Ana Sayfa Blog Sayfa 92

İBB ‘azmanbüsleri’ savundu, Adalılar Özgür Özel’e açık mektup gönderdi

İstanbul Büyükşehir Belediyesi, (İBB) Adalar’da tepki çeken elektrikli minibüs seferlerini başlatmasına dair bir açıklama yaparak uygulamayı savundu.

Adalar halkı, bu boyuttaki araçların ilçenin ekolojik ve kültürel yapısını bozacağı ve güvenlik sorunu yarattığı gerekçesiyle haftalardır İBB’nin karardan vazgeçmesi için çağrı yapıyor, yetkililerle görüşmeler gerçekleştiriyordu. Adalar Belediye Başkanı Ali Ercan Akpolat’ın da karşı çıktığı minibüsler Arefe günü çalıştırılmak istenince, minibüslerin önünü kesen sekiz kişi, jandarma tarafından gözaltına alınmıştı.

‣ Minibüslü toplu ulaşıma karşı eylem yapan Adalılara gözaltı
Adalılar serbest: Yaya bölgesinde yaya olarak durduğumuz için gözaltına alındık

Adalıların taleplerini dikkate almayan İBB yönetimi, sosyal medya hesabından bir açıklama yaparak minibüslerin adaya gelecek ziyaretçilerin toplu ulaşım ihtiyaçları için gerekli olduğunu öne sürdü.

Açıklamada, Adalar ilçesinde atlı faytonlarla yapılan taşımacılığın İBB Meclisi’nde 16 Ocak 2020’de iptal edildiği, faytonların yerine elektrikli araçlarla ulaşımın sağlanması kararının alındığı hatırlatılarak, Ada halkına toplu ulaşım hizmeti sağlanması için 6 Şubat 2020 tarihli UKOME kararına istinaden 40 adet 13 kişilik elektrikli, tescilsiz aracın ilçede faaliyete başladığı aktarıldı.

Uygulamanın 30 Nisan 2024’te sona erdiğini söyleyen İBB,  Adalar’a özel yeni bir araç üretilmesi için açılan ihaleye katılım olmayınca ASELSAN ile ortak çalışma gerçekleştirilerek Büyükada’da 21 tur hizmet verebilen, elektrikli araçların üretildiğini anlattı.

‣ Azmanbüsler: Hizmet değil tahribat
‣ ‘Trafik terörü’ne teslim edilen Adalar’da şimdi de minibüs dönemi!
 Adalar Sivil İnisiyatifi’nden minibüs tepkisi: ‘Yürünebilir Adalar istiyoruz’

Açıklamada, yazın Adalar’ın nüfusunun arttığı vurgulanarak şunlar denildi:  “Özellikle hafta sonu ve bayramlarda 60 binin üzerinde insanın Adalar ilçesine gelmesi, güvenli ve konforlu toplu ulaşım hizmeti sürdürmenin önemini arttırmaktadır. Bu nedenle tescilli, çevreci ve yeni nesil güvenli ulaşım donanımlarıyla üretilmiş elektrikli araçlarımız, yaklaşan Kurban Bayramı öncesinde 15 Haziran 2024’te hizmete alınmıştır. Toplu ulaşım hizmetinde yaşanabilecek olumsuzlukların önüne geçilmesi için gerekli emniyet tedbirlerinin alınması hususunda Adalar Kaymakamlığına da bilgi verilmiştir.”

Adalılardan Özgür Özel’e mektup: Halktan özür dilesinler

Adalılar, minibüsleri protesto eden gruba polis ve jandarma müdahalesi sırasında minibüslerden birinin içinde oturan İETT yetkilisi Ali Tuğrul Küçükalioğlu‘nun polisten gösteri yapanları gözaltına almasını istemesine de sert tepki gösterdi.

Gösteri sonrası Adalar Vakfı adına Yüksek Mimar Ali Erkurt, CHP Genel Başkanı Özgür Özel’e bir mektup yazarak kararın gözden geçirilmesini ve halktan özür dilenmesini istedi.

Küçük üreticiler, tükenmiş topraklar ve çölleşme

Brezilya kırsalındaki çiftçiler, yıllardır iklim değişikliğinin kuraklığı nasıl daha da derinleştirdiğine ve topraklarını kuruttuğuna şahit oluyor.

Inside Climate News kaynaklarının Petrolândia‘nın Icó-Mandantes köyünde görüştüğü 66 yaşındaki çiftçi Manoel Joaquim dos Santos, “Eskiden her sezon 35 bin hindistan cevizi hasat ederken bugün üretimim sıfır” diyor.

Brezilya’nın kronik çölleşme sorunu

Çölleşme, bitki örtüsünün giderek azalması ve sonunda yok olması sürecini ifade ediyor. Ormansızlaşma gibi insan faaliyetleri erozyona neden olarak çölleşme sorununu derinleştiriyor.

Brezilya Amazonları’nda ormansızlaşma nisan ayında da rekor kırdı
Brezilya’da binlerce kişi Amazon’u madenciliğe açan yasa tasarısını protesto etti

Birleşmiş Milletler (BM) 30 yıl önce dünyadaki verimli toprakların bozulmasından endişelendiği için Çölleşmeyle Mücadele Sözleşmesi‘ni başlatarak bugüne kadar 15 kere Taraflar Konferansı (COP) düzenledi.

COP 1999, Santos’un yaşadığı ve bir süredir arazi bozulması ile iklim değişikliğinin çölleşmeye yol açtığı Pernambuco eyaletinin başkenti Recife‘de gerçekleştirildi. Bu dönemde Brezilya Tarımsal Araştırma Kurumu bölgedeki çölleşmenin yoğunluk derecesini araştırdı ve bölgedeki toprakların Brezilya’daki yarı kurak bölgelerin yüzde 22’sini oluşturduğunu buldu.

Yarı kurak bölgelere yıllık 800 mm’den az yağmur düşüyor ve bu bölgelerde her yıl yüzde 60 ihtimalle kuraklık yaşanıyor. 1999’da BM’nin yaptığı uyarılara rağmen toprak bozulmasını azaltmak için herhangi bir politika uygulanmadı ve durum giderek kötüleşti. Birkaç girişime finansman sağlansa ancak siyasi sebepler öne sürülerek zaten yetersiz olan destek de kesintiye uğradı.

‘Çevre gündeminin önceliği çölleşme ve kuraklıkla mücadele olmalı’

Bölgedeki kuraklık arttı; daha önce çölleşme tehlikesi altında olduğu belirlenen arazilerin yüzde 13’ü çöl alanı haline geldi ve çölleşme alanının oranı yüzde 22’den yüzde 25’e çıktı.

Amazon bölgesi sıcak dalgalarıyla ve giderek artan çölleşmeyle mücadele ederken Brezilya Çevre Bakanlığı Çölleşmeyle Mücadele Dairesi başkanı Alexandre Pires, COP30’a hazırlık sürecinde çölleşme sorununun çözümüne öncelik verilmesi gerektiğine dikkat çekiyor.

İklim değişikliğinin bir sonucu olan çölleşmenin ulusal bir sorun olduğunu söyleyen Pires, hükümetin çevre gündeminde çölleşme ve kuraklıkla mücadeleye önem verilmesi gerektiğini vurguluyor.

Diğer yandan iklim değişikliğinin etkisiyle kuraklığı tetikleyen aşırı hava olayları giderek artıyor.

