İklim KriziKitapManşet

Gelecek Bakanlığı: İklim krizinden çıkışın yollarını anlatan roman üzerine konuşmalar…

0

Kim Stanley Robinson‘ın Gelecek Bakanlığı romanı üzerine…  

Gizem KASTAMONULU
Sezai Ozan ZEYBEK

*

“Elimizden geleni yapıyoruz dedi” dedi Mary.
“Hayır, elinizden geleni yapmıyorsunuz ve yaptıklarınız da yeterli olmayacak … Dünyayı öldürüyorsunuz. Söylesene, ne yapıyorsunuz siktiğimin Gelecek Bakanlığında?
Mary zorlukla yutkundu. Çayından içti. Soğumuştu. Ne diyeceğini düşündü. Her dakika daha çok kızmakta olan bu yönünü şaşırmış genç adamla konuşmak akıllıca mıydı? …
“Bakanlık 2024 yılında Paris‘teki toplantıdan sonra kuruldu. Gelecek nesillerin çıkarlarını savunacak bir kurum kurmak iyi olur diye düşünüldü. Kendi adına konuşamayan varlıkların çıkarları, mesela hayvanların veya su havzalarının…”
Genç adam eliyle küçümseyici bir jest yaptı. Bunları zaten biliyordu. “Peki bunu nasıl yapıyorsunuz, nasıl savunuyorsunuz bu çıkarları?” dedi.
“Problemin çeşitli yönlerine odaklanan birimler oluşturduk. Hukukî, malî, fiziksel vb. Yaptığımız önceliklendirmeye göre bize verilen bütçeyi tahsis ediyoruz. Elimizden geleni yapıyoruz.”
Adam sordu: “Peki ya bu yeterli değilse?”
“Ne kastediyorsun?”
“Yaptıklarınız yeterli değil. Çabanız zararı istenilen hızda yavaşlatmıyor. Çözümler gerekli hızda üretilmiyor. Bu görülebiliyor. Herkes görebiliyor. Durum değişmiyor. Kitlesel bir yok oluşa gidiyoruz. Yok oluyoruz! Yani yaptıklarınızın yeterli olmadığını kastediyorum. O zaman neden daha fazlasını yapmıyorsunuz?”
“Aklımıza gelen her şeyi yapıyoruz.”
“O hâlde ya en bariz şeyler aklınıza gelmiyor ya da aklınıza geldiği halde yapmıyorsunuz.”
“Mesela ne?”
“Mesela bu krizin en büyük müsebbiblerini belirleyip peşlerine düşmek.”
“Bunu yapıyoruz.”
“Davalarla mı?”
“Evet, davalar, yaptırımlar, medya kampanyaları ve…”
“Peki suikastler?”
“Kesinlikle hayır.”
“Neden hayır? Bazıları milyonlarca insanın ölümüne neden olacak suçlar işliyor! Hayatlarını kitlesel ölümlerle sonuçlanacak bir sistemi devam ettirmeye adamışlar.”
“Şiddet şiddeti doğurur,” dedi Mary. “Sonsuza dek devam eden bir döngüdür bu. Sen ne dersen de.”
“Savaşı kaybettikten sonra hiç birinin önemi yok. Bak, bu şekilde karbon yakmak, birkaç kişiyi infaz etmekten çok daha fazla canlıyı öldürüyor. Bu yüzden duruşunuz, teslim olmuşların ahlâkından başka bir şey değil.”
Mary omuz silkti. “Ben hukukun üstünlüğüne inanıyorum.”
“Eğer yasalar adil olsaydı, bu dediğine katılırdım. Ama sizin bu güya karşı çıktığınız tahribatı yasalar mümkün kılıyor!”
“O zaman yasaları değiştirmemiz gerekiyor.”
“Peki karbon salanlara şiddet uygulamak? Bir kömür santraline saldırmak sizin için fazla mı şiddet içeriyor?”
“Biz yasalar çerçevesinde çalışırız. Bence bu, durumu değiştirme şansımızı artırır.”
“Ama durum yeterince hızlı değişmiyor diyorum.” Adam kendini toparlamaya çalıştı. “Eğer işinizi ciddiye alıyorsanız, değişimin daha hızlı gerçekleşmesi için nasıl bir yol izleneceğini araştırırsınız. Kimi zaman bazı şeyler yasaya aykırı olabilir, ama bazı durumlarda yanlış olan yasalardır. Bunu Nürnberg Duruşmalarında görmedik mi? Yanlış olan emirlere uymak yanlıştır.”

