor

Johnson hükümeti ise başvurudan bir yıl önce, Ocak 2021’de Londra’da gerçekleşen UK-Afrika Yatırım Zirvesi’nde yaptığı açıklamada, ülkesinin, yurt dışındaki kömür yakıtlı elektrik santrallarına yönelik tüm desteği sona erdireceğini açıklamıştı.  “İngiltere vergi mükelleflerinin parasının bir kuruşu dahi kömür çıkarma veya elektrik yakmak için kullanılmayacak” diyen Johnson bunun yerine düşük ve sıfır karbonlu alternatiflere geçişi desteklemeye odaklanacaklarını kaydetmişti.

Bu nedenle madene ilişkin talep edilen izinler iki yıl boyunca askıda kaldı. Maden, izin başvurusundan sonra kamu soruşturması da geçirdi. İzin, Rishi Sunak hükümeti döneminde verildi ve aktivistler ve iklim bilimcileri tarafından eleştiri yağmuruna tutuldu.

‣ Sunak hükümetinin yeni kömür madeni girişimine uzmanlardan yanıt: İkiyüzlülük!

Ülkenin son 30 yıldaki ilk derin kömür madeni olacak proje kapsamında, 2049 yılına kadar yaklaşık 750 milyon tonluk rezervden yılda 3,2 milyon ton koklaşabilir taş kömürü üretilmesi planlanıyor.

Projeye göre, çıkarılacak kömürün tamamı, aralarında Türkiye, Bosna Hersek, Sırbistan‘ın da bulunduğu yabancı ülkelerdeki çelik fabrikalarına ihraç edilecek.  Çünkü normalde elektrik santrallerinde kullanılmayan, kükürt oranı yüksek ve yandığında asit yağmurlarına neden olabilecek bir yakıt olması nedeniyle kullanımı Birleşik Krallık ve Avrupa Birliği‘nde kısıtlanmış durumda.

Coal Action Network aktivistleri, şirketin bu nedenle kömürü AB dışındaki, Türkiye gibi daha düşük kirlilik standartlarına sahip, büyük çelik üreticilerine satmaya odaklandıklarını söylüyor.

Aktivistlerin verdiği bilgiye göre, Galler‘de bulunan Port Talbot ve Kuzey Lincolnshire’deki Scunthorpe gibi büyük çelik tesislerinin yönetimleri, kömür bazlı yüksek fırınlarını kapatacaklarını ve hurda çeliği kömür olmadan geri dönüştüren elektrik ark ocakları kuracaklarını doğruladı.

Madenden çıkarılacak düşük kaliteli kömür ihraç edildiği ülkelerde yakılarak demir ve çelik üretilecek ve bunlar yeniden Birleşik Krallık tarafından ithal edilecek.

Coal Action Network aktivistleri, Ereğli ve Çatalağzı’ndaki aktivistlerle bir araya geldi.

‘Birleşik Krallık’ın iklim hedefleriyle de uyumlu değil’

Kömürün satılacağı ülkeler arasında Türkiye’nin de adının geçmesi üzerine, bir rapor hazırlamak üzere Zonguldak’a gelen Coal Action Network aktivistleri; Daniel Therkelsen ve Anne Harris  olası kömür alıcısı konumundaki Erdemir ve Eren santrallerinin bulunduğu Ereğli ve Çatalağzı’nda incelemelerde bulundu.

Ereğli’de sivil toplum örgütleri ile bir toplantı da yapan aktivistler, CHP Zonguldak milletvekili Eylem Ertuğrul, Zonguldak Çevre Koruma Derneği Başkanı Ahmet Öztürk ile de görüştü. Zonguldaklı çevre aktivistlerinden kentin kömüre dayalı üretim ve sanayisinin yarattığı iklim, ekoloji ve sağlığa ilişkin olumsuz etkilerini dinleyen Therkelsen ve Harris,  yıllar sonra yeni bir kömür madenine izin verilmesinin Birleşik Krallık’ın iklim hedefleriyle de tutarlı olmadığına dikkat çekti.

Zonguldak’tan Sunak hükümetine de bir de çağrı yapan iki aktivist, 2030’da “kömürden çıkış” planına, “ihraç edilen”lerin de dahil olması gerektiğini belirterek,  hükümetlerini verdikleri sözlere sahip çıkmaya davet etti.

Aktivistlerin aldıkları notlara dayanarak hazırladıkları rapor, Birleşik Krallık’taki sivil toplum ve hükümetle paylaşılacak. Madene karşı açılan davada ise temmuz ayındaki duruşmanın ardından Yüksek Mahkeme yargıçları, hükümetin önerilen kömür madenini onaylamasının hukuka uygun olup olmadığına karar verecek.

Projenin hayata geçirilebilmesi için muhtemelen ülkenin Deniz Yönetim Organizasyonu’ndan denizaltı bölümü için bir lisansa ihtiyaç duyulacağını, bunun da başvuru anından itibaren bir yıl alabileceğini kaydeden aktivistler; ayrıca 2020’lerde yeni bir kömür madenine destek olmaya hazır şirketlerin (yatırımcılar ve sigorta şirketleri dahil) de bulunması gerektiğine dikkat çekti.

Yerel seçimlerde büyük kayıp yaşayan ve zor durumdaki Sunak hükümetinin önümüzdeki ay yapılacak genel seçimlerde değişmesi halinde, yeni hükümetin başvuruyu geri çevirmesi  olasılığına vurgu yapan iklim aktivistleri, Birleşik Krallık’ta izin verilen son yeraltı kömür madeni olan New Crofton Co-operative Colliery‘nin hiç bir zaman faaliyete geçmediğini hatırlattı.

Şirketin ’emisyon dengeleme’ talebi reddedildi

Cumbria madeni, hayata geçerse 30 yıla yayılacak işletme sürecinde 0,34 milyon ton metan gazının, kömürün yakıldığı ülkelerde ise 200 milyon ton CO2’nin daha salınmasına neden olacak. 2030 yılına kadar da Birleşik Krallık’ın metan emisyonlarının neredeyse yüzde 490’ını oluşturacak.

