Ana Sayfa Blog Sayfa 665

Solar3GW: Kapasite üç katına çıkarsa elektrik yüzde 50 ucuzlayabilir

Türkiye’de güneş enerjisi kullanımının yaygınlaşması için çalışmalar yapan Solar3GW, dahaucuzelektrik.com sitesiyle güneşin ve rüzgarın elektrik üretimindeki payının artırılmasıyla maliyetlerin ne kadar düşürülebileceğini ortaya koydu:

Türkiye, geçtiğimiz on yılda planları hayata geçirebilseydi, güneş ve rüzgar enerjisi kapasitesinin iki katına çıkarırken elektrik üretim fiyatını yüzde 25 düşürebilecekti.

Türkiye’de son yıllarda rüzgar ve güneş başta olmak üzere yenilenebilir enerji kaynaklarına ciddi yatırımlar yapılmasına rağmen, 2021 yılı verilerine göre elektrik üretiminde rüzgarın payı yüzde 9,4, güneşin payı da yüzde 4,2’de kaldı.

Bununla birlikte Türkiye’de kullanılan fosil yakıtların yüzde 78’i ithal ediliyor ve son bir yıl içerisinde elektrik üretimi için ithal edilen fosil yakıtların maliyeti yaklaşık 30 milyara ulaşıyor.

Oysa Türkiye’nin fosil kaynaklardan yenilenebilir enerji kaynaklarına geçişi, yani enerji dönüşümünün hızlanması, nihai tüketicinin kullandığı elektriğin maliyetine de yansıyacak.

Türkiye’nin elektrik üretiminde güneş enerjisinin payının artırılması için çalışmalar yapan Solar3GW, bugün yayına başlayan dahaucuzelektrik.com sitesiyle güneşin ve rüzgarın elektrik üretimindeki payının artırılmasıyla maliyetlerin ne kadar düşürülebileceğini ortaya koyuyor.

Solar3GW Yönetim Kurulu Başkanı Yusuf Bahadır Turhan, sitenin kuruluş amacını şöyle anlatıyor:

“Temiz enerji teknoloji maliyetlerinin olağanüstü bir hızda düşüşü önümüzdeki 10 sene boyunca elektrik üretiminde en etkili faktör olacak. Günümüzde özellikle güneş enerjisi, tüm yenilenebilir enerji kaynakları arasında da tüketicisine en ucuz elektriği sağlayan kaynak olduğundan, tüm dünyada büyümesini hızla sürdürecek. Daha ucuz elektrik üretiminin bir hayal olmadığını ve ülkemizde elektrik maliyetlerini ciddi olarak düşürmenin mümkün olduğunu tüm tüketicilere göstermek ve bu konuda farkındalığı artırmak için bu çalışmayı başlattık.”

‘Kapasite üç katına çıkarsa elektrik yüzde 50 ucuzlayabilir’

Turhan, üretimde rüzgar ve güneşin payı arttıkça, elektrik maliyetleri dolayısıyla da tüketicilerin elektrik giderlerinin azalacağını vurguladı:

“Nitekim geçtiğimiz 10 yılda planlanan rüzgar ve güneş enerjisi yatırımlarının tamamı hayata geçirilebilseydi, Türkiye’nin güneş ve rüzgar enerjisi kapasitesinin yaklaşık iki katına çıkması, elektrik üretim fiyatının da buna bağlı olarak bugünkü seviyesinden yüzde 25 oranında düşmesi mümkündü. Bunun ötesinde, güneş ve rüzgar enerjisi kapasitesinin 2,5 katına çıkarılması durumundaysa, elektrik üretim fiyatı yüzde 43 daha ucuz olabilirdi.

Rüzgar ve güneş enerjisi kapasitesinin 3,5 katına çıkarılmasıyla elektrik üretim maliyetinin neredeyse yarıya ineceği, yani bugüne kıyasla elektrik fiyatının yarı yarıya ucuz olabileceğini görebiliyoruz. Türkiye yine de güneş ve rüzgar yatırımlarında geç kalmış değil, bu konuda çok ciddi ve büyük bir potansiyele sahibiz. Her yıl güneş ve rüzgar enerjisinde en az üçer GW yatırım yapabilecek potansiyelimiz var.”

dahaucuzelektrik.com’daki elektrik piyasası senaryolarının hesaplamalarını yapan enerji danışmanlık şirketi APlus Enerji Ortağı Volkan Yiğit ise çalışma için hesaplamalarında Türkiye elektrik piyasası için geliştirdikleri tahmin modeli AVIEW MarketSim’i kullandıkların vurguladı.

Güneş ve rüzgar enerjisinde kapasite artışını öngören senaryolar incelediğinde, elektrik fiyatlarında çok ciddi bir düşüş olabileceğinin görüldüğünü söyleyen Yiğit, “Geçtiğimiz 10 yılda planlanmış güneş ve rüzgar kapasite artışlarını gerçekleştirebilseydik, Ekim ayı için hesapladığımız elektrik maliyeti yaklaşık yüzde 25 daha ucuz olabilecekti. Daha iddialı yenilenebilir enerji kapasite artışı senaryolarında ise aynı dönem için elektrik maliyetinin yüzde 50’ye varan oranlarda düşebileceğini de bu çalışmada gördük. Güneş ve rüzgar enerjisi yatırımlarında bugün atılacak olumlu adımlar, yüksek elektrik maliyetlerine karşı ülkemizin enerji sistemini çok daha dayanıklı hale getirecektir” dedi.

10 yılda güneş yatırımlarının maliyeti yüzde 65 düştü

Diğer yandan teknolojik gelişmelerle birlikte son 10 yılda güneş santrallerinin maliyetleri dolar bazında yaklaşık yüzde 65, rüzgar santrallerinin maliyetiyse yaklaşık yüzde 45 oranında düştü.

2020’den bu yana da tüm dünyada güneş ve rüzgar yatırım maliyetleri kömür yatırımlarından daha düşük. Gittikçe ucuzlayan teknolojiye erişim ve buna bağlı olarak azalan kurulum maliyetleriyle yenilenebilir enerji, elektrik kurulu güç gelişiminde giderek payını artırıyor.

Özellikle güneş enerjisinin, elektrik üretiminde en uygun maliyetli enerji kaynağı olmasıyla hem dünyada hem de ülkemizde büyümesini hızla sürdürmesi bekleniyor.