Brezilya’da hissedilen sıcaklık 60 dereceyi geçerek rekor kırdı
Brezilya ‘dayanılmaz’ sıcak dalgasının pençesinde: Uyumak bile çok zor

Dünya Meteoroloji Örgütü (WMO)’ne göre içinde bulunduğumuz yüzyılda küresel olarak kuraklıkların sıklığı ve kuraklık dönemlerinin süresi önceki yıllara göre yüzde 29 arttı. BM, toprakların yüzde 40’ının bozulmasının bu durumun bir sonucu olduğunu söylüyor.

Çölleşmenin sonucu olarak toprak verimliliğini kaybediyor, bu durum da çiftçileri yoksulluk, gıda güvencesizliği ve yetersiz beslenme gibi birtakım sosyal ve ekonomik sorunlarla karşı karşıya bırakıyor.

Çölleşmenin yüksek maliyeti

Çölleşme üzerine yazılmış en ünlü kitaplardan biri olan Arazi Tahribatına Tepki kitabında Hemalatha Eswaran ve Rattan Lal, çölleşmenin küresel kara yüzeyinin yüzde 33’ünü etkilediğine dikkat çekerek arazi tahribatının yüksek maliyetini gözler önüne seriyor:

Afrika‘da toprak erozyonu nedeniyle verimdeki azalma, kıta için ortalama yüzde 8,2. Güney Asya‘da ise yıllık verim kaybının 36 milyon ton olduğu tahmin ediliyor. ABD‘de tarımda erozyonun toplam yıllık maliyetinin yılda yaklaşık 44 milyar dolar olduğu tahmin ediliyor. Bu da ekili arazi ve meralar için hektar başına yaklaşık 247 dolar anlamına geliyor. Küresel ölçekte yıllık 75 milyar ton toprak kaybının dünyaya maliyeti yılda yaklaşık 400 milyar dolar, yani kişi başına yılda yaklaşık 70 dolar oluyor.”

Başarısız girişimler

Geçmiş yıllarda Brezilya hükümeti çölleşmeyi durdurmak için çeşitli girişimlerde bulunsa da bu girişimlerden bazıları toprağa daha çok zarar verdi. 1980’lerin ortalarında Santos ve ailesini topraklarını terk etmek zorunda bırakan Itaparica yapay gölü bu girişimlerden biriydi.

Hidroelektrik santraline güç bağlamak için inşa edilen Itaparica gölü Santos’un aile büyüklerinden kalan evin bulunduğu arazide olduğu için Brezilya hükümeti, Santos’a kaybettiği evi karşılığında bir arazi verdi. Santos bu arazide hindistan cevizi üretimine başladı ve ürünlerinin tamamını bölgedeki sanayiye tesislerine sattı.

İlk yıllarda her şey yolunda gitti ve hükümetin kurduğu sulama sistemi, Santos’un bir süre daha çok hindistancevizi üretmesine yardımcı oldu.

Ancak yapay gölden arazisine su taşıyan borular sızdırmaya ve patlamaya başladı, bu sorunlar giderek daha kısa aralıklarla meydana geldi. Santos, “Chesf (şirket) bakım yapmadı, bugün her şey tahrip oldu ve bu yüzden dört beş yıldır buraya su ulaşmıyor” dedi.

Diğer yandan şirketin kullandığı sulama tekniği, toprağın tuzlanmasına yol açtı. Kullanılan yöntem genellikle şeker kamışı, pirinç, kahve ve mısır gibi büyük plantasyonlar için kullanılıyordu ama hindistan cevizi için uygun değildi.

Toprağın aşırı sulanması ve yükselen sıcaklıkların etkisiyle artan buharlaşma, tuzun yüzeyde birikmesine ve toprak verimliliğinin kaybına yol açarak çölleşmeye katkıda bulundu.

Giderek azalan yağışlara bağlı olan üretim azaldı ve hindistan cevizi ağaçları birer birer ölmeye başladı. İklim değişikliği de yağışları daha az ve düzensiz hale getirerek bu insan hatasını hızlandırdı ve toprak bozulmasını artırdı.

Temer ve Bolsonaro’nun mirası daha fazla çölleşme oldu

2006 yılında, Brezilya’nın o zamanki Çevre Bakanı Marina Silva, Çölleşmeyle Mücadele ve Kuraklık Etkilerini Azaltma Ulusal Eylem Programı (PAN-Brezilya) kapsamında Bozulmuş Alanların İyileştirilmesi Merkezi (Nuperade) projesini başlattı. Proje, “yaralı toprakları iyileştirmeyi” hedefliyordu.

On yıl sonra solcu başkan Dilma Rousseff‘in azledilmesi ve yerine Michel Temer‘in geçmesiyle proje durduruldu. Temer, çevre programlarını etkileyen kemer sıkma önlemleri uyguladı. Onu takip eden Jair Bolsonaro, başkanlığı döneminde çevre politikalarını daha da bozdu.

Orman mühendisi ve araştırmacı Lêdo Bezerra Sá, çevre konularında federal hükümet desteğinin 2012’den itibaren zaten azaldığını ve bütçe kesintileri nedeniyle bu konuların ihmal edildiğini belirtti.

Şu anda, bölgedeki çölleşme için aktif bir hafifletme veya önleme faaliyeti yok. Çevre vergisi denetçisi Aline Araújo, eğitim kurumları ve Çevre Bakanlığı’nın Çölleşmeyle Mücadele Departmanı ile işbirliği yaparak kaynak sağlamaya çalıştıklarını söyledi.

Çevreciler, Temer ve Bolsonaro yönetimleri sırasında altı yıl boyunca çevrenin göz ardı edilmesine, ulusal çölleşme planının güncellenmemesine ve ilgili komitenin dağıtılmasına bağlı olarak çölleşme ile mücadeledeki yetersizliği Brezilya politikasına bağlıyor.

Çölleşmeyle mücadele yeniden gündemde

2023’te Luiz Inácio Lula da Silva‘nın tekrar başkanlık görevine gelmesiyle, çevre politikaları yeniden gündeme geldi. Yeni Çölleşmeyle Mücadele Departmanı başkanı Alexandre Pires, 2022 sonuna kadar küçük çiftliklerde 1 milyondan fazla sarnıç inşa eden 3 binden fazla STK, dernek ve sendikadan oluşan bir ağın koordinatörlüğünü yaparak yerel toplulukların karşılaştığı zorluklar konusunda tecrübe edindi.

Ocak 2023’te Çölleşmeyle Mücadele Ulusal Planı‘nın geliştirmelerine başlandı. Şubat 2024’te Pires, Ulusal Çölleşmeyle Mücadele Komisyonu‘nu yeniden oluşturan bir kararname taslağı hazırladı. Bu komisyon, o güne kadar sadece kağıt üzerinde var olan ve Lula’nın yeniden aktive ettiği çeşitli hükümet bakanlıklarından, kurumlardan, ajanslardan ve sivil kuruluşlardan temsilcilerden oluşuyor.

‘Brezilya’da ormansızlaşma en geç iki yılda tarihi seviyelere düşebilir’
Brezilya’da seçimleri Lula kazandı: Bolsonaro yenilgiyi henüz kabul etmedi

COP16’dan finansal destek bekleniyor

Pires, bu yıl sonunda Suudi Arabistan‘da yapılacak olan Çölleşmeyle Mücadele Konvansiyonu COP16‘da belirlenmiş kısa, orta ve uzun vadeli hedefleri olan kapsamlı 20 yıllık bir plan sunmayı hedefliyor.

Planın uygulanması için çok taraflı anlaşmalar ve uluslararası kaynaklar elde etmeyi uman Pires, planı 17 Haziran (bugün) Uluslararası Çölleşmeyle Mücadele Günü‘nde sunacak.

Ancak Brezilya hükümeti için hala bazı engeller olduğunu hatırlatmak gerek.

