Ana Sayfa Blog Sayfa 298

[COP28’e doğru] ABD İklim Zirvesinde nükleer için gaza basacak: İklim krizinin çözümü nükleer olabilir mi?

ABD, kasım aynın sonunda başlayacak olan Birleşmiş Milletler (BM) İklim Zirvesinde (COP28), 2050 yılına kadar küresel olarak kurulu nükleer enerji kapasitesinin üç katına çıkarılmasını teşvik ederek, tartışmalı teknoloji için önemli bir geri dönüşe işaret edecek.

Bloomberg News’ün aktardığına göre, bildiride Dünya Bankası ve diğer uluslararası finans kuruluşlarına kredi politikalarına nükleer enerjiyi de dahil etmeleri çağrısında bulunulacak. Konuyla ilgili bilgi sahibi kişilere göre, 1 Aralık’ta Birleşik Arap Emirliklerinin Dubai kentinde imzalanacak taahhütnamede ABD’ye muhtemelen Birleşik Krallık, Fransa, İsveç, Finlandiya ve Güney Kore de destek verecek.

Bilgilerin kamuya açık olmaması nedeniyle adının açıklanmasını istemeyen bir kişi, bu çağrıdan birkaç gün sonra nükleer endüstrinin 2020 seviyelerindeki üretim kaynaklarını üç katına çıkarma taahhüdünün yapılacağı bilgisini verdi.

Deklarasyonun taslağında ülkelerin “nükleer enerjinin yüzyılın ortalarına kadar ya da ortalarında küresel net sıfır sera gazı emisyonuna/karbon nötrlüğüne ulaşılmasındaki kilit rolünü” kabul ettiği belirtiliyor ve “Nükleer enerji halihazırda, enerji güvenliğine sağladığı faydalarla birlikte, ikinci en büyük temiz sevk edilebilir baz yük enerji kaynağıdır” ifadelerine yer veriliyor.

Küçük modüler reaktörler gibi yeni teknolojiler de taahhütler arasında yer alacak.

Bildirge, karbondioksit emisyonu açığa çıkarmasa da ürettiği atıklar, santral kurma maliyeti ve potansiyel güvenlik sorunları nedeniyle sık sık eleştirilen nükleer enerjiye yönelik değişen tutumların son örneği niteliğinde.

Fotoğraf: Stefan Ziese / picture alliance
‣ Dünya Nükleer Raporu: Nükleer, güneş ve rüzgara yeniliyor; küresel payı 40 yılın en düşük seviyesinde

Uluslararası toplumdan nükleer karşıtı çağrılar yükseliyor

ABD’nin iklim konusundaki özel başkanlık elçisi John Kerry geçen hafta Bloomberg Yeni Ekonomi Forumu‘nda “Nükleer yüzde 100 çözümün bir parçasıdır” diyerek nükleer enerjiyi “temiz enerji” olarak nitelendirmişti.

BM İklim Zirvesi yaklaşırken ülkelerin nükleer enerjiye eğilimlerinin artması ise uluslararası toplum tarafından tepkiyle karşılandı. Dünyanın dört bir yanından uzmanlar, COP28’de yapılacak müzakerelerde nükleerin iklim krizi için çözümün bir parçası olamayacağı vurgusu yaptı.

Birçok ülkeden sivil toplum kuruluşları, COP28 öncesinde etkili iklim eylemi için seslerini birleştirdi. “Nükleer oyalamaya” son verilmesi çağrısında bulunan kuruluşlar, nükleerin çevre üzerindeki zararlarına değinerek yeni santral yapımlarının derhal durdurulması ve mevcut santrallerin aşamalı olarak kapatılmasını talep etti.

Çevre, Yerli halklar, sendika, inanç, halk sağlığı ve diğer sektörlerden sivil toplum üyeleri ve destekçilerinden oluşan küresel sivil toplum girişimi Don’t Nuke the Climate (İklimime Nükleeri Bulaştırma/DNTC), ulusal hükümetleri ve küresel toplumu daha güvenli, daha ucuz, daha hızlı ve daha uygulanabilir yenilenebilir enerji teknolojilerini benimsemeye ve kullanmaya çağıran bir video hazırladı.

Video: DNTC

Hazırlanan bir diğer videoda ise DNTC, yenilenebilir enerjilerle maliyet karşılaştırması yaparak ve nükleer felaketleri anımsatarak nükleer enerjinin ne olduğunu açıkladı:

Video: DNTC

‣ Isınan dünyada nükleer enerjinin ekonomi politiği: Küresel güneyde kalkınmacılığın sonu

Uzmanlar ne diyor?

Küresel DNTC ağının bileşenleri, ABD ve Birleşik Krallık gibi dünyanın enerji karışımında nükleerin payının artırılmasını teşvik eden hükümetlerin tutumlarını eleştirerek, göz önünde bulundurulması gereken durumları değerlendirdi.

Ağın Türkiye ayağı olan Nukleersiz.org Koordinatörü ve Bağımsız araştırmacı Dr. Pınar Demircan: Dünya artık nükleer santraller konusunda daha da endişe duymalı zira küresel ısınma aynı zamanda dünya denizlerinin ısınması, ısınan denizler nedeniyle deniz ekosisteminde meydana gelen değişimler ve deniz seviyelerinin yükselmesi sorunu anlamına geliyor. Şu anda dünyada faaliyet gösteren 412 nükleer reaktörün yüzde 95’inin su soğutmalı olduğunu düşünürsek, bu reaktörleri denizlerin ısınması durumunda nasıl soğutacağız? Peki ya ısınmadan kaynaklanan müsilaj ve deniz seviyesinin yükselmesi gibi soğutma zorluklarının önüne nasıl geçeceğiz? Tedbirler alma ve nükleer santralleri devreden çıkarmaya başlama gerekliliğine rağmen, Afrika‘daki projelerde görüldüğü üzere hükümetler yeni nükleer santraller için anlaşmalar yapmaya devam ediyor. Ancak sıcaklıkları 30°C’ye ulaşan Akdeniz kıyılarındaki Türkiye ve Mısır‘da yapımı devam eden reaktörler ile 35°C’yi gören Körfez ve Kızıldeniz‘deki reaktörlerin riskleri nedeniyle bir nükleer felaket kaçınılmaz olacak. Nükleer küresel ısınmaya çözüm olmadığı gibi sorunu daha da derinleştiriyor. Bu nedenle öncelikle hükümetler nükleer projelerinden vazgeçmeli ve var olanları da aşamalı olarak durdurma kararı almalıdır. Hükümetlerin bu yönde teşvik edilmesi ise uluslararası sivil toplum dinamikleri olarak bizim görevimizdir.

DNTC’nin bir diğer bileşeni Avustralya Koruma Vakfından Dave Sweeney: İklim değişikliğinin etkileriyle mücadele söz konusu olduğunda, hakikaten var olan ve sonuç veren teknolojilere dayalı acil eylemlere ihtiyacımız var. Kritik bir dönemden geçiyoruz ve nükleer sektörünün kanıtlanmamış araçları ve sahte vaatleri üzerine zaman, kaynak ve emek harcamayı göze alamayız.

Ağın üyelerinden Uranyum Ağı Almanya’dan Günter Wippel: Nükleer yakıt zincirinin başlangıcı olan uranyum madenciliği, işçiler ve madenlerin çevresindeki insanlar için büyük çevresel, sağlık ve sosyal zararları beraberinde getiriyor.

DNTC’nin bileşenlerinden Ecodefense Eşbaşkanı ve alternatif Nobel ödülü sahibi Vladimir Slivyak: Nükleer enerji hem iklim değişikliğine hem de savaşlara karşı savunmasızdır. İklim değişikliğinin seller, kasırgalar, kuraklıklar, sıcak dalgaları ya da fırtınalar gibi  giderek artan sonuçları nükleer güvenlik açısından büyük riskler yaratıyor. Savaşlar ise Ukrayna‘daki Zaporijya nükleer santralinde olduğu gibi askeri saldırı riskini artırıyor. Günümüzün istikrarsız dünyasında nükleer enerji, radyoaktif felaketler açısından ek riskler yaratıyor. Ayrıca her sivil nükleer santral nükleer patlayıcı cihaz veya kirli bomba yapımında kullanılabilecek nükleer malzemeler ürettiği için nükleer silahların yayılması riskini de beraberinde getiriyor. Nükleeri, bu tür riskleri barındırmayan yenilenebilir enerji kaynaklarıyla kıyaslamak gerek.

Bir diğer DNTC üyesi olan RECH Fransa‘dan Christine Hasse: Nükleer ve kömür santralleri soğutma için çok fazla suya ihtiyaç duyuyor. İklim krizi nedeniyle nehirler daha az ve daha sıcak su sağlıyor; son yıllarda Fransa‘da gördüğümüz gibi, soğutma sorunları nedeniyle nükleer santraller kapatılmak durumunda kalındı. Tarım ve içme için yeterli su sağlamak gelecekte daha zor olacak. Nükleer santrallerin soğutulması için suyu israf etmeyi göze alamayız.

Ağın üye kuruluşlarından BI Lüchow-Dannenberg Almanya‘dan Günter Hermeyer: Nükleer zincirin başından sonuna dek çeşitli nükleer atık türleri üretiliyor; muazzam miktarlarda su tüketiliyor ve kirletiliyor. Yüksek seviyede radyoaktif atıklar (kullanılan yakıt) dünya çapındaki nükleer enerji santrallerinde birikiyor ve bunun bilinen hiçbir çözümü yok. On binlerce varil nükleer atık okyanuslarımıza dökülüyor ve suları kirletiyor. Uluslararası nükleer lobisi, propagandasında tüm bu arka plandan söz etmemeyi tercih ediyor. Daha fazla savunulamaz vaatlere ihtiyacımız yok. Nükleer enerji iklim krizi için bir çözüm değil.

Daha önce DNTC, yaşanmış olayların kanıtlarını kullanarak nükleer enerji yanlısı söylemleri çürütme çalışmaları kapsamında, Türkiye’den sivil toplum örgütleri dahil dünya çapında yaklaşık 500 yaklaşık kuruluş tarafından desteklenen ve nükleer enerjinin iklim değişikliğine bir çözüm olduğunu reddeden bir kamuoyu açıklamasını koordine etmişti.

 

‣ En az 10 yeni nükleer reaktör inşa etmeyi planlayan İsveç, eleştirilerin hedefinde

COP28’e doğru

COP28 olarak bilinen 28’inci Taraflar Konferansı, Arap Yarımadasında nükleer enerji programına sahip tek ülke olan Birleşik Arap Emirlikleri’nde gerçekleşecek. Söz konusu bildirgeyi ev sahibi ülkenin imzalayıp imzalamayacağı ise henüz belli değil.

