Ana Sayfa Blog Sayfa 331

Biden’ın ‘dev hidrojen yatırımı’ iklime gerçekten yardımcı olabilir mi?

ABD Başkanı Joe Biden, binlerce yeni yüksek kaliteli iş yaratırken ülkenin iklim hedeflerine ulaşmasına yardımcı olacağını öne sürdüğü yeni “temiz hidrojen” projelerine milyarlarca dolarlık fon sağlanacağını duyurmak için geçen cuma günü cuma günü Philadelphia’daki bir deniz terminalini ziyaret etti.

Delaware Nehri kıyısındaki bir rıhtımda, nakliye konteynırlarının arasında konuşan Biden, programı ekonomik ve iklim platformlarının kritik bir parçası olarak konumlandırdı: “Bugün yaptığımız yatırım çocuklarımız ve torunlarımız için olacak. Bugünkü duyuru dönüşüm niteliğinde.”

İnside Climate News’in aktardığına göre, İkisi Pensilvanya‘da olmak üzere ülke çapındaki yedi hidrojen merkezine 7 milyar dolara kadar hibe sağlanacak proje, başkanın iklim gündeminin şimdiye kadarki en büyük girişimini ifade etse de tartışmalar yarattı.

Pek çok iklim kampanyacısı ve politika uzmanı, yeni bir temiz hidrojen endüstrisinin, iyi tasarlanırsa çelik ve gübre üretimi ve havacılık gibi düşük karbon alternatifleri olmayan sektörlerden kaynaklanan kirliliği azaltmada önemli bir rol oynayabileceğini söylüyor. Ancak aynı uzmanlardan bazıları, uygun önlemler alınmadan hidrojenin daha fazla kullanılmasının aynı zamanda iklim hedeflerine zarar verebileceği ve fosil yakıtlara olan bağımlılığı artırabileceği, hükümete ise potansiyel olarak yüz milyarlarca dolarlık sübvansiyonlara mal olabileceği konusunda uyarıyor.

Çevre Savunma Fonu‘ndan ABD iklim politikası direktörü Morgan Rote, “Bunu doğru yapmamız gerçekten çok önemli” dedi. Duyurunun, geçen yıl Kongre tarafından yürürlüğe konulan vergi indirimiyle birlikte teknolojiye muazzam miktarda kamu parası aktaracağını ekleyen Rote, “Raydan çıkmamızın birçok yolu var” diye konuştu.

Rote ve diğer uzmanlar, yönetimin hidrojen merkezleri hakkında yeterli bilgiyi henüz kamuya açıklamadığını söylüyor. Hatta bir analize göre bazı merkezlerin Enerji Bakanlığı’nın kendi “temiz hidrojen” tanımına uymaması bile mümkün:  “Doğru amaç ve hedeflere sahip görünüyorlar. Ancak projelerin aslında bununla ne ölçüde uyumlu olduğunu bilmiyoruz.”

Nasıl üretilecek, nerede kullanılacak?

Biden’in açıklamasına göre  endüstrilerin, üniversitelerin ve yerel ve eyalet hükümetlerinin bir birleşimi tarafından desteklenen ülke geneline dağılmış yedi merkezde 2030 yılına kadar yılda yaklaşık 3 milyon metrik ton hidrojen üretilmesi hedefleniyor; bu da Biden yönetiminin hedefinin üçte birini oluşturuyor. Yönetim, bu merkezlerin sonunda yılda 25 milyon metrik ton iklim kirliliğini ortadan kaldıracağını, bunun da yaklaşık 5,5 milyon otomobilin emisyonuna eşdeğer olduğunu söyledi ancak uzmanların bu tahmini değerlendirmesine olanak sağlayacak yeterince ayrıntı verilmedi.

Emisyon azaltımlarının toplamı nispeten küçük olsa da (ülkenin yıllık 6 milyar metrik tonun üzerindeki toplamının yüzde 1’inden az), bu merkezlerin amacı teknolojiyi test etmek ve daha büyük bir endüstri için bir model sağlamak. Bu çaba başarılı olursa, yeni üretim vergisi kredisi, temiz hidrojen projeleri inşa eden şirketlere on yıl içinde onlarca, hatta yüz milyarlarca dolarlık çok daha fazla destek sağlayabilir.

Hidrojenin iklim hedeflerini karşılamaya yardımcı olup olmayacağı sorusunun yanıtı, yakıtın nasıl üretildiği ve nerede kullanıldığıyla ilgili, bazıları son derece teknik olan bir dizi soruya bağlı olacak.

Hidrojen iklim kirliliği yaratmadan yanıyor, bu da birçok uygulamada fosil yakıtların yerini alabileceği anlamına geliyor. Ancak bunu üretmek, onu diğer moleküllerden (genellikle doğal gazdaki metandan veya sudan) ayırmayı gerektiriyor. Her iki süreç de büyük miktarda enerjiye ihtiyaç duyuyor. Onu “temiz” ve “yeşil” kılmak için enerjinin rüzgar veya güneş enerjisi gibi düşük emisyonlu bir kaynaktan gelmesi gerekiyor. Birçok petrol ve gaz şirketi, hidrojenin metan gazından ayrılması sırasında ortaya çıkan karbondioksit emisyonlarını yakalayıp depolayacak ekipmanları da kullanmaya çalışıyor.

Açıklanan yedi merkezden en az üçü doğal gaz ve karbon yakalamayı kullanacak. Pek çok bilim insanı ve iklim savunucusu, “mavi hidrojen” olarak adlandırılan bu maddenin üretilmesinin , emisyonları anlamlı bir şekilde azaltmada başarısız olacağı ve hatta bazı koşullar altında iklim kirliliğini artırabileceği konusunda uyardı . Sorunlardan biri, 20 yıllık bir süre boyunca karbondioksitten 86 kat daha fazla ısıyı hapseden bir sera gazı olan metandan oluşan doğal gaz sızıntılarından kaynaklanıyor. Doğal gazın sondajı ve hidrojen tesisine verilmesinden kaynaklanan sızıntılar çok yüksekse, bunlar karbon emisyonlarını yakalamanın ve fosil yakıtları hidrojenle değiştirmenin faydalarından daha ağır basabilir.

Bir diğer soru ise şirketlerin karbon yakalama konusunda iddia ettikleri başarıyı elde edip edemeyecekleri. Şu ana kadar mavi hidrojenin gerçekten temiz olarak nitelendirilmesi için gerekli olan yüksek CO2 seviyelerini ortadan kaldıracak ticari ölçekli bir proje yapılmadı .

“Mavi hidrojen” fosil yakıt şirketlerini iştahlandırıyor

Karbon yakalama teknolojisini eleştiren Enerji Ekonomisi ve Finansal Analiz Enstitüsü, geçen ay yayınlanan bir raporda, bakanlığın mavi hidrojen emisyonlarına ilişkin kendi modellemesinin hatalı olduğu konusunda uyardı . Tespit ettikleri sorunlardan biri, departmanın modellemesinin metan sızıntılarının çoğu bilimsel çalışmanın önerdiğinden önemli ölçüde daha düşük olduğunu varsaymasıydı.

Hazırlanan projeler, özel sızıntılar hakkında bilgi sağlamak yerine bu varsayılan varsayımları kullanırsa, gerçek emisyonları önemli ölçüde yüksek olduğunda çalışmaların “temiz” ve “yeşil” eşiğini karşılıyormuş gibi görünmesine neden olabilir.

Enerji Bakanlığı ise başvuru sahiplerinin projelerine özel metan sızıntıları hakkında bilgi vermelerinin gerekip gerekmeyeceğine ilişkin soruyu yanıtlamayı reddetti.

Oysa, projeler metan sızıntılarını temizleyebilse ve saldıkları karbondioksitin neredeyse tamamını yakalayabilse bile, doğal gaz için daha fazla sondaj ve hidrolik kırılmayı teşvik edecek; bu süreçler, daha az gelişmiş yerlerde yaşayan insanlar için bazı kanser türlerinin artması gibi daha yüksek sağlık sorunlarına da yol açabilir.

