Ana Sayfa Blog Sayfa 307

Guterres: Gazze çocuklar için bir mezarlığa dönüşüyor

İsrail ile Hamas arasındaki savaş nedeniyle Gazze Şeridindeki çatışmaların yoğunlaşma ve daha geniş bir bölgeye yayılma riski artarken, Birleşmiş Milletler (BM) Genel Sekreteri António Guterres dün (6 Kasım) Filistin‘e sağlanacak insani yardımın desteklenmesi için çağrıda bulundu.

Gazze’de İsrail saldırıları nedeniyle hayatını kaybedenlerin sayısının 10 bin’e ulaştığını aktaran Guterres, işgal altındaki Filistin topraklarında bulunan yaklaşık 3 milyon insana yardım etmek üzere 1,2 milyar dolarlık insani yardım yapılması gerektiğini vurguladı.

New York‘taki BM Genel Merkezi’nde gazetecilere açıklamalarda bulunan Guterres, “Gazze’de yaşanan kâbus insani bir krizden çok daha fazlasıdır. Bu bir insanlık krizidir” dedi.

Ayrıca İsrail güçleri ile Hamas militanları arasında artan şiddet ve çatışmaların genişlemesinden duyduğu ciddi endişeyi dile getirerek “Doğu Kudüs‘ün de içinde bulunduğu işgal altındaki Batı Şeria kaynama noktasında” ifadelerini kullandı.

‣ İsrail-Hamas savaşı: 13 gündür Gazze’de her 15 dakikada bir çocuk öldürüldü
Fotoğraf: AFP

‘Çocuklar için bir mezarlık’

Gazze’de yaşanan felaketin insani ateşkes ihtiyacını her geçen saat daha da acil hale getirdiğini vurgulayan BM Genel Sekreteri, sivillerin korunmasının her şeyden önemli olduğunu vurguladı.

Gazze’de hayatını kaybedenler arasında çocukların ciddi bir orana tekabül ettiğine işaret eden António Guterres, “Gazze çocuklar için bir mezarlığa dönüşüyor.  Her gün yüzlerce kız ve erkek çocuğun öldürüldüğü ya da yaralandığı bildiriliyor” diye konuştu.

Guterres şunları ekledi:

Dört haftalık bir süre zarfında, en az 30 yıldır herhangi bir çatışmada öldürülenden daha fazla gazetecinin öldürüldüğü bildiriliyor. Örgütümüzün tarihindeki benzer dönemlere kıyasla daha fazla Birleşmiş Milletler yardım görevlisi öldürüldü.”
‣ UNICEF: Gazze binlerce çocuğa mezar oldu, yaşayanlar için cehennem

‘İhtiyaç okyanusu’

BM ve ortakları tarafından başlatılan insani yardım çağrısının, Gazze Şeridindeki tüm nüfusa ve Doğu Kudüs’ün de içinde olduğu Batı Şeria’daki yarım milyon Filistinliye destek sağlaması bekleniyor.

Guterres, Mısır‘dan Refah kapısı yoluyla Gazze’ye bir miktar yardım girmesine rağmen, bu “yardım damlasının ihtiyaç okyanusunu karşılamadığını” söyledi.

Çatışmalardan önce günde 500 olan yardım kamyonu sayısı son iki hafta içinde 400’e ulaştı ve bu yardımlar arasında çok ihtiyaç duyulan yakıt bulunmuyor.

BM lideri, yakıt ihtiyacını şu sözlerle açıkladı:

“Yakıt olmadan, kuvözlerdeki yeni doğmuş bebekler ve yaşam destek ünitesindeki hastalar ölecek. Su pompalanamıyor ya da arıtılamıyor. Ham kanalizasyon yakında sokaklara fışkırmaya başlayabilir ve hastalıkları daha da yayabilir. Kritik yardımlarla yüklü kamyonlar yolda kalacak.”

Fotoğraf: AP

‘Acil insani ateşkes’

Genel Sekreter Guterres bundan sonra izlenecek yolun açık olduğunu belirterek, derhal insani ateşkes sağlanması ve tüm tarafların uluslararası insani hukuka saygı göstermesi çağrısını yineledi.

Gazze’de Hamas tarafından tutulan tüm İsrailli rehinelerin koşulsuz olarak serbest bırakılması ve sivillerin, hastanelerin, BM tesislerinin, sığınakların ve okulların korunması çağrılarını yineledi.

“Daha fazla gıda, daha fazla su, daha fazla ilaç ve tabii ki yakıt – Gazze’ye güvenli, hızlı ve ihtiyaç duyulan ölçekte girmelidir. Hemen şimdi. Gazze’de ihtiyacı olan herkese malzeme ulaştırmak için sınırsız erişim. Şimdi. Ve sivillerin canlı kalkan olarak kullanılmasına son verilmesi.  Şimdi” dedi.

‣ İsrail-Hamas savaşında 18’inci gün: Kurbanların yaklaşık yüzde 70’i çocuk, kadın ve yaşlılar

Çatışma genişliyor, nefret artıyor

Çatışmanın daha geniş çaplı etkilerine de değinen Guterres, “Lübnan ve Suriye‘den Irak ve Yemen‘e dek uzanan tırmanma sarmalına” işaret etti. Çatışmaların sona erdirilmesi çağrısında bulunan BM Genel Sekreteri, “soğukkanlılığın ve diplomatik çabaların galip gelmesi gerektiğini” söyledi.

Guterres, nefret söylemlerinin ve provokatif eylemlerin de sona ermesi gerektiğini sözlerine ekledi. Guterres, antisemitizm ve Müslüman karşıtı bağnazlığın artmasından derin rahatsızlık duyduğunu belirterek, dünyanın birçok yerinde hem Yahudi hem de Müslüman toplumların kişisel güvenlikleri ve emniyetleri için yüksek alarm durumunda olduklarını kaydetti.

Duyguların ateşlendiği ve tansiyonun yükseldiği bir ortamda “ortak insanlığımıza tutunmanın bir yolunu bulmalıyız” diyen Guterres şunları ekledi:

“Gazze’deki sivilleri düşünüyorum – büyük çoğunluğu kadın ve çocuk – acımasız bombardıman karşısında dehşete düşmüş durumdalar. Yaklaşık bir ay önce İsrail’de işkence edilerek öldürülenleri ve sadece hayatlarını yaşarken evlerinden, ailelerinden, arkadaşlarından kaçırılan rehineleri düşünüyorum” diye ekledi.

‣ İsrail-Hamas savaşında toplam ölü sayısı 6 bini aştı: Çoğu sivil, yaklaşık üçte biri çocuk

UNRWA personeli yasta

Genel Sekreter ayrıca Filistinli mültecilere yardım eden UNRWA’nın Gazze’de öldürülen 89 çalışanının yasını tutan BM ailesine de katıldı.

Aralarında öğretmenler, okul müdürleri, doktorlar, mühendisler, güvenlik görevlileri ve destek personelinin de bulunduğu bu meslektaşlarımızın çoğu aile fertleriyle birlikte öldürüldü.

