Ana Sayfa Blog Sayfa 241

Fransa’nın yeni başbakanı, açık eşcinsel Gabriel Attal oldu

Fransa‘da Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron, 34 yaşındaki Gabriel Attal‘ı başbakan olarak atadı. Attal, Fransa tarihinin en genç ve ilk açık eşcinsel başbakanı olarak kayıtlara geçti.

Elysee Sarayı tarafından yapılan açıklamada, Cumhurbaşkanı Macron’un Attal’ı başbakan olarak atadığı ve yeni hükümeti kurma görevini ona verdiği duyuruldu. Attal’ın kısa süre içinde yeni kabineyi oluşturması bekleniyor.

Attal’ın selefi eski Başbakan Elisabeth Borne, iki yıldan az bir süre görevde kaldıktan sonra istifa etmişti. Borne’un görev süresi boyunca emeklilik reformu ve tartışmalı göç yasası gibi konular ülkede protestolara yol açmıştı. Aralık ayında kabul edilen göç yasası, düzensiz göçmenlerin daha hızlı sınır dışı edilmesine olanak tanıyordu.

37 yaşındaki Savunma Bakanı Sebastien Lecornu da başbakanlık için en önemli adaylardan biri olarak gösteriliyordu. Gabriel Attal’ın yeni göreviyle Fransa’nın siyasi manzarasında önemli bir değişiklik yaşanması ve genç liderin ülke politikalarında etkili olması bekleniyor.

Gabriel Attal

DW Türkçe’nin haberine göre Fransız medyasında eski Başbakan Elisabeth Borne’un istifasıyla ilgili spekülasyonlar uzun süredir gündemdeydi. Bu spekülasyonlar, özellikle Aralık 2023’te parlamentoda kabul edilen ve göçü zorlaştıran yasanın yarattığı tartışmalar nedeniyle, Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron’un hükümette değişiklik yapabileceği yönündeydi. Macron, göç yasasıyla ilgili tartışmalar nedeniyle artan baskı altındaydı.

Fransa’da göç yasası siyaseti şekillendirecek mi?

2022 genel seçimlerinde Ulusal Mecliste çoğunluğunu kaybeden Macron, yasa tekliflerini geçirebilmek için muhalefetin desteğine ihtiyaç duymaya başlamıştı. Bu süreçte hükümet, Senato’da çoğunluğu elinde bulunduran merkez sağdaki Cumhuriyetçilerle uzlaşmak zorunda kaldı ve bu durum, Macron’un kendi partisi içinde de eleştirilere yol açtı. Göç yasasıyla ilgili oylamada iktidar partisinden 20 milletvekili aleyhte oy kullanırken, 17’si çekimser kaldı. Yasanın kabul edilmesinin ardından Sağlık Bakanı Aurelien Rousseau istifa etti.

Macron’un kabinede yapacağı değişikliğin, iç tartışmalara son vermesi ve hükümete yeni bir ivme kazandırması bekleniyor. Bu hamle, ayrıca Avrupa Parlamentosu seçimleri ve Paris’te düzenlenecek Olimpiyat Oyunları öncesinde önemli bir stratejik adım olarak değerlendiriliyor. Son kamuoyu yoklamalarında Macron’un partisinin, aşırı sağcı Marine Le Pen’in partisinin sekiz ile on puan gerisinde olduğu gözlemleniyor.

Fransa’ya açılan iklim davasında ceza ödenmeyecek
Fransa’da devlet okullarında abaya yasağı

Yeni göç yasası ile Fransa, başta İskandinav ülkeleri olmak üzere son yıllarda pek çok Avrupa ülkesi tarafından benimsenen “göç karşıtı” keskin bir rotayı takip edenler kervanına katılıyor.

Yasaya göre göçmenlere, istihdam açığı olan sektörlerde iş bulsalar bile Fransa’da kalma hakkı verilmeyecek.

Fransa’nın yeni başbakanı Gabriel Attal kimdir?

Fransa’nın eski eğitim bakanı olan Gabriel Attal, siyasete genç yaşta atılmış bir isim. 2014 yılında Sosyalist Parti listesinden Vanves Belediye Meclis Üyesi olarak seçilen Attal, daha sonra bu partiden ayrılarak Emmanuel Macron’un liderliğindeki La République en Marche (LREM) hareketine katıldı. 

Macron’un 2017’deki cumhurbaşkanlığı seçim kampanyasında aktif rol alan Attal, Jean Castex hükümetinde iki yıl boyunca hükümet sözcüsü olarak görev yapmış ve sonrasında eğitim bakanı olarak atanmıştı. Gabriel Attal, geçen yıl eğitim bakanı olarak devlet okullarında çarşaf giyilmesini yasaklayarak da muhafazakar seçmenler arasında popülerlik kazanmıştı.

Güney Kore’de köpek eti tüketimine karşı yasa tasarısı kabul edildi

Güney Kore parlamentosu salı günü köpek eti yenmesi ve köpek etinin satılmasını yasaklayan bir yasa tasarısını kabul etti.