Şirketin, ağaç dikerek veya yenilenebilir enerji projelerini destekleyerek, madenden kaynaklanacak emisyonları dengelemek için ödeme yapmak üzere başvurduğu “karbon dengeleme” şirketi Gold Standart, bu isteği kabul etmedi:

“Talep kılavuzlarımız, dengeleme talebinde bulunmak için kuruluşların emisyonların önlenmesine ve azaltılmasına öncelik vermesi gerektiğini açıkça ortaya koyuyor; bu, bir kömür madeni için açıkça imkansız olan bir şeydir. Dengeleyici bir şirket bunu kabul etse bile, kömür madeninin metan emisyonları dengelenemez.”

Uluslararası İklim Değişikliği Paneli (IPCC), ise ülkenin daha fazla fosil yakıt çıkarma sahası açması halinde 2050 yılına kadar net sıfır hedefine ulaşamayacağı uyarısını sık sık yapıyor.

Kötü şöhretli şirketler dizini

West Cumbria Mining Ltd’nin yüzde 81’i, Avustralya, vergi cenneti Cayman Adaları ve Singapur’da ofisleri bulunan, çeşitli madenleri yöneten özel sermaye yatırım fonu EMR Capital’e ait. 

EMR Capital’in başkanı ise, Birleşik Krallık ve Avustralya merkezli, dünyanın en büyük metal ve madencilik şirketi olan çok uluslu ve kötü şöhretli Rio Tinto için çalışıyor.  Projenin yatırımcıları da ağırlıklı olarak Avustralya ve ABD’den. 

 

[Yeşil Gazete Karadeniz’de] Bartın’da sele karşı bir garip camlı önlem

Video haber: Özkan KÜÇÜKTABAK

*

Bartın ırmağının kıyısına AKP-MHP ittifakındaki eski belediye yönetimi tarafından sel baskınlarını önlemek için yapımına başlanan beton ve cam darabalı önlem projesine tepkiler yükseliyor.

Bartınlılar inşa edilen setin sel sularını engelleyemeyeceğini, kentin ve kentlilerin Bartın Irmağı’yla bağını keseceğini defalarca dile getirmesine rağmen, DSİ‘nin üstlendiği proje hız kesmeden devam ediyor.

‣ ‘Sel sularına camlı önlem’ projesine karşı Bartınlılar bir araya geldi
‣ Bartın Irmağı kıyısına ‘taşkın’ gerekçesiyle çekilen sete karşı kent halkı bir kez daha sokakta
Bartın Üniversitesi kentteki taşkın ve su kıtlığı risklerine karşı harekete geçiyor

1. Derece Doğal Sit Alanı olan Bartın Irmağı’nın kenarına, boydan boya inşa edilen beton ve cam seddine karşı kentin belediye başkanından, muhtarlara, çevre aktivistlerinden bölge sakinlerine kadar her kesimden gelen itirazların temelinde  beton ve cam setin kentle ve kent halkıyla ırmağın ilişkisini kesecek biçimde yapılması, inşa edilen setin suyun debisine ve yükselme ivmesine dayanmayacağı, set için çok sayıda ağaç kesilecek olması ve biyoçeşitliliğe zarar vereceği gibi gerekçeler bulunuyor.  

 

İklim değişikliği okyanuslardaki gürültü sorununu derinleştiriyor

Okyanuslardaki insan faaliyetleri giderek artıyor. Petrol ve gaz sondajları, rüzgar santrali inşaatları ve balıkçılık gibi denizcilik faaliyetleri 1990-2020 yıllarında yaklaşık dört katına çıktı.

Devasa nakliye gemilerindeki pervanelerden petrol sondajına bu faaliyetler okyanuslarda olağanüstü düzeyde gürültü üretiyor. Artan denizcilik faaliyetleriyle okyanuslardaki gürültünün 1960’lardan bu yana her on yılda bir iki katına çıktığı tahmin ediliyor. Bugün okyanuslarda çok az sessiz alan kaldı.

Okyanustaki sesleri araştıran bir grup araştırmacı, COVID-19 pandemisinin ilk zamanlarında denizcilik faaliyetlerinin azalmasıyla okyanusların derinliklerindeki seslerin daha net duyulduğunu söylüyor.

Okyanus yaşamını tehdit ediyor

Araştırmalar, okyanuslardaki doğal sesleri bastıran insan faaliyetlerinin yön bulmak, iletişim kurmak, sosyalleşmek, çiftleşmek ve hayatta kalmak için birbirlerinin sesine ihtiyaç duyan deniz canlıları için ciddi bir tehdit oluşturduğunu gösteriyor. Ulusal Okyanus ve Atmosfer Dairesi (NOAA), fazla gürültü yüzünden canlıların stres altında kaldığını, büyüyemediğini, üreyemediğini, yiyecek bulamadığını ve geçici/kalıcı duyu kaybı yaşadığını söylüyor.

Amerika Birleşik Devletleri (ABD)’ndeki 11 Eylül saldırısının ardından deniz nakliyesi yavaşlayınca bilim insanları Kanada’daki nesli tükenme tehlikesi altında olan Kuzey Atlantik balinalarını inceleme fırsatı buldu. Su altı kayıtları ve dışkı örnekleri, balinalardaki strese bağlı hormon seviyelerinin bu dönemde azaldığını ve gürültü ile balinaların duygu durumları arasında bir ilişki olduğunu gösterdi.

Görsel: NOAA Fisheries

İklim değişikliği de ses sorununda etkili

Araştırmalar, iklim değişikliğinin okyanuslardaki gürültü sorununu daha da derinleştirebileceğine işaret ediyor.

İklim değişikliğinin etkisiyle artan deniz sıcaklıkları ve okyanus asiditesi, sesin suda yayılması için engel oluşturuyor. Farklı iklim değişikliği senaryolarında Atlantik Okyanusu‘ndaki gemi seslerinin okyanus sesini nasıl etkileyeceğini modelleyen bir araştırma, iklim değişikliğinin yüzyılın sonuna kadar ses seviyesini yedi desibel daha artıracağını gösterdi.

Yükselen deniz seviyeleri, yeni denizcilik rotalarının açılmasını sağlayarak denizcilik faaliyetlerinin ve seslerinin artmasına neden oluyor.

Yavaşlamak çözüm olabilir

Denizcilik faaliyetlerinin yavaşlatılması okyanus gürültüsünü azaltmak için bir çözüm olabilir. Okyanuslarda halihazırda emisyonların azaltılması ve gemilerin canlılara çarpmasını önlemek için çeşitli hız kısıtlama alanları bulunuyor.