En büyük mavi hidrojen tekliflerinden biri, Houston yakınlarındaki Baytown rafinerisi ve petrokimya kompleksinde büyük bir tesis kurmayı planladığını söyleyen ExxonMobil‘den geldi . Exxon, Enerji Bakanlığı tarafından 1,2 milyar dolara kadar ödül alan Körfez Kıyısı hidrojen merkezinin arkasındaki Chevron‘un da aralarında bulunduğu şirketler konsorsiyumunun bir parçası. Devasa doğal gaz varlıklarına sahip petrol şirketleri hidrojen teknolojisine hükümet yatırımı yapma fikrinin büyük destekçileri haline geldi.

Söz konusu merkez, sera gazı emisyonları söz konusu olduğunda özellikle sorunlu olabilir çünkü ülkenin en yüksek metan sızıntısı oranlarından bazıları yakınlardaki Permiyen Havzası‘nda bulunuyor. Körfez Kıyısı merkezinin bir sözcüsü, doğal gazını nereden alacağı, beklenen metan sızıntısı oranlarının ne olacağı veya Enerji Bakanlığı’na belirli veriler sağlayıp sağlayamayacağı veya bunun yerine ulusal verilere mi güveneceği hakkındaki sorulara yanıt vermedi.

Proje sahipleri aynı zamanda yenilenebilir enerji kullanarak hidrojen üreteceğini belirtse de birçok yerel çevre grubu bu haberlerden hoşnutsuz.

Koruma Seçmenleri Birliği‘nin bir kolu olan Chispa Texas‘ın program direktörü Elida Castillo şunları söyledi: “Bugünkü hidrojen merkezleri duyurusundan son derece hayal kırıklığına uğradık. İklim krizinin kabul edilmesini takdir etsek de, bizi buraya getiren aynı sektörlere fayda sağlayan ve şüpheli emisyon azaltımları sağlayan girişimleri destekleyemeyiz. Halihazırda sağlığımıza ve çevremize yönelik maliyetlerin yükünü üstlenen ön cephedeki topluluklarımız, bunun yerine bu 7 milyar doların alıcısı olmalıdır; Kongre vergi mükelleflerinin bu paralarını yanlış yönlendirdi.”

Appalachian‘da da bir hidrojen merkezi kuran bir grup şirkete yaklaşık 1 milyar dolar ödül verildi . Grup karbon yakalama ve doğal gaz da kullanacak. Hub’ın sözcüsü Arria Hines, ürettiği her kilogram hidrojen için 1,15 kilogram karbondioksit eşdeğeri emisyonun “üretim ağırlıklı ortalamasına” ulaşacağını söyledi.  Bu da onu bakanlığın “temiz” tanımının veya kilogram hidrojen başına 4 kilogram CO2 eşdeğerinin çok altına yerleştiriyor.

Hidrojen ve karbon yakalamayı eleştiren bir savunuculuk grubu olan Ohio River Valley Enstitüsü‘nde kıdemli araştırmacı Sean O’Leary, Appalachian merkezinin emisyonları azaltmanın “ne en etkili ne de en düşük maliyetli yolu” olduğunu belirtiyor.

Biden yönetimi ise merkez parasının üçte ikisinin yenilenebilir elektrik kullanılarak üretilen “yeşil hidrojene” gideceğini söylüyor.  Ancak yeşil hidrojenin bile riskleri var. Örneğin projeler temiz enerjiyi elektrik şebekesinden uzaklaştırırsa, fosil yakıtlı enerji santralleriyle karşılanacak talebi artırabilir ve aslında emisyonları daha da yükseltebilir.

Nükleer enerji de kullanacaklar

Üstelik iki projede de hidrojen üretmek için nükleer enerjiden elde edilen elektriği kullanmayı planlanıyor.

Ayrıca üretim türünün ötesinde elde edilen hidrojenin kullanımı da aynı derecede önemli olabilir. Bazı araştırmalar, örneğin evleri ısıtmak için hidrojen kullanmanın veya enerji santrallerinde yakmak için doğal gaz boru hatlarına karıştırmanın, rüzgar veya güneş enerjisiyle üretilen elektriği kullanmaktan çok daha az etkili olacağını ve enerji maliyetlerini artırabileceğini gösterdi.

Yedi merkezden dördü hidrojeni enerji sektöründe kullanmayı planladıklarını söylerken, ikisi onu ısıtma için kullanmayı planladıklarını söylüyor.

Hidrojen merkezleri, iklim etkilerinin ötesinde, Biden yönetiminin, kirletici endüstrilerden en çok zarar gören ve fosil yakıt sektöründe işlerini kaybeden insanların yaşamlarını iyileştirmeye yardımcı olmak için temiz enerjiye geçiş kullanma yönündeki belirttiği hedefleri için bir test olacak.

Örneğin Appalachian merkezi, çoğu kömür topluluklarında olmak üzere 21.000’den fazla iş yaratacağını söyledi. Ancak birçok topluluk buna soru şüpheyle yaklaşıyor. Rote, “Toplum katılımının ve topluluk korumalarının miktarı, projelerin başarısı için gerçekten çok önemli olacak” diyor: “Bunlar olmadan projeler sağlık ve çevresel açıdan gerçekten adil olmayan etkiler yaratabilir. Mevcut su kaynaklarını kesintiye uğratacak şekilde hava kirliliğinin kötüleşmesi potansiyeli var.”

 

IEA: 1,5°C eşiğini aşmamamız için metan emisyonlarında acil, keskin bir düşüş şart

Uluslararası Enerji Ajansı (IEA), insan faaliyetlerinden kaynaklanan küresel ısınmanın sınırlandırılması için fosil yakıtlardan kaynaklanan metan emisyonlarının derhal azaltılması gerektiği konusunda uyardı.

Ajans, yayımladığı son raporunda mevcut teknolojiler ve düşük maliyetle büyük emisyon azaltımların mümkün olduğunu söyledi.

Metan, atmosferde karbondioksite kıyasla çok daha az bulunmasına karşın, bugüne kadar küresel sıcaklık artışının yaklaşık yüzde 30’undan sorumlu.

Atmosferde sadece yaklaşık 10 yıl kadar kalmasına karşın, ısıyı karbondioksitten yaklaşık 80 çok daha hızlı emmesi nedeniyle metan, kısa vadeli sıcaklık artışlarında önemli bir rol oynuyor. Bu nedenle metan, sera gazı emisyonlarının azaltılması, kısa vadede küresel ısınmanın sınırlanması ve hava kalitesinin hızla iyileştirilmesinin hızlı bir yolu olarak görülüyor.

‣ IEA: Küresel metan emisyonları rekor seviyede seyrediyor
‣ Metan emisyonu azaltma taahhüdünde yeni adım: AB, ABD ve 11 ülke gaz yakmayı 2030’a kadar sonlandıracak

Metan salımlarının yüzde 40’ından fosil yakıtlar sorumlu

Enerji sektörü, insan faaliyetleri sonucu ortaya çıkan metanın yaklaşık yüzde 40’ından sorumlu olmasına rağmen emisyonların azaltılması konusunda çok az ilerleme kaydetmiş durumda.

IEA tarafından yapılan açıklamada şunlar kaydedildi:

Isınmanın 1,5°C ile sınırlandırılması için metan emisyonlarının derhal azaltılması gerekiyor. Metan konusunda hedeflenen adımlar atılmazsa, fosil yakıt kullanımında derin düşüşler olsa bile, küresel ortalama yüzey sıcaklığındaki artış 2050 yılına kadar muhtemelen 1,6°C‘yi aşacaktır.” 

Ajans, petrol ve gaz operasyonlarından kaynaklanan metan emisyonlarının yüzde 75’inin ve kömürden kaynaklanan emisyonların yüzde 50’sinin mevcut teknolojilerle azaltılabileceğini belirtti.

IEA, 2030 yılına kadar petrol ve gaz sektöründe mevcut tüm azaltım stratejilerini kullanmanın maliyetinin “bu sektörün 2022 yılında elde ettiği net gelirin yüzde ikisinden daha az” olduğunu da ekledi.