*

Yukarıdaki pasaj Kim Stanley Robinson’ın ,“The Ministry for the Future” isimli romanından (s. 98-99). Türkçeye Gelecek Bakanlığı diye çevrilebilir. Kitap günümüzde başlıyor, 2050’ye uzanan bir dönemi, önümüzdeki iklim krizine dair olası senaryolardan birini anlatıyor.

Malûm, uzunca bir süredir diziler, filmler, romanlar gelmekte olan koyu bir karanlığın hikâyelerini anlatıp duruyor. Distopyayla kuşatıldık gibi hissediyoruz bazen. Takâtsız bırakan etkileri oluyor, bazen umutsuzluğa kapıldığımızı itiraf etmemiz lâzım. Gerçekler yeterince kötü zaten. Vakit daralıyor ve biz hâlâ petrol prenslerinin lobileriyle, tutulmayan sözlerle, savaşlarla, işgâllerle, aşırı zenginleşen insanları koruyan yasalarla uğraşıyoruz. 2023 bitiyor ve bardağın önemli bir kısmı hâlâ boş.

Robinson’ın kitabı bu anlamda diğerlerinden farklı. Bir umut hikâyesi anlatmaya soyunuyor. Üstelik felaketin çok sonrasında kurulmuş pastoral bir hayatı değil, bugünkü dünyadan doğan daha yakın olasılıkları ele alıyor. Aşağıda bunlardan bahsedeceğiz. Ama önce şunu söylememiz lâzım: Yazar ödevini iyi yapmış. Günümüzün ilham veren örneklerine bakıyor, siyasetten ekonomiye, medyadan ulaşıma çok kapsamlı değişikliklerden bahsediyor. Diğer kitaplarıyla Hugo, Nebula ve Locus gibi kurgu dünyasındaki en prestijli ödülleri almış, doktora yaparken ünlü Markist düşünür Fredric Jameson ile bir dönem çalışmış bir isim.

Kim Stanley Robinson.

Kitapta 2024 önemli bir yıl: Gelecek Bakanlığı’nın kurulması kararı çıkıyor. En başta önemsiz bir kurumken giderek radikalleşiyor. Yeni bir medeniyetin kurulmasında önemli bir rol üstleniyor.

Biz de 2023 biterken hem bu kitabı tanıtmak hem de başlıklar hâlinde üretilen çözümleri gruplandırıp listelemek istedik. Çözümlerin bir kısmı hayli kocaman, manifesto havasında. Hemen hemen her konuya el atılmış. Dolayısıyla incelikli, karakterlerin iyi işlendiği bir roman çıkmamış ortaya. Buna rağmen ABD’ye has o iyimserlik ve “Evet, yapabiliriz” tavrı yeni yıl öncesinde bize iyi geldi. Ayrıca bazen mikro-ölçeklerden çıkıp talepleri büyütmenin, gözümüzü ufku dikmenin faydaları da var diye düşünüyoruz. “Peki nasıl bir dünya hayal ediyoruz?” sorusuna daha somut cevaplar verebilmeliyiz. Aşağıda, kitapta sunulan bu somut öneriler hakkında sohbet ediyoruz. Katılmadıklarınızı ya da içinize sinmeyenleri bize iletirseniz çok makbule geçer. (İletişim bilgileri yazının en altında).

GİZEM:Barack Obama’nın bu seneki favori kitaplarından biri” tanıtımıyla (yukarıdaki kitap kapağında yazıyor) başlayalım. Ne diyorsun?

OZAN: Kitabı sırf bu yüzden bile almayabilirdim. Sanırım bu pazarlama yöntemine karşı giderek alerji oluşmaya başladı bende. Ünlü insanların sözlerini kapağa, kitap arkasına taşımak… Trend yaratmak.

GİZEM: Hepsi aynı olmaya başladı zaten. “Olağanüstü,” “riveting,” “son yılların en iyi kitabı” şeklinde arka kapağı olmayan kitap kalmadı neredeyse.

OZAN: Sadece kapakların değil. Yazma usûlünün formülleri, kabul gören kalıpları oluşuyor bir süre sonra. Bir hocam demişti zamanında: Nietzsche gibi biri günümüzün yayıncılık dünyasında asla kabul görmezdi, basılmazdı.