Climate Change News kaynakları, hız kısıtlama alanlarının gemilerin gürültüsünü azaltmak için de etkili olabileceğini gösteriyor. ABD’de deniz nakliyesinin en yoğun ve gürültülü olduğu bölgelerden Kaliforniya‘daki Santa Barbara Kanalı‘nda ses seviyeleri sanayi devrimi öncesi dönemlerin 30 kat üstüne çıktı.

Mavi Balinaları ve Mavi Gökyüzünü Koruma Programı, denizcilik şirketlerini Güney Kaliforniya kıyısı boyunca yavaşlamaya teşvik etti ve 2023 yılında firmaların yüzde 81’i yavaşlamayı kabul etti. Ardından bölgedeki gemilerin daha az emisyon ürettiği ve geçiş başına 5,4 desibel daha düşük ses ürettiği gözlemlendi.

NOAA da okyanuslardaki insan kaynaklı gürültünün etkilerini azaltmak için on yıllık bir Okyanus Ses Stratejisi belirledi. 2016-2026 yıllarını kapsayan plan, okyanus gürültüsünün türler üzerindeki etkisini inceleyerek canlılar için güvenli alanlar oluşturmayı hedefliyor.

Son olarak gürültü sorununu derinleştiren iklim değişikliğine karşı harekete geçmek de okyanus canlılarını huzura ve sessizliğe ulaştırmak için yardımcı olabilir.

Hatay, rezerv alan yasasıyla baştan ‘çiziliyor’, depremzede halk huzursuz

Dosya Haber: Burcu ÖZKAYA GÜNAYDIN

 *

6 Şubat depremlerinde büyük yıkım yaşanan Hatay’da, depremin üzerinden bir buçuk sene geçmesine rağmen şehirde hala “normale yakın” bir yaşam dahi kurulamadı.

Başta barınma olmak üzere, sağlık, eğitim, altyapı gibi pek çok sorun halen çözülmeyi beklerken ve halen 250 binden fazla depremzede konteyner kentlerde yaşarken, depremzedeler bütün bunların üzerine son aylarda “rezerv alan” uygulamasının derdine düştü.

Günden güne genişletilen “rezerv alan”ların hukuki olarak netleştirilmiş herhangi bir çizgisi olmadığı için kapsamının da sürekli olarak değişmesinden endişe eden Hataylılar, “yurtsuzlaştırılmaya” karşı neredeyse haftanın her günü eylem yapıyor.

Tarihi kent merkezinin imar planı, bayram tatilinde yayınlandı: İtiraz için üç gün süre!

Bu arada Antakya’nın tarihi kent merkezinin planı Çevre ve Şehircilik İklim Değişikliği Bakanlığı’nın sayfasında 11 Haziran tarihinde yayımlandı. 5 Nisan 2023 tarihinde Resmî Gazete‘de yayımlanan “6306 sayılı Afet Riski Altındaki Alanların Dönüştürülmesi” kanunu kapsamında hazırlanan plan, 11 Haziran 2024’ten itibaren itiraz hakkı da içinde olmak üzere 15 gün süre askıya çıkarıldı. 15 günlük sürenin 11 günü resmî tatil. Birçok kişinin yasanın askıya dahi çıktığından haberi dahi yok.

Tarihi Antakya’da çok fazla işyeri ve dükkânın yeşil alan olduğunu, eski köy garajları denilen ve işyerleriyle dolu ticaret merkezinin konut yapıldığını belirten Mimarlar Odası Başkanı Mustafa Özçelik, yasanın çok fazla mülkiyet kaybına neden olacağını, itiraz süresinin de bayrama denk gelmesinin iyi niyetten uzak olduğunu söylüyor.

‘Rezerv alan’da yer aldıklarını telefon mesajıyla öğrendiler

Peki nedir bu “rezerv alan” ve kentliler için ne anlama geliyor?

“Rezerv alan” kavramı Hataylıların hayatına 2023’ün kasım ayında, ‘Afet Riski Altındaki Alanların Dönüştürülmesi Hakkında Kanun ile Bazı Kanunlarda ve 375 sayılı Kanun Hükmünde Kararnamede Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Teklifi’nin TBMM‘de kabul edilmesiyle girdi.

Yeni düzenlemeyle rezerv yapı alanı tanımındaki yeni yerleşim alanı ifadesi yasadan çıkarılarak, meskun mahal şartı kaldırıldı. Böylece gerekli görülen tüm alanlar rezerv yapı alanı ilan edilebilecek. Rezerv yapı alanı ilan edilen yerler dönüşüm için boşaltılıp yerine yeni yapılar inşa edilecek.

Basında yer alan haberlere göre,  “Hatay’ın Antakya ve Defne ilçelerinde 207 hektarlık alanın rezerv ilanıyla, Türkiye’de ilk kez bir yer rezerv alan oldu.” Fakat  aralık ayında ilk rezerv alanın Antakya ve Defne ilçelerinde değil, Samandağ’da olduğu ortaya çıktı. Depremde Defne ve Antakya ilçeleri kadar hasar almayan, esnafın aktif iş yaptığı Samandağ Çarşı Merkezi’nin rezerv alan yasası meclisten geçmeden dört ay önce rezerv alan yapıldığı ortaya çıktı. Dükkân sahipleri, bu durumu Tapu Müdürlüğü’nden telefonlarına gelen mesajla öğrendi.

14 Aralık’ta Antakya ve Samandağ ilçelerinde toplantı yapan Çevre ve Şehircilik Bakan Yardımcısı Vedat Gürgen, kamu yararını düşündüklerini öne sürerek, yeniden inşaat projelerini hayata geçirebilmeleri için para harcamaları gerektiğini, bunun için de “tam yetki”ye ihtiyaç duyduklarını söyledi:

” Bu yüzden rezerv alan yaptık. Rezerv alan, Çevre ve Şehircilik Bakanlığı‘na yetki vermek demek. Kimsenin malına el koymayız. Devlet deli mi sağlam binaları yıksın.

‣ İlk rezerv yapı alanı ilanı Antakya ve Defne’de: 50 bin kişi mülksüzleşebilir
‣ Samandağ’da rezerv alanı protestosu: Dededen kalma malları gasp etmek istiyorlar
‣ Danıştay, Antakya için ‘riskli alan’ ilanının iptalini istedi

Bu konuşmadan birkaç ay sonra ise ilan edilen rezerv alan içinde kalan sağlam yapılara da boşaltma için tebligat geldi. Nisan ayında içinde insanların yaşadığı on evin, “rezerv alanda kaldıkları” gerekçesiyle boşaltmaları istendi. Yetkililer , rezerv alan içinde kalan sağlam evlerin ‘bütünlük’ açısından yıkılacağını açıkladı.

