Belçika‘da hükümette yer alan Yeşil partiler; Ecolo ve Groen, ülkelerine Avrupa Birliği düzeyinde Enerji Şartı Antlaşması‘ndan (ECT) çıkma çağrısında bulundu.
ETC, büyük enerji şirketlerinin iklim eylemi yürüten hükümetlere dava açmasına izin veren uluslararası bir ticaret anlaşması. Shell, Uniper ve RWE gibi enerji şirketlerinin, iklim politikaları kârlarının önüne geçtiğinde hükümetlere tazminat davası açmak için bir tahkim davası açmalarına izin veriyor Bu, özel şirketlerin vatandaşların ve gezegenin refahı pahasına milyarlarca avro harcarken iklim politikasını tehdit edebileceği veya engelleyebileceği anlamına geliyor.
Aralık 1994’te imzalanan Nisan 1998’de yasal olarak yürürlüğe giren anlaşmanın hali hazırda AB ve Eurotom da dahil 53 imzacısı bulunuyor.
Avrupa’daki ve AB Parlamentosu’ndaki Yeşiller, iklim kriziyle mücadelede çok önemli bir adım olarak uzun süredir ciddi reformları ve hatta ECT’den çıkmayı savunuyor. Belçika Yeşilleri ise bu konuda ilk adımı atan grup oldu.
Gençler dava açtı
Bu hafta içinde, beş genç Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi‘nde, anlaşmanın güvenli bir gelecek için gerekli olan iklim eylemini engelleyerek insan haklarını ihlal etmesine izin verdikleri için Avrupa devletlerine dava açmıştı. Yeşiller bu çığır açan davayı da takip edeceklerini kaydetti.
Anlaşmada reform müzakereleri bu cuma günü sona ereceği için, ECT anlaşması için oldukça kritik bir zaman. AB liderliği de dahil olmak üzere anlaşmaya taraf olan üyeler, ETC’nin nasıl düzenleneceğine ve anlaşmadan çıkılıp çıkılmayacağına karar verecek.
Belçikalı Yeşillerin neden ECT’den çıkmak için çağrıda bulunmasının nedenleri ile ilgili şuraya tıklayabilirsiniz.
Eşitlik İçin Kadın Platformu’nun (EŞİK) çağrısıyla dördüncü kez Ankara’da bir araya gelen kadınlar İstanbul Sözleşmesi‘ni yeniden Danıştay’da savunmaya başladılar.
İstanbul Sözleşmesi’nden imza çekilmesine karşı kadınlar bir arada kadın dayanışmasının önemine dikkat çekiyorlar. Erkekler tarafından öldürülen kadınların isimlerini yüksek sesle söyleyen kadınlar, kadın ve LGBTİ+ örgütleri ve STK’lerin temsilciler ‘dur’ demek için yeniden bir aradalar.
EŞİK tarafından İstanbul Sözleşmesi’nden çekilme kararına karşı yürütmenin durdurulması ve kararın iptali talebiyle açılan davanın görüşülmeye başlamasını öncesinde kadınlar Danıştay önünde bir basın açıklaması gerçekleştirmek istediler. Ancak kadınların Danıştay bahçesinde basın açıklaması yapmalarına izin verilmedi:
— Eşitlik İçin Kadın Platformu (@esik_platform) June 23, 2022
Açıklamada “İstanbul Sözleşmesi’nden bir Cumhurbaşkanı Kararı ile çekilmenin hukuka aykırı olduğunu, kararın yayınlandığı günden bu yana dile getiriyoruz. İstanbul Sözleşmesi’nden hiçbir gerekçe sunmadan çıkıldığını belirten Cumhurbaşkanı kararının iptali istemiyle açılan davaların esastan görüşüldüğü dördüncü duruşma gününde bir kere daha Danıştay’dayız” denildi.
Duruşma gününde hala kendilerine duruşma tarihi tebliğ edilmemiş kadın örgütleri olduğunun belirtildiği açıklamada “Onlarca dosya görüşüldü ama görüşülmeyi bekleyen onlarca dosya daha var. EŞİK Platformu olarak mahkeme başkanından bu konuda açıklama beklediğimizi kamuoyuna ve ilgililere duyuruyoruz” ifadeleri kullanıldı.
“İstanbul Sözleşmesi’nden, haklarımızdan ve hayatlarımızdan vazgeçmiyoruz” diyen kadınlar şunları aktardı:
“İlk imzacısı olduğumuz İstanbul Sözleşmesi ile medeniyete katkı sunan bu ülkenin yurttaşları olarak gurur duyduk. Şimdi de uluslararası saygınlığa sahip bir ülkenin yurttaşları olarak, yaşama devam etmek isteyenler buradayız. Hukukun üstünlüğü ilkesinin yaşama geçtiğini gösteren bir karar bekliyoruz.”
— Eşitlik İçin Kadın Platformu (@esik_platform) June 23, 2022
Failler, erkeklik indirimi ve kayırma
Cemal Metin Avcı tarafından öldürülen Pınar Gültekin davasında ‘haksız tahrik indirimi’ verilerek ülke çapında büyük tepkilere neden olan karara da değinilen açıklamada şunlar söylendi:
“Cumhurbaşkanı kararı kadınların yaşamına, eşitlik bilincine, demokrasiye, adalete ve eril şiddetle mücadeleye ağır bir darbe indirdi. Hukuksuz kararın yargı erki üzerindeki olumsuz baskısını Pınar Gültekin kararında gördük. Faile yine erkeklik indirimi verildi. Suça yardım ve yataklık edenler kayırıldı. Dava süresince, yaşam hakkı ihlal edilen kadının yaşam tarzı sorgulandı. İstanbul Sözleşmesi hükümlerince ortadan kaldırılması gereken yanlış alışkanlıkların, davanın sürecine egemen olduğu görüldü; sonuç da şiddetle mücadele ilkelerine ve İstanbul Sözleşmesi’ne muhalif, toplum vicdanını yaralayan adaleti öldüren bir karar oldu ne yazık ki!”