Köpek eti yemek bir zamanlar dayanıklılığı arttırmanın bir yolu olarak görülüyordu. Ancak daha fazla Korelinin köpekleri evcil hayvanı olarak görmesi ve köpeklerin öldürülme şekline dair eleştirilerin artmasıyla birlikte bu uygulama bazı yaşlı insanlarla sınırlı olarak nadiren tüketilir hale geldi.

‣ Güney Kore’de köpek yemek yasaklanıyor

Reuters‘ın aktardığına göre, hayvan hakları aktivistleri, çoğu köpeğin eti için öldürülürken elektroşokun kullanıldığını ya da asıldığını ifade ediyor. Diğer yandan köpek etinin ticaretini yapanlar, kesim işleminin daha “insancıl” hale getirilmesinde ilerleme kaydedildiğini iddia ediyor.

Altı köpek ve sekiz kedi evlat edinmiş bir hayvansever olan Başkan Yoon Suk Yeol‘un eşi Kim Keon Hee‘nin de köpek eti tüketimini şiddetle eleştirmesiyle yasağa destek arttı.

Üç yıl sonra yürürlükte

İktidar partisi tarafından önerilen ve diğer yasa tasarılarında genelde görülmeyen şekilde iki partinin de desteğini alan tasarı, tek meclisli parlamentoda iki çekimser oyla 208 oy gibi ezici bir çoğunlukla kabul edildi.

Amacı “köpek eti tüketimini ortadan kaldırmak” olarak açıklanan yasa, üç yıllık bir sürenin ardından yürürlüğe girecek.

İnsan tüketimi için et üretmek amacıyla köpeklerin yetiştirilmesi ve öldürülmesi üç yıla kadar hapis ve/veya 30 milyon won ile cezalandırılacak.

Tasarıda köpek eti yemeye yönelik herhangi bir ceza öngörülmüyor.

Fotoğraf: Kim Hong-Ji / Reuters

Bir hayvan koruma grubu olan Uluslararası İnsani Kore Toplumu‘nun İcra Direktörü Chae Jung-ah konuya ilişkin şu açıklamada bulundu:

Çoğu Koreli vatandaşın köpek yemeyi reddettiği ve bu acının tarih kitaplarına geçtiğini görmek istediği bir dönüm noktasına ulaştık.”

Seul merkezli Hayvan Refahı Farkındalığı, Araştırma ve Eğitim kuruluşu tarafından pazartesi günü (8 Ocak) yayınlanan bir ankette, katılımcıların yüzde 94’ünden fazlası geçen yıl köpek eti yemediklerini ve yaklaşık yüzde 93’ü gelecekte de yemeyeceklerini söyledi.

‣ Güney Kore’de köpek eti yasağına karşı yetiştiriciler sokağa döküldü

570 bin köpek mağdur

Köpek eti yetiştiricileri ve satıcılarından oluşan bir koalisyon olan Kore Yenilebilir Köpekler Derneği yetkilisi Son Won-hak, bu konuyu ülkenin Anayasa Mahkemesi‘ne götürmeyi planladıklarını söyledi ancak ayrıntı vermedi.

Güney Kore Tarım Bakanlığı, Nisan 2022 itibariyle yaklaşık bin 100 çiftlikte ve yaklaşık bin 600 restoranda servis edilmek üzere 570 bin köpek yetiştirildiğini tahmin ediyor.

Köpek eti tüketen ülkeler

Hayvanlara insancıl muameleyi savunan Humane Society International örgütüne göre, Asya‘da her yıl kesilen 30 milyon köpek, Güney Kore dışında, Çin, Vietnam, Endonezya ve Kuzey Kore‘de de yeniyor.

Örgüte göre, Asya’daki kadar olmasa da, köpek eti dünya çapında Gana, Kamerun, Demokratik Kongo Cumhuriyeti, Nijerya, Kuzey Hindistan ve listedeki tek Avrupa ülkesi olan İsviçre‘nin bazı kırsal bölgelerinde de yeniyor.

Köpek eti tüketimi, insanda domuz etinde de denk gelinen trişinella hastalığı, kolera ve kuduz salgınlarıyla ilişkilendiriliyor.

Bosna’daki Drina Nehri’nde 5 bin metreküp çöp yüzüyor

Bosna Hersek‘in doğusundaki tarihi Visegrad kasabasında yer alan Drina Nehri kanyonu, devasa bir yüzen çöp yığını ile dolmuş durumda. Çoğunluğu plastik şişelerden oluşan tonlarca çöpün hem çevreye korkunç zararları olacağı, hem de yerel turizm odaklı ekonomi için tehdit oluşturduğu ifade ediliyor. Çöplerin yakılması olasılığıyla ilgili ise insan sağlığı üzerindeki etkiler nedeniyle ciddi endişeler mevcut.