Kasım sonunda başlayacak ve iki hafta sürecek zirvede, dünyanın küresel ısınmayı 1,5°C‘nin altında tutmak için ne kadar yol kat ettiğini ve aradaki farkı kapatmak için neler yapılması gerektiğini takip etmek üzere bir “küresel durum değerlendirmesi” yapılacak.

BM tarafından yayımlanan bir rapor, emisyonların 2030 yılına kadar 2010 yılına kıyasla yüzde 9 artacağını ve dünyanın potansiyel olarak 2,8°C‘lik bir ısınmaya doğru yol aldığını gösteriyor.

‣ Nükleerden çıkış: Almanya son reaktörlerini de kalıcı olarak kapatıyor

Gezi ruhu Malta’da yaşıyor

Haber: Serkan ZİHLİ

*

Malta son on yılda İşçi Partisi’nin yabancı sermaye çekmeye ve özellikle dijital alanlarda hizmet veren sektörlerinin adaya gelmesini teşvik eden kalkınmacı politikaları ile birlikte hızlı bir büyüme katetti. Bu büyümenin sonucunda patlayan inşaat furyası ile vinçler, ülkedeki manzaraların ayrılmaz bir parçası haline geldi ve adanın doğal güzelliklerinin bozulmasına yol açtı. Hızla artan konut fiyatları ve kiralar, bozulan doğa ve kültürel mirasın yarattığı rahatsızlık dün Mosta kentinde ayyuka çıktı.

Aktivistler ve Mosta sakinleri, ana otobüs durağının üzerindeki ağaçların, taşınma bahanesiyle yok edilecek şekilde budanmasını protesto etmek amacıyla Salı sabahı (14 Kasım) erken saatlerde kubbesiyle meşhur, Rotunda olarak da anılan Mosta Kilisesi’nin önündeki Constitution Street‘te toplandılar.

İşçiler bölgede bırakılan otobüs durağı ve direklerin kalıntılarını sökmeye devam ederken, bölge sakinleri bu tarihi Ficus ağaçlarının kaldırılmasını içeren projeyi protesto etmeye başladı.

Fotoğraf: Serkan Zihli
Fotoğraf: Serkan Zihli

Pazartesi günü ERA (Environment & Resources Authority), yerel meclisin Ficus ağaçlarını Mosta’daki Santa Margerita bölgesine “nakledeceğini”, nakile hazırlık için budandığını iddia etmişti.

Aynı gün İşçi Partisi’nden Başbakan Robert Abela, kararı alan yerel konseyin iyi niyetinden şüphe duymadığını belirterek, ağaçların uzman tavsiyesi doğrultusunda taşınacağını söyledi. Abela, “Bu ağaçların yerini beton almayacak” dedi, fakat bu açıklama kamuoyu tarafından inandırıcı bulunmadı.

Dün öğleden sonra, Maltalı solcu ve çevreci gençlerin oluşturduğu, çevre ve insan hakları konusunda eylemleriyle etki yaratan aktivist bir grup olan Moviment Graffitti aktivisti Andre Callus, ağaçların önünde gerçekleştirilen eylem sırasında bir grup polis tarafından sürüklenerek götürüldü ve tutuklandı.

Fotoğraf: Serkan Zihli
Fotoğraf: Serkan Zihli

Polisin Callus’u yere yatırıp zor kullanarak tutukladığı görüntüler sosyal medyada hızla yayıldı ve böylece olaylar ülkenin bir numaralı gündem maddesi haline geldi. Callus, polis merkezine götürülerek sorguya alındı. Serbest bırakıldıktan sonra Callus, aktivistlerin polisi hedef almak istemediklerini, olayların sorumluluğunun belediye başkanına ve ERA’ya ait olduğunu belirten bir açıklama yaptı.

Callus, ERA’nın davranışının, koruma altındaki ağaçların gerekçesiz kesilmesine verilen izinlerin, zaten ağaç konusunda oldukça fakir olan Malta’da çevrenin katliamına yol açtığını söyledi.

Fotoğraf: Serkan Zihli
Fotoğraf: Serkan Zihli

Olaya tepki gösteren Abela, barışçıl protesto hakkına her zaman saygı gösterilmesi gerektiğini söyleyerek “İnandığı dava uğruna mücadelede gösterdiği kararlılığa saygı duyuyorum” dedi. Abela ayrıca, Callus’u toplantıya davet edeceğini söyledi.

Muhalefetteki Milliyetçi Parti ise dün akşam yaptığı açıklamada, Mosta Konseyi’nde bulunan üyelerinin konuyu görüşmek üzere acil bir toplantı talep ettiğini söyledi.

Ülkedeki yeşil hareketi temsil eden ADPD’nin başkanı Sandra Gauci ve parti üyeleri ise ilk andan itibaren protestolarda aktif bir şekilde yer alıyor.

Moviment Graffitti üyeleri ağaçları korumak için çadırlar kurdu ve nöbete başladı. Ayrıca bu akşam (15 Kasım) Malta saati ile 18.30’da Mosta’da gerçekleşecek büyük bir eylem için kamuoyuna çağrıda bulundu.

Mahkeme faturayı çevreyi korumak için dava açan yurttaşlara kesti

Muğla Valiliğince, DSİ’nin Bozburun içme suyu temini amaçlı desalinasyon (deniz suyunu tuzdan arındırma) projesi için verilen “ÇED gerekli değildir” kararına Muğla 3. İdare Mahkemesi’nin verdiği iptal kararının ayrıntıları ortaya çıktı. Kararda davacı olan dört vatandaşın müdahilliği ehliyet yönünden reddedildi ve bu kişiler mahkeme masraflarını ödemekle yükümlü tutuldu. Marmaris Kent Konseyi ve Marmaris Ekolojik Mücadele Komitesi yönetim kurulunca yapılan ortak açıklamada “Bir idari kararın iptali sonucu mahkeme masraflarını, davayı kaybeden idare yerine, davacılar arasında yer alan ve menfaat yönünden reddedilen davacılara bırakılması tanımlamakta zorlandığımız bir vaka olarak karşımızda duruyor” denildi.

Valiliğin kararının iptali talebiyle Marmaris Kent Konseyi, MUÇEP ve Marmarisliler tarafından dava açılmıştı. Muğla 3. İdare Mahkemesi’nde görülen dava için proje alanında keşif yapılmış ve bilirkişi raporu başvurucuların lehine düzenlenmiş; raporun ardından mahkeme yürütmeyi durdurma kararı vermişti.

Yapılan bilirkişi keşfi sonucu hazırlanan raporda projenin vereceği ekolojik zararlar ortaya konmuştu ve mahkemenin kamu yararı içermediği görüşü yer almıştı.

Dava sürecinde Muğla Büyükşehir Belediyesi Bozburun Yarımadası’nın içme suyu sorununu çözecek bir çalışmayı hayata geçirdi. Bu çözümle proje, kendiliğinden kadük hale gelmişti.

Muğla 3. İdare Mahkemesi’nde yürüyen davanın kararında şu ifadelere yer verildi:

  1. “Ali Güç, İbrahim Aydın Bodur, Mert Yamaç ve Burçak Kıvanç yönünden, 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu’nun 15/1-b maddesi uyarınca davanın ehliyet yönünden reddine,
  2. Diğer davacılar yönünden ise dava konusu işlemin iptaline,
  3. Dava “kısmen iptal , kısmen ehliyet ret” kararı ile sonuçlandığından, aşağıda dökümü yapılan 1.201,90-TL yargılama giderinin, haklılık durumu dikkate alınarak takdir edilen 600,95-TL’lik kısmının davalı idare tarafından, dava konusu işlemin iptaline yönelik karar verilen davacılara verilmesine, söz konusu yargılama giderinin kalan kısmı olan 600,95-TL’nin ise davanın ehliyet yönünden reddine yönelik karar verilen davacılar üzerinde bırakılmasına,
  4. Mahkememizce mahallinde yapılmasına karar verilen keşif ve bilirkişi incelemesi neticesinde ortaya çıkan keşif harcı, bilirkişi ücreti ve keşif yol giderinin Hazineden karşılanması nedeniyle bu tutara karşılık gelen toplam 17.174,90-TL (1.274,90-TL+15.000.00-TL+900,00-TL) yargılama giderinin, 8.935,95-TL’sinin, davanın ehliyet yönünden reddine yönelik karar verilen davacılardan (Ali Güç, İbrahim Aydın Bodur, Mert Yamaç ve Burak Kıvanç’tan) alınarak Hazineye irat kaydedilmesine ve davacılardan tahsili için müzekkere yazılmasına, kalan kısmın ise davalı idarenin genel bütçeye dahil olması nedeniyle Hazine üzerinde bırakılmasına,
  5. İşbu karar tarihinde yürürlükte bulunan Avukatlık Asgarî Ücret Tarifesi uyarınca duruşmalı işleri için takdir olunan 20.900,00-TL maktu vekâlet ücretinin, davalı idare tarafından, davacı vekillerine eşit oranda verilmesine, verilmesine,
  6. Davalı idare yanında müdahil şirket tarafından harcanan 10,00-TL (posta gideri) yargılama giderinin müdahil üzerinde bırakılmasına,
  7. Artan gider avansının talep edilmesi hâlinde derhâl, talep edilmemesi hâlindeyse hükmün kesinleşmesinden sonra re’sen davacılara ve müdahile iadesine,
  8. 2577 sayılı Kanun’un 20/A maddesi uyarınca kararın tebliğini izleyen günden itibaren 15 gün içerisinde Danıştay nezdinde temyiz kanun yolu açık olmak üzere, 03/11/2023 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.”

‘Anayasamızın çevreyi korumakla ödevlendirdiği yurttaşlık kavramı bu kararla askıya alınıyor’

Kararla ilgili açıklamada bulunan Marmaris Kent Konseyi ve Marmaris Ekolojik Mücadele Komitesi yönetim kurulunca yapılan ortak açıklamada, şu ifadeler kullanıldı:

“Haklılığımızın tespiti anlamına gelen iptal kararı, içeriği bağlamında kazanç mı ceza mı ikilemini yaşamamıza neden oldu.

Anayasamızın çevreyi korumakla ödevlendirdiği yurttaşlık kavramı bu kararla askıya alınıyor. Karar ne bilimsel ne de hukuki yönden kabul edilemeyecek bir durum olarak ülke hukuk tarihinde yer alacaktır. Şimdi haklılığımızın onandığı karar içeriğinde tarafımıza yaratılan mağduriyeti çözmek için bir üst mahkemeye giderek yeni bir mücadele vermek zorunda kalacağız.”

