İklim aktivistlerinin dünya çapında ünlü sanat eserlerine ve binalara yönelik iklim protestolarının son hedefi, İtalya‘nın Milano kentindeki ünlü La Scala Operası oldu.
Açılış gününde binanın girişine boya döken Ultima Generazione (Son Nesil) grubuna mensup aktivistler, sabah erken saatlerde opera binasının önüne farklı renklerde boyalar fırlattı; duvarlara “Son Nesil: Gaza hayır, kömüre hayır” yazdı.
Ultima Generazione, geçen ay da Roma‘da bir Van Gogh eserinin üzerine çorba, Viyana‘da bir Gustav Klimt tablosunun üzerine siyah bir sıvı ve Milano’da sergilenmekte olan ABD’li pop sanatçısı Andy Warhol tarafından boyanmış bir spor arabanın üzerine un serpmişti.
Aktivistler La Scala’da yaptıkları eylemle ilgili yaptıkları açıklamada, “İtalya’nın geleceğini kuraklık ve iklim felaketlerinden korumak için gerekli önlemleri almak yerine siyaset, birkaç kişiye şov yapmak için kendini kilitliyor” dedi.
Geçen ay İtalya’nın güneyindeki tatil adası Ischia‘da şiddetli yağmurun neden olduğu toprak kaymasının küçük bir kasabayı harap etmesinden sonra on iki kişi hayatını kaybetmiş; yaz aylarında, 70 yılın en kötü kuraklığı, ülkenin tarımsal üretiminin kabaca üçte birini oluşturan Po nehri çevresindeki kuzey bölgelerini felç etmişti.
Polis, La Scala’daki olayın ardından beş kişiyi gözaltına alırken, temizlik görevlileri tiyatronun girişindeki boyayı hızla kaldırdı.
Milano kentinin bağlı olduğu Lombardiya Bölgesel Yönetiminin başkanı Attilio Fontana ise eylemi “ahmakça ve mantıksız” olarak niteledi.
Rus eseriyle açılışa Ukraynalılardan tepki
Öte yandan açılışın, Rus besteci Modest Mussorgsky‘nin bestelediği “Boris Godunov” ile yapılması Ukraynalıların da tepkisine neden oldu. Etkinliğin Rusya’nın Ukrayna’yı işgali sırasında Kremlin için bir propaganda zaferi olduğunu belirten bir Ukraynalı grup, tiyatro binasının önüne toplanarak seçimi protesto etti.
İtalya Başbakanı Giorgia Meloni, İtalya Cumhurbaşkanı Sergio Mattarella ve Avrupa Komisyonu Başkanı Ursula von der Leyen‘in de katıldığı galada Rus sanatçılar uzun süre alkışlandı. Ukraynalıların itirazı sorulan von der Leyen, Ukraynalıları “fantastik, cesur ve cesur insanlar” olarak övdü, ancak Rus kültürünün Putin ile karıştırılmaması gerektiğini söyledi. İtalya’nın Ukrayna’ya verdiği desteği sürdüren Başbakan Meloni de kültür ve siyaset arasına bir çizgi çekmek gerektiğini söyledi: “Rus halkına, Rus tarihine, Rus kültürüne karşı hiçbir olumsuz duygumuz yok.”
Ukrayna diasporası da galadan önce bir dilekçeyle tiyatroyu Boris Godunov’u sergilemekten vazgeçmeye çağırmıştı. Açılış gecesini Rus devlet televizyonu da naklen yayınladı.
Kültür ve Turizm Bakanlığı, yönetmen Emin Alper’in “Kurak Günler” filmi için verilen destek fonunu, faiziyle geri istedi. Emin Alper konuyla ilgili, “‘Dolaylı bir sansür mekanizması işletilerek paramız geri isteniyor şu an. Bu çok tehlikeli. Bütün yönetmenleri şu an tedirgin eden bir sürece imza atmış oldu maalesef bakanlık” dedi.
Alper, Kültür ve Turizm Bakanlığı’nın desteği faiziyle 20 ay sonra geri istemesi hakkında şunları söyledi:
“Kültür ve Turizm Bakanlığı Sinema Genel Müdürlüğü, tarafımıza gönderdiği bir yazıyla, ‘Kurak Günler’ adlı projemize verdiği finansal yapım desteğini yasal faiziyle birlikte geri istedigini bildirmiştir.
Bu karar, 2018 yılı Kasım ayında başvuru yaptığımız ilk taslaktan sonra, proje geliştirme sürecinde senaryoda gerçekleştirdiğimiz değişikliklerin uygun görülmemiş olması gerekçesiyle alınmıştır. Bu, senaryonun tüm değişiklikleri içeren nihai halini Sinema Genel Müdürlüğü’ne teslim ettiğimiz tarihten 20 ay sonra alınmış bir karardır.
Bu karar kuşkusuz, filmimizle ilgili Cannes Film Festivali’nin hemen ertesinde başlayan, Antalya Film Festivali’nden sonra da devam eden yalan ve karalamaya dayalı medya kampanyalarının baskısıyla alınmıştır.
“Dünyanın hiçbir demokratik ülkesinde kamu fonları destek verdikleri filmlerin senaryolarındaki değişiklikleri denetlemez. Sinema sektörünün işleyişine aşina olan herkes şunu çok iyi bilir:
Senaryolar yazıldığı andan çekim gününe kadar, proje geliştirme sürecinde, çekim sırasında sette ve en nihayetinde kurguda değişir. Bunun aksi, eşyanın tabiatına aykırıdır. Maalesef Kültür ve Turizm Bakanlığı, 2019’da yapılan yönetmelik değişikliğiyle, senaryolar üzerindeki değişiklikleri takip etmek bahanesiyle eserlerimize yönelik açık bir sansür süreci işletmektedir.
Tehlikeli bir örnek
Nitekim ‘Kurak Günler’in yapım desteğini geri isteme kararı, sektör temsilcilerinin de yer aldığı sinema destekleme kurulu devre dışı bırakılarak, Kültür ve Turizm Bakanı’nın onayıyla, keyfi şekilde alınmıştır ve sinemamızın geleceği için son derece tehlikeli bir örnek teşkil etmektedir.
Şunu bir kez daha hatırlatmak isteriz: ‘Kurak Günler’, 2022 yılında üç büyük uluslararası film festivalinden birinde ülkemizi temsil etme başarısı gösteren tek uzun metraj film olmuştur.
Dünya prömiyerinden sonra pek çok ulusal ve uluslararası festivalde gösterilmiş ve çok sayıda ödül almıştır. Normal şartlarda, verilen desteği verimli bir şekilde kullandığımız ve ülkemizi uluslararası alanda başarıyla temsil ettiğimiz için kamu tarafından takdir edilmeyi beklerdik. Ne yazik ki, filmimizin başına gelenler, ülkemizde hiçbir başarının cezasız kalmadığının talihsiz bir örneği olmuştur.”
Altın Portakal’dan dokuz ödül
“Kurak Günler”, Türkiye prömiyerini Ekim 2022’de düzenlenen 59. Antalya Altın Portakal Film Festivali‘nde yaptı. Film festivalde ‘En İyi Yönetmen’, ‘SİYAD En İyi Film’, ‘En İyi Müzik’, ‘En İyi Yardımcı Erkek Oyuncu’, ‘En İyi Kurgu’, ‘En İyi Görüntü Yönetmeni’, ‘En İyi Erkek Oyuncu’, ‘En İyi Yardımcı Erkek Oyuncu’ ve ‘Cahide Sonku Ödülü’ ödülü olmak üzere dokuz ödül aldı.
