Ana Sayfa Blog Sayfa 250

Gelecek Bakanlığı: İklim krizinden çıkışın yollarını anlatan roman üzerine konuşmalar…

Kim Stanley Robinson‘ın Gelecek Bakanlığı romanı üzerine…  

Gizem KASTAMONULU
Sezai Ozan ZEYBEK

*

“Elimizden geleni yapıyoruz dedi” dedi Mary.
“Hayır, elinizden geleni yapmıyorsunuz ve yaptıklarınız da yeterli olmayacak … Dünyayı öldürüyorsunuz. Söylesene, ne yapıyorsunuz siktiğimin Gelecek Bakanlığında?
Mary zorlukla yutkundu. Çayından içti. Soğumuştu. Ne diyeceğini düşündü. Her dakika daha çok kızmakta olan bu yönünü şaşırmış genç adamla konuşmak akıllıca mıydı? …
“Bakanlık 2024 yılında Paris‘teki toplantıdan sonra kuruldu. Gelecek nesillerin çıkarlarını savunacak bir kurum kurmak iyi olur diye düşünüldü. Kendi adına konuşamayan varlıkların çıkarları, mesela hayvanların veya su havzalarının…”
Genç adam eliyle küçümseyici bir jest yaptı. Bunları zaten biliyordu. “Peki bunu nasıl yapıyorsunuz, nasıl savunuyorsunuz bu çıkarları?” dedi.
“Problemin çeşitli yönlerine odaklanan birimler oluşturduk. Hukukî, malî, fiziksel vb. Yaptığımız önceliklendirmeye göre bize verilen bütçeyi tahsis ediyoruz. Elimizden geleni yapıyoruz.”
Adam sordu: “Peki ya bu yeterli değilse?”
“Ne kastediyorsun?”
“Yaptıklarınız yeterli değil. Çabanız zararı istenilen hızda yavaşlatmıyor. Çözümler gerekli hızda üretilmiyor. Bu görülebiliyor. Herkes görebiliyor. Durum değişmiyor. Kitlesel bir yok oluşa gidiyoruz. Yok oluyoruz! Yani yaptıklarınızın yeterli olmadığını kastediyorum. O zaman neden daha fazlasını yapmıyorsunuz?”
“Aklımıza gelen her şeyi yapıyoruz.”
“O hâlde ya en bariz şeyler aklınıza gelmiyor ya da aklınıza geldiği halde yapmıyorsunuz.”
“Mesela ne?”
“Mesela bu krizin en büyük müsebbiblerini belirleyip peşlerine düşmek.”
“Bunu yapıyoruz.”
“Davalarla mı?”
“Evet, davalar, yaptırımlar, medya kampanyaları ve…”
“Peki suikastler?”
“Kesinlikle hayır.”
“Neden hayır? Bazıları milyonlarca insanın ölümüne neden olacak suçlar işliyor! Hayatlarını kitlesel ölümlerle sonuçlanacak bir sistemi devam ettirmeye adamışlar.”
“Şiddet şiddeti doğurur,” dedi Mary. “Sonsuza dek devam eden bir döngüdür bu. Sen ne dersen de.”
“Savaşı kaybettikten sonra hiç birinin önemi yok. Bak, bu şekilde karbon yakmak, birkaç kişiyi infaz etmekten çok daha fazla canlıyı öldürüyor. Bu yüzden duruşunuz, teslim olmuşların ahlâkından başka bir şey değil.”
Mary omuz silkti. “Ben hukukun üstünlüğüne inanıyorum.”
“Eğer yasalar adil olsaydı, bu dediğine katılırdım. Ama sizin bu güya karşı çıktığınız tahribatı yasalar mümkün kılıyor!”
“O zaman yasaları değiştirmemiz gerekiyor.”
“Peki karbon salanlara şiddet uygulamak? Bir kömür santraline saldırmak sizin için fazla mı şiddet içeriyor?”
“Biz yasalar çerçevesinde çalışırız. Bence bu, durumu değiştirme şansımızı artırır.”
“Ama durum yeterince hızlı değişmiyor diyorum.” Adam kendini toparlamaya çalıştı. “Eğer işinizi ciddiye alıyorsanız, değişimin daha hızlı gerçekleşmesi için nasıl bir yol izleneceğini araştırırsınız. Kimi zaman bazı şeyler yasaya aykırı olabilir, ama bazı durumlarda yanlış olan yasalardır. Bunu Nürnberg Duruşmalarında görmedik mi? Yanlış olan emirlere uymak yanlıştır.”

*

Yukarıdaki pasaj Kim Stanley Robinson’ın ,“The Ministry for the Future” isimli romanından (s. 98-99). Türkçeye Gelecek Bakanlığı diye çevrilebilir. Kitap günümüzde başlıyor, 2050’ye uzanan bir dönemi, önümüzdeki iklim krizine dair olası senaryolardan birini anlatıyor.

Malûm, uzunca bir süredir diziler, filmler, romanlar gelmekte olan koyu bir karanlığın hikâyelerini anlatıp duruyor. Distopyayla kuşatıldık gibi hissediyoruz bazen. Takâtsız bırakan etkileri oluyor, bazen umutsuzluğa kapıldığımızı itiraf etmemiz lâzım. Gerçekler yeterince kötü zaten. Vakit daralıyor ve biz hâlâ petrol prenslerinin lobileriyle, tutulmayan sözlerle, savaşlarla, işgâllerle, aşırı zenginleşen insanları koruyan yasalarla uğraşıyoruz. 2023 bitiyor ve bardağın önemli bir kısmı hâlâ boş.

Robinson’ın kitabı bu anlamda diğerlerinden farklı. Bir umut hikâyesi anlatmaya soyunuyor. Üstelik felaketin çok sonrasında kurulmuş pastoral bir hayatı değil, bugünkü dünyadan doğan daha yakın olasılıkları ele alıyor. Aşağıda bunlardan bahsedeceğiz. Ama önce şunu söylememiz lâzım: Yazar ödevini iyi yapmış. Günümüzün ilham veren örneklerine bakıyor, siyasetten ekonomiye, medyadan ulaşıma çok kapsamlı değişikliklerden bahsediyor. Diğer kitaplarıyla Hugo, Nebula ve Locus gibi kurgu dünyasındaki en prestijli ödülleri almış, doktora yaparken ünlü Markist düşünür Fredric Jameson ile bir dönem çalışmış bir isim.

Kim Stanley Robinson.

Kitapta 2024 önemli bir yıl: Gelecek Bakanlığı’nın kurulması kararı çıkıyor. En başta önemsiz bir kurumken giderek radikalleşiyor. Yeni bir medeniyetin kurulmasında önemli bir rol üstleniyor.

Biz de 2023 biterken hem bu kitabı tanıtmak hem de başlıklar hâlinde üretilen çözümleri gruplandırıp listelemek istedik. Çözümlerin bir kısmı hayli kocaman, manifesto havasında. Hemen hemen her konuya el atılmış. Dolayısıyla incelikli, karakterlerin iyi işlendiği bir roman çıkmamış ortaya. Buna rağmen ABD’ye has o iyimserlik ve “Evet, yapabiliriz” tavrı yeni yıl öncesinde bize iyi geldi. Ayrıca bazen mikro-ölçeklerden çıkıp talepleri büyütmenin, gözümüzü ufku dikmenin faydaları da var diye düşünüyoruz. “Peki nasıl bir dünya hayal ediyoruz?” sorusuna daha somut cevaplar verebilmeliyiz. Aşağıda, kitapta sunulan bu somut öneriler hakkında sohbet ediyoruz. Katılmadıklarınızı ya da içinize sinmeyenleri bize iletirseniz çok makbule geçer. (İletişim bilgileri yazının en altında).

GİZEM:Barack Obama’nın bu seneki favori kitaplarından biri” tanıtımıyla (yukarıdaki kitap kapağında yazıyor) başlayalım. Ne diyorsun?

OZAN: Kitabı sırf bu yüzden bile almayabilirdim. Sanırım bu pazarlama yöntemine karşı giderek alerji oluşmaya başladı bende. Ünlü insanların sözlerini kapağa, kitap arkasına taşımak… Trend yaratmak.

GİZEM: Hepsi aynı olmaya başladı zaten. “Olağanüstü,” “riveting,” “son yılların en iyi kitabı” şeklinde arka kapağı olmayan kitap kalmadı neredeyse.

OZAN: Sadece kapakların değil. Yazma usûlünün formülleri, kabul gören kalıpları oluşuyor bir süre sonra. Bir hocam demişti zamanında: Nietzsche gibi biri günümüzün yayıncılık dünyasında asla kabul görmezdi, basılmazdı.

GİZEM: Yine de biz kitapta önerilen bazı hususları önemli bulduk. Onları konuşalım istiyoruz. Bunları sen üçe ayırmayı teklif ettin. Neler bunlar?

OZAN: Çok katî ayrımlar değil, daha ziyade sohbetimizi yapılandırmak için öyle dedim. İlki ekonomik dönüşüm, diğeri fiziksel/teknolojik dönüşümler. Sonuncusu ise biraz daha farklı türde bir kategori. Ona da siyasî dönüşümler diyelim dedim. İlk ikisindeki değişimleri hayata geçirmeye yarayan mücadele yöntemlerini anlatıyor.

GİZEM: Bize ulaşmak isteyen ve katkı sunmak isteyen okuyucular olursa diye önerileri numaralandırıyoruz aynı zamanda.

  1. A) EKONOMİK DÖNÜŞÜMLER

GİZEM: Kitaptan bir pasaj okuyarak başlayalım:

 “Toplum olarak faaliyetlerimizi planladığımız ve gerekçelendirdiğimiz ekonomi disiplini eksiklikler, çelişkiler, mantıksal kusurlar ve hepsinden önemlisi yanlış varsayımlar ve yanlış hedeflerle dolu (s. 166).”

OZAN: Kesinlikle. Günümüz ekonomisinin en önemli önceliği büyümek. Yutarak büyüyen, yok eden bir büyüme bu. O yüzden bizim neyi büyütmek istediğimiz ve neyi büyütmek istemediğimiz konusunda etraflıca yeniden düşünmemiz lâzım. Günümüzde silah satışı, zehirli kimyasallar, plastik, sigara, hapishane yahut daha çok hayvanın ölümü ekonomiyi büyüten pozitif kalemler olarak muamele görüyor. Ölçme birimimiz (gayri safi hasıla) olumlu ve olumsuz büyüme arasında farkları gözetemiyor. Kitap o anlamda tüm ekonomik modeli değiştirmeye yönelik bir vizyon sunuyor.

GİZEM (A1): Örneğin bankacılık sıkı bir denetim altına alınıyor. Para, bitcoin teknolojisiyle tamamen denetlenebilir hâle geliyor. Bu sayede offshore hesaplar, vergisiz kazançlar sona erdiriliyor. Varlık vergisi zengin olmayı bir hayli zorlaştırıyor. Dolar milyarderi kalmıyor. Bu aynı zamanda siyaseti şekillendirebilen bir avuç insanın gücünü ellerinden almak anlamına geliyor.

Söylemesi kolay, yapması zor elbette. Ama sanırım bana en çok hitap eden bu oldu. Kitapta bunun nasıl başarıldığını en sonda anlatacağız.

 OZAN: En tartışmalı kısım da o olacak zaten.