DSİ’nin Bozburun’da deniz suyunu tuzdan arındırma projesi yargıda

 

The Lancet: Dünya yanlış yönde ilerliyor, ısınan iklim sağlık sistemlerini tehdit ediyor

Yeni bir rapor, sıcaklık artışını sanayi öncesi seviyelerin 1,5°C üzerinde sınırlandırmaya yönelik eylemlerde daha fazla gecikme yaşanmasının tüm dünyada milyarlarca insan için önemli tehditler oluşturduğuna dikkati çekiyor.

Milyonlarca insanın sağlığına, hayatta kalmasına ve başarılı uyum çabalarına yönelik felaket tehdidini ortaya koyan rapor, küresel ısınmanın 1,5°C ile sınırlanmasının geri döndürülemez zararlarla karşı karşıya olan bir dünyada sağlık merkezli bir müdahale için zorunluluk olduğu vurgulanıyor.

Lancet Sağlık ve İklim Değişikliği Geri Sayım 2023 Raporuna göre, dünya şu anda 2100 yılına kadar 2,7°C ısınma yolunda ilerlerken ve enerji kaynaklı emisyonlar 2022 yılında yeni bir rekor seviyeye ulaşırken, mevcut ve gelecek nesillerin yaşamları pamuk ipliğine bağlı.

University College London‘dan Lancet Countdown İcra Direktörü Dr. Marina Romanello “Sağlık envanterimiz, iklim değişikliğinin artan tehlikelerinin bugün dünya çapında yaşamlara ve geçim kaynaklarına mal olduğunu ortaya koyuyor” dedi.

Romanello, şunları ekledi:

2°C daha sıcak bir dünyaya ilişkin tahminlerin tehlikeli bir geleceği ortaya koyduğunu ve bugüne kadar görülen azaltım çabalarının hızının ve ölçeğinin insanların sağlığını ve güvenliğini korumak için ne yazık ki yetersiz olduğunu acımasız bir şekilde hatırlıyor. Her saniye 1,337 ton karbondioksit salınmaya devam ederken, iklim tehlikelerini sağlık sistemlerimizin baş edebileceği seviyelerde tutmak için emisyonları yeterince hızlı azaltamıyoruz. Eylemsizliğin muazzam bir insani maliyeti var ve bu düzeyde bir ilgisizliği kaldıramayız – bunu hayatlarla ödüyoruz. Geciktiğimiz her an, yaşanabilir bir geleceğe giden yolu daha da zorlaştırıyor ve adaptasyonu giderek daha maliyetli ve zorlu hale getiriyor.”

‘İklim müzakereleri yalnızca boş sözler olma riski taşıyor’

University College London öncülüğünde hazırlanan 8’inci Lancet Countdown raporu, Dünya Sağlık Örgütü (WHO) ve Dünya Meteoroloji Örgütü (WMO) dahil olmak üzere dünyanın dört bir yanındaki 52 araştırma kurumu ve BM kuruluşundan 114 önde gelen uzmanın çalışmalarını bir araya getiriyor ve sağlık ile iklim değişikliği arasındaki bağlantıların en güncel değerlendirmesini sunuyor.

28’inci Birleşmiş M Taraflar Konferansı (COP28) öncesinde yayımlanan rapor, hanehalkı hava kirliliğini, fosil yakıtların finansmanını ve uluslararası kuruluşların iklim azaltımının sağlık açısından ortak faydalarına ilişkin katılımını izleyen yeni ve geliştirilmiş ölçütleri içeren 47 gösterge sunuyor.

“Hala umut için yer var” diyen Dr. Romanello, şunları kaydediyor:

“COP28’deki sağlık odağı, taahhütleri ve eylemi güvence altına almak için hayatımızın fırsatıdır. İklim müzakereleri fosil yakıtların adil ve hızlı bir şekilde kullanımdan kaldırılmasını sağlar, azaltımı hızlandırır ve sağlık için adaptasyon çabalarını desteklerse, Paris Anlaşmasının küresel ısınmayı 1,5°C ile sınırlama hedefine hala ulaşılabilir ve refah içinde sağlıklı bir geleceğe ulaşılabilir. Bu ilerleme gerçekleşmediği takdirde, iklim değişikliği müzakerelerinde sağlık konusuna giderek daha fazla vurgu yapılması, her bir derecelik ısınmanın bugün yaşayan milyarlarca insan ve gelecek nesiller tarafından hissedilen zararları daha da kötüleştirmesi nedeniyle, sadece boş sözler olma riskini taşıyor.”

Fotoğraf: Ricardo Arduengo / AFP

İklim eylemsizliği insan hayatına, geçim kaynaklarına mal oluyor

İklim değişikliğini ciddi bir şekilde hafifletmedeki başarısızlık, sağlıkla ilgili kayıpların ve zararların küresel olarak artmasıyla apaçık ortada. Dünya 2023 ‘te 100 bin yılı aşkın bir sürenin en sıcak küresel sıcaklıklarını yaşadı ve her kıtada sıcaklık rekorlarının kırılmasıyla dünyanın dört bir yanındaki insanlar ölümcül zararlara maruz kaldı.

Mevcut 10 yıllık küresel ortalama 1,14°C ısınma durumunda bile, insanlar 2018-2022 yılları arasında ortalama 86 gün sağlığı tehdit eden yüksek sıcaklıklar yaşadı ve bunların yüzde 60’ından fazlasının insan kaynaklı iklim değişikliği nedeniyle gerçekleşme olasılığı iki kattan fazla oldu.

65 yaş üstü kişilerde sıcaklığa bağlı ölümler, 2013-2022 döneminde 1991-2000 dönemine kıyasla yüzde 85 oranında arttı. Bu artış, sıcaklıklar değişmemiş olsaydı, yani sadece değişen demografik özelliklerin dikkate alınması durumunda beklenen yüzde 38’lik artışın oldukça üzerinde.

Aşırı hava olaylarının artan yıkıcılığı, su güvenliğini ve gıda üretimini tehlikeye atarak milyonlarca insanı yetersiz beslenme riskiyle karşı karşıya bırakıyor. Daha sık görülen sıcak dalgaları ve kuraklıklar, 2021 yılında 122 ülkede 127 milyon daha fazla insanın orta ila şiddetli gıda güvensizliği yaşamasına neden oldu.

Benzer şekilde, değişen hava koşulları da yaşamı tehdit eden bulaşıcı hastalıkların yayılmasını hızlandırıyor. Örneğin, daha sıcak denizler, insanlarda hastalık ve ölüme neden olabilen Vibrio bakterilerinin yayılması için uygun olan dünya kıyı şeridi alanını 1982’den bu yana her yıl 329 km artırarak 1,4 milyar insanı ishal hastalığı, ciddi yara enfeksiyonları ve sepsis riski altına soktu. Tehdidin özellikle Vibrio’ya elverişli kıyı sularının her yıl 142 kilometre arttığı Avrupa‘da daha yüksek olduğu kaydediliyor.

Fotoğraf: Brian Lapointe. / Florida Atlantic University

‘Kriz üstüne krizle karşı karşıyayız’

Sağlık sistemleri, insanları değişen iklimin artan sağlık zararlarından korumak için ilk savunma hattı olarak görülüyor. Ancak mevcut 1,14°C‘lik ısınma bile sağlık hizmetleri üzerinde ciddi bir baskı oluştururken, ankete katılan 525 şehrin 141’i, yani yüzde 27’si, sağlık sistemlerinin iklim değişikliğinin etkileri altında ezilmesinden endişe duyduklarını bildirdi.

Çarpıcı bir şekilde, aşırı hava olaylarından kaynaklanan ekonomik kayıpların toplam değerinin 2022 yılında 264 milyar ABD doları olacağı tahmin ediliyor; bu değer 2010-2014 dönemine kıyasla yüzde 23 daha yüksek.

Isıya maruz kalma aynı zamanda 2022 yılında küresel olarak 490 milyar potansiyel işgücü saati kaybına yol açtı. Gelir kayıpları, düşük ve orta gelirli ülkelerde GSYH’nin çok daha yüksek bir oranını oluşturuyor. Bu kayıplar geçim kaynaklarına giderek daha fazla zarar veriyor ve iklim değişikliğinin etkileriyle başa çıkma ve toparlanma kapasitesini kısıtlıyor.

Lancet Countdown Gelişmekte Olan Küçük Ada Devletleri Bölgesel Merkezi Direktörü Dr. Georgiana Gordon-Strachan, “Kriz üstüne krizle karşı karşıyayız” uyarısında bulunarak şunları kaydediyor:

Sera gazı emisyonlarından genellikle en az sorumlu olan yoksul ülkelerde yaşayan insanlar, sağlık üzerindeki etkilerin yükünü taşıyor. Küresel ısınmanın daha da kötüleştirdiği ölümcül fırtınalara, yükselen denizlere ve mahsulleri solduran kuraklıklara uyum sağlamak için finansmana ve teknik kapasiteye en az erişebilenler de yine bu kişiler. Buna rağmen zengin ülkeler, savunmasız ülkelerin iklim değişikliğiyle başa çıkmalarına yardımcı olmak için yılda 100 milyar ABD doları gibi nispeten mütevazı bir meblağ sağlama konusunda uzun süredir verdikleri sözü tutmayarak sağlıklı bir geleceğe adil ve eşitlikçi bir geçişi tehlikeye atıyor.”

iklim

‘2050’ye dek sıcaklığa bağlı ölümler yüzde 370 artacak’

Bu yılki rapor ilk kez, ısınan bir dünyayı nelerin beklediğine dair rahatsız edici bir bakış açısı sunuyor. İklim Kırılganlığı Forumunun (CVF) desteğiyle geliştirilen yeni projeksiyonlar, 1,5°C hedefinin kaçırılması halinde nüfus sağlığı açısından hızla artan riskleri ortaya koyarken, Lancet Countdown tarafından izlenen her sağlık tehlikesinin, sıcaklıkların yüzyılın sonuna kadar 2°C‘ye yükselmesi halinde daha da kötüleşeceği öngörülüyor.

Bu senaryoya göre, sıcaklığa bağlı yıllık ölümlerin yüzyılın ortalarına kadar yüzde 370 oranında artması ve sıcağa maruz kalmanın küresel olarak kaybedilen potansiyel işgücü saatlerini yüzde 50 oranında artırması bekleniyor. Daha sık görülen sıcak dalgalarının, 2041-2060 yılları arasında yaklaşık 525 milyon daha fazla insanın orta ila şiddetli gıda güvensizliği yaşamasına yol açarak küresel yetersiz beslenme riskini daha da kötüleştirebileceği öngörülüyor.