Reuters’in aktardığına göre, Visegrad hidroelektrik santrali yetkilileri yaklaşık 20 yıl önce, Karadağ, Sırbistan ve Bosna üzerinden akan Drina Nehri boyunca barajını nehrin taşıdığı enkazdan korumak için, kanyonun derinliklerinde eski petrol varillerinden yapılmış geçici bir bariyer kurdu. Eko Center Visegrad‘dan Dejan Furtula, “Yaklaşık 5 bin metreküp çeşitli çöpler var,” diyerek çöp bariyerine işaret etti ve “Bu çöpler her taraftan geliyor ve maalesef bu manzara her yıl tekrarlanıyor” diye ekledi.

Furtula, Drina’nın yukarı akışındaki kollarından gelen çöplerin, ağır yağmurlar veya kar sonrası yükselen su seviyeleri nedeniyle çevredeki atık sahalarından nehire taşındığını belirtti: “Drina Nehri’nde aklınıza gelebilecek her şeyi bulabilirsiniz… ölü hayvanlar, tıbbi atıklar, araba parçaları. Biz bir nevi bölgesel atık deposuyuz çünkü bu çöpler Visegrad halkı tarafından üretilmiş değil, nehrin yukarısındaki kasabalarda yaşayanlar tarafından üretilmiş.”

Drina Nehri
Fotoğraf: Amel Emric / Reuters

‘Drina Nehri’nde hassas ekolojik sistem risk altında’

Toksik atıkların nehrin hassas ekolojik sistemini tehdit ettiğini anlatan Furtuna, çöpler yakıldığında Visegrad halkının ve ziyaretçilerin kirli hava soluduğunu da hatırlattı: “Bu, hepimiz için büyük bir felaket ve utanç kaynağı, dünyaya kötü bir resim gösteriyoruz.” Furtuna’nın aktardığına göre, ekologların nehrin ağır metallerle kirlendiğinden şüpheleniyor ve bu yıl kapsamlı bir su analizi yapılacak. 

Orman yangınlarının ardından topraktaki krom zehir saçmaya devam ediyor
Tunca Nehri’ne atılan çöpler kirlilik oluşturuyor

Visegrad’daki otel ve restoran sahipleri ve çalışanları da, Yugoslav Nobel edebiyat ödülü sahibi Ivo Andric’in “Drina Köprüsü” romanı ile ünlenen Osmanlı dönemi köprüsü ile bilinen kasabada, çöp yığınının turizmi de olumsuz etkilediğinden şikayet ediyor.

Andricev Konak otelinin baş resepsiyonisti Dijana Rajic, “Turistler ilk olarak Drina’daki çöp yığınını görüyor ve olumsuz yorumlar yapıyor, bu da hem turizmi hem de burada yaşayan insanları etkiliyor” dedi.

Neretva Nehri
Bosnalılar Neretva Nehri için savaşıyor: Bırakın aksın!

Orman yangınlarının ardından topraktaki krom zehir saçmaya devam ediyor

Gazi Üniversitesi Yaşam Bilimleri Uygulama ve Araştırma Merkezi’nin Müdür Yardımcısı Prof. Dr. Burcu Ertit Taştan, orman yangınlarında yüksek ısıya maruz kalan kromun zehirli bir forma dönüşebildiğini ve bu durumun sağlığa ciddi zararlar verebileceğini belirtti. AA’dan Yeşim Yüksel‘in haberine göre Taştan, orman yangınlarının neden olduğu ekolojik zararların yanı sıra, yangınlar sırasında topraktaki kromun zehirli hale gelmesinin sağlık sorunlarını artırabileceğini ifade etti.

Nature dergisinde yayımlanan bir çalışmada, orman yangınlarından etkilenen alanlarda yapılan incelemeler sonucunda, fazla yanmış bölgelerdeki zehirli krom miktarının, az etkilenen alanlara göre 6,5 kat daha yüksek olduğu tespit edildi. Prof. Dr. Taştan, normal şartlarda zararlı olmayan kromun, aşırı ısı nedeniyle zehirli formu olan hekzavalent kroma (krom 6) dönüşebileceğini ve bu durumun kanser, organ hasarı ve solunum yolu rahatsızlıklarına yol açabileceğini vurguladı.

Orman yangınından etkilenen bölgelerde avcılık nihayet durduruldu
AB’de kaydedilen en büyük orman yangını, Yunanistan’daki göçmen karşıtlığını nasıl etkiledi
Orman yangınlarından yayılan dumanı solumak insanlar için ne kadar tehlikeli?

Orman yangını sonrasında krom riski artıyor

Yangın sonrası itfaiyeciler, sağlık ekipleri, arazi çalışanları ve bölge halkı için krom 6 riski devam ederken, yangın sonrası oluşan küllerde ve havadaki partiküllerde bulunan krom 6, rüzgarla taşınarak etki alanını genişletebiliyor. Ayrıca, orman yangını dumanındaki PM2,5 olarak bilinen ince parçacıkların solunum yoluyla akciğerlere ve kan dolaşımına girerek astım, kronik bronşit gibi sağlık sorunlarına neden olabileceği belirtiliyor.