Bunların arasında “kas distrofisinin ya da tekerlekli sandalyesinin hayallerini kısıtlamasına izin vermeyen” parlak bir öğrenci olan ve UNRWA’da bilgi teknolojileri alanında çalışan Mai adında genç bir kadın da vardı. 

 Sözlerini tamamlarken Guterres, barışa ve İsrailliler ile Filistinliler için iki devletli bir çözüme giden yolun açılmasına yardımcı olmak da dâhil olmak üzere, “bu acımasız, korkunç, ıstırap verici yıkım çıkmazından bir çıkış yolu” için uluslararası eylem çağrısında bulundu.

‣ İsrail-Hamas savaşı ‘sivillerin benzeri görülmemiş ızdırabıyla’ sürüyor: İnsanlık üstün gelmeli

Hindistan’da hava kirliliği DSÖ sınırının 30 kat üzerinde

Hindistan‘ın başkenti Yeni Delhi‘deki hava kirliliği Dünya Sağlık Örgütü tarafından belirlenen sınırların 30 kat üzerine çıktı. Hava kalitesi açısından sürekli olarak dünyanın en kötü başkenti seçilen ve hızla büyüyen 20 milyonluk megakentin Çevre Bakanı Gopal Rai, acil durum yaratan sorunu “hava kıyameti” olarak adlandırdı.

Hindistan’ın dumanla kaplı başkentindeki yetkililer, megakentin boğucu kirlilik seviyelerinde herhangi bir iyileşme belirtisi görülmemesi üzerine acil bir şekilde kapatılan okulların bir hafta daha açılmaması yönünde karar verdi. Şiddetli duman seviyelerinin şehirde birkaç hafta daha devam etmesi bekleniyor.

Yeni Delhi, hava kirliliği sorunuyla mücadele etmek için uzmanların kirliliğin yoğun olduğu noktaları izlediği, NASA uydu görüntülerini analiz ettiği ve hava kalitesi endeksi sensörlerini güncellediği yüksek teknolojili bir koordinasyon merkezi kurdu.

[26 Eylül Dünya Çevre Sağlığı Günü] ‘Hava kirliliği, en çok insan ölümüne yol açan çevre sorunu’
‣Hava kirliliği DSÖ’nün standartlarına çekilebilirse insan yaşamı 2.3 yıl uzatılabilir 
Hindistan, hava kirliliği
Fotoğraf: Arun Sankar/AFP

Euronews’ün aktardığına göre bu merkez emisyon bölgelerini tam olarak tespit ediyor ve kirliliğe neden olan fabrikalara tebligat gönderilmesi, çöp yangınlarının söndürülmesi ve siyah duman çıkaran araçların durdurulması gibi önlemlerin alınması için hükümet birimleriyle koordinasyon sağlıyor.

Merkezin çevre mühendisi Anurag Pawar, “Hava kalitesi endeksi kötüleşir kötüleşmez sahadaki ekiplerimizi uyarıyoruz ve onlar da hemen harekete geçiyorlar” diyor.

Al Jazeera’nın aktardığına göre, Yeni Delhi’de pazartesi günü Sri Lanka ve Bangladeş arasında oynanacak Kriket Dünya Kupası maçı öncesi her iki takım da yapılması planlanan antrenmanlarını son günlerde dumandan kaynaklanan sağlık riskleri nedeniyle iptal etti.

Delhi’nin ölümcül hava kirliliğinin ardında ne var?

Devlet kurumu olan Hindistan Tropikal Meteoroloji Enstitüsü‘ne göre, Yeni Delhi’deki kirliliğin yüzde 25’ini mahsul artıklarının yakılmasından kaynaklanan duman oluşturuyor.

Hava kalitesini ve diğer çevresel faktörleri izleyen Respirer Living Sciences adlı kuruluşa göre, Yeni Delhi’de 2019 ve 2020 yılları arasında havadaki ince partikül maddelerde yüzde 32’lik keskin bir artış, 2021’de yüzde 43,7’lik bir düşüş ve 2022 ve 2023’te istikrarlı bir artış görüldü.

Yeni Delhi her sonbaharda, özellikle komşu tarım eyaletlerindeki çiftçilerin anız yakmasından sorumlu tutulan keskin bir dumanla kaplanıyor. Duman özellikle kış aylarında daha soğuk havanın kirliliği hapsettiği zamanlarda daha da şiddetleniyor.

Gopal Rai, 12 Kasım’da havai fişeklerin yakıldığı Hindu ışık festivali Diwali’nin yaklaşmasıyla birlikte kötüleşen duman durumu konusunda halkı uyardı.

‣Hava kirliliği DSÖ’nün standartlarına çekilebilirse insan yaşamı 2.3 yıl uzatılabilir
‣Hava kirliliği, antibiyotik direncinde artışa neden olabilir
Hindistan, hava kirliliği
Fotoğraf: AP

İklim değişikliği hava kalitesini bozuyor

İklim değişikliğiyle birlikte hava kalitesinin de bozulduğuna dikkat çeken Temiz Hava Hakkı Platformu Koordinatörü Deniz Gümüşel, hava kirliliğinin etkilerini şöyle açıklıyor:

“Çevre sağlığı sebebiyle insan ölümlerinde hava kirliliği birinci sıradaki sorun.  Maalesef, 12,6 milyon ölümün 7 milyonu hava kirliliğinden kaynaklı ölümlerden oluşuyor. Bu ölümler genel olarak ev ve bina gibi iç ortam hava kalitesinin kötülüğüyle ilgili yaşanabiliyor. Yılda yaklaşık 3 milyon kişi iç ortamdaki hava kirliliğinden kaynaklı 4 milyonu aşkını da dış ortam hava kirliliğinden, yani sokağa çıktığımızda soluduğumuz havanın kirliliği nedeniyle hayatını kaybediyor. Hava kirliliği, öncelikle fosil yakıtların yakılması nedeniyle atmosfere salınan kirletici maddelerden oluşuyor. Bu maddelerin arasında; kükürt dioksit, azot dioksit, ozon, karbonmonoksit gibi bileşenler yer alıyor.

Tolga Şardan hakkında tahliye kararı

“MİT’in Cumhurbaşkanlığı’na sunduğu ‘yargı raporu’nda neler var?” başlıklı haberi gerekçe gösterilerek 1 Kasım’da evinden gözaltına alınıp tutuklanan Gazeteci Tolga Şardan hakkında tahliye kararı verildi. T24 yazarı ve gazeteci Tolga Şardan, “halkı yanıltıcı bilgiyi alenen yayma” suçlamasıyla tutuklanmıştı. Silivri Cezaevinde bulunan Şardan’ın, “yurtdışına çıkmamak” şartıyla tahliyesi kararlaştırıldı.

Şardan’ın avukatları Turgut Kazan, Aslı Kazan ve Serdar Laçin’in bugün (6 Kasım Pazartesi) tutukluluğa itiraz etti, itiraz kabul edildi. Şardan, “yurtdışına çıkmamak şeklindeki” adli kontrol kararıyla tahliye edilecek. Şardan, tutuklu bulunduğu İstanbul-Silivri’deki Marmara Cezaevi’nden çıkacak.