Hayatı tehdit eden bulaşıcı hastalıkların da yüzyılın ortalarına kadar daha fazla yayılacağı öngörülüyor; Vibrio bakterileri için uygun kıyı şeridi uzunluğu yüzde 17 ila 25 oranında artarak yüzde 23 ila 39 daha fazla vakaya yol açacak ve dang hummasının bulaşma potansiyeli yüzde 36 ila 37 oranında artarak hızlı küresel yayılmasına katkıda bulunacak.

Lancet Countdown Latin Amerika Bölgesel Merkezi Direktörü Prof. Stella Hartinger, “Böylesine korkunç tahminler karşısında, adaptasyon tek başına iklim değişikliğinin etkilerine ayak uyduramaz ve maliyetler hızla aşılamaz hale geliyor” diyor.

Hartinger, şunları aktarıyor:

“İklim değişikliğinin sağlık semptomlarını tedavi etmenin ötesine geçerek birincil önleme konusuna odaklanmalıyız. İklim değişikliğinin temel nedenleri, sağlık tehlikelerinin büyüklüğünün sağlık sistemlerinin uyum sağlama kapasitesini aşmamasını sağlamak için tüm sektörlerde azaltımın hızla hızlandırılması yoluyla ele alınmalıdır. Hükümetler nihayet bu uyarılar doğrultusunda hareket etmeye başlamazsa, işler çok ama çok daha kötüye gidecektir.”

Dünya yanlış yönde ilerliyor

2022 Lancet Geri Sayım raporu, küresel enerji krizine yanıt olarak sağlığa zarar veren fosil yakıtlardan uzaklaşmayı hızlandırma fırsatının altını çiziyor. Ancak bu yılki rapordan elde edilen veriler, dünyanın yanlış yönde ilerlediğini ortaya koyuyor.

Yeni ve güncellenmiş göstergeler fosil yakıtlara yapılan yatırım ve kredilerin artmakta olduğunu ortaya koyuyor. Küresel enerji sisteminin karbon emisyonları 2022 yılında yüzde 0,9 artarak 36,8 Gt’ye ulaşırken, hükümetler fosil yakıtların yaygınlaşmasını teşvik etmeye devam ediyor.

2020 yılında 87 ülkeden 69’u, yani tüm küresel karbon emisyonlarının yüzde 93’ünden sorumlu ülkeler, net 305 milyar dolar değerinde fosil yakıt sübvansiyonu sağladı; bu rakam 26 ülkede ulusal sağlık harcamalarının yüzde 10’unu, 10 ülkede ise yüzde 50’sini aşıyor.

Finans sektörü de artan sağlık tehditlerine katkıda bulunuyor. 2017-2021 yılları arasında fosil yakıtlara verilen toplam özel banka kredisi 572 milyar dolara ulaştı. Fosil yakıtlara en fazla kredi veren 40 özel banka, 2017-2021 yılları arasında sektöre her yıl toplam 489 milyar dolar yatırım yaptı ve yarısından fazlası 2010-2016 yılları arasında kredilerini artırarak sıfır emisyonlu enerji geçişini daha da engelledi.

Dünyanın en büyük 20 petrol ve gaz devi, geçen yıldan bu yana öngördükleri fosil yakıt üretim seviyelerini artırarak, sera gazı emisyonlarının 2040 yılında 1,5°C’lik ısınmayla uyumlu seviyeleri 2022 stratejilerinde beklenen yüzde 112’lik artışa kıyasla yüzde 173 oranında aşmasına ve Paris Anlaşmasına uyumlarının daha da azalmasına neden oldu. Endişe verici bir şekilde, fosil yakıt şirketleri 2022 yılında sermaye yatırımlarının sadece yüzde 4’ünü yenilenebilir enerji kaynaklarına ayırarak sağlıklı bir geleceği daha da ulaşılmaz hale getirdi.

Bu arada, en yetersiz hizmet alan ülkeler temiz enerjiye geçişte geride bırakılıyor ve temiz enerjilere adaletsiz erişim, en savunmasız toplulukları havayı kirleten yakıtlara bağımlı hale getiriyor. Bol miktarda doğal yenilenebilir enerji kaynağına rağmen, zengin ülkelerdeki yüzde 11’e kıyasla, düşük gelirli ülkelerde elektriğin sadece yüzde 2,3’ü yenilenebilir kaynaklardan elde ediliyor. Üstelik zengin ülkelerdeki yüzde 7,5’e kıyasla, bu ülkelerdeki hanelerin yüzde 92’si evlerini pişirmek ve ısıtmak için hâlâ odun veya tezek gibi kirletici biyokütleye ihtiyaç duyuyor.

Lancet Countdown Ekonomi ve Finans Çalışma Grubu Lideri Prof. Paul Ekins, “Dünya geri dönülemez bir zararın eşiğindeyken, hükümetlerin ve şirketlerin utanmadan petrol ve doğalgaza yatırım yapmaya devam etmeleri, Paris 1,5°C hedefine ulaşılamamasını sağlamak ve milyonlarca insanın sağlığını riske atmak anlamına geliyor” diye belirtiyor.

Ekins, “Hem fosil yakıtlara yapılan bu yatırım hem de fosil yakıt üretimine ve tüketimine akıtılmaya devam eden sübvansiyonlar, temiz yenilenebilir enerjinin yaygınlaştırılmasını ve satın alınabilirliğini teşvik etmek ve halk sağlığını ve dayanıklılığını geliştiren faaliyetlere acilen yeniden yönlendirilmelidir” diye ekliyor.

Sağlık merkezli iklim eyleminin dönüştürücü fırsatları

Zorlukların büyüklüğüne rağmen rapor, iklim eyleminde eşitlik ve adalete öncelik veren sıfır karbonlu bir geleceğe sağlık merkezli bir geçişten elde edilebilecek hayat değiştiren sağlık faydalarını özetliyor. Bu hedefin temelinde, düşük gelirli ülkelerde temiz enerji ve enerji verimliliğine geçişin hızlandırılması ve desteklenmesine yönelik bir taahhüt yer alıyor.

Lancet Countdown Azaltım Eylemleri ve Sağlık Eş Faydaları Çalışma Grubu Lideri Prof. Ian Hamilton, “Ülkeleri kirli yakıtlardan yerel, modern yenilenebilir enerji kaynaklarına geçiş için güçlendirmek, yalnızca acil sağlık faydaları sağlamakla kalmayacak, aynı zamanda yerel becerileri geliştirerek, istihdam yaratarak, yerel ekonomileri destekleyerek ve özellikle enerji yoksulluğunun insanların sağlığını ve refahını hâlâ zayıflattığı bölgelerde evleri ve sağlık tesislerini elektriklendirmek için şebeke dışı alanlara enerji sağlayarak sosyoekonomik ve sağlık eşitsizliklerini de azaltacaktır” diyor.

Aynı zamanda, hava kalitesindeki iyileştirmeler, her yıl doğrudan yakıt kaynaklı dış ortam hava kirliliğine maruz kalmaktan kaynaklanan 1,9 milyon ölümün çoğunu ve iç ortam hava kirliliğinden kaynaklanan milyonlarca ölümü önleyebilir. Erişilebilir aktif, kamusal ve elektrikli seyahatlere geçiş, fiziksel aktiviteyi destekleyerek sağlığı iyileştirirken, seyahatle ilgili PM2,5 emisyonlarının neden olduğu yıllık 460 bin ölümün çoğunu önleyebilir.

Bununla birlikte, daha sağlıklı, düşük karbonlu diyetlere geçişin hızlandırılması, her yıl kötü beslenme nedeniyle 12 milyona varan ölümün önüne geçebilir ve süt ürünleri ve kırmızı et üretiminden kaynaklanan tarımsal emisyonların yüzde 57’sini azaltabilir. Bu kazanımlar aynı zamanda daha sağlıklı nüfuslar yaratılması, sağlık sistemleri üzerindeki baskıların azaltılması, sağlıkla ilgili emisyonların en aza indirgenmesi ve sağlıkta eşitliğin teşvik edilmesi açısından da önem taşıyor.

Daha az kömür, daha az ölüm

Acilen harekete geçilmesi gerekmekle birlikte, hayat kurtarıcı bir dönüşümün başlangıcı olabilecek bazı cesaret verici ilerleme işaretleri de bulunuyor. Bu yılki rapor, fosil yakıt kaynaklı hava kirliliğinden kaynaklanan ölümlerin 2005 yılından bu yana neredeyse yüzde 17 oranında azaldığını ve bu düşüşün yüzde 80’inin kömür yakılmasından kaynaklanan kirliliğin azaltılmasına yönelik çabalardan kaynaklandığını ortaya koyuyor.

Aynı zamanda, temiz enerjiye yapılan küresel yatırım 2022 yılında yüzde 15 artarak 1,6 trilyon dolara ulaştı ve fosil yakıt yatırımlarını yüzde 61 oranında aştı. 2021 yılında yeşil enerji sektörüne verilen krediler 498 milyar dolara yükselerek fosil yakıt kredilerine yaklaştı. Sonuç olarak, yenilenebilir enerji 2022’de elektrik kapasitesindeki büyümenin yüzde 90’ını oluşturdu ve yenilenebilir enerji alanındaki istihdam 2021’de 12,7 milyon çalışanla rekor seviyeye ulaştı.

Bu yılki Lancet Geri Sayım raporu, hükümetler, işletmeler ve kamu tarafından daha önce görülmemiş ölçekte küresel işbirliği ve eylem ihtiyacını somutlaştırıyor. Lancet Countdown Eş Başkanı Prof. Anthony Costello, “Uyum için paranın kilidini açma hırsı kritik öneme sahip olsa da, sağlık merkezli eylem acil hafifletme gerektiriyor” diyor: “Bu, insanların sağlığını fosil yakıt ve sağlığa zarar veren diğer endüstrilerin çıkarlarına karşı savunmayı gerektirecektir. Şimdiki ve gelecek nesillerin gelişebileceği bir gelecek için bugünden dönüştürücü iklim eylemlerine ihtiyaç var.”

‘Fosil yakıtların yaygınlaşması insanlar için ölüm fermanı’

Yayımlanan rapora yanıt veren BM Genel Sekreteri António Guterres, “Dünya genelinde milyarlarca insanın sağlığının ve geçim kaynaklarının rekor kıran sıcaklıklar, mahsulleri yok eden kuraklıklar, artan açlık seviyeleri, büyüyen bulaşıcı hastalık salgınları ve ölümcül fırtınalar ve seller nedeniyle tehlikeye girmesiyle birlikte bir insanlık felaketinin ortaya çıktığını görüyoruz” diye konuştu.