Prof. Dr. Taştan, kromun farklı formları ve özellikleri hakkında bilgi verirken, krom 6’nın suda çözünebilir ve hücre zarlarından geçebilir olduğunu, bu nedenle en tehlikeli krom bileşiği olduğunu söyledi. Çalışmaların, krom 6’nın indirgeyici maddelerle karşılaştığında krom 3’e dönüşebildiğini gösterdiğini belirtti.

Orman yangınlarının sonuçları: Hava, toprak, su ve insanlar zehirleniyor

Kaliforniya‘daki orman yangını sonrası yapılan araştırmalarda, toprak ve külde yüksek miktarda krom 6 tespit edildiğini ifade eden Taştan, krom 6’nın bertarafı için biyolojik arıtım yöntemlerini tavsiye ettiğini ve bu yöntemle krom 6’nın sucul ortamlardan etkili bir şekilde temizlenebildiğini belirtti.

Doğadaki zararlı etkilerinin yanı sıra orman yangınları, insan sağlığında da çok belirgin etkilere neden oluyor. euronews Türkçe‘nin aktardığına göre, bu partiküllere duman ya da kirlilik nedeniyle maruz kalmak astım gibi sağlık sorunlarını tetikliyor ve akciğer fonksiyonlarını azaltarak mevcut solunum ve kalp hastalıklarını daha da kötüleştirebiliyor. Bilim insanları ayrıca solunan partikül maddelerin beyin ve sinir sistemi üzerine etkisi olabileceğini de araştırıyor.

Ancak partikülün küçüklüğünün yanı sıra içeriği de önemli. Çünkü ormanlık alanda yanan bitkilerin kimyasal niteliği ile yangının yerleşim birimlerine yayılması sonucu yanan araba, ev ve eşyalardan salınan zehirli kimyasallar arasında fark var ve ikinci kategoridekilerin yanması potansiyel olarak insan sağlığını tehdit edebiliyor.

TÜSAD’dan santral ve orman yangınlarındaki dumana maruz kalanlar için öneriler

Akbelen’i haberleştiren gazeteci Zeynep Kuray’a da soruşturma

Muğla‘daki Akbelen Ormanı‘nda ağaç kesimine karşı direnişi haberleştiren ve polis müdahalesine maruz kalan gazeteci Zeynep Kuray hakkında sosyal medya paylaşımları nedeniyle soruşturma başlatıldı. 

DİSK‘e bağlı Basın-İş Sendikası, bu karara tepki göstererek bir açıklama yaptı. Açıklamada, “Üyemiz Zeynep Kuray’a, Akbelen Ormanı eylemleri sırasında yaşadığı jandarma şiddetiyle ilgili sosyal medya paylaşımları sebebiyle soruşturma açıldı. Kuray’ın ve gazeteciliğinin yanındayız. Gazetecilik suç değildir”denildi. 

İkizköylülerden yeni yıl mesajı: Akbelen’i madene vermeyeceğiz
Akbelen’in hikayesini anlatan gazeteci Osman Çaklı ifadeye çağrıldı

Ayrıca, MLSA Hukuk Birimi‘nin Kuray’a ifade sırasında eşlik ettiği belirtildi.

Geçen hafta yine Akbelen’de yaşananları haberleştiren gazetecilerden Artı Gerçek muhabiri Osman Çaklı hakkında da paylaştığı bir tweet nedeniyle bir soruşturma başlatılmıştı ve Çaklı, ifadeye çağrılmıştı. 

Akbelen - Fotoğraf: Hakan Tosun
Akbelen direniyor: Yeter, düşsünler gayri yakamızdan!

Gazze’deki gazetecilerin ölme olasılığı cephedeki askerlerden çok daha fazla

Uluslararası Gazeteciler Federasyonu (IFJ), Gazze‘deki Filistinli gazetecilerin, cephedeki askerlerden daha yüksek bir ölüm riski ile karşı karşıya olduğunu açıkladı.

Gazze’ye giriş ve çıkışların uzun yıllardır kısıtlanmış durumda olduğunu, bu nedenle aralarında uluslararası gazetecilerin olmadığını belirten Uluslararası Gazeteciler Federasyonu (IFJ) Genel Sekreter Yardımcısı Tim Dawson tarafından kaleme alınan açıklamada, İsrail-Gazze savaşının başlangıcında kuşatılmış bölgede çalışan yaklaşık bin gazeteci olduğu ancak 7 Ekim’den bu yana Filistinli gazetecilerin ölümünün neredeyse günlük bir olay haline geldiği ifade edildi.

‣ Bir ayda İsrail ve Filistin’de 37 gazeteci öldürüldü

IFJ’ye göre 75, farklı metodolojilerle sayının 100’ün üzerine çıktığı açıklanırken, 75 Gazzeli gazetecinin ölümünün bölgede çalışanların yüzde 7,5’ine denk gelen bir oran olduğu vurgulanıyor.