‣ Hatay’daki mülk sahipleri endişeli: Sit alanı, riskli ve rezerv alan bilinmezliği…
‣ Rezerv alanlar kim(ler) için?
‘İmara uygun değil’ denilen Dikmece’ye nasıl TOKİ yapılır?

Tek katlı, bahçeli sağlam evler de yıkılıyor

Vatandaşların çoğunun karşı çıktığı, Hatay Barosu Hukuk Komisyonu’nun ‘mülkiyet gaspı’ diye nitelendirdiği “rezerv alan” uygulamasını, Hataylıların büyük çoğunluğu istemiyor.

Uygulama her geçen gün genişlerken, depremzede kentliler de buna karşı örgütleniyor. Gazi ve Çekmece mahallelerinde aylardır rezerv alan uygulamasına karşı düzenli olarak eylemler gerçekleştiriliyor. Protesto eylemlerine  CHP Hatay Milletvekilleri Nermin Yıldırım Kara ve Mehmet Güzelmansur‘un da aralarında olduğu çok sayıda siyasi parti temsilcisi, sivil toplum örgütü temsilcileri de katılıyor.

Gazi Mahallesi’nin bir kısmı tek katlı, bahçeli evlerden bir kısmı da çok katlı binalardan oluşuyor. Depremde büyük bir kısmı yıkılan mahallede can kaybı da çok fazla olmuştu. 32 sağlam binanın kaldığı mahallede, 26 hanede insanlar yaşamaya devam ediyor. Gazi Mahallesi Muhtarı Süleyman Çakar, mahallede ilk zamanlardan itibaren kalanlar olmasına rağmen elektrik verilmediğini, kendi muhtarlık konteyneri de dahil elektriği jeneratörle sağladıklarını anlatıyor.

Depremin üzerinden dokuz ay geçtikten sonra elektrik bağlanıp, insanlar dönmeye başlayınca mahalle de kalabalıklaşmış.

‘Siteler Hatay’ın yaşam tarzına uygun değil’

Hataylıların “rezerv alan” uygulamasına karşı çıkışının iki temel nedeni bulunuyor:  Birincisi sağlam evlerinin yıkılıp yıllarca borçlandırılarak yeniden  ev sahibi yapılma isteniyor olmaları, ikincisi ise kültürleri ve yaşam tarzlarını kendi gelenek ve isteklerine göre sürdüremeyecek olmaları.

Çoğu tek katlı, müstakil evlerin bahçeleri bulunuyor ve parselleri de oldukça geniş. Kışın çok sert geçmediği kentte, bu bahçeler evin bir parçası olarak kullanılıyor. Hemen hepsi de dini ritüeller için kurban kesip “hayır yemekleri” düzenlemek için tasarlanmış.  Depremzedeler bu kültürü kaybetmek istemiyor. Ayrıca yıllardır bir arada yaşadıkları ve ortam yaşam alanları oluşturdukları için, her yerin “siteler halinde” organize edilmesi nedeniyle dışarıdan, Hatay’ın çok renkli kültürüne yabancı çok sayıda insanın yaşam alanlarına taşınmasından endişeleniyorlar.

‘Orta hasarlı’ ev sahipleri ortada kaldı

Depremden sonra binalara ‘hasarsız’, ‘az hasar’, ‘orta hasar’, ‘ağır hasar’ statüsünde raporlar verilmiş; az hasarlı ve hasarsız statüsünde olan binaların tadilatları yapılarak kullanıma açılmıştı. Ağır hasarlı binalar ya yıkıldı ya da yıkım için sırasını bekliyor. Orta hasarlıların durumu ise belirsiz. Yetkililer önce bu binaların da yıkılacağını açıkladı, sonra kat maliklerine “güçlendirme” yapmaları önerildi.

Ancak bu durum da yeniden değiştirildi, ve orta hasarlı binada evi olan depremzedeler, statü belirsizliğinden dolayı uzun süre ne yapacağını bilemedi. Üstelik evleri ne yıkılan ne de güçlendirme yapabilen depremzedeler bu sebeple konteyner kentlere de yerleştirilmedi. Ayrıca taşınma, kira bedeli gibi desteklerden de faydalanamadılar.

Bu süreçte birkaç defa da Çevre Şehircilik İl Müdürü İsmail Ceylan’ın katılımıyla halk bilgilendirme toplantıları yapıldı. Ancak geçen mart ayında Çekmece mahallesinde yapılan toplantı gibi hemen hepsinde ne bu kişiler ne de “az hasarlı” ve “hasarsız” bina sahipleri sorularına yanıt alabildi.

‣ Hatay’da rezerv alanı genişledi: Bilgilendirme toplantısı yeni soru işaretleri doğurdu

Örneğin, bilgilendirme toplantısında konuştuğumuz ve evine “orta hasarlı” raporu verilen Sevgi Aytaç aylardır süren belirsizlik ve sürekli değişen kararlar nedeniyle evinde tadilat yapamadı. “Güçlendirme” önerisi üzerine tadilata başlamak istediğinde ise evinin “rezerv alan” kapsamına alındığını öğrendi. Aytaç, İsmail Ceylan’ın toplantıda “Rezerv alana dahil olmak istemeyene zorla yaptırmayız, istemeyen evini güçlendirsin, otursun” demesine rağmen evinin, isteği dışında yıkılmak istendiğini anlatıyor. Çünkü bir yapı “rezerv alan” içinde kalıyorsa, bu kez tadilat ruhsatı da verilmiyor, dolayısıyla hiç bir işlem yapılamıyor.

Protesto eylemine polis şiddeti

Çekmece, Gültepe, Gazi mahallelerinin rezerv alandan çıkma mücadelesi toplantı, eylemlerle sürerken, rezerv alan haritasına yeni mahalleler de eklendi: Antakya ilçesine bağlı Aksaray, Saraykent, Akasya. Bu mahallelerin bir kısmı depremde yıkıldı, kalan binalar ise hasarsız raporlu. Mahalleliler, yaşadıkları bölgenin rezerv alana dahil  olduklarını tapu kayıtlarına baktıklarında öğrendiklerini, muhtarın bile bilgilendirilmediğini anlatıyor.