Bu arada geçmişte bu dediğinin gerçek bir örneği de var. İkinci Dünya Savaşı sonrasında ABD’de 400 bin dolar üstündeki gelirlerin vergi oranı %91’e kadar çıkmış. Neoliberalizmin bir sonucu da bu oranı %20’lere kadar düşürmek, dahası vergi kaçırmayı kolaylaştırmak olmuş.

GİZEM (A2): Bir diğer husus, en yüksek ve en düşük maaşlar arasındaki oranı dengelemek. Kitapta yıllık gelir farkı bire sekizle (kimi kooperatiflerde bire üçle) sınırlandırılıyor. İspanya‘daki Mondragón Kooperatifi gibi başka pek çok kooperatif kuruluyor. Bunlar, eğitimden sağlığa mensuplarına sahip çıkıyor, daha demokratik üretim toplumları oluşturuyor.

ABD’de ilk beş yüz şirketin CEO’larının diğer meslek gruplarının senelik maaşını kaç saatte kazandığını gösteren grafik. Misal bir CEO, bir itfaiyecinin (turuncu renk) senelik gelirini 6,3 saatte kazanabiliyor.

 OZAN (A3): Bu minvalde kitapta öncelikler sorgulanıyor ve yepyeni ölçme şekilleri geliştiriliyor. Buna “Biyosfer ve Medeniyetin Sağlık Meta İndeksi” ismi veriliyor. Dar anlamlı verimlilik tanımları üzerine kurulu sistem sorgulanıyor. Bazı verimsiz gözüken kalemlerin hayatî önemde olduğu baştan kabul ediliyor. İşçilerin insanca yaşayabileceği maaşlar kazanması mesela…

GİZEM (A4): Rant ekonomisi sona eriyor. Rant, yani aslında bir şey üretmeyip, başkalarının ihtiyaçlarını onlara kiralayarak para kazanan, asalak sayılabilecek bir biriktirme şekli. Konut olur, toprak olur, herhangi bir üretim aracı olur…

OZAN (A5): Temel ihtiyaçların piyasa spekülasyonuyla fiyatlandırılması son buluyor. Sağlık, eğitim, barınma, gıda, su gibi temel hakların bedeli, sermayedarların gelir beklentileriyle belirlenmiyor. Bunların her biri temek hak.

Keza toprak, para, enerji gibi toplumun temel payandaları da dar bir grubun kontrolünden kurtarılıyor, zorunlu olarak kamulaştırılıyor. Sonuçta dünyanın geleceğini ilgilendiren enerji politikaları bir şirketin hissedarları arasında konuşulup karara bağlanmamalı.

GİZEM: Kulağa eskimiş sloganlar gibi geliyor. Ama sağlık bir meta değildir. Eğitim bir meta değildir. Toprak bir meta değildir. Olmamalıdır.

OZAN: Hiç eskimiş değil bence. Ama evet, dediğini anlıyorum. Özelleştirme süreci üstümüzden buldozer gibi geçti. Durduramadık. Oradaki mücadele hattı kaybedildi.

21 Temmuz 2008, uzak bir geçmiş gibi.

GİZEM (A6): Evrensel vatandaşlık maaşı yasalaşıyor. Herkese, el açmadan yaşayabilecekleri aylık bir gelir veriliyor. Çalışma koşulu olmadan.

OZAN: Vatandaşlık geliri konusunda çok iyi bir eleştiri okumuştum. Şerh düşüp (ve link koyup) geçelim.

GİZEM (A7): Bahsettiğin eleştiriye cevap olur mu bilmiyorum ama diğer yandan çalışmak isteyen herkese güvenceli iş sağlamak devletlerin yeniden aslî görevi kabul ediliyor.

OZAN: Özellikle belli bir yaşta iş güvencesinin olmaması, preker çalışmak o kadar yıpratıcı ki…

GİZEM: Her yaşta…

OZAN: Herhalde… “Procecilik!” Projeler olmasın demiyorum. Ama akademi için söylüyorum, belli bir konuyu daha iyi araştırmak için değil de hayatını devam ettirmek için proje arıyorsan, gerçekten ne “proje” bir şeye benziyor ne de senin ruh hâlin…

Maaştan maaşa.

GİZEM (A8): Derin konu, uzatmamak için devam ediyorum. Fosil yakıt kullanmak ceza sayılabilecek oranlarda vergilendiriliyor. Orada verimlilik hesabına girilmiyor.

OZAN (A9): Karbon salımını azaltan faaliyetler yeni bir (blockchain) para birimiyle destekleniyor. Denetim sıkı tutuluyor. Bir yerde fidan dikip diğer yerde petrol çıkaran şirketlerin bu haklardan faydalanması engelleniyor.

GİZEM: Burada önemli olan paranın hareketinin blockchain ile takip edilebiliyor olması. Dolayısıyla kimden kime geçtiğinin ve kullanıldığı her bir faaliyetin izi sürülebiliyor. Bu altyapı hâlihazırda var.

OZAN (A10): Afrika ülkeleri bir birlik kurup Dünya Bankası’na ve Çin’e olan borçlarını ödemeyeceğini ilan ediyor. Çok uzun süredir yoksulluğu devam ettiren, sıkışan ülkeleri orman-maden ne varsa satmaya zorlayan, yolsuz hükümetlere yol açan, eşitsiz sermaye dağılımını yeniden ve yeniden üreten çok temel bir sistem, yani başka bir rant kapısı kapanıyor. Hızlı alım satımlar da (yani finansal spekülasyon da) yine bu sayede engelleniyor. Para yeniden toplumun kontrolüne giriyor.

GİZEM: Sonuçta kapitalizmin en verimli ekonomik model olduğu doktrini yerle bir ediliyor. Yoksulluğun kader değil, siyasî bir tercih olduğunu kabul eden yeni bir ekonomi kuruluyor. Yoksulluğu yok etmeye, makası kapatmaya öncelik veriliyor.

OZAN: İklim meselesini çalışanların sürekli dönmesi gereken bir mesele bu. Toplumsal adaletten bahsetmeden iklim meselesini çözemeyeceğiz.

1.B) ÇEVRESEL/TEKNİK DÖNÜŞÜMLER

GİZEM: Gelelim ikinci hususa. İlkinin devamı zaten. Eğer bir ekonomi gereksiz işler ve kullan-at eşya üretmeye programlanmışsa, kullandığı alan artıyor ve kaynaklar da o nispette hoyratça harcanıyor. Daha çok enerji kullanılıyor, daha çok orman kesiliyor, sular kurutuluyor. Seçili kalemlerde küçülen bir ekonomi, dünyada işgâl ettiğimiz alanları küçültmeye, diğer varlıkların sırtındaki yükü kaldırmaya da yarıyor.

(B1) İlk kısımdaki ekonomik dönüşümlere paralel olarak Dünyanın Yarısı isimli toplumsal hareketin başı çektiği bir yabanileştirme hareketi başlıyor. İnsanlar yaşadığı alanları daraltıp diğer canlılara terk ediyor. Hayvanların yaşam alanları arasında geçiş koridorları kuruluyor.

Kitabın sonunda geçen Ganymede ve Şahin figürü. Dünyayı hayvanlara geri veriyoruz.

OZAN (B2): İnsan nüfusu azalmaya başlıyor.

GİZEM: Senin bu konuda endişelerin olduğunu biliyorum.

OZAN: Evet. Yani nüfus asla azalmamalı demiyorum. Ama bir grup diğerinin fazla nüfusundan yakınmaya başladığında sonuçlar kötü oluyor. En azından tarihte öyle olmuş. Dikkatli ele alınması gereken bir konu.

GİZEM (B3): Anlaşılmıştır deyip devam ediyorum. Günlük enerji sarfiyatını kişi başı 2000 watt/h ile kısıtlayan yeni gönüllü cemaatler kuruluyor. Evler, seyahat, yeme içme pratikleri bu kotaya uygun olarak değiştiriliyor.

OZAN: Dünyayı değiştirmeye inanmış kitlelerin aşırı tüketimden feragat edip dayanışmacı cemaatlerde başka türlü mutluluklar kovalamaları hiç de olmayacak iş değil bence. Kabul görme ve yanındakilerle büyüme, on dokuzuncu ayakkabıya sahip olmaktan çok daha önemli bir motivasyon kaynağı olabilir.

GİZEM (B4): Geldik kitabın bence en tartışmalı kısımlarından birine: Dev jeo-mühendislik girişimleri. Kitapta iklim felaketlerini önlemek adına Kuzey Buz Denizi sarıya boyanıyor. Böylelikle daha çok güneş ışığı geri yansıtılıyor. Okyanusların ısınması yavaşlatılıyor. Buzulların erimesini engellemek için pompalarla buz tabakası kalınlaştırılıyor, denizlerden su çekilerek Sahra Çölü‘nde tuzlu su gölleri oluşturuluyor (zira bir yandan sular yükseliyor), kurak bölgelerde nehirlere yapay yollarla su aktarılıyor, gökyüzüne güneş ışınlarını yansıtacak aeresoller püskürtülüyor.

OZAN: Umarım bu noktalara gelmeyiz. Zira geçmiş bize gösteriyor ki müdahale ne kadar büyükse ters tepme ihtimali de o kadar artıyor. (Bu konuda Elizabeth Kolbert’in “Under a White Sky” kitabına bakılabilir). Ancak diğer yandan dünyanın doğal hâli diye bir durum da yok. Ateşin kontrol edilmesinden itibaren on binlerce yıldır dünyayı sürekli değiştiriyoruz: Nehirlerin akışından toprağın kimyasına, soluduğumuz havadan yaban hayatına dönüşmemiş tek bir mecra yok. İyisiyle kötüsüyle! Yaşadığımız şehirler; kanalizasyon sistemleri, ulaşım, binalar, binaların zemini vs. hepsi birer mühendislik projesi.

 GİZEM: Sanıyorum sorun şu: Ekonomiye, siyasete, toplumsal adalete, medeniyetimizin aksadığı diğer tüm konulara sırt çevirip yalnızca mühendislik projelerinden medet ummak insanları hem âtıllaştırıyor hem de aptallaştırıyor.

OZAN: Kesinlikle. İklim krizinde mühendisliğe elbette ihtiyacımız olacak. Ancak herhangi bir tekno-bilim projesinin tek başına bizi düze çıkarma ihtimali yok. Toplumsal adaleti gözetmeyen bir medeniyetin ürettiği teknoloji de ona uygun oluyor. Kolayca şerre bükülüyor.

GİZEM (B5): Döndük. Kitapta temiz enerji kaynaklarına geçiliyor.

OZAN:  Ama aynı zamanda enerji demokrasisi sağlanıyor. Yani enerji tekelleri kırılıyor. Güneş ve rüzgâr (fosil yakıtlardan farklı olarak) böyle bir demokratikleşmeye aslında çok müsait. Her yerdeler. Şirketlerin şu anki en önemli uğraşlarından biri karbon rejiminden çıkarken enerji hakimiyetini kaybetmemek. Bu noktada yukarıdaki A5 numaralı maddeye geri dönüyoruz.

GİZEM (B6): Ulaşım tümüyle değişiyor. Çok daha yavaş, yenilenebilir enerjiyle hareket eden zeplini andıran araçlara geçiliyor. Denizlerde yelkenlilere dönüş oluyor. Kara taşıtları azalıyor, fosil yakıt bırakılıyor. İnsanlık bir miktar yavaşlıyor.