GİZEM: Yine de biz kitapta önerilen bazı hususları önemli bulduk. Onları konuşalım istiyoruz. Bunları sen üçe ayırmayı teklif ettin. Neler bunlar?

OZAN: Çok katî ayrımlar değil, daha ziyade sohbetimizi yapılandırmak için öyle dedim. İlki ekonomik dönüşüm, diğeri fiziksel/teknolojik dönüşümler. Sonuncusu ise biraz daha farklı türde bir kategori. Ona da siyasî dönüşümler diyelim dedim. İlk ikisindeki değişimleri hayata geçirmeye yarayan mücadele yöntemlerini anlatıyor.

GİZEM: Bize ulaşmak isteyen ve katkı sunmak isteyen okuyucular olursa diye önerileri numaralandırıyoruz aynı zamanda.

  1. A) EKONOMİK DÖNÜŞÜMLER

GİZEM: Kitaptan bir pasaj okuyarak başlayalım:

 “Toplum olarak faaliyetlerimizi planladığımız ve gerekçelendirdiğimiz ekonomi disiplini eksiklikler, çelişkiler, mantıksal kusurlar ve hepsinden önemlisi yanlış varsayımlar ve yanlış hedeflerle dolu (s. 166).”

OZAN: Kesinlikle. Günümüz ekonomisinin en önemli önceliği büyümek. Yutarak büyüyen, yok eden bir büyüme bu. O yüzden bizim neyi büyütmek istediğimiz ve neyi büyütmek istemediğimiz konusunda etraflıca yeniden düşünmemiz lâzım. Günümüzde silah satışı, zehirli kimyasallar, plastik, sigara, hapishane yahut daha çok hayvanın ölümü ekonomiyi büyüten pozitif kalemler olarak muamele görüyor. Ölçme birimimiz (gayri safi hasıla) olumlu ve olumsuz büyüme arasında farkları gözetemiyor. Kitap o anlamda tüm ekonomik modeli değiştirmeye yönelik bir vizyon sunuyor.

GİZEM (A1): Örneğin bankacılık sıkı bir denetim altına alınıyor. Para, bitcoin teknolojisiyle tamamen denetlenebilir hâle geliyor. Bu sayede offshore hesaplar, vergisiz kazançlar sona erdiriliyor. Varlık vergisi zengin olmayı bir hayli zorlaştırıyor. Dolar milyarderi kalmıyor. Bu aynı zamanda siyaseti şekillendirebilen bir avuç insanın gücünü ellerinden almak anlamına geliyor.

Söylemesi kolay, yapması zor elbette. Ama sanırım bana en çok hitap eden bu oldu. Kitapta bunun nasıl başarıldığını en sonda anlatacağız.

 OZAN: En tartışmalı kısım da o olacak zaten.

Bu arada geçmişte bu dediğinin gerçek bir örneği de var. İkinci Dünya Savaşı sonrasında ABD’de 400 bin dolar üstündeki gelirlerin vergi oranı %91’e kadar çıkmış. Neoliberalizmin bir sonucu da bu oranı %20’lere kadar düşürmek, dahası vergi kaçırmayı kolaylaştırmak olmuş.

GİZEM (A2): Bir diğer husus, en yüksek ve en düşük maaşlar arasındaki oranı dengelemek. Kitapta yıllık gelir farkı bire sekizle (kimi kooperatiflerde bire üçle) sınırlandırılıyor. İspanya‘daki Mondragón Kooperatifi gibi başka pek çok kooperatif kuruluyor. Bunlar, eğitimden sağlığa mensuplarına sahip çıkıyor, daha demokratik üretim toplumları oluşturuyor.

ABD’de ilk beş yüz şirketin CEO’larının diğer meslek gruplarının senelik maaşını kaç saatte kazandığını gösteren grafik. Misal bir CEO, bir itfaiyecinin (turuncu renk) senelik gelirini 6,3 saatte kazanabiliyor.