ABD Gazi İşleri Bakanlığı rakamlarına göre de, ABD askerlerinin Kore‘de yüzde 1,4’ü, Vietnam‘da yüzde 1,7’si, İkinci Dünya Savaşı‘nda ise yüzde 1,8’i hayatını kaybetti.

Amerikan Savaş Kütüphanesi ise Vietnam‘daki ABD Deniz Piyadeleri arasında en şiddetli çatışmalara girmiş olma ihtimali en yüksek olan askerlerin bile ölüm oranının yüzde beş olduğunu açıkladı.

Basın mensupları, İsrail hava saldırısında öldürülen gazeteciler Said Al-Taweel ve Mohammed Sobboh’un Gazze’deki cenaze törenine katıldı. Fotoğraf: AFP

Açıklamada çatışma ve savaş sırasında askerlerin sahip olduğu eğitim ve olanaklara gazetecilerin sahip olmadığı vurgulanarak şu ifadelere yer verildi:

Kamera, mikrofon ve not kağıtlarıyla Gazze’deki gazeteciler, dünyanın en donanımlı ordularından birinin en acımasız saldırısıyla karşı karşıya.”

Gazetecilerin ölümlerinin hikayenin yalnızca sadece yarısını anlattığını ifade eden Dawson şu açıklamada bulundu:

Neredeyse hepsi evlerini kaybetti, yüzlercesi aile üyelerini kaybetti ve hepsinin yeterli yiyecek ve suyu yok. Yakıtları olmadığı için ekipmanlarını haberden habere omuzlarında taşıyorlar. Gazze’ye hiçbir uluslararası muhabirin girmesine izin verilmediği için dünyanın bölgedeki yaşama tek erişimini onlar sağlıyor.”

Gazzeli gazetecilerin çoğunun İsrail Savunma Kuvvetleri (IDF) tarafından kasıtlı olarak hedef alındıkları ve birçoğunun IDF’yi temsil ettiklerini söyleyen kişiler tarafından telefonla tehdit edildikleri açıklandı.

‣ İsrail-Hamas savaşında 44’üncü gün: En az 15 sivil, altı gazeteci, iki bebek öldü

İsrail’in saldırılarını destekleyen hükümetlere baskı yapılması ve Uluslararası Ceza Mahkemesi‘nin (UCM), IDF tarafından gazetecilere yönelik muameleye ilişkin soruşturmasını genişletmeye teşvik edilmesi gerektiği belirtilen açıklamada, UCM’nin Mayıs 2022’de Al Jazeera muhabiri Shireen Abu Akleh‘in İsrail askerleri tarafından öldürülmesi üzerine İsrail ordusunun gazetecilere muamelesine ilişkin açılan soruşturmasını genişletmesini sağladığının önemi vurgulandı.

Bir şeyler ulaştırmanın gün geçtikçe daha da zorlaştığı belirtilirken, Gazze’deki gazetecilerin çadır, uyku tulumu, telefon, pil, yakıt ve gıdaya ihtiyacı olduğu ifade edildi.

Filistinli gazetecilerin yorgunluk, açlık, yas ve ölümcül tehlikelere rağmen bölgenin başına gelenleri belgelemek için çalıştığını vurgulayan ve Gazze’deki gazetecilerin kaderinin insani bir felaketten daha fazlası olduğuna dikkat çeken Dawson, şunları söyledi:

Sınırların uluslararası muhabirlere kapatılması, İsrail’de muhalif görüşlerin baskı altına alınması ve benzeri görülmemiş boyuttaki cinayetlerle, modern çağda ifade özgürlüğüne yönelik en kanlı ve acımasız baskılardan birine tanık oluyoruz.”

Filistinli Gazeteciler Sendikası, İsrail’in saldırıları sonucu Gazze’deki gazetecilerin yüzde 9’unun öldürüldüğünü açıklamıştı.

7 Ekim saldırısında dört İsrailli gazeteci ve Mısır sınırına yakın bir roket saldırısında iki Lübnanlı gazeteci hayatını kaybetmişti.

Boğaziçi Üniversitesi’nden özgür üniversiteler için 5465 imza

Boğaziçi Üniversitesi‘nin akademisyenleri, çalışanları, mezunları, öğrencileri ve öğrenci yakınları başta olmak üzere, bilim insanları, yazarlar, sanatçılar, gazeteciler ve her kesimden vatandaşın katıldığı “Özgür Özerk ve Demokratik Üniversiteler İçin İmza Kampanyası”na 5465 kişi destek verdi.

Katkıda bulunanların imzalarının Boğaziçi İçin Mezunlar Girişimi‘nin (BUİM) web sitesinde yayınlanacağı ve gazete ilanı yoluyla da kamuoyu ile paylaşılacağı duyuruldu.