OZAN: Bunun bir sürü faydası da oluyor bu arada. Kitabın sonunda baş kahramanın bu yeni araçlarla uzun bir seyahati anlatılıyor. Sindire sindire geziyor. Seyahat etmenin şekli şemali değişiyor. Ben açıkçası seyahat etmenin çok öğretici, çok dönüştürücü olduğuna inananlardanım. Ama misal konferans için uçakla in, lokanta, otel ve geri dön… Bence bu seyahatin zararı dev, faydası marjinal.

Yol, hedefin kendisidir: Çocuklar için yavaş seyahat rehberi.
1.C) SİYASî DÖNÜŞÜMLER (İYİ DE TÜM BUNLAR NASIL OLACAK?)

 GİZEM: Buraya kadar kitapta bahsi geçen yasal, ekonomik ve fiziksel değişikliklerden bahsettik. İster istemez herkesin kafasından “Güzel ama bunlar nasıl hayata geçecek?” sorusu geçiyor olmalı. Zira gücü elinden tutanların hatalarını anlayıp milyar dolarlarından vazgeçmeleri olacak iş gibi gözükmüyor. İşte kitap (ve kitaba adını veren Gelecek Bakanlığı) bu noktada bize radikal bir vizyon sunuyor.

OZAN: Kırılma noktası Hindistan’daki sıcaklık dalgasında bir haftada 20 milyonun üzerinde insanın ölmesi oluyor. (Gerçek hayatta henüz olmadı, ama olabilir.)  Sonrasında dünya bildiğimiz dünya olmaktan çıkıyor. Gizli bir örgüt suçluları cezalandırmaya başlıyor. (Kitapta bu örgüt Kali’nin Çocukları diye anılıyor. Hinduizmde Kali Kara Tanrıça veya Ölüm Tanrıçası olarak biliniyor.) Özel jetler düşürülüyor, dizelle çalışan gemiler veya fosil yakıt tesisleri sabote ediliyor, büyük iklim suçluları ve aşırı zenginler suikaste uğruyor ya da mal varlıklarından vazgeçmeye zorlanıyorlar. Davos gibi büyük toplantılara saldırılar düzenleniyor. Zenginlerin rahat rahat gezmesine, harcamasına, siyaseti zapt etmelerine imkân tanınmıyor. Özetle, zor kullanılıyor. Gelecek Bakanlığı da kendi “derin” birimini kuruyor. Çünkü utandırmakla, vicdanla, bilinçlendirmekle bu işin yürümeyeceğini; güçlünün geri adım atması için sadece havucun yeterli olmadığını, arada sopa gerektiğini görüyorlar.

 GİZEM: Hepimizi ilgilendiren önemli kararlar %1’in tahakkümünden kurtulunca diğer başka pek çok mevzuda değişiklik yapmak da kolaylaşıyor. Olumlu anlamda domino etkisi diyebiliriz.

Bu arada senin bu şiddet meselesiyle ilgili daha önce de yazmışlığın var. Üç türlü siyaset modeli var diyorsun. Üçü yan yana getirilmediğinde mevzi kaybedilir diye bir iddian var. Onun da linkini şuraya bırakalım.

Andreas Malm’ın konu hakkındaki kitabı.

OZAN: Bırakalım ve umut meselesine geri dönelim: Kitap dünya kardeş olsun, ekonomi değişsin, her şey bölüşülsün deyip bırakmıyor. Değiştirmek için ölçülü ve hedeflerin iyi seçilmiş olduğu zor kullanma gereğini dile getiriyor.

GİZEM: Düşünüyorum da şiddet zaten var. Bu noktaya da zor kullanılarak getirildik. Yüz milyonların zehirlendiği, sakat bırakıldığı, haysiyetsizleştirildiği, yoksunlaştırıldığı bir rejim herkesin rızasıyla gerçekleşmiş olamaz. O anlamda zor kullanmak sisteme içkin bir şey. Senin de yazında belirttiğin gibi, bu zorbalığa sözle, ricayla, vicdanla, akıllı reklâm kampanyalarıyla geri adım attıramayabiliriz. Attıramıyoruz.

OZAN: Bence de. Yani biz ne dersek diyelim, şiddet yok olmuş değil, daha ziyade belli bir grubun elinde tekelleşmiş durumda. Toplumsal mücadele şiddetsizliğe mahkûm edilip diğer taraf her türlü şiddeti uygulayabildiği için neoliberalizm kader gibi çevremizi kuşatabildi belki de. Oysa Charles Tilly’nin hatırlattığı üzere bu güya meşru şiddet tekeli, organize suçun büründüğü hâllerden biri aslında.

GİZEM: Yine de kitabın bu kısmını tartışmaya açık bırakalım. Tarihte şiddetin sıçraması, büyümesi, kontrolden çıkması sık sık yaşanmış. Sıkışma anlarında şiddetin güçlüden ziyade zayıfa yönelebileceğini de unutmamak lâzım. Kitapta da karşı şiddet nasıl sona eriyor, bunca gücü eline geçirmiş Kali’nin Çocukları nereye kayboluyor, bahsedilmeden bırakılmış.

OZAN: Kesinlikle. Başta dediğimiz gibi, kitap bir çok noktada aksıyor. Roman formunda böyle dev ölçekli bir kurtuluş reçetesi yazmak hem sunulan reçetelerde boşluklara yol açmış hem romanın gücünü azaltmış. Karakterler çok zayıf. Hikâye akışı bazen arka arkaya konmuş demeçleri andırıyor.

GİZEM: Bir de ulus devlet çerçevesini hiç aşamamış ya. Uluslar lâzımdır, ehveni şerdir deyip durmuş. Rusya böyle yaptı, Amerika şöyle yaptı gibi cümleler var, şu devletleri karaktere çevirerek konuşma dili… Çin bugün biraz yorgun, üzgün ve yaşlanmış! Bu nedir?

OZAN: “Çin-Hindistan rüştünü ispat etti, sıra İslam‘da…” mealinde cümleler ettirmesi (81. bölüm), yazarın kötüye gidebilecek pek çok ihtimali hafife alıp umut saçması beni de okurken rahatsız etti. Açıkçası, ütopya yazmak belli bir naiflik gerektiriyor sanırım. Naiflik ve bazen rahatsız eden bir ben-bilirimcilik: “O da öyle olsun, bunlar böyle olsun, şunları kaldırın oraya koyun” dili. Distopyalar o yüzden daha inandırıcı belki de.

GİZEM: Yine de misal bir akraba “Peki siz ne istiyorsunuz? Talepleriniz ne?” diye sorduğunda çok uyduruk, çok soyut, çok genel cevaplar verdiğimi fark ediyorum. Bu beni rahatsız ediyor. Sanki kapitalizm sadece kaynakları değil, hayal gücümüzü de kurutuyor. Dünyanın gerçek, uygulanabilir, insanları etrafında toplayacak alternatiflere ihtiyacı var ve bunları konuşabilmemiz lâzım. O anlamda kitap bana iyi geldi.

OZAN: 2024’ün sorunları tespit etmekten öteye geçip somut öneriler üzerine daha çok konuşabildiğimiz bir yıl olmasını dileyelim o hâlde. Bu uzun yazı da umarım buna vesile olur. Umarım korkak olmayan büyük bir toplumsal hareket ortaya çıkar nihayet. Hem Türkiye’de hem dünyada.

 GİZEM: Amin.

*

Yorum yollamak için: Instagram @sezaiozanzeybek

 

2023’te beş yeni tür keşfedildi

Dünyanın dört bir yanında biyoçeşitlilik krizleri yaşanırken, çoğumuzun haberi olmadan, bilim insanları tarafından her yıl binlerce yeni tür belgeleniyor.

Sadece 2023 yılında,  619 yeni yaban arısı türü tanımlandı.

İngiltere Doğa Tarihi Müzesi ise sadece bu yıl 815 yeni tür tanımladığını bildirdi.

Euronewsin aktardığına göre, müze, “Bilmediğimiz bir şeyi koruyamayız ve bu nedenle yeni türlerin tanımlanması, doğal dünyada görülen biyolojik çeşitlilikteki düşüşlerin korunması, muhafaza edilmesi ve tersine çevrilmesi çalışmalarının çoğunun temelini oluşturan ayrılmaz bir unsur” diyor.

İşte 2023 yılında keşfedilen en ilginç ve sıra dışı türlerden bazıları.

İllüstrasyon: Dr. Simone Giovanardi
1- Dev penguen

Tanımlanan tüm yeni türler halen mevcut değil. Hatta bazıları binlerce yıl önce yok olmuştu.

Yeni Zelanda‘daki bilim insanları, yaklaşık 50 milyon yıl önce bölgede dolaşmış olabilecek iki tür dev penguenin kemiklerini keşfetti.

Kumimanu fordycei, dev bir panda kadar ağırlığa sahip olsa da denizde şaşırtıcı derecede zarifti.

Türün tanımlanmasına yardımcı olan Cambridge Üniversitesi araştırmacısı Dr. Daniel Field, “Birçok erken fosil penguen, bugün yaşayan en büyük penguenleri kolayca cüceleştiren muazzam büyüklüklerdeydi. Yeni türümüz Kumimanu fordycei şimdiye kadar keşfedilen en büyük fosil penguen” açıklamasında bulunuyor.

2- Dalek yaban arısı

2023 yılı, Doğa Tarihi Müzesi tarafından tanımlanan 619 yeni tür ile şaşırtıcı bir yaban arısı yılı oldu.

Bunların çoğunluğu Encyrtidae olarak bilinen bir gruba ait. Bunlar, yumurtalarını omurgasız konakçıların üzerine ve içine bırakan parazit böcekleri ifade ediyor.

Bilim insanları, Doctor Who‘nun 60. yıldönümünü anmak için bir yaban arısı cinsine içindeki 14 türle birlikte Dalek adını vermeye karar verdi.

Keşif üzerinde çalışan Dr. John Noyes, “Bunun bir cins için iyi bir isim olduğunu ve ilk yıllarımda Doctor Who’nun büyük bir hayranı olduğum için biraz eğlenceli olduğunu düşündüm” diyor.

Fotoğraf: Brian Jones / DISL
3- Ampul anemon

Bu tür on yıllardır dalgıçlar ve akvaryumcular tarafından bilinmesine rağmen, ancak 2023 yılında resmi olarak Latince bir isimle tanımlandı.

Ampul anemon, gayri resmi olarak bilindiği gibi, Meksika Körfezi‘nde bulunan yarı saydam bir deniz canlısı.

Artık resmi olarak Bellactic lux olarak adlandırılan bu tür, avını sokmak ve tuzağa düşürmek için kayalık yarıklarda barınır. Bazen sadece 1,3 cm boyunda olabildiği için fark edilmesi zor, ancak dokunaçlarındaki şişkin uçlardan tanınabilir.

Fotoğraf: Diego F. Cisneros-Heredia, Pedro Peñaherrera-R.
4- Dev yengeç örümceği

Bu yıl Ekvador Amazonları‘nda keşfedilen süper büyüklükteki örümcek, Güney Amerika ülkesinde türünün ilk örneği olma özelliğini taşıyor.

Pedro Peñaherrera-R. ve Diego Cisneros-Heredia, Ekvador’daki Tiputini Biyoçeşitlilik İstasyonu yakınlarında gece yürüyüşü yaparken Sadala cinsinden dev bir yengeç örümceğine rastladı. Peñaherrera-R’nin büyükbabasının onuruna yeni türe Sadala rauli adını vermeye karar verdi.