Guterres, şunları kaydetti:

“Fosil yakıtların yaygınlaşmaya devam etmesi milyonlarca insan için bir ölüm fermanıdır. İklim eyleminin ısrarla ertelenmesinin hiçbir mazereti olamaz. İklim değişikliğinin en kötü sonuçlarını önlemek, milyonlarca hayatı kurtarmak ve dünyadaki herkesin sağlığını korumaya yardımcı olmak için sıcaklık artışı 1,5°C ile sınırlandırılmalıdır.”

‣ Lancet 2022 Raporu: İnsan sağlığı, fosil yakıtların insafına kaldı
‣ The Lancet: Sağlıklı bir gelecek için iklim değişikliği ile mücadele hızlandırılmalı

[Dosya] İklim inkarcılığı Türkiye’de: Kim bu insanlar, neyi, neden inkar ediyor? -1

2000’li yılların başlarından itibaren iklim krizinin aslında bir yanıltmaca olduğuna, bunun sıradan insanların “özgürlüklerini kısıtlamak” için uydurulmuş bir yalan olduğuna ilişkin sağ-popülist politikacılar tarafından dolaşıma sokulmuş bir söylem bulunuyor. Başta ABD‘de eski başkan Donald Trump, Brezilya‘da Jair Bolsonaro, Almanya’da aşırı sağcı AfP, Birleşik Krallık‘ta muhafazakar hükümetin başbakanı Rishi Sunak olmak üzere Güney Amerika’daki diktatörlükler hatta giderek Avrupa‘ya yayılan bu eğilim, İklim Kanunu‘nun gündeme gelmesiyle birlikte Türkiye’de de etkisini göstermeye başladı.

İklim bilimciler ve aktivistler tarafından sıkça eleştirilen İklim Kanunu taslağının Ekim 2023’te çeşitli ticaret odalarının sitesinde paylaşılmasının ardından komplo teorileriyle beslenen iklim bilimi- inkarcılığı söylemini yaygın olarak görmeye başladık.

Sosyal medya platformu X’te (Twitter) iklim kanununu taslağına karşı bir kampanya da yürütüldü. ‘Bir milyon imza’ talebiyle paylaşılan dilekçe içerisinde iklim inkarcılığından gelecek nesillerin haklarına uzanan oldukça tutarsız birtakım ifadeler yer alırken vekillere çağrıda bulunuluyordu.

Kaynak: Twitter - Fotoğraf, iklim kanununa karşı iklim inkarcılığı söyleminde bulunan grubun düzenlediği bir eylemden.
Kaynak: Twitter – Fotoğraf, iklim kanununa karşı iklim inkarcılığı söyleminde bulunan grubun düzenlediği bir eylemden.

Söz konusu inkar yalnızca sosyal medyada değil, aynı zamanda sokaklarda da yapıldı. Kimisi insanın zaten karbondan oluştuğunu ve karbon ayak izinin sınırlandırılmasının ‘fıtrata’ aykırı olduğunu belirtiyor, kimisi ise kendilerine kota koyulacağını ve bu nedenle düğüne bile gidemeyeceklerini dile getiriyordu.

Dilekçede Çevre, Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanlığı’ndan “İklim Değişikliği” ifadesinin çıkarılması gerektiği dile getiriliyordu. Aşı karşıtlığına ek, pek çok komplo teorisiyle beslenen bu inkarın arkasında aşırı sağcı, homofobik, bilimi reddeden nitelikte söylemler ve bu söylemleri üreten Plandemi Büyük Buluşma Platformu ve Abdurrahman Dilipak gibi grup ve isimlerin olduğu açıkça görülüyordu. Uzmanlar ve aktivistler tarafından sıkça tartışılan iklim kanunu taslağının içeriği ve iklimi inkar eden insanların profillerine serinin sonraki haberlerinde değineceğiz ancak öncesinde bu iklim inkarcılığının nedenlerinin peşine düştük. İnsanlar iklim krizini neden inkar ediyor, bu soruyu Yaşar Üniversitesi Psikoloji Bölümü Öğretim Üyesi Doç. Dr. Sinan Alper’e, Sosyolog Koray Doğan Urbarlı’ya ve İklim Bilimci Dr. Ümit Şahin’e sorduk.

Öncelikle bizzat ikimi inkar eden söz konusu kitlenin nedenlerine, onların ağzından çıkan söylemlere bir göz atalım:

  • “Yediğinize içtiğinize kota getirilmesinin alt yapısı bu kanun ile oluşturulacak.”
  • “Şu an iklim üzerinden bir oyun sergileniyor. Küresel ısınma algısıyla insan faaliyetlerinin, canlı türlerinin doğaya zarar verdiğini bu hareketlerin kısıtlanmasına ve küresel ısınmayı arttırdığına dair, karbon gazı ve karbon emisyonunu arttırdığına dair bir algı ve manipülasyon süreci yaşıyoruz”
  • “Cinsiyetsiz toplum devreye girecek, dijital kimlikler devreye girecek”
  • “Yaşamlarınıza, yediğinize, beraber oturup kalktığınız her şeyde karbon azaltımı yapılacak”
  • “İklim krizi bu insanlar için birer algı”
  • “Sosyal puanlama devreye girecek”
  • “Dış güçler saldırıyor”

iklim inkarcılığı

‘Argümanları tamamen anlamsız’

İklim inkarcılarının bu eleştirilerini ilettiğimiz IPM İklim Değişikliği Çalışmaları Koordinatörü Ümit Şahin, “Öncelikle bu iklim kanunu ile yaptıkları eleştirilerin bir alakası yok. İklim Kanunu’nun Meclis’e gelmesinin yarattığı gündemi bahane ederek daha önce Türkiye’de görülmemiş çapta bir iklim inkarcısı kampanya başlattılar. İklim kanununun içeriğine dair eleştiriler yapılabilir ama bunların derdi iklim kanununun içeriği değil. Söyledikleri o argümanlar tamamen anlamsız. Tamamı zırva” diyor.

iklim inkarcılığı
İklim krizinin bir algı olduğunu belirten ve birçok ilde gerçekleştirilen eylemlerde öne çıkan Plandemi Büyük Buluşma Platformu Kurucusu Ali Osman Önder’in bir tweetinden.

Farklı türde komplo inançları hep birbiriyle ilişkilidir

Psikolog Doç. Dr. Sinan Alper’e ise ortaya atılan komplo teorileriyle iklim inkarcılığını bir araya getiren bu inkar paketini tetikleyenin ne olduğunu, toplumsal olarak bunun nasıl bir psikolojik duruma işaret ettiğini soruyoruz:

“İklim kriziyle ilgili çok sayıda komplo teorisi var, yakın gelecekte bunların sayısının ve çeşitliliğinin artacağını söyleyebiliriz. Komplo teorilerine dair sosyal psikoloji literatürünün gösterdiği çok net bir şey var: Farklı türde komplo inançları hep birbiriyle ilişkilidir ve birbirini besler. COVID-19’a dair komplo teorilerine inanmış birini, iklim krizine veya alakasız başka bir konuya dair komplo teorilerine de daha kolay ikna edersiniz. Bu inançlar genelde bir paket olarak gelir, çünkü benzer düşünme şekillerine dayanmaktadırlar.”

Alper, bu tarz komplo teorilerini desteklemenin psikolojik açıdan iki farklı boyutu olduğunu belirtiyor ve ekliyor:

“Biri bilişsel süreçlerle ilgili. Eğitim, bilim okuryazarlığı, analitik düşünme becerisi gibi faktörler yani. Komplo teorilerine inanan insanların, inanmayanlara kıyasla, bu konularda zayıf kaldığını gösteren çok miktarda veri var. İkinci boyut ise sosyal bağlamla ilgili. İnsanlar yolsuzluğun, eşitsizliğin, yoksulluğun yaygın olduğu ülkelerde daha alarm halinde oluyorlar ve komplo teorileri daha makul ve gerçekçi açıklamalar gibi gözüküyor.”

iklim inkarcılığı

Dipsiz bir kuyu: Küreselciler

Sosyolog Koray Doğan Urbarlı ise bu grubun “küreselciler” diye bir yapı olduğuna inandığını belirtiyor ve“Küreselciler denen bu yapının kim olduğu da belli değil bu arada” diyor.

Bu kişilerin küreselciler denen yapıların Newsweek gibi belli dergilerin kapaklarından haberleştiklerine, insan nüfusunu azaltmak istediklerine, nüfusu azaltmanın bir yöntemi olarak da yaşamı cinsiyetsizleştirmek istediklerine değinen Urbarlı, şöyle devam ediyor:

“Bir taraftan ‘karbonu azaltacağız, karbonsuz toplum yaratacağız’ diye, insanların hayatlarıyla oynayacaklarına, bir taraftan aşıyla insanları hem nüfus kontrolüne hem de çip üzerinden kontrol altına alacaklarına inanıyorlar. Böyle bir yapı var. Bir küresel teoriye inanıyorlar ve karşılarında da küreselci denilen ve ne olduğu belli olmayan bir gücün olduğuna inanıyorlar.”

iklim inkarcılığı, Washington DC, 15 Haziran 2015. -Fotoğraf: Shawn Thew/EPA
Washington DC, 15 Haziran 2015. -Fotoğraf: Shawn Thew/EPA

‘İnsanlar bir şey arıyorlar; onları bu hayatı yaşamak zorunda bırakan bir güç…

Ne olduğu belli olmayan bu güce yönelik arayışın çeşitli sebepleri olduğunu da belirten Urbarlı, bu insanlara yaklaşımın önemli olduğunu ise Türkiye’den örneklerle şöyle açıklıyor:

“Bunlara böyle sadece sayıları giderek artan ve gerçeklikten kopmuş insanlar olarak bakarsak, bir süre sonra sayıları daha çok artan, gerçeklikten kopmuş insanlar olacaktır çünkü on sene önce biz bu konuşmayı yapsaydık seninle, Disney çizgi filmlerinde arkadaki seks yazılarının çocukları nasıl cinselliğe ittiği üzerine falan konuşabilirdik. Çünkü o zaman revaçta olan teoriler buydu. Şimdi bu ve giderek artıyor ve  bunu söyleyen insanların oy verdiği partiler de; ki Türkiye’de de aslında; Yeniden Refah Partisi’nin yüzde 2.7 oy alması da bunu gösteriyor. Yeniden Refah Partisi’nin en önemli tezlerinden bir tanesi; ‘aşı olanlarda kuyruk çıktığı’ydı. Yüzde 2.7 oy aldı. Bir buçuk milyondan çok daha fazla, birazcık daha oy alsaydı bizim vergilerimizle seçim yardımı alacaktı.