Ödül konuşması için sahneye çıkan Alper, Boğaziçi Üniversitesi’nin yönetmen olmasında büyük katkısının olduğunu belirterek şunları söylemişti:
“Ülkesinin en güzide eğitim kurumunu ele geçirilecek bir kale olarak gören zorba bir zihniyetin saldırısı altında. Utanıyorum. Bu ülkenin bu nadide kurumuna yapılan saldırıdan gerçekten utanıyorum. Ama Boğaziçi Üniversitesi direniyor. Kazanacak. Sadece Boğaziçi Üniversitesi değil, zorbalığa karşı direnen herkes kazanacak. Gezi direnişçileri kazanacak. Hemen yanı başımızda diktatöre karşı direnen Ukrayna halkı kazanacak. Zalim mollalara direnen kadınlar kazanacak. Bütün bu direnişçiler tiranlara zorbalara şunları söylüyor: Kazanamayacaksınız. Tarih sizin yanınızda değil. Yıllar sonra hatıranızın önünde eğilecek kimseyi bulamayacaksınız”
Hedef gösterilmişti
Alper törenin ardından Akit, Sabah ve Aydınlık gibi yayın organları tarafından hedef gösterildi. Akit, yönetmeni hedef gösterdiği haberlerinde “LGBT propaganda filminin bakanlıktan destek aldığı ortaya çıktı! Erdoğan’a ve hükümete hakaret etti, 9 ödül aldı!”, “Bakanlıktan alınan destekle yola çıktılar! Hükümete kin kusup Erdoğan’a hakaret ettiler” gibi başlıklara yer verdi. Sabah gazetesinden Yüksel Aytuğ “Devletten para alıp devlete çakan ikiyüzlüler!” ifadelerini kullandı.
Aydınlık gazetesi ise Bakanlık desteğinin ardından “Kurak Günler” filminde değişiklikler yapıldığını iddia etti. Yayın organı, “Altın Portakal, yurtdışından fon alıyor” ifadeleriyle ise töreni ve yönetmeni hedef gösterdi.
Alper bu olayların ardından Bakanlık desteği hakkında şunları söylemişti:
“Kültür Bakanlığı Sinema Destekleme Fonu biat karşılığında verilen ulufe değil, sinema seyircilerinin aldıkları biletlerden kesilen rüsumlarla, yani hepimizin vergileriyle oluşturulmuş bir fondur. Amacı ülke sinemasını uluslararası alanda temsil edebilecek kalitedeki filmleri desteklemektir. Kurak Günler’in Cannes Film Festivali resmi seçkisinde yer alması, filmimizin 2022’de üç büyük festivalde gösterilen Türkiye’den tek film olması ve Antalya’da aldığımız ödüller bu fonun ne kadar isabetli bir yere gittiğinin en açık göstergesidir.”
İran’da 22 yaşındaki Mahsa Amini‘nin “başörtüsü kurallarına uymadığı” gerekçesiyle “ahlak polisi” tarafından gözaltına alındıktan sonra ölümü üzerine başlayan gösterilerle ilgili idama mahkum edilen bir kişinin cezasının infaz edildiği bildirildi.
İran Yargı Erki‘ne bağlı Mizan Haber Ajansı‘na göre, ekimde başkent Tahran‘da, Settar Han Caddesi‘ndeki protestolar sırasında soğuk silahla vatandaşları tehdit ettiği ve bir güvenlik görevlisini yaraladığı” iddiasıyla Devrim Mahkemesi tarafından ölüm cezasına çarptırılan Muhsin Şikari adlı gösterici bu sabah idam edildi.
Haberde, idam edilen kişinin, “ateşsiz silah taşımak, yolu kapatmak, araçları durdurmak, güvenliği ihlal etmek, milis güçlerle (Besic) çatışma, bir güvenlik görevlisini yaralama, korku ve dehşet salma gibi eylemlerle devlete karşı savaş açmak” suçlamasıyla 20 Kasım’da idama mahkum edildiği, daha sonra Yüksek Mahkeme tarafından da cezasının onaylandığı kaydedildi.
Muhsin Şikari, İran’da Mahsa Emini protestolarıyla bağlantılı idam edilen ilk gösterici oldu.
Ülkede yaklaşık 3 aydır devam eden gösterilerle bağlantılı olarak şu ana kadar 11 kişi idama mahkum edilmişti. Devrim Mahkemeleri tarafından verilen idam kararlarının Yüksek Mahkeme tarafından onaylanması gerekiyor. Yargı Erki Başkanı Gulam Hüseyin Muhsini Ejei, 6 Aralık’ta yaptığı açıklamada, idama mahkum edilen kişilerden bir kısmının cezalarının onaylandığını ve yakında infaz edileceğini belirtmişti.
İran Ceza Kanunu‘na göre, “kamu düzenini bozmak, yeryüzünde bozgunculuk yapmak ve devlete karşı savaş açmak” gibi suçları işleyenler idam istemiyle yargılanıyor.
Documentarist tarafından düzenlenen Hangi İnsan Hakları? Film Festivali, 10-14 Aralık 2022 tarihlerinde 12’inci kez seyirciyle buluşuyor.
Dünyanın pek çok ülkesinden ve Türkiye’den insan hakları ihlâlleri ve mücadelelerini konu alan filmlerin buluşacağı programın bu yılki ana teması “kadın ve özgürlük“.
Fransız Kültür Merkezi (Taksim) ve Aynalı Geçit Etkinlik Mekânı‘nda (Galatasaray) gerçekleşecek festival programında birçok ödüllü kurmaca ve belgeselin yanı sıra, ilk kez bir sanal gerçeklik (VR) sergisi de yer alıyor.
Kadınları merkeze alan filmlerin ağırlıkta olduğu programda, Suriye’den Katalonya’ya, Filistin’den Hindistan’a, Kolombiya’dan Macaristan’a, Fransa’dan Pakistan’a birçok coğrafyadan ve Türkiye’den insanlığa dair 25’i aşkın hikâye buluşuyor.
Festivalin ilk günü İran’da kadınların başlattığı isyandan hareketle İranlı ve Türkiyeli kadınların buluşacağı “DevriMahsa: İran’da ve Her Yerde Özgürlük” başlıklı bir açık forum düzenlenecek.
Adalet İçin, 2022
Forum öncesinde İran’ın tanınmış kadın yönetmenlerinden Rakshan Bani-Etemad‘ın 2009’daki seçim öncesinde kadınların taleplerini konu alan “İran Nüfusunun Yarısıyız” (We Are Half of Iran’s Population, 2009) ile Mahnaz Mohammadi’nin Tahran-Ankara treninde İranlı yolculara ülkeyi terk etme nedenlerini sorguladığı “Yol Günlüğü” (Travelogue, 2006) adlı belgeseller gösterilecek.
Her Mothers, 2020
Kurdwin Ayub’un bu sene Berlinale’deEn İyi İlk Film ödülü kazanan “Sonne” (2022) adlı filmi, son dönemin ses getiren iki uzun metrajlı belgeseli “Yolculuk” (La Traversée, 2022) ve “Josep” (2020), DAEŞ’le bağlantılı sarsıcı hikayeler anlatan iki film “Sabaya” (2021) ve “Düşmanın Çocukları” (Children of the Enemy, 2021), muhafazakâr bir toplumda lezbiyen bir çiftin bir çocuğu evlat edinmek için verdiği mücadeleyi konu alan “Bir Çocuk İki Anne” (Her Mothers, 2020) programın öne çıkan filmleri arasında…
Son filmin yönetmenlerinden Asia Dér, festival konuğu olarak İstanbul’a da gelecek.
Türkiye’den ise bitmek bilmez adalet arayışından ‘kentsel/rantsal dönüşüm’ projelerinin yıktığı yuvalara, mültecilik hallerinden engelli yaşamlara uzanan dokuz filmlik bir seçki seyirciyle buluşacak.
Birleşmiş Milletler Kalkınma Programı (UNDP) ve Euromersive işbirliğiyle gerçekleşen “Immerse In the World” başlıklı Sanal GerçeklikSergisi’nde ise dünyanın temel sorunlarını ele alan altı filmlik bir seçki Fransız Kültür Merkezi‘nde sanal gerçeklik gözlükleriyle izlenebilecek.