Bu mamut canavarın sekiz gözü, sekiz bacağı ve turuncu-kırmızı renkte bulanık bir karnı bulunuyor. Yeşilliklerin arasında ya da bir ağaç gövdesinde pusuda durarak saldırmaya ve geçen böcekleri tuzağa düşürmeye hazır bekliyor.

Fotoğraf: Alejandro Arteaga / Live Science
5- DiCaprio’nun salyangoz yiyen yılanı

Bilim insanları tarafından 2023 yılında beş yeni salyangoz yiyen yılan türü tanımlandı.

Ağaçlarda yaşayan türlerden biri DiCaprio’nun salyangoz yiyen yılanı ya da Latince adıyla Sibon irmelindicaprioae adını aldı.

Bu isim ünlü aktör (ve çevreci) Leonardo DiCaprio tarafından seçildi ve annesi Irmelin‘i onurlandırıyor.

Yeni türü tanımlayan makalede yazarlar, yaşam alanı olan bozulmamış ormanların tarım arazisine dönüştürülmesi nedeniyle bu türü ‘tehdide yakın’ olarak sınıflandırıyor.

Yılan Panama ve Kolombiya‘nın bazı bölgelerinde bulunuyor.

 

Fırlatılışından iki yıl sonra: İşte James Webb teleskopundan olağanüstü uzay ‘manzaraları’…

Evrenin ilk dönemleriyle ilgili bilgi ve görüşlerimizi derinleştirmek üzere iki yıl önce uzaya gönderilen James Webb Uzay Teleskopu‘ndan (JWUT) yeni görüntüler Dünya’ya ulaştı.

Yeni patlayan süpernovalardan güneş sistemindeki gezegenlerin şimdiye dek görülmemiş, ayrıntılı fotoğraflarına, galaksilerin milyarlarca yıl önceki hallerinden dev karadeliklere kadar pek çok büyüleyici görüntü, bilim insanlarının yanı sıra uzay meraklılarını da heyecanlandırıyor.

JUPITER
JÜPİTER:  Güneş sistemindeki en büyük gezegen Jüpiter’in kızılötesi ışıkla görüntüsü. En parlak görüntüleri en yüksek irtifada iletken bulutların üzerinde.

JWUT, henüz kabiliyetlerinin tamamını kullanmıyor. Buna rağmen kozmosun derinliklerine bakıp bize yıldız galaksilerinin 13,5 milyar yıl önceki halini gösterebiliyor.

Gelen görüntülerin çoğunda 13,8 milyar yıl önce gerçekleşen Büyük Patlama’dan hemen sonra bilim insanlarının düşündüğünden daha parlak, daha büyük ve daha olgun olduğu anlaşılıyor.

M51
M51 GİRDAP GALAKSİSİ: Geceleri sadece dürbünle görülebiliyor. James Webb’in görüntülerinde galaksinin karmaşık spiral kolları net bir şekilde görülebiliyor.
CHAMELEON I
BUKALEMUN I: Bukalemun I moleküler bulutu Dünya’dan 630 ışık yılı uzaklıkta. Burada -260 derecelik sıcaklıkta JWUT, daha önce görülmeyen buz tanesi türlerini tespit etti.
SAGITTARIUS C
SAGITTARIUS C: Webb teleskopu galaksimizin merkezi, süper büyük kara deliğin yakınlarına bakıyor. Sadece bu fotoğrafta 500 bin yıldız oluğu tahmin ediliyor. Görüntü baştan başa 50 ışık yılı mesafesinde. Camgöbeği rengi uyarılmış hidrojen gazını gösteriyor.
NGC 3256
NGC 3256:  İki galaksi birbiriyle çarpışınca ortaya bu durum çıkıyor. Çarpışmanın 500 milyon yıl önce olduğu tahmin ediliyor. Çarpışma yeni daha sonra etraflarındaki gaz ve tozu aydınlatan yıldızların oluşmasını sağlıyor.
CRAB NEBULA
YENGEÇ NEBULASI: Ünlü süpernova kalıntısı ilk olarak Çinli astronomlar tarafınan 1054’te kayıtlara geçirilmişti. Dünyadan 6500 ışık yılı uzaklıktaki Boğa takımyıldızında.
SATURN
SATÜRN: Halkalı gezegen, teleskopun gönderdiği bu fotoğrafta çok karanlık görünüyor. Çünkü gezegendeki metan gazı kızılötesi ışıkları emiyor. Satürn’ün uydularının üçü solda görünüyor.
HH212
HH212: 50 bin yaşından daha büyük olmayan bebek yıldızın, her iki kutbundan gönderdiği enerji akımları pembe renkle görülen moleküler hidrojeni yakıyor. Tüm yapı baştan başa 1,6 ışık yılı uzunluğunda.
JADES
JADES diye bilinen JWUT İleri Derin Ektragalaktik Tarama bilinen en erken oluşmuş galaksiyi tespit etti ve buna JADES-GS-z13-0 adı verildi. Galaksi, Büyük Patlama’dan sadece 325 milyon yıl önceki haliyle görünülendi.
STAR CLUSTER IC 348
YILDIZ KÜMESİ IC 348: Parlak bir yıldız kümesinin arasındaki ufak gaz ve toz iplikçikleri. Webb bu görüntüde en küçük cüce ya da “oluşmamış yıldızı” gösteriyor. Cismin boyutu Jüpiter’in üç ya da dört katı.
EARENDEL
EARENDEL; Şimdiye dek dünyamıza en uzakta tespit edilen tek yıldız. James Webb, bu yıldızın ışığının bize ulaşmasının 12,9 milyar yıl aldığını teyit etti. Işığı öndeki galaksilerin yer çekimiyle güçleniyor.
ORION NEBULA
ORION NEBULASI Ünlü yıldız oluşma bölgesi çıplak gözle, gökyüzündeki bir leke olarak görülüyor. Webb’in yolladığı bu fotoğraftaki mesafeyi kat edebilmek için ışık hızında giden bir uzay aracında dört yıldan biraz uzun süre geçirmek gerekiyor.
RHO OPHIUCHI
RHO OPHIUCHI: Bu bulut kompleksi dünyaya en yakın yıldız oluşma alanı ve 400 ışık yılı uzaklıkta. Beyaz boşluğu aydınlatan yıldız sadece birkaç milyon yıllık.

Hayvan Hakları İzleme Komitesi’nden rapor: 2023’te hayvanlara eziyet edenler hangi cezaları aldı?

Hayvan Hakları İzleme Komitesi (HAKİM), 2023’te hayvanlara zarar veren insanlarla ilgili davaların sonuçlarını paylaştı. Sömürüsüz bir dünyaya bir adım daha yaklaşılan, sokaktaki hayvanlarla geçirilecek yeni bir yıl dilekleriyle HAKİM, sosyal medya platformlarında yayınladığı mesajda ‘yolumuz uzun’ dedi.

“Bugün her yerde sokakta yaşayan köpeklere adalet talebiyle eylemler devam ediyor. Ancak hukuk, hala bir eşya gibi görülen hayvanlar söz konusu olduğunda en eğilip bükülebilir ve işlemez halini alabiliyor. Bu yüzden önümüzde hala algımızı ve taleplerimizi değiştirmemiz gereken uzun bir yol var.”

Mesajda mücadele etmekten vazgeçmeyeceğini tekrarlayan HAKİM, “2024’e girerken sizden, bu yazdığımız kararlara bakarken bir kediye, köpeğe, ata, yunusa ve boğaya yapılanların yalnızca bir kısmının mı yoksa hepsinin mi hakkaniyet tanımınıza aykırı olduğunu düşünmenizi istiyoruz. Tür fark etmeksizin bu kararların hepsinin sebebinin, insanlar olarak diğer hayvanlarla aramıza çektiğimiz çizginin ve kendimizi diğerlerinin efendisi sanmamız olduğunu hatırlatmak istiyoruz” dedi.

Hayvan Hakları İzleme Komitesi’ne göre 2023’te hayvanlara eziyet edenler ne ceza aldı?

HAKİM’in verilerine göre 2023 yılında hayvan hakları ihlalleri için görülen davalardan bazıları şöyle:

Konya Büyükşehir Belediyesi Sahipsiz Hayvan Bakımevinde yer alan “doğal yaşam alanı”nda bir köpeği başına kürekle vurarak öldüren ve tutan iki kişi hakkında Konya 14. Asliye Ceza Mahkemesi 1 yıl 3 ay hapis cezası vererek hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına karar verdi. Diğer tüm yetkililer ve veteriner hekimlerle ilgili yapılan suç duyuruları neticesinde Konya Cumhuriyet Başsavcılığı, kovuşturmaya yer olmadığı kararı verdi.

Arka arkaya beş yunus ölümünün gerçekleştiğinin, kanuna aykırı bir şekilde yunusların gebe bırakılarak doğurtulduğunun, bir bebek yunusun ölü doğduğunun belgeler ve görüntülerle ispatlandığı soruşturma dosyası neticesinde Marmaris Cumhuriyet Başsavcılığı “yunus parkının herhangi bir kastının olmadığı” gerekçesiyle takipsizlik kararı verdi.

Ağır yük taşıttırılması sebebiyle yürüyemeyen ata sopayla defalarca vurarak eziyet ettiği görüntülerle sabit olan şahıs hakkında Silivri 1. Asliye Ceza Mahkemesi 5 ay hapis cezası verdi.

Elazığ Belediyesi Geçici Hayvan Bakımevinde yaşanan, görüntülerle ve bilirkişi raporuyla ispat edildiği üzere sayısız hayvanın öldürülmesini konu alan dosyada Elazığ 2. Asliye Ceza Mahkemesi “kamu zararının olmadığı” gerekçesiyle veteriner hekimler hakkında beraat kararı verdi.  Tehlike arz ettiği iddia edilen hayvanlarla ilgili dışkılarının içinde, zayıf ve soğukta tutulduklarının yerinde tespiti üzerine yapılan ve yine görüntülerin sunulduğu soruşturma dosyası ile ilgili olarak ise Elazığ Cumhuriyet Başsavcılığı ayrıca takipsizlik kararı verdi.

Kediyi asansörde botlarıyla tekmeleyerek öldüren şahıs hakkında Karşıyaka 2. Asliye Ceza Mahkemesi 1 yıl 3 ay hapis cezası vererek hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına karar verdi. 

Silivri Belediyesi Barınağı’nda neler oluyor? Hayvanlara işkence ve katliam görüntüleri sızdırıldı
Tundra kazı, dört yıl sonra yeniden Türkiye’de

Bir köpeği yaşadığı barakada yakarak öldüren faile Seferihisar 2. Asliye Ceza Mahkemesi 1 yıl 8 ay hapis cezası verdi.

Kandıra 2. Asliye Ceza Mahkemesi, köpeğe tecavüz eden faile 5 ay hapis cezası ve 610,80 TL idari para cezası vererek hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına karar verdi.

Kızıltepe 3. Asliye Ceza Mahkemesi, bir boğayı gözleri kapatılmış ve baş aşağı sarkıtılmış şekilde başına balyozla defalarca vurarak öldüren faillere öldürme suçundan değil, acımasızca zalimce muamelede bulunma suçundan 1 yıl 6 ay hapis cezası verdi.

Kırklareli 2. Asliye Ceza Mahkemesi yavru köpeği dakikalarca eziyet ederek öldüren faile 6.000 TL para cezası verdi.