Bir kere klasik bir merkez siyasetin çökme durumunu not etmemiz gerekiyor bu noktada. Avrupa‘da Hıristiyan Demokratlar olsun, Sosyal Demokratlar veya Sosyalistler olsun, bu merkez siyasetin çökmesi ve insanların siyasetsiz kalması önemli bir nokta. Bunun üzerine bir ekonomik krizin, endüstriyel toplumun artık o fabrikalara gidilen, çalışılan emeğiyle geçinen toplumun yerini biraz daha işte prekarya ekonomisine bırakması ve güvencesiz işlere bırakmasından…

İnsanlar bir şey arıyorlar; onları bu hayatı yaşamak zorunda bırakan, göremedikleri büyük bir güç arıyorlar. Bir taraftan siyasete bakıyorlar; annelerinin, babalarının arkalarından gittiği merkez sol veya merkez sağ parti ortada yok. Bir şey söyleyemiyor onların hayatlarıyla alakalı. Ama hayat git gide zorlaşıyor bir yandan da. Ekonomik durumları, yaşam şartları düşüyor. Başka insanlar var medyada; görüyorlar; zenginler. Bir taraftan göçmenler geliyor. Acaba göçmenler mi onların işlerini çalıyor, onlara mı düşmanlık etseler yoksa başka bir şey mi olsa… Son olarak da şu var bir neden olarak; komplolara inanmak çok kolaylaştırıcı bir şey. Daha rahat, ağrı kesici gibi kullanabilirsiniz komploları.”

iklim inkarcılığı
İllüstrasyon: Piotr Szyhalski

Bahanenin ötesi: Bilim karşıtı komplo teorisyenlerinin uydurması

Ümit Şahin ise bu kişilerin İklim Kanunu’nu bahane edip bir kampanya yaptıklarını dile getiriyor. Bunun çok şaşırtıcı olmadığını belirten Şahin, Avrupa ve ABD’de iklim inkarcıları tarafından yayınlanan içeriklerin Türkiyedekiler tarafından da takip edildiğinin anlaşıldığını ifade ediyor:

“Bu ‘bizim egemenliğimizi elimizden alıyorlar’ Trump’ın korumacılık savunusu ile Amerikan endüstrisini, kömür madeni işçilerini korumak gibi bir seçim kampanyası vardı, 2016’da seçilmeden önce ve iklim gündemine, oradan da yola çıkarak karşı çıkıyordu. ‘Amerika’yı Çinlilere karşı öne çıkaracağız’ diyen bir ulusal söylem, korumacı ekonomi söylemi ve Çin düşmanlığı üzerinden zaten yürümüştü. Onların argümanı, ‘iklim krizi söylemi aslında bizim işimizi elimizden almak için uyduruluyor; Çinliler bizim işimizi elimizden alıyor böylece…’ idi.  Aslında muhtemelen çeşitli konuşmalar yayarak Türkiye’de de bunları kopyalıyorlar. 5G, aşıdaki çip ve karbon karnesi komplo teorileri hepsi birbirine karışıyor. Bunlar aslında bilim karşıtı komplo teorisyenlerinin uydurması.”

İklim protestocularını karalayan ‘karanlık küresel ağ’ ile tanışın 
iklim inkarcılığı
İllüstrasyon: Yevgenia Nayberg

İklim inkarcılığı Türkiye’yi nasıl etkiler?

Tam da bu noktada, dünya çapındaki iklim inkarcılığı örneklerine işaret ederek Sinan Alper’e Türkiye’de iklim krizinin genel kesim için inkar edilmeyen bir durum olduğunu ancak böyle bir iklim inkarcısı grubun ortaya çıkmasının, diğer insanları nasıl etkileyeceğini soruyoruz. Yanıtı şöyle:

“Batıda, özellikle de ABD’de iklim değişikliği oldukça politikleşmiş bir konudur. Yapılan çalışmalarda, insanların bu konudaki tutumlarını belirleyen en önemli faktörlerden birinin siyasi yönelimleri olduğu görülmektedir. Daha sağ ideolojiye yakın kişiler iklim krizini kabullenmez veya önemli bir sorun olarak görmezken, sol ideolojiye yakın kişiler daha çok önemsemektedir. Ülkemizde iklim krizi inkarcılığının ileride yayılacağını öngörüyorum. Şu an için ülkemizin gündemi çok farklı olduğundan, iklim krizinin getirdiği ekonomik ve toplumsal dönüşümün çok farkında değiliz. Bu konular daha somut şekilde hayatımıza dokunmaya başladığında, konunun Türkiye’de de politikleşeceğini öngörüyorum.”

Peki nasıl insanlar bu komplo teorilerine düşüyor?

Şahin de bu komplo teorilerine en çok da bilgisiz olan insanların büyük ölçüde düştüğünü belirterek şunları söylüyor:

“Birincisi tabii bilgisiz olan insanlar büyük ölçüde düşüyor ya da bazı insanlar böyle şeyleri seviyor. Ters düşmek için, sağduyuya aykırı; herkesin doğru bildiği şeyi ‘siz yanlış biliyorsunuz, doğrusunu ben biliyorum’ demek gibi üstünlük iddiasında bulunmak bir davranış biçimi haline geldi. Seviyor insanlar bunları. Bir nedeni bu ama bir nedeni de bence şimdi bu Amerika’nın ötesinde eskiden bu tür bir iklim karşıtlığı, iklim politikası karşıtlığı ya da iklim inkarcılığı Avrupa’da pek yokken, bugün hem İngiltere’de hem Almanya’da ve değişik ülkelerde, oralardaki popülist aşırı sağ partilerde bu iklim inkarcısı gündemi kullanmaya ve beslemeye başladılar.”

iklim inkarcılığı

Bir inkar etme biçimi olarak kopyala-yapıştır

Son olarak Şahin, özellikle de mevcut hükümetlerin iklim politikalarını ciddi bir şekilde uygulamaya başlamasının da bunda etkili olduğunu belirterek Almanya’da AfD’nin [Aşırı sağcı Almanya için Alternatif Partisi] ısı pompası ile geçiş politikalarını çok sert eleştirip halkı da arkasına alarak hükümeti köşeye sıkıştırması örneğini veriyor ve ekliyor:

“Avrupa’da güçlenen aşırı sağ, özellikle Ukrayna savaşının da etkisiyle enerji meselesi, enerji fiyatlarının artması, enflasyonun artması nedeniyle aslında hükümete tepki duyan kitleleri kullanan aşırı sağ, sadece yabancı düşmanlığı yetmediği için artık bir politika olarak iklim karşıtlığını da kullanmaya başladı. Onların ürettiği söylemleri de bizim aşırı sağ benimsiyor, kullanıyor, oralardan kopyalıyor bence. Çünkü işte Ümit Özdağ da benzer şeyler söyledi. Sadece Yeniden Refah Partisi değil, bütün bu aşırı sağ partiler, laikiyle, İslamcısıyla benzer bir taraftan besleniyorlar gibi geliyor bana. Böyle kaotik bir durum.”

Devam edecek…

Yolcu gemileri yeşil enerji seçeneklerini göz ardı ederek emisyon ve hava kirliliğine yol açıyor

Birleşik Krallık‘ı ziyaret eden yolcu gemileri zaman zaman “sıfır emisyonlu” kara elektriğine bağlanmıyor, bunun yerine motorlarını çalıştırarak karbon emisyonu ve hava kirliliğine yol açıyor.

Sektör, hava kirliliği ve sera gazlarına etkisi nedeniyle inceleme altında. Kruvaziyer operatörleri, gemilerin motorlarını kapatarak ve demirlediklerinde düşük karbonlu elektriğe bağlanarak emisyonlarını azaltabileceklerini söylüyor. Ancak openDemocracy tarafından yapılan bir araştırma, kruvaziyer gemilerinin Britanya’nın en büyük kruvaziyer limanı olan Southampton‘da düzenli olarak kara elektriği kullanmadığını ortaya koydu.

Yolcu gemileri bunun yerine yerel hava kirliliğini arttıran deniz gaz yağı ya da hava kirleticileri daha düşük olan ancak atmosfere bir miktar metan salınmasına neden olan sıvılaştırılmış doğal gaz (LNG) kullanıyor. Her iki yakıt da sera gazı emisyonlarına katkıda bulunuyor.

The Guardian‘ın aktardığına göre, Birleşik Krallık Deniz Ticaret Odası bazı gemilerin daha temiz kara elektriği kullanmaya adapte edilememesinin sebebi olarak kara elektriğinin deniz yakıtından daha pahalı olmasını işaret ediyor.

Barcelona, ‘aşırı turizm’le mücadele için yolcu gemilerine sınırlama getiriyor
Cruise gemisi uçaktan daha çevre dostu bir tatil seçeneği mi?

‘Şirketler temiz enerji için ödeme yapmak istemiyor’

Avrupa‘nın önde gelen temiz taşımacılık kampanya grubu Transport & Environment‘ın (T&E) Birleşik Krallık’ın sürdürülebilir denizcilik müdürü Jon Hood “Temiz enerji mevcut ama kruvaziyer şirketleri bunun için ödeme yapmak istemiyor” diyor.

Southampton’ın ilk Yeşil Parti meclis üyesi Katherine Barbour, daha fazla şeffaflık gerektiğini ve kruvaziyer operatörlerinin karasal enerjiyi ne zaman ve ne kadar süreyle kullandıklarını açıklamaya zorlanmaları gerektiğini belirterek hükümetin de kruvaziyer gemilerinin kullanılabilir olduğunda karasal enerjiye bağlanmalarını zorunlu tutması gerektiğini söylüyor. Barbour “Tüm rıhtımların kara elektriği sağlayabilmesine ve gemilerin bunu kullanacak şekilde adapte edilmesine ihtiyacımız var” diye vurguluyor.

The New York Times Aralık 2019’da, demir atmış tek bir kruvaziyer gemisinin bir günde 34 bin 400 rölantide çalışan kamyon kadar dizel egzoz yayabildiğini, ancak kara elektriği ile bunun neredeyse ortadan kaldırıldığını bildirmişti. Kruvaziyer endüstrisi, analizin kruvaziyer gemilerinde emisyonları azaltmak için kullanılan gelişmiş teknolojileri, alternatif yakıtların kullanımını veya limanlardaki emisyon kısıtlamalarını dikkate almadığını söylüyor.

2023 yılı için öngörülen 31,5 milyon yolcu ile en hızlı büyüyen turizm sektörlerinden biri olan kruvaziyer turizminin çevresel etkileri konusunda endişeler bulunuyor. 

T&E tarafından haziran ayında yayımlanan bir analiz, 2020 yılında deniz yakıtlarında yeni bir sülfür sınırı getirilmesine rağmen, 2022 yılında Avrupa’da faaliyet gösteren 218 yolcu gemisinin bir milyar arabadan daha fazla sülfür oksit yaydığını ortaya koymuştu.