‘Şiddetle mücadele şovu’ ve ‘göstermelik TSK değişiklikleri’
Hukuksuz çekilme kararının iptali istemiyle açılan davaların esastan görüşüldüğü duruşmalar sürecine rastlayan Pınar Gültekin kararının, aynı zamanda şiddetle mücadele şovu için yapılan yeni göstermelik TSK değişiklikleri sonrası verilen ilk kararlardan birisi olma özelliğine sahip olduğunun ifade edildiği açıklamada şunlar aktarıldı:
“Eril şiddetle mücadele şiddetin önlenmesi ancak mağdurun korunması, failin etkin kovuşturulması ve şiddeti durdurmak için bütüncül politikalar geliştirilmesiyle mümkün. Sanık Cemal Metin Avcı’ya verilen ödül gibi cezanın ve delil karartan, yardım ve yataklık eden aile üyelerine verilen beraat kararının üst mahkeme süreçlerinde bozularak adaletin sağlanması için tüm kadınların sonuna kadar mücadele edeceğini bir de buradan duyuruyoruz.
Eril şiddetle mücadele için bütüncül politikalar geliştirilmesini gerektiren İstanbul Sözleşmesi’nden vazgeçmiyor Danıştay tarafından hukuksuz çekilme kararının iptal edilmesini istiyoruz!”
Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın bizzat sahip çıktığı; 2. Abdülhamit’in rüyası olarak lanse ettiği proje kapsamında, Karadeniz’den çıkarılması umulan gazın, 170 km’lik bir boru hattının sonunda karaya varış noktasındayız.
Memleketin cennet bir köşesi cehenneme çevrilirken, Filyos Çayı’nın, Karadeniz’e döküldüğü noktayı bir tepeden izliyoruz.
TPAO’nun doğalgaz işletme tesisi ve liman inşaatı çalışmaları tüm hızıyla sürüyor. Ağaçlar kesilmiş, Filyos’u besleyen sular betona hapsedilmiş, köyler, köylüler gürültü ve tozla kuşatılmış… Vinçler, kamyonlar, işçiler koşar adım vadiyi yok ediyor! Endemik, bitkileri, hayvanları, suyu, toprağı…
Ahmet Öztürk‘ün cümleleri aklımızdan çıkmıyor: “Filyos vadisi tarım için doğal üretim yapan bir fabrika…Suyuyla, bereketli toprağıyla, iklimiyle… Bu vadiye kirli teknolojilerin kullanılacağı gübre, demir çelik fabrikaları yapmak akıldışı”…
25 milyon ton/yıl kapasiteye sahip olacak şekilde altyapı inşaatı sürdürülen ve Türkiye’nin üç büyük limanından biri olması beklenen Filyos Limanı’nın da dahil olduğu Filyos Vadisi Projesi’nin çoğu büyük proje gibi 2023’te tamamlanması bekleniyor.
‘Korumak için çok geç kaldık, çok üzgünüm’
“Sazköy’de liman projesi için kamulaştırma yapıldığında insanların bir çoğu arazisini istemese de sattı. Köyde yaşayanlar şehirlere göç etti, ama orada paraları bitip tutunamayınca tekrar köylerine dönmek zorunda kaldılar. Ancak artık arazileri de geçim kaynakları da yoktu” diyor Sazköylü Saniye Cicibaşoğlu.
Sazköylülerin liman yapımı için kazıkların çakılması yüzünden yıllarca rahatsız olduğunu anlatan Cicibaşoğlu, yaşadıklarını şöyle ifade ediyor: “Sonra limanı yapabilmek için, dağı indirdiler. O dağdan çıkan taşı limanda kullandılar. Sürekli patlatma yaptılar, köylünün evi çatladı, patladı. Taşların çıkardığı tozdan bahçelerinde ürün alamaz oldular. Şu an köylü de mağduriyetinin farkında ama artık buradan geri dönüş de yok. Artık sadece liman çevresindeki köylerin korunmasını ve projede temiz teknolojilerin kullanılmasını istiyorum. Ve çok üzgünüm.”
‘Gelişmeye karşı değiliz, ama burada fabrika olmaz’
İş insanı/çiftçi Sezgin Çalışkan,Çaycuma ilçesinde yaklaşık 700 dekarlık bir arazide tarım yapıyor. “Filyos Çayı’nın dibinde, alüvyon topraklarda üretim yapıyoruz. Başlıca çilek, mısır, pancar üretiyoruz. Bu topraklardan çıkardığımız her ürünü işliyor ve katma değer yaratıyoruz” diye anlatıyor yaptıkları üretimi. “Gelişmeye karşı değiliz, fabrikalar olsun, ama burada olmaz diyor” ardından: “Burası toprak ve su bakımından tarıma çok elverişli ve bereketli. İzmir Ödemiş’te yerin 700 metre altından sondajla su çıkarılıyor. Bizim dibimizden ırmak geçiyor, buraların tarım için kullanılması gerekiyor. İklimi de ılıman ve çilek için çok uygun.”
‘Filyos, toprak üreten bir fabrika, doğal fabrikanın üzerine başka bir fabrika inşa etmek akıl dışı’
Filyos Vadisi projesinin, Zonguldak’ta yaşanan en büyük ekolojik problemlerin başında geldiğini söyleyen Zonguldak Çevre Koruma Derneği Başkanı Ahmet Öztürk, bunun nedenini şöyle anlatıyor:
“Zonguldak tüm Karadeniz gibi engebeli ve dağlık bir arazi yapısına sahip, bu nedenle de tarımsal alanlar kısıtlı. Karadeniz çok yağış alsa da Zonguldak su fakiri bir şehir. Filyos, Zonguldak şehrinin en önemli akarsuyu. İstanbul, Kocaeli ve Sakarya şehirlerindeki sanayileşmede kritik eşik aşıldığı için yeni alan arayışına girildi. Bunun sonucunda da bu bölgelere en yakın yer olarak Filyos Vadisi’nde endüstriyel bir planlama yapıldı. Devletin bütün kaynaklarında, Filyos’un Sakarya ırmağından Kızılırmak Deltası’na kadar olan bölümde en değerli ekosisteme sahip olduğu belirtiliyor. Ve ekolojik bir koridor olarak mutlaka korunması gerektiği vurgulanıyor. “Endemik bitki ve hayvan çeşitleri, açsından son derece zengin, biyoçeşitliliği son derece yüksek. Etrafındaki orman örtüsü ve yaban hayatı çok zengin olan bir bölge.”