 

‘Toz değil muz, boz değil yeşil görmek istiyoruz’

Haber: Abidin YAĞMUR

*

Mermer ocağı açmak isteyen şirket, Mersin Valiliği’nden “ÇED gerekli değildir” kararı aldı. Yöre halkı ve MERÇED valilik kararına karşı dava açtı. Yerel idare mahkemesi yöre halkı lehine karar verince şirket bu kez de “ÇED olumlu” raporu almak için girişimlere başladı.  Yöre halkı, mermer ocağı projesine karşı olduğunu ÇED halk bilgilendirme toplantısında da dile getirdi, toplantıyı yaptırmadı.

Mersin’in Anamur ilçesine bağlı Korucuk Köyü‘nde yapılmak istenen mermer ocağı ile ilgili ÇED toplantısı, bölge sakinleri tarafından “gürültü” yapılarak engellendi.

Anamur’un Korucuk Köyü’nde Lion Madencilik Şirketi tarafından açılmak istenen mermer ocağı ile ilgili olarak Mersin Valiliği’nin verdiği ‘ÇED Gerekli Değildir’ kararına karşı MERÇED ve yöre sakinleri dava açmıştı. İdari mahkeme, yöre halkının lehine karar vermiş ancak dava süreci tamamlanmadan ilgili şirket bu kez de ÇED olumlu raporu almak için yeni bir girişimde bulunmuştu.

Mermer ocağı için düzenlenen ÇED halk bilgilendirme toplantısı yöre sakinlerinin protestolarına sahne oldu.

‘Muzuma, zeytinime, yeşilime dokunma!’ 

Toplantının yapılacağı alanda buluşan köylüler, “Toz değil muz, boz değil yeşil görmek istiyoruz”, “Mermer ocağı ocağımızı söndürür”, “Muzuma, zeytinime, yeşilime dokunma”, “Bölgemizde mermer ocağı istemiyoruz” yazılı pankartlar açtı.

Yöre sakinlerinin eylemine Mersin Çevre ve Doğa Derneği (MERÇED) üyeleri, Emirşah Köyü Muhtarı Tahsin Kadiroğlu, Kaşdişlen Köyü Muhtarı İbrahim Erdem, Ovabaşı Köyü Muhtarı Gani İmdat, Korucuk Köyü Muhtarı Halit Şimşek de destek verdi.

Çevre, Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanlığı’ndan gelen görevliler, toplantının yapılamadığını tutanak altına alarak köyden ayrıldı.

MERÇED Anamur Temsilciliği, Korucuk köyü ve civarındaki yerleşim yerlerine ve arkeolojik sit alanlarına oldukça yakın olan bölgede, yaklaşık bin dekarlık ormanlık alanda işletilmesi planlanan mermer ocağına karşı hukuki mücadelenin sürdüğünü bildirdi.

Temsilciliğin yaptığı açıklamada şunlar kaydedildi:

“MERÇED Anamur Temsilciği olarak, doğayı, temiz ve sağlıklı bir çevrede yaşama haklarını, üretim alanlarını canla başla savunan Korucuk Köyü halkı başta olmak üzere, tüm katılımcılara teşekkür ederiz.

Dünya’nın 6. yok oluş çağına girdiği  ve artık tek ağacı bile kaybetme lüksümüzün kalmadığı,  küresel ısınma, iklim ve gıda krizi etkilerinin şiddetlendiği, temiz içme suyunu bile bulmakta zorlanacağımız günlere hızla yaklaştığımız bu kötü dönemde doğayı, suları, ormanları, tarım alanlarını ve hayvansal üretimi koruma mücadelemizin süreceğini kamuoyuna saygıyla bildiririz”

Bir gün içinde iki ÇED toplantısı

Anamur ilçesi bir gün içinde iki ÇED toplantısına sahne oldu. Korucuk köyünde mermer ocağı açmak isteyen şirketin ÇED toplantısı halkın karşı çıkması nedeniyle yapılamazken, bu toplantıdan birkaç saat önce Emirşah köyünde bir başka ÇED toplantısı vardı.

Güngörler Hafriyat Madencilik ve İnşaat Tic. Ltd. Şti. tarafından halihazırda bölgede işletilen dolomit ocağının kapasite artırımı projesi için ÇED toplantısı düzenlendi. Anamurlular da projeye karşı olduklarını belirtti, toplantıyı yaptırmadı ve resmi görevlilerle toplantının yapılamadığına dair tutanak imzaladı.

[COP15] Kanada Başbakanı Trudeau yerlilerin kalbini finansmanla kazanmaya çalışıyor

Kanada Başbakanı Justin Trudeau, Montreal’de sürdürülen COP15’te yerlilerin liderliğindeki koruma projeleri için yedi yıl boyunca 800 milyon Kanada Doları finansmanı yapma sözü verdi.

Yerlilerin haklarını korumayı merkezine alarak Trudeau, finansmanın, Kanada’da bulunan ve Mısır kadar geniş bir alanda yaşayan yerli halklarla bir “mutabakat hikayesi” başlatan projelere sağlanacağını duyurdu.

Kanada Başbakanı, Çin, Rusya, Brezilya ve diğer büyük ülkeleri korunan alanları genişletmeye çağırdı.

Yerli halklar 30×30 hedefinin alt sınırda kaldığını söylüyor

Yerli halklar COP15’in başından bu yana tartışılan 30×30 hedefine eleştiriler yağdırıyor, protestolar gerçekleştiriyor.

30×30 dünya üzerindeki tatlı su kaynakları, denizler, okyanuslar, bitkiler ve hayvanlar gibi biyolojik çeşitlilik içerisinde yer alan tüm dünya ekosisteminin 2030’a kadar yüzde 30’unun korunmasını ve eski haline döndürülmesi amacını taşıyor.

Ancak yerlilere göre bu yeterli değil. Çünkü Hükümetlerarası İklim Değişikliği Paneli‘nin (IPCC)  Altıncı Değerlendirme Raporu’nda yer verilen bulgularda koruma için yüzde 30 ile yüzde 50 aralığı verilmişti. COP15’te hedeflenen ise bunun alt sınırı.

Yerli gruplar COP15’in açılışında Trudeau’nun yaptığı konuşma sırasında da protesto gerçekleştirmiş, salonda “Yerli soykırımı = Ekokırım. Biyoçeşitliliği kurtarmak için topraklarımızı işgal etmeyi bırakın” pankartı açmıştı.

‣[COP15] BM Sekreteri Guterres: İnsanlık kitlesel yok oluş silahı haline geldi

AB ise biyoçeşitliliği olumsuz etkilememeleri koşuluyla korunan alanlarda madencilik ve sondaj gibi madenleri işleme endüstrisine izin verilmesi gerektiğini savunarak hedefi sulandırmaya çalışmakla suçlandı.