Küresel metan emisyonlarının görselleştirilmesi. Görsel: NASA
‣ ABD’nin metan emisyonu azaltma planı, hayvancılık sektörüne yeterince etki etmiyor
‣ Bilim uyarıyor: Yalnızca karbondioksiti değil, metan emisyonunu da kesmeliyiz

Net sıfır hedefine yönelik adımlar yeterli değil

Rapor, dünyanın belirtilen net sıfır hedeflerine doğru ilerlemesi halinde metan emisyonlarının düşmesinin beklendiğini, ancak bu hedeflere ulaşmanın bile metan emisyonlarında gerekli azaltımların sağlanması için yeterli olmayacağı konusunda uyardı:

Fosil yakıt üretimi ve kullanımından kaynaklanan metan emisyonlarıyla mücadele etmek için ek, hedef odaklı eylemler, geri dönüşü olmayan iklim kırılma noktalarının aşılması riskini sınırlamak için gereklidir.”

IEA, bunu yapmanın faydalarının iklim değişikliğini kontrol altına almanın ötesine geçerek, 2050 yılına kadar ozon maruziyetine bağlı yaklaşık bir milyon erken ölümün ve 90 milyon ton mahsul kaybının önlenmesini sağlayacağını da ifade etti.

Fotoğraf: Santiago Arcos / Reuters
‣ IPCC: Metan salımını azaltmak iklim krizine karşı mücadelede önemli fırsatlar sunuyor
‣ 2021’de atmosferdeki metan gazı yoğunluğu tarihin en yüksek seviyesinde

Metan emisyonları artışta

Ancak gidişat pek de iç açıcı değil.

IEA’nın en son küresel metan analizi, enerji sektörünün 2022 yılında 135 milyon ton metan emisyonu ürettiğini ve bunun bir önceki yıla göre hafif bir artış gösterdiğini tahmin ediyor.

Bunun büyük kısmı kömür, petrol ve gaz faaliyetlerinden kaynaklanırken, daha küçük miktarlar nihai kullanım ekipmanlarındaki sızıntılardan ve biyoyakıtlardan kaynaklanıyor.

‣ Araştırma: Sadece et, süt ürünleri ve pirinç, 1,5 derece iklim eşiğinin aşılmasına neden olacak

Avrupa’da mikroplastik içeren ürünlerin satışı yasaklandı

Avrupa Birliği (AB) Komisyonunun içeriğinde mikroplastik bulunan ürünlerin yasaklanmasına ilişkin kararı dün (15 Ekim) itibarıyla yürürlüğe girdi.

Yasak, diş macunundan, makyaj malzemesine, saç spreyinden, yumuşatıcılara ve oyuncaklara kadar çok sayıda ürünü kapsıyor. Ancak geçiş süreci nedeniyle bazı ürünler bir süre daha raflarda kalmaya devam edecek.

AB Komisyonu’na göre, plastik kirliliği sadece poşetlerden, tek kullanımlık bardaklardan ve ambalaj malzemelerinden değil, aynı zamanda neredeyse görünmez olan çok küçük parçacıklardan da meydana geliyor.

Biyolojik olarak parçalanamayan, ve boyutu 5 milimetreye kadar olan küçük plastik parçacıklar, “mikroplastikler” olarak adlandırılıyor. Bu parçacıklar içme suyu ve gıdalar başta olmak üzere, günlük yaşamın her alanında insanların karşısına çıkabiliyor.

Mikroplastikler parçalanamadığı için binlerce yıl doğada kalıyor.

Avrupa Kimyasallar Ajansı‘na göre (ECHA), mikroplastikler piyasada sıklıkla ve kontrolsüz olarak kullanılıyor. Ayrıca piyasadaki bazı ürünlere kasıtlı olarak yaklaşık 42 bin ton mikro plastik ekleniyor.

Hollanda öncülüğünde beş AB üyesi, bu ürünlerin yeterli alternatifi bulunduğunu belirterek, 2014 yılında mikro plastiklerin yasaklanmasını istedi. ECHA ise bilimsel araştırmaları sonucunda Hollanda’nın yasak önerisini destekledi.

BBC‘nin aktardığına göre AB Komisyonu, 25 Eylül’de yasak kararını onayladı. Karar, 15 Ekim 2023 tarihinden itibaren yürürlüğe girdi.

‣ ‘Mikroplastikler insan vücudunda genetik bozukluklara yol açıyor’

Mikroplastikler hangi ürünlerde bulunuyor?

Mikroplastikler, diş macunu, makyaj malzemesi ve yumuşatıcılar gibi kozmetik ürünler başta olmak üzere çok çeşitli alanda kullanılıyor. Özellikle çocukların ilgisini çeken parlak simli kozmetik ürünler ile oyuncak ve el işi ürünlerinde de mikroplastikler yer alıyor.

Yapılan araştırmalar, en çok satılan 10 kozmetik markasından dokuzunun mikroplastik içerdiğini gösteriyor.

Mikroboncuklar olarak bilinen ve ciltteki ölü deri hücrelerini temizlemek için kullanılan küçük plastik granüller, duş jelleri veya küçük taneli diş macunları da yine mikroplastik içeren ürünler arasında.

Giysiler, spor sahaları için üretilen suni çim, ilaçlar ve tıbbi cihazlar da dahil olmak üzere hayatın her alanında mikroplastiklere rastlamak mümkün.

‣ Mikroplastikler bulutlarda: Bulut suyunda litre başına 6,7 ila 13,9 tane mikroplastik tespit edildi

Mikro plastikler insan sağlığına zararlı mı?

AB Komisyonu’na göre, mikroplastikler hem insan sağlığına hem de çevreye zarar veriyor. Komisyon, özellikle insan sağlığına olumsuz etkilerinden endişe duyulduğu için mikroplastiklerin yasaklandığını belirtiyor.

Araştırmalara göre, mikroplastikler gıda ve içme suları aracılığıyla insan ve hayvanların vücuduna giriyor. Yine diş macunu ve diğer kozmetik ürünler de, bu parçacıkların insan vücuduna girmesini sağlıyor.

Mikroplastiklerin, bağışıklık sistemi ve üreme konusunda olumsuz etkileri biliniyor. Avrupa’daki birçok üniversitede, yarım santimden küçük olan mikroplastiklerin hangi aşamada hastalığa yol açtığına ilişkin araştırmalar sürüyor.

Mikroplastiklerin sağlık açısından yarattığı olumsuzlukların boyutu henüz bilinmese de çevre kirliliğine katkıda bulundukları kesin olarak saptandı.

Belçika Radyosu’na konuşan Gent Üniversitesi’nden çevre toksikoloğu Jana Asselman, mikroplastiklerin, zararlı maddeler için bir taşıma faktörü olduğunu vurguluyor:

Kimyasalları ve bakterileri emiyorlar, daha sonra örneğin bir nehirden denize taşınıyorlar ve bu maddeleri tekrar serbest bırakıyorlar.”

AB Komisyonu’nun karar uyarınca plastik granül ve parlak simli maddeler gibi ürün halinde ayrı olarak satılan mikroplastikler derhal yasaklanıyor.

Parıltılı plastik içeren kozmetik, oyuncak ve el işi ürünleri, 15 Ekim itibariyle raflardan kaldırılacak.

Çevre dostu alternatif içeren parıltılı ürünler ise, bir süre daha satılmaya devam edecek.

Parıltılı oje gibi bazı kozmetik ürünlerin çevreye mikroplastik salma olasılığının daha düşük olması nedeniyle, üretici firmalara dört ila 12 yıla kadar değişen geçiş süreci tanınacak. Bu süre içerisinde üretici şirketlerin, ürünlerin içeriğini mikroplastikler yerine daha sürdürülebilir alternatiflerle değiştirilmeleri gerekecek.

Yasak kapsamına giren mikroplastiklerin eklendiği diğer ürünler ise kademeli olarak piyasadan çekilecek.

Spor sahaları da, sekiz yıl içinde mikroplastik içerikli suni çim ve diğer dolgu malzemelerinin kullanımına son verecek.

Tıbbi nedenlerden dolayı mikroplastik içeren ürünler ile küçük plastik parçacıklar içeren ancak bunları serbest bırakmayan ürünler yasak kararından muaf tutuluyor.

Mikroplastik yasağı ile ne hedefleniyor?