Filyos Vadisi’ne yapılacak endüstriyel yatırımların, bölgenin suyu ve tarım arazileri üzerinde son derece olumsuz etkileri olacağını kaydeden Öztürk, “Çayın denize döküldüğü yere Türkiye’nin üçüncü büyük limanı yapılıyor. Fizibilite çalışmalarında abartılı rakamlar ve olmayan şeyler ortaya konularak bu büyüklükteki bir limanın yapılması sağlandı. Limanın arkasındaki 600 hektarlık bir alan endüstri bölgesi olarak ilan edildi. Hemen arkasında da 1200 hektarlık bir alana serbest bölge girişim alanı planlandı.
Zonguldak gibi toprak fakiri bir şehirde, tarım alanlarında böyle bir proje akıl dışı. Filyos ırmağı, yukarıdan taşıdığı alüvyonlu toprağı, Çaycuma düzlüğünde tarımsal toprak haline dönüşüyor. Irmak çizdiği mendereslerle, toprak üreten bir fabrika. Doğal bir fabrikanın üzerine başka bir fabrika inşa etmek kadar akıldışılık olamaz” diyor.
Vadide ayrıca termik santral, petrokimya ve kömür depolama tesislerinin de planlandığı biliniyor. Dünya Bankası’na sunulan raporda yer alan bu tesislerin yapılıp yapılmayacağı henüz bilinmiyor.
Entegre gübre tesisleri için halkın katılımı toplantısına gerek görülmedi
Filyos’da sadece liman yapılmayacak, ilan edilen Filyos Endüstri bölgesi sınırları içinde bir de entegre gübre fabrikası planlanıyor. Tosyalı Gübre Sanayii A.Ş’nin ihalesini aldığı projenin 835 sayfalık ÇED nihai raporunda 1.5 milyon tonluk kapasiteye sahip fabrikada;
724.500 ton amonyak,
448.000 ton nitrik asit,
693.000 ton sülfürik asit,
156.000 ton fosforik asit,
581.000 ton üre kalsiyum, 660.000 ton amonyum nitrat,
330.000 ton DAP veya 495.000 ton/yıl NPK üretecek DAP/NPK kompoze gübre,
224.000 bin ton amonyum sülfat gibi tehlikeli kimyasallar üretecek tesisler bulunduğu belirtiliyor.
Raporda, Çevre Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanlığının ‘Çevresel Etki Değerlendirmesi Yönetmeliği‘nin 24’ncü maddesindeki yetkisini kullanarak, normalde zorunlu olan halkın katılımı toplantısının yapılmamasına karar verdiği belirtiliyor.
Yine rapora göre, 1 milyar 750 milyon doları bulacak olan kurulum finansmanının %70’i gibi büyük bir oranı, Birleşik Krallık ya da Körfez ülkelerinden kredi olarak temin edilecek. Bunun da altında büyük ihtimalle fabrika prosesinin ağır çevresel etkileri nedeniyle “Yeşil Mutabakat’ı hayata geçirme aşamasında olan ve kirli teknoloji kullanan sektörleri desteklemeyen Avrupa Birliği’nden kredi bulma zorluğu yatıyor.
Bu tesislerde ana hammadde olarak kullanılacak maddelerden biri de kükürt. Kükürtten sülfirik asit, ondan da fosfatlı gübrelerde en çok kullanılan fosforik asit elde edilecek. Ülke içinde Tüpraş başta olmak üzere bazı rafinerilerde kükürt açığa çıkmasına rağmen, kapasitesi hali hazırdaki gübre fabrikalarının birinin bile ihtiyacını karşılamadığı için kükürdün ithal edilmesi planlanıyor.
Rapora göre, tesiste hammadde olarak kullanılacak yıllık;
235.620 ton kükürt,
507.000 ton fosfat,
990 ton antikek ve
45.600 ton potasyum klorür yurtdışından getirilecek, yurtiçinden yalnızca 158.400 ton kireç temin edilecek.
İlgili bakanlıklar ve Zonguldak Valiliği‘nin yanı sıra Cumhurbaşkanlığı Yatırım Ofisi ile Strateji ve Bütçe Başkanlığının imzası bulunan “filyosvadisi.com” adlı sitede ise burada hangi yatırımların yapılacağı NACE kodlarına varıncaya değin açıklanmış durumda.
“Türkiye’nin ilk mega endüstri bölgesi” olarak lanse edilen vadide, kuru yük sahası, konteyner sahası, çok amaçlı depolama sahası, binalar ve park alanları, dökme yük sahası, yol, demiryolu ve diğer yardımcı inşaatlar da yapılacak.
Tüm yetkililerin Filyos’ta bacalı sanayi olmayacağı yönündeki pek çok açıklamasına rağmen, raporda amonyak, nitrik asit, sülfürik asit, fosforik asit, üre, kalsiyum amonyum nitrat, DAP/NPK ve granül AS olmak üzere 8 proses; potasyum nitrat, yardımcı işletmeler, amonyak yakma (Flare) ve DAP/NPK olmak üzere dört, toplamda 12 yakma bacası bulunuyor.
Nihai olarak kabul edilip yayımlanan ÇED Raporu’nda, ayrıca 1020 çalışanın yılda bin tona yakın su kullanacağı, işletme aşamasında, 29.210,01 m3 /gün (9.639.600 m3 /yıl) soğutma suyu ve 28.418,18 m3 /gün (9.378.000 m3 /yıl) proses suyu kullanılacağı yazıyor. Rapora göre bu su, Filyos Nehri’nde açılacak keson kuyulardan temin edilecek. Denize çok yakın bir noktadan bu kadar yüksek miktarlarda suyun sondajlarla çekilmesi, deniz suyunun akifer yapıdan içeriye doğru ilerleyerek içme sularını tuzlandırması gibi bir tehlikeyi de barındırıyor; çıkacak endüstriyel nitelikli atık suyun ise ne yapılacağı belirsiz.