Hayvan Hakları İzleme Komitesi, Türkiye’deki hayvanlara yönelik hak ihlallerini izlemeye devam edecek.

Japonya’da 7.6 büyüklüğünde deprem: Tsunami uyarısı yapıldı

Japonya‘nın merkezinde bulunan Noto Yarımadası’ndaki Ishıkawa bölgesinde 7.6 büyüklüğünde bir deprem meydana geldi.

Japonya Meteoroloji Ajansı (JMA) tarafından yapılan açıklamada, “Tsunami uyarısı yapılmıştır. Lütfen derhal bölgeyi tahliye edin” denildi. Bölgede yaşayanlardan sığınak bulmaları ve yüksek bölgelere gitmeleri istendi.

Tsunami uyarısı yapılan kıyı bölgeleri, Ishikawa, Niigata ve Toyama. Bölgedeki Wajima Limanı‘na 1,2 metrelik tsunami ulaştı.

Depremin ardından binlerce evin elektriği kesildi ve etkilenen bölgeye uçuşlar ve demiryolu hizmetleri aksadı. Yerel yönetimler ve itfaiye teşkilatlarına göre Ishikawa’nın bazı bölgelerinde çok sayıda ev çöktü, bazılarında yangın çıktı.

Depremde bazı konutların çöktüğü ve enkaz altında kalanların olduğu açıklandı. Japonya Kabine Genel Sekreteri Yoshimasa Hayashi basına yaptığı açıklamada enkaz altında en az altı kişinin olduğunu söyledi.

Çöken binalara ilişkin çok sayıda bildirim olduğunu belirten Hayashi, yetkililerin hasarla ilgili bilgi toplamaya devam ettiğini vurguladı.

Kamu yayıncısı NHK’nin bildirdiğine göre, 7,6 büyüklüğündeki deprem, Japonya Denizi kıyılarının bazı kısımlarında yaklaşık 1 metrelik dalgaları tetikledi.

Yetkililer, bölge halkına yönelik uyarısında, olası bir trajedinin önüne geçmek için durumun ciddiye alınması gerektiğini vurguladı.

Şu ana kadar depremin neden olduğu can kaybı veya yaralanma hakkında henüz bir açıklama yapılmadı.

Artçı depremler devam ediyor

USGS’de yer alan verilere göre Noto yarımadasında meydana gelen 7.6 büyüklüğündeki depremin ardından 6.2, 5.2, 5.4 ve 5.6 büyüklüğünde artçı depremler de meydana geldi. Depremlerin yerin 10 kilometre altında meydana geldiği ifade edildi.

https://twitter.com/spectatorindex/status/1741730627375001860

Japonya Başbakanı Fumio Kishida da vatandaşlara seslenerek, “Bölgede yaşayanlar depremden hemen sonra bir an önce bölgeyi terk edin. Hükümete deprem ve tsunami ile ilgili açık bilgi paylaşılması talimatını verdim. Hasar incelenecek” dedi.

Kishida, vatandaşların güvenliğini sağlamak için hükümete talimat verildiğini de altını çizdi.

Depremden 77 kilometre uzakta nükleer santral

Ülkedeki nükleer santrallerde herhangi bir düzensizlik ya da sorun olup olmadığı kontrol ediliyor. Işikawa Valisi Hiroshi Hase, Noto yarımadasında bulunan Shika Nükleer Santrali’ne ilişkin yaptığı açıklamada, “Tetikte olmaya devam etmemiz gerekecek olsa da şu anda nükleer santrallerle ilgili endişe yaratacak herhangi bir sorun bulunmamaktadır. Söylentilere ve yanlış bilgilere karşı dikkatli olun dedi.

Ülkenin Nükleer Düzenleme Kurumu, depremin merkez üssüne en yakın konumda bulunan Hokuriku Electric Power‘a ait Shika Nükleer Tesisi’nin  düzenli inceleme için depremden önce iki reaktörünü zaten durdurduğunu ve depremden herhangi bir etki görmediğini söyledi.

Kansai Elektrik Şirketi’nin Ohi ve Fukui eyaletindeki Takahama tesislerinde bulunan beş aktif reaktör de dahil olmak üzere, Japonya Denizi boyunca uzanan nükleer enerji santrallerinde de herhangi bir düzensizliğin doğrulanmadığı açıklandı.

2016 yılında yapılan incelemede Shika nükleer santralinin altında aktif bir fay olup olmadığı araştırılmış; çalışmaların sonucunda olmadığına karar verilmişti.

Bölgedeki ülkeler alarm halinde

Güney Kore Meteoroloji Ajansı ülkenin güney sahillerindeki Gangwon bölgesinde deniz seviyesinin yükselebileceği uyarısı yaptı.

Rusya’dan da bir tsunami uyarısı geldi… Rus yetkililer Sahalin bölgesindeki Vladivostok ve Nakhodka şehirleri için tsunami uyarısında bulundu.  Sahalin Acil Durumlar Bakanlığından yapılan açıklamada, Sahalin’in batı kısımlarının tsunami dalgalarından etkilenebileceği belirtildi.

Belirli alanlarda uyarı sisteminin devreye girdiği aktarılan açıklamada, buralardaki nüfusun güvenli yerlere tahliye edilmeye başlandığı kaydedildi. Tsunami dalgalarının sonuçlarını ortadan kaldıracak araçların hazır olduğu bildirilen açıklamada, “Tatar Boğazı’nın kıyı kesiminde bulunan herkesin derhal kıyıyı terk etmesi ve deniz seviyesinden 30-40 metre yüksekliğe sığınması gerekiyor” ifadelerine yer verildi.

 

 

[Yeşil Tarifler] Vegan tatlı toplarından yılbaşı ağacı

Arka Bahçe, Veganarya ve Yeşil Gazete işbirliğinde Yeşil Tarifler‘in ikinci bölümü sizlerle; bu bölümde tarifimiz vegan tatlı topları, hem de yılbaşı ağacı şeklinde!

Program süresince Arka Bahçe Veganarya’dan Tomris Karakartal, birbirinden farklı tarifler ve tüyolarla hayatınızı kolaylaştırıp güzelleştirecek ürünleriyle sizlerle olacak.

Her şeye rağmen yeni umutlarla 2024’e girerken Yeşil Tarifler’in bu programında yanlışlıkla alınarak pişman olunmuş, epey pahalı fıstık tozlarıyla süslenmiş vegan tatlı toplarının tarifini öğreniyoruz. Ama merak etmeyin “Biz yandık, siz yanmayın” diye Tomris Karakartal sizlere uygun alternatifler sunacak…

Gelecek programları, tüyoları, doğa ve her türlü canlının dostu olan bu tarifleri kaçırmamak için takipte kalın! Yeşil Tarifler’de vegan mezelerden vegan şampuanlara kadar onlarca tarife hazır olun. Mutlu yıllar!

[2023’ün ardından] İklim krizi 10’lusu

Birkaç yıldır ilk defa sıcaklık rekorları kıran bir yılı bitiriyoruz. Ama bu kez biraz daha şaşkınız. Ortalama sıcaklık artışı beklediğimizden çok yüksek çünkü.

Küresel sıcaklık artışı sanayi öncesi döneme göre 1 dereceyi geçtiğinde yıl 2015’ti. Aynı yıl atmosferdeki CO2 yoğunluğu da 400 ppm’i geçmişti. Yıl biterken Paris Anlaşması da elimizdeydi. Aradan sadece 8 yıl geçtiğine inanmak zor. Çünkü 2023 biterken atmosferdeki CO2 yoğunluğu yıllık ortalamada 420 ppm’e dayanmış (yılda 2,5 ppm artış!) ve sıcaklık artış rekoru 1,4 derece gibi akıl durdurucu bir rakamla kırılmış durumda.

Aslında her yıl bir öncekinden daha sıcak olmaz. Mutlaka doğal değişkenlik nedeniyle dalgalanma olur. Ama El Nino henüz bitmedi. Tahminler gelecek sene ortalama sıcaklığın daha da artacağı yönünde. El Nino’nun ve tam olarak bilmediğimiz hızlandırıcı etkenlerin etkisi gelecek yıl da sürerse 2024’ü 1,5 derecenin üzerinde bir sıcaklık artışıyla kapayabiliriz. Elbette ondan sonraki yıllarda doğal değişkenliğin ve El Nino’nun bitmesinin etkisiyle daha az sıcak yıllar olacaktır. Ama DMÖ’nün 2028’de 1,5 derecenin kalıcı olarak geçileceği öngörüsü doğru çıkabilir. Bu durumda 2 dereceyi 2040’ların başında bile görebiliriz.

İklimde 2023’nün ilk 10’u

Bu yılı böyle şaşkın bir şekilde bitirirken geleneği bozmayalım ve iklim kriziyle ilgili gelişmelerde yılın ilk 10’unu sıralayalım. Son üç sırada iklim politikaları, ilk yedi sırada felaketler ve rekorlar var. Geriye doğru sayıyoruz.

10- ABD’nin Enflasyon Düşürme Yasası

Biz hep AB’nin yeşil mutabakatını konuşuyoruz ama geçen yıldan bu yana ABD’de de Biden yönetimi yeni bir iklim paketini yürürlüğe koydu. Enflasyon Düşürme Yasası (IRA) gibi iklimle alakasız bir isim koysalar da bundan bir önceki Çip Yasası’yla birlikte yeşil dönüşümü hızlandırmayı ve özellikle de üretimi Amerika topraklarına çekmeyi hedefleyen bir tür iklim paketiydi bu. 2022 Ağustos ayında yürürlüğe girdi ve birinci yıl dolduğunda paketin başarısı göz doldurmaya hatta liberal çevrelerde küreselleşmeyi bitirecek korumacı ekonomi planı olarak suçlanmaya başladı.

IRA sayesinde şimdiye dek 372 milyar dolarlık yeni temiz enerji yatırımı yapıldığı, 211.000’den fazla yeni temiz enerji işi yaratıldığı bunlardan 50 bininin imalat sektöründe (güneş panelleri ve batarya üretimi gibi) olduğu söyleniyor. IRA paketi kapsamında 91 yeni batarya fabrikası, 65 yeni elektrikli araç üretim tesisi, 84 rüzgar ve güneş enerji ekipmanı üreten fabrika kurulmuş. IRA’nın etkisi AB’nin yeşil mutabakatıyla yarışabilir. Enerji dönüşümü olması gereken hızın çok altında ve çok geç kalmış da olsa hızlanıyor.

9- COP 28’de yenilenebilir enerji kararı

Bu yıl Dubai’de yapılan COP 28’de yılın en önemlileri arasına girecek iki kritik gelişmeden biri yenilenebilir enerjiyle ilgiliydi. Küresel Durum Değerlendirmesi kararı içindeki enerji paketi de denen 28. maddenin a alt maddesinde yer alan “2030’a kadar yenilenebilir enerji kapasitesinin küresel olarak üç katına çıkarılması ve enerji verimliliği iyileştirmelerinin küresel ortalama yıllık oranının iki katına çıkarılması” kararı yedi yıl içinde gerçekten yenilenebilir enerji yatırımlarını hızlandırmayı sağlarsa enerji dönüşümünü geri dönüşsüz olarak yenilenebilir rotaya sokabilir. Bu kadar kısa sürede nükleerin yenilenebilirle rekabet etmesi mümkün olmayacaktır. Ayrıca konferansın açılışında ilan edilen ve 130’dan fazla ülkenin imzaladığı bildiri de aynı konuda önemli bir açılım sağladı ve yeni kurulacak kömürlü termik santrallere kapıyı kapadı. Bunun Türkiye’nin imzalamadığı bir bildiri olduğunu hatırlatalım. Ama tabii karara Türkiye de imza atmış oldu.