ECHA’ya göre yeni önlemler, salınan mikroplastik sayısını yaklaşık 500 bin ton oranında azaltacak.

AB Komisyonu, “Sıfır Kirlilik Eylem Planı” uyarınca, 2030 yılına kadar mikroplastik kirliliğini yüzde 30 oranında azaltmayı hedefliyor.

AB’ye göre daha az mikroplastik varlığı suyun kalitesini artırırken, insan sağlığına ve çevreye verilen zararı azaltacak.

‣ Mikroplastik ilk kez insan kanında tespit edildi

Mikroplastik nedir, insan sağlığını nasıl etkiler?

İnsanlar, 1950’lerden bu yana 8 milyar tondan fazla plastik üretti. Bunların yüzde 10’dan daha azı geri dönüştürüldü.

Zamanla, çoğu, göllere, nehirlere ve okyanuslara giden ve sonunda yiyecek ve suyumuzu kirleten küçük parçacıklara ayrıldı. Ve yiyeceklerimizin çoğu plastiğe sarılı olarak gelir, bu da yemeklerimize küçük parçacıkların dağılmasına neden olur.

Her yıl on binlerce küçük plastik parçası veya lifi soluyoruz. 5 mm’den küçük plastik parçaları olan mikroplastikler, suları da kirlettiği bilinen gizli bir kirlilik biçimi.

Mikroplastiklerin insan üzerindeki uzun vadeli sağlık etkilerini tam anlamıyla kanıtlayan bir bilimsel çalışma  henüz olmasa da bazı mikroplastikleri bir faktör olarak bazı sağlık sorunlarıyla ilişkilendiren araştırmalar mevcut.

Hayvanlarda mikroplastiklerin, beyni kan dolaşımına giren yabancı cisimlerden koruyan dayanıklı zarı geçebildiğine dair kanıtlar var.

Mikroplastik parçacıklarından bazılarının potansiyel olarak bisfenol A ve ftalatları içerebileceği de belirtiliyor. Bisfenollerin hormonlara müdahale ettiği biliniyor ve bisfenol maruziyetini erkeklerde ve kadınlarda doğurganlığın azalmasıyla ilişkilendiren çalışmalar var.

Plastik ve bazı gıda ambalajlarında bulunan başka bir kimyasal olan stiren de sinir sistemi sorunları, işitme kaybı ve kanser gibi bir dizi sağlık sorunuyla ilişkilendirildi.

Mikroplastik parçacıklarından poliklorlu bifeniller (PCB’ler), çeşitli kanserler, zayıflamış  bağışıklık sistemi, üreme sorunları ve daha fazlası dahil olmak üzere zararlı sağlık etkileriyle bağlantılandırılıyor.

Yeşil ipuçları: Mikroplastik maruziyetini azaltmanın 7 yolu

İklim kaynaklı afetler tarımsal üretimde 105 trilyon lira kayba neden oldu

Birleşmiş Milletler (BM) Gıda ve Tarım Örgütü‘nün (FAO) yayımladığı yeni bir rapor, son 30 yılda yaşanan doğal felaketlerden dolayı bitkisel ve hayvansal üretimde 3,6 trilyon euro (105,7 trilyon lira) değerinde kayıp yaşandığını gösteriyor.

Afetlerin Tarım ve Gıda Güvenliği Üzerindeki Etkisi” başlıklı rapor, afetlerin tarımsal üretim üzerindeki etkisine ilişkin ilk küresel tahminleri bitkisel ürünler ve hayvancılık odaklı olarak ortaya koyuyor.

Tarımın doğayla ayrılmaz ilişkisine vurgu yapan FAO Genel Direktörü Qu Dongyu, tekrarlayan afetlerin gıda güvenliğine ve sürdürülebilir tarımsal gıda sistemlerine tehdit oluşturduğunun altını çiziyor.

euronews‘ün aktardığına göre Dongyu, raporun önsözünde “Doğal kaynaklara ve iklim koşullarına olan derinden bağımlı olması nedeniyle, tarım afet riski bağlamında en korumasız ve en kırılgan sektörlerden biridir” ifadelerini kullanıyor.

Fotoğraf: Massachusetts Teknoloji Enstitüsü
‣ Türkiye’de tarım kuraklık ve aşırı sıcaklar nedeniyle tehlike altında

En fazla kayıp tahıllarda

Rapor, başlıca tarımsal ürünlerle ilgili kayıpların artan eğilimler gösterdiğini ortaya koydu. Buna göre, tahıllardaki kayıplar son otuz yılda yılda ortalama 69 milyon tona ulaştı. Bu rakam, 2021 yılında Fransa‘nın tüm tahıl üretimine tekabül ediyor.

Bunu her biri yılda ortalama 40 milyon tona yaklaşan meyve ve sebzeler ile şeker bitkileri takip etti. Meyve ve sebzelerdeki kayıplar, 2021 yılında Japonya ve Vietnam‘daki meyve ve sebze üretiminin tamamına karşılık geliyor.

Et, süt ürünleri ve yumurta, 2021 yılında Meksika ve Hindistan‘daki tüm et, süt ürünleri ve yumurta üretimine karşılık gelen, yılda ortalama 16 milyon tonluk tahmini bir kayıp gösterdi.

‣ İklim krizi küresel bir salgın: Gıda arzını beklenenden çok daha erken vurabilir
‣ İklim değişikliğinin gıda üretimi ve güvenliğine etkileri giderek daha negatif oluyor

Asya, en büyük ekonomik kayba sahne oldu

Rapora göre Asya, toplam ekonomik kayıplarda açık ara en büyük payı oluşturdu. Afrika, Avrupa ve Amerika‘daki kayıplar da benzer bir büyüklükte yaşandı.

Ancak Asya’daki kayıplar tarımsal katma değerin sadece yüzde 4’ünü oluştururken, Afrika’da bu oran yaklaşık yüzde 8’e tekabül etti.

Tarımın tüm alt sektörlerini kapsayan veri ve bilgi eksikliğine dikkat çekilen raporda, balıkçılık ve su ürünleri yetiştiriciliği ile ormancılık alt sektörlerindeki kayıplara ilişkin sistematik verilerin mevcut olması halinde bu rakamın daha yüksek olabileceği belirtildi.

Raporda bahsedilen üretim kaybı, yılda ortalama 117 milyar euro (3,4 trilyon lira) veya tarım faaliyetlerinde yıllık küresel gayri safi yurtiçi hasılanın (GSYİH) yüzde 5’ine tekabül ediyor.

‣ İklim krizi gıda güvenliğini tehdit eden bitki pandemilerinin yayılımını kolaylaştırıyor
‣ Araştırma: Sadece et, süt ürünleri ve pirinç, 1,5 derece iklim eşiğinin aşılmasına neden olacak

Büyük Türkiye Buluşması Kadıköy’de gerçekleşti: Köpekleri ölüme göndermeyeceğiz

Hayvan hakları ve özgürlüğü savunucuları, sokaklarda yaşayan hayvanlarının yaşam hakkına sahip çıkmak üzere İstanbul’un Kadıköy ilçesinde bir araya gelerek Büyük Türkiye Buluşması‘nı gerçekleştirdi.

Sokaklarda yaşayan köpeklerin toplatılması gündemine karşı bir araya gelen hak savunucuları “Sokakta yaşayan köpekleri ölüme göndermeyeceğiz” dedi.

Sokaklarda yaşayan köpeklerin “güvenlik sorunu” teşkil etmesi gerekçesiyle toplatılarak barınaklara mahkum edilmesine yönelik “toplatma” ve “barınaklara kapatma” önerilerine karşı çıkan yüzlerce hayvan hakları aktivisti, “Barınaklarda ölüyoruz”, “Üretimi durdur, kısırlaştır, yerinde yaşat”, “Satın alma, sahiplen”, “Yaşam hakkını tanımayan siyasilere oy yok”, “Köpeğime dokunma”,” Hayvana işkenceye son” ve “Birlikte yaşamak mümkün” gibi ifadelerin yer aldığı pankart ve dövizler taşıdı.

Aktivistler, sokaklarda yaşayan köpekler de dahil olmak üzere tüm canlıların yaşam haklarına saygı duyulması çağrısı yaparak, sokaklarda yaşayan hayvanların kısırlaştırılarak yerinde yaşatılması gibi çözüm önerilerine dikkati çekti.