30×30 kapsamında AB, yüzde 10’luk kısmın sıkı bir koruma altına alınmasını istiyor, ancak kalan yüzde 20’lik kısım içinde, biyolojik çeşitlilik üzerinde olumsuz bir etkisi olmaması koşuluyla madencilik ve sondaj gibi maden çıkarma endüstrilerine izin verecek.

West Coast Yerli Halkları, Kanada Başbakanı Justin Trudeau’nun COP15’in açılışında yaptığı konuşma sırasında protesto gösterisi yaptı. Fotoğraf: Christinne Muschi / Reuters

Trudeau, Kanada’yı örnek verdi: Hırsta Kanada gibi olun

Çin, Rusya, Brezilya ve ABD’yi isim kontrolünden geçiren Trudeau, en büyük ülkelerin koruma alanlarını genişletmesini sağlamanın Cop15’te başarılı bir anlaşma için hayati önem taşıdığını söyledi.

Kanada Başbakanı, söz konusu ülkelere bir de Kanada’yı örnek verdi.

Trudeau ülkelere “Kanada’nın olduğu seviyede bir hırs”a sahip olmaları çağrısında bulundu.

Açıklamalarının ardından basın toplantısında konuşan Trudeau, “[Korunan alanların oranını kara ve denizi kapsayacak şekilde yüzde 30 genişletmek] için küçük bir ülkenin imza atması görece daha kolay. Ancak büyükleri gemiye almak gerçekten önemli” dedi.

Guardian’ın aktardığına göre; yerli halkların biyoçeşitliliğin en iyi koruyucuları olduğu defalarca görüldü ve Batı Kanada‘da nesli tükenmekte olan ren geyiğini kurtarmak için yakın zamanda gerçekleştirilen bir proje de dahil olmak üzere, yerli halklar tarafından yürütülen koruma projeleri dünya genelinde tehdit altında bulunan popülasyonları canlandırmada başarılı oldu.

Dur diyen yok mu?

Buray, doğa için harekete geçerek “Yok mu?” eserini yazıp besteledi ve tüm haklarını uzun yıllardır gönüllüsü olduğu TEMA Vakfı’na bağışladı. Doğa tahribatından, iklim krizine ve orman yangınlarına kadar pek çok önemli soruna dikkat çekilen şarkı ve klibinde, “Dur Diyen Yok mu?” diye sorularak doğa için harekete geçilmesi yönünde çağrı yapılıyor. Bugün dijital platform ve kanallarda yayınlanarak dinleyici ile buluşan şarkıdan elde edilen gelir TEMA Vakfı aracılığı ile fidanlara dönüştürülecek.

TEMA Vakfı’nın yürüttüğü faaliyetlere destek olan şarkıcı Buray, bu kez bestelediği ve seslendirdiği şarkının tüm haklarını TEMA Vakfı’na bağışlayarak doğaya karşı duyarlılığını gösterdi.

Buray x TEMA Vakfı imzasıyla yayınlanan şarkının sözlerinde ve klibinde, iklim krizinden madencilik faaliyetlerine, yakın zamanda yaşanan ve Türkiye’yi derinden etkileyen orman yangınları ve sellere kadar çok sayıda çevre sorununa yer veriliyor. Klibin sonunda ise TEMA Vakfı gönüllülerinin ellerinde tuttukları pankartlarla doğaya dair verdikleri mesajlar yer alıyor.

‘Sanatçılarımızın çevre sorunlarına duyarlı olmasını çok önemsiyoruz’

Deniz Ataç

TEMA Vakfı Yönetim Kurulu Başkanı Deniz Ataç, Buray’ın TEMA Vakfı’na ve doğaya vermiş olduğu bu desteğin ve gösterdiği duyarlılığın çok değerli olduğunu belirtti.

Ataç, “İklim krizi günden güne derinleşiyor. Bu anlamda hepimize düşen sorumluluklar bulunuyor. Elini taşın altına koyarak bu değerli çalışmayı gerçekleştiren gönüllümüz, değerli sanatçı Buray’ın tüm sanatçılarımıza ve gençlere örnek olacağını düşünüyorum” dedi ve ekledi:

“TEMA Vakfı olarak çalışmalarımızı sayıları 1 milyonu aşan gönüllümüzün desteğiyle, 30 yıldır doğa için sürdürüyoruz. Sanatçılarımızın da bu çabamızda bizimle birlikte yürümesini ve bize destek olmasını son derece önemsiyoruz. Buray’ın bestelediği ve seslendirdiği şarkının tüm haklarını TEMA Vakfı’na bağışlaması bizi çok mutlu etti. Bu değerli armağanın geliriyle daha fazla ağaçlandırma çalışması yapacağız. TEMA Vakfı olarak, gösterdiği duyarlılık için başta Buray olmak üzere emeği geçen herkese çok teşekkür ediyoruz.”

‘Doğaya verdiğim bir armağan’

Buray, şarkının dinleyenler için yepyeni bir başlangıç olmasını dilediğini belirterek “Ben bu şarkıyı baştan sona tüm sözleri ve duygusuyla doğaya verdiğim bir armağan olarak görüyorum. Ve biliyorum ki; benimle aynı fikirde olan, aynı şeyleri hisseden, doğa için daha fazla çaba göstermemiz gerektiğini düşünen milyonlarca insan var” dedi.

“TEMA Vakfı gönüllüsü olma sebeplerimden biri de bu insanlarla bir arada olma isteğim” diyen Buray, iklim krizinin şu an gezegen için en büyük tehdit olduğunu vurgulayarak şu ifadeleri kullandı:

“Hepimizin bu konuda bir şeyler yapması lazım. Bizim gibi sesini daha büyük topluluklara duyurma şansı olan tüm sanatçıların doğayı korumak için daha büyük bir rolü olduğuna inanıyorum. Dinleyenler için sorgulayan gerçek bir hikaye, uyarıcı ve farkındalık oluşturacak yepyeni bir başlangıç olsun bu şarkı. Fidan olsun, orman olsun, umut yeşertsin ve tüm kalplere dokunsun.”

Şarkı fidanlara dönüşecek

“Yok mu?” şarkısının telif haklarından elde edilecek gelirinin tamamı, Türkiye’nin dört bir yanında yapılacak ağaçlandırma çalışmaları için kullanılacak.

 

Altı yaşındaki çocuğun cinsel istismarı yargıda: İlk duruşma Mayıs’ta

İsmailağa Cemaati’ne bağlı Hiranur Vakfı’nın kurucusu Yusuf Ziya Gümüşel’in kızı H.K.G. altı yaşındayken babasının kendisini imam nikahıyla evlendirdiğini anlatarak şikayetçi olmuştu. Olayı BirGün’den Timur Soykan, günler önce duyurmuş ve haber Türkiye gündemine oturmuştu. H.K.G.’nin maruz bırakıldığı cinsel istismar yargıya taşındı. Anadolu Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından hazırlanan iddianamede altı yaşındayken H.K.G’nin zorla evlendirildiği Kadir İstekli hakkında 67 yıl 10 ay 15 gün hapis cezası istenirken, baba Yusuf Ziya Gümüşel ve anne Fatıma Gümüşel hakkında 22 yıl 6 ay hapis cezası istendi. İlk duruşma için ise aylar sonrasına, 22 Mayıs’a gün verildi.