29 Aralık 2023’te başlayan ve 5 Ocak 2024’te sona eren kampanyanın metninde, özgür ve özerk üniversite talebinin anayasal bir hak olduğuna dikkat çekiliyor. Kampanya metninde şu ifadelere yer veriliyor:

“Biz, aşağıda imzası olan Türkiye Cumhuriyeti vatandaşları olarak; Boğaziçi Üniversitesi’ne yapılan müdahalelerin üçüncü yılını doldururken, direniş gösteren tüm akademisyen, öğrenci, mezun ve çalışanların yanında olduğumuzu belirtiyoruz. Özgür, özerk ve demokratik üniversite taleplerinin anayasal haklar olduğuna inanıyoruz. Demokratik yollarla ifade edilen Boğaziçi Üniversitesi direnişini meşru görüyor ve destekliyoruz. Bu irademizi, baskı altındaki diğer tüm üniversite ve eğitim kurumları için de yineliyoruz. Tüm Türkiye’de özgür, özerk, demokratik bir üniversite ideali gerçekleşene kadar kabul etmiyoruz, vazgeçmiyoruz.

Bu süreçte mücadele eden akademisyenlerden Prof. Dr. Kuban Altınel, Boğaziçi Üniversitesi’nin üç yıldır süren direnişinin, akademi ve bilimsel eğitimde yaşanan olumsuz duruma karşı tüm kesimlerin ortak talebi olduğunu vurguladı. Altınel, “Boğaziçi Üniversitesi, sistematik çabalar sonucu yok olmanın eşiğine gelmiş durumda. Üniversitelerin özgür ve özerk olması, başarıları ve topluma sağladıkları yarar açısından kritik öneme sahip. Şu ana kadar yaşananlar, üniversiteyi ele geçirmeyi hedefleyen bir siyasi proje olduğunu gösteriyor” dedi.

Boğaziçi öğrencilerinden suç duyurusu: Yapılandırma kararlarına ve giriş engeline karşı direniş devam ediyor!
Sessiz protesto eylemi yapan Boğaziçi Üniversitesi hocalarına disiplin soruşturması

Prof. Dr. Kuban Altınel, kampanyaya katılımın yüksek olduğunu belirterek, “Toplumun her kesiminden gördüğümüz destek, umut verici. Bir hafta gibi kısa sürede 5465 imzaya ulaşmamız çok önemli. Bu destek, 3 yıldır direnenlere moral oldu. Yalnız olmadığımızı, düşüncelerimizi paylaşan binlerce insan olduğunu görmek gelecek adına umut verici. Destek veren herkese teşekkür ederiz. Özgür, özerk, demokratik üniversite talebimizi yinelemeye devam edeceğiz. Bilimsel bakış açısı ve topluma olan sorumluluğumuz bunu gerektiriyor” diye konuştu.

‘Dilan Polat’ın kremleri bal ormanına döküldü’ iddiası

Dilan Polat ve Engin Polat‘ın tutuklanmalarının ardından, şirketlerine ait olduğu iddia edilen krem kıvamındaki kimyasal maddenin Lüleburgaz‘daki iki köy arasındaki ormana döküldüğü bildirildi.

Polatlara yönelik Kasım 2023’te başlayan operasyonun ardından bu sıvı kremin, Lüleburgaz’ın Eskitaşlı ve Turgutbey köyleri arasındaki ormana döküldüğü görüldü. Vatandaşlar, 17 Kasım’da bu durumu yetkililere bildirdi.

Hürriyet‘in haberine göre, vatandaşlar konuyu CİMER’e de taşıdı. Şikayet dilekçelerinde, arıların ve çevrenin zarar görmesini istemediklerini, atıkların acilen temizlenmemesi halinde yeraltı suları ve Tatarköy Göleti‘nin kirlenebileceğini belirttiler.

‣ Lüleburgaz iklim değişikliğine karşı elektrikli bisikletli taksilerle mücadele ediyor
Trakya birkaç yıl içinde susuz kalabilir: Yer altı su kaynakları alarm veriyor

Soruşturma başlatıldı

CİMER üzerinden Tarım ve Orman Bakanlığı‘na iletilen konu, Çevre ve Şehircilik İl Müdürlüğü‘ne aktarıldı. İlçe Jandarma Komutanlığı, alanın kontrol edildiğini ve adli soruşturmanın başlatıldığını duyurdu.

25 Aralık’ta Çevre, Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanlığı, atığın yerinin orman bölgesi olduğunu belirterek, atığın kaldırılması ve failin tespiti için ilgili birimlere yazı gönderdi.

‘Analiz yaptık, krem çıktı’

Turgutbey Köyü’nden Kenan Gören, jandarmanın çevre timinin sıvıyı analiz ettiğini, ancak sonuçları kendileriyle paylaşmadığını ifade etti. Gören, tehlikeli atık olup olmadığını anlamak için sıvının özel bir laboratuvarda analiz edildiğini ve krem ham maddesi olduğunun ortaya çıktığını söyledi. Gören, bu sıvının Dilan Polat’ın tutuklandığı dönemde Bulgaristan‘dan getirilen ham maddeler olabileceğini düşündüklerini belirtti.