Daha önceki çevre planları hükümet değişiklikleri ile kesintiye uğradı. Aynı engel hala geçerli olabilir. İkinci sorun ise mali kaynak eksikliği. Orman mühendisi Bezerra’ya göre Brezilya’nın çölleşmeye karşı mücadelede planlama, bütçeleme ve karar alma süreçlerini merkezileştirmek için Çevre Bakanlığı bünyesinde bir fon oluşturması gerekiyor.

G7 liderleri iklim liderliğinde sınıfta kaldı

Bu yıl 13-15 Haziran tarihlerinde İtalya‘da gerçekleştirilen G7 Zirvesi‘nde Amerika Birleşik Devletleri, Kanada, Japonya, Almanya, Fransa, İngiltere ve İtalya, on yıl içinde iklim değişikliği ile mücadele için temiz enerjiye geçişin hızlandırılmasını hedeflediklerini açıkladı.

İklim değişikliği, kirlilik ve biyolojik çeşitlilik kaybının yol açtığı sorunlara çözüm bulmak için G7 ülkeleri, 2030 yılına kadar yenilenebilir enerji kapasitesinin üç katına çıkarılması, küresel enerji verimliliğinin iki katına çıkarılması ve enerji güvenliğinin sağlanması gibi 28. Taraflar Toplantısı (COP28) taahhütlerini teyit etti.

Taahhütlerden biri 2030’ların başında azaltılmamış kömürden elektrik üretimini aşamalı olarak kaldırmak. Ayrıca petrol ve doğal gaz gibi fosil yakıtlardan kaynaklanan metan gazı emisyonlarının 2030 yılına kadar yüzde 75 azaltılması taahhüt ediliyor. Ancak zamanlamanın ülkelerin net sıfır taahhütleri doğrultusunda küresel ısınmayı 1,5 derece ile sınırlamayı sağlayacak bir şekilde planlanmasına karar verildi.

G7 liderleri bu yılki Birleşmiş Milletler İklim Konferansı (COP29)’nda daha iddialı ulusal iklim planları sunacaklarını söyledi.

Doğal gaz yatırımlarına devam

Diğer yandan Rus enerjisine bağımlılığın ortadan kaldırılması için doğal gaza aktarılan kamu yatırımları devam edecek gibi görünüyor.

G7 liderleri, Rusya’dan doğal gazı ithalatını azaltmak için LNG (sıvılaştırılmış doğal gaz) sektörüne yapılacak yatırımların enerji krizine ve krizden kaynaklanan piyasa açığını gidermeki için ‘uygun’ olabileceği belirtiyor.

Çevre ve finans politikası üzerine çalışan Common düşünce kuruluşunun CEO’su Oscar Soria, G7’nin petrol ve gaz yatırımlarından uzakta bir gelecek planı yapma konusundaki isteksizliğini genel bir başarısızlık olarak değerlendirdi.

Temiz enerji yatırımları için hedef Afrika

Ev sahibi İtalya’nın başbakanı Giorgia Meloni, konuyu yedi Afrika ülkesiyle iş birliği içinde kurulan Afrika’da Büyüme için Enerji girişimine getirerek Akdeniz ve Afrika’yı enerji tartışmalarının odak noktası yaptı.

G7 ülkelerinin temiz enerji yatırımlarını Afrika’ya yönlendirmesi bekleniyor ve kıtanın küresel bir sürdürülebilir enerji merkezi olması hedefleniyor. Bu da bugüne kadar fosil yakıt ve mineral kaynağı olarak görülen Afrika ülkeleri için bir değişime işaret ediyor.

Ancak iklim değişikliği düşünce kuruluşu ECCO’ya göre finansman eksikliği, girişimin güvenilirliğini azaltıyor.

‘Liderlerimiz liderlik yapmıyor’

Verilen taahhütler ve taahhütlere gelen eleştiriler, G7 ülkelerinin iklim konusunda dünyaya liderlik edemediğini gösteriyor. G7 ülkeleri dünyadaki petrol ve gaz üretiminin yüzde 27’sinden sorumlu.

Bu ülkelerde fosil yakıt projelerine yıllık 25,7 milyar dolar değerinde kamu finansmanı sağlanırken temiz enerji için yalnızca 10,3 milyar dolar ayrılıyor. İklim odaklı bir iletişim şirketi olan GSCC‘den Nicola Flamigni, “fosil yakıt üretiminin yüzde 30’undan sorumlu yedi ülkenin doğal gaz yatırımlarına açık kapı” bırakmasını eleştirdi.

Reuters kaynaklarına göre iklim aktivistleri, zirvenin taahhütlerini eksik ve daha önceki sözlerin bir tekrarından ibaret olmakla eleştirdi. Global Citizen başkan yardımcısı Friederike Roder, “Dünyanın cesur bir liderliğe ihtiyaç duyduğu zamanda liderler toplantısı hiçbir değer katmadı. Liderler evlerinde de kalabilirdi” dedi.

Oil Change International kamu finansmanı lideri Bronwen Tucker ise “Liderlerimiz liderlik yapmıyor. İnsanlık tarihinin en sıcak 12 ardışık ayında, liderlerimiz bizi hayal kırıklığına uğratıyor. G7 ülkeleri, kömürden aşamalı çıkış için yetersiz bir tarih belirleyerek ve fosil gaz üretimini artırmayı destekleyerek ülkelerin fosil yakıtlardan çıkışı hızlandırmaya odaklanması gereken bir zamanda kötü bir sinyal veriyor” dedi.

Sokakta yaşayan hayvanlar için yasa teklifi yazılıyor: Hasta ve rehabilite edilemeyenler öldürülecek

‣ Kuduz bahanesiyle katliam yasası meşrulaşmaz: Yılda en fazla 2 vaka görülüyor

Hayvanı terk edenlere para cezası artırılıyor

Urfa’daki hayvan hakları aktivistleri köpekler için ayağa kalktı: Sokaklarda köpek kalmamış
Urfa Belediyesi ‘kuduz iddiasını’ yalanladı: Köpekleri tutuklanan Özgünlü’ye tutanakla teslim ettik
Hayvan hakları savunucuları Beşiktaş’da taşlı saldırıya uğradı

‘Zararlı görülen’ öldürülecek, ‘zararsızlar’ sokakta kalmaya devam edecek

Yasa teklifine göre “sahipsiz sokak hayvanı” tanımı yapılarak “köpeklerin yakalanması ve kısırlaştırılması” belli hükümlere bağlanacak. Buna göre, saldırgan hale gelmiş, anatomik yapısı bozulan ve kuduz riski taşıyan köpekler öncelikli olarak toplanacak; mahallelerde, vatandaşlar tarafından bilinen ve beslenen zararsız köpeklerin ise kısırlaştırılmak şartıyla sokakta kalmaya devam edecek.

Türkiye’nin dört bir yanından binlerce hayvan hakları savunucusu seslendi: Toplayamazsın, öldüremezsin!
Hak savunucularından vekillere çağrı: Hayvanların ve yaşamın yanında olun!
CHP lideri Özel’den köpek katliamı tasarısına tepki: Tutar tarafı yok

Toplanan sokak köpekleri arasında barınak koşullarında yaşamını devam ettiremeyecek durumda hasta ve saldırgan olanlar ve bir ay içinde sahiplendirilmeyenler öldürülecek. Sahiplendirilen hayvanlar ise çiple takip edilecek.

Yasanın “denetim”le ilgili maddesinde ise mahalli idarelerin görev alanları yeniden düzenlenecek. Tarım ve Orman Bakanlığı, sokakta yaşayan hayvanlarla ilgili bütçesini artıracak.