Olayı duyuran Timur Soykan, haberin yayımlanmasının ardından birtakım gruplar tarafından hedefe konuldu. Gazeteci içerisinde tarikat bağlarının olduğu ve yıllar boyunca gizlenen olayla ilgili olarak dini kötülediği gibi gerekçelerle hedef gösterildi.

H.K.G.’nin kardeşleri bir Youtube kanalında paylaşılan videoda haberin asılsız olduğunu iddia ederek küçükken gelinlikle çekilmiş fotoğraflarını gösterdi. Kardeşlerin sorularına yanıt veren Timur Soykan, şu paylaşımda bulundu:

Oyun gibi gösterilen evlilik…

H.K.G. 6 yaşındayken 29 yaşındaki bir müritle imam nikahının kıyıldığını ve bunun da kendisine bir oyun gibi gösterildiğini anlatmıştı.

Soykan, H.K.G.’nin cinsel istismarına yönelik soruşturmayı gizli ellerin örttüğünü söyledi.

Anadolu Cumhuriyet Başsavcılığına verilen dilekçede, şüpheli Kadir İstekli ile babasının kıydığı dini nikahla evlendirildiği, şüphelinin babasının talebesi olduğu ve karşılıklı dairelerde oturduklarını anlattı.

Şikayetin devamında H.K.G, cinsel ilişkinin kendisine Kadir İstekli tarafından oyun olarak gösterildiği belirtildi.

H.K.G. ilişkinin babasının onayı ile gerçekleştiği ve yaşı tuttuktan sonra resmi nikah kıyıldığını söyledi.

17 Ağustos 2012 tarihinde H.K.G. hastaneye müracaat etti. Yaşının küçük olmasından dolayı durum polis ekiplerine bildirildi. H.K.G.’nin o tarihte alınan ifadesinde, 7 Nisan 2012 tarihinde şüpheli Kadir İstekli ile kendi isteği ile evlendiğini, yaşının 17 olduğunu ve şikayetçi olmadığını söyledi.

Kemik testine bir başkası sokuldu

Soruşturmada esnasında H.K.G.’nin kemik yaşı tespiti için hastaneye sevk edildi. 10 Aralık 2012 tarihinde alınan raporda H.K.G’nin 21 yaşında olduğu tespit edildi. Soruşturma yaşının 21 olarak görülmesinden dolayı takipsizlik kararı ile sonuçlandı. H.K.G. 21 Ocak 2022 yılında İzmir’de alınan ifadesinde, olay tarihinde Haydarpaşa Numune Hastanesi’ne babasının başkanı olduğu vakıfta çalışan Mehmet Emin M. ile birlikte gittiğini, film çekilmesi için sıra beklediği esnada kendisi yerine başka birisinin filminin çekildiği ve kendisine herhangi bir işlem yapılmadığını söyledi.

Şüpheliler olay esnasında kendi aralarında konuştukları sırada bu konuşmalar H.K.G. de şahit oldu. Şüpheliler H.K.G.’nin yerine başka birini kemik testine sokulduğu, bu kişinin 18 yaşında olması yeterli iken daha büyük birinin teste sokulması nedeniyle şüpheli Kadir İstekli’nin Mehmet Emin M.’ye kızarak “Kızın yaşının 18 olması yeterliydi, neden daha büyük birini soktunuz ama savcı iyi yedi” dediğini söyledi.

H.K.G.’nin doğum raporu ve doğum tutanağı Sapancı Kaymakamlığı’ndan istendi. H.K.G.’nin 8 Mart 1998 tarihinde özel bir hastaneden doğduğu belirlendi. Kemik tespiti için başka birinin teste sokulması ile ilgili şüpheliler hakkında “resmi belgede sahtecilik” suçundan soruşturma başlatıldı.

H.K.G cinsel istismarı ispatlamak için şüpheli Kadir İstekli ile olan konuşmalarını kayıt altına aldı. Bu kayıtlar bilirkişi raporu ile birlikte dosyaya sunuldu.

DHA’nın aktardığına göre; Anadolu Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından hazırlanan iddianamede şüpheli Kadir İstekli hakkında “Çocuğun cinsel istismarı” ve “nitelikli cinsel saldırı” suçlarının zincirleme halde işlenmesinden dolayı artırım uygulanarak 67 yıl 10 ay 15 gün hapis cezası ile cezalandırılması talep edildi.

Baba Yusuf Ziya Gümüşel  ve anne Fatıma Gümüşel hakkında “çocuğun nitelikli cinsel istismarı” suçundan 22 yıl 6 ay hapis cezası ile cezalandırılması istendi.

Boğaziçili akademisyenin çalışma izninin iptali hukuka aykırı bulundu

Cumhurbaşkanı kararı ile kurulan Hukuk Fakültesi için açılan öğretim üyesi ilanlarının üst mahkeme tarafından reddedilmesinin ardından, Boğaziçi’ne rektör atanan Prof. Dr.  Naci İnci tarafından işine son verilen Matematik Bölümü öğretim üyesi Dr. Mohan Ravichandran’ın çalışma izninin iptaline karşı açtığı davada, mahkeme karara yönelik somut bir bilgi ve belge bulunmadığına hükmetti.

Dr. Mohan Ravichandran’ın çalışma izninin rektörlük talebi üzerine Yüksek Öğretim Kurumu (YÖK) tarafından iptal edilmesine karşı açılan davada mahkeme akademisyeni haklı buldu.

Yapılan başvuruyu inceleyen İstanbul 4’üncü İdare Mahkemesi, kararında öğretim üyesinin görevinde başarılı olmadığına ilişkin somut bir bilgi ve belgenin bulunmadığını belirtti. Bu sebeple çalışma izninin iptal edilmesi kararını “hukuka aykırı” olarak niteleyen mahkeme, kararın iptali ile birlikte akademisyenin bu süreçte uğradığı maddi zararın giderilmesi gerektiğine de hükmetti.