Avusturya Kültür Ofisi, Fransız Enstitüsü, Macar Kültür Merkezi, İsveç Başkonsolosluğu, İsveç Enstitüsü, Aynalı Geçit, Goethe Enstitüsü, Tarabya Kültür Akademisi ve Anadolu Kültür’ün işbirliği, Bianet ve 1+1’in basın desteği ile gerçekleşen festivalde tüm etkinlikler ücretsiz olarak izlenebilecek.
Rize’de havalimanı, şehir hastanesi ve lojistik liman gibi projelerin ardından deniz dolgusu yapılarak kazanılacak 600 dönüm alana millet bahçesi yapılmasına karar verildi. Bilim, engelsiz yaşam merkezi, kent müzesi ve sosyal donatı alanlarının yer alacağı proje, bir yılda tamamlanacak.
Kentte havalimanı, şehir hastanesi ve lojistik liman projeleri de deniz doldurulup üzerine inşa edilmişti. Şimdi de yine deniz doldurularak millet bahçesi yapılacak. 250 dönümü daha önce doldurulan, 350 dönüm daha ilave edilerek kazanılacak 600 dönüm alanda bilim ve engelsiz yaşam merkezi, kent müzesi, sosyal donatı alanları, spor tesisleri, kafeler ve yürüyüş yollarından oluşacak millet bahçesi projesi, 1 yılda tamamlanacak.
Millet bahçesinin iki kilometre uzunluğundaki kordonu da denize sıfır noktada olacak. Projenin Karadeniz’in hırçın dalgalarından korunması için dört metre yükseltilen dolgu alanı önüne, dalga kıranlar yerleştirilecek.
Mimarlar Odası Merkez Yönetim Kurulu Üyesi, Samsun eski Mimarlar Odası Şube Başkanı İshak Memişoğlu gazetemize “Kıyı Kanunu’na göre, zorunluluk durumlarında, kentte alan kalmamış ise kentin gelişmesi için bir liman ya da insanların iyi vakit geçirmek için rekreasyon alanına ihtiyaç olması durumunda dolgu alanının yapılabileceğini belirtmişti. Memişoğlu, “Bazı kentlerin kıyıda kalan kısmında bataklık, su alanı olur. Karadeniz’de bu tür alanlar var. Kent boşluğu da olmuyor. Doldurarak kamusal alan elde etmek isteniyor. Bu hak kıyı kentlerinde arazi elde etmek için şuursuzca kullanıldı” demişti.
Memişoğlu, “Dolgu alanlarının bu kadar yaygınlaşmasının altında yatan en önemli nedenlerden biri büyük rant kapısı olması” diye konuşmuştu.
Rize Belediye Başkanı Rahmi Metin, kentte arazi kıtlığından dolayı 1970’li yıllardan itibaren denizin kısım kısım doldurulduğunu belirterek, şunları söyledi:
“Millet bahçesi olacağı için çevrecilik açısından en masum dolgu olacak proje ile insanlar beton yığınından kurtulup, yeşil alanlarda dolaşabilecek. En önemlisi de denize sıfır olması yani denizimizin burada önünde taş yok. Adeta insanlar boğazdaki kordonda yürür gibi 2 kilometrelik hatta denize sıfır yürümüş olacaklar. Bu şekilde bu rekreasyon alanları vatandaşlarımızın hizmetine sunulmuş olacak. ”
Türkiye’de yaşayan LGBTİ+’lar için yaşam oldukça zor. Kürt kentlerinde yaşayanlar için bu sorun daha da derinleşiyor. Ayrımcılık, inkâr ve yok sayma bu bireylerin yaşadığı bilinen temel sorunlardan. Sayıları sanılandan fazla olan Kürt LGBTİ+’ların görünür olmamasını sağlayan tam da bu nedenler. Buna dini veya sosyolojik nedenler de dahil edilebilir.
Metropollerde yaşayan Kürt LGBTİQ+‘lar, platformlar veya dernekler üzerinden mücadelelerini sürdürmeye, görünür olmaya çalışıyor. Ancak Diyarbakır’daki Hebun ve Keskesor dışında Kürt kentlerinde bu yönlü oluşumların sayısı yok denecek kadar az. Bu da bölgedeki LGBTİ+’ların seslerinin kısık kalmasına neden oluyor.
LGBTİ+ derneği kapatılırken homofobi, polis eşliğinde sokaklarda…
Van ise LGBTİ+’ların görünür olmadığı bölgenin bir başka metropol kentlerinden. Bu alanda faaliyet yürüten Ah Tamara isimli derneğin 2017 yılında kapatıldığı kentte zaman zaman LGBTİ+ karşıtı yürüyüş ve gösteriler yapılıyor.
Son olarak geçen haftalarda aralarında Ensar Vakfı, İHH (İnsan Hak ve Hürriyetleri İnsani Yardım Vakfı), ASKON (Anadolu Aslanları İş Adamları Derneği), MUSİAD gibi kurumların da olduğu yaklaşık 50 sivil toplum kuruluşunun bir araya gelerek oluşturduğu Van Sivil Dayanışma İnisiyatifi (Van SDİ) üyeleri, ‘Aileni ve neslini koru’ başlığıyla bir yürüyüş düzenlendi.
Aralarında kadın ve çocukların da olduğu kalabalık, ‘sapkın LGBT çetelerine hayır’, ‘medya LGBT dayanışmasına dur de’ yazılı dövizler taşıdı ve homofobik sloganlar attı.
Birçok kurumun katılımıyla 19 Kasım’da kentte düzenlenen “Ailen saldırı altında’’ başlıklı LGBTİ+ karşıtı yürüyüşten
Kapatılan Van Kadın Derneği kurucu üyesi: Yürüyüş ilk değil
22 Kasım 2016 tarihinde KHK ile kapatılan Van Kadın Derneği‘nin (VAKAD) kurucu üyelerinden Zozan Özgökçe, kentte kadınlara ve LGBTİ+la’ra dönük bir saldırı halinden söz ediyor. Özgökçe Türkiye’deki LGBTİ+’lara yönelik nefret söylemlerini ve baskıyı Van özelinde şöyle anlatıyor:
“Kapatılan VAKAD bünyesinde bir grup, LGBTİ+ bir grup kurdu. Özellikle Van’a gelen İranlı LGBTİ+’lar vardı o dönemde ve sokakta biraz daha görünür durumdaydılar. O dönemlerde Hebun ve Kaos GL ile birtakım sempozyumlar yaptık. Bu çalışmalar kentteki birçok LGBTİ+’ların bizi bulmasını sağlamıştı. VAKAD, LGBTİ+ birimi veya Tamara gibi kurumların olduğu örgütlü bir durum vardı. Sonra bu örgütlülük hali tamamen dağıldı. Çünkü Türkiye’de ve özellikle Van’da yükselen gericilik, dincilik ve özellikle Van’da düzenlenen yürüyüşler etkiledi. Yapılan yürüyüş ilk değil bu arada. Daha önce bizim sempozyum yapacağımız yere doğru bir yürüyüş yapıldı. Sürekli bir saldırı hali var toplum içerisinde.”
Nefrete karşı mücadele: Ergenlik çağındaki çocuklar bununla baş edemiyor
“O dönem, görünür olan bazı LGBTİ+’ların dövüldüğü, tecavüze ve şiddete uğradığını biliyoruz. Toplum bunun bir hastalık olduğunu kısa sürede yayabiliyor” diyen Özgökçe genç yaştaki intiharların da bununla bağlantılı olduğunu aktarıyor:
“Genç yaşlarındaki kız ve erkek çocukların artan intiharları da bununla ilgili. Özellikle ergenlik çağındaki çocuklar bu durumla baş edemiyor.”