Hayvan barınaklarındaki vahşet ve şiddet olaylarının yanı sıra beslenme, hijyen ve sanitasyon, bakım koşulları ve alan yetersizliği gibi sorunlara dikkati çekerek söz konusu bakım evlerinin birer ölüm kampı olduğunu hatırlattı.

Sokaklarda yaşayan hayvanların da birer mahalle sakini olduğunun vurgulandığı protestoda, “İnsana hayvana yeryüzüne özgürlük!” sloganları atılarak tüm canlıların yaşam haklarını savunma sözü verildi.

‣ Hayvanlar için Kadıköy’de Büyük Türkiye Buluşması!
‣ Büyük Türkiye Buluşması 15 Ekim’e ertelendi

Türkiye’de hayvanlara yönelik hak ihlallerinin kısa bir listesi

Türkiye’de neredeyse her gün sokakta yaşayan hayvanlara yönelik kötü muameleler yapılıyor. Kimi zaman sokakta yaşayan bir kedinin su içtiği kaba tekme atılıyor, kimi zaman o tekme bir belediyenin bakımevindeki bir köpeğe yöneliyor. “Hayvanat bahçeleri”nde zorla tutulan ve adeta birer süs gibi vitrinlere yerleştirilen hayvanlardan başlayan kötü muamele listesi ihaleye çıkarılıp avcılara öldürülmeleri için izin verilen hayvanlara kadar uzayıp gidiyor.

Öte yandan hayvanlara işkence uygulayan kişilerin aldığı cezalar, hayvan hakları aktivistlerinin verdiği hukuki mücadele sonucunda bu tarz suçların önüne geçilmesi için caydırıcı nitelikte olmuyor.

Ülkede sokakta yaşayan hayvanların aşılarının yapılması, sağlıklı ortamlarda yaşatılması için verilen mücadele de yıllardır sürüyor.

Kimi zaman tavukları sıkışık, hareket edemeyecekleri kümeslerde kesim için hızla büyütülürken, kimi zaman da hayvanlar deneylere birer obje oluyor.

‣ Gazeteci ‘çanak tuttu’, Erdoğan katliam merkezlerine övgü yağdırdı: Köpekler toplatılmalı
‣ Sokaklarda yaşayan köpeklerin toplanması ve kısırlaştırılmasına ilişkin komisyon kuruldu
‣ Barolardan ortak açıklama: Erdoğan’ın ‘köpekler toplatılsın’ talimatı yasaya aykırı, uygulanamaz

Sokaklarda yaşayan hayvanlar konusunda ne yapmak gerekiyor?

Kedi ve köpek gibi binlerce yıldır insanların evcilleştirdiği hayvanların “doğal” yaşam alanları sokaklar, buna müdahale edilmesi de hem söz konusu canlının yaşam hakkına ve özgürlüğüne hem de hukuka ve yasalara aykırı.

Hayvan hakları örgütleri, hekimler ve uzmanların önerisi, sokaklarda yaşayan hayvanlar için etkin bir kısırlaştırma çalışması yapıldıktan sonra yaşadıkları bölgeye geri bırakılmaları. Böylece ortalama beş yıl içinde, sokakta yaşayan havyan sayısının azaltılabileceği, kalanların da düzenli gözlem ve aşılarının yapılmasıyla daha sağlıklı bir yaşam süreceği belirtiliyor.

Herhangi bir sebeple (kaza, insan şiddeti, tecavüz, vb.) kendi kendine yetemeyen, tedavi veya rehabilitasyona ihtiyaç duyan hayvanların ise  mahalle düzeylerinde oluşturulan ve ihtiyaçları belediyeler tarafından karşılanan birimlere alınarak gönüllüler tarafından, tamamı şeffaf, izlenen, denetlenen ve raporlanan süreçlerde tedavi ve rehabilite edilerek tam iyileşme sağlandığında yaşam alanına yeniden bırakılması öneriliyor. Ancak tam iyileşmenin sağlanamadığı, hayvanın ömür boyu tedavi veya bakıma muhtaç olduğu durumlarda hayvanların mümkünse yuvalandırılması ve süreçlerin takip edilmesi, mümkün değilse bakımına aynı birimde gönüllüler tarafından devam edilmesi de örgütler ve hayvanseverlerin talepleri arasında.

Aşırı kentleşmenin yol açtığı yiyecek ve içilebilir su bulmada zorluklar sonucu açlık ve susuzluk, barınma, yüksek sıcaklıklar, kazalar, sinyal yayıcıların köpeklerin duyu ve algıları üzerindeki etkilerinin yanı sıra sık sık insanların korkutmasına, şiddetine, saldırısına ve tecavüze maruz kalan hayvanların daha savunmacı veya saldırgan olabilmesi mümkün olsa da, bu tür durumlar medyada da çoğu kez dezenformatif şekilde öne çıkarılıyor. Buna karşın hayvana karşı suç işleyen kişilerin, Hayvan Hakları Kanunu’na rağmen ya hiç ceza almaması ya da minimal cezalar alması hayvana yönelik şiddetin artmasına neden oluyor.

[15 Ekim Dünya Kadın Çiftçiler Günü] Akbelenli çiftçi kadınlardan mesaj: Kara kömürün tehdit ettiği topraklarımız için direneceğiz

Her yıl 16 Ekim Gıda Gününden bir gün önce 15 Ekim Dünya Kadın Çiftçiler Günü olarak kutlanıyor.

Dünya Kadın Çiftçiler Günü, çifti kadınların toplumdaki sosyal statüsünün yükseltilmesi ve hükümet ile kamuoyunun kadın çiftçilerin sorunları ve toplumdaki rolleri konusunda hassasiyetlerinin artırılmasını amaçlıyor. Ayrıca bu günde kadın çiftçilerin faaliyetlerinin görünür kılınması ve tüm dünyada bu günde ortak bir ruh oluşturarak farkındalık uyandırılması hedefleniyor.

‘Topraklarımız için direnmekten geri durmayız’

Muğla’nın Milas ilçesinde bulunan ve Limak Holding ve IC İÇTAŞ ortaklığındaki YK Enerji‘ye ait kömür madeni sahasının genişletilmesi için yok edilmek istenen Akbelen Ormanı’na sahip çıkan kadınlar, Dünya Kadın Çiftçiler Günü’nde topraklarına, emeklerine ve üretttiklerine sahip çıkmak için mücadelelerine devam etme sözü verdi.

İkizköy, Karacahisar ve Çamköylü kadınlar, sosyal medya platformu Instagram’da yaptığı paylaşımda şu ifadeleri kullandı:

Bugün #DünyaKadınÇiftçilerGünü.

Bizler Akbelen’de, İkizköy’de, komşu köyümüz Karacahisar ve Çamköy’de üreten, yetiştiren, büyüten kadınlar olarak topraklarımız için 4 senedir mücadele ediyoruz. Varımızı yoğumuzu, tüm emeğimizi bu haklı mücadeleye verdik. Çünkü bu topraklar biziz, biz bu topraklarla var oluyoruz! Kara kömürün tehdit ettiği köylerimiz, topraklarımız için direnmekten geri durmayız. Sonuna kadar toprağımıza, emeğimize, ürettiklerimize sahip çıkacağız. Hiçbir baskı bizi bu haklı davadan döndüremez!”

X platformu üzerinde yapılan paylaşımda ise Akbelen Ormanına sahip çıkan çiftçi kadınlar şunları kaydetti:

“Biz ekmeğini topraktan çıkaran kadınlar olarak biliyoruz ki #AkbelenİçinAdalet demek hepimiz için adalet demek. Yıllardır yaşadığımız bu topraklarda üretebilmek, özümüzden kopmadan yaşayabilmek, var olabilmek için #AkbelendenVazgeçmiyoruz #DünyaKadınÇiftçilerGünü‘müz kutlu olsun!”

Dünyadan barış çağrıları yükselirken İsrail tankları Gazze sınırına yaklaşıyor

Dünyanın dört bir yanında on binlerce kişi İsrail ve Filistinlilere destek için toplandı.