Dr. Mohan Ravichandran

Kararı değerlendiren Avukat Meryem Kavak, “Dr. Mohan Ravichandran’ın alanında son derece başarılı bir öğretim üyesi olmasına ve kadrosunun bulunduğu Matematik Bölümü’nde hizmetine açıkça ihtiyaç duyulmasına rağmen dönem ortasında hiçbir gerekçe gösterilmeksizin görevine son verilmiş olmasının açıkça hukuka aykırı olduğu mahkeme kararı ile de sabit hale gelmiştir” dedi.

‘Aslolan hizmetin ehil kişilerce yerine getirilmesidir’

Mahkeme kararını duyuran Avukat Meryem Kavak, “Boğaziçi Üniversitesi yönetiminin uygulamasının aksine 2547 sayılı Yükseköğretim Kanunu öğretim elemanlarının mesleki güvenceleri açısından vatandaş veya yabancı ayrımı yapmamaktadır ve aslolan kamu hizmetinin sürekliliği ile ehil kişilerce yerine getirilmesidir” dedi.

‘Rektörlük, Ravichandran’ın atamasını yapmalı’

Söz konusu kararda Dr. Mohan Ravichandran’ın “görevinde başarılı olmadığının idarece somut olarak ortaya konulamaması karşısında tesis edilen dava konusu işlemlerde kamu yararı ve hizmet gerekleri yönünden hukuka uyarlık görülmediğinin” vurgulandığını belirten Avukat Kavak şöyle konuştu:

“Bu karar Rektörlüğün hukuka aykırı göreve son verme işlemi ile sadece Dr. Mohan Ravichandran’ın değil onun ders verdiği öğrencileri nezdinde tüm kamunun zararına neden olduğunu da göstermektedir. Bundan sonraki süreçte Boğaziçi Üniversitesi Rektörlüğünün mahkeme kararına uygun şekilde Dr. Mohan Ravichandran’ın atamasını yapması, eğitim öğretim faaliyetine kaldığı yerden sanki söz konusu hukuka aykırı işlem hiç olmamış gibi devamını sağlaması gerekmektedir. Kararın hüküm ve gerekçe yönünden bir bütün olduğunu ve tümüyle davalı üniversiteyi bağladığını hatırlatır sürecin takipçisi olacağımızı belirtmek isteriz.”

Ne olmuştu?

Dr. Mohan Ravichandran, 2019’dan bu yana Fen Edebiyat Fakültesi’ne bağlı Matematik Bölümü’nde yabancı uyruklu öğretim üyesi olarak görev yapıyordu.

Rektörlük talebiyle öğretim üyesinin çalışma izni Eylül 2021’de YÖK tarafından bir yıl daha uzatılmıştı. Ancak bir ay sonra rektörlük Dr. Ravichandran’ın çalışma izninin iptal edilmesini talep etmişti.

Gerekçe sunulmadan verilen bu karara gelen tepkilerin ardından rektörlük kararın YÖK’e ait olduğunu iddia etti. Ancak daha sonra YÖK’ün resmi yazışmasında sözleşme iptal talebinin rektörlükten geldiği ortaya çıktı.

Dönem ortasına denk gelen 10 Kasım tarihi itibariyle Boğaziçi Üniversitesi’ndeki görevine son verilen Ravichandran, sözleşmesinin iptal edilmesine rağmen “öğrencilerini mağdur etmemek adına” derslerine devam etti. Dönem sona erer ermez ise kampüse girişi rektörlük kararıyla engellendi.

Dr. Ravichandran, çalışma izninin YÖK tarafından iptal edilmesini ve Boğaziçi’ndeki görevine son verilmesini yargıya taşıyarak YÖK ve Boğaziçi Rektörlüğü’nden şikayetçi oldu.

İstanbul 4’üncü İdare Mahkemesi, davacının görevinde başarılı olmadığının yönetim tarafından somut olarak ortaya konulmadığına ve bu sebeple kararın hukuka aykırılık teşkil ettiğine hükmetti.

Davalı Boğaziçi Rektörlüğü ve YÖK’ün kararın tebliğ edilmesinden sonra 30 gün içerisinde istinafa giderek itiraz etme hakkı bulunuyor.

Nordic Talks’ta kapsayıcı, adil ve sürdürülebilir bir yol haritası önerisi

‘Nordic Talks: İskandinav Yaklaşımıyla İş Dünyasında Sürdürülebilirlik’ panelinde, Kuzey ülkelerinin kamu ve özel sektör temsilcileri, yeşil dönüşüm ve sürdürülebilirlik konusundaki bilgilerini paylaştı. Panelde, yeşil dönüşümde özel sektör ve kamu iş birliğinin önemine dikkat çekildi.

Nordic Talks etkinlikleri, ‘BM Sürdürülebilir Kalkınma Hedefleri’ arasında yer alan temiz suya erişim, sürdürülebilir enerji, sürdürülebilir şehirler, sorumlu tüketim ve üretim ile ortak amaçlar için iş birliği doğrultusunda, Kuzey ülkelerinin sürdürülebilirlik alanındaki birikimlerini Türkiye ile paylaşmak amacıyla gerçekleştiriliyor. Etkinlikleri Danimarka İstanbul Başkonsolosluğu, İsveç İstanbul Başkonsolosluğu, Norveç İstanbul Başkonsolosluğu ve Finlandiya Büyükelçiliği düzenliyor.

Yeşil çözümlere odaklanan endüstriyel dönüşüm, aynı zamanda iklim hedeflerine ulaşılmasına da hizmet ediyor. Kuzey ülkeleri, Türk iş dünyası ve kamuyla yeşil, kapsayıcı, adil ve sürdürülebilir bir iş modeli oluşturma konusundaki yerel ve küresel birikimlerini paylaşıyor.

İstanbul Ekonomi Zirvesi’nde düzenlenen ‘Nordic Talks: İskandinav Yaklaşımıyla İş Dünyasında Sürdürülebilirlik’ paneline Danimarka – State of Green Başkanı Finn Mortensen (Yeşil İş Neden İyi İştir), Finlandiya Dışişleri Bakanlığı Müsteşarı Nina Vaskunlahti (Yeşilin ve Cinsiyet Eşitliğinin Bölgesi Kuzey), İsveç Dışişleri Bakanlığı Sürdürülebilirlik Büyükelçisi Cecilia Ekholm (İsveç Sürdürülebilir İş Trendleri: Yeni İş Modelleri ve Tedarik Zincirleri Yönetimi) ve Norveç – Ocean Sun AS Kurucu ve CEO’su Børge Bjørneklett (Yüzen Güneş Santralleri) katıldı. Etkinliğin moderatörlüğünü ise Dünya Bankası Kıdemli Ekonomisti Sibel Kulaksız yaptı.

‘Tek bir formül yok’

Danimarka’nın yeşil dönüşümü için özel sektörü ve kamuyu buluşturan State of Green Başkanı Mortensen’e göre, herkes için çözüm olacak tek bir formül bulunmuyor.