Gören, Lüleburgaz çevresindeki kimya fabrikalarına getirilmiş olabileceğini, operasyon ve tutuklamalar sonucu panikleyen kişilerin bal ormanına döktüklerini öne sürdü.

Gören, dökülen kremlerin, bölgedeki arıları ve su kaynaklarını zehirleyebileceğinden endişe ettiklerini dile getirdi. Köylülerin tarım, hayvancılık ve arıcılıkla geçindiklerini, atıkların hala kaldırılmadığını söyledi. Gören, kremlerin döküldüğü alanın yanındaki Tatarköy Göleti’nin de etkilenebileceğini, bu durumun bölgedeki tarım alanlarına zarar verebileceğini ifade etti.

STGM: Medyada en çok LGBTİ+ dernekleri hedef gösteriliyor

Sivil Toplum Geliştirme Merkezi’nin hazırladığı Türkiye’de Sivil Toplum Örgütleri: Örgütlenme Özgürlüğü ve Katılım Hakkı başlıklı rapor yayınlandı. Raporda Büyük Aile Buluşmaları (!) adı altında yapılan nefret mitingleriyle Tarlabaşı Toplum Merkezi’ne yapılan linç kampanyasına da yer verildi.

Ezgi Karataş, Hakan Ataman ve Murat Özçelebi’nin hazırladığı raporda; LGBTİ+ hakları alanında faaliyet gösteren derneklerin karşı karşıya kaldığı sorunlara da yer verildi.

Rapora göre; LGBTİ+’lar, mahpuslar, basın çalışanları ve insan hakları ihlali mağdurları; Türkiye’deki sivil toplum örgütleri tarafından en az belirtilen hedef kitleler oldu.

Kaos GL‘nin aktardığına göre; raporda sivil toplum örgütlerine yönelik denetimlerin tedirginlik yarattığı ve söz konusu denetimlerin örgütlenme özgürlüğü üzerinde baskı kurduğu ifade edildi:

“LGBTİ+ alanında faaliyet gösteren bir derneğin yetkilisi özellikle kendi alanları üzerinde daha fazla baskı ve denetim olması nedeniyle diğer örgütlerin uzaklaştığını ve yalnızlaştıklarını belirtti. Ayrıca baskılara dayanamayan bir LGBTİ+ derneğinin kendini feshetme yoluna gittiği bilgisi de aktarıldı.”

‘LGBTİ+ alanındaki faaliyetleri nedeniyle yoğun bir linç kampanyasına maruz kaldı’

Raporda Tarlabaşı Toplum Merkezi’ne yönelik linç kampanyası da yer aldı:

“Dernek 2021’de önce sosyal medya ortamında özellikle de LGBTİ+ alanındaki faaliyetleri nedeniyle yoğun bir linç kampanyasına maruz kaldı ve ardından Haziran 2021’de İstanbul Sivil Toplumla İlişkiler İl Müdürlüğü tarafından denetlendi.”

On beş yıldır Tarlabaşı’nda çocukların ve kadınların bir araya gelebilecekleri güvenli alanları kurmak için çalışan Tarlabaşı Toplumunu Destekleme Derneği’ne iki ayrı dava açıldı. Neredeyse bir yıl boyunca medyanın hedef gösterdiği merkez, hakkında açılan fesih davasını yine medyadan öğrendi.

‘Büyük(!) Aile Buluşmaları’ da raporda yerini aldı

Türkiye’deki sivil toplum örgütlerine yönelik sözlü ve fiziki baskılara da yer verilen raporda LGBTİ+’ları hedef gösteren saldırılardan şöyle bahsedildi:

“LGBTİ+ dernekleri ve cinsiyet eşitliği temelinde savunuculuk yapan dernekler başta olmak üzere belli kesimlere yönelik özellikle cinsel yönelim ve cinsiyet kimliği temelli ayrımcılığa varan sözlü ve fiziki saldırılar gerçekleşmiştir. Fikirde Birlik ve Mücadele Platformu önderliğinde bir araya gelen farklı gruplar LGBTİ+ derneklerini hedef göstermiş, ayrımcılık içeren ifadelerle toplantı ve gösteriler düzenlemişlerdir. Söz konusu sözlü taciz ve saldırılara Havle Kadın Derneği’nin kurucuları ve üyeleri de Onur Haftası’na destek verdikleri için maruz kalmıştır”

Rapora göre; medyada en çok hedef alınan sivil toplum örgütlerinin başında LGBTİ+ dernekleri geldi.