Adalılar serbest: Yaya bölgesinde yaya olarak durduğumuz için gözaltına alındık

Adalıların günlerdir süren direnişine ve ‘sizin onayınız olmadan çalıştırmayacağız’ sözlerine rağmen, toplu ulaşım için İstanbul Büyükşehir Belediyesi‘ne (İBB) bağlı İETT’ Genel Müdürlüğü‘nce Büyükada‘ya getirilen minibüsleri protesto ederken gözaltına alınan Adalılar serbest bırakıldı.

Onlarca çevik kuvvet polisinin getirildiği Ada’da, sabah saatlerinde sekiz Adalı, polisin sert müdahalesiyle gözaltına alınmış; saatlerce karakolda tutulmuştu.

Minibüslü toplu ulaşıma karşı eylem yapan Adalılara gözaltı

Serbest bırakılan Adalılar, koruma altında bir sit alanı olan Adalar’da, faytonların kaldırılmasının ardından başlayan motorlu araç istilası ve trafik terörüne karşı verdikleri onlarca dilekçe, yapılan toplantılar, eylemler ve verilen sözlere rağmen, bir oldu bittiyle getirilen minibüsleri kabul etmeyeceklerini yineledi.

“Korsan taksilere karşı tedbir alınması için yaptığımız onlarca başvuruya ‘yeterli kadromuz’ yok diyenler şimdi karşımıza onlarca polisi dikebiliyor. Demek ki istenirse olabiliyormuş” diyen protestocular, yaya bölgesinde yaya olarak durdukları için sert müdahaleyle gözaltına alınmış olmalarına da tepkili.

İBB Başkanı Ekrem İmamoğlu’na seslenen Ada halkı, “Kanunu biz uygulamaya çalışıyoruz, İBB bizi engelliyor” dedi.

İstanbul‘un Prens Adaları‘nda  Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Yüksek Kurulu’nun, Kaymakamlık, Askeri Kuruluşlar ve Belediye ile bunlara bağlı birimlerin sağlık, itfaiye, temizlik, emniyet hizmetleri için kısıtlı miktarda’ ve ‘zorunluluk arz etmesi halinde Orman İdaresi, İski, Ayedaş, İgdaş gibi kamu hizmeti sunan kuruluşların ilgili idareden izin almak koşuluyla’ kullanabilecekleri araçlar dışında, ilçe genelinde motorlu taşıt trafiği olamayacağına ve adaların bu önemli özelliğinin kısmi bile olsa bozulamayacağına ilişkin 1999, 2009 ve 2013 tarihli kararları hala yürürlükte.

Trafik Kanunun 3’üncü maddesine göre elektrikli araçlar da motorlu araç statüsünde.

İstanbul Adaları’nın UNESCO Dünya Mirası Listesi’ne alınmasına katkıda bulunmak üzere oluşturulan sivil girişim “Dünya Mirası Adalar” gözaltılarla ilgili şu açıklamayı yaptı:

“Arkadaşlarımız sırayla serbest bırakılıyor. Ciddi darp edilmişler. İçlerinde torun sahibi olan da, avukat olan da var. Çok üzgünüz. İstanbul Büyükşehir Belediyesi’nin bunu yapmasına inanamıyoruz.

Sakin ve yavaş yaşamın son örneği minnacık adalarımızda son kalan yaya yolunu 38 ilçeye benzeten tek tipleştirme politikası için arkadaşlarımız darp edilip gözaltına alındı. Bugün Adalar tarihine utanç günü olarak geçecek.”

Adalar’ın tarihi, kültürel ve doğal dokusuna zarar verecek araçlara karşı daha önce de kalabalık bir eylem yapılmış; Adalılar İBB yönetiminden araçları geri çekmesini istemişti. 20-22 Mayıs tarihlerinde Adalar Belediyesi, İBB ve İETT’ye 1386 itiraz dilekçesi teslim edilmiş; Adalar Sivil İnisiyatifi de daha önce adadaki minibüslere karşı 4500 fazla ıslak imzalı dilekçe toplamıştı. Ancak tüm bu imzalar yanıtsız kaldı.

‣ Azmanbüsler: Hizmet değil tahribat
‣ ‘Trafik terörü’ne teslim edilen Adalar’da şimdi de minibüs dönemi!
 Adalar Sivil İnisiyatifi’nden minibüs tepkisi: ‘Yürünebilir Adalar istiyoruz’

Protesto ve gözaltılara rağmen minibüslerin çalışmaya başladığı görüldü.

Adalar Sivil İnisiyatifi, bu durumun adaların doğal yaşamını ve sokak hayvanlarını da olumsuz etkilediğini, adaların yürünebilir ve yaşanabilir alanlar olması gerektiğini savunuyor. Adalarda yürüyüş ve bisiklet rotalarının güvenli ve erişilebilir olması, kültürel varlıkların korunarak ekosistemin gözetilmesi önemsenirken, tüm ilgili tarafların katılımıyla adalara özgü bir ulaşım master planı hazırlanması ve adalardaki kaosa son verilmesi talep ediliyor.

İnisiyatif, İstanbul Elektrik Tramvay ve Tünel İşletmeleri (İETT) Genel Müdürü İrfan Demet‘in istifasını da istiyor.

Minibüslü toplu ulaşıma karşı eylem yapan Adalılara gözaltı

İstanbul Büyükşehir Belediyesi‘ne (İBB) bağlı  İETT Genel Müdürlüğü’nün Adalıların tüm itirazlarına ve direnişlerine rağmen, sit alanı olan ve koruma altındaki Adalar’a getirdiği elektrikli minibüsler bugün sefere başladı.

İlk uygulaması Büyükada‘da başlayan “minibüslü toplu taşıma”nın, Adalar’ın yapısına uygun olmadığını, Adalar’ın “yaya bölgesi” olduğunu vurgulayan Adalılar, “halkın rızası ve bilgisi olmadan bu araçların çalıştırılmayacağı” sözü verilmesine rağmen, bugün trafiğe çıkarılmasına karşı engelleme eylemi yaptı.

Çevik kuvvet polislerinin Adaya getirilerek geniş önlem aldıkları eylemde minibüslerin önünü kesen dokuz Adalı jandarma tarafından gözaltına alındı.

Gözaltına alınan dokuz kişiden adları öğrenilebilen sekizi şöyle: Hatice Kaymakçı, Beril Ünal, Cem Kesici, Cemal Ünal, Onur Şen, Utku Eroğlu, Destan Özgit, Muhammet Uygun

Adalar’ın tarihi, kültürel ve doğal dokusuna zarar verecek araçlar için dün de kalabalık bir eylem yapılmış; Adalılar minibüslerin “hizmet” diye Adalara getirmek isteyen İBB yönetiminden araçları geri çekmesini istemişti.

Azmanbüsler: Hizmet değil tahribat
‣ ‘Trafik terörü’ne teslim edilen Adalar’da şimdi de minibüs dönemi!

20-22 Mayıs tarihlerinde Adalar Belediyesi, İBB ve İETT’ye 1386 itiraz dilekçesi teslim edilmiş; Adalar Sivil İnisiyatifi de daha önce adadaki minibüslere karşı 4500 fazla ıslak imzalı dilekçe toplamıştı. Ancak tüm bu imzalar yanıtsız kaldı.

Halkın bilgisi ve rızası olmadan araçlar çalıştırılmayacaktı…

1 Haziran’da da Büyükada‘da yapılan halk toplantısında Adalılar, minibüs dayatmasını kabul etmeyeceğini belirtmiş; toplantıya katılan İETT Genel Müdürü İrfan Demet, halkın bilgisi ve rızası olmadan araçların çalıştırılmayacağını söylemişti. Bunun üzerine Adalar Belediyesi Ulaşım Çalıştayı‘nın düzenlenmesi için süreç başlatıldı.