Cumhurbaşkanlığı’nın yargıda yaşananlarla ilgili olarak MİT’ten rapor istediği yönündeki yazısı nedeniyle tutuklanan T24 yazarı Tolga Şardan hakkında itiraz üzerine tahliye kararı verildi.

Şardan, kararın Cezaevine gönderilmesi sonrasında işlemlerinin ardından serbest bırakılacak.

Gazeteciler sansüre ve keyfi tutuklamalara karşı AYM önünde nöbet tutacak 

Ne olmuştu?

Şardan, “MİT’in Cumhurbaşkanlığı’na sunduğu ‘yargı raporu’nda neler var?” başlıklı yazısı sonrası İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı‘nın re’sen başlattığı soruşturma kapsamında gözaltına alınmıştı. Başsavcılık soruşturmasında, Şardan’ın “halkı yanıltıcı bilgiyi alenen yayma” iddiasıyla suçlandığı öğrenilmişti.

Tolga Şardan, T24’te kaleme aldığı yazısında, MİT’in Cumhurbaşkanlığı’na sunduğu “yargı raporunu” gündeme getirmişti. Şardan, “MİT Başkanlığı, yargıdaki çürüme üzerine özel bir rapor hazırlayıp Cumhurbaşkanlığı’na ulaştırdı. Görüştüğüm kaynaklar, yargıdaki çürüme iddialarının ilk merkezinde İstanbul Bakırköy Adliyesi’nin bulunduğuna dikkati çekti”diye yazdı.

Cumhurbaşkanlığı İletişim Başkanlığı’na bağlı Dezenformasyonla Mücadele Merkezi’nin, X hesabından yapılan paylaşımda “Tolga Şardan’ın, ‘MİT’in Cumhurbaşkanlığı’na sunduğu ‘yargı raporu’nda neler var?’ başlıklı 31 Ekim tarihli yazısı dezenformasyon içermektedir” ifadelerine yer verdi.

Tolga Şardan, 1 Kasım’da Ankara’daki evinde yapılan aramanın ardından gözaltına alındı. Savcılık Şardan’ı tutuklama talebiyle Nöbetçi Sulh Ceza Mahkemesi’ne sevk etti. Şardan çıkarıldığı mahkemece tutuklandı.

Sincan Cezaevine götürülen Şardan, ertesi gün Silivri Cezaevi’ne nakledilmişti. Şardan’ın avukatları bugün tutuklama kararına itiraz etti. İtirazı değerlendiren İstanbul 1. Sulh Ceza Hakimliği, Şardan hakkında yurtdışı çıkış yasağı şartıyla tahliye kararı verdi.

Bangladeş’te daha iyi maaş için sokağa dökülen giyim işçileri fabrikalara dönmeye başladı

Bangladeş’te daha iyi maaş talebiyle yaklaşık bir haftadır sokaklara dökülen hazır giyim işçileri, bugün Asgari Ücret Kurulunca yapılacak toplantıda ücret artışının kabul edilmesi beklentisiyle işlerine geri dönmeye başladı.

Ülkedeki hazır giyim fabrikalarında çalışan binlerce işçi, daha iyi ücret talebiyle 31 Ekim’de başkent Dakka‘da ve sanayi bölgesi Gazipur‘da protestolara başladı.

Yerel basında çıkan haberlere göre 25 Ekim’de Gazipur’da, binlerce öfkeli işçinin güvenlik güçleriyle çatıştığı ve en az 40 fabrikaya zarar verdiği protestolar nedeniyle polisle işçiler arasında çıkan çatışmalarda iki işçi öldü.  Sendika liderleri, polisi, Gazipur’daki bir protesto sırasında göğsünden ve sağ elinden vurularak ölen 26 yaşındaki bakım teknisyeni Rasel Hawlader‘i öldürmekle suçladı.

Gösteriler nedeniyle giyim fabrikalarındaki üretimin yaklaşık bir hafta süreyle durmasının Levi’s ve H&M başta olmak üzere büyük marka ve perakendecileri ciddi şekilde etkilediği kaydedildi.

Fotoğraf: Riyad Hossain

Protestolar nasıl patlak verdi?

Bangladeş Konfeksiyon Üreticileri ve İhracatçıları Birliğine (BGMEA) göre Bangladeş, çoğu kadın olmak üzere yaklaşık 4 milyon işçinin istihdam edildiği yaklaşık 3 bin 500 fabrikasıyla Çin‘den sonra dünyanın en büyük ikinci konfeksiyon üreticisi ülkesi konumunda. İşçi sendikaları ve işçiler, fabrika çalışanlarının aylık asgari ücret olarak 8,300 taka (yaklaşık 75 dolar veya 2,130 lira) aldıklarını ve geçinebilmek için genellikle fazla mesai yapmak zorunda kaldıklarını söylüyor.

BGMEA ise işçilerin talep ettiği 208 dolar (5,910 lira) yerine asgari ücreti yüzde 25 arttırarak 90 dolara (2,560 lira) çıkarmayı teklif etti. Bu teklifin ardından hafta sonu protestolar patlak verdi.

Bangladeş yıllardır yıllık ekonomik büyümesini istikrarlı bir şekilde sürdürürken, yükselen enflasyon ülkede büyük bir sorun haline geldi.

‘Aile olmanın maliyetinden haberiniz var mı?’

Binlerce fabrikaya ev sahipliği yapan Gazipur bölgesinde binlerce protestocu sokaklara döküldü. Protestolar yer yer dükkanlara taş atılması gibi bazı vandalizm eylemlerine de sahne oldu.

Dakka’nın Mirpur bölgesinde yüzlerce protestocu sloganlar atarak daha iyi ücretler talep etti. Bazı protestocular araçları tahrip ederken bazıları ise güvenlik personeli devriye gezerken sloganlar attı.

Konfeksiyon işçisi Shahida Akhter, Mirpur’daki protesto sırasında masaya yemek koyabilmek için mücadele ettiğini söyledi.

“(Temel) malların fiyatını düşürürseniz, ücretlerimizin artırılmasına gerek kalmaz” diyen Akhter, fiyatların sürekli artmasından şikayet etti. Akhter, “Bir aile olmanın maliyetinden haberiniz var mı? Eğer bebekleriniz varsa, daha fazla harcama yapmamız gerekiyor” diye ekledi.

Gazipur bölgesindeki bir itfaiye yetkilisi, işçilerin bir elektrikli eşya showroomunu ateşe verdiğini ve bir sağlık kliniği ile diğer bazı dükkanları tahrip ettiğini bildirdi.

Gösteriler sırasında bazı işçiler yolları kapattı, bazı fabrikaları ateşe verdi ve tahribat yarattı. BGMEA protestoculara şiddet kullanmamaları ya da fabrikalarına zarar vermemeleri çağrısında bulundu.