Kurulacak tesis, ayrıca Türkiye’nin Ramsar Sözleşmesi olarak bilinen “Özellikli Su Kuşları Yaşama Ortamı Olarak Uluslararası Öneme Sahip Sulak Alanlar Hakkında Sözleşme” ile Bükreş Sözleşmesi olarak bilinen “Karadeniz’in Kirliliğe Karşı Korunması Sözleşmesi”ne de aykırı. Filyos Vadisi Projesi hakkında Bakanlar Kurulu’nun aldığı acil kamulaştırma kararının iptali için açılan davaların birinde, Danıştay, bu sözleşmede, Zonguldak ve çevresinin taşıdığı kirlilik yükü nedeniyle sıcak bölge olarak tanımlandığını, yeni kirlilik kaynağı yaratacak tesisler kurulmasının uluslararası hukuka da aykırı olduğuna hükmederek kararı iptal etmişti Mahkeme kararını aşabilmek için yeni bir Bakanlar Kurulu kararı alınmış, o kararın da iptali üzerine bir başka Bakanlar Kurulu kararı alınarak sorun aşılmıştı.
Ahmet Öztürk, “Bizim mücadelemiz ve TEMA’nın açtığı davalar sonucunda, Filyos Vadisi projesinde ne gibi sektörlerin yer alacağı, devletin bütün kaynaklarında NACE kodlarında açıklanmışken, devletin tüm yetkilileri bu kod dışında hiç bir yatırıma izin vermeyeceklerine ilişkin sözler vermişken, şimdi sanki bunlar hiç söylenmemiş gibi, NACE kodlarındaki sektörlerle hiçi ilgisi olmayan sektörlerde yatırımlar ilan edildi, ÇED süreçleri başlatıldı” diyor. … Gübre tesisinin yanı sıra vadide hurda demir eriterek çelik üretilecek 1 milyon ton kapasiteli bir de demir çelik fabrikası planlanıyor. Öztürk bu fabrika için de ÇED sürecinin başlatıldığını belirtiyor:
“Filyos Vadisi’nde, bölgenin ender tarım arazisi üzerinde bir ‘kirli yatırım’ silsilesi gerçekleştirilecek. Yaklaşık 350 hektar üzerine yapılacak lojistik merkez adı duyanlara janjanlı geliyor ama sonuçta tır parkı oluşturulacak. Bütün dünya küresel bir gıda krizi yaşarken, bizzat yetkililer ‘ne ekersiniz ekin, yeter ki ekin” derken, biz Zonguldak’ta 2 bin hektarlık alanda tarımsal toprağı ortadan kaldırıyor, Batı Karadeniz ormanlarını tahrip ediyoruz. İnanılır gibi değil.”
Avlanma yasağı getirildi, biz nerede balık tutacağız?
Filyos limanının yapıldığı bölgede 3 km, doğudan ve 3 km batıdan balıkçılar için avlanma yasağı getirildi. Balıkçı Zeki Çakar “Bu bölge lüfer, palamut ve barbun merasıdır. Biz nerede balık tutacağız?” diye soruyor.
Filyos’da 230 teknede balıkçılık yapan 600 kişi ve bunların aileleri yaşıyor. Çakar ”Balıkçıların ve ailelerinin durumları kötü, çok mağdur. Avlanmak yasak diyorlar… Ne yapacak bu kadar balıkçı? Hırsızlık mı yapsın? Aç mı kalsın balıkçı? Diyor.
Boru hattı döşenince balıkların yumurta bırakıp bırakmayacağının belirsiz olduğunu, balık avının borular yüzünden tamamen yasaklanıp yasaklanmayacağını bilmediklerini anlatan Zeki Çakar, “Devletin Filyos balıkçısına destek olması gerekiyor” diyor.
Rebecce Lindsey‘in Climate.gov‘daki bu makalesi, Yeşil Gazete tarafından çevrilmiştir.
*
Tıpkı arabanın gazına bastıldığı anda en yüksek hıza ulaşamaması gibi, Dünya‘nın sıcaklığı da her yılın yeni rekor yüksek karbondioksit seviyelerine anında tepki vermiyor.
Suyun yüksek ısı tutma kapasitesi ve küresel okyanusların devasa hacmi sayesinde, Dünya’nın yüzey sıcaklığı hızlı değişimlere direniyor.
Başka bir deyişle, sera gazlarının sebep olduğu ve Dünya yüzeyinin emmekte zorlandığı aşırı ısının bir kısmı, bir süreliğine okyanus tarafından saklanıyor. Bu gecikmeli reaksiyon, yükselen sera gazı seviyelerinin yüzey sıcaklığı üzerinde hemen etkisini göstermemesi anlamına geliyor.
Yine de, geri çekilip büyük resme baktığımızda, ikisinin birbirine sıkı sıkıya bağlı olduğu aşikar.
Aşağıdaki grafiğin gösterdiği gibi, hem küresel sıcaklık (kırmızı ve mavi barlarla gösterilen) hem de atmosferik karbondioksit (gri çizgi ile gösterilen), 19’uncu yüzyılın sonlarında ve 20’nci yüzyılın başlarındaki kayıtların ilk yarısında daha yavaş arttı.
Atmosferik karbon dioksit seviyeleri, 1880–1950 arasındaki 7 yılda milyonda yaklaşık 20 parça artarken, sıcaklık her on yılda ortalama 0,04°C arttı.
NOAA alınan verilere ve atmosferik karbondioksit konsantrasyonlarına (gri çizgi) dayalı olarak, 1880–2019 arasındaki yirminci yüzyıl ortalamasına (kırmızı ve mavi barlar) kıyasla yıllık sıcaklık: IAC’den 1880-1958, NOAA ESRL’den 1959-2019.
Ancak sonraki 70 yıl boyunca, karbondioksit yaklaşık 100 ppm artış yaşandı – 5 kat daha hızlı! Aynı zamanda, ısınma oranı da on yılda ortalama 0.14°C oldu.