Hollanda ‘aşırı turizm’den bıktı: Artık tanıtım yapmayacağız
Sardinya’da ‘aşırı turizm’e ziyaretçi sınırlaması ve bilet önlemi

‘Rıhtımda sıfır emisyon’

Venedik 2021’de kent merkezine kruvaziyer gemilerinin girişini yasakladı. Amsterdam bu yılın başlarında aynı yasağı yürürlüğe soktu ve Barcelona da 22 Ekim’den itibaren aynı kararı aldı.

Sektör ayrıca, 2050 yılına kadar net sıfır karbon gemi seyahati hedefiyle daha çevreci uygulamalara bağlı olduğunu belirtiyor. Dünyanın en büyük eğlence seyahati şirketi Carnival Corporation, LNG ile çalışan yeni gemiler inşa ediyor ve kruvaziyer operatörleri de biyoyakıtlarla denemeler yapıyor. Yeni LNG motorları sülfür oksit emisyonlarını azaltıyor ancak kampanyacılar motorların ve yakıt üretim sürecinin son derece güçlü bir sera gazı olan metan sızdırdığını söylüyor.

Nisan 2022’de Southampton’daki kruvaziyer limanını işleten Associated British Ports (ABP), “rıhtımda sıfır emisyon” sunan bir kara enerji tesisinin faaliyete geçtiğini duyurdu. Proje 9 milyon sterline mal oldu ve önemli bir kamu finansmanına sahip olan Solent yerel girişim ortaklığı tarafından 4,4 milyon sterlinle desteklendi. Ancak bu tesise yalnızca bir gemi bağlanabiliyor.

Turizm endüstrisi iklim krizi karşısında hayatta kalabilecek mi?
Venedik’te turist istemiyoruz eylemi

Nedenlerden biri: Yüksek enerji maliyeti

Liman yetkilileri, karadaki enerji tesisinin kullanımında çeşitli faktörlerin söz konusu olduğunu ve bunların arasında Birleşik Krallık’taki enerji maliyetlerinin Avrupa‘daki en yüksek maliyetlerden olduğu gerçeğinin de yer aldığını belirtiyor.

ABP, hava kalitesi güncellemesiyle birlikte önümüzdeki yılın başlarında 2023 kıyı gücü performans incelemesini yayımlamayı planladığını söyledi:

“Limanlarda mevcut ve operasyonel olarak mümkün olan her yerde kıyı elektriği kullanıyoruz. Ancak, sağladığı faydalara rağmen, dünya limanlarının sadece yüzde 2’sinde en az bir kruvaziyer rıhtımı kara elektriği ile donatılmış durumda.”

Ayvacıklılar ‘altın madenine hayır’ dedi: Binlerce ağaç kesilecek

ÇANAKKALE- Pumice Madencilik Şirketi‘nin Ayvacık‘a bağlı Kısacık köyü yakınlarında açmak istediği ‘Altın Madeni Ocağı ve Kırma Eleme Tesisi‘ projesi için dün (14 Kasım) köyde ikinci kez Halkın Katılımı Toplantısı (HKT) yapıldı.

Kazdağı Doğal ve Kültürel Varlıkları Koruma Derneği tarafından toplantı sonrası yapılan açıklamada şu ifadeler dile getirildi:

“Çevre, Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanlığı’nın halkın istemediği bu projeyi reddetmesini ve ÇED sürecini sonlandırmasını istiyoruz. Köyümüzde maden istemiyoruz! Kısacık Altın Madeni projesine hayır! Kazdağlarının üstü altından değerlidir!”

Köyde geniş güvenlik önlemleri alındı

Köy meydanında toplanan ve civar köylerden gelen vatandaşlar ve sivil toplum örgütleri, toplantı başlamadan önce pankartları ve sloganları ile projeye ilişkin tepkilerini gösterdi. Protestolara Ritm Orman grubunun müziği de eşlik etti.

Toplantıya Güzelköy, Kısacık, Akçin, Süleymanköy, Alakeçili, Misvak, Dağahmetçe, Karagömlek, Tartışık, Büyükhusun ve Küçükhusun, Koşuburnu, Nusratlı köylüleri, Ayvacıklılar, Çanakkaleliler, Bayramiçliler, Edremit Körfezi’nde yaşayan vatandaşlar yoğun ilgi gösterdi. Kısacık köy meydanında alınan yoğun güvenlik önlemi ve şirket ve kamu görevlileri ile katılımcılar arasına çekilen bariyerler dikkat çekti.

Toplantı, ÇED şirketinin sunumu ile başladı. Şirket temsilcisi, yoğun tepkiler nedeniyle sunumunu kesmek zorunda kaldı. Projeye ilişkin ilk sözü Çanakkale Belediye Başkan Yardımcısı ve Ege ve Marmara Çevreci Belediyeler Birliği temsilcisi İrfan Mutluay aldı. Mutluay, projeyi kimsenin istemediğini, projenin su toplama havzasında başlayacağını, firmayla ilgili bilgilerin eksik olduğunu, daha sonra zenginleştirme projelerinin de geleceğini, binlerce ağacın kesileceğini belirtti.

Kazdağı Doğal ve Kültürel Varlıkları Koruma Derneği yönetim kurulu üyesi Seyhan Yüksek, şirketin işletme ruhsatının iki ay sonra biteceğini, bu sürede ÇED sürecinin de tamamlanamayacağının bilinmesine rağmen Bakanlığın ÇED sürecine neden başlattığının anlaşılamadığını, Bakanlığın acilen ÇED sürecini sonlandırması gerektiğini belirtti.

Ayrıca Yüksek, projenin orman ekosistemine, tarım alanlarına, su kaynaklarına, Akçin ve Ayvacık barajlarına yapacağı olumsuz etkilerden bahsederek, köylülerin geçimlik kaynaklarını yok edecek olan projenin iptal edilmesi gerektiğini söyledi.

Kazdağı Doğal ve Kültürel Varlıkları Koruma Derneği Yönetim kurulu üyesi Maden Mühendisi Esenay Hacıosmanoğlu da projedeki teknik yanlışlıkları ve çelişkileri anlattı.

Güzelköy’den Mehmet Ürer, Ünzile Şen, Mehmet Şen, köylerinin projeye çok yakın olduğunu, gece gündüz patlatmaların sesine ve tozuna maruz kalacaklarını, projeyi istemediklerini ifade etti.

Süleymanköy’den katılan Mustafa Alper Ülgen bölgede çiftçilik yaptığını, Akçin göletinin suyunun kirlenmesi ve azalmasının bölgenin tarımına olumsuz etki yapacağını, bu nedenle projeye karşı olduğunu söyledi.

Dağahmetçe’den Özgür Sapmaz projeye bir buçuk kilometre mesafede ekoturizm ruhsatı aldıklarını ve altın madenciliğinin olduğu yerde ekoturizm yapılamayacağını söyledi.

Tartışık köyünden Erkut Ertürk projenin yer altı sularını etkileyeceğini ve susuzluğun artacağını dile getirdi.

Büyükhusun köyünden Cem Tüzün de projenin Ayvacık’ın içme suyu kaynağı olan Ayvacık Barajı için ve 15 köyün içme suyunu sağlayan grup suyu için büyük tehdit oluşturduğunu ve projeye karşı olduklarını söyledi.

Ayrıca İda Dayanışma Derneği’nden Ekrem Akgül, Gülpinar Sürdürülebilir Yaşam Derneği’nden Selma Kanbur, Burhaniye Çevre Platformu sözcüsü ve Ekoloji Birliği yürütme kurulu üyesi Süleyman Eryılmaz da söz alarak projenin zararlarını anlattı ve bölgenin hem maden hem de RES ve JES’lerle kuşatıldığını söyledi. Kazdağları Kardeşliği de toplantıya katılarak destek verdi.

“Gazete Halkım” gazetesinden Kemal Yüce çocuğunu kanserden kaybetmiş biri olarak proje müdürüne bu kadar kirletilen bir bölgede yaşayıp yaşayamayacaklarını sordu.

Küçükkuyu Doğa Sporları Derneği müzik grubu ve Bayramiç’ten gelen Ritim Orman grubu da müzikli protestolar gerçekleştirdi. Ayrıca CHP, Sol Parti, TKP ve TİP üyeleri de toplantıya katılım gösterdi.

Ne olmuştu?

Çanakkale-Ayvacık/Kısacık Köyü ve çevresinde MTA tarafından çeşitli sondaj çalışmaları yapıldı. 2000’li yılların başında süreç hızlandı. Kısacık Projesi için önce MTA, daha sonra Park Holding arama yaptı. Daha sonra OreMine adlı bir firma ortaya çıktı. Son olarak da Pumice Madencilik A.Ş. ruhsat aldı ve ÇED süreci başlattı.

2008 yılında, Kazdağı Koruma Girişimi Grubu, ruhsat Park Holding’de iken, Kısacık köyünde kahvede bilgilendirme toplantısı yapıldı. Toplantıya, EGEÇEP’ten Halk Sağlığı Profesörü Ali Osman Karababa da davet edildi. Altın madenciliğinin sağlık üzerine etkileri, diğer etkileri ve zararları anlatıldı.

2013’de Pumice Madencilik işletme ruhsatı aldı.

2015’de şirket Çevre Etki Değerlendirme süreci başlatıldı. Ekim ayında Çanakkale Çevre İl Müdürlüğü’nden yapılan bir duyuruda 3 Kasım’da halkın katılımı toplantısı yapılacağı bilgisi yer aldı.

Kısacık köyünde yeniden sunum yapıldı. Ayrıca civarda bulunan Güzelköy, Akçin, Dağ Ahmetçesi, Koşuburnu köylerinde de sunumlar gerçekleştirildi. Sosyal medya üzerinden de kampanya yürütüldü. Köylerde ve Küçükkuyu’da pazaryerinde, limanda, çeşitli etkinliklerde imza toplandı.

3 Kasım 2015’de Halkın Katılımı Toplantısı yapıldı. Koşuburnu, Güzelköy ve Akçin’den köylüler ve Çanakkale Çevre Platformu, GÜMÇED, Kurşunlu Köylüleri, Körfez’den gelen diğer doğaseverler, Çanakkale Barosu’ndan avukat Ali Furkan Oğuz, Çanakkale Millevekili Muharrem Erkek, İl Genel Meclisi üyesi Rıdvan İpek de toplantıya katıldı. Aktivistler köye ulaştığında kapılar kapatıldı. Arka pencerelerden firma temsilcileri içeri alındı. Aktivistler sloganlarla toplantıyı yaptırmadı ve ardından arbede çıktı.