Toplantıda alınan kararlara göre İETT araçları, konu İETT üst kurullarında görüşülene kadar seferlere başlamayacak ve sürecin her aşamasında Adalılar bilgilendirilecekti.

Ancak bu kararlara ve çalıştay hazırlığına rağmen İETT, minibüs seferlerine 15 Haziran’da başlayacaklarını duyurdu. Adalılar, görüşmelere ve çalıştay sürecine aykırı davranan İrfan Demet’e istifa çağrısını bugün de yineledi.

Adalar’ın sit alanı statüsüne aykırı

Adalar Sivil İnisiyatifi, haftalardır Adalar’ın doğal, kentsel ve arkeolojik sit alanı olduğunu hatırlatarak minibüslerin “Adalar’ın doğasına, coğrafi, tarihi, kültürel ve sosyal özelliklerine ve yürürlükteki resmi statüsüne” aykırı olduğu gerekçesiyle bu araçların adaya getirilmesine karşı olduklarını duyuruyor.

Yasal koruma gerektiren bu statü, kamu hizmetlerinin görüldüğü (çöp toplama vb.) durumlar dışında bölgenin taşıt trafiğine kapalı tutulmasını gerektiriyor.

İnisiyatif, adaların koruma kararlarını uygulamayan kamu kurumları ve görevlileri hakkında suç duyurusunda da bulundu.

‘Yavaş ve araçsız şehir istiyoruz’

Adalar’ın ulaşım sorunu için Ziyaretçi Yönetim Planı ve Ulaşım Master Planı yapılması gerektiğini vurgulayan Adalar Sivil İnisiyatifi, yavaş ve araçsız şehir prensiplerine uygun bir planlama talep ediyor. Adalar halkı da Adalar’ın “şehirleştirmesine” ve hızlı tüketilen bir turizm alanına çevrilmesine hizmet eden minibüslerin anakaraya geri götürülmesini istiyor.

 Adalar Sivil İnisiyatifi’nden minibüs tepkisi: ‘Yürünebilir Adalar istiyoruz’

 

 

Geri dönüşümün davranışsal ekonomisi-1

Doktora tezini bitirmek üzere olan bağımsız bir araştırmacı olarak akademik kazanımlarımı aktarmaya çalışırken, bu alanda sahada elde ettiğim deneyimlerimi paylaşmak niyetindeyim. Bunu gerçekleştirme motivasyonum elbette bilimsel metodolojiden geliyor. Ve bilimin metodolojisinin zaman zaman değiştiğini, bir kavramı ya da bir olguyu açıklarken bazen ezbere gidilen yöntemin farklı versiyonlarının da mümkün olduğuna tanık oluyorum. Davranışsal ekonomi, sürdürülebilirlik ve geri dönüşüm alanında yaptığım okumalar beni bu alanın biraz dışında sayılabilecek bir yere yönlendirdi.

Bir nörobilimci olan Prof. Dr. Türker Kılıç, “bağlantısallık-yeni kültür: yaşamdaşlık” yaklaşımını Türkçe literatüre kazandırmış ve bu yaklaşımın “istikrarın kendisinin bütünün parçalarında değil onu oluşturan o bağlantısallık alanında olduğu” anlatısını geliştirmiş. Bütünlük insan zihni tarafından algılanabilen bütünsellik ise hipoteze tabi, henüz bilinmeyen ancak açıklanmaya çalışan parçaları yani “varlığı olması gereken” olarak tanımlanıyor. Bu bana bir sorunun iyileştirilmesi ya da engellenmesi için kaynağındaki nedenselliklerin tespit edilerek, her unsurun birbirleri arasındaki bağlantısal ilişkinin tanımlanması gerektiğini hatırlattı.

Peki geri dönüşüm ve bağlantısallık arasındaki ilişki nasıl kurulabilir?. Öncelikle bu bağlantısallık ilişkisinin atık yönetim hiyerarşisinden geldiğini belirtmek gerekir. Aslında her kategori bir önceki ile yakından ilintili. Yani entegre ve verimli bir atık yönetiminin gerçeklemesi için söz konusu tüm aşamalar birbirleri ile bağlantılı ve bütünsel bir şekilde değerlendirilmeli.

Atık yönetim hiyerarşisinin ilk üç basamağı ekosistemin korunması ve enerji tasarrufunun sağlanması için en etkin yöntemlerdir. Geri dönüşüm ve enerji kazanımı ise halihazırda kullanılmış ürünlerin yeniden kullanımını mümkün kılarak, sera gazı emisyonlarının azaltılması açısından kritik öneme sahip bir aşamadır. Son olarak bertaraf aşaması ise düzenli ve düzensiz (vahşi) depolama sahalarına gönderilen atıkların tamamen ortadan kaldırılmasıdır. Bu yöntem çevresel kirlilik felaketine yol açarak insan sağlığını tehdit ettiği için arzu edilmez (ideal olanı da budur).

Tüm aşamaların birbirleri ile olan ilişkisi doğal kaynakların orantısız kullanımının önüne geçmek, çevresel tahribatın engellenmesi, enerji ve su tasarrufunun sağlanması hedefleri ile açıklanabilir. Yani bu sistem bütünsel bir şekilde değerlendirildiğinde, en öncelikli seçenekten en son seçeneğe kadar (bertaraf hariç) hedeflenen mevcut kaynakları koruyarak sürdürülebilir bir gelecek inşa etmektir.

Sera gazı oluşumunun büyük kısmı atık depolama sahalarından

Doğal kaynakların orantısız kullanımı, iklim krizi ve çevresel kirlilik felaketlerinin sebepleri düşünüldüğünde doğaya salınan sera gazı oranlarının endişe verici olduğu anlaşılıyor. Birleşmiş Milletler‘in hazırladığı “Emissions Gap Report 2023” raporuna göre küresel sera gazı emisyonlarının her yıl artarak devam ettiği ve gelecek projeksiyonlarda da ciddi artışlar yaşanacağı belirtilmiş.

UN, Emissions Gap Report 2023.

Dünyadaki durum böyle iken Türkiye’de de benzer endişe verici rakamlar rapor ediliyor. TÜİK’ in 2023 raporuna göre; 2021 yılı toplam sera gazı emisyonu bir önceki yıla göre %7,7 artarak 564,4 milyon ton olarak hesaplanmış. Ayrıca toplam sera gazı emisyonlarının en büyük payını enerji sektörünün oluşturduğu belirtilmiş.

Bununla birlikte sera gazlarının doğal ve antropojenik (insan eylemi ve eylemsizliği) kaynaklı oluştuğunu belirtmek gerekir. Ve artan sera gazı emisyonları iklim değişikliğinin en belirgin sebeplerinden sayılıyor. Dolayısıyla iklim krizi (artan sıcaklıklar, kuraklıklar, seller ve yerleşim alanlarının değişmesi vb.) ile mücadele etmek buna sebep olan tüm unsurların kapsayıcı bir şekilde değerlendirilmesini gerekli kılıyor.

Peki statükodaki bu sorunun meydana gelmesinde atık yönetimi nasıl bir rol oynuyor?