 OZAN (A3): Bu minvalde kitapta öncelikler sorgulanıyor ve yepyeni ölçme şekilleri geliştiriliyor. Buna “Biyosfer ve Medeniyetin Sağlık Meta İndeksi” ismi veriliyor. Dar anlamlı verimlilik tanımları üzerine kurulu sistem sorgulanıyor. Bazı verimsiz gözüken kalemlerin hayatî önemde olduğu baştan kabul ediliyor. İşçilerin insanca yaşayabileceği maaşlar kazanması mesela…

GİZEM (A4): Rant ekonomisi sona eriyor. Rant, yani aslında bir şey üretmeyip, başkalarının ihtiyaçlarını onlara kiralayarak para kazanan, asalak sayılabilecek bir biriktirme şekli. Konut olur, toprak olur, herhangi bir üretim aracı olur…

OZAN (A5): Temel ihtiyaçların piyasa spekülasyonuyla fiyatlandırılması son buluyor. Sağlık, eğitim, barınma, gıda, su gibi temel hakların bedeli, sermayedarların gelir beklentileriyle belirlenmiyor. Bunların her biri temek hak.

Keza toprak, para, enerji gibi toplumun temel payandaları da dar bir grubun kontrolünden kurtarılıyor, zorunlu olarak kamulaştırılıyor. Sonuçta dünyanın geleceğini ilgilendiren enerji politikaları bir şirketin hissedarları arasında konuşulup karara bağlanmamalı.

GİZEM: Kulağa eskimiş sloganlar gibi geliyor. Ama sağlık bir meta değildir. Eğitim bir meta değildir. Toprak bir meta değildir. Olmamalıdır.

OZAN: Hiç eskimiş değil bence. Ama evet, dediğini anlıyorum. Özelleştirme süreci üstümüzden buldozer gibi geçti. Durduramadık. Oradaki mücadele hattı kaybedildi.

21 Temmuz 2008, uzak bir geçmiş gibi.

GİZEM (A6): Evrensel vatandaşlık maaşı yasalaşıyor. Herkese, el açmadan yaşayabilecekleri aylık bir gelir veriliyor. Çalışma koşulu olmadan.

OZAN: Vatandaşlık geliri konusunda çok iyi bir eleştiri okumuştum. Şerh düşüp (ve link koyup) geçelim.

GİZEM (A7): Bahsettiğin eleştiriye cevap olur mu bilmiyorum ama diğer yandan çalışmak isteyen herkese güvenceli iş sağlamak devletlerin yeniden aslî görevi kabul ediliyor.

OZAN: Özellikle belli bir yaşta iş güvencesinin olmaması, preker çalışmak o kadar yıpratıcı ki…

GİZEM: Her yaşta…

OZAN: Herhalde… “Procecilik!” Projeler olmasın demiyorum. Ama akademi için söylüyorum, belli bir konuyu daha iyi araştırmak için değil de hayatını devam ettirmek için proje arıyorsan, gerçekten ne “proje” bir şeye benziyor ne de senin ruh hâlin…

Maaştan maaşa.

GİZEM (A8): Derin konu, uzatmamak için devam ediyorum. Fosil yakıt kullanmak ceza sayılabilecek oranlarda vergilendiriliyor. Orada verimlilik hesabına girilmiyor.

OZAN (A9): Karbon salımını azaltan faaliyetler yeni bir (blockchain) para birimiyle destekleniyor. Denetim sıkı tutuluyor. Bir yerde fidan dikip diğer yerde petrol çıkaran şirketlerin bu haklardan faydalanması engelleniyor.

GİZEM: Burada önemli olan paranın hareketinin blockchain ile takip edilebiliyor olması. Dolayısıyla kimden kime geçtiğinin ve kullanıldığı her bir faaliyetin izi sürülebiliyor. Bu altyapı hâlihazırda var.

OZAN (A10): Afrika ülkeleri bir birlik kurup Dünya Bankası’na ve Çin’e olan borçlarını ödemeyeceğini ilan ediyor. Çok uzun süredir yoksulluğu devam ettiren, sıkışan ülkeleri orman-maden ne varsa satmaya zorlayan, yolsuz hükümetlere yol açan, eşitsiz sermaye dağılımını yeniden ve yeniden üreten çok temel bir sistem, yani başka bir rant kapısı kapanıyor. Hızlı alım satımlar da (yani finansal spekülasyon da) yine bu sayede engelleniyor. Para yeniden toplumun kontrolüne giriyor.

GİZEM: Sonuçta kapitalizmin en verimli ekonomik model olduğu doktrini yerle bir ediliyor. Yoksulluğun kader değil, siyasî bir tercih olduğunu kabul eden yeni bir ekonomi kuruluyor. Yoksulluğu yok etmeye, makası kapatmaya öncelik veriliyor.

OZAN: İklim meselesini çalışanların sürekli dönmesi gereken bir mesele bu. Toplumsal adaletten bahsetmeden iklim meselesini çözemeyeceğiz.