Ceylan, yapılan bu “oldu bitti” uygulamasına karşın iki kez protesto eylemi yapan vatandaşları ziyaret ederek, “Bu bölümün rezerve olduğunu bilmiyordum, haberim yok. Ben şimdi bakanlıkla irtibata geçeceğim, sorunu çözeceğiz” dedi.

Hatay’da rezerv alan protestosuna polis şiddeti
Hataylılar ‘rezerve karşı’ hukuk mücadelesi başlattı: Vazgeçmeyiz!

Akasya Mahallesi’nden beş kişilik bir heyete eylemin yapıldığı gün (3 Haziran) görüşmek için randevu da veren Ceylan, görüşmeye giden mahalle heyetine yine net bir yanıt veremedi.

Birkaç gün sonra tekrar uygulamayı protesto etmek için toplanan mahalleliler, polis şiddetine maruz kaldı, dört kişi gözaltına alındı. Bu eyleme de açıklama yapmak için gelen İl Müdürü İsmail Ceylan, söz konusu mahallelerin rezerv alan içinde olmadığını tekrarlamasına rağmen, depremzede mahallelilerin “Öyleyse neden evimize işlem yaptıramıyoruz, neden evimiz tapu kayıtlarında ‘rezerv alan’ içinde görülüyor’ sorularına yanıt veremedi.

Kırıkhan’da ‘muhtar’ tepkisi: Bir kişinin evi için tüm mahalle yıkılıyor 

Rezerv alanı sadece Hatay merkezi değil, ilçeleri de kapsıyor. Kırıkhan ilçesi Gündüz Mahallesi de “rezerv alan” kapsamına alınmış durumda. Mahalle sakinlerine mayıs ayında evleri boşaltmaları için tebligatlar ulaştı.

Evi depremde hasar görmeyen mahalle sakinlerinden Serdar Taşdelen, depremde Gündüz Mahallesi Muhtarı Ufuk Sarıfakıoğulları’nın beş katlı evinin yıkıldığını, kendi evini kurtarmak için tüm mahallenin rezerv alan kapsamına  girmesine yönelik çaba gösterdiğini iddia ediyor. Taşdelen, Muhtar Sarıfakıoğulları’nın su dağıtımı sırasında mahalleliye ‘Evlerin yeniden yapılması için imza atmaya mecbursunuz’ diyerek mahalleliden imza aldığını, bu imzaları da yetkililere “insanları rezerv alanda olmak istiyor istiyor, imzaları da var” diye bildirdiğini anlatıyor.

Ancak tek katlı, bahçeli evlerinde yaşamak isteyen Kırıkhanlılar, bu uygulamayı talep etmedikleri ve istemediklerine dair Hatay Çevre ve Şehircilik İl Müdürlüğü’ne dilekçe verdi, basın açıklaması yaptı.

‘Hatay’da rezerv bütünlüklü, açıklamalar parça parça’ 

Rezerv alan ilan edilen mahallelerle irtibatta olan; eylem miting, mahalle toplantıları örgütleyenlerden biri de Toplumsal Özgürlük Partisi (TÖP) Hatay İl Sözcüsü Hasan Özgün.

6306 Sayılı Afet Riski Altındaki Alanların Dönüştürülmesi Hakkında Kanun içeriğinin 2023 yılının kasım ayında meclise sunulan torba kanun teklifi ile değiştirildiğini belirten Özgün şunları anlatıyor:

“Eski yasaya göre herhangi bir alanın rezerv alanı olabilmesi için yerleşim alanları dışında boş bir yer olması gerekiyordu. Kasım ayında yapılan değişiklikle bir Kentsel Dönüşüm Başkanlığı kuruldu. Şu anda Türkiye‘nin herhangi bir yeri, somut bir gerekçe göstermeksizin rezerv alanı ilan edilebilir. Çünkü yapılan değişiklikle artık insanların oturduğu ve yaşadığı yerler de rezerv alan ilan edilebiliyor. Bu değişikliğin yol açtığı ihlal durumlarının ilk örneklerini biz Hatay’da gördük. İlk etapta sekiz mahalle rezerv alanı olarak ilan edildi. Şimdi bu sekiz mahalleye yeni yeni mahalleler ekleniyor. Rezerv olacak alanlar belirlenmiş ancak parça parça açıklanıyor. Bütün tapular iptal edilerek yeniden geniş ölçekli bir parsel düzenlemesi yapıyorlar. Nereden yol geçecek, nereden cadde geçecek, neresi park olacak, bunların hepsi çok geniş ölçekte belirleniyor. Önceden belirlenmiş hepsi, ilanları parça parça yapılıyor. Bunu da halktan gelecek toplu bir tepkinin önüne geçmek için yapıyorlar.”

Borç bitene kadar tapu devlette 

Özgün, Hatay Valisi, Çevre ve Şehircilik Bakanlığı, Çevre ve Şehircilik İl Müdürlüğü’nün bu konudaki tüm yetkililerin vatandaşın gözünün içine bakarak durumu çarpıttığını söylüyor:

“’2 yıl ödemesiz 18 yıl faizsiz borçlandırma’ diyorlar. Bu eski afet yasası uygulaması. Rezerv alan ise 6306 sayılı kasım ayındaki kentsel dönüşüm yasasına tabi. Halkı ikna etmek için eski yasa anlatılıyor. Faizsiz 18 yıl vade vaadi doğru değil. Yasa ne kadar yıl olduğunu söylemiyor ama ‘memur maaş oranında 6 ayda bir zamlanır’ diyor. Mesela kredi çekip ev aldınız, siz o kredi taksitini ödeyene kadar banka eve ipotek koyar ama tapu sizin adınızadır ve elinizdedir. Devlet ise borç bitene kadar sana ‘tapu yok’ diyor. İpotek değil, tapu yok. Borcu ödeyemezseniz ya da vadeler bitmeden başınıza bir şey gelirse,  bu durumda miras da bırakamıyorsunuz. Bakana bu soru sorulduğunda, ‘O kadar olsun miras da bırakmayıversinler’ dedi. ”

Rezerv alanın en büyük mağdur grubu orta hasar ve az hasarlılar. Orta hasar bir evin güçlendirme ve tadilatı daire başına ortalama 500 bin TL. Kredi borcuyla evini güç bela yaptıran birçok depremzede, evi rezerv alana girdiği için hem iki defa mağdur oluyor. Rezerv alanında tadilatı bitmiş, sağlam evi yıkan Bakanlık, yeni yapılan evin bir kısmını da depremzedeye borçla verecek. Hasan Özgün, birçok depremzedenin evini yaptırabilmek için borç batağında olduğuna da dikkat çekti.