Sıcaklık artışının bu kadar kısa bir zaman diliminde hızla artması tek bir şeye işaret ediyor, o da başta karbondioksit olmak üzere sera gazlarının doğaya eklenmesi.
Başka bir deyişle; 1950’lerden bu yana karbon dioksit seviyelerindeki artış doğal olarak gerçekleşseydi, geçmiş buzul çağlarını bağlam alırsak 5 bin ila 20 bin yıl arasında bir yere ulaşmış olacaktı. Biz ise bunu yaklaşık 60 yılda yapmayı başardık.
Bununla birlikte; herhangi bir on yıllık zaman dilimi içinde sıcaklık, sıcak ve soğuk yıllar arasında gidip gelir. En sıcak yıllar genellikle doğu ve orta tropik Pasifik’in ortalamadan daha sıcak olduğu El Nino yılları, en soğuk yıllar ise genellikle La Niña yıllarıdır. Daha uzun bir zaman ölçeğinde, sıcak on yıllar genellikle Pasifik Decadal Salınımının güçlü pozitif evreleriyle, soğuk on yıllar ise güçlü negatif evreleriylele ilişkilendirilir.
Ve okyanusun dönüşümlü olarak ısı biriktirdiği ve saldığı bu doğal iklim döngüsü, küresel yüzey sıcaklığındaki kısa vadeli değişikliklerin en önemli nedeni olsa da, bazen başka faktörler de bunu etkiler: Volkanik patlamalar, güneş değişkenliği, duman ve diğer kirlilik partikülleri gibi.
Emily Greenhalgh’in Climate.gov’daki karikatürü -NOAA. Karbondioksitten gelen muazzam ısıtma kapasitesi , bir dolabın içine tıkılmış bir yığın çöp gibi okyanusta saklanıyor.
Okyanustaki ‘termal istikrarın’ artıları ve eksileri
Okyanuslar, Dünya’nın sıcaklığını hızlı değişimlerden korur; bu istikrar, milyonlarca yıldır gezegenimizdeki karmaşık yaşamın evrimi için temel olmuştur.
Küresel ısınmayla ilgili olarak bile, okyanusun bu ataleti bir şekilde bizim lehimize işliyor: İklim değişikliğine uyum sağlamak ve insan sağlığı, topluluklar, tarım ve kıyılar üzerindeki tüm etkileriyle yüzleşmek zorunda kalmadan önce iklim değişikliğiyle mücadeleye başlamak için bize mütevazı bir zaman penceresi sunuyor.
Ancak bu istikrarın bir dezavantajı da var. Isınma, hızlanan bir trendeki gibi frene bastığımız anda durmayacak. Sera gazlarındaki eğilimi durdurmayı veya tersine çevirmeyi başardığımız herhangi bir noktada, halihazırda var olan ısıtma dengesizliği nedeniyle bir miktar ek ısınma meydana gelecek.
Hükümetlerarası İklim Değişikliği Paneli’nin (IPCC) yakın tarihli bir özel raporu, bugüne kadarki emisyonlara dayalı olarak şu anda ne bekleyebileceğimizi şöyle tahmin ediyor:
“Tüm insan kaynaklı emisyonlar şu an sıfıra düşürülse, halihazırda yaşanan 1°C’nin ötesindeki ısınma, önümüzdeki iki ila otuz yıl içinde yüksek ihtimalle 0,5°C’den az ve muhtemelen bir yüzyılda 0,5°C’den az olacaktır. 1.5°C’den daha büyük bir ısınmadan kaçınmak bu nedenle jeofiziksel olarak mümkündür: Olup olmayacağı gelecekteki emisyon azaltım oranlarına bağlıdır.”
Almanya Maliye Bakanı Christian Lindner Salı günü yaptığı bir açıklamada, Almanya hükümetinin Avrupa Birliği’nin (AB) 2035 yılından itibaren fosil yakıt kullanan motorlu yeni otomobil satışını etkin bir şekilde yasaklama planlarını kabul etmeyeceğini söyledi.
2030 yılına kadar küresel emisyonları 1990 seviyelerine göre yüzde 55 oranında azaltma teklifinde (Fit for 55 paketi) Avrupa Komisyonu, 2035 yılına kadar yeni arabalardan kaynaklanan CO2 emisyonlarında yüzde 100 azalma önermiş, Avrupa Parlamentosu milletvekilleri nihai yasaya ilişkin müzakereler başlamadan önce bu ay öneriyi oy çokluğuyla kabul etmişti.
55’e Uygunluk, AB’nin 2030 yılına kadar net sera gazı emisyonlarını en az 55 azaltma hedefini ifade ediyor. Önerilen paket, AB mevzuatını 2030 hedefiyle uyumlu hale getirmeyi amaçlıyor.
Geçen yıl Avrupa Komisyonu, AB’deki emisyonların 2030 yılına kadar en az yüzde 55 oranında nasıl azaltılacağına dair bir yol planı olan ’55’e Uygunluk’ paketini önerdi.
Bu paket, en az on iki yeni iklim önerisi içerecek bir sonraki Avrupa Yeşil Anlaşması‘nın aşaması ve Komisyon’un 2050 yılına kadar Avrupa’yı iklim değişikliğine nasıl uygun hale getirmeyi planladığını ortaya koyacak.
Almanya’da bir endüstri derneğinin ev sahipliğinde düzenlenen bir etkinlikte konuşan Lindner, içten yanmalı motorlar için fırsatların devam edeceğini söylediği açıklamasında dolaylı olarak bu yasağın yanlış olduğunu, hükümetin bu Avrupa yasasını kabul etmeyeceğini onayladı.
Ancak, Sosyal Demokratlar ve Yeşiller ile iktidarı paylaşan Hür Demokratların üyesi olan Lindner, Almanya’nın elektrikli araçlar için hala lider bir pazar olacağını söyledi.
AB, sıfır emisyonlu elektrikli araçlara geçişi hızlandırarak, son yıllarda artan ulaşımdan kaynaklanan AB emisyonlarının çeyreğiyle mücadele etmeyi amaçlıyor.