1.B) ÇEVRESEL/TEKNİK DÖNÜŞÜMLER

GİZEM: Gelelim ikinci hususa. İlkinin devamı zaten. Eğer bir ekonomi gereksiz işler ve kullan-at eşya üretmeye programlanmışsa, kullandığı alan artıyor ve kaynaklar da o nispette hoyratça harcanıyor. Daha çok enerji kullanılıyor, daha çok orman kesiliyor, sular kurutuluyor. Seçili kalemlerde küçülen bir ekonomi, dünyada işgâl ettiğimiz alanları küçültmeye, diğer varlıkların sırtındaki yükü kaldırmaya da yarıyor.

(B1) İlk kısımdaki ekonomik dönüşümlere paralel olarak Dünyanın Yarısı isimli toplumsal hareketin başı çektiği bir yabanileştirme hareketi başlıyor. İnsanlar yaşadığı alanları daraltıp diğer canlılara terk ediyor. Hayvanların yaşam alanları arasında geçiş koridorları kuruluyor.

Kitabın sonunda geçen Ganymede ve Şahin figürü. Dünyayı hayvanlara geri veriyoruz.

OZAN (B2): İnsan nüfusu azalmaya başlıyor.

GİZEM: Senin bu konuda endişelerin olduğunu biliyorum.

OZAN: Evet. Yani nüfus asla azalmamalı demiyorum. Ama bir grup diğerinin fazla nüfusundan yakınmaya başladığında sonuçlar kötü oluyor. En azından tarihte öyle olmuş. Dikkatli ele alınması gereken bir konu.

GİZEM (B3): Anlaşılmıştır deyip devam ediyorum. Günlük enerji sarfiyatını kişi başı 2000 watt/h ile kısıtlayan yeni gönüllü cemaatler kuruluyor. Evler, seyahat, yeme içme pratikleri bu kotaya uygun olarak değiştiriliyor.

OZAN: Dünyayı değiştirmeye inanmış kitlelerin aşırı tüketimden feragat edip dayanışmacı cemaatlerde başka türlü mutluluklar kovalamaları hiç de olmayacak iş değil bence. Kabul görme ve yanındakilerle büyüme, on dokuzuncu ayakkabıya sahip olmaktan çok daha önemli bir motivasyon kaynağı olabilir.

GİZEM (B4): Geldik kitabın bence en tartışmalı kısımlarından birine: Dev jeo-mühendislik girişimleri. Kitapta iklim felaketlerini önlemek adına Kuzey Buz Denizi sarıya boyanıyor. Böylelikle daha çok güneş ışığı geri yansıtılıyor. Okyanusların ısınması yavaşlatılıyor. Buzulların erimesini engellemek için pompalarla buz tabakası kalınlaştırılıyor, denizlerden su çekilerek Sahra Çölü‘nde tuzlu su gölleri oluşturuluyor (zira bir yandan sular yükseliyor), kurak bölgelerde nehirlere yapay yollarla su aktarılıyor, gökyüzüne güneş ışınlarını yansıtacak aeresoller püskürtülüyor.

OZAN: Umarım bu noktalara gelmeyiz. Zira geçmiş bize gösteriyor ki müdahale ne kadar büyükse ters tepme ihtimali de o kadar artıyor. (Bu konuda Elizabeth Kolbert’in “Under a White Sky” kitabına bakılabilir). Ancak diğer yandan dünyanın doğal hâli diye bir durum da yok. Ateşin kontrol edilmesinden itibaren on binlerce yıldır dünyayı sürekli değiştiriyoruz: Nehirlerin akışından toprağın kimyasına, soluduğumuz havadan yaban hayatına dönüşmemiş tek bir mecra yok. İyisiyle kötüsüyle! Yaşadığımız şehirler; kanalizasyon sistemleri, ulaşım, binalar, binaların zemini vs. hepsi birer mühendislik projesi.

 GİZEM: Sanıyorum sorun şu: Ekonomiye, siyasete, toplumsal adalete, medeniyetimizin aksadığı diğer tüm konulara sırt çevirip yalnızca mühendislik projelerinden medet ummak insanları hem âtıllaştırıyor hem de aptallaştırıyor.