‘LGBTİ+’lar da onları kabul eden aileleri de çevre tarafından tepki alıyor’
Özgökçe, kentin LGBTİ+’ları fark etmesi, ailelerin ve çevrenin buna olumlu bakması için zamana ihtiyaç olduğunu dile getiriyor. Özgökçe’ye göre LGBTİ+’lar kadar, onları kabul eden ailelerinin de çevre baskısı görüyor:
“Sadece LGBTİ+’lar değil, ailesi de bu süreçte tepki alıyor. Ailesinin kendisini kabul ettiği bir LGBTİ tanıdık vardı, ailesi çevreden baskı gördükçe ona da yansıdı ve kenti terk ederek başka yere göç etmek zorunda kaldı. Bu yüzden kentteki LGBTİ’ler kendini saklamak zorunda kalıyorlar. Aile içerisinde, çevrede, okulda çok zorluk yaşıyorlar. Toplum bu konuda çok kötü, aşırı acımasız. Düzenlenen yürüyüş de bunun bir ürünü.”
KHK ile kapatılan Van Kadın Derneği’nin (VAKAD) kurucu üyelerinden feminist aktivist – Zozan Özgökçe
Aileye ne zarar verir?
Düzenlenen yürüyüş hakkında konuşmaya devam eden Özgökçe, kentte aile içi şiddet, kadın ve çocukların uğradığı şiddet ve istismar gibi daha acil sorunların varlığına dikkat çekiyor ve şu şekilde devam ediyor:
“LGBTİ+ karşıtı yürüyüş yapanlar hayvanseverleri bile hedeflerine koymuşlar. Birçok ülkede kabul görmüş olan eşcinselliğin ailenin karşısına çok keskin bir şekilde bırakılması çok acayip bir politika. Bunun kabul edilebilir bir tarafı yok. Açıklamalar da çok cehalet ürünüydü. Dini tanımama ile de alakalı olduğunu düşünüyorum. Buna mukadderat deniliyor. Çift cinsiyetli doğanlar var, bunlardan birini seçmek zorunda kalanlar var. Bunlar hiç mi araştırılmıyor?”
Özgökçe aileye zarar veren sorunları da şöyle sıralıyor:
“Aile içi şiddet, aile reisliği adı altında erkeğin aileye hükmetmesi, kadının ve çocukların istismara uğramasıdır, kadın ve çocuğun ekonomik haklarının gasp edilmesidir, çocukların erken yaşta zorla evlendirilmesidir. LGBTİ+ olmak bunlar kadar yaygın değil. Bu grupların bunlar için yürüdüğünü görmedik. Kurslarda, yurtlarda çocukların maruz kaldığı şiddet ve istismarlara yönelik de bir şey söylenmiyor.”
LGBTİ+ haklarını savunmanın faturası: ‘Ahlaksız’, ‘aile ve din düşmanı’
Özgökçe, kendisinin de LGBTİ+ haklarını savunduğu için hedef tahtasına konulduğunu ve ‘ahlaksız, LGBTİ destekçisi, aile düşmanı ve din düşmanı’ şeklinde yaftalandığını dile getiriyor. Durumu ‘vahim’ olarak tarif eden Özgökçe,”Bu cehalet ve dogmatizme karşı ne yapılabilir bilmiyorum” diyor.
2004’ten Van ve çevre illerinde beri çalışan VAKAD, yedi yıl boyunca kadın, çocuk ve LGBTİ+’lara ilişkin önemli çalışmalara imza attı.
Öte yandan son dönemlerde Van ve çevre kentlerinde yaşanan kadın intiharlarına ve kadına dönük şiddet vakalarına değinen Özgökçe, hukukun da burada işlemediğini ifade ediyor:
“İntiharlar, kadına dönük şiddet sürüyor ve burada hukuk da işlemiyor. Bu yüzden kadınlar, çocuklar LGBTİ’ler bu erk toplumda çok savunmasız kaldık. Dün konuştuğum bir kadın bıçaklandığınıama faile bir şey yapılmadığını söylüyor. Failleri korur vaziyete geldi kanunlar. Bu durum, kadınlarda ve LGBTİ+’larda ‘başıma bir şey gelirse şikâyet edersem hukuk benden yana olmayacak’ şeklinde bir fikri yaygınlaştırıyor böylece daha çok içe kapanıyorlar ve intiharlar artıyor. Bu durumun değişmesi lazım. ‘’
Kentte yaşayan LGBTİ+’lar anlatıyor
Kentte yaşayan LGBTİ+’lar ise kentte görünür olmadıklarını söylüyor ve toplumun kendilerini dönüştürmek istediğini ifade ediyor.
Kentte yaşayan eşcinsel R.P, buna başkaldırmak gerektiğini ancak tercih edilen yöntemlere ve hassasiyetlere dikkat edilmesinin önemli olduğunun altını çiziyor.
R.P, toplumun kendilerini eskiye göre yok saymadığını ama bunun varlıklarını kabul ettikleri anlamı taşımadığını ekliyor.
21 ve 22 yaşlarında olan ve beraber yaşayan Ş.Ş ve R.K ise kentte özgür olmadıklarını dile getiriyor ve sosyolojik nedenlerden dolayı birçok LGBTİ+’nın yönelimini bastırmak veya gizli tutmak zorunda kaldığı bilgisini veriyor.
Dar alanlara sıkıştırılan ve görünmez kılınan yaşamlar
Ş.Ş, bu sebeple kentte görünür olmadıklarını, yürüyüş veya dernekleşme gibi faaliyetleri gerçekleştiremediklerini aktarıyor.
Sokakta, iş yerinde yadırganan, dışlanan ve yaşamın tüm alanlarında kendilerini büyük ölçüde yalnız hisseden LGBTİ+’lar, kendilerini çoğu zaman dar arkadaş ortamlarında güvenli veya mutlu hissediyor.
LGBTİ+’lar, toplumsal yaşamın diğer alanlarında ‘dikkatli’ davranmak zorunda kalıyor ve taşıdıkları bu sosyal kaygılar ve güvenlik endişelerinden dolayı röportajda isimlerinin ve görüntülerinin kullanılmamasını istiyor.
Abim ilk defa öğrendiğinde yalnız öleceğimi düşünmüştü. “Neden yalnız öleyim ki siz varsınız” demiştim. “Ben çocuğumla, eşimle olacağım ve sen öldüğünde yanında çocuğun olmayacak. Bunun farkında mısın?” diye konuşmuştu. Ben de yalnızlıktan korkan bir insanım…”
“Hayır bu ben değilim, ben bunları hissetmiş olamam’ diyerek ret etmiştim.”
Bu sözler Van’da yaşayan R.P. ’ye ait. 32 yaşındaki P. çocuk yaşta keşfettiği yönelimini ilkin bastırmaya çalışıyor. Yönelimini keşfettiği süreçle ilgili şunları söylüyor:
‘Annemin babama hissettiği gibi’
“İç dünyamızı anlatmak gerçekten çok zor. Hiçkimse herkesin ‘kötü’ dediği olmak istemez. Herkesin sarışın olduğu bir ortamda esmer olmak ister mi insan? Hor görüleceğini, ötekileştirileceğini veya bundan zarar göreceğinin farkındasın. Biz işte tam da bunu bilerek yola çıkıyoruz. Bir şey hissediyorsun ve bu hissinin toplumdaki dönütünün nasıl olacağını biliyoruz. Bunun için ilk başta bastırıyoruz. ‘Hayır bu ben değilim, ben bunları hissetmiş olamam’ diyorsun. Bir kadına yoğun duygular beslediğimi fark ettim. Annemin babama hissettiği gibi. Tanım bulamadığım bu isteği ret ede ede depresyona girdim. Ailede veya çevrede destek verecek biri olsaydı bu kadar karmaşık ve buhran dolu olmazdı belki.”