Volkswagen de dahil olmak üzere bazı firmalar, 2035 yılına kadar Avrupa’da içten yanmalı motorlu araba satışını durdurma planlarını duyurdu. Ancak bazı endüstri grupları belirli bir teknolojinin yasaklanmasına karşı uyarıda bulunarak daha iddialı hedeflerin ancak büyük bir şarj altyapısının desteklenmesi durumunda karşılanabileceğini söyledi.
AB ayrıca, ülkelerin ana yollar boyunca düzenli aralıklarla halka açık şarj noktaları kurmasını zorunlu kılacak teklifleri de müzakere ediyor.
Muğla‘nın Marmaris ilçesi Hisarönü Bördübet mevkiinde kızılçam ormanında başlayan yangın ikinci gününde.
Tarım ve Orman Bakanı Vahit Kirişci, son açıklamasında “Kontrolsüzlük yok ama kontrol altına alınmış bir yangın da söz konusu değil. Bunun ikisinin arasında bir durumumuz var”dedi.
Gece boyunca karadan süren mücadelenin yanında sabah saatlerinde havadan müdahele de eklendi. Şu ana dek 51 haneden 151 kişinin tahliye edildiği açıklandı.
Marmaris Belediye Başkanı Mehmet Oktay, dün akşam “Maalesef ki yangında 24 saat geride kaldı. Dün karanlık bastırmadan alevlere müdahale edebilmek için bölgeye gece görüşlü helikopter desteği istemiştik. Öğrendik ki envanterde yokmuş” paylaşımını yaptı.
Kirişçi, gece görüşlü helikopterlerle ilgili, “Paranız olsa dahi, dünyada bu araçları yapıp kiralayan birkaç ülke ve firma var. Biz, 10 tane gece görüş özellikli helikopterini 4 Temmuz’da envanterimize kaydetmiş olacağız. Bunlar peyderpey gerçekleşiyor. Helikopterlerimizin sayısı, 10’u gece görüşlü olmak üzere 55’e, uçaklarımız da 20’ye tamamlanacak” dedi.
Oktay, bugün öğleden sonra rüzgarın artmasından korktuklarını, öğle saatlerine kadar havadan müdahele ile dört farklı noktada devam eden yangının söndürülmesini umduklarını söyledi.
Muğla Cumhuriyet Başsavcılığı orman yangını ile ilgili soruşturma başlatıldığı, araştırma için özel ekip kuruldu.
Günaydın sevgili hemşehrilerim, Zor bir gecenin ardından sabahın ilk ışıklarıyla havadan müdahale tekrar başladı. Değirmenyanı Kürardı'nda soğutma çalışmaları sürüyor. Ancak 4 noktada hala alevler yükseliyor. pic.twitter.com/NpaClZwwhg
Aile ve Sosyal Hizmetler Bakanı Derya Yanık, Pınar Gültekin davasında mahkemenin sanık Cemal Metin Avcı hakkında istenen ağırlaştırılmış müebbet hapis cezasını ‘haksız tahrik indirimi’ uygulayarak 23 yıla indirme kararının ardından dün istinafa dilekçe verdiklerini açıkladı.
Yanık, “Bir hukukçu olarak söylüyorum, faili cesaretlendiren bir eylemdir.” ifadelerini kullandı.
Bakan Yanık “Bu olayda artık çok canavarca bir eylemin ortada olduğu çok açık. Dolayısıyla failin hukuka uygun bir biçimde hak ettiği cezayı alması da şiddetle mücadelemizin bir parçası. Sonuna kadar süreci takip edeceğiz ve üst mahkemelere de taşıyacağız” açıklamasında bulunmuştu.
Baba Gültekin: Türkiye’deki tüm kadınlar için mücadelemi sürdüreceğim
Bugün Milliyet’ten Çiğdem Yılmaz’a konuşan baba Sıddık Gültekin şu açıklamayı yaptı:
“Kızımın artık gelmeyeceğini çok iyi biliyorum. Artık tüm mücadelem Türkiye’deki kadınlar için. Bundan sonra şiddet gören, yok sayılan, öldürülen kadınlar için mücadelemi sürdüreceğim. Kızımın ölümünden sonra şunu çok daha iyi gördüm, kadınları katleden canilerin hepsi aynı klasik ifadeleri veriyor. ‘Erkekliğime laf etti’, ‘Aldattı’, ‘Barışma teklifini kabul etmedi’… Bu ve bunun gibi ifadeler. ”
Sıddık Gültekin, eşi Şefika Gültekin‘e mahkeme salonundaki ifadeleri nedeniyle dava açıldığını hatırlatarak, “Kızı diri diri yakılmış bir anne, kızının yaşadıklarından dolayı duruşma salonunda isyan ediyor. Ceza alıyor ve Ekim’de mahkemesi var. Diğer taraftan caninin kardeşi ve diğer tüm aile bireyleri beraat etti. Bu mu adalet?” diye sordu.
Pınar Gültekin’i katleden Cemal Metin Avcı’nın cezasını ‘haksız tahrik’ gerekçesiyle indiren mahkeme heyeti, suça yardım etmek ve delilleri gizlemekten yargılanan tutuksuz sanıklar kardeşi Mertcan Avcı, annesi Ayten Avcı, babası Selim Avcı, eski eşi Eda Karagün ve ortağı Şükrü Gökhan Orhan‘ın da beraatine karar vermişti.
Basın meslek örgütlerinin, muhalefetin ve sivil toplumun karşı çıktığı Basın Kanunu‘nda değişiklikler getiren ‘dezenformasyon’ yasa teklifinin bugün Türkiye Büyük Millet Meclisi (TBMM) Genel Kurulu‘nda görüşülmesi bekleniyordu.
CHP Grup Başkanvekili Engin Özkoç, sosyal medya hesabından yaptığı açıklamada teklifinin TBMM Genel Kurul görüşmelerinin ‘parti gruplarının daha fazla müzakere edebilmesi’ için bu hafta ertelendiğini duyurdu.