Konuşmasında başarılı bir yeşil dönüşüm için hem ülkeler hem şirketlerin enerji verimliliğini ve yenilenebilir enerjiyi bir araya getirmesi gerektiğine vurgu yapan Mortensen, “Çözümlere sahibiz, şimdi binlerce yeni yeşil iş yaratacak adil bir geçiş sağlamak için hızla harekete geçmemiz gerekiyor” dedi.

‘Bugünün kurumsal sürdürülebilirlik şampiyonları,  ayakta kalanlar olacak’

Sürdürülebilirliğin alternatif bir yol olmaktan çıkıp İsveç ve Kuzey ülkelerinde iş dünyasının temelini oluşturduğuna dikkat çeken İsveç Dışişleri Bakanlığı Sürdürülebilirlik Büyükelçisi Cecilia Ekholm şunları söyledi:

“Yeşil dönüşüm ve sürdürülebilirlik ihtiyacı, dünya gündemini belirlerken küresel ekonomide hem zorluklar hem fırsatlar yaratıyor. Bugünün kurumsal sürdürülebilirlik şampiyonları, yarışa devam eden ve ayakta kalanlar olacak.”

‘Yeşil dönüşüm, uluslararası iş birliğine dayalı olmalı’

Uluslararası ve yerel iş birliğinin önemine dikkat çeken Finlandiya Dışişleri Bakanlığı Uluslararası Ticaretten Sorumlu Devlet Müsteşarı Nina Vaskunlahti de “Yeşil dönüşümün uluslararası iş birliğine dayalı olması gerektiği, karmaşık küresel değer zincirlerinin olduğu bir dünyada yaşıyoruz” dedi ve ekledi:

“İskandinav ülkeleri olarak 2030’a kadar dünyanın en sürdürülebilir ve entegre bölgesi olma vizyonumuza ulaşmak için birlikte çalışıyor, iklim eylemi ile toplumsal cinsiyet eşitliği arasındaki ilişkiler konusunda uluslararası iş birliğini destekliyoruz.”

Norveçli yüzer güneş panelleri üreticisi Ocean Sun AS Kurucu ve CEO’su Bjørneklett de “Geleneksel Kuzey endüstrileri olan hidroelektrik, silikon işleme ve gemi yapımına dayanan, umut verici yeni bir teknoloji ortaya çıktı: İnce zarlar üzerinde yüzen güneş enerjisi santralleri. Bu teknoloji, hidro elektrik santralleri ve kıyılarda uygun fiyatlı enerji üretilebilmesini sağlıyor. Yakın bir gelecekte, Avrupa’nın güneşli bölgelerinde bu sistemler fosil enerji kaynaklarının yerini alacak” diye konuştu.

 

İklim aktivistleri Almanya’da kendilerini uçak pistine yapıştırdı

Almanya‘da iklim aktivistleri hükümetin çevre ve iklim politikasını protesto etmek amacıyla Münih ve Berlin’deki havalimanlarında eylem yaptı.

“Son Kuşak” (Letzte Generation) grubunun Twitter’dan yayınladığı fotoğraflarda, Münih’teki havalimanında tel örgüleri keserek kuzey pistine ulaşan eylemcilerin, ellerini yere yapıştırarak oturma eylemi yaptıkları görülüyor.

Polis, yaklaşık bir saat süren eylem sonrası aktivistleri kimlik tespiti için karakola götürdü.

Eylem nedeniyle iki pisti bulunan havalimanının kuzey pisti geçici olarak kapatıldı. Uçaklar güney pistine yönlendirildi.

İklim aktivistlerinin Berlin Havalimanı’na da girdiği ancak eylem yapamadan polis tarafından engellendiği öğrenildi. Aktivistler gün içinde Berlin’in farklı bölgelerinde de yol kapatma eylemleri yaptı.

Letzte Generation yaptığı açıklamada yerel hükümetlerin küresel karbon ayak izindeki katkısı yüksek olan hava ulaşımına mali teşvik vermemesini bunun yerine herkese aylık 9 euro’luk toplu ulaşım bileti sağlanması gibi daha çevreci önlemler almasını talep ettiklerini vurguladı.

‣ Fosil yakıt üretimini artırma kararı alan Birleşik Krallık hükümetine işgalli protesto
‣ Birleşik Krallık’ta iklim eylemi: Genç aktivistler kendilerini ünlü tablolara yapıştırdı
‣ İklim aktivistlerinin elleri bu kez ‘Son Akşam Yemeği’ tablosunda
‣ İklim aktivistlerinden Van Gogh’un tablosuna çorbalı protesto
‣ İklim aktivistleri Londra merkezindeki araba galerisini turuncuya boyadı
‣ Almanya’da iklim aktivistleri Monet tablosuna patates püresi fırlattı
‣ Yemekli eylemlerde sıra Kral Charles’ta: Balmumu heykelinin yüzüne pasta yapıştırıldı
‣ Aktivistler, fosil yakıt lobicilerinin merkezi olan binaya boya püskürttü
‣ İklim aktivisti, ‘münasip eylem yöntemlerinin’ tartışıldığı programda kendini masaya yapıştırdı
‣ İklim aktivistlerinin protestolarının yeni hedefi ‘İnci Küpeli Kız’ oldu
‣ İklim aktivistlerinden Hamburg Filarmoni Orkestrası’nın konseri sırasında eylem
La Scala sezonu iklim aktivistleri ve Ukraynalıların protestolarıyla açtı

Partileşmesine izin verilmeyen Yeşiller, bir kez daha İçişleri Bakanlığı kapısında

Yeşiller, parti kuruluş evrakına iki yıldan fazla bir zamandır “alındı onayı” vermeyen ve böylece partinin kuruluşunu mahkeme kararlarına rağmen engelleyen İçişleri Bakanlığı’na toplu çıkarma yapmaya hazırlanıyor. Yarın (9 Aralık cuma) günü, 400 sayfayı bulan evrak, bir kez daha bakanlığa teslim edilecek.

Belgelerin İçişleri Bakanlığı’na teslim etmesinin üzerinden iki yıl, Bakanlığın ‘Evrakı inceliyoruz’ demesinin üzerinden bir buçuk yıl, dava açılan mahkemeye ‘Bize gelen evrak yok’ demesinin üzerinden bir aydan fazla zaman geçti. Önce gerekçesiz “alındı belgesi” vermeyen bakanlık, sonra dava açılmasını gerekçe göstererek süreci uzattı. Son olarak da kendisine teslim edilen belgeler için “bizde yok” dedi.