Filistinli militan grup Hamas‘ın 7 Ekim’de başlayan saldırılarına misilleme olarak Gazze‘ye yönelik saldırılarını yoğunlaştıran İsrail‘i kınamak ve Filistinlilere destek vermek amacıyla on binlerce protestocu Orta Doğu‘nun dört bir yanında, Asya, Avrupa ve ABD’nin bazı bölgelerinde gösteriler düzenledi.

ABD, Fransa ve diğer ülkelerdeki Yahudi toplulukları, Hamas’ın Gazze’den düzenlediği ve ülkenin 75 yıllık tarihinde İsrailli sivillere yönelik en ölümcül saldırının ardından İsrail’le dayanışma mitingleri düzenledi.

Hamas saldırıları nedeniyle Batılı hükümetler ve pek çok vatandaş İsrail’e güçlü destek ve sempatisini dile getirirken İsrail’in Hamas’a tepkisi özellikle Arap ve Müslüman ülkelerde öfkeye yol açtı.

Fotoğraf: Benoit Tessier / Reuters

İsrail işgali altındaki Batı Şeria‘nın Nablus kentindeki gençler sokaklarda ateşler yakarak İsrail ordusuyla çatıştı.

İtalya‘nın başkenti Roma‘da düzenlenen bir gösteride dev bir Filistin bayrağı açıldı. Danimarka‘nın Braband kentinde barışçıl protestolar düzenlenirken Almanya’nın başkenti Berlin’de bazı protestocular polis tarafından gözaltına alındı. Diğer Avrupa kentleri de birçok gösteriye sahne oldu.

Almanya ve Fransa Filistin yanlısı gösterileri yasaklarken, birçok batılı ülke de protestoların şiddete yol açabileceği endişesiyle sinagog ve Yahudi okullarında güvenliği arttırdıklarını açıkladı.

Fotoğraf: Reuters
‣ İsrail-Filistin savaşı: Mescid-i Aksa karıştı, HRW’den savaş suçu uyarısı

Ankara ve İstanbul’daki sol örgütlerden Filistin’e destek

İsrail’in Filistin’e yönelik saldırılarına karşı Ankara ve İstanbul‘daki konsolosluk binaları önünde protestolar düzenlendi.

Ankara’nın Çankaya ilçesinin Söğütözü Mahallesinde bulunan İsrail Büyükelçiliği önünde bir araya gelen sol örgütler Filistin halkına desteklerini beyan ederek “Hamas’ı bahane ederek direnişi karalamaya çalışanların yanılacağını”  söyledi.

İstanbul’un Beşiktaş ilçesinde yer alan Levent Mahallesinde bulunan İsrail Konsolosluğunun önü de birçok sol görüşlü hareketin düzenlediği bir ortak protestoya sahne oldu. Göstericiler İsrail ve emperyalizme karşı sloganlar atarak basın açıklaması düzenledi. Basın açıklamasında İsrail’in “saldırgan ve haydutça” davrandığı ifade edilerek İsrail devletiyle tüm bağların koparılması çağrısı yapıldı.

‣ İsrail: Hamas rehineleri bırakana dek Gazze’ye gıda, su, ilaç, elektrik, yakıt yok

Netanyahu İsrail’in ‘Hamas’ı Gazze’de bitireceğini’ söyledi

İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu, İsrail’in genişletilmiş acil durum kabinesini ilk kez topladı.

Başkent Tel Aviv‘deki askeri karargahta yapılan toplantı, bakanların Hamas’ın 7 Ekim’de İsrail’e yönelik eşi benzeri görülmemiş saldırılarında öldürülen yaklaşık bin 300 İsraillinin anısına bir dakikalık saygı duruşuyla başladı.

Netanyahu, sergilenen ulusal birliğin, ülke Gazze’de “Hamas’ı yıkmaya” hazırlanırken içeride ve dışarıda bir mesaj gönderdiğini söyledi.

Fotoğraf: Thomas Coex / AFP
‣ İsrail-Hamas savaşında yüzlerce sivil, en az sekiz gazeteci öldürüldü

Kara harekatı yaklaşırken İsrail’in tankları Gazze çitinin yakınına çekildi

Kuşatma altındaki Filistin bölgesine yönelik aralıksız bombardıman devam ederken İsrail tankları Gazze sınırındaki çitlere konuşlanmaya başladı.

İsrail’in Gazze’nin kuzeyinde yaşayan 1,1 milyon Filistinlinin yaklaşan kara harekâtı nedeniyle güneye tahliye edilmesini emretmesinin ardından on binlerce Filistinli yerinden edildi.

İsrail ordusu, LübnanHizbullah savaşçılarının füze saldırısında kendi topraklarında bir kişinin ölmesinin ardından Lübnan’daki hedefleri vurduğunu açıkladı.

İsrail’in Gazze’ye bir operasyon düzenleyeceğini duyurması ve sivillerin Gazze’den çıkarılması emri üzerine binlerce Filistinli yerlerinden edildi. Fotoğraf: Mahmud Hams / AFP
‣ İsrail toplumundan barış çağrıları yükseliyor: Filistin’deki işgale son verin!

Siviller başta olmak üzere ölü sayısı tırmanışta

İsrail’in hava saldırılarında 724’ü çocuk olmak üzere en az 2 bin 329 Filistinli hayatını kaybetti.

Hamas’ın askeri operasyonlarında ölen İsraillilerin sayısı 286’sı asker olmak üzere bin 300’e ulaştı.

‣ İsrail-Hamas savaşında can kaybı 1500’e yükseldi: İsrail intikam için sivilleri öldürüyor

Mısır Gazze’ye yardım ulaştırma çabalarını yoğunlaştırıyor

Mısır Cumhurbaşkanlığından yapılan açıklamada ülkenin Gazze’ye yardım ulaştırmak için uluslararası ve bölgesel ortaklarıyla çabalarını yoğunlaştırdığı kaydedildi.

Mısır, ulusal güvenliğinin kırmızı çizgi olduğunu ve Filistinlileri yerlerinden etmeye yönelik her türlü planı ya da “komşu ülkeler pahasına Filistin meselesini tasfiye etme girişimlerini” reddettiğini söyledi.

Açıklamaya göre Kahire ayrıca Gazze’deki krizle ilgili son gelişmelerin ve Filistin meselesinin geleceğinin ele alınacağı bir zirveye ev sahipliği yapmayı teklif etti.

‣ İsrail, 50 yılın en ağır saldırısıyla karşı karşıya: Hamas’ın saldırılarında 700 kişi öldü

İsrail ordusu Hamas’ın 126 kişiyi esir aldığını doğruladı

İsrail ordusu, Hamas’ın geçen hafta İsrail’in güneyine düzenlediği saldırıdan bu yana 126 kişinin militan grup tarafından esir alındığını doğruladı.

Ayrıca 7 Ekim’den bu yana yaşanan çatışmalarda en az 279 İsrail askerinin öldüğünü açıkladı.

Fotoğraf: Ronen Zvulun / Reuters
‣ İsrail Filistin’in Hamas güçlerine karşı ‘savaş’ ilan etti: Ölü sayısı 256’ya yükseldi

‘Hava saldırılarına rağmen’ Gazze’ye tıbbi yardım ulaştırıldı

Dünya Sağlık Örgütü (WHO) İsrail’in hava saldırılarına rağmen Gazze’deki 2 bin hastaya hayat kurtarıcı tıbbi malzeme ulaştırabildiğini açıkladı.

Sosyal medya platformu X üzerinde yapılan açıklamada şu ifadelere yer verildi:

“Hava saldırılarına ve kendi güvenliklerine yönelik risklere rağmen, WHO ekibi Gazze’de 2000 hastanın bakımı için hayat kurtaran tıbbi malzemeler teslim etti.

WHO, çatışmaların sona erdirilmesi ve sağlık tesislerinin, sağlık çalışanlarının, hastaların ve sivillerin korunması çağrısında bulunmaktadır.”

Hizbullah, İsrail’in kuzeyine roketli saldırı düzenledi

Lübnan’ın yönetimindeki Hizbullah örgütü, Lübnanlı gazeteci Issam Abdallah ve diğer sivillerin öldürülmesine tepki olarak İsrail’in kuzeyindeki Shtoula‘da bulunan bir İsrail askeri karakoluna roket attığını açıkladı.