Bangladeş, başta ABD ve Avrupa olmak üzere hazır giyim ürünleri ihracatından yılda yaklaşık 55 milyar dolar kazanıyor.

Rapor: Küçük modüler reaktörler iklim kriziyle mücadelede güvenilir bir çözüm mü?

Sürdürülebilir Ekonomi ve Finans Araştırmaları Derneği (SEFiA), küçük modüler reaktörlerin (SMR) iklim hedefleriyle uyumlu bir enerji dönüşümünü sağlamada rüzgâr ve güneş gibi düşük maliyetli olmadığını ve hâlihazırda ticari olarak kendini kanıtlamış yenilenebilir kaynakların gerisinde kaldığını ortaya koydu.

Küresel seviyede kabul görmüş olan 1,5 derece hedefinin yakalanabilmesi için 2030’a kadar emisyonların çok hızlı bir biçimde azaltılması gerektiğinin altının çizildiği raporda, SMR’lerin, uzun geçmişlerine rağmen hâlâ ticari olarak ve verimli biçimde işler hâle gelemediği, yaygınlaşamadığı belirtiliyor.

Küçük ölçekli nükleer santral almak mı? Hayır, istemiyoruz
Türkiye’de küçük nükleer santral hevesinin maliyeti daha fazla atık, daha yüksek maliyet
Küçük modüler nükleer santraller geleneksel santrallerden daha fazla radyoaktif atık üretiyor

Bugüne kadar dünyada yalnızca iki SMR’nin çalışır hâle getirilebildiği ve yıllar içinde birçok projenin teknik ve ekonomik sebeplerle iptal edildiği, bu yüzden SMR’lerin öne sürülen avantajlarının da test edilemediğine dikkat çekilen raporda SMR’ler hakkında yapılan analizden öne çıkan başlıklar şöyle:
  • ‘SMR’ler mevcut radyoaktif atık sorununu daha da karmaşıklaştırıyor’:

SMR’ler, geleneksel reaktörlere kıyasla, 30 kat uzun ömürlü ve 35 kat da daha fazla düşük-orta düzey radyoaktif atık üretiyor. Doğal ve geri dönüştürülebilir değil, radyoaktif olarak çürüyebilen, bölünebilir malzemeleri kullanıyor. Çalışmalar, SMR’lerin uzun vadede radyoaktif atık üretiminin yönetim gereksinimleri ve bertaraf seçenekleri açısından geleneksel reaktörlerden daha geride kaldığını gösteriyor.

  • ‘SMR’ler ekonomik olarak rüzgâr ve güneş ile rekabet edecek güce erişemiyor’:

Nisan 2023 tarihli seviyelendirilmiş maliyet analizinde (ömür boyu maliyet/enerji üretimi), geleneksel nükleer enerji tesislerinde birim enerji başına maliyet 141-221 dolar/MWh; rüzgâr ve güneş için maliyet ise sırasıyla, 24-75 dolar/MWh ve 24-96 dolar/MWh olarak hesaplanıyor.

ABD’deki NuScale projesindeki reaktörlerin 2029’a kadar birim enerji maliyetinin 58 dolar/MWh olacağı öngörülüyor. Buna karşılık diğer yenilenebilir enerji çözümlerinde maliyet hem zaman içinde geriliyor hem de NuScale reaktörlerine kıyasla çok düşük seviyede kalıyor.

  • ‘SMR’lerin inşaat süreleri uzun, maliyetleri ise yüksek’:

SMR santrallerinin işletme maliyetleri yüksek ve birçok reaktör beklenen kârı sağlayamadığı için kapatılıyor. Daha düşük miktarda elektrik üretiminin daha az gelir getireceği ve inşaat maliyetlerinin bunun çok daha üstünde kalacağı da tartışılıyor. Bu ekonomik dezavantaj nedeniyle SMR’ler faaliyete geçmeden kapanıyor ve ticarileşemiyor. Dünya genelinde geliştirilmekte olan 70’ten fazla girişimin neredeyse hepsi tasarım aşamasında bulunuyor.

‘SMR iklim krizi karşısında güvenilir değil’

Analiz yazarlarından Taylan Kurt, Ulusal Enerji Planı’nda 2035’e kadar Türkiye’de toplam kurulu nükleer kapasitesinin 4,8 GW’tan 7,2 GW’a yükseltilmesinin hedeflendiğini hatırlatıyor ve şöyle devam ediyor:

“Ulusal Enerji Planı’nın duyurulduğu günden bu yana gerek kamu gerek özel sektör tarafından, SMR kurulumunu destekleyen açıklamalar yapılıyor. Enerjide dışa bağımlılığı sonlandırmak üzere mevcut nükleer kapasitesinin SMR’lerle desteklenmesi hedefleniyor. Fakat en güncel bilimsel araştırmalar SMR projelerinin iklim krizi karşısında güvenilir ve düşük maliyetli bir çözüm olmadığını ortaya koyuyor.”

SEFiA Direktörü Bengisu Özenç ise Türkiye’nin nükleer endüstrisi tarafından önemli bir pazar olarak değerlendirildiğini söyleyerek şunları kaydediyor:

“Eylül ayının başında açıklanan Orta Vadeli Program ve yakınlarda meclise sunulan, 2028 yılına kadar da Türkiye’nin kalkınma perspektifini çizen 12. Kalkınma Planı dâhilinde, ödemeler dengesi önlemleri ve enerji kaynaklarını çeşitlendirmeye yönelik önlemler arasında nükleer güç santralleri ve ilave kapasite olarak SMR girişimleri yer alıyor. Bu noktada, maliyetleri ve güvenlik riskleri ortada olan SMR teknolojisinin, özellikle Türkiye’nin enerjide dışa bağımlılığını artıracağı da göz önünde bulundurulduğunda; bu kadar iddialı bir şekilde enerji kapasitesine dâhil edilmesinin sakıncaları üstünde durmak gerekiyor.”

Küçük modüler reaktör nedir?

Elektrik üretim kapasitesi 10 ila 300 megawatt arasında değişen reaktörlere küçük ve modüler nükleer reaktörler deniliyor. SMR’ler elektrik üretiminde, endüstriyel alanda da buhar ve termal ısı olarak kullanılıyor. Günümüzde SMR’ler Arjantin, Kanada, Çin, Fransa, Hindistan, Rusya, G.Kore, UK, ABD’de ya kurulu ya da inşaat halinde.

Geleneksel reaktörlere kıyasla, 30 kat uzun ömürlü ve 35 kat da daha fazla düşük-orta düzey radyoaktif atık üreten SMR’lerin artmasıyla gezegenin giderek daha fazla radyoaktif kirliliğe bulanacak olması ve canlı yaşamının maruz kaldığı ve kalacağı sağlık tehlikesinin artacağı da öngörülebilir.