‘Bölgede yeni neslin bakış açısı olumlu yönde mi gelişti tam emin değilim’
LGBTİ+’lara dönük olumlu bir dönüşümden söz ediyor P. ancak Z kuşağı için ayrı bir parantez açıyor. Çünkü ona göre Z kuşağı oldukça yozlaşmış ve bakış açıları 40 yaş üstü jenerasyondan çok daha kötü.
R.P., Kürt kentlerindeki yeni neslin LGBTİ+’lara karşı olan yaklaşımından rahatsız olduğunu ifade ediyor. Ve bu yaklaşımı ‘duygusal eziyet’ şeklinde tarif ediyor:
“Belli bir bilinç oluşmuş, dernekler var, basın eskisi gibi yaklaşmıyor. Buradaki 40 yaş üstü bireyler daha çok toplumsal dogmalarla hareket ediyor. Yeni neslin bakışlarından, tacizlerinden rahatsızız. Lezbiyen olduğumu biliyor mesela ama yalnız veya başka biriyle gördüğünde bakışı, söyleme tarzı, merakını giderme biçimi başka boyutta olabiliyor. Kürdistan coğrafyasında kadın olarak çok zorlanmıyoruz aslında erkek arkadaşlarımıza nazaran. Bu coğrafyada erkekler daha çok taciz ediliyor. Hakarete uğruyorlar hatta linç girişimlerine bile maruz kalabiliyorlar. Ya da hiçbir şey olmazsa kimse yanlarında yürümek istemiyor. ‘Ali’nin gay olduğunu öğrendikten sonra ben onunla yürümek, görünmek istemem artık’ bu cümle bile bu arkadaşlar için bir duygusal eziyet.”
Van, bir buçuk milyona dayanan nüfusuyla bölgenin en büyük kentlerinden
Şöyle devam ediyor: “Bu coğrafyada kadın erkek ilişkisi art niyetli yorumlanır. Bir kadın olarak başka bir kadın arkadaşımla oturduğumda eşcinsel olduğumu bilen tanıdıklarım tarafından, ‘Ooo götürecek misin, sevgilin mi?’ falan diyor. Bu toplumdaki erk düşüncenin bir getirisi. Erkek böyle yaşıyor ve bir kadının da bunu yaşayacağını düşünüyor ve bununla övünüyor. Son yıllarda biraz da olsa bu kodlar değişti diyebiliriz. Yok saymıyor insanlar ama bu yok saymama durumu kabul ettikleri anlamına da gelmiyor.”
‘Toplum, beni değiştirip dönüştürmek istiyor’
LGBTİ+’lara dönük ayrımcı ve küçük düşürücü söylemlerin özünde yine kadını hedef aldığını söylüyor P. ve kadının burada da dezavantajlı konumda olduğunu savunuyor.
“Evet, ben kısa saçlıyım ama bir kadınım. Erkek değilim, olmak da istemem. Lezbiyen olarak bir kadınım ve bir kadından hoşlanıyorum. Ben artık kendimi şu veya bu olarak tanımlamak istemiyorum. Ben duygusal bir insanım ve kadınlara karşı bazı hislerim var. Ama toplum beni değiştirip dönüştürmek istiyor. Mesela anne-babam üzülmesin diye hayatıma bir erkek almam gerektiğini, evlenmem gerektiğini de biliyorum. Bazen onların istediğini yapıyorum ve şu an çok değerli bir erkek arkadaşım var. Bu kabul beni çok rahatsız ediyor” sözlerine yer veriyor.
“Annem, hâlâ bir gün çocuk sahibi olacağımı hayal ediyor” sözlerini kullanan P. ailesinin, yönelimini bilmesine rağmen hala duygusal davrandıklarından ötürü bunu kabul edemediklerini ifade ediyor.
‘Protesto biçimleri/kullanılan bazı kavramlar mevcut nefreti derinleştiriyor’
P. eşcinsel olarak cinsellikle değil birbirlerine duydukları aşk’la bilinmeleri gerektiği, eşcinselliğin cinsellikle bağdaştırılmaması gerektiği yönünde eleştirilerine ek olarak LGBTİ+ mücadelesinde yürütülen bazı yöntemleri de eleştiriyor.
Protesto biçimlerinin veya kullanılan bazı kavramların kendilerine dönük mevcut nefreti derinleştirdiğini aktaran P., şu sözlerle devam ediyor:
“Sokaklarda veya tülbentli annelerimizin olduğu bir mitingde, ‘ibneyiz’ cümlesini kullanamam çünkü benim ailem, toplumum bu kavramı kabul etmez. Bu kelime onlar için hakaret ve küfrü çağrıştırıyor. Biz bununla ‘Evet, bana küfür edin’ diyoruz aslında.
2016’ydı sanırım İstanbul’daki onur yürüyüşünde LGBTİ+’lar soyundular. Bizim insanımız bizi sapık veya ahlaksız olarak görüyor zaten biz de soyunursak bu algıyı daha çok güçlendiririz. Yöntemimiz bu olmamalı. Bunu yapan trans arkadaşlarımız elbette protesto amaçlı yaptılar ama maalesef ülkede femen anlayışını anlayacak bilinçte insanlar çok az. Biz başkaldırıyı yanlış anlıyoruz. Çünkü bir azınlığız ve onların bize itham ettiği şeyleri bazen onlara ispatlıyor gibiyiz. Bizler her ne kadar yeni çağa ayak uyduruyorsak da kültürüne, geleneklerine bağlı insanlarız. Onlardan da uzak kalmamalıyız.”
‘Çoğu arkadaşımız kendini gizlemek zorunda kalıyor’
“Artık özgürce haykırmak istiyorum. İşte, sokakta, girdiğimiz ortamlarda bunu saklamak zorunda kalmamız rahatsız ediyor.”
Bu sözler de Van’da yaşayan Ş.Ş. ‘ye ait. 21 yaşındaki Ş., kentte dışlandıklarını anlatıyor:
“Arkadaşımla beraber yaşıyoruz, ailelerimiz de bunu biliyor. Ama gizleyen arkadaşlarımız var. Çünkü anlatsalar şiddetten, evlatlıktan ret edilmeye kadar birçok şey yaşayacaklarını biliyorlar. Annem ilk öğrendiğinde bana ‘Sen saçmalıyorsun’ demişti. Sonradan alıştılar zaten. Ablam, Twitter’da hakaret ve tehdit dolu bir paylaşım yapmıştı ve bizi etiketlemişti. Çok zoruma gitmişti” sözlerine yer veriyor.
Ş., en çok kadınlar tarafından olumsuz karşılandıklarını düşünüyor:
“Kadınlar, bizi daha çok yadırgıyor. Z kuşağı daha öngörülü, onlar içerisinde bir hassasiyet gelişiyor.”
‘Burada da Onur Yürüyüşü düzenleyelim’ dediğimizde, arkadaşlar ‘Bizi öldürürler’ demişti’
Van’daki LGBTİ+’ların sayısal olarak oldukça kalabalık olduğu tahmin ediliyor ancak bunların çok azı görünür durumda.
Kentte şu sıralar LGBTİ+ odaklı faaliyet yürüten dernek veya platform yok.
2015’te kurulan Ah Tamara LGBTİ+ platformu 2017’de kapatılmıştı.
3 Haziran 2015 tarihinde ise platform üyesi olan Sinan Akyüz (Neçirvan), maruz kaldığı baskılardan kaynaklı intihar etmişti.
