Hafta SonuKöşe YazılarıManşetYazarlar

[2023’ün ardından] Maraş depremleri: Yüzyılın ihmali

0

21 Aralık gecesi, yılın en uzun gecesi ve kış gündönümünün başlangıcıdır. 21 Aralık’tan sonra Kuzey Yarım Küre’de geceler kısalmaya, gündüzler uzamaya başlar. Aynı zamanda, Zemheri kışı diye bilinen ve kırk gün süren kara kış da hüküm sürmeye başlar.

Zemheri kelimesi, nedense tuhaf bir şekilde içimi ısıtır hep. Çocukluğum ve ilk gençlik yıllarımın bir kısmı Maraş’ın Göksun ilçesinde geçti. Oralarda zemheri kelimesi Arapça telaffuzuna (zamharir) daha yakın bir halde, zahmeri diye söylenir. Ben çocukken ortalıkta bir şehir efsanesi dolaşırdı. “Zahmeri Karısı” diye bir kadın varmış, yaramazlık yapan, erken yatmadan çocukları bohçasına doldurur, kara kışta gözden kaybolurmuş. Bu hikaye anlatıldıkça tuhaf bir ürperme ile dinlerdim. İlkokul birinci sınıfın ara tatilinde Kadirli’de yaşayan halamı ziyarete gitmiştik. Yatmadan önce Savrun Çayı’na bakan camın perdesini aralamış, gecenin zifiri karanlığına biraz korku, biraz merak ile dalarak Zahmeri Karısı’nı beklemeye başlamıştım. Gözlerim karanlığa alıştı, bekledim, bekledim. Arada gözlerimi yumup, heyecanla tekrar açtım. Ne gelen var, giden! Beklemekten yorulmuştum, perdeyi kapatıp yatmaya giderken, kendi kendime “ben, zaten iyi bir çocuğum, beni almaya gelmez” demiştim. Çocukluk…

En uzun gece

Çoğumuz için, hatta aslında bütün Türkiye için 2023 yılının en uzun gecesi 21 Aralık değil, 7 Şubat’tı. 6 Şubat’ta başlaması gereken ikinci yarıyıl, İstanbul’da kötü hava koşulları nedeni ile bir gün ertelenmiş, ben de kızımın dönem tatili bir gün daha uzatıldığı için geç uyanmıştım. O güne kadar gece yatarken telefonumu tamamen kapatan biriydim. O güne kadar…

Telefonumu açar açmaz whatsapp mesajları akmaya başladı. Çok şaşırmıştım, birbirini tanımayan birçok arkadaşım, eski öğrencilerimden bazıları bana mesaj göndermiş. “Neler oluyor böyle?” diye sordum kendi kendime. Mesajları açmadan ilk birkaç kelimeyi görürsünüz ya, benim de okuduğum kelimeler şunlardı: “Annenler nasıl?”, “Ailen iyi mi?”, “Haber aldın mı?”, “Seni merak ediyoruz?”, “Hocam, iyi misiniz?”, “Dear Ayşe, I am sorry.” Bu şekilde mesajları açmadan aşağı doğru inerken, bir mesajdaki üç kelime ayaklarımın altından yeri kaydırdı. O anı anlatacak kelime/kelimeler yok benim için. “Maraş’ta deprem olmuş.” Depremin şiddetini bilmemekle birlikte büyük bir felaket olduğunu hemen anladım. Merhum babamın çocukluğumuzda söylediği laflar geldi aklıma. “Burası çok ciddi bir deprem bölgesi, evi sağlam yaptırmam lazım” derdi. Ben, olağandışı olaylar haricinde yıllardır televizyon izlemiyorum. Annemi aramaya cesaret edemediğim için önce Ankara’da yaşayan ablamı aradım. Bizimkilerin iyi, evin sapasağlam olduğunu söyledi ama sesi pek bir hüzünlüydü. “Çok korkunç Ayşe, çok korkunç, Maraş bitti galiba” dedi. Annemi aradım, evet iyiydiler. Sonra korkarak televizyonu açtım. Maraş’ın Pazarcık ilçesinde sabah 4.17’de 7,7 şiddetinde bir deprem olduğu, depremin sadece Maraş’ı değil, dokuz ili daha etkilediği söyleniyordu. Derken, bu kez merkez üssü Elbistan olan ikinci deprem geldi.  O an tek isteğim, gidip Maraş’ın üstüne bir battaniye örtmekti. Bütün geçmişimiz, aile büyüklerimizin mezarları ve ailemin bir kısmı oradaydı. 7 Şubat gecesi benim, benim gibi orada sevdikleri, geçmişi olan, orada yaşayan ve aslında bütün Türkiye için en uzun geceydi. Zemheri, zemherinin kışı Türkiye için o an başlamıştı. Uzun süredir yağmayan kar o gece yağmıştı. O gece, hepimize çaresizliğin nasıl bir şey olduğunu öğretmişti. Yüzyılın felaketi değil, yüzyılın ihmaliydi yaşananlar.

Sonraki günlerde yaşanan felaketin ve ihmalin boyutları netleşmeye başlamıştı. Onbinlerce can kaybı, sağlam iken bundan sonraki hayatını engelli geçirmek zorunda kalanlar, ülkenin gayri safi yurt içi hasılasının yüzde onundan daha fazlasına karşılık gelen maddi kayıp, onlarca yıl etkisi devam edebilecek çevre sorunları, bir daha yapılması mümkün olmayan tarihi yapılardaki hasarlar, unutulamayacak acılar, kayıplar, yarım yamalak kalan hayaller… Kimsesi kalmayan çocuklar, evlatlarını kaybeden anne babalar, kardeş acısını tadanlar, Zahmeri Karısı’nı bile utandıracak, onun bohçasına sığmayacak kötülükler…

Güç, krizlere karşı önlem almak demek

Ekonomide güç demek, çoklu krizlerin yaşandığı çağda bu krizlere karşı önlem almak demek. Daron Acemoğlu, geçenlerde Türkiye’nin önündeki yirmi yılın çok önemli olduğunu belirtti. Ya teknoloji ile bir hamle yaparız ya da gerçekten çağın gerisine düşeriz. Türkiye, maalesef, riskleri ciddiye almayan, algılamayan ve ona göre önlem almayan bir ülke. Bu durum, sadece bu iktidar ile de sınırlı değil. Çok uzun zamandır böyle. Sürekli kendini tekrarlayan maden faciaları ve depremler ile teknolojiye harcanabilecek kaynakların yok olup gitmesi gerçekten acı verici. Üstelik aşırı hava olaylarına karşı Avrupa’nın en kırılgan ülkesi bizim ülke iken. Bunun anlamı, geçmişte sağladığımız katma değeri bu şekilde devam edersek gelecekte çok daha zor koşullarda sağlamak zorunda kalmamız ya da sağlayamamamız. Can kayıplarına söyleyecek tek bir lafım dahi yok.

2023 yılında yaşanan bu depremler, hepimizin en acı gerçeği oldu. Bu yazıyı, Maraş depremlerinde ve sonrasında hayatlarını kaybeden bütün canlıların anısına yazdım. 2024 yılı evlerimizde içtiğimiz sıcak çaydan, yediğimiz yemekten, yattığımız yataktan, insanlığımızdan utanmadan geçireceğimiz, umutların yeşerdiği bir yıl olsun.

 

More in Hafta Sonu

You may also like

Comments

Comments are closed.