İklim hedefleriyle ilgili soru önergesinin yanıtları geldi: Hedefler olduğu gibi…

DEVA Partili Millletvekili Evrim Rızvanoğlu’nun, Çevre, Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanı Mehmet Özhaseki’ye sorduğu iklim değişikliği hedeflerine ilişkin soru önergesinin yanıtları geldi. Bakanlıkça verilen yanıtlarda, tanımlar, görev alanları, gelecek dönem için ortaya koyulmak istenen amaçlar ve niyetlere yer verildi. Yetersiz olduğu belirtilen hedefler aynen yazıldı.

‣ İklim örgütlerinden Türkiye’ye çağrı: 2030’a kadar emisyonlar yüzde 35 azaltılmalı
‣ TEMA Vakfı: Türkiye’den beklenen azaltım hedefi gelmedi
‣ İklim örgütleri: Açıklanan emisyon seviyesi öngörülerimizin iki katı

Rızvanoğlu’nun önergesinde şu sorulara yer verilmişti:

  1. Türkiye’nin küresel iklim diplomasisi içerisinde yer edinebilmesi için hangi adımlar atılmaktadır? COP27’de sunulan Ulusal Katkı Beyanı’nın Türkiye’nin bu alandaki konumuna etkisi nedir?
  2. Türkiye’nin COP27’de güncellendiği duyurulan Ulusal Katkı Beyanı ile ilgili eleştiriler dikkate alındığında, hedeflerin gözden geçirilmesi ve yeni hedefler belirlenmesi konusunda yeni bir strateji çalışması yapılmakta mıdır?
  3. Ülkemizin iklim değişikliği ile mücadele konusunda daha kapsamlı ve etkili önlemler almasını sağlayacak yeni bir iklim değişikliği eylem planı oluşturacak mısınız?
  4. Revize Ulusal Katkı Beyanının hazırlanması için herhangi bir çalışmanız mevcut mudur? Bu çalışma var ise detayları kamuoyuyla paylaşılacak mıdır?
  5. 2030 yılı için öngörülen 1.175 milyon ton CO2e (karbondioksit eşdeğeri emisyon) birçok bilim insanı tarafından abartılı bulunmaktadır. Bu rakam ne gibi varsayımlar, hangi veriler ve nasıl bir model kullanılarak hesaplanmıştır?
  6. COP27 çerçevesinde Türkiye’nin 2038’i emisyon tepe noktası (pik yıl) kabul ettiği açıklanmıştır. Tepe noktasının ve buraya kadarki mutlak emisyon artışlarının Paris İklim Anlaşması’yla ve Türkiye’nin 2053’te net sıfır hedefiyle uyumlu olmadığı, sera gazı emisyonları 2038’e kadar artırıldıktan sonra sadece 15 yıl içinde sıfıra indirmenin gerçeklikten uzak olduğu ortadadır. Tepe noktası neden ve nasıl 2038 olarak belirlenmiştir? Tepe noktası tarihini daha erken bir tarihe almayı planlıyor musunuz? Bu konuda hazırlanmış bilimsel bir rapor bulunmakta mıdır? Varsa kamuoyuyla paylaşmayı planlıyor musunuz? 2053’te net sıfır için projeksiyonunuz nedir?
  7. Türkiye’nin emisyon azaltım hedeflerini güncellemesi bu kadar elzem iken, Türkiye’nin enerji sektöründeki emisyon azaltımları ile ilgili çalışmaları nelerdir?
  8. Türkiye’nin kömür gibi yüksek emisyonlu enerji kaynaklarından uzaklaşma ve sürdürülebilir enerji politikalarını benimseme konusunda adımlar atmasının önemi düşünüldüğünde fosil yakıtlarla ilgili herhangi bir taahhüde son verilen Ulusal Katkı Beyanı’nda rastlanmamaktadır. Ülkemizin 2053 net sıfır hedefine ulaşabilmesi için fosil yakıtlar ile ilgili terminler nelerdir?
  9. 2053 net sıfır hedefi için enerji sektörü haricinde kirletici vasfı yüksek olan çimento ve demir çelik tesisleri gibi enerji yoğun sektörler için çalışmalarınız var mıdır?

Bakanlıkça verilen yanıt ise şöyle:

Türkiye, Birleşmiş Milletler İklim Değişikliği Çerçeve Sözleşmesi‘ne (BMİDÇS) ve Sözleşme kapsamında Paris Anlaşması’na taraf olmuştur. Ülkemiz, tarafı olduğu BMİDÇS kapsamında her yıl düzenlenen Taraflar Konferanslarına katılmakta olup son olarak geçtiğimiz yıl Mısır‘da düzenlenen 27. Taraflar Konferansı‘nda güncellenmiş Birinci Ulusal Katkı Beyanı‘nı (NDC) sunmuştur.

Ülkemiz, Birinci Ulusal Katkı Beyanı’nda belirtilen referans senaryoya göre sera gazı emisyon azaltım hedefini yüzde 21’den yüzde 41’e yükseltmiştir. 2025 yılında İkinci Ulusal Katkı Beyanı hazırlanarak Birleşmiş Milletler Sekretaryası‘na sunulacaktır.

2023-2030 İklim Değişikliği Azaltım Eylem Planı hazırlık çalışmaları 7 ekonomik sektöründe (Enerji, Sanayi, Ulaştırma, Atık, Bina, Tarım, Arazi Kullanımı Arazi Kullanımı Değişikliği ve Ormancılık) devam etmektedir. Çalışmaların yılsonuna kadar tamamlanması planlanmaktadır.

Ulusal Katkı Beyanları (NDC), Paris Anlaşması’nın hedeflerine ulaşmak için sera gazı emisyonlarını azaltmak ve iklim değişikliğinin etkilerine uyum sağlamak için taraf ülkelerin yapacakları eylemleri bildirirken, Paris Anlaşmasına taraf ülkelerin, katkı beyanlarını her beş yılda bir sunmaları istenmektedir. Bu çerçevede Paris Anlaşmasına taraf olan ülkemiz beş yılda bir Ulusal Katkı Beyanını güncelleyerek Birleşmiş Milletler İklim Değişikliği Çerçeve Sözleşmesi (BMİÇDS) Sekretaryasına sunacaktır. Daha önce sunulan ve bundan sonraki sunulması planlanan tüm NDC’ler kamuoyunun erişimine açıktır.

Güncellenen Ulusal Katkı Beyanı (NDC)’da referans senaryoda değişiklik yapılmamış olup 2015 yılında sunulan Niyet Edilen Ulusal Katkı Beyanı (INDC) referans senaryosu kullanılmıştır. 2015 yılındaki Türkiye’nin mevcut politikaları, ilgili kurumların görüşleri ve sağlanan veriler doğrultusunda oluşturulmuş bir senaryodur.

Uzun Dönemli İklim Değişikliği Stratejisi (LTS) hazırlıkları, 2053 Net Sıfır emisyon hedefimiz ile uyumlu olarak Bakanlığımız uhdesinde yürütülmektedir. Söz konusu strateji kapsamında 2053 net sıfır projeksiyonu tüm detaylarıyla çalışılmaktadır.

Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanlığı tarafından ülkemizin 2053 Net Sıfır Emisyon Hedefi esas alınarak hazırlanan ‘Türkiye Ulusal Enerji Planı‘ 19 Ocak 2023 tarihinde yayımlanmıştır. Türkiye’nin güncellenmiş Birinci Ulusal Katkı Beyanı enerji sektörü, sanayi sektörü, ulaştırma sektörü, tarım sektörü, bina sektörü, atık sektörü ve arazi kullanımı, arazi kullanım değişikliği ve ormancılık (AKAKDO) sektörü çalışılmış olup NDC kapsamlı azaltım ve uyum eylemlerinin yanı sıra uygulama araçlarına yönelik değerlendirmeleri de içermektedir. Her sektöre yönelik başlıca yol gösterici politika belgeleri ve sektörel mevzuatlar ile 2030 yılı için Türkiye’nin öne çıkan emisyon azaltım politikaları dâhil edilmiştir.

Ülkemizin enerji arz güvenliğinin sağlanması, enerji kaynaklarının çeşitliliğinin artırılması ve sürdürülebilir enerji politikalarının geliştirilmesi, ulusal koordinasyon ve sorumluluğu Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanlığı uhdesindedir.

2023-2030 İklim Değişikliği Azaltım Eylem Planı sanayi sektöründe geniş ve bütüncül bakış bir açısı gözetilerek azaltım eylemlerini barındırmakta, imalat sektörlerinin emisyon azaltımı ve düşük karbonlu yol haritalarına yönelik çalışmalar ilgili Bakanlıklarca yürütülmektedir.

Bu çerçevede, Sanayi ve Teknoloji Bakanlığı’nın Sınırda Karbon Düzenleme Mekanizması (SKDM) ve Yeşil Mutabakat Eylem Planı yükümlülükleri ve çalışmaları çerçevesinde yürütmüş olduğu Çelik, Alüminyum, Çimento, Gübre sektörlerine yönelik düşük karbonlu yol haritaları hazırlık çalışmaları devam etmektedir. Bu yol haritalarında, Türkiye’nin önümüzdeki yıllarda emisyon azaltım hedeflerine ulaşabilmesi için iklim odaklı politika ve stratejiler geliştirmesi, özellikle teknolojik dönüşümün sağlanması ve yatırım ihtiyaçlarının belirlenmesi için kısa, orta ve uzun vadeli stratejiler geliştirilmesi amaçlanmaktadır.

Bu çerçevede, 2023-2053 dönemini kapsayacak şekilde karbon azaltıcı teknolojiler, alternatif hammaddeler, yatırım gereksinimleri gibi gelişmeler ile SKDM ve planlanan ulusal Emisyon Ticaret Sistemi (ETS) gibi iklim düzenlemelerini içeren politika alanlarını ele alan çeşitli senaryolar ve politika setleri üzerinde çalışmalar yürütülmektedir.”

Yine Cengiz Holding: Çanakkale’de feldspat projesi için ÇED süreci başlatıldı

Cengiz Holding’e bağlı Truva Bakır Maden İşletmeleri A.Ş.’nin Çanakkale, Bayramiç’in Yanıklar Köyü’nde açmak istediği feldspat ocağı projesi için Çevresel Etki Değerlendirme (ÇED) süreci başlatıldı.

Çevre Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanlığı’na sunulan proje tanıtım dosyasında yer alan bilgilere göre, şirket Kazdağları sınırları içerisinde yer alan maden projesi için 9 milyon 500 bin TL harcayacak. ÇED alanı içerisinde yer alacak ocak sahasından 10 bin ton feldspat cevheri üretilmesi ve üretim faaliyetleri sonucu yılda 3 bin 500 ton pasanın ÇED sınırları içerisinde depolanması bekleniyor.

Şirketin projesini gerçekleştirmek istediği alan, tarım arazisi ve orman alanından oluşuyor ve en yakın yerleşim yerine 600 metre mesafede bulunuyor.

Proje onaylanırsa şirket, feldspat cevheri çıkarmak için ayda bir kez patlatma yapacak.

Balıkesir ve Çanakkale’de 10 ayda 18 madene onay verildi
Cengiz Holding, davası süren projesi için Kazdağları’nda ağaç kesimine başladı
Cengiz Holding’in Halilağa bakır madeni alanında ağaç kesimleri sürüyor
Cengiz Holding’den Kazdağları’nda ‘ya pazarlık ya kamulaştırma’ teklifi: Arsanız madencilik için gerekiyor
Kazdağları’ndan Cengiz Holding’e ikinci dava: Bakanlığın şirket kurtarıcı yönetmeliklerine sığındı

Ne kadar ağaç kesileceği bilinmiyor

Proje tanıtım dosyasında proje kapsamında emisyon, çevresel gürültü, evsel nitelikli atıksu, evsel nitelikli katı atık, ambalaj atığı, tehlikeli ve tehlikesiz atık oluşumu söz konusu olacağı belirtiliyor.

 Projenin işletme alanındaki bitki örtüsünün kısmi kaybına, bitki örtüsünün parçalanmasına ve işletme sırasında açığa çıkan emisyonlar nedeniyle vejetasyon yapısında bozulmasına yol açması bekleniyor.

Projenin yaban hayatı üzerinde olası etkileri arasında yaşam alanı kaybı, yaşam alanlarının parçalanması ve gürültü, emisyon nedeniyle yaban hayatı sağlığının olumsuz etkilenmesi yer alıyor.

Proje işleme sahalarına tekabül eden ormanlık alanlarda kesilecek ağaçlar ile ilgili önce Orman Genel Müdürlüğü veya Orman Bölge Müdürlüğü’nden gerekli izinler alınacak daha sonra  kesilen ağaçlar satılacak. Ancak dosyada ne kadar ağaç kesileceği belirtilmiyor.

Cengiz Holding’in Bayramiç ilçesi sınırları içerisinde başka projesi de bulunuyor. Bölge halkının itirazları sonucu mahkeme kararıyla iptal edilen Halilağa Bakır Madeni’ne ikinci kez ÇED olumlu kararı verildi.

[6 Kasım Savaş ve Silahlı Çatışmalarda Çevre İstismarını Önleme Uluslararası Günü] Savaşlar iklime de zarar!

İnsanlık savaş kayıplarını her zaman ölü ve yaralı askerler ve siviller, yıkılan şehirler ve geçim kaynakları olarak saymış olsa da, çevre çoğu zaman savaşın göz önünde olmayan kurbanı olarak geri planda kalıyor. Tarih boyunca yaşanan çatışmalarda su kuyuları kirletildi, ekinler yakıldı, ormanlar kesildi, topraklar zehirlendi ve hayvanlar askeri avantaj elde etmek adına katledildi.

Birleşmiş Milletler (BM) Genel Kurulu 2001 yılında 6 Kasım’ı Savaş ve Silahlı Çatışmalarda Çevre İstismarını Önleme Uluslararası Günü olarak ilan etti. Bu gün kapsamında çevreyle ilgili eylemlerin çatışma önleme, barışı koruma ve barışı tesis etme stratejilerinin bir parçası olmasının önemi vurgulanırken geçim kaynaklarını ve ekosistemleri ayakta tutan doğal varlıkların yok edilmesi durumunda kalıcı barış sağlanamayacağına dikkat çekiliyor.