Olay yerindeki tanıklara göre cuma günü İsrail güçlerinin Lübnan’ın güneyinde düzenlediği bombardımanda gazeteci Abdullah öldürülmüş ve altı gazeteci yaralanmıştı.

Fotoğraf: Zohra Bensemra / Reuters

Ne olmuştu?

Yaklaşık 2,3 milyon insanın yaşadığı Gazze Şeridi, 2007’den bu yana İsrail kuşatması altında bulunuyor.

7 Ekim’de Filistinli militan grup Hamas’ın silahlı kanadı olan El Kassam Tugayları, İsrail’e ‘Aksa Tufanı‘ adlı bir operasyon gerçekleştirerek çok cepheli bir saldırı düzenlemişti.

İsrail ordusu Hamas’ın saldırılarına karşılık “savaş durumu” ilan etmişti. İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu ülkesinin “uzun ve zor bir savaşa girdiğini” belirtirken, Gazze Şeridi’nin “tamamen abluka altına alınacağını” duyurmuştu.

9 Ekim’de bölgede tam kuşatmanın başlamasının ardından halihazırda büyük ölçüde insani yardımlara bağlı olan halk, temel gıda, su, ilaç, elektrik ve internete erişimin kesilmesi nedeniyle insani krizle karşı karşıya kalmıştı.

Temel yaşamsal ihtiyaçlara erişemem ve haberleşme kanallarının kullanılaması halk içerisinde paniğe neden olurken İsrail ve Hamas saldırılarına devam etmişti. Resmi kurumlar bu saldırılarda askeri personelden çok sivil kayıplar verildiğini açıklamıştı.

Netanyahu, Hamas güçlerinin 7 Ekim’de kaçırdığı 126 rehine serbest bırakılana kadar Gazze Şeridi’ne gıda, su, ilacın da dahil olduğu hiçbir insani yardım ulaştırılmayacağını ve bölgenin elektriksiz bırakılmaya devam edeceğini açıklamıştı.

Kazdağı Derneği, madenciliğe karşı mücadele eden aktivistlerle Endonezya’da buluşuyor

Kazdağı Doğal ve Kültürel Varlıkları Koruma Derneği, 17-20 Ekim’de Endonezya’da düzenlenen “Maden ve Madenci Ekonomisi Üzerine Tematik Sosyal Forum”a katılıyor.

Afrika, Asya, Okyanusya, Latin Amerika, Orta Doğu, Kuzey Afrika, Kuzey Amerika ve Avrupa’dan yerel halklar, inanç grupları ve sivil toplum örgütlerinden katılımcıların yer alacağı forumda sömürge madenciliğine karşı mücadele eden yaşam alanı savunucuları bir araya geliyor. Katılımcılar, deneyimlerini paylaşarak ortak mücadelenin yollarını arayacak.

Kazdağı Doğal ve Kültürel Varlıkları Koruma Derneği de yapacağı sunum ile foruma katkıda bulunacak.

Dört gün sürecek forum programında oturumlar, atölyeler, film gösterimleri ve bir festival de yer alıyor.

COVID-19 pandemisi nedeniyle ara verilen ve en son 2018’de Güney Afrika‘nın Johannesburg kentinde düzenlenen forum, geniş bir direniş hareketinin pekiştirilmesini, dayanışma için ortak mücadeleler inşa edilmesini, doğanın bütünlüğünün garanti edilmesini ve şimdiki ve gelecek nesillere daha iyi bir dünya sağlanmasını amaçlıyor.

Foruma ilişkin detaylara www.tsfmining.org adresinden ulaşılabiliyor.

Yargı, Kuzey Ormanlarının Polonezköy mevkiini yapılaşmaya açan karara dur dedi

Kuzey Ormanları’nın İstanbul‘un Beykoz ilçesinde bulunan Polonezköy mevkiinin koruma derecesini düşüren bakanlık kararının yürütmesi, İstanbul Büyükşehir Belediyesi‘nin açtığı dava sonucunda durduruldu.

Çevre, Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanlığı’nın doğal sit alanı olan Polonezköy’ün koruma derecesini “Nitelikli Doğal Koruma Alanı” ve “Sürdürülebilir Koruma ve Kontrollü Kullanım Alanı” olarak değiştiren 12 Mayıs 2022 tarihli kararına karşı İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanlığı tarafından yürütmenin durdurulması ve iptal istemi ile dava açıldı.

Davaya bakan İstanbul 8’inci İdare Mahkemesi, hukuka aykırılığı açık olan dava konusu işlemin uygulanması halinde telafisi güç zararlar doğabileceği gerekçesiyle oy birliğiyle 18 Eylül 2023’de yürütmeyi durdurma kararı verdi.

‘Yapılaşmaya açılmasına neden olabilir’

Sözcü‘den Özlem Güvemli‘nin aktardığına göre, bilirkişi raporunu esas alan mahkeme, koruma statüsündeki değişikliğin alanın kısmen de olsa yapılaşmaya açılmasına neden olabileceğine dikkat çekti.

Kararda, alanın özellikleri göz önünde bulundurulduğunda üzerinde ağaç dokusunun baskın ve çeşitlilik gösterdiği, ardında yer alan orman yapısıyla bütünlük arz ettiği ve blok orman olarak adlandırılacak nitelikle bulunduğu vurgulandı.

Ayrıca parsellere yakın mesafede korunması gereken endemik balık ve bitki türlerinin mevcut olduğu, düşük yoğunluklu da olsa yapılaşmanın bu alanın korunması için tehlike oluşturabileceği sonucuna varan mahkeme dava konusu işlemde hukuka uyarlık bulunmadığına karar verdi.

‘Doğal bütünlüğe sahip blok orman niteliğinde’

Mahkeme kararının esas aldığı bilirkişi raporunda önemli tespitler yapıldı. Alanı dokuz bölgeye ayırarak inceleyen bilirkişi heyeti, “Nitelikli doğal koruma alanı” olarak belirlenen kısmın orman olduğu, “kesin korunacak hassas alan” niteliğindeki bölgenin komşuluğunda kaldığı ve fiziken bütünlük oluşturduğu kaydedildi.

Alan üzerinde ağaç dokusunun baskın olduğu vurgulanarak doğal bütünlüğe sahip blok orman niteliğine sahip olduğu kanaatine ulaşıldı.

‘Endemik türlere yönelik tehlike’ uyarısı

Yakın mesafede endemik tür olan dere kayası balığının ve tatlı su kefalinin tespit edildiği ve bu türlerin insan baskısı, yapılaşma ve habitat parçalanması tehdidi altında olduğu vurgulandı. Kilyos düğmesi isimli endemik bitkinin de aynı tehditlerle karşı karşıya olduğu belirtildi.

Raporda ayrıca “Sürdürülebilir Koruma ve Kontrollü Koruma” alanı ilan edilen Örümce Mahallesi sınırları içindeki bölgede de ağaç dokusunun baskın olduğu ve ardındaki orman dokusuyla blok şeklinde bütünlük taşıdığı ve son iki yılda tahribatın başladığı belirlendi.

‘Atatürk Kültür Merkezi alanlarında Millet Bahçesi, Cumhuriyet hafızasını yok saymaktır’

Ankara‘nın Altındağ ilçesinde yer alan Atatürk Kültür Merkezi alanına yapılan millet bahçesine ilişkin plan değişikliğini konu alan dava kapsamında bilirkişiler, planın şehircilik ilkelerine ve imar mevzuatına uymamasının yanı sıra kamu yararı taşımadığını bildirildi.

Türk Mühendis ve Mimar Odaları Birliği (TMMOB) Mimarlar Odası Ankara Şubesi‘nden yapılan açıklamada, millet bahçesinin Atatürk Kültür Merkezi alanlarında Cumhuriyet’le mekânsal hesaplaşmanın ürünü olarak inşa edildiği belirtilerek, millet bahçesine daha önce açılan dava sonucunda alana ilişkin plan değişikliğinin iptal ettirildiği hatırlatıldı.