8- COP 28’deki fosil yakıtlardan uzaklaşma kararı

COP 28’in enerji paketinde (28. madde) yer alan d alt maddesi iklim zirveleri tarihinde ilk kez fosil yakıtları hedefe oturttu: “Enerji sistemlerinde fosil yakıtlardan adil, düzenli ve hakkaniyetli bir şekilde uzaklaşılması, bilime uygun olarak 2050 yılına kadar net sıfıra ulaşmak için bu kritik on yılda eylemlerin hızlandırılması.” Bir ilk olarak çok önemli. Ama fosil yakıtlardan çıkış ifadesine göre çok zayıf ve tarih vermediği için de belirsiz olan bu ifadeyi güçlendirmek için gelecek yıllarda büyük mücadele vereceğiz.

7- James Hansen’in “Küresel Isınma Hızlanıyor” makalesi

Yılın en moral bozucu iklim değişikliği gelişmesi James Hansen ve 18 arkadaşının imzasıyla Oxford Open Climate Change dergisinde yayımlanan bilimsel makalenin küresel ısınmanın hızlandığını ortaya koymasıydı. İklim değişikliğinin başladığını ve geri dönüşsüz olduğunu 1988’de ABD Senatosu’nda ilk açıklayan ve bugüne dek projeksiyonları genellikle (ve maalesef) doğru çıkan Hansen’in son on yıldır hem ışınımsal zorlamanın (sera gazlarının yeryüzünü ısıtıcı etki düzeyi) hem de iklim duyarlığının (atmosferdeki CO2 düzeyi sanayi öncesi dönemin iki katına çıktığında beklenen ısınma düzeyi) çeşitli faktörlerle arttığı açıklamaları ve 2 derecenin 2040’larda aşılacağına dair kanıtlar ortaya koymaları büyük bir şoktu. Neyse ki iklim bilimcilerin bir kısmı Hansen’a katılmıyor ve yöntemlerini sorguluyor. Biz de onların haklı Hansen ve arkadaşlarının haksız olduğunu umuyoruz. Umut fakirin ekmeği!

6- İzmir’de deniz taşması

İzmir’de kasım ayında yaşanan deniz taşması fırtınanın etkisiyle oldu ama aynı zamanda başka coğrafyalarda da görüldüğü gibi deniz seviyelerinin yükseldiğinin ve bunun bizim kıyı kentlerimizi de etkilemeye başladığını ilk kanıtlarından biriydi. İzmir Büyükşehir Belediye Başkanı Tunç Soyer de deniz taşmasını iklim krizine bağladı. Kıyıları doldurmaya ve deltalar gibi deniz seviyesindeki alanlarda yerleşimler yapmaya devam etmenin saçmalığı ortaya çıkmaya başlıyor. Bakalım bu kentleşme politikalarına etki edecek mi?

5- Kanada orman yangınları

Kanada 3 milyon 620 bin kilometrekare orman alanıyla (Türkiye’nin yüzölçümünün 4,6 katına denk gelir) dünyanın en fazla orman alanına sahip üçüncü ülkesi. Bu yıl mart ayından başlayarak bu ormanların yüzde 5’i yandı! 185 bin kilometre kare. Türkiye yüzölçümünün neredeyse dörtte biri! Uzun dönemde ortalama yanan alanın en az altı katının yandığı söyleniyor. Toplam orman yangını sayısı 6500’ü geçti. Dumanlar New York ve Washington DC’ye kadar indi. Bu kentler günlerce dünyanın en kirli havasını soludu. İklim krizinin neye benzediğini anlamak için kritik bir yıldı 2023. Boreal ormanları bakalım bu sıcaklıklara daha kaç yıl dayanabilecek?

4- Hawai-Maui orman yangını

Hawai’de tarihin en ölümcül orman yangınlarından biri bu yıl yaşandı. Maui adasında ağustos ayı başında üç gün süren şiddetli yangınlar kasırganın etkisiyle hızla yayıldı ve tarihi Lahaina kentini kül etti. Ölü sayısı 100’ün üzerinde. İnsanlar okyanusa kaçarak dumanlardan kurtulmaya çalıştı. Hawai tarihinin en önemli eserleri yangınla ortadan kalktı. İklim krizinin en dramatik manzaralarından biriydi.

3- Daniel Akdeniz kasırgası ve Libya’da sel

Tarihin en ölümcül sel felaketi eylül ayında Akdeniz’de ortaya çıkan nadir ve küresel ısınmayla ısınan Akdeniz suları yüzünden giderek daha fazla görülen bir Akdeniz kasırgasının Libya’nın kuzeydoğu sahillerini vurup aşırı yağışlara neden olmasıyla ortaya çıktı. Özellikle de Derna kentinde iki sel önleme barajı yağışlara dayanamayıp patlayınca kent sular altında kaldı. Ölü sayısı kayıplarla birlikte en az 13 bin. Ölü sayısının 20 bini bulabileceğini iddia edenler de var. Aynı sistem kasırga olmadan önce Yunanistan üzerinde birkaç gün kalıp devasa bir sel felaketi yaratmış, aşırı yağışlar Türkiye ve Bulgaristan’da da sellere neden olmuştu.

2- Okyanus sularında rekor ısınma, Antarktika deniz buzunda rekor erime

2023’ün şaşırtıcı bir ısınma gösterdiğini önce Antarktika çevresindeki deniz buzunun sıra dışı erimesiyle anlamıştık. Erime (daha doğrusu buz oluşmama) düzeyi Antarktika kışında 7 standart sapmaya kadar çıktı. Yıl boyu normalden çok fazla erime oldu. Bunun nedeni okyanuslardaki aşırı sıcaklar olabilir. Ancak aşırı sıcak deniz suyu özellikle Kuzey Atlantik’te görüldü. Kuzey Atlantik’te 25 derecelere varan aşırı sıcak deniz suyu şaşkınlık yarattı. Bugün hala normalden 5 standart sapma sıcak olmaya devam ediyor. Okyanusların ısınması ve buzların erimesi normalde karalardaki sıcaklık artışından daha yavaş ve az olur. 2023 bu alanda da sıra dışı sulara açılamaya başladığımızı gösteriyor olabilir.

1- En sıcak yıl rekoru 2023

Tabii yılın en önemli iklim olayı bu yılın en sıcak yıl olması. Sanayi öncesine göre 1,4 derece sıcak bir yıl yaşadık. 1,5 dereceye yaklaştık. Her yerde sıcaklık rekorları kırıldı. Sıcak dalgaları yaşandı. Bu arada ortalamada kuzey yarımkürenin sanayi öncesi normalden 2,5 derece daha sıcak olduğu günler oldu. Durum iç açıcı değil.

Yılın en önemli yeşil olayı

Kuşkusuz Türkiye’de yılın yeşil hareket açısından en önemli olayı Akbelen direnişiydi. Muğla-Milas’ta Limak Holding’e ait iki eski kömürlü termik santral (Yeniköy ve Kemerköy) çalışmaya devam etsin diye, yeni kömür madenleri açabilsinler diye Akbelen ormanını yok ettiler. Köyleri tarlaları, ormanları tehdit altında olan İkizköylüler yıllarca direndi ve son dakikaya kadar da direnmeye devam ettiler. Türkiye’de bir dönem gündemin en üst sırasına yerleşen direniş yeşil hareket için son 40 yılın en önemli olaylarından biriydi.

Evet, kömürün sonu gelmeli. Ama bu sadece masa başında hazırladığımız raporlarla veya iklim zirvelerinde olmayacak. Asıl mücadelenin sahada, sokakta, sosyal hareketlerle, siyasetle yürütülmesi gerektiği değişmez bir gerçek. 2023’te Akbelen’de bu oldu. 2024’te, 2025’te de böyle olacak.

İkizköylülere ve direnişe katılan, destek veren herkese selam!

2024 daha yeşil bir yıl olsun!

 

Montpellier

Sanırım herkes okudu: Montpellier Belediyesi toplu taşımın artık ücretsiz olması uygulamasını başlattı.

Haber birçok özelliği nedeniyle çok ilginç. Akıl çelen birçok soruyu da beraberinde getiriyor?

Demek toplu taşıma istenirse ücretsiz olabiliyor?

Ama bunu sadece bazı gelişmiş-zengin ülke metropolleri mi yapabilir?

Eğer öyleyse, küresel kuzeyde diğer metropoller neden aynı uygulamayı yapmıyor?

Türkiye’de böyle bir uygulama söz konusu olabilir mi?

Eğer olabilirse bunun koşulları nedir ve böyle bir uygulamanın gerçekleşmesi için neler gerekli?

Biz kentliler neler yapabiliriz?

Yerel seçimlere doğru Türkiye için sorular

Türkiye’de çok yakında yerel seçimler yapılacak ve kent yönetimleri belirlenecek. Bu belirlenmenin demokratik olup-olmadığı ya da ne kadar demokratik olduğu üzerinde tartışmaya devam edeceğiz ama bu hafta sadece seçimlere katılacak partilerin ya da adayların ne önerdikleri, özellikle kentsel ulaşım bakımından ne önerdikleri (veya önermedikleri) üzerinde duralım biraz. Basit soru şu: Kentin yönetimini nasıl bir program uygulamak için kazanmak istiyorlar? Ne yapacaklar? Nasıl yapacaklar?

Şu anda yönetimde olan Montpellier Belediyesi 2020 yılında, toplu taşımanın ücretsiz olmasını isteyen bir program sunarak seçimlere girmiş ve kazanınca bu programı uygulamaya başlamış. Her hangi bir parti seçimden önce programını geliştirmiş olsa ve uygulamaya gerçekten kararlı olsa bile, uygulamalar için birçok katmanda ve bileşende hazırlanmak ve oldukça aksamasız bir geçiş ve uygulama sağlamak kolay olmasa gerek. Aradan geçen üç yıl bunu gösteriyor.

Ücretsiz toplu taşıma programının niteliklerinin/ sahip olması gereken özelliklerin neler olması gerektiği ile ilgili kuramsal hazırlıklar seçime girerken büyük ölçüde hazır olmalı. Ama program özel bir yerde/ Fransa’nın oldukça küçük bir metropolünde (Montpellier’in nüfusu 500 bin kişi civarında) nasıl uygulanacak? İzlememiz gerek.

Daha da önemlisi, bu adımın sağlayacağı yeni bilgileri de dikkate alarak Türkiye (çok büyük/ büyük ve küçük) metropolleri için, bu tür bir uygulamayı düşünebilir miyiz?

Belki diyorsunuz ki: “Düşünsek bile, ne işimize yarayacak? Böyle bir uygulamayı programına alabilecek bir siyasi parti var mı Türkiye’de? Olsa bile, uygulayabilir mi? Uygulasa bile, radikal (tam, bütün kesimler ve kentin bütün coğrafyası ve hinterlandı için geçerli) bir uygulama olabilir mi?

Ücretsiz toplu taşımada kim kazanır, kim kaybeder?