BM Çevre Programı (UNEP) verileri, son 60 yılda yaşanan tüm iç çatışmaların en az yüzde 40’ının, gerek kereste, elmas, altın ve petrol gibi yüksek değerli kaynaklar gerekse verimli topraklar ve su gibi kıt kaynaklar olmak üzere doğal varlıkların sömürülmesiyle bağlantılı olduğunu gösteriyor. Ayrıca bu tür doğal varlıklar uğruna yapılan çatışmaların tekrarlanma olasılığının da iki kat daha fazla olduğu belirtiliyor.

Savaşlar, insanlara ve diğer tüm canlılara, doğaya verdiği büyük zararın yanı sıra iklim eylemine de zarar veriyor, çünkü büyük ordular çok fazla emisyon yayıyor ve askeri harcamalar parayı iklim değişikliğiyle mücadeleden uzaklaştırıyor.

En zengin ülkelerin, yoksul ve iklim açısından hassas ülkelere 2009 yılında verdikleri 100 milyar dolarlık iklim finansmanı sağlama taahhütlerini yerine getirememesi, uzun süredir güvensizlik tohumları ekmiş ve iklim müzakerelerini sekteye uğratmış durumda.

Başkan Joe Biden’ın geçen ekim ayında Kongre‘den, İsrail‘in Gazze‘deki yıkıcı savaşının masraflarını karşılamak ve Rusya‘ya karşı Ukrayna‘yı desteklemek için 105 milyar dolarlık ek fon talebinde bulunması göz önüne alındığında, yerine getirilmeyen söz daha daha da ertelenecek gibi duruyor.

İklim acil durumunu ele almak için hiçbir zaman hayata geçirilmeyen kaynaklar, savaşların desteklenmesi söz konusu olduğunda kolayca elde edilebilir gibi görünüyor.

Askeri emisyonlar, küresel emisyonların yüzde 5,5’ini oluşturuyor

İklim değişikliğine askeri katkının tarihsel olarak değerlendirilmesindeki başarısızlık kısmen kasıtlı bulunuyor.

Climate Home News‘in aktardığına göre, 1997’deki ABD hükümeti,  Kyoto anlaşmasını ancak ordunun emisyonları raporlama ve azaltma konusunda açıkça muaf tutulması durumunda imzalayacağını açıklamıştı. Bu muafiyet 2015’te kaldırıldı ancak raporlama hala isteğe bağlı ve sınırlı.

Bu muafiyet 2015 yılında kaldırılmıştır ancak raporlama hâlâ isteğe bağlı ve sınırlı.

Ancak fosil yakıtların en büyük kullanıcıları arasında askeri jetler, gemiler ve tanklar yer alıyor. Küresel askeri emisyon tahminleri, bunun sivil havacılık sektörünün iki katından fazla, toplam küresel emisyonların %5,5’ini oluşturduğunu gösteriyor.

Ülke emisyonlarıyla karşılaştırıldığında küresel ordu, Rusya’nınkinden daha büyük toplam emisyonla dördüncü sırada yer alıyor.

Aktarılan fonlar

Ancak emisyonlar resmin yalnızca bir kısmı. Biden’ın Ukrayna ve İsrail’e yönelik son askeri yardım çağrısının da açıkça ortaya koyduğu gibi, askeri harcamalar aynı zamanda potansiyel kaynakların iklim eylemlerinden sapmasına da yol açıyor.

Örneğin, Rusya’nın 2022’deki işgalinin ardından Birleşik Krallık hükümeti, Ukrayna’ya yönelik 1 milyar sterlinlik (1,2 milyar dolar) askeri destek paketini kısmen finanse etmek için iklim finansmanı bütçesindeki yetersiz harcamayı kaydıracağını duyurmuştu. 

Daha sıklıkla, hem savaşlar için hem de belirlenen uzun vadeli stratejik ‘tehditlere’ karşı koymak için yapılan askeri harcamaların iklim harcamalarından daha fazla önceliklendirilmesi görülüyor.

Bütün bunların sonucunda, ABD ve Çin gibi büyük güçler arasındaki gerilimin artması ve aynı ülkelerin emisyonları azaltmak ve iklim değişikliğine uyum sağlamak için finansman sağlamada sürekli olarak başarısız olmasına rağmen, 2022’de toplam 2,3 trilyon dolara ulaşan rekor küresel askeri harcamalar oldu.

NATO’nun hedefi

Bu durum daha da kötüye gidecek gibi görünüyor. Dünyanın en büyük askeri ittifakı NATO, tüm üyelerinin GSYİH’nın en az yüzde 2’sini orduya harcamasını taahhüt etti.

Transnational Institute, StopWapenhandel ve Tipping Point North South, Climate Crossfire tarafından hazırlanan yakın tarihli bir rapor, bunun 2028 yılına kadar toplam 11,8 trilyon dolarlık harcamaya yol açacağını ortaya koyuyor. Bu, zengin dünyanın 118 yıl boyunca vaat ettiği yılda 100 milyar dolarlık iklim finansmanını karşılamaya yetiyor.

Söz konusu harcamalar, aynı zamanda tahminen 467 milyon tonluk ek askeri emisyona da yol açacak, bu da Birleşik Krallık’ın bir yılda saldığı miktardan daha fazla. Askeri finansman çabalarını yapısal olarak yerleştirmeye yönelik çabalar da göz önüne alınırsa, tüm bunların tersine çevrilmesi zor görünüyor.

Örneğin Temmuz 2023’de kabul edilen  AB Mühimmat Üretimini Destekleme Yasası (ASAP), mühimmat ve füzeler alanında Avrupa Savunma Teknolojik ve Endüstriyel Üssü‘nün (EDTIB) rekabet gücünü ve dayanıklılığını güçlendirmek” için yapısal önlemler alınması yönünde baskı yapıyor. Amaç, gelecek yıllarda karbon emisyonlarını da “kitleyecek” olan askeri harcamaları artırmak.

Tek kazananlar silah ve güvenlik şirketleri

Bu askeri bolluğun asıl kazananları, son birkaç yılda hisseleri ve kârları hızla artan silah ve güvenlik şirketleri oldu.

Ayrıca iklim değişikliğinden en çok etkilenen ülkeler de dahil olmak üzere ihracat pazarlarını genişletmek için artan siyasi nüfuzlarını da kullanıyorlar. Örneğin NATO üyeleri, dünyanın iklim açısından en hassas 40 ülkesinden 39’una silah ihraç ediyor

Bu ihracatlar çatışmaları körüklüyor ve otoriter rejimleri güçlendiriyor; bu da toplulukların iklim çöküşünün muazzam maliyetleriyle başa çıkma konusundaki direncini zayıflatmaktan başka bir işe yaramıyor.