OZAN: Kesinlikle. İklim krizinde mühendisliğe elbette ihtiyacımız olacak. Ancak herhangi bir tekno-bilim projesinin tek başına bizi düze çıkarma ihtimali yok. Toplumsal adaleti gözetmeyen bir medeniyetin ürettiği teknoloji de ona uygun oluyor. Kolayca şerre bükülüyor.

GİZEM (B5): Döndük. Kitapta temiz enerji kaynaklarına geçiliyor.

OZAN:  Ama aynı zamanda enerji demokrasisi sağlanıyor. Yani enerji tekelleri kırılıyor. Güneş ve rüzgâr (fosil yakıtlardan farklı olarak) böyle bir demokratikleşmeye aslında çok müsait. Her yerdeler. Şirketlerin şu anki en önemli uğraşlarından biri karbon rejiminden çıkarken enerji hakimiyetini kaybetmemek. Bu noktada yukarıdaki A5 numaralı maddeye geri dönüyoruz.

GİZEM (B6): Ulaşım tümüyle değişiyor. Çok daha yavaş, yenilenebilir enerjiyle hareket eden zeplini andıran araçlara geçiliyor. Denizlerde yelkenlilere dönüş oluyor. Kara taşıtları azalıyor, fosil yakıt bırakılıyor. İnsanlık bir miktar yavaşlıyor.

OZAN: Bunun bir sürü faydası da oluyor bu arada. Kitabın sonunda baş kahramanın bu yeni araçlarla uzun bir seyahati anlatılıyor. Sindire sindire geziyor. Seyahat etmenin şekli şemali değişiyor. Ben açıkçası seyahat etmenin çok öğretici, çok dönüştürücü olduğuna inananlardanım. Ama misal konferans için uçakla in, lokanta, otel ve geri dön… Bence bu seyahatin zararı dev, faydası marjinal.

Yol, hedefin kendisidir: Çocuklar için yavaş seyahat rehberi.

1.C) SİYASî DÖNÜŞÜMLER (İYİ DE TÜM BUNLAR NASIL OLACAK?)

 GİZEM: Buraya kadar kitapta bahsi geçen yasal, ekonomik ve fiziksel değişikliklerden bahsettik. İster istemez herkesin kafasından “Güzel ama bunlar nasıl hayata geçecek?” sorusu geçiyor olmalı. Zira gücü elinden tutanların hatalarını anlayıp milyar dolarlarından vazgeçmeleri olacak iş gibi gözükmüyor. İşte kitap (ve kitaba adını veren Gelecek Bakanlığı) bu noktada bize radikal bir vizyon sunuyor.

OZAN: Kırılma noktası Hindistan’daki sıcaklık dalgasında bir haftada 20 milyonun üzerinde insanın ölmesi oluyor. (Gerçek hayatta henüz olmadı, ama olabilir.)  Sonrasında dünya bildiğimiz dünya olmaktan çıkıyor. Gizli bir örgüt suçluları cezalandırmaya başlıyor. (Kitapta bu örgüt Kali’nin Çocukları diye anılıyor. Hinduizmde Kali Kara Tanrıça veya Ölüm Tanrıçası olarak biliniyor.) Özel jetler düşürülüyor, dizelle çalışan gemiler veya fosil yakıt tesisleri sabote ediliyor, büyük iklim suçluları ve aşırı zenginler suikaste uğruyor ya da mal varlıklarından vazgeçmeye zorlanıyorlar. Davos gibi büyük toplantılara saldırılar düzenleniyor. Zenginlerin rahat rahat gezmesine, harcamasına, siyaseti zapt etmelerine imkân tanınmıyor. Özetle, zor kullanılıyor. Gelecek Bakanlığı da kendi “derin” birimini kuruyor. Çünkü utandırmakla, vicdanla, bilinçlendirmekle bu işin yürümeyeceğini; güçlünün geri adım atması için sadece havucun yeterli olmadığını, arada sopa gerektiğini görüyorlar.

 GİZEM: Hepimizi ilgilendiren önemli kararlar %1’in tahakkümünden kurtulunca diğer başka pek çok mevzuda değişiklik yapmak da kolaylaşıyor. Olumlu anlamda domino etkisi diyebiliriz.

Bu arada senin bu şiddet meselesiyle ilgili daha önce de yazmışlığın var. Üç türlü siyaset modeli var diyorsun. Üçü yan yana getirilmediğinde mevzi kaybedilir diye bir iddian var. Onun da linkini şuraya bırakalım.

Andreas Malm’ın konu hakkındaki kitabı.