‣ ‘İçişleri Bakanlığı Yeşiller Partisi’ne politik blokaj uyguluyor’
‣ Yeşiller Partisi’nin kurulamayışının tarihsel anekdotları
Yargı, Yeşiller Partisi’nin kurulmasını engelleyen Bakanlığı haksız buldu: İşlem hukuksuz, yürütmesinin durdurulmasına…
Yeşiller Partisi’nin kuruluşunu engelleyen İçişleri Bakanlığı’ndan adaletsizlik sarmalı

Siyasi partilerin kurulması için bir izin alınması gerekmiyor. Bakanlığa, usulüne uygun verilecek matbu belgelerin ardından, parti kurulmuş kabul ediliyor ve o tarihten sonra seçime girebilmeleri için gereken prosedür işlemeye başlıyor.

Yeşiller Partisi’nin başvurusu bakanlık raflarında bekletilirken, Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı’nın son kayıtlarına göre sadece 2021 yılında 21 yeni siyasi parti kuruldu.

‘İki yıldan sonra yine buradayız’

Yeşiller yarın saat 10.00’da yapacakları son başvurularıyla ilgili bir açıklama yaparak “Yine Buradayız” dedi:

“Madem iki yıldan fazla süredir İçişleri Bakanlığı’nın bir odasında bekleyen 400’e yakın sayfanın yok olduğunu söylemeye başladı İçişleri Bakanlığımız, o zaman biz de ellerini rahatlatmak için bir 400 sayfa ile daha Bakanlık kapısındayız.

Artık Anayasa‘nın 68. Maddesi’nin bize verdiği hakla aramıza girmesi için Bakanlığın bir mazereti kalmadı. Bizi haklı bulan mahkemeler ile İçişleri Bakanlığı’nı reddedemeyen mahkemeler arasında davamızın gidip gelmesinin, hukuk sisteminin daha fazla meşgul edilmesinin mazereti kalmadı. 21 Eylül 2020’de kurulsaydık Türkiye’nin 92. partisi olacaktık. Zararı yok. 9 Aralık 2022’de kurulup Türkiye’nin 123. partisi olmamızın önünde bir mazeret kalmadı.

İki seneden fazla bir süredir Yeşiller Partisi’ne yaşatılan mağduriyet sadece kurucularımıza ya da üyelerimize yaşatılmadı. Seçme hakkı elinden alınan tüm seçmenlere yaşatıldı. Fikrimizle iyiye götürmek istediğimiz Türkiye’ye ve hatta dünyaya yaşatıldı. Artık bu mağduriyetin bitme vakti geldi. Mağduriyet bitsin diye “Yine Buradayız!”

Ne olmuştu?

Yeşiller Partisi, 22 Mart’ta partinin kuruluş sürecini tamamlamalarını, “alındı belgesi” vermeyerek engelleyen İçişleri Bakanlığı’na  dava açmıştı.

Ankara 8. İdari Mahkemesi, belgeyi vermeyerek partinin tüzel kişilik kazanmasını sekteye uğratan Bakanlıktan gerekçeli yanıt ve savunma istemiş, ancak herhangi bir cevap alamamış; bunun üzerine Yeşiller Partisi’nden “parti kurmaya ilişkin başvuru dosyasının bir örneğinin kendilerine gönderilmesini” istemişti.

Dosyanın mahkemeye ulaştırılması üzerine, bakanlığın işleminin hukuka aykırı olduğu ve yürütmesinin durdurulması kararı oybirliğiyle alındı.

‣ Yeşiller Partisi’nin kuruluşunun engellenmesi Meclis gündeminde
Kuruluşları dokuz aydır hukuksuz şekilde engellenen Yeşiller Partisi kampanya başlattı

 

 

[COP15] Bilim insanlarına göre COP15 dünyanın kaderini belirleyecek

Önde gelen bilim insanlarına göre, “yaşayan dünyanın tüm kaderi” Cop15 BM biyoçeşitlilik zirvesinde belirlenecek. Uyarı Science Advances dergisinde yayımlanan bir makaleyle, ABD, Columbia Üniversitesi‘nden Prof. Shahid Naeem, Çin’deki Xiamen Üniversitesi‘nden Prof. Yonglong Lu ve Amerikan Doğa Tarihi Müzesi‘nden Prof. Jeremy Jackson’dan geldi.

Bilim insanları dün (8 Aralık) Kanada’nın Montreal kentinde başlayan Birleşmiş Milletler Çölleşmeyle Mücadele Sözleşmesi’nin (UNCCD) Taraflar Konferansı’nın (COP15) Cop27‘den çok daha önemli olduğunu söylüyor.

Mısır’ın ev sahipliğinde düzenlenen ve Birleşmiş Milletler İklim Değişikliği Çerçeve Sözleşmesi (UNFCC) 27’nci Taraflar Konferansı (COP27), 6-17 Kasım 2022’de 190 ülkeden 40 binin üzerinde katılımcıyla gerçekleşmiş, dünyanın gözü zirveye kenetlenmişti.

Zirvede somut eylemler, dönüşümsel bir geçiş, kayıp ve zarar mekanizması, ulusal katkı beyanları gibi iklim krizi karşısında hükümetlerin üzerine düşen görevler gündeme getirilmişti. COP15’te ise odak noktası biyoçeşitliliğin korunması; kara, deniz, okyanuslar, bitki ve sağlıklı ekosistemleri kapsayan bir korumaya ilişkin eylemlilik…

Bilim insanları COP15’in COP27’den daha önemli olduğu yönündeki görüşlerini, antropojenik (insan eliyle/insan kaynaklı) küresel değişikliğin çeşitli boyutlarına dayandırdı. Araştırmacılar, en kritik, karmaşık ve zorlu olan konunun biyolojik çeşitlilik kaybı olduğunu vurguluyor.

Guardian’dan Damian Carrington’un aktardığına göre; yaban hayatı ve doğal alanların mevcut hızlı kaybı, birçok bilim insanı tarafından altıncı kitlesel yok oluşun başlangıcı olarak görülüyor.

Biyoçeşitlilikteki kayıplar insanlığın temiz hava, su ve yiyecek için bağlı olduğu dünyadaki canlı hayatının devamını sağlayan ekosistemi tehdit ediyor.

Yağmur ormanları gibi dünyadaki ekosistemlerin korunması da iklim acil durumunun nihayete kavuşması açısından hayati önem taşıyor.

Cop15, 2030’a kadar gezegenin yüzde 30’unun korunmasını sağlamanın yanı sıra, doğanın yok olmasının sebeplerinden biri olan tarım sübvansiyonlarına aktarılan 500 milyar doların gözden geçirilmesini ve finansmanın aktarımın yeninden yönlendirilmesi gerektiğini düşünüyor.