Van Ah Tamara üyelerinin intihar eden LGBTİ Neçirvan için 2015 yılında düzenlediği eylem
Ş., Van’daki bu görünürlük sorununu sosyolojik nedenlere bağlıyor ve şöyle devam ediyor:
“Türkiye’nin bazı illerinde Onur Yürüyüşleri oluyor. Van’da da yapalım dedik, arkadaşlar ‘Bizi öldürürler’ dedi. Van’daki LGBTİQ+’ların yüzde 90’ı gizli. Toplasan on kişi var. Bu on kişinin yakalanması veya ifşa olması çok zor olmasa gerek. Bunun sebebi de sosyolojik şartlar. Korktuğumuz bir şey yok. Aile, toplum veya güvenlik güçlerinden. Ama korkan, kaygı duyan arkadaşlarımız var. Bunları ikna edebiliriz ama başlarına bir şey gelirse ne diyeceğiz.’’
Evde, işte, sokakta…
Ş. ile beraber yaşayan R.K. de benzer düşünüyor. İş ortamında ve sokaklarda mesafeli davranmak zorunda kaldıklarını dile getiren K. , baskı hissettiklerini hatta zaman zaman dini merkezli bazı oluşumlar tarafından hedef gösterildiklerini söylüyor:
“Van’da çok görünür değiliz. Sadece arkadaş çevremiz biliyor. Bir ara afişler asıldı kentte, ‘Ailenizi İslam Korur’ diye. LGBTİ+’lar hedef göstermişlerdi. Sokakta kendimizi öteki hissediyoruz. Garip bakışlar, farklı olduğumuzu her an anlatıyor.”
‘8 Mart’ta bayrak açtım: Korkuyordum, bayrağı heyecandan titreyerek çıkardım’
Kentteki LGBTİ+’lar, 8 Mart Dünya Kadınlar Günü veya Newroz gibi toplu etkenliklerin yapıldığı günler dışında görünür değiller. Bu kitlesel etkinliklerde yapılan eylemler de daha çok bireylerin girişimiyle gerçekleşiyor.K., konudaki ilk deneyimini şu sözlerle anlatıyor:
blockquote>“8 Mart’ta bayrak açtım. Çok korkuyordum. Diğer bayraklardan bir çubuk buldum ve heyecandan titreyerek bayrağı çıkardım. Tüm gözler üzerimde. Gazeteciler çekmeye başladı. Sonra gençler gelip fotoğraf çekmeye başladılar. Ben böyle olacağını tahmin etmemiştim. Şok olmuştum davranışları karşısında. Cesaretlendim epey. Etrafımda bir grup oluştu ve slogan attık ‘Susma haykır, eşcinseller vardır.’ Çok hoşuma gitmişti bu.”
‘Bayrak açmıştık herkes rengarenkti: 30 saniye kadar açabilmiştik’
Ş. de Van Yüzüncü Yıl Üniversitesi’nin bir etkinliğinde giriştiği deneyim hakkında şunları ifade ediyor:
“Üniversitede de boya festivalinde bayrak açmıştık herkes rengarenkti. Bayrak açtıktan sonra görevliler bizi indirdi, engel olmaya çalıştı. 30 saniye kadar açabilmiştik.”
Ş.Ş. ve R.K.
‘Kürt olduğum için ayrıca zorlanıyorum’
Kamusal alanın dışında LGBTİ+’ların karşı karşıya kaldığı ilk ve en zor bariyer aile.
Bireylerin kendi yönelimini şekillendirecek süreç tam da burada başlıyor.
K., bu sürece ilişkin “Ablam erkenden fark etmişti. Bu dönem içerisinde kendimle sürekli savaş içerisindeydim. Ailem ve toplum kabul etmez diye. İntihara kadar gitti bu olay. Sonra mutlu olduğumu hissettim. Bir kadın vesile olmuştu buna. Kendimi kabul ettim adım adım. Aileme anlattım, babam dışında hepsi anlayış gösterdi. Annem sonrasında dindarlaştı ve dindarlaşınca yanımda olmadığını görmeye başladım” diyor ve yakın çevresi tarafından ilk dönemlerde tehdit edildiğini de sözlerine ekliyor.
K., Kürt olmasının cinsel yönelimine ek sorunlar doğurduğunu savunuyor:
“Kürdüm ve bunun için ayrıca zorlandığımı hissediyorum çoğu zaman. Zaten ülke genelinin yarısından fazlasının Kürt olduğunu düşünüyorum. Hatırlarsanız bazı eylemlerde ‘Kürdistan vardır, labunyalar vardır’ şeklinde sloganlar atılıyordu. Ama burada örgütlenme az. Çünkü üniversite özgür değil ve dernek yok.”
Ş., ise Kürt kimliğinin kendisini farklı bir duruma sokmadığını söylüyor ve “Hatta bazen buradaki bazı aileler geleneksel kodlardan dolayı utanç kaynağı olarak görüyor” cümlesine yer veriyor.
Boğaziçi Üniversitesi’nde Cumhurbaşkanı Kararı ile kurulan Hukuk Fakültesi için açılan “adrese teslim” öğretim üyesi ilanları üst mahkeme tarafından da iptal edildi.
Rektörlüğün İstanbul 8’inci İdare Mahkemesi kararına yaptığı itirazı değerlendiren üst mahkeme, kararın yürütmesinin durdurulmasına yönelik talebi reddetti.
Rektörlüğün mahkeme kararına karşı yaptığı itirazın üst mahkemece reddedildiğini duyuran Avukat Fırat Kuyurtar, “Bu ilana dayalı olarak yapılan atamaların gecikmeksizin iptal edilmesi gerekiyor” açıklamasını yaptı.
Kuyurtar, “Mahkeme kararının yürütmesinin durdurulması talebi reddedildiği için bu ilana dayalı olarak yapılan atamaların gecikmeksizin iptal edilmesi gerekiyor” açıklamasını yaptı.
Neler yaşandı?
Hukuk fakültesi bünyesinde yapılacak personel alımlarına yönelik olarak 16 Temmuz 2021 tarihli Resmi Gazete’de kadro ilanları yayınlanmıştı.
İlanda Özel Hukuk, Medeni Hukuk ve Ticaret Hukuku bölümleri için toplamda üç doktor öğretim üyesi, Milletlerarası Özel Hukuk bölümü için bir doçent ve ayrıca üç araştırma görevlisi alınacağı belirtiliyordu.
İlanlardaki spesifik şartların kadrolara kimin getirileceğinin önceden belli olduğunu gösterdiği gerekçesiyle ilanlara karşı İstanbul 8’inci İdare Mahkemesi’nde dava açıldı.
Mahkeme bu ilanı öğretim üyesi ilanları yönünden iptal etti. Mahkeme kararında “yurt dışı şartının bilimsel bir kanıt olmadığını” ve “davalının idarece spesifik olarak belirlenen doktora eğitimi alanları ve lisansüstü tez konusuna ilişkin ihtiyacın varlığını ortaya koyacak somut bir gerekçeyi ortaya koymadığını” belirtti.
Boğaziçi Üniversitesi Rektörlüğü mahkeme kararını üst mahkemeye taşıdı ve kararın açıkça hukuka aykırı olduğunu iddia ederek kararın yürütmesinin durdurulmasını talep etti.
Davacılar ise araştırma görevlisi ilanları yönünden ve diğer bazı hukuki gerekçelerle karara kısmen itiraz etti.
Dosyayı inceleyen İstanbul Bölge İdare Mahkemesi 7’nci İdari Dava Dairesi Rektörlüğün kararın yürütmesinin durdurulmasına yönelik talebini reddetti.
Üst mahkemenin kararını duyuran Avukat Fırat Kuyurtar açıklamasında “Mahkeme şimdi dosyayı sırası gelince esastan inceleyecek” ifadelerini kullandı.
‘Atamaların iptal edilmesi gerekiyor’
Konuyla ilgili açıklama yapan Avukat Kuyurtar, “İdari Yargılama Usulü Kanunu’na göre idareler, iptal kararının gereğini kararın tebliğinden itibaren en geç 30 gün içinde uygulamak zorunda. Aksi takdirde görevlerini kötüye kullanmış olurlar” bilgilendirmesini yaptı.