Sera gazı oluşumunun büyük bir kısmı atık depolama sahalarında meydana geliyor ve düzensiz depolama sahaları çevre kirliliğini adeta bir felakete dönüştürüyor. Depo sahalarında oluşan atıklar metan emisyonlarına sebep olurken bir yandan iklim değişikliklerini bir yanda da yangın ve patlama risklerini hızlandırıyor. Sera gazının azaltılması için depo sahalarında ortaya çıkan metan emisyonlarının azaltılması hatta engellenmesi gerekir!. Çünkü atıkların mevcuttaki depolama alanlarında bozulması ile sızıntı suları yeraltı ve yer yüzey sularına karışırken, toprağın verimliliğini azaltıyor. Yeni depolama sahalarına duyulan ihtiyaç ise verimli arazi kullanımı fırsatının önüne geçiyor. Dolayısıyla atıkların tamamının depo sahalarına gitmesi önlenerek ve atık yönetiminin hiyerarşik ilişkisi dikkate alınarak, kaynağında ayrıştırılan atıkların geri dönüşümünü kolaylaştırmak son derece önemlidir.

Bu hiyerarşide geri dönüşüm nasıl faydalar sağlıyor?

  • Atık miktarının azalması: Depolama sahalarına bırakılan atıkların, sera gazı salımına sebep olan metan gazı gibi unsurları azaltır. Ayrıca atıkların doğaya salınması ile birlikte oluşan su, hava ve toprak kirliliği önemli ölçüde engellenmiş olur.
  • Enerjinin geri kazanımı: Atık malzemelerin tekrar işlenerek, yeni ürünlere dönüşmesi sağlanarak enerji kullanım miktarı azaltılır. Enerji yoğun sektörlerde hammaddenin yeniden kullanımı ve üretim öncesi işlemlerin maliyetinin azalması ile birlikte enerjinin geri kazanımı sağlanmış olur.  Böylece doğrudan sera gazı emisyonlarının azalmasına katkıda bulunulur.
  • Çevresel sürdürülebilirliğin sağlanması: Geri dönüşüm doğal kaynakların orantısız kullanımını azaltarak biyoçeşitliliğin korunmasını sağlar (kağıt üretiminin azaltılması ormanların ve diğer doğal yaşam alanlarının tahribatının önlenmesi gibi).

Komşunun geri dönüşümü davranışları değiştiriyor

Şimdi geri dönüşüm ve davranışsal ekonomi arasında kurulan ilişkiye geçecek olursam…

Davranışsal ekonomi, bireylerin gerçek davranışlarının tespit edilebildiğini ve bu davranışların arzu edilene dönüştürülebildiğini ortaya koyuyor. Çevre yanlısı davranışların tespit edilebilmesi için bireylerin tüketim, tercih, tutum, niyet ve gerçek davranış kalıplarına yönelik verilerin elde edilmesi laboratuvar/saha deneyleri ile elde ediliyor. Ancak bu noktada belirtmeliyim ki geri dönüşüm davranışına dair veri elde etmek oldukça zor çünkü gerçek davranışı tespit etmek çöpleri ölçmekten (kilo bazında) ya da saymaktan (ürün bazında) geçiyor. Bu sebeple Türkiye’de geri dönüşümün davranışının hane-mahalle-semt-şehir düzeyinde verisine ulaşmak imkansız diyebilirim.

Peki bu verilere ulaşılıyor olsa birey olarak ayda ne kadar atık ürettiğinizi ve bu atıkların ne kadarını geri dönüştürdüğünüzü hatta komşularınızın sizden daha fazla geri dönüşüm yaparak, enerji tasarrufu sağladığını bilseniz davranışınız değişir miydi? Yurtdışında yapılan birçok çalışmada, doğal saha deneyi ile insanların geri dönüşüm davranışının değişebileceği ortaya konmuş. Ve bu da çevre politikaları tasarımında yerelden merkeze ulaşabilecek nitelikte kanıtlar sağlıyor. İsveç, Hollanda, İngiltere ve Almanya gibi ülkelerde gerçekleştirilen doğal saha deneylerinde kullanılan dürtmelerin (bir önceki yazımda bahsetmiştim) geri dönüşüm davranışlarının önemli ölçüde iyileşmesine yol açtığı tespit edilmiş. Ülkemizde de bu ve benzeri politikaların yaygın hale gelmesi için geri dönüşümün yapılmasını engelleyen bilişsel kısıtların tespit edildiği ve davranışın değişebileceğini ortaya koyan çalışmaların artması gerekiyor.

Umuyorum ki bir sonraki yazıda söz konusu saha deneyleri ile ilgili detaylı bir anlatı, davranışsal ekonominin anlaşılmasını güçlendirecektir…

 

Avrupa Parlamentosu seçimleri: ‘Demokrasi’ tükeniyor mu?

[email protected]

Avrupa Parlamentosu (AP) seçim sonuçları, demokrasi ve onun gelişmesiyle ilgili kaygısı olan herkes için eminim tam bir katastrofi gibi algılanmıştır. Türkiye ve geleceği için de kaygı duyuyoruz elbet. İçinde bulunduğumuz durum her bakımdan çok kötü ve başka ülkelerin Türkiye’ye göre belki de daha hafif denebilecek gerilemeleri üzerinde düşünmek/ kaygılanma, bunca yoksulluk ve sorun varken neden gereksin diye düşünebiliriz. Hatta Gazze’de, tam olarak tükenmekte olan insanlıkla/ insanca yaşayabilmekle ilgili bütün değerler ve kazanımlar her an biraz daha kötüye gidiyorsa, AP seçim sonuçlarının ne önemi olabilir?

Hiç de yabana atılacak bir düşünce değil bu elbette.

Ancak kavramlar, ilkeler ve daha da genel düşünecek olursak insanı insan yapan değerlerle ilgili gelişmeler bu insani gelişmelerle kazanılan haklar ve özgürleştirici felsefi, politik ve hukuki kazanımlar dünyanın sadece bir yöresinde gelişmiyor ve çökmüyor. Bu tür kavramlar, evrensel olarak/ bütün insanlık için işliyor veya çürüyor…

Aynı ekolojik olaylar/ atmosferdeki gelişmeler veya okyanuslardaki akıntılar gibi küresel… Ozon tabakasındaki incelmeler gibi… Buna karşılık ulusal sınırlar, ulus devletler arasında sanki bir anlamı varmış gibi sıkı kontrol altına alınmış sınırlar ve sınırları aşan göçler ya da uzun erimde hiçbir anlamı olmayan çıkarcılıklarla/ sömürü arzularıyla oluşmuş savaşlar gibi…

Ümitler, ümitsizlikler…

AP seçim sonuçları kuşkusuz demokrasiyle ilgilenen ve onun gelişebilmesini/ gelişmiş demokrasiler oluşturulmasının insanlık için en elverişli yolu olduğunu düşünenler için tam bir hezimet olarak değerlendirilebilir. Üstelik hangi aday kazanırsa kazansın Amerikan demokrasisindeki çürüme ve yozlaşmalar da Avrupa ülkelerini ve AB’yi, Afrika ülkelerini, Okyanusya’yı ve elbette bütün İslam ülkelerini, dünya demokrasilerini vb. erozyona doğru sürükleyebilecektir.

Çin Halk Cumhuriyeti, Rusya Federasyonu gibi ülkeler demokrasiden yana hiçbir ümit vermiyor zaten; buna karşılık dünyanın en büyük nüfuslu ülkelerinden Hindistan Cumhuriyeti’nde, iktidarda kalmakla birlikte Modi rejiminin gücünü kaybetmeye başlaması (Türkiye’deki RTE başkanlık rejimi gibi) ümitsizliği hafifletebilecek nitelikte.