İki milyona yapılan ev altı milyona yeniden satılacak

Hiçbir resmi kurumdan ne rezerv alanındaki bir ev ne de Toplu Konut (TOKİ) için değerinin ne kadar olacağı, ödemelerin piyasaya göre artıp azalması gibi bir durum olup olmayacağı,  faiz uygulanıp uygulanmayacağı gibi sorulara ise hala yanıt yok. Buna ilişkin bir hukuki metin de oluşturulmadığından prodesür sık sık değiştiriliyor.

Antakya‘nın girişinde depremde tamamen yerle bir olmuş “600 Konutlar” adındaki sitede  yeniden yapılacak dairelerinin bedelinin 6.75 milyon TL olarak belirlendiğine dair bilgi aldıklarını belirten Özgün, yaptıkları hesabı şöyle anlatıyor:

“Diyelim ki orada yıkılmış eviniz ya da parseliniz var. Bunlar sizden alınıyor ve yerine bugünün parasıyla 6.75 milyon borçlandırılarak size bir daire veriliyor. Şehirdeki birçok müteahhit, inşaat mühendisi ve mimar ile görüşmeler yaptık. Şu an Hatay genelinde arsa payı hariç bir inşaatın ortalama metrekare maliyeti 20 bin TL. TOKİ’de daireler 90 metrekare. 1.8 milyon TL eder. Siz buna parsel payını da ekleyin 2 milyon civarı olur. Müteahhit yaparsa maliyeti bu. Aynı anda 140 bin binayı devlet olanakları ile yapacak olan TOKİ bunu 6.75 milyon liraya yapabileceğini söylüyor. Vatandaş bunu sıradan bir müteahhit ile yapsa, arsa da kendisinin olduğu için 1.8 milyon liraya mal olacak. Aradaki farkı biz ‘çökme payı’ olarak tanımlıyoruz. Bu ‘çökme’nin sorunsuz yapılabilmesi için de yasalar ve bürokrasi seferber ediliyor”

‘Depremi fırsata çevirip, kentsel dokuyu değiştirecekler’

Hataylılar yeni imar planına, sadece maddi koşullar yüzünden karşı çıkmıyor.  Türkiye’nin diğer illerinden farklı bir dokusu, farklı kimlik, inançtan insanların yan yana yaşadığı bir kent olan Hatay’ın yeni imar planıyla bu dokusunun da tehlikeye gireceğinden endişe ediyorlar. Hasan Özgün, bu endişelere de dikkat çekiyor:

“’Biz bu kentin Alevilerini sürüyoruz’ denilmiyor, ama bu yöntemle şehrin dokusunu oluşturan insanlar yaşadıkları yerleri terk etmek zorunda kalacak. Sadece Aleviler açısından değil, Hristiyan azınlık da ‘Sizinle birlikte bizi de gönderecekler’ endişesi taşıyor. Maraş katliamından sonra Maraş kent merkezinin, Sivas katliamından sonra Sivas kent merkezinin, Çorum katliamından sonra Çorum kent merkezinin demografik yapısı nasıl tamamen değiştiyse şimdi depremden sonra çıkartılan kararname ve uygulamalarla Antakya’nın dokusu değiştirilmeye çalışılıyor. Bu nedenle kültürel, demografik ve tarihsel dokuyu bozmadan, halkı borçlandırmadan bir yerinde dönüşümü talep ediyoruz ve bunun için mücadele etmeye devam edeceğiz.”

Rezerv Alan Yasası’ndan ‘rant-İstanbul’a doğru-3: Çetinkaya ailesine sürgün…

Video haber: Hakan TOSUN

*

Bir İstanbul hikayesi olarak da başlık atsak yerinde olur diye düşündüm bir ara. Çünkü onların hikayesi bu başlığa çok uygun. Çok uzun yıllar önce göçmüşler memleketlerinden İstanbul’a. Çok büyük beklentileri olmamış. Yaşayacakları kadar para, barınacakları kadar bir ev yeterli gelmiş onlara. İstanbul’un en ücra köşelerinden Başakşehir’e bağlı Şahintepe mahallesinden önce küçük bir arsa almışlar zamanla biriktirdikleri para ile, biraz daha büyütmüşler küçük de bir bahçeleri olmuş.

‘Koca devleti doyuramadık’

Anne Gülifer Çetinkaya “İnsanlar et yerken biz bahçemizde yetiştirdiğimiz sebzelerle karnımızı doyurduk, çocuklarımın üstünden başından kıstım bir evimiz olsun diye” diyor. “Ama koca devleti doyuramadık” diye ekliyor.

Oğul Tayfun Çetinkaya ise anlatırken gözleri doluyor, “Biz burada mutlu bir aileydik” diyor. O anlatırken her cümlesinde o anları hissediyorsunuz. “Şehre indiğimizde bir an önce evimize dönmek isterdik, bahçemizde oturur günün bütün yorgunluğunu atardık” diye ekliyor. Bu mutluluğun uzun sürmemesinin sebebi ise yeni adıyla Rezerv Alan sürgün hikayesi.

Rezerv alan yasasının çıkmasıyla yıkılan evlerden Çetinkaya ailesinin evi. Bir gece sabaha karşı 2-3 bin polisin mahallelerini basmasıyla yıkılmış çığlıklar ve isyanlar arasında. Bin bir emekle kurdukları evleri, gözleri gibi baktıkları ağaçları, bahçeleri birkaç saat içinde yok olmuş. Sonra o yıkıntıların arasında mahalleli ile birlikte nöbete başlamışlar. Sonra ne mi olmuş? Dertlerini anlatmak için Meclise gittikleri bir zaman aralığında kalan ağaçları da sökmüşler, nöbet alanını dağıtmışlar.

Yine pes etmemişler ve bir derme çatma barakada nöbete devam ediyorlar bir yılı aşkın bir süredir. Konuyla ilgili konuştuğumuz Avukat Caner Kartal “Yapılan bütün uygulamaların yasaya aykırı olmasına, bütün itirazları yasal olarak yaptıkları halde yıkıma engel olamadıklarını” söylüyor.