Rektörlüğün bu konuda ne yapacağına dair henüz bir açıklama yapmadığını belirten Avukat Fırat Kuyurtar, “Kararın takipçisi olacağız. Kadrolar iptal edilmezse süre sonunda kadroların iptali ile ilgili hukuki yollara başvuracağız” dedi.
Erzincan, İliç’te Amerikalı ve Kanadalı Anagold Madencilik ile Çalık Holding‘in ortağı olduğu Çöpler Altın Madeni‘ndeki siyanürlü faaliyetlerin sonlandırılması için verilen mücadele devam ederken bir siyanür tehdidi de Gümüşhane’deki maden ocağı için Kaza Altın İşletmeleri‘nden geldi.
Ülkenin dört bir tarafını siyanür havuzuna çeviren Koza Altın İşletmeleri Gümüşhane’de de altın madeni açmak için başvuru yaptı. Projenin onaylanması halinde çıkarılan cevher 2007’de açılan Gümüşhane’deki Mastra Maden Ocağı’nın siyanür havuzuna taşınacak.
BirGün‘den Gökay Başcan’ın aktardığına göre; 2015’te kayyım atanan ve maden faaliyetlerine hız veren Koza Altın İşletmeleri ülkenin dört bir tarafında zehir çukurları açıyor.
İzmir’i, Giresun’u, Eskişehir’i, Kayseri’yi ve son olarak Gümüşhane’yi zehirlemek isteyen Koza Altın İşletmeleri’nin sahibi firari Akın İpek’in FETÖ’den hüküm giymesi üzerine 2015’te şirkete kayyım atandı.
Bir süre ülke genelinde faaliyetlerine ara veren Altın Koza, kayyım atanması üzerine Gümüşhane’deki Mastra Maden Ocağı başta olmak üzere birçok faaliyetine devam etti.
Kayyım atandıktan sonra iktidarın gözde şirketlerinden olan Altın Koza ülkenin dört bir tarafında yeni maden ocakları açtı ya da var olanların kapasitesini artırdı.
Bergama’da da altın madenine karşı direniş sürüyor…
İzmir’in Bergama ilçesinde fıstık çamıyla ünlü Kozak Yaylası’nın yanı başında bulunan, 2010 yılında faaliyete geçen Çukuralan Altın Madeni’ne karşı direniş ise sürüyor.
Sürekli kapasite artırımı ve yeni tesisler eklemeye çalışan şirket hukuk kararlarını tanımıyor. ‘Çevresel etki değerlendirmesi (ÇED gerekli değildir’ kararları iptal edilen şirket hukukun arkasından dolanarak Altın Madeni Kırma Eleme Tesisi için ikinci kez başvurdu. Bu kez ‘ÇED olumlu’ kararı alan şirkete Danıştay dur dedi. Yurttaşların başvurusu üzerine Danıştay, kararı iptal etti.
Şirket, iki kez mahkemeler tarafından reddedilmesine rağmen kapasite artırımından vazgeçmiyor. Bölgeyi yıllarca siyanüre boğan şirket, üçüncü kez denediği kapasite artışıyla alanın büyüklüğünü 132 hektar artırarak 324 hektara çıkarmak istiyor.
Köylüler göç ediyor
Gümüşhane ili sınırlarında bulunan Masta Maden Ocağı’nda da hem maden çıkartılıyor hem de siyanürle cevher zenginleştirme yapılıyor.
Şirketin son olarak Giresun’daki ruhsatlı alan için başvurduğu proje onaylanırsa çıkartılan cevher Gümüşhane’ye taşınacak. 2007’de açılan Masta Maden Ocağı bölgeyi adeta çöle çevirdi. Yıllar içerisinde bölge halkının göç etmesiyle hayalet köyler ortaya çıktı.
Yerleşim yerlerine yedi yüz metre uzakta dinamitli patlatma
Giresun’un Dereli ilçesinde açılması planlanan maden ocağının, Terasdamı ve Mence mahallelerine uzaklığı 700 metre. Yerleşim yerlerinin dibinde patlatma yöntemiyle çalıştırılacak maden ocağında yılda 312 dinamit patlaması yapılacak.
Şirket ÇED dosyasında, cevher zenginleştirme yani altını ayrıştırma işlemi yapmayacağı için ‘kimyasal kullanmayacağı’nı belirtti. Gümüşhane’den çıkarılan cevher geçici depolama tesisinde bir süre bekletildikten sonra Mastra Maden Ocağı’na getirilerek siyanürle buluşturulacak.
Beş yıl olarak belirlenen üretim süresi boyunca 567 bin ton cevher ve 592 bin ton pasa çıkartılması bekleniyor. Projenin bedeli ise 360 bin TL.
Koza, diğer projelerinde olduğu gibi burada da projeyi küçük göstererek ÇED onayı almak istiyor. Şirket, tamamı ormanlık alan içerisinde bulunan 20,65 hektarlık alan için başvurdu. Toplamda bin hektardan fazla ruhsatı alan şirketin ÇED onayından sonra projeyi büyütmesi bekleniyor.
ABD’de yayımlanan Time dergisi, Rusya’nın işgaline karşı ülkesinde ve dünyada “direnişin sembolü” olan Ukrayna Devlet Başkanı Vladimir Zelenski’yi, “yılın kişisi” seçti.
Time Dergisi Genel Yayın Yönetmeni Edward Felsenthal “Ukrayna savaşı ister umut ister korku uyandırsın, Vladimir Zelenski, dünyayı yıllardır görmediğimiz şekilde seferber etti. Bu yılki seçimin sonucu hiç bu kadar net olmamıştı” dedi.
Dergiden yapılan açıklamada da “Cesaretin korku kadar bulaşıcı olabileceğini kanıtladığı, insanları ve ulusları özgürlüğü savunmak için birleşmeye teşvik ettiği, dünyaya demokrasinin ve barışın kırılganlığını hatırlattığı için Vladimir Zelenski ve Ukrayna’nın Ruhu, Time dergisinin 2022 senesi için yılın kişisi seçildi” denildi.
Felsenthal, 24 Şubat’ta Rus bombardımanının başlamasının ardından ve işgali takip eden haftalarda Vladimir Zelenski’nin, Kiev‘den kaçmama, kalma ve destek toplama kararının çok önemli olduğuna vurgu yaptı:
“25 Şubat’ta bakanlar kurulunun ve ülkesinde sivil toplumun sağlam ve yerinde olduğunu gösteren ilk 40 saniyelik Instagram gönderisinden parlamentolar, uluslararası kuruluşlara Dünya Bankası ve Grammy Ödülleri gibi kurumlara uzaktan yaptığı günlük konuşmalarla Vladimir Zelenski sürekli dünyanın dört bir yanına ulaştı.”
Time’ın 1927’den bu yana her yıl düzenlediği ‘yılın kişisi’ için okur oylamasında yaklaşık 60 kişi yarıştı. Diğer adaylar arasında Elon Musk, Jeff Bezos, Tom Cruise, Birleşik Krallık Başbakanı Rishi Sunak, K-pop grubu BTS, iklim aktivisti Greta Thunberg, YouTuber MrBeast, İran’daki kadım eylemciler bulunuyordu.
Dergi, SpaceX ve Tesla şirketinin sahibi ve Twitter’ı satın alan Elon Musk’ı 2021’de yılın kişisi seçmişti.
Birleşmiş Milletler (BM) Genel Sekreteri Antonio Guterres, dün (6 Aralık) Montreal’de düzenlenen Birleşmiş Milletler Çölleşmeyle Mücadele Sözleşmesi’nin (UNCCD) Taraflar Konferansı’nın (COP15) ikinci partının açılış töreninde delegeleri bilgilendirerek açıklamalarda bulundu:
“İnsanlık bir kitlesel yok oluş silahı haline geldi”
Bir milyondan fazla tür, özellikle böcekler, şu anda yok olma tehlikesiyle karşı karşıya ve 10 milyon yıldır görülmemiş bir hızda yok oluyor.