Avrupa ülkeleri gibi demokrasinin, özgürlüklerin ve insan haklarıyla ilgili bütün önemli çabalarının/ kazanımların bir anlamda potası sayılabilecek bir coğrafyada yaşamakta olan halkların sağcılaşması ya da faşizme doğru yeniden yönelmekte oluşunun göstergeleri sokaklarda yeniden Nazi ayak seslerinin duyulmasının başlangıcı ürkütücü. Yaşanmış olan bunca felaket, kötülük ve ateş insanların birbirlerine ve doğaya verdikleri bunca gereksiz zarar nasıl öğretici etkisini kaybetmiş olabilir?

Yaklaşmakta olan iklim değişikliğiyle ilgili gelişmeler ya da bir anlamda alt-üst olacak olağan işleyişlerin sürdürülebilmesi bilgisinde yapılması gereken devrimin gereği nasıl kavranmamış olabilir? İnsanlık sorunlara, bu kadar bencil ve sığ, bu kadar kısa erimli ve köksüz-sahte-yapay bir yaklaşımla nasıl yetinebilir? En çok da Avrupa ülkeleri, bu yeni durumla nasıl baş edilebileceği konusunda ciddi arayışları/ kendi yaratmış olduğu uygarlık ve kültürel birikim çerçevesinde adil ve işlevsel önerileri/ siyasalar ve uygulama deneyimlerini nasıl geliştirilemez?

Yukarıdaki iki paragraftaki soruların neden yanıtlanamaz veya yanlış olduğu bile-bile sormak yine de pratik bir yarar sağlayabilir: Tarih anlayışımızı sorgulamalı ve tarihi sürekli gelişen ve nerdeyse lineer bir kazanımlar dizisi olarak düşünmekten vaz geçmeliyiz. İnsanlık tarihi, sanırım bütünüyle kavramların ve değerlerin/ bakış açısındaki hakikatin sürekli olarak gerilediği ve sonra başka bir biçimde ilerlediği, ama kendisini tekrar da etmediği biçimde yorumlanırsa yukarıdaki sorular anlam kazanabilir.

Demokrasi ‘sığlaşıyorsa’ ne yapılabilir, nasıl ve kim yapacak?

Demokrasinin bir yandan kendisini yenilemek için kalıplara ve bağlam bağımlı kurallara (özellikle Avrupa-merkezciliğe) saplanıp kalmaksızın gösterdiği çabaları önemsemeliyiz. Çok da önemli görünmeyen, pek çoğu yerel/ bölgesel ve önemsenmeden/ yeteri kadar tartışılmadan bir kıyıda kalmış arayışlara değer vermek ve onları analize ve yoruma doğru geliştirmeye çabalamak gereği/ işlevi, hala önümüzde duruyor.

Diğer yandan popülizmin, özellikle sağ popülizmin (gerçekte sol popülizmi de ihmal edemeyiz) nasıl yükselmekte olduğunu ve geliştiği her ülkede, her kurumda ve her politikacının söyleminde demokratik kazanımları nasıl sığlaştırdığını, aşındırdığını ve yok ettiğini her gün yeni bir olumsuzlukla görüyoruz. Üstelik Türkiye’den baktığımızda, demokrasi konusunda bunca düşüncenin gelişmesine, uygulama kazanımına ana vatan olmuş İngiltere, Fransa, Amerika Birleşik Devletleri gibi ülkelerdeki karikatür gibi trajikomik durumlar daha da uzaklaştırıyor gelecek iyi günler beklentisini…

Demokrasi eğer gerçekten “halkla”/ “demosla”/ “toplumla” ilgiliyse ve bu insanların vereceği karar genellikle sayılarla/ çoğunluklarla ilgili bir kavramsa nasıl karamsar olmayabiliriz? Demokrasi gerçekten halkın içinden sayısal bir çoğunluğun her şeyi kazanması ve bütün son sözleri söylemesi olabilir mi? Ama AP Parlamentosu sonuçları da Hindistan seçimi sonuçları da, belki ABD başkanlık seçimi sonucu da bunu söyledi ve söyleyecek. Peki ama demokrasi sadece bu basit mekanizmadan ibaret değilse, kendi içinde katmanlaşmaları-alternatifleriyle birlikte çeşitlenme olasılıkları ve birçok başka niteliği daha varsa?

O zaman soruyu yeniden sorabiliriz: Eğer demokrasi, insanlığın ona verdiği değer bakımından sığlaşıyorsa, kendi derinleşmiş niteliklerini unutuyor veya ona aykırı bir biçimde kullanıyorsa ne yapabiliriz? Bunu nasıl yapacağız? Kim yapacak?

AP seçim sonuçları için AB ülkeleri halkı, Hindistan Cumhuriyeti için Hindistan halkı, Türkiye için bizler vb. sormalıyız; hiyerarşisiz-eşitlikçi, sınırlar arasında engeller olmaksızın hareket edebilen bir akışkanlık halindeki nüfusların iklim değişikliğine karşı ve ekolojik kayıpları azaltarak birlikte yaşayabileceği bir dünya için çeşitli ölçeklerde ne yapabiliriz? Bunu nasıl yapacağız?

Neden ilk gündem maddesi hayvan hakları olmasın?

Gerçi bu sorular bugüne kadar sorulmamış sorular değil. Hiçbir yanıt almamış sorular da değil. Ama bu yanıtların sağcı ve popüler sağcı nitelikte olanları toplumlarla daha güçlü diyaloglar kurabiliyor. Zor ama daha kalıcı ve sürdürülebilir yanıtları verenler sözünü iletmede/ toplumları ikna etmekte zorlanıyor.

Gezegenin veya yıldız sisteminin çok uzun erimli bir zamanda sonu olsa da  yukarıda da değindiğim gibi, insan yaşamının tarihinin bir tek yöne, bir tek amaca ve bir tek yaşam biçimine doğru akmadığını biliyoruz. En azından bütün insan topluluklarının tarihi hiçbir zaman doğrusal ve tekil bir durum göstermiyor ve olduğu gibi de kalmıyor. Doğrulardan ve yanlışlardan öğrenebiliyor ama bunları unutabiliyor veya yeni doğrular ve yanlışlar da üretebiliyor.

Eğer böyleyse, yeni bir insanlık durumu/ yeni bir demokrasi, demokrasiyi kendi ilkelerinin tözünden doğru yeniden geliştirecek, güçlendirecek ve parlatacak buluşlar için çabalamaktan başka yapabileceğimiz bir şey yok bugün için…

Belki ilk gündem: Hayvan hakları…

Belki ikinci gündem: Yerel yönetim/ belediye hakları…

Ve…

 

Azmanbüsler: Hizmet değil tahribat

İstanbul Büyükşehir Belediyesi (İBB) İETT Genel Müdürlüğü‘nün Adalar için tasarladığı elektrikli minibüslerin yarın (15 Haziran) seferlere başlaması planlanıyor.

Adalar’ın tarihi, kültürel ve doğal dokusuna zarar verecek bu minibüsler için daha önce Adalar Sivil İnisiyatifi ve Adalılar, bugün (14 Haziran) İBB ve İETT yetkililerine seslenerek bir kez daha ‘azman minibüsleri istemiyoruz’ dedi.

İBB Basın, İETT minibüslerinin Adalar’daki toplu taşıma ihtiyacını karşılamak için getirildiğini söyleyerek “Adalılar için hizmet veriyoruz” dedi. Ancak Adalar Vakıf Başkanı Ali Erkurt, Adalılar’ın minibüslere karşı tepkilerine dikkat çekerek “Bu araçları Adalar’a getirmek, burayı sıradanlaştırmak, basitleştirmek demektir” dedi.