Teklifin görüşülmesinin partisinin girişimleri sonucu olduğunu belirten Özkoç, Meclis’te de bugün Ankara‘da toplanan gazeteci meslek örgütlerinin ortak basın açıklamasını okudu.
Basın Kanunu ile bazı kanunlarda değişiklik öngören kanun teklifinin TBMM Genel Kurul görüşmeleri, girişimlerimiz sonucu üzerinde parti gruplarının daha fazla müzakere edebilmesi için bu hafta ertelenmiştir.
‘Basın Kanunu ile Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Teklifi‘, geçtiğimiz hafta Adalet Komisyonu’nda muhalefetin itirazlarına rağmen kabul edilmişti.
Teklif, Basın Kanunu‘nda pek çok değişiklik yaparak ‘yanlış bilgi yayma’ suçuna üç yıl hapis cezası öngörmenin yanı sıra, Cumhurbaşkanlığı‘na bağlı İletişim Başkanlığı ve Basın İlan Kurumu‘nun yetkilerini genişletiyor ve internet medyasını da bu kanuna tabi tutuyor.
Dünya genelinde ülkeler iklim politikalarında büyük ölçüde engellileri dışarıda bırakıyor. Geçen hafta yayımlanan bir çalışmaya göre, kasırgalar ve sıcak dalgaları gibi iklim felaketleri baş gösterdiğinde, engelliler en savunmasız olanlar arasında yer alıyor.
Uluslararası Engelliler Birliği danışmanı Elham Youssefian,McGill Üniversitesi’nin Engellileri Kapsayıcı İklim Eylem Araştırma Programı ile birlikte yayımlanan raporda, “İklim değişikliğinin engelliler üzerinde orantısız bir etkisi var. Bu, devletlerin engellilerle ilişki kurmaktaki sistematik başarısızlığının bir sonucu, ancak bu kaçınılmaz değil” dedi.
Youssefian’ın bahsettiği başarısızlık bir ölüm kalım meselesi olabilir, çünkü kasırgalardan ve sel sularından tahliye ve erişilebilir barınaklara ulaşmak, tekerlekli sandalyedeki bir insan için büyük risklerle dolu.
ABD‘de 2017’deki Kaliforniya orman yangınları sırasında meydana gelen elektrik kesintileri, solunum cihazları gibi tıbbi cihazlar yardımıyla hayatını sürdüren insanları büyük tehlikeye atmıştı. 2018’de Kanada Montreal’i vuran sıcak dalgası 66 kişinin hayatına mal olmuş, şehir nüfusunun yülnızca yüzde 06’sını oluşturan şizofreni hastaları, ilaçlarına ulaşamadığı ya da ilaçlar bozulduğu için ölümlerin dörtte birini oluşturmuştu.
Görmezden gelinenler
Yeni analiz, çoğu hükümetin bu insan grubunu tamamen görmezden geldiğini gösteriyor. Paris Anlaşması‘na katılan her ülkenin taahhütlerini ve politikalarını değerlendiren yazarlar, 192 ülkeden sadece 35’inin sera gazı emisyonlarını azaltma planlarında engellilerden bahsettiğini, 45’inin ise ulusal iklim uyum planlarında engellilere yer verdiğini tespit etti.
Ancak iklim olayları riskini azaltmanın yollarını ele alan dünyadaki azaltma planlarının hiçbiri, engelli insanlardan hiç bahsetmiyor. Yazarlar, engellilikten bahsedildiğinde bile, bunun yalnızca “kuramsal bir tarzda” olduğu ve engelli topluluğunu politika oluşturma sürecine dahil edecek gerçek mekanizmaların titizliğinden yoksun olduğu sonucuna vardı.
McGill Üniversitesi’nde insan hakları, engellilik ve iklim değişikliği konusunda uzman olan ve raporun ortak yazarı Sébastien Jodoin, Guardian’a bulgularına şaşırmasa da derinden hayal kırıklığına uğradığını söyledi: “Engelli insanlar sistematik olarak görmezden gelindi. Bunlar, toplumlarımızda en marjinalleştirilen insanlardan bazıları.”
Gelişmiş ülkeler daha ilgisiz
ABD, Birleşik Krallık, Fransa ve Çin gibi büyük ülkeler, politikaları engelli insanları hesaba katan ülkeler listesinde gözle görülür şekilde eksik. Listeyi oluşturan ülkelerin çoğu, Kiribati, Moldova ve Togo gibi küçük veya gelişmekte olan ülkeler. Jodoin bunun, diğer ulusların iklim hedeflerini finanse etmeye yardımcı olan daha zengin ülkelerin, kendi politikaları bu şartları yansıtmasa bile, engelli insanlar, çocuklar ve yaşlılar gibi savunmasız gruplar için hükümler gerektirmesinden kaynaklanabileceğini belirtiyor.
İklim politikasına engellilerin dahil edilmemesi, yalnızca felaketin ortasında değil, aynı zamanda günlük olarak da hissediliyor. Örneğin birçok toplu taşıma sistemi, fiziksel veya görme engelli kişiler tarafından erişilemiyor. Geçen sonbaharda tekerlekli sandalye kullanan İsrail Enerji Bakanı Karihen Elharrar, erişilebilir olmadığı için COP26 İklim Konferansı‘nın ilk gününe katılamamıştı.
Marmaris dün akşamdan beri kızılçam ormanından çıkan duman ve ateşler içinde yangının bir an önce söndürülmesini bekliyor.
Tarım ve Orman Bakanı Vahit Kirişçi yangının kontrol altına alındığını duyurdu. Ancak Marmaris Belediye Başkanı Mehmet Oktay dakikalar önce, yangının kontrol altına alınmadığını duyurdu ve şunları söyledi:
“Marmaris Belediyesi olarak Değirmenyanı’na bir lojistik merkezi kurduk. Söndürme ekiplerinin olası ihtiyacı durumunda giysi, ayakkabı, ilaç, maske gibi eksikleri buradan karşılayacağız.”