Savaşın korkunç insani bedeli barışı talep etmek için yeterli olmalı, ancak savaşın artık bize aynı zamanda dünyaya da mal olduğuna dair kanıtlar artıyor.

Kuzey ışıkları Türkiye’de

Dünya’ya ulaşan güçlü bir solar fırtına sebebiyle Avrupa ve Türkiye’nin birçok bölgesinde Kuzey Işıkları görüldü.

“Aurora Borealis” adıyla da bilinen Kuzey Işıkları, gökyüzünü kırmızı, pembe ve yeşil ışıkla aydınlattı. Türkiye’deki birçok sosyal medyada kullanıcısı da pembe, kırmızı ve yeşil renklerle bezenmiş gökyüzü fotoğraflarını paylaştı.

Işıklar, ABD, Kanada, İngiltere, Macaristan, Ukrayna gibi çok sayıda ülkede de izlenebildi.

Güneş uzmanları Dünya’yı etkileyecek bir jeomanyetik fırtına sayesinde hafta sonu çok sayıda yerden Kuzey Işıkları’nı izlemenin mümkün olacağını açıklamıştı.

Dans eden yeşil ve kırmızı dalgalardan oluşan Kuzey Işıkları ya da kutup aurorası, Kuzey ve Güney kutup bölgelerinde gökyüzünde görülen, yeryüzünün manyetik alanı ile Güneş’ten gelen yüklü parçacıkların etkileşimi sonucu ortaya çıkan doğal ışımalar. Bu ışık şenliği Dünya’nın manyetik uçları olan kuzey ve güney kutuplarında daha çok görülüyor

Aurora borealis’in görünme olasılığı, kuzey manyetik kutbuna yaklaştıkça artıyor ve sıklıkla gündönümlerinde oluşuyor.

Işık kirliliği yüzünden bu renk silsilesini yakalamak bazen zor olsa da geçen pazar gecesi dünyanın dört bir yanından çok sayıda kişinin kamerası ya da telefonu Kuzey Işıkları’nı yakalamayı başardı.

Ünlü İtalyan fizikçi ve gökbilimci Galileo Galilei, 1619 yılında “Aurora Borealis” terimini Roma mitolojisindeki şafak tanrıçası Aurora ve rüzgar tanrısı Boreas’tan esinlenerek yaratmıştı. Kuzey Işıkları’nın ilk kaydının ise 30 bin yıl önce Fransa’daki bir mağaranın duvarlarına yansıdığı düşünülüyor.

İsrail bombardımanı Lübnan’da 462 hektar alanı yaktı: 40 bin zeytin ağacı zarar gördü

İsrail‘in Filistinli militan grup Hamas ile savaş sürerken, halihazırda sınır çatışmalarının yaşandığı Lübnan-İsrail arasındaki gerilim de devam ediyor. İsrail’in Lübnan üzerinde gerçekleştirdiği hava saldırılarının ülkede geniş çaplı bir yangına neden olduğu kaydediliyor.

Lübnan Çevre Bakanı Nasır Yasin sosyal medya platformu X üzerinde yaptığı açıklamada İsrail’in Lübnan’daki sınır kasabalarına attığı mermiler ve fosfor silahları nedeniyle 4,6 milyon metrekarelik (462 hektar) alanın yandığını duyurdu.

Yasin, ekolojik öneme sahip geniş orman alanlarına yayılan 100’den fazla yangının tarım arazilerine ve on binlerce zeytin ağacına zarar verdiğini vurguladı.

Rueters‘ın aktardığına göre Lübnan Tarım Bakanı Abbas Hajj, “40 bin ağaç, 40 bin tarih demektir. İnsanlar zeytine manevi olarak bağlıdır. Onları atalarımız dikti ve bugün onları kaybediyoruz” dedi.

Lübnan Ulusal Haber Ajansı’nın aktardığına göre Bakan Yasin Lübnan’ın “İsrail’in uyguladığı yakıp yıkma politikasına ve fosfor kullanımına karşı” şikâyette bulunacağı açıkladı.

Fotoğraf: Thaier Al-Sudani / Reuters

Beyaz fosfor nedir?

Beyaz fosfor, Bazı Konvansiyonel Silahların Kullanımının Yasaklanması Sözleşmesi‘nin III’üncü Protokolü kapsamında yangın çıkarıcı bir silah olarak kabul ediliyor.

Beyaz fosfor havadaki oksijenle anında yanma tepkimesine giriyor. Önce beyaz bir duman daha sonra ise alev oluşturarak yüksek miktarda ısı ortaya çıkarıyor.

İstanbul Teknik Üniversitesi (İTÜ) Kimya Bölümü Öğretim Üyesi Doç. Dr. Muhammet Übeydullah Kahveci, kamuoyunda ‘fosfor bombası’ ismiyle anılan beyaz fosforun yaklaşık 5 ila 30 dönümlük alanı etkileyecek kapasiteye sahip olduğunu söyleyerek ekliyor:

“Sıcaklık, bazı metalleri dahi eritebilecek bir yüksekliğe, 800-815 santigrat dereceye yükseliyor ve en sonunda da zararsız fosfat bileşenine dönüşüyor. İşte bu yüksek sıcaklığa çıkması nedeniyle de uluslararası hukuka göre normalde yasaklanmasına rağmen ne yazık ki savaşlarda mühimmat olarak kullanılıyor.”

Fotoğraf: Zohra Bensemra / Reuters

Beyaz fosforun çevreye etkisi yıllarca sürüyor

Kahveci, beyaz fosforun sudaki oksijen azlığı nedeniyle sulak noktalarda daha yavaş yandığını fakat bu esnada daha toksik bileşikler oluşturarak su canlılarına ulaşıp zehirleyici etkilere neden olabileceğini belirtiyor.

Eğer fosfor yağmur suları ile toprağın derinliklerine inerse saatler, aylar, hatta onlarca yıl orada saklı kalabilir. Sularla birlikte su havzalarına taşınabilir, yine havaya ve toprağa karışabilir.

‣ Savaşta kullanılan beyaz fosfor yıllar boyu su ve toprakta yıkıcı etkiye neden oluyor

Ne olmuştu?

İsrail‘in 7 Ekim’den bu yana saldırılarını sürdürdüğü Gazze‘de, uluslararası hukuka göre yoğun sivil nüfusun bulunduğu bölgelerde kullanımı yasak olan beyaz fosfor bombası kullanması, can kayıplarının yanı sıra sağlık ve çevre felaketi ihtimalini de gündeme getirmişti.

Daha önce İsrail ordusu, İnsan Hakları İzleme Örgütü‘nün Lübnan ve Gazze’de beyaz fosfor mühimmatı kullandıkları yönündeki suçlamasının “kesin olarak yanlış” olduğunu belirtmişti.

Lübnan Dışişleri Bakanlığı geçen hafta yaptığı açıklamada “Lübnan sınır bölgelerini vururken beyaz fosfor kullandığı” gerekçesiyle İsrail’i Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi‘ne şikâyet edeceğini duyurmuştu.