20-22 Mayıs tarihlerinde Adalar Belediyesi, İBB ve İETT’ye Adalar’a getirilen minibüsler için 1386 itiraz dilekçesi teslim etti. Adalar Sivil İnisiyatifi, daha önce adadaki minibüslere karşı 4500 fazla ıslak imzalı dilekçe topladı. Ancak bu imzalar yanıtsız kaldı.

‘Oy verdiklerimizin dayatmalarına karşıyız’

T24 kaynaklarına göre Adalar Sivil İnisiyatifi’nden Kamer Alyanakyan, 23 Mayıs sabahı Adalar’a getirilen ve test sürüşlerine çıkan azmanbüslere Adalılar’la alınan ortak bir kararla engel olduklarını söyledi. Alyanakyan, “Bütün Ada halkı, tahribat yaratacak bu minibüslere kesinlikle karşı” dedi.

Adalar Vakfı Başkanı Ali Erkurt ise “Yarın bu minibüsleri kullanmaya başlatarak bir dayatma yapacaklar ve biz buna karşıyız. Dayatmaların oy verdiklerimiz tarafından gelmesini kabul etmiyoruz” dedi.

‣ ‘Trafik terörü’ne teslim edilen Adalar’da şimdi de minibüs dönemi!

Halkın bilgisi ve rızası olmadan araçlar çalıştırılmayacaktı…

1 Haziran’da Büyükada‘da yapılan halk toplantısında Adalılar, minibüs dayatmasını kabul etmeyeceğini belirtmişti. Toplantıda İETT Genel Müdürü İrfan Demet, halkın bilgisi ve rızası olmadan araçların çalıştırılmayacağını söyledi ve Adalar Belediyesi Ulaşım Çalıştayı‘nın düzenlenmesi için süreci başlattı.

Toplantıda alınan kararlara göre İETT araçları, konu İETT üst kurullarında görüşülene kadar seferlere başlamayacak ve sürecin her aşamasında Adalılar bilgilendirilecekti.

Ancak bu kararlara ve çalıştay hazırlığına rağmen İETT, minibüs seferlerine 15 Haziran’da başlayacaklarını duyurdu. Basın açıklamasında görüşmelere ve çalıştay sürecine aykırı davranan İrfan Demet’e istifa çağrısı yapıldı.

Adalar’ın sit alanı statüsüne aykırı

Adalar Sivil İnisiyatifi, Adalar’ın doğal, kentsel ve arkeolojik sit alanı olduğunu hatırlatarak minibüslerin “Adalar’ın doğasına, coğrafi, tarihi, kültürel ve sosyal özelliklerine ve yürürlükteki resmi statüsüne” aykırı olduğunu vurguladı.

Yasal koruma gerektiren bu statü, kamu hizmetlerinin görüldüğü (çöp toplama vb.) durumlar dışında bölgenin taşıt trafiğine kapalı tutulmalısını gerektiriyor.

Adalar Sivil İnisiyatifi, adaların koruma kararlarını uygulamayan kamu kurumları ve görevlileri hakkında suç duyurusunda bulunduklarını bildirdi.

‘Yavaş ve araçsız şehir istiyoruz’

Adalar’ın ulaşım sorunu için Ziyaretçi Yönetim Planı ve Ulaşım Master Planı yapılması gerektiğini vurgulayan Adalar Sivil İnisiyatifi, yavaş ve araçsız şehir prensiplerine uygun bir planlama talep etti.

İnisiyatif, Adalar’ı şehirleştirmesine ve hızlı tüketilen bir turizm alanına çevrilmesine hizmet eden minibüslerin anakaraya taşınmasını istiyor.

Alyanakyan, “Bu minibüslerle birlikte tamamen her türlü kirliliği Adalara bırakıp geri dönecekleri bir yer haline gelecek. Bu şekilde Adalar’a olan arzı artırmak, yolları genişleterek, yol kenarındaki ağaçları keserek bu tip faaliyetlerle İstanbul’dan Adalar’a gelişleri artırmak Adalar’ı tamamen bitirir” dedi.

 Adalar Sivil İnisiyatifi’nden minibüs tepkisi: ‘Yürünebilir Adalar istiyoruz’

Hataylılar ‘rezerve karşı’ hukuk mücadelesi başlattı: Vazgeçmeyiz!

Video Haber: Burcu ÖZKAYA GÜNAYDIN

*

6 Şubat depremlerinde büyük yıkıma uğrayan Hatay’da “rezerv alan” ilan edilerek mülklerine el konulmak istenen vatandaşlar, hukuk mücadelesi başlattı.

Kırıkhan ilçesi Gündüz Mahallesi ve Defne ilçesi Çekmece Mahallesi sakinleri bugün Hatay Adliyesi önünde toplandı.  “Mahallemizi sermayeye teslim etmeyeceğiz” pankartı açan depremzedeler, önce açıklama yaptı, ardından rezerv alan ilanına kabul etmediklerine dair dilekçelerini mahkemeye iletti.

‘Üç kat üzeri imar vermeyenler altı kat yapıyor’

Mahallenin sağından solundan fay hattı geçmesine rağmen altı kata kadar imar izni verilmesine tepki gösteren Kırıkhan Gündüz Mahallesi’nden Cihangir Uçmaz, “Eskiden üç katın üzerine imar vermiyorlardı şimdi işin içinde rant olunca veriyorlar. Benim evimi, arsamı rızamı almadan gasp ediyorsun, beş katı kime satıyorsun” diye sordu.

‘Bu, kente çökme yasası’

Birkaç hafta önce Akevler Mahallesi‘nde yaşayan vatandaşların yaptığı gibi bugün de Kırıkhan ve Defne’den yurttaşların toplu dava açtığını söyleyen Toplumsal Özgürlük Partisi (TÖP) Hatay İl Sözcüsü Hasan Özgün, bu yasanın “şehre çökme yasası” olduğunu söyledi.

Özgün, “Rezerv Yasası’na ve uygulamaya karşı hem hukuksal hem de fiili meşru tüm mücadeleye devam edeceklerinin altını çizdi.

Hatay’da rezerv alan protestosuna polis şiddeti
Hatay’da rezerv alanı genişledi: Bilgilendirme toplantısı yeni soru işaretleri doğurdu
‣ Hatay’daki mülk sahipleri endişeli: Sit alanı, riskli ve rezerv alan bilinmezliği…
Danıştay, Antakya için ‘riskli alan’ ilanının iptalini istedi 
Samandağ’da rezerv alanı protestosu: Dededen kalma malları gasp etmek istiyorlar
İlk rezerv yapı alanı ilanı Antakya ve Defne’de: 50 bin kişi mülksüzleşebilir
‣ AKP’nin ‘kentsel dönüşüm’ teklifi komisyondan geçti: Kent içi arazi ve binalara el konulabilecek

‘Bizi deprem değil, rezerv yıktı’ 

6 Şubat’ta meydana gelen depremden kurtulup rezerv uygulamasına yakalandıklarını söyleyen Kırıkhan Gündüz Mahallesi’nden bir vatandaş da  “Babadan, dededen kalan evlerimizi, yurtlarımızı yıkmak istiyorlar. Bize ne zaman ev verecekler ne kadar borçlandıracaklar belli değil. 500 metrekare olan yere 85- 100 metrekare ev verecekler, nasıl kabul edelim” diye konuştu.

Bugün Anayasal haklarını kullanarak, dava sürecini başlattıklarını belirten Çekmece Mahallesi’nden Çiğdem Arslan da Antakya’nın bugün sahip çıkılmaya, yalnız bırakılmamaya ihtiyacı olduğunu, mücadeleyi sürdüreceklerini, asla vazgeçmeyeceklerini söyledi.