Olabileceğini varsaysak bunun kentler üzerindeki olası etkileri neler olur? Bu uygulamadan kimler (hangi sınıflar) kazançlı çıkar ve hangi sınıflar kaybeder? Bütün kentlilerin ya da nüfusun büyük bir bölümünün ikna olabileceği bir program geliştirilebilir mi? Eğer geliştirilebilirse, bu tür bir kentsel ulaşım planın hedefleri ve özellikleri neler olmalı?”

Kullanacağımız terimleri biraz daha uygun bir terminolojiye göre seçerek düşünmeye başlayalım:

Kentli bir seçmen olarak ne istiyoruz? Kentlerdeki ulaşım işlevinin, aynı sokak aydınlatması, ya da trafik sinyalizasyonu gibi, bir kamu hizmeti olarak tanımlanmasını ve bu hizmetin de ücretsiz/ kamu finansmanıyla sunulan bir hizmet olmasını istiyoruz.

Neden kentsel ulaşımın (herkes için) ücretsiz olmasını istiyoruz?

  • Bu uygulamanın hem kentteki kirlikleri (karbon emisyonlarını, gürültüyü, asfalt kaplı kentsel yüzeyi vb.) azaltmasını (belki bazılarını bütünüyle sonlandırmasını) ve böylece iklim değişikliği hedeflerin daha kolay gerçekleştirilebilir olmasını hem de,
  • kentin en yoksul kesimlerinin, öğrencilerin bütçelerine olumlu bir katkı sağlamasını,
  • özellikle yoksul ve orta gelir grubundakilerin kent içi seyahatlerini daha kolay ve özgürce yapabilmesiyle, kentsel kamusal yaşamın canlanmasına ve çeşitlenmesine katkı sağlamasını ve bütün bu tür gelişmelerden dolayı,
  • kent yönetimlerinin özel araçlar için geliştirmek zorunda oldukları kentsel altyapı yatırımları için (yeni yollar ve yol genişletmeleri, kavşaklar, köprülü kavşaklar, viyadükler/ tüneller vb.) kullanması gereken kaynakları tasarruf ederek, bunu kamusal ulaşım altyapısını ve işleyiş sistemlerini geliştirmek için kullanmasını,
  • böylece hemşerilerin yerel vergilerinin daha eşitlikçi bir biçimde kullanılmasıyla, kentteki dayanışma ve eşitlenme/ kutuplaşmanın azalması doğrultusunda bir gelişmenin önünün açılmasını,
  • özel taşıt araçları ve bu araçların (elektrikli olsalar bile) kent içinde lüks görünüm-yaşam tarzı ve ayrıcalıklı üstünlükler-hız-vb. bakımlarından yarattıkları gösterişçi tüketim eğilimlerinin törpülenerek, işleve ve gereksinime göre tüketim anlayışına yaygınlaşmasını,
  • ücretsiz kamu taşımacılığı sistemlerinin ve altyapılarının gelişmesiyle azalacak özel araç altyapısı talebinin, yayalık, bisiklet ve scooter gibi alternatif ulaşım biçimleriyle eklemlenebilmesinin kolaylaşmasını ve kentlerde bu tür ulaşımların gelişmesini,

istiyoruz. En azından, bunu partilere, kentin resmi yapılarına önerilebileceğimizi biliyoruz.

Bakış açısını değiştirmek

Bu tür programı ancak sosyal-demokrat, sosyalist ya da yeşil partiler önerebilir. Ama bu partiler Türkiye’de böyle bir hazırlık içinde mi, hatta böyle bir bakış açısına sahip mi?

Diyebiliriz ki, ilgilenseler ve gerçekten Türkiye metropollerinde uygulanabilecek bir strateji, kamusal ulaşım programı, dolayısıyla kentler için alternatif ulaşım politikaları geliştirseler ne olacak? Uygulama şansları olabilecek mi? Elbette olmayacak. Olmayacaksa, neden uğraşsınlar?

İşte, tam da bu noktada, bakış açımızı değiştirmeye gerek var:

Bizler kentin hemşerisiyiz, sakiniyiz ve kent bizi ilgilendiriyor. Kentteki yakın ve uzak çevremiz ve bu mekanda, özellikle kentin kamusal mekanlarında olup-bitenler (hatta olmayanlar/ yapılmayanlar) da bizi ilgilendiriyor. Biz bu kentte yaşıyoruz ve bu kent bizim. Sorunlarla baş başayız. O zaman çözümlerle/ çözüm düşünceleriyle de ilgilenmeliyiz. Bu ciddi bir iş. Bunu ne siyasi partilere ne belediyelere ve ne de devlete bırakabiliriz. Kentler, metropoller bizim ve nasıl bir çevre de yaşamak istediğimize dair sözümüz/ düşüncelerimiz/ önerilerimiz var.

Ulaşım barınma ve konut, kirlenmeler ve ekolojik sorunlar, yoksulluklar ve eşitsizlikler, kent haklarını ezen despotizmlere karşı sözümüz/ düşüncelerimiz/ önerilerimiz var.

Eğer biz kentliler, kendi küçük gruplarımızda ya da sivil yerel örgütlerimizde, bu konuda teknik bilgi birikimi olan yarı-resmi sayılabilecek meslek odalarında, bu tür tartışmaları geliştiremez ve resmi kurumların, siyasi partilerin önüne koyamazsak, ulaşımla, konutla-barınmayla, ekolojik sorunlarla vb. ilgili alternatif düşünceleri geliştiremezsek daha iyi bir kenti, daha gelişmiş bir yaşam tarzını kimden bekleyeceğiz?

Kentte, sıradan ama bu sorunlarla her gün yüz yüze gelen insanlar olarak, kendi aramızda, bazen de bu konularda daha bilgili ya da yardım alabileceğimiz teknisyenlerle birlikte yaşadığımız kentin sorunlarını konuşuyor bu alandaki tartışmayı genişletiyor ve güçlendiriyor olmamız gerekiyor. “Sonunda ne elde edebileceğiz? Kocaman bir sıfır” diyorsanız, evet somut bir kazanım, belki olmayacak. Hiçbir şey kazanamayacağız ve hiçbir şey değişmeyecek.

Yanlış.

Biz değişmiş olacağız. Bizim bilgimiz gelişmiş olacak. Bizim kentlilik bilincimiz bir aşama ilerletilmiş olacak. Daha iyi kentliler olacağız ve yaşadığımız kente daha çok sahip çıkabilmek için daha donanımlı, daha hazırlıklı olacağız.

Bunu küçümsememeliyiz.

Yapabileceğimiz şeye başlamak basit aslında: Ücretsiz kamu taşımacılığı üzerinde daha çok düşünmek, konuşmak ve tartışma alanını güçlendirmek…

[2023’ün ardından] Maraş depremleri: Yüzyılın ihmali

21 Aralık gecesi, yılın en uzun gecesi ve kış gündönümünün başlangıcıdır. 21 Aralık’tan sonra Kuzey Yarım Küre’de geceler kısalmaya, gündüzler uzamaya başlar. Aynı zamanda, Zemheri kışı diye bilinen ve kırk gün süren kara kış da hüküm sürmeye başlar.

Zemheri kelimesi, nedense tuhaf bir şekilde içimi ısıtır hep. Çocukluğum ve ilk gençlik yıllarımın bir kısmı Maraş’ın Göksun ilçesinde geçti. Oralarda zemheri kelimesi Arapça telaffuzuna (zamharir) daha yakın bir halde, zahmeri diye söylenir. Ben çocukken ortalıkta bir şehir efsanesi dolaşırdı. “Zahmeri Karısı” diye bir kadın varmış, yaramazlık yapan, erken yatmadan çocukları bohçasına doldurur, kara kışta gözden kaybolurmuş. Bu hikaye anlatıldıkça tuhaf bir ürperme ile dinlerdim. İlkokul birinci sınıfın ara tatilinde Kadirli’de yaşayan halamı ziyarete gitmiştik. Yatmadan önce Savrun Çayı’na bakan camın perdesini aralamış, gecenin zifiri karanlığına biraz korku, biraz merak ile dalarak Zahmeri Karısı’nı beklemeye başlamıştım. Gözlerim karanlığa alıştı, bekledim, bekledim. Arada gözlerimi yumup, heyecanla tekrar açtım. Ne gelen var, giden! Beklemekten yorulmuştum, perdeyi kapatıp yatmaya giderken, kendi kendime “ben, zaten iyi bir çocuğum, beni almaya gelmez” demiştim. Çocukluk…

En uzun gece

Çoğumuz için, hatta aslında bütün Türkiye için 2023 yılının en uzun gecesi 21 Aralık değil, 7 Şubat’tı. 6 Şubat’ta başlaması gereken ikinci yarıyıl, İstanbul’da kötü hava koşulları nedeni ile bir gün ertelenmiş, ben de kızımın dönem tatili bir gün daha uzatıldığı için geç uyanmıştım. O güne kadar gece yatarken telefonumu tamamen kapatan biriydim. O güne kadar…

Telefonumu açar açmaz whatsapp mesajları akmaya başladı. Çok şaşırmıştım, birbirini tanımayan birçok arkadaşım, eski öğrencilerimden bazıları bana mesaj göndermiş. “Neler oluyor böyle?” diye sordum kendi kendime. Mesajları açmadan ilk birkaç kelimeyi görürsünüz ya, benim de okuduğum kelimeler şunlardı: “Annenler nasıl?”, “Ailen iyi mi?”, “Haber aldın mı?”, “Seni merak ediyoruz?”, “Hocam, iyi misiniz?”, “Dear Ayşe, I am sorry.” Bu şekilde mesajları açmadan aşağı doğru inerken, bir mesajdaki üç kelime ayaklarımın altından yeri kaydırdı. O anı anlatacak kelime/kelimeler yok benim için. “Maraş’ta deprem olmuş.” Depremin şiddetini bilmemekle birlikte büyük bir felaket olduğunu hemen anladım. Merhum babamın çocukluğumuzda söylediği laflar geldi aklıma. “Burası çok ciddi bir deprem bölgesi, evi sağlam yaptırmam lazım” derdi. Ben, olağandışı olaylar haricinde yıllardır televizyon izlemiyorum. Annemi aramaya cesaret edemediğim için önce Ankara’da yaşayan ablamı aradım. Bizimkilerin iyi, evin sapasağlam olduğunu söyledi ama sesi pek bir hüzünlüydü. “Çok korkunç Ayşe, çok korkunç, Maraş bitti galiba” dedi. Annemi aradım, evet iyiydiler. Sonra korkarak televizyonu açtım. Maraş’ın Pazarcık ilçesinde sabah 4.17’de 7,7 şiddetinde bir deprem olduğu, depremin sadece Maraş’ı değil, dokuz ili daha etkilediği söyleniyordu. Derken, bu kez merkez üssü Elbistan olan ikinci deprem geldi.  O an tek isteğim, gidip Maraş’ın üstüne bir battaniye örtmekti. Bütün geçmişimiz, aile büyüklerimizin mezarları ve ailemin bir kısmı oradaydı. 7 Şubat gecesi benim, benim gibi orada sevdikleri, geçmişi olan, orada yaşayan ve aslında bütün Türkiye için en uzun geceydi. Zemheri, zemherinin kışı Türkiye için o an başlamıştı. Uzun süredir yağmayan kar o gece yağmıştı. O gece, hepimize çaresizliğin nasıl bir şey olduğunu öğretmişti. Yüzyılın felaketi değil, yüzyılın ihmaliydi yaşananlar.