2022 BM Küresel Arazi Görünümü (The Global Land Outlook, GLO) değerlendirmesine göre, Dünya’nın kara yüzeylerinin yüzde 40’ı aşınmış durumda.
Müzakereciler, iki haftalık BM zirvesinin 2030’da şu anda var olandan daha fazla “doğa” olmasını sağlayan bir anlaşmaya önayak olmasını umuyor.
Anlaşmanın dünya üzerinde daha çok hayvan, bitki ve sağlıklı ekosistemin bulunmasını sağlayacak nitelikte olması hedefleniyor.
Fakat anlaşmaya ilişkin süreçlere dair nasıl bir yol izleneceği konusunda Biyolojik Çeşitlilik Sözleşmesi (CBD) kapsamında 196 hükümetin bir fikir birliğinde olması ve sonuç olarak ortak bir kabule ulaşılması gerekiyor.
Ciddi bir şekilde başlayan müzakereler öncesinde gözlemciler, sürecin bizzat kendisinin zaten bir mücadele gibi göründüğü konusunda uyarıda bulundu.
Pazartesi günü sona eren ve zirve öncesi üç gün süren görüşmeler, 19 Aralık’ta sonlandırılacak olan zirve öncesinde müzakere için temiz bir anlaşma taslağı sunamadı.
COP15’in açılışında yapılan basın toplantısı. (Soldan sağa) Birleşmiş Milletler Çevre Programı Başkanı Inger Andersen, Birleşmiş Milletler Biyolojik Çeşitlilik Sözleşmesi Sekreteri Elizabeth Maruma Mrema, Çin Ekoloji ve Çevre Bakanı Huang Runqiu, Kanada Çevre ve İklim Değişikliği Bakanı Steven Guilbeault, CBD basın danışmanı David Ainsworth. Fotoğeaf: CNW Group
‘Bazı ilerlemeler kaydedildi, ancak ihtiyaç duyulan kadar değil’
Birleşmiş Milletler Biyolojik Çeşitlilik Sözleşmesi Sekreteri Elizabeth Maruma Mrema dün (6 Aralık) düzenlenen basın toplantısında, “Bazı ilerlemeler kaydedildi, ancak ihtiyaç duyulan veya beklendiği kadar değil. Delegelerin beklediğimiz kadar ileri gittiğini düşünmüyorum” dedi.
Dünyanın dört bir yanından yaklaşık 20 bin delege, COP15’in ikinci partı için bugün Kanada’nın Montreal kentinde bir araya geldi.
Konferansta ülkelerin iklim krizine karşı biyoçeşitliliği, denizleri, okyanusu ve karayı koruma konularında daha önceden verdiği taahhütler yeniden masaya yatırılacak, geleceğe dair birtakım hedefler belirlenecek ve iklim açısından yeniden notlar dağıtılacak.
Kanada’dan biyolojik çeşitlilik finansmanına ek 350 milyon dolar
Kanada Başbakanı Justin Trudeau, ülkelerin 2030’a kadar topraklarının ve sularının yüzde 30’unu korumaları gerektiğini vurguladı.
Ayrıca Kanada’nın uluslararası biyolojik çeşitlilik finansmanına 350 milyon dolar sağlayacağını söyledi.
Kanada Başbakanı Justin Trudeau, COP15’in açılışında bir konuşma yaptı.
‘Doğayı koruma konusunda anlaşamıyorsak, başka hiçbir şeyin önemi yok’
Trudeau, “Hükümetler arasında pek çok anlaşmazlık var. Ancak doğayı korumak gibi temel bir konuda dünya olarak anlaşamıyorsak, başka hiçbir şeyin önemi yok” dedi.
Her iki yılda bir yapılan BM biyoçeşitlilik görüşmeleri, hiçbir zaman dünyanın çevreyi odak noktasına aldığı yıllık BM görüşmeleri kadar ilgi görmedi. Ancak doğayı korumanın ve iklim değişikliğini kontrol etmenin ortak bir şekilde çözülmesi gereken bir sorun olduğuna dair artan oranda bir farkındalık söz konusu.Ormanlar ve deniz yosunu yatakları gibi sağlıklı ekosistemler, küresel ısınmayı kontrol etmenin anahtarları olarak görülüyor.
Aynı zamanda, artan küresel sıcaklıklar, birçok ekosistemi ve hızlı uyum sağlayamayan veya daha soğuk iklimlere taşınamayan türleri giderek daha fazla tehdit ediyor.
Genel olarak BM, tüm ülkeleri 2030’a kadar kara ve deniz alanlarının en az yüzde 30’unu koruma altına alma sözü vermeye ikna etmeyi umuyor.
COP15 ve çetrefilli konular…
Şu anda, dünyadaki kara alanlarının yalnızca yaklaşık yüzde 17’si bir tür koruma altına alınırken küresel okyanusun yüzde 8’inden azı korunuyor.
COP15’in gündeminde pestisit kullanımının sınırlandırılmasından doğaya zarar veren faaliyetlere sağlanan 500 milyar dolarlık sübvansiyonun iptal edilmesine kadar 22 potansiyel hedef bulunuyor.
En çok çekişmeli geçecek konulardan bazıları, iklim ısınmasına neden olan emisyonları engellemeye yönelik çabaların dahil edilip edilmeyeceği, pestisitlerin aşamalı olarak kaldırılması için bir son tarih getirilip getirilmeyeceği ve yoksul uluslara ait aşınmış bölgelerin eski haline getirmek için gereken finansmanın sağlanmayacağı konuları…
Bazı ulusların vahşi yaşamla dolu geniş kara veya okyanus alanlarına sahip olduğu, diğerlerinin ise sahip olmadığı göz önüne alındığında, 30×30 hedefi tartışmalara yol açıyor.
COP15’te en çok bilinen tartışma konuları arasında “30’a 30” bulunuyor. Bu başlıkta 2030’a kadar Dünya’nın kara ve denizlerinin yüzde 30’unu koruma çağrısına yer veriliyor.
Ayrıca Doğa ve İnsanlar için Yüksek Hırs Koalisyonu, Ocak 2021’de Paris’te gerçekleştirilen Tek Gezegen zirvesindeki lansmanından bu yana 114 imza toplamıştı ve koalisyon da 30×30 sözü vermişti.
Yüksek Hırs Koalisyonu’nun ülkeleri 2030’a kadar dünya karalarının ve okyanuslarının en az yüzde 30’unu koruma taahhütü vermişti.
‘Yerli soykırımı = Ekokırım’
Bazı yerli gruplar potansiyel olarak toprak haklarını tehdit ettiğini düşündükleri hedefe karşı çıkıyor.
Yerli protestocular ve müttefikleri, dün Trudeau’nun konuşması sırasında protesto gerçekleştirdi.
Davulların çalındığı protestoda “Yerli soykırımı = Ekokırım. Biyoçeşitliliği kurtarmak için topraklarımızı işgal etmeyi bırakın” yazılı pankart açıldı.
West Coast Yerli Halkları, Kanada Başbakanı Justin Trudeau’nun COP15’in açılışında yaptığı konuşma sırasında protesto gösterisi yaptı. Fotoğraf: Christinne Muschi / Reuters
Trudeau, zirveye katılması beklenen yegane dünya liderlerinden biri. Müzakereciler, dünya liderlerinin çoğunun yokluğunun iddialı bir anlaşmaya varmayı zorlaştırabileceğini söylüyor.
Çin, zirveyi Kunming şehrinde yapacaktı, ancak görüşmeleri Montreal’de yapmayı kabul etmeden önce etkinliği COVID nedeniyle 2020’deki asıl tarihinden bu yana dört kez erteledi.