Yangın 21. saate doğru ilerliyor. Maalesef hala tam olarak kontrol altına alınabilmiş değil. Marmaris Belediyesi olarak Değirmenyanı'na bir lojistik merkezi kurduk. Söndürme ekiplerinin olası ihtiyacı durumunda giysi, ayakkabı, ilaç, maske gibi eksikleri buradan karşılayacağız. pic.twitter.com/fzo5S2EHpJ
Muğla Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından Marmaris’teki yangınla ilgili soruşturmanın başlatıldığı bildirildi.
Muğla Cumhuriyet Başsavcısı Mehmet Nadir YağcıAmazon köyü Bördübet mevkisindeki ormanlık alanda dün saat 20.00 sıralarında başlayan yangının yaklaşık 300-400 hektarlık kızılçam ormanında zarar oluşturduğunu kaydetti.
Öte yandan AKP’li Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan‘ın da bölgeye olduğu belirtildi. CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu‘nun da programını iptal ederek yangın bölgesine gittiği bildirildi.
Cumhuriyet’in haberine göre Kılıçdaroğlu’nun Dalaman Havalimanı’na inişine ‘dolu’ olduğu gerekçesiyle izin verilmedi.
Hayvanlar tahliye edildi
200 hektarı aşkın alanda etkili orman yangınında, ilerleyen alevler Hisarönü Mahallesi, Değirmenyanı mevki, Ahmediye Sokak‘ta yerleşim yerlerini tehdit etmeye başladı. Tedbir amacıyla bölgedeki 20 evdeki, toplam 68 kişi ile büyük ve küçükbaş toplam 29 hayvan, 10 tavuk, 1 kedi ve 5 araç tahliye edildi.
Değirmenyanı’nda olduğunu belirten bir vatandaş ise bölgeyi boşaltmalarının anons edildiğini belirterek şunları söylüyor:
Cumhurbaşkanlığı İletişim Başkanı Fahrettin Altun yangının çıkış sebebi üzerine kapsamlı soruşturmalar başlatıldığını belirterek sosyal medyada ‘dezenformasyon’ içerikli paylaşımlara itibar edilmemesini belirtti. Altun Siber Suçlarla Mücadele Daire Başkanlığının sosyal medyada yangınlarla ilgili yapılan paylaşımlar hakkında inceleme başlattığını söyledi ve ekledi:
“Sahadaki kahramanlarımızın moral ve motivasyonunu olumsuz yönde etkileyenler hakkında hukuk çerçevesinde yapılması gereken ne varsa yapılacaktır.”
Bilgi kirliliğine neden olan paylaşımlar hakkında da Siber Suçlarla Mücadele Daire Başkanlığı gerekli teknik incelemeyi başlatmıştır. Sahadaki kahramanlarımızın moral ve motivasyonunu olumsuz yönde etkileyenler hakkında hukuk çerçevesinde yapılması gereken ne varsa yapılacaktır.
İletişim Başkanlığı hesabında da benzer şekilde şu açıklamada bulunuldu:
Marmaris’te süren ve devletimizin tüm imkânlarıyla, kurum ve kuruluşlarımızın en üst düzeyde koordinasyonuyla müdahale ettiği yangın üzerinden kamu düzenimizi hedef alan her tür dezenformasyon, provokasyon ve manipülasyona karşı resmi kanalların takip edilmesi önem arzetmektedir.
— T.C. İletişim Başkanlığı (@iletisim) June 21, 2022
Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın ise yangın bölgesine gittiği şu fotoğrafla servis edildi:
Muğla'nın Marmaris ilçesinde ormanlık alanda çıkan yangına havadan ve karadan müdahale sürüyor.
— T.C. İletişim Başkanlığı (@iletisim) June 22, 2022
Sosyal medya şeytanları
İçişleri Bakanı Süleyman Soylu da yangın bölgesinde yaptığı basın açıklamasında sosyal medya üzerinden yapılan paylaşımlara işaret ederek “sosyal medya şeytanları” ifadelerini kullandı ve şunları söyledi:
“Yangın başladığı andan itibaren sosyal medya şeytanları devreye girdi. Bundan ne anlıyorlar, ne keyif alıyorlar bilmiyorum. Bundan keyif alanların akli dengelerinin kayıp olduğu çok net bir şekilde ortadadır. Bir histeri nöbetine tutulmuş durumdalar”
Orman Genel Müdürlüğü (OGM) sabah saatlerinde söndürme çalışmalarında sona gelinme üzere olunduğunu bildirmişti.
Orman yangınına karşı alınan önlemler
Sosyal medya üzerinden birçok vatandaş yangına müdahalede kullanılan uçaklardaki eksikliğe işaret ederken birçok bilim insanı da orman yangınlarına karşı alınan önlemlerin yetersizliğine dikkat çekti.
Orman Politikaları Uzmanı Prof. Dr. Erdoğan Atmış, hükümeti şu sözlerle eleştirdi:
“2020de 21 bin hektar 2021de 140 bin hektar orman yandıktan sonraiktidarın bu yıl orman yangınlarına karşı aldığı önlemler;
Farklı görüşte olanı susturup hapse atmak
Bir yangında yüzlerce hektar yandığı halde anında propaganda filmi hazırlayıp kendini başarlı göstermek
Çevre habercisi olup çevre sorunlarını hiçbir zaman iktidarın yanlış politikalarıyla ilişkilendirmeyen medya mensuplarını propaganda aracı olarak kullanmak
Başarısızlığını perdelemek için insani koşullar dışında çalıştırdığı yangın işçilerinin “kahramanlığı”na sığınmak”
İstanbul Üniversitesi Cerrahpaşa Orman Fakültesi Öğretim Üyesi Doğanay Tolunay, geçen yılki yangınlardan ders çıkarılmadığını belirterek şunları söyledi:
“Sadece yetkililer değil kamuoyu olarak bizler de geçen yılki yangınlardan ders çıkarmamışız. Halen yangınlar otel yapmak için mi çıkarılıyor, sabotaj mı var konularını tartışıyoruz. Geçen yılki yangınlarda yanan ormanların çıkış nedenlerine dağılımını yorumsuz olarak paylaşıyorum.”