Şahintepe Barınma Hakkı Meclisi üyelerinden Uğur Çelikok ise “Direndikleri için terörist ya da Fetö’cü ilan edildiklerini Başakşehir Belediyesi Avukatı tarafından ‘Kalkışma yapmakla’ itham edildiklerini ifade etti.

Direnmekten başka bir çarelerinin olmadığını ve sonuna kadar da direneceklerini ifade eden Nagihan Kamçı “Savcılara, hakimlere, bizi kalkışma yapmakla itham eden belediye avukatlarına sesleniyorum bir gün adalet size de lazım olacak” diye çağrı yapıyor.

Sonuç olarak Rezerv Alan yasası daha çok insanın kabusu olacak gibi görünüyor. Bu kabus sadece insanların değil binlerce yıllık kadim kent İstanbul’un da sonunu getirecek gibi görünüyor. Ya kalanlar yaşamaya devam edebilecek mi?

Rezerv Alan Yasası’ndan ‘rant-İstanbul’a doğru-1: Şişli
Rezerv Alan Yasası’ndan ‘rant-İstanbul’a doğru-2: 29 Mayıs Sitesi

Dünya Çölleşme ve Kuraklıkla Mücadele Günü’nden gençlere davet

Birleşmiş Milletler Genel Kurulu, çölleşme ve kuraklığın küresel boyutta bir sorun olduğunu ve tüm dünya bölgelerini etkilediğini vurgulamak için 17 Haziran’ı Dünya Çölleşme ve Kuraklıkla Mücadele Günü ilan etti.

Özel gün kapsamında her yıl, çölleşme ve arazi bozulması tehditlerine dikkat çekmek ve çözüm geliştirmek için o yılın teması çerçevesinde hükümet, sivil toplum, akademi ve özel sektör temsilcilerini bir araya getiren etkinlikler düzenleniyor.

UNCCD’den gençlere davet

Gezegenimizin hayati toprak kaynaklarını gelecek nesillere aktarabilmek için kolektif eylemin önemini vurgulamak için bu yılın teması “Toprağımız için birleşmek: Mirasımız ve geleceğimiz” olarak belirlendi.

Bu yıl gençlere bırakılacak mirasa ve gençliği çölleşme ile mücadelede oynayabileceği role odaklanan özel gün, bu yılın BM Çölleşme ile Mücadele Sözleşmesi (UNCCD) 16. Taraflar Toplantısı (COP16)’nda genç temsilcileri çölleşmeyle mücadeleye ilişkin politika önerilerini sunmaya teşvik ediyor.

UNCCD, gençlerin toprak kullanımıyla ilgili karar alma süreçlerine katılımını teşvik ederek genç toprak girişimcileri yetiştirmeyi amaçlıyor.

Uluslararası Çalışma Örgütü‘nün açıklamalarına göre gençleri gıda sistemlerinin dönüşümü ve arazi restorasyonuna çabalarına dahil etmek 2030 yılına kadar 600 milyon kişiye istihdam sağlayabilir.

Toprak bozulması 3,2 milyar insanı etkiliyor

Dünya genelinde üretilen gıdanın %95’ini sağlayan sağlıklı topraklar birçok insana iş ve geçim kaynağı sunarken insanlığı iklim değişikliğinin etkisiyle giderek şiddetlenen kuraklık, sel ve orman yangını gibi afetlerden koruyor. Bu nedenle çölleşme ile mücadele, gıda güvencesi ve iklim değişikliğinin etkileriyle mücadele için önem yaşıyor.

Fakat sürdürülemez üretim ve tüketim modellerimizin toprağa uyguladığı baskı ve iklim değişikliği nedeniyle topraktaki bozulma gün geçtikçe artıyor.

Çölleşme ve kuraklık nedeniyle küresel olarak tüm toprak alanlarının %40’ı bozulmuş olarak kabul ediliyor. Tarımsal üretim yapılan arazilerin ise üçte biri bozulmuş durumda.

Çölleşme ve kuraklık yüzünden, kırsal topluluklar ve küçük üreticiler başta olmak üzere, dünya genelinde 3,2 milyar insan açlık, yoksulluk veya işsizlik gibi sorunlarla karşı karşıya kalıyor.

Her yıl on milyonlarca insanın yerinden olduğu ve göçe zorlandığı ve bu sayının 2045 yılına kadar 135 milyonu bulacağı tahmin ediliyor. Kuraklık, su kıtlığı, toprak verimliliğinin düşmesi ve deniz seviyelerinin yükselmesi gibi sebepler bir araya geldiğinde ise 2050 yılına kadar 216 milyon insanın göç etmek zorunda kalacağı hesaplanıyor.

Dünya Meteoroloji Örgütü’nden çölleşme uyarısı: Gıda fiyatları artabilir
Murat Türkeş ile Bu Gün: İklim krizi çölleşme sürecini hızlandırıyor
Çölleşme 10 yıl içinde 50 milyon insanı göçe zorlayabilir

Türkiye’de 4 milyon hektar tarım alanı kaybedildi

UNCCD, Türkiye‘nin çölleşme tehdidi altındaki ülkelerden olduğunu söylüyor.

Topraklarının yüzde 73,4’ü çölleşme altında olan Türkiye’de yalnızca 1990-2022 yıllarında 4 milyon hektar tarım arazisi kaybedildi.

2015 yılında TÜBİTAK ve Çölleşme ve Erozyonla Mücadele Genel Müdürlüğü‘nün hazırladığı Türkiye Çölleşme Modeli ve Hassasiyet Haritası‘na göre Türkiye’nin orman alanlarının büyük bir bölümü düşük çölleşme riski taşırken tarım ve mera alanları yüksek çölleşme riski altında.

Türkiye’de tarım arazilerinin yüzde 39’u, mera arazilerinin yüzde 54’ü erozyondan etkileniyor. Tarım arazilerinin yüzde 23’ü halihazırda verimliliğini kaybetmiş durumda.

Aksaray, Şanlıurfa ve Nevşehir en yüksek çölleşme hassasiyetine sahip iller olurken Rize, Ardahan ve Düzce’nin ise en az hassasiyet taşıyan iller.

5 Haziran Dünya Çevre Günü’nde Meclis’te düzenlenen basın toplantısında DEVA Partisi Genel Başkan Yardımcısı Evrim Rızvanoğlu, çölleşme ve erozyonla mücadele konusunda bakanlıkların stratejilerini incelediklerini ve bu konuda hiçbir eğitim veya etkinliğin yapılmadığını söyledi.