‘Başarısızlık artık bir seçenek değil’

Bilim insanları ayrıca Aichi hedeflerine işaret etti.

Aichi biyoçeşitlilik hedefleri Biyolojik Çeşitlilik Sözleşmesi (CBD) çerçevesinde belirlenmişti. Hedefler küresel gıda güvenliği, sağlık ve temiz suyun temelini oluşturan biyoçeşitliliği koruma ve muhafaza etme çabasına dayandırılmıştı.

20 ayrı hedefin bulunduğu Aichi’de on yıllık bir plan öngörülüyordu ve 2020’ye kadar bunlardan hiçbiri karşılanmadı.

Bilim insanları 196 ülkenin desteklemesine rağmen karşılıksız kalan hedeflere işaret ederek şunları söyledi:

“Dünya’nın kara, deniz ve tatlı su sistemleri, yakında 10 milyara yaklaşacak olan küresel bir nüfusun ihtiyaçlarını karşılama baskısı altında çökmeye başladığından, bu sefer başarısızlık bir seçenek değil.”

Aynı zamanda, uzmanlar “30×30” koruma planına yönelik geniş ve artan bir destek olduğunu, biyoçeşitlilik kaybının sonuçlarının iyi anlaşılmış olduğunu ve eylem için net bir yön verilmesi gerektiğinin de anlaşıldığını belirterek iyimserlik için çeşitli nedenler olduğunu da belirtti. 

COP15’te en çok bilinen tartışma konuları arasında “30’a 30” bulunuyor. Bu başlıkta 2030’a kadar Dünya’nın kara ve denizlerinin yüzde 30’unu koruma çağrısına yer veriliyor. Ancak yüzde 30’un yeterli olmadığı da tartışılan konular arasında. Çünkü Hükümetlerarası İklim Değişikliği Paneli‘nin (IPCC)  Altıncı Değerlendirme Raporu’nda yer verilen bulgularda koruma için yüzde 30 ile yüzde 50 aralığı verilmişti. COP15’te tartışılan ise aslında bunun en alt sınırı. 

Biyolojik çeşitlilik mahşerinin beş atlısı

Tarım ve madencilik için vahşi yaşamın yok edilmesi, karada ve denizlerde yabani hayvan ve bitkilerin aşırı sömürülmesi ve kirlilik ile birlikte biyolojik çeşitlilik kaybının ana nedeni olarak görülüyor.

İklim krizi ve istilacı türlerin dünyaya yayılması da buna katkıda bulunuyor.

Birleşmiş Milletler Çevre Programı Başkanı Inger Andersen bunları “biyolojik çeşitlilik kıyametinin beş atlısı” olarak adlandırdı.

BM Sekreteri António Guterres de zirveyi oldukça keskin cümlelerle açmıştı:

“Doğa olmadan biz bir hiçiz. Doğa bizim yaşam destek sistemimizdir ve yine de insanlık yok olmaya kararlı görünüyor. Kontrolsüz ve eşitsiz ekonomik büyümeye yönelik sonsuz iştahımızla insanlık bir kitlesel yok oluş silahı haline geldi.”

30×30 ve ötesi

“30×30” hedefinin yanı sıra, Cop15 anlaşmasının diğer taslak hedefleri arasında istilacı türlerin yayılışını yüzde 50 azaltmak, pestisit kullanımını en az üçte iki oranında azaltmak, plastik kirliliği akışını durdurmak ve büyük işletmelerin doğa üzerindeki etkilerini açıklamalarını zorunlu kılmak yer alıyor.

Ortaya koyulan çalışmada “Kapsamlı bir dizi bilimsel kanıtın, iklim değişikliği de dahil olmak üzere küresel değişimin nihayetinde biyolojik çeşitliliğin korunmasına nasıl bağlı olduğunu ortaya koydu” ifadelerine yer verildi.

Uzmanlar sağlıklı orman ve okyanusların karbon yutağı olduğuna ve gezegeni ısıtan sera gazı salımına karşı bir varlık göstereceğine işaret etti.

Kaynak: Marco Lambertini/ WWF

COVID-19’dan çıkarılacak biyoçeşitlilik mesajları

Bilim insanları aynı zamanda COVID-19 kısıtlamaları sürecinde insanın günlük hareketliliğinden uzak, dışarıdaki yaşamla temassız kalmasının doğada olumlu bir etkiye yol açtığının görüldüğüne de dikkat çekti.

Trafik, endüstriyel gürültü ve kirlilik ile insan-yabani yaşam temasındaki azalmanın gezegene iyi geldiğinin hatırlatıldığı metinde, eskiye dönüşle birlikte yasadışı avlanma ve habitat tahribatının da eskiye döndüğü belirtildi.

Araştırmacılar çıkarılacak mesajın, biyolojik çeşitlilik kaybını durdurmanın yalnızca insan baskılarını azaltmakla değil, aynı zamanda araştırma, restorasyon ve korumadaki insan faaliyetlerini artırarak da elde edileceği olduğu yönünde görüşlerini paylaştılar.

Bilim insanları COP15’ten çıkacak anlaşmanın yerli halkların haklarını tanıması ve hedeflere ulaşmak için daha zengin ülkelerden uzun vadeli finansman sağlaması gerektiğini, çünkü biyolojik çeşitliliğin en fazla olduğu yerlerin çoğu düşük gelirli ülkelerde olduğunu söyledi.

West Coast Yerli Halkları, Kanada Başbakanı Justin Trudeau’nun COP15’in açılışında yaptığı konuşma sırasında protesto gösterisi yaptı. Fotoğraf: Christinne Muschi / Reuters

‘Bir Paris anına ihtiyacımız var’

Paris İklim Anlaşması‘nın mimarlarından Fransız diplomat Laurence Tubiana şunları söyledi:

“Biyolojik çeşitlilik kaybını 2030 yılına kadar durdurmak ve tersine çevirmek için küresel bir hedefe ihtiyacımız var. Bu, 2015 Paris Anlaşması’nda iklim eylemi için hayata geçirildiği gibi, her düzeyde ve bölgede hedefleri, yasaları, politikaları ve finansmanı yönlendirecek. Yedi yılda, momentum açıkça görülüyor. Dünyadaki tüm yaşamı korumak için aynı ivmeye ihtiyacımız var.”

Almanya’daki Potsdam İklim Etkisi Araştırma Enstitüsü müdürü Prof. Johan Rockström şunları söyledi:

“Montreal’de bir ‘Paris anına’ ihtiyacımız var. Ancak Dünya’nın doğasını korur ve yeniden canlandırırsak, Dünya’nın iklimini gerçekten koruyabiliriz.”