Alanda plan değişikliği yapılması üzerine yeni plana yönelik açılan dava kapsamında bilirkişiler, Ankara 13’üncü İdare Mahkemesi Başkanlığı’na raporlarını sundu.

Bilirkişilerin görüşlerinde “1 Numaralı Cumhurbaşkanlığı Kararnamesinin 97.maddesinin (n) bendi uyarınca Çevre, Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanlığınca 01.11.2022 tarihinde resen onaylanan, Ankara Kültür Varlıklarını Koruma Bölge Kurulunun 27.10.2022 tarih ve 3019 sayılı kararı ve Ankara Tabiat Varlıklarını Koruma Bölge Komisyonunun 31.10.2022 tarih ve 442 sayılı kararı ile uygun görülen Ankara ili, Altındağ İlçesi, Zübeyde Hanım Mahallesi, Atatürk Kültür Merkezi 1.Bölge (Başkent Millet Bahçesi) 1/5000 ölçekli Nazım İmar Planı ve 1/1000 ölçekli Uygulama İmar Planının İmar mevzuatına, şehircilik ilkeleri ve planlama esaslarına, plan tekniklerine, plan hiyerarşisi ve kamu yararına uygun olmadığı” vurgulandı.

Bilirkişiler raporda planlama alanı içinde Cumhuriyetin ilk yıllarından birçok referans bulunduğuna ve mekânın Cumhuriyet hafızasına dikkat çekerek, alanın tarihsel kimliği ile özel statüsüne uygun bir planlama kararı alınmadığını, yapıların kimliği ve kent hafızasındaki yeri yönünden hassas bir yaklaşım sergilenmediğini, mekan ve hafıza ilişkisinin yok sayıldığını bildirdi.

Fotoğraf: DHA

‘Hukuksuzluğun ve ideolojik hesaplaşmanın boyutu gözler önüne serildi’

Bilirkişi raporunu değerlendiren Mimarlar Odası Ankara Şube Başkanı Tezcan Karakuş Candan, “Cumhuriyet ideolojisiyle mekan üzerinden hesaplaşan, kentleşme politikalarına aykırı plan değişiklikleri yargı tarafından bir bir iptal ediliyor” dedi.

AKM alanlarına yönelik hukuka aykırı inşa edilen planlarına karşı dava açtıklarını bildiren Candan, davada uzmanların Cumhuriyet hafızasına sahip çıkılması gerektiğine işaret ettiğini ve plan değişikliğinin hukuksuzluğunu ve ideolojik hesaplaşmanın boyutunu gözler önüne serdiğini belirtti.

AKM alanına daha fazla zarar verilmeden plan değişikliklerinin iptal edilmesi çağrısı yapan Candan, “Mimarlar Odası Ankara Şubesi olarak, Cumhuriyet hafızasına ve devrimlerine sahip çıkmaya devam edeceğiz” dedi.

Fotoğraf: DHA

‘Planlama kararı alanın tarihsel kimliğine uygun değil’

Raporda şu ifadelere verildi:

“AKM Alanı bütün bölgelerinin, bugüne değin, kanunda öngörüldüğü biçimde planlanarak gereksinim duyulan yapılarla donatılmaması, büyük bir eksiklik olarak görülmektedir. Diğer devlet kurumları ve yerel yönetimlerin talepleri doğrultusunda bölgelerin parçacı bir biçimde tahsisi ise, Milli Komite kararlarına ters düşmekte, alanın ‘Kültür Aksı’ niteliğini zayıflatmakta, yok etmektedir. Alandaki korunacak yapılar ve çevresi yönünden de bu alanın ve yapıların kimliği ve kent hafızasındaki yeri yönünden hassas bir yaklaşım sergilenmemiş ve alanın tarihsel kimliği ile özel statüsüne uygun bir planlama kararı alınmamıştır.

Bu durumda alınan planlama kararında bu yönüyle şehircilik ilkelerine ve planlama esaslarına uygunluk bulunmamıştır. Söz konusu Mahkeme kararı gerekçesinde belirtildiği gibi, 1/25.000 ölçekli Başkent Ankara Nazım İmar Planında ‘Atatürk Kültür Merkezi (AKM)’ Başkente Özgü, Özel Alanlar olarak değerlendirmiştir. Bu alanlar için, nitelik ve potansiyellerine özgü, özel planlama ve projelendirme çalışması yapılması ve özgün müdahale biçimleri geliştirilerek, Başkentlik kimliği ve vurgusu üzerine hassasiyet gösterilmesinin sağlanması gerektiği ifade edilmiştir.

Başkent özgü ve özel alan olması tasarımın temel vizyonu olması gerekirken, dava konusu planda da bu vizyon izlenmemektedir. Aynı zamanda AKM binası ‘Anadolu’dur. Yılın belli zamanlarında ve sıklıkla Anadolu’nun her tarafından kültür geçişleri düzenlenmektedir. Anadolu’nun zengin yemek kültürü, el sanatları Başkente taşınmaktadır. Tasarlanan alanın ve her bir alanın kendine özgü özellikleri vardır. Bu özellikler tarih, kültür ve peyzajdır. Daha geniş anlatımla somut ve somut olmayan miraslardır. Tasarım ve planlama da bu iki mirasın mekandaki organizasyonudur.

Dava konusu planlarda yere özgü tasarım kriterlerinin olmaması bir diğer sorunu göstermektedir. Mekan ve hafıza ilişkisini yok saymak, planlama disiplininde yer almamaktadır.”

Fotoğraf: DHA

‘Plan değişikliğinde kamu yararı bulunmuyor’

Bilirkişi raporunda şu açıklamalar öne çıktı:

“Herhangi bir emsal ve yükseklik değeri belirlenmemesi yönüyle planlama kararında hukuka uygunluk bulunmamıştır. Dava konusu AKM Alanı ve AKM 1.Bölge; bu üst kademe planda “AKM Alanı” olarak gösterilmiştir, başka alanlarda olduğu gibi genel bir yeşil alan olarak gösterilmemiştir. Dolayısıyla alt kademe planlarda bir yeşil alan-park alanı olarak değil öncelikle AKM gereklerine göre planlanması ve uygulanması gereklidir.

Bu açıdan bakıldığında AKM 1.Bölgenin yeşil alan-park alanı karakterli Millet Bahçesi olarak planlanmasının, üst kademe 1/25000 ölçekli Başkent Ankara Nazım İmar Planına ve planların kademeli birlikteliği ilkesine aykırılık oluşturduğu değerlendirilmektedir. Alanın yakınında gençlik Parkı, spor alanı, Japon bahçesi de gerçekleşmiş olmakla bölgede yeni bir yeşil alana-park alanına planlama yönünden bir ihtiyaç bulunmadığı, bu anlamda dava konusu planla AKM tanımının 1. Bölgede kalkacağı söylenebilir.

Kaldı ki, 1932 den itibaren oluşan planlama sürecinde düzenlenen planlar yerleşme planları ve kentsel tasarım projelerinde AKM’nin amacına yönelik yapılanmalar dışında hep yeşil alan-park olarak düzenlendiği, gelecek süreçte de yeşil alan-park alanı olarak düzenleneceği açıktır. Bu nedenlerle söz konusu AKM 1.Bölgeye ait dava konusu imar planlarının yapımında kamu yararına bir zorunluluk bulunmadığı, esasen AKM alanının belirlenmesiyle bölgede önceden yararının tesis edildiği değerlendirilmektedir.

Dava konusu AKM Alanı ve AKM 1.Bölge; bu üst kademe planda “AKM Alanı” olarak gösterilmiştir, başka alanlarda olduğu gibi genel bir yeşil alan olarak gösterilmemiştir. Dolayısıyla alt kademe planlarda bir yeşil alan-park alanı olarak değil öncelikle AKM gereklerine göre planlanması ve uygulanması gereklidir. Bu açıdan bakıldığında AKM 1.Bölgenin yeşil alan-park alanı karakterli Millet Bahçesi olarak planlanmasının, üst kademe 1/25000 ölçekli Başkent Ankara Nazım İmar Planına ve planların kademeli birlikteliği ilkesine aykırılık oluşturduğu değerlendirilmektedir’ ifadeleri alanın önemine işaret etmiştir.”