COP29’un ev sahibi Azerbaycan, 10 yılda gaz üretimini üçte bir artıracak

Birleşmiş Milletler İklim Değişikliği Çerçeve Sözleşmesi (BMİDÇŞ) 29. Taraflar Konferansı‘na (COP29) bu yıl (2024) ev sahipliği yapacak olan Azerbaycan, önümüzdeki 10 yıl içinde fosil yakıt üretimini üçte bir oranında arttırmayı planlıyor.

‣ [COP28] Gelecek yılın COP’u yine bir petrol ülkesi olan Azerbaycan’da yapılacak

Kampanya grubu Global Witness’ın Rystad Energy analistlerinin verilerine göre, Azerbaycan dünyanın en büyük gaz sahalarından biri olan Hazar Denizi‘ndeki Şahdeniz gaz sahasına sahip ve ülkenin önümüzdeki 10 yıl içinde 411 milyar metreküp gaz çıkarması bekleniyor.

Bu süre, küresel liderlerin küresel ısınmayı sınırlamak istiyorlarsa fosil yakıt üretimini azaltmaları gereken kritik bir dönem olarak kabul ediliyor.

Guardianın aktardığına göre, bu da, Birleşik Krallık‘ın yıllık karbon salımının iki katından fazla olan 781 milyon ton karbondioksit salımına yol açacak.

37 milyar metreküpten  49 milyar metreküpe

Rakamlar, Azerbaycan’ın mevcut gaz üretiminin yanı sıra geliştirilmesine onay verilen ve petrol ve gaz şirketleri tarafından değerlendirilen ancak henüz geliştirilmesine izin verilmeyen rezervlerinin analizine dayanıyor.

Bu rakamlar, Rusya‘nın yaklaşık iki yıl önce Ukrayna‘yı işgal etmesinin ardından Avrupa‘nın gaz arzında oluşan boşluğu doldurmayı uman, Türkiye ve Gürcistan‘a da gaz ihraç eden ülkenin yıllık gaz üretiminin, bu yıl tahmini 37 milyar metreküpten 2033 yılında 49 milyar metreküpe çıkabileceğini gösteriyor.

‣ COP29’un ev sahibi Azerbaycan, gaz ihracatını iki katına çıkarmayı hedefliyor

Geçtiğimiz ay Azerbaycan Cumhurbaşkanı İlham Aliyev, ülkenin 2027 yılına kadar Avrupa‘ya gaz ihracatını iki katına çıkarma hedefine doğru “emin adımlarla ilerlediğini” söyledi.

Fotoğraf: Thomas Mukoya / Reuters

Sultan Al Jaber benzerliği

Aliyev hükümeti geçtiğimiz hafta, Kasım 2024’te Bakü‘de yapılması planlanan COP29 iklim görüşmelerinin başkanlığına devlet petrol ve gaz şirketinin eski bir yöneticisini atadı.

Muhtar Babayev, petrol ve gaz şirketi SOCAR‘daki 26 yıllık kariyerinin ardından 2018 yılında Azerbaycan’ın Ekoloji ve Doğal Kaynaklar Bakanı olarak atandı.

Babayev atamasını eleştirenler, Sultan Al Jaber‘in geçen yıl Dubai‘de düzenlenen COP28 iklim zirvesine başkanlık etmek üzere, Abu Dabi Ulusal Petrol Şirketi‘nin CEO’su olarak atanmasıyla benzerlik buldu.

‣ [COP28] Zirvenin başkanı Jaber’in şirketi petrole yatırım yapmaya devam edecek

Global Witness’ın kıdemli kampanyacılarından Dominic Eagleton şunları söyledi:

İklim çöküşüne doğru hızla ilerlerken, şimdi de geleceğimizi, petrol devleri tarafından desteklenen ve gaz üretimini büyük ölçüde arttıran bir petro-devlet olan Azerbaycan’ın ellerine bırakmamız isteniyor. İklim politikalarının iklim liderleri tarafından yürütülmesine ihtiyacımız var, dünyayı petrol ve doğalgaza bağımlı tutmaktan çıkar sağlayan ülkeler tarafından değil.”

Kadınlar yalnızca beş kez başkanlık yaptı

Climate Home News‘in haberine göre, 26 yıl boyunca Azerbaycan’ın devlet petrol şirketi SOCAR’da çalışan Babayev’in görevi, şirketin neden olduğu çevresel zararın boyutunu sınırlandırmaktı.

Babayev görüşmelere başkanlık ederken, Azerbaycan Dışişleri Bakan Yardımcısı Yalçın Rafiyev de baş müzakereci olarak görev alacak.

Rafiyev iklim diplomasisinde yeni bir isim. COP26 ve COPp27 iklim görüşmelerine katılmadı ve aktif X (Twitter) hesabında altı yılı aşkın süredir iklim değişikliğinden sadece bir kez bahsetti.

Babayev, COP iklim müzakerelerine başkanlık eden 24’üncü erkek olacak.

Son dört yıldır üst üste erkeklerin başkan olarak seçildiği iklim müzakerelerinin başlamasından bu yana kadınlar yalnızca beş kez bu göreve seçildi.