Sonraki günlerde yaşanan felaketin ve ihmalin boyutları netleşmeye başlamıştı. Onbinlerce can kaybı, sağlam iken bundan sonraki hayatını engelli geçirmek zorunda kalanlar, ülkenin gayri safi yurt içi hasılasının yüzde onundan daha fazlasına karşılık gelen maddi kayıp, onlarca yıl etkisi devam edebilecek çevre sorunları, bir daha yapılması mümkün olmayan tarihi yapılardaki hasarlar, unutulamayacak acılar, kayıplar, yarım yamalak kalan hayaller… Kimsesi kalmayan çocuklar, evlatlarını kaybeden anne babalar, kardeş acısını tadanlar, Zahmeri Karısı’nı bile utandıracak, onun bohçasına sığmayacak kötülükler…

Güç, krizlere karşı önlem almak demek

Ekonomide güç demek, çoklu krizlerin yaşandığı çağda bu krizlere karşı önlem almak demek. Daron Acemoğlu, geçenlerde Türkiye’nin önündeki yirmi yılın çok önemli olduğunu belirtti. Ya teknoloji ile bir hamle yaparız ya da gerçekten çağın gerisine düşeriz. Türkiye, maalesef, riskleri ciddiye almayan, algılamayan ve ona göre önlem almayan bir ülke. Bu durum, sadece bu iktidar ile de sınırlı değil. Çok uzun zamandır böyle. Sürekli kendini tekrarlayan maden faciaları ve depremler ile teknolojiye harcanabilecek kaynakların yok olup gitmesi gerçekten acı verici. Üstelik aşırı hava olaylarına karşı Avrupa’nın en kırılgan ülkesi bizim ülke iken. Bunun anlamı, geçmişte sağladığımız katma değeri bu şekilde devam edersek gelecekte çok daha zor koşullarda sağlamak zorunda kalmamız ya da sağlayamamamız. Can kayıplarına söyleyecek tek bir lafım dahi yok.

2023 yılında yaşanan bu depremler, hepimizin en acı gerçeği oldu. Bu yazıyı, Maraş depremlerinde ve sonrasında hayatlarını kaybeden bütün canlıların anısına yazdım. 2024 yılı evlerimizde içtiğimiz sıcak çaydan, yediğimiz yemekten, yattığımız yataktan, insanlığımızdan utanmadan geçireceğimiz, umutların yeşerdiği bir yıl olsun.

 

[2023’ün ardından] Yasaklar, felaketler, fiyaskolar ve skandallar…

2022 yılı bittiğinde Covid-19’un şokunu henüz atlatmış, umarız bir daha böyle bir sorunla karşılaşmayız diye düşünüyorduk. Ancak henüz iki ay bile geçmeden iki büyük deprem yaşamış ve tekrar altüst olmuştuk. Yıl boyu depremin etkileriyle boğuşurken yavaş yavaş rutin problemlerimize de geri dönmeyi başardık.

İşte bu rutin problemlerden biri de plastiklerdi. Depremle beraber aslında bu rutin problemlerin nasıl da birer felaket kaynağı olabildiğini de gördük diyebiliriz. Aslına bakarsanız plastik gündemi için 2023 yılı sıralaması yapacak olursak şubat depremleri doğal olarak en öndeki yerini alacaktır. Bunu daha sonra plastik anlaşması görüşmeleri, AB’nin mikroplastik yasakları ve çöp ithalatına gelen sıralama takip ediyor denebilir.

Şubat depremleri ve moloz yığını

Şüphesiz depremden dolayı bir şekilde etkilenmeyen bir kişi bile yoktur  memlekette. Çeşitli seviyelerde olan bu etkilenmenin en şiddetlisini ise yıkıntılardan sağ kurtulup yaşadıkları ya da yaşamaya çalıştıkları çadırlarında moloz tozuna maruz kalanlar yaşamıştır. Hatırlayın; yüzbinlerce binanın yıkıldığı depremde 420 milyon metreküp büyüklüğünde yaklaşık 200 milyon tonluk bir enkaz yığını oluşmuştu. Ne acı ki daha yaralar bile sarılmadan herkes ne olacak bu kadar moloza diye sorular sormaya başlamış, molozların nasıl geri dönüştürülmesi konuları filan tartışılmıştı. Bölgeye bir kere bile uğramayanlar bu işin ekmeğini yemeye soyulmuş kendilerine pay çıkartma yarışına girişmişti.

Hatta o zaman bölgedeki sulak alanlara daha moloz dökülmeye başlamadan eski bir yöneticinin parlatılması çalışması için sosyal medya şaklabanlarıyla beraber “temizliyoruz, koruyoruz” temalı tiyatrolar bile çevrilmişti. Her ne hikmetse ortada daha moloz kaldırma işi yokken, bölgenin doğal varlıklarının görsel pazarlanması üzerinden ekmek yiyenler, bölge halkı molozlara karşı hakkını aramaya başlayınca birden ortalıktan kaybolmuştu. Adını kurtarıcı olarak banka reklamlarına yazdıranlar bu işin ekmeğini yerken, sulak alana moloz yığını, deprem mağdurlarına da enkaz tozu solumak kalmıştı. İşte bu enkaz yığınları ve taşınması faaliyetleri esnasında ortaya çıkan toz ile yayılan envai çeşit kirleticilerden biri de mikroplastiklerdi. Ne yazık ki bu devasa enkaz yığını, en olmadık alanlarda depolanarak, en olmadık ilkel yöntemlerle taşınıp sonsuza kadar etkisi geçmeyecek bir kirlilik yarattı.

BM plastik anlaşması ve benzer düşünen ülkeler

2022 yılında Kenya’nın Nairobi kentinde BM tarafından bir toplantı organize edilmiş ve 2025 yılına kadar bir plastik anlaşmasının yapılması konusunda fikir birliğine varıldığı duyurulmuştu. Oldukça heyecan verici olan ve dünyanın belki de ender karşılaştığı olaylardan biri olacak olan bu olay geniş bir yankı uyandırmıştı. Hemen arkasından 2023 yılında müzakere toplantıları organize edilmiş ve bunlardan üç tanesi de gerçekleştirilmişti.  Hatta BM yayınladığı sıfır taslakta hiç de küçümsenmeyecek bir öneri silsilesi sunmuştu. Sıfır taslak da dâhil tüm bu süreçte müzakere eden taraflara destek olmak amacıyla bir de sivil ve gönüllü bir bilim insanları koalisyonu bile oluşmuştu.

Ancak üçüncü toplantının yapıldığı Nairobi’de bir anda “benzer düşünen ülkeler” isimli bir grup peyda oldu ve adeta tüm görüşmeleri baltalamak için yeni bazı taleplerde bulundu. 2023 yılının sonuna denk gelen bu toplantı böylelikle başarısızlık ve umutsuzlukla tamamlanarak tüm sorumluluğu bir sonraki toplantıya devretti. Bu arada BM de bu durumu belki de biraz hafifletmek için sıfır taslağın güncellenmiş bir versiyonunu yayınladı. Sonuç olarak toplantılar hala sürüyor. Bir tarafta başını Ruanda ve Norveç’in çektiği “Yüksek İstekli Koalisyon” ile bağımsız bilim insanlarından oluşan Bilim İnsanları Koalisyonu ve diğer çözüm odaklı gruplar varken diğer tarafta “muasır medeniyet” timsali İran, Suudi Arabistan, Küba, Rusya ve Birleşik Arap Emirlikleri gibi ülkelerden oluşan blokaj grubu mevcut. Dolayısıyla plastiğin yarattığı tehdit devam edecek mi etmeyecek mi sorusunun cevabı başka bahara kalmış olabilir. Ancak enseyi karartmaya gerek yok çünkü bu pilav  daha çok su kaldıracak.

AB’nin kasıtsız mikroplastik yasağı

Atı alanın Üsküdar’ı geçtiği örneklerden biri de AB’nin son mikroplastik yasağı düzenlemesi oldu. Çünkü biz henüz poşete zam yapılmadı diye sevinçli haber paylaşanlara maruz kalırken, AB, simlerin de içinde olduğu bir grup mikroplastiği yasakladı. Bu mikroplastiklerin ortak özelliği hepsinin kasıtlı olarak üretilmiş ve kullanıma sürülmüş olması. Dolayısıyla direkt olarak yasaklanması, elemine edilmelerine imkân tanımakta. Önemli bir karar çünkü biz mikroplastiklerin yasaklanması gereken şeyler olduğuna dair ikna kabiliyetimizin yetmediği noktalarda bu kararlara atıfta bulunabileceğiz artık. Belki de 2023 yılının en önemli kararlarından biri de bu olabilir.

Peki, neden sadece bu tür mikroplastikler yasaklanıyor? Çünkü her zaman en kolaydan başlamak size hareket alanı yaratır. Siz bir anda elinizi arşa değecek şekilde yüksekten açarsanız oldukça zorlanabilirsiniz. Yılların kıta Avrupası da bunun farkında ve kendisine en az zarar ve riskle en fazla alanı açan konulara odaklanıyor. Yoksa tekstilde plastik kullanılmasını yasaklamak en başta yapılması gereken. Çünkü tekstil doğal ekosistemlere en fazla mikroplastik bırakan sektör. Ancak bu adım yasa yapıcılar için mayınlı bir arazi o sebeple burada yürümek yerine en kolaydan başlamayı tercih ediyorlar. Yani pahada hafif ama reklamda ağır.

AB’nin plastik çöp sevkiyatı düzenlemesi

Uzun zamandır buradan ya da başka mecralardan beni takip edenler bilecektir ki plastik çöp ticaretinin bir sömürgecilik faaliyeti olduğunu ve dolayısıyla derhal yasaklanması gerektiğini her fırsatta ifade ediyorum. İşte bu söylev ve beraberindeki mücadelemiz kısmen de olsa bir karşılık buldu ve plastik çöp sevkiyatı için AB’den bir ses geldi. AB aldığı bir kararla 2.5 yıl içerisinde plastik çöplerin OECD üyesi olmayan ülkelere sevkiyatını yasaklama kararı aldı. OECD üyesi olan ülkelere dair de yeni düzenlemeler yayınlayacağını ve bunu da zorlaştıracağını belirtti.

Ancak henüz buna dair net bilgiler söz konusu değil. Yakında bunu öğreniriz ve Türkiye’nin çöp ithal edip edemeyeceğine dair bilgimiz netleşir. Ancak mevcut durumda bu düzenlemenin büyük bir risk taşıdığını da belirtmekte fayda var. Çünkü OECD üyesi olmayan ülkelere gitmeyecek olan çöplerin bize doğru yöneleceğini tahmin etmek zor olmasa gerek.

Sonuç olarak bu dört olay 2023 yılının en önemli olayları. Artık bunların getirdiği miras ile 2024 yılına gireceğiz. Gönül isterdi ki Türkiye’den de güzel haberler paylaşalım ama maalesef böyle bir durum söz konusu değil. Aslında bir güzel haber var. Bu haber de “Vatan Millet Sakarya” narası atıp çöp ithalatına karşı olanları çeşitli mecralarda hedef gösteren çöp tüccarlarının İsrail-Filistin meselesi üzerinden foyalarının meydana çıkıp ipliklerinin pazara düşmesi. Bu olay belki de tek olumlu haber olarak nitelendirilebilir.

Herkese plastiksiz mutlu ve mesut bir 2024 yılı geçirmelerini diliyorum.