OZAN: Bırakalım ve umut meselesine geri dönelim: Kitap dünya kardeş olsun, ekonomi değişsin, her şey bölüşülsün deyip bırakmıyor. Değiştirmek için ölçülü ve hedeflerin iyi seçilmiş olduğu zor kullanma gereğini dile getiriyor.

GİZEM: Düşünüyorum da şiddet zaten var. Bu noktaya da zor kullanılarak getirildik. Yüz milyonların zehirlendiği, sakat bırakıldığı, haysiyetsizleştirildiği, yoksunlaştırıldığı bir rejim herkesin rızasıyla gerçekleşmiş olamaz. O anlamda zor kullanmak sisteme içkin bir şey. Senin de yazında belirttiğin gibi, bu zorbalığa sözle, ricayla, vicdanla, akıllı reklâm kampanyalarıyla geri adım attıramayabiliriz. Attıramıyoruz.

OZAN: Bence de. Yani biz ne dersek diyelim, şiddet yok olmuş değil, daha ziyade belli bir grubun elinde tekelleşmiş durumda. Toplumsal mücadele şiddetsizliğe mahkûm edilip diğer taraf her türlü şiddeti uygulayabildiği için neoliberalizm kader gibi çevremizi kuşatabildi belki de. Oysa Charles Tilly’nin hatırlattığı üzere bu güya meşru şiddet tekeli, organize suçun büründüğü hâllerden biri aslında.

GİZEM: Yine de kitabın bu kısmını tartışmaya açık bırakalım. Tarihte şiddetin sıçraması, büyümesi, kontrolden çıkması sık sık yaşanmış. Sıkışma anlarında şiddetin güçlüden ziyade zayıfa yönelebileceğini de unutmamak lâzım. Kitapta da karşı şiddet nasıl sona eriyor, bunca gücü eline geçirmiş Kali’nin Çocukları nereye kayboluyor, bahsedilmeden bırakılmış.

OZAN: Kesinlikle. Başta dediğimiz gibi, kitap bir çok noktada aksıyor. Roman formunda böyle dev ölçekli bir kurtuluş reçetesi yazmak hem sunulan reçetelerde boşluklara yol açmış hem romanın gücünü azaltmış. Karakterler çok zayıf. Hikâye akışı bazen arka arkaya konmuş demeçleri andırıyor.

GİZEM: Bir de ulus devlet çerçevesini hiç aşamamış ya. Uluslar lâzımdır, ehveni şerdir deyip durmuş. Rusya böyle yaptı, Amerika şöyle yaptı gibi cümleler var, şu devletleri karaktere çevirerek konuşma dili… Çin bugün biraz yorgun, üzgün ve yaşlanmış! Bu nedir?

OZAN: “Çin-Hindistan rüştünü ispat etti, sıra İslam‘da…” mealinde cümleler ettirmesi (81. bölüm), yazarın kötüye gidebilecek pek çok ihtimali hafife alıp umut saçması beni de okurken rahatsız etti. Açıkçası, ütopya yazmak belli bir naiflik gerektiriyor sanırım. Naiflik ve bazen rahatsız eden bir ben-bilirimcilik: “O da öyle olsun, bunlar böyle olsun, şunları kaldırın oraya koyun” dili. Distopyalar o yüzden daha inandırıcı belki de.

GİZEM: Yine de misal bir akraba “Peki siz ne istiyorsunuz? Talepleriniz ne?” diye sorduğunda çok uyduruk, çok soyut, çok genel cevaplar verdiğimi fark ediyorum. Bu beni rahatsız ediyor. Sanki kapitalizm sadece kaynakları değil, hayal gücümüzü de kurutuyor. Dünyanın gerçek, uygulanabilir, insanları etrafında toplayacak alternatiflere ihtiyacı var ve bunları konuşabilmemiz lâzım. O anlamda kitap bana iyi geldi.

OZAN: 2024’ün sorunları tespit etmekten öteye geçip somut öneriler üzerine daha çok konuşabildiğimiz bir yıl olmasını dileyelim o hâlde. Bu uzun yazı da umarım buna vesile olur. Umarım korkak olmayan büyük bir toplumsal hareket ortaya çıkar nihayet. Hem Türkiye’de hem dünyada.

 GİZEM: Amin.

*

Yorum yollamak için: Instagram @sezaiozanzeybek

 

More in İklim Krizi

You may also like

Comments

Comments are closed.