İktidarı “Çöleşme konusundaki verilere rağmen halen orman alanlarını, meraları ve verimli tarım arazilerini başka amaçlar için kullanıma açıyor” sözleriyle eleştiren Rızvanoğlu, gelecek nesillere yaşanabilir bir dünya bırakmak için çağrıda bulundu.

DEVA Partisi: Çevre Bakanlığı’nın 5 yıllık çölleşme ve erozyonla mücadele planında eğitim ve etkinlik sayısı ‘0’

Ekosistem Restorasyon On Yılı

Birleşmiş Milletler, bozulmuş ekosistemlerin restorasyonu için küresel iş birliğini kolaylaştırma, iklim değişikliği ile mücadele, biyolojik çeşitliliğin korunması ve gıda güvencesinin sağlanması gibi hedefleri doğrultusunda 2021-2030 yıllarını Ekosistem Restorasyon On Yılı olarak belirledi.

Ekosistem Restorasyon On Yılı kapsamında 2030’a kadar 1,5 milyar hektar bozulmuş alanın restore edilmesi hedefleniyor.

Arazi restorasyonuna yapılan yatırımların 30 kata kadar fayda sağlayabileceği hesaplanıyor.

Bu yıl 2-13 Aralık tarihlerinde Suudi Arabistan‘ın Riyad şehrinde bugüne kadarki en büyük UNCCD 16. Taraflar Konferansı (COP16) düzenlenecek.

Suudi Arabistan gibi su kıtlığıyla mücadele eden bölgeler başta olmak üzere tüm dünyada arazi restorasyonu ve kuraklığa dayanıklılığa odaklanan üst düzey etkinlikler gerçekleştirilecek.

Kedi Eros’u işkenceyle öldüren İbrahim Keloğlan’ın cezası onandı: Yatarı yok!

İstanbul Bölge Adliye Mahkemesi 32. Ceza Dairesi, İstanbul’un Başakşehir ilçesindeki bir apartmanda yaşayan ve bina sakinleri tarafından bakımı üstlenilen kedi Eros’u, dakikalarca tekmeleyerek işkenceyle öldüren  İbrahim Keloğlan’ın 2 yıl 6 aylık hapis cezasını onadı.

Daire, Küçükçekmece Cumhuriyet Başsavcılığınca hazırlanan iddianamede “bir ev hayvanını veya evcil hayvanı kasten öldürme” suçundan hapsi istenen Keloğlan’a verilen cezaya ilişkin, yerel mahkemenin aldığı kararda usul veyahut esasa ilişkin herhangi bir hukuka aykırılık, eksiklik olmadığına ve eldeki delillerin yeterli olduğuna kanaat getirdi.

Ceza dairesi ayrıca, Keloğlan’ın avukatının ve savcının yaptığı itirazları da esastan reddetti.

Savcılık cezayı az, Keloğlan’ın avukatı ise fazla bulmuştu. Keloğlan ise “bir hata” yaptığını kabul ettiğini, ama iyi yönlerinin de görülmesini istediğini söylemiş; kendisinin de evinde bir kedisinin olduğunu anlatmıştı.

Cezaevine girmeyecek

Keloğlan için hükmedilen 2 yıl 6 aylık hapis cezası – üst dereceli mahkemeler tarafından bir itiraz gelmediği takdirde – “yatar” sınırının altında olduğu için kedi katili cezaevine girmeyecek ve denetimli serbestlik hükümlerine tabi olacak.

‘İyi hal indirimi’ uygulanmıştı

İbrahim Keloğlan, 1 Ocak tarihinde oturduğu apartmanın asansöründe karşılaştığı Eros’u tekmelemeye başlamış; kaçmaya çalışan hayvanı kovalayarak sıkıştırdığı köşede altı dakika boyunca işkence ederek öldürmüştü.

Gözaltına alındıktan sonra polise verdiği ifadede eşiyle olan problemlerini öne sürmüş ve olay sırasında psikolojisinin bozuk olduğunu, hatta önce Eros’un kendine saldırdığını iddia etmişti.

Olayın güvenlik kameraları tarafından kaydedilmesi sonucu ortaya çıkması üzerine, Keloğlan 4 Ocak’ta gözaltına alındı ve 8 Şubat’ta mahkemeye çıkarıldı. Küçükçekmece 16. Asliye Ceza Mahkemesi’nde görülen dava sonucunda, “evcil hayvanı kasten öldürmek” suçundan 1 yıl 3 ay hapis cezası verildi ve ceza ertelenerek Keloğlan tahliye edildi.

‣ Eros’un katiline 2,5 yıl hapis, tutuklama yok: Yine iyi hal indirimi uygulandı
‣ Savcılık Kedi Eros’un katiline ‘iyi hal indirimi’ne itiraz edecek
‣ Kediyi öldüren katile iyi hal indirimine tepkiler yağıyor
‣ Kedi Eros’un katili yeniden yargılanacak
‣ Hayvan hakları aktivistlerinden adaylara: Hangi ahlaktan, hangi güvenli sokaklardan bahsediyorsunuz?
Eros’un katilinin cezasız kalmasına tepkiler büyüyor: Aferin oğlum yasası hala yürürlükte!

Savcılık ve İstanbul Barosu Hayvan Hakları Merkezi’nin itirazını kabul  Küçükçekmece 4. Ağır Ceza Mahkemesi, hayvanların korunması adına caydırıcı cezaların önemine işaret ederek saldırganın yeniden yargılanmasına karar verdi.

Küçükçekmece Adliye Sarayı’nda 13 Mart tarihinde görülen son duruşmasına yüzlerce hak savunucusu katıldı ve Keloğlan’ın Hayvanları Koruma Kanunu kapsamında en üst sınırdan cezalandırılarak tutuklanmasını talep etti.

“İyi hal indirimi” de uygulanan saldırganın yargılandığı Küçükçekmece 16. Asliye Ceza Mahkemesi kararında,  toplumda oluşan tüm tepki ve baskılara rağmen duruşmaya gelmiş olmasını, verilen 2 yıl 6 aylık cezanın gerekçelerinden biri olarak gösterdi.  Kararda ayrıca 3 yıllık cezada uygulanan 1/6 oranındaki indirimin gerekçesi de ‘cezanın sanığın geleceğindeki olası etkileri sanığın lehine takdiri indirim sebebi’ olarak açıklandı.