Projeye ilişkin itirazlar Çevre ve Şehircilik Bakanlığı’na gönderildi. Daha sonra kampanyaya devam edildi. BİMER üzerinden itiraz için dilekçe hazırlandı ve gönderi çağrısında bulunuldu.

Ankara’da Çevre ve Şehircilik Bakanlığı’nda yapılacak İnceleme ve Değerlendirme Komisyonu (İDK) öncesi, Maden Mühendisi Esenay Hacıosmanoğlu Eltan bir rapor hazırladı. Orman ve tarım açısından bir rapor hazırlanması için de Kırsal Çevre ve Orman Sorunlarını Araştırma Derneği ve ÇOMU Ziraat Fakültesi’nden bir bilim insanı bölgeye davet edildi. Heyet yerinde araştırma yaptı ve 26 Mart 2016’da rapor hazırladı. Bu arada 15 Haziran 2016’da Bakanlık sayfasında İDK toplantısı duyurusu yapıldı. Toplantı tarihi ise 19 Haziran idi. Sürenin çok az olduğu belirtilerek  itiraz dilekçesi yollandı. Bunun üzerine, yeni bir duyuru ile toplantı tarihi 28 Haziran olarak düzeltildi.

İmzaların bir kısmı, raporlar Ankara’ya, Bakanlığa iletildi ve ayrıca BİMER üzerinden de vatandaş itiraz dilekçeleri yollandı. İDK’ya katılım için de dilekçe gönderildi.

28 Haziran’daki toplantıya Esenay Hacıosmanoğlu Eltan (Maden Müh.), Burhan Eltan (Bölgede üretim yapan çiftçi), Süheyla Doğan (İnş. Müh.), KIRÇEV’den Salih Usta (Orman Mühendisi) katıldı. Firmanın sunumunun itirazlar sunuldu ve ayrıca yazı ile ilave imzalar ve raporlar verildi. Dört kişilik bu ekip salondan çıkarıldı. Sonuç “ÇED süreci durdurulmuştur”olarak ilan edildi.

Şirketin ÇED sürecinin durdurulmasına yol açan eksikleri tamamlaması ve revize ÇED dosyasını Bakanlığa vermesinden sonra yeniden İDK duyurusu yapıldı. 18 Aralık 2018 tarihinde İDK toplantısı yapılacağı ilan edildi. Eski ve yeni dosyanın karşılaştırılmasında, yeni dosyada DSİ’nin bir yazısının olduğu ve yazıda Hidrolojik Etüd Raporu’nun onaylandığı bildiriliyor.

İkinci İDK için aktivistler 18 Aralık 2018 tarihinde toplantıya katıldı. Toplantı sonrasında şirkete eksiklerini tamamlaması için yeniden ek süre verildi. Ancak şirket eksikleri süresi içinde tamamlamadı ve ÇED süreci sonlandırıldı.

Şirket pes etmedi ve 11 Temmuz 2023 tarihinde yeniden ÇED süreci başlattı.
14 Kasım 2023, Salı günü Halkın Katılımı Toplantısı yapıldı.

 

NASA: Batı Alaska’daki metan sızıntıları, tundra yangınlarından kaynaklanıyor

Bilim insanları, Alaska‘nın en büyük nehir deltasında, orman yangınlarıyla kavrulan tundra topraklarının, alevler söndükten çok sonra bile arazinin geri kalanından daha fazla metan gazı yaydığını tespit etti.

Güçlü bir sera gazı olan metanın, binlerce yıldır donmuş toprakta depolanan karbonun ayrışmasından kaynaklanıyor olabileceği değerlendiriliyor. Bu gazın salınımı küresel ısınmayı hızlandırabilir ve tarihsel olarak yangınların nadir görüldüğü tundrada daha sık orman yangınlarına yol açabilir.

Environmental Research Letters dergisinde yayımlanan yeni çalışma, Ulusal Havacılık ve Uzay Dairesinin (NASA) Alaska ve Batı Kanada‘daki çevresel değişim üzerine geniş çaplı bir çalışması olan Arktik-Boreal Hassasiyet Deneyi (ABoVE) kapsamında yürütüldü.

Araştırmacılar, son 50 yılda orman yangınları görülen tundralarda, yanmamış alanlara kıyasla yaklaşık yüzde 29 daha fazla metan sıcak noktası bulunduğunu tespit etti. Yangının bir göl, akarsu ya da başka bir durgun su kütlesinin kenarına kadar ulaştığı bölgelerde ise bu oran neredeyse üç katına çıktı. En yüksek sıcak nokta oranı yakın zamanda yanmış olan sulak alanlarda görüldü.

Araştırmacılar ilk olarak 2017 yılında NASA’nın yeni nesil Havadan Görünür/Kızılötesi Görüntüleme Spektrometresini (AVIRIS-NG) kullanarak metan sıcak noktalarını gözlemledi. Bir araştırma uçağının altına monte edilen cihazda, güneş ışığının kara yüzeyine yakın ve havadaki moleküllerle etkileşimini kaydeden optik bir sensöre bulunuyor ve petrol sızıntılarından mahsul hastalıklarına kadar çeşitli tehlikeleri ölçmek ve izlemek için kullanılıyor.

Çalışmada, milyonda 3,000’den fazla metan parçası bulunan alanlar olarak sıcak nokta olarak tanımlandı ve Kuzey Kutbunun yaklaşık 30,000 kilometrekarelik alanında yaklaşık 2 milyon sıcak nokta tespit edildi. Bölgesel olarak, Yukon-Kuskokwim Deltasında tespit edilen sıcak noktaların sayısı 2018 araştırmalarında anormal ölçüde yüksekti, ancak bilim insanları bunların oluşumuna neyin neden olduğunu bilmiyorlardı.

NASA’nın Arktik-Boreal Hassasiyet Deneyindeki bilim insanları tarafından incelenen bir Alaska gölünün yüzeyinde metan kabarcıkları görülüyor. Güçlü bir sera gazı olan metan, çözülen permafrosttan salınan karbon mikroplar tarafından tüketildiğinde açığa çıkarak kabarcıklar oluşturuyor. Fotoğraf: Kate Ramsayer / NASA
‣ 2021’de atmosferdeki metan gazı yoğunluğu tarihin en yüksek seviyesinde: Karbondioksit seviyelerinde de büyük sıçrama var

Buz ve ateş

O sırada ABoVE çalışmasında stajyer olan Elizabeth Yoseph, bu bilgi boşluğunu doldurmak için büyük deltanın ıslak ve turbalı bir bölgesindeki metan yönünden aktif bir bölgeye odaklandı. Yoseph ve ekibi AVIRIS-NG verilerini kullanarak 1,780 kilometrekareden fazla bir alanda sıcak noktalar tespit etti ve ardından bulgularını tarihi orman yangını haritalarıyla karşılaştırdı.

Yeni çalışmanın başyazarı olan Yoseph, “Yangın geçmişi ile metan sıcak noktalarının dağılımı arasında çok açık ve güçlü bir ilişki olduğunu açığa çıkardık” dedi.

Bu bağlantı, alevlerin tundranın altında yatan karbon zengini donmuş toprağı, yani permafrostu, yakmasından kaynaklanıyor. Permafrost atmosferdeki karbonu hapsederek on binlerce yıl boyunca depolayabiliyor. Ancak ıslak alanlarda çözülüp parçalandığında, gelişen mikroplar besleniyor ve karbonu metan gazına dönüştürüyor. Göllerin ve sulak alanların etrafındaki doygun topraklar, büyük miktarlarda ölü bitki örtüsü ve hayvansal madde içerdiği için özellikle zengin karbon stoğu niteliği taşıyor.

NASA’nın AVIRIS-NG’yi geliştiren Güney Kaliforniya‘daki Jet İtiş Gücü Laboratuvarında görev yapan bilim insanı Clayton Elder, “Yangın permafrostu yaktığında, arazi yüzeyinde, örneğin burada Kaliforniya‘da yanan bir yangından farklı, yıkıcı değişiklikler meydana geliyor. Donmuş bir şeyi çözülmüş bir şeye dönüştürüyor ve bu da yangından çok sonra o ekosistem üzerinde kademeli bir etki yaratıyor” diye konuştu.

‣ IEA: 1,5°C eşiğini aşmamamız için metan emisyonlarında acil, keskin bir düşüş şart

Risk artıyor

Serin bataklıklar, alçak çalılar ve otlar nedeniyle tundra yangınları, yaprak dökmeyen ormanlar gibi diğer ortamlardaki yangınlara kıyasla daha ender görülüyor. Ancak bazı tahminlere göre Yukon-Kuskokwim Deltasındaki yangın riski, iklim değişikliği ve tundra yangınlarının başlıca nedeni olan şimşek fırtınalarının artması nedeniyle yüzyılın sonuna kadar dört katına çıkabilir. Alaska’da kayıtlara geçen en büyük tundra yangınlarından ikisi 2022 yılında meydana geldi ve 100,000 hektardan fazla alanı küle çevirdi.

Yüksek enlemlerde artan yangınların geleceğinin küresel iklimi nasıl etkileyebileceğini anlamak için daha fazla araştırmaya ihtiyaç duyuluyor. Arktik permafrost tahminen 1,700 milyar metrik ton karbon barındırıyor ve bu miktar 2019 yılında dünyanın fosil yakıt emisyonu olarak saldığı karbon miktarının yaklaşık 51 katına tekabül ediyor.

‣ Birleşik Krallık’taki metan sızıntısı uydularla tespit edildi

‘Daha fazla araştırma gerekiyor’

NASA’nın Goddard Uzay Uçuş Merkezinde yangın araştırmacısı olan eş yazar Elizabeth Hoy, depolanan tüm bu karbonun aynı zamanda yanan tundradan kaynaklanan yangın emisyonlarının karbon yoğunluğunun son derece yüksek olduğu anlamına geldiğini söyledi.

Hoy, “Tundra yangınları uzak ve ulaşılması zor bölgelerde meydana geliyor ve genellikle yeterince incelenemiyor. Uyduların ve havadan uzaktan algılamanın kullanılması bu olayları daha iyi anlamak için gerçekten güçlü bir yol” diye konuştu.

Bilim insanları Alaska’nın dört bir yanında bulunan metan sıcak noktalarını araştırmaya devam etmeyi umuyor. Kuzey Kutbunun yanı başındaki yangın, buz ve sera gazı emisyonları arasındaki bağlantıları daha iyi anlamak için kara tabanlı araştırmalar yürütülmesi gerekiyor.

Uzmanlar uyardı: Su kütlelerini plastikten arındırmak için teknolojik cihazlara güvenemeyiz

Uluslararası araştırmacılardan oluşan biri grup bilim insanı, plastik kirliliği krizine çözüm sağlamak için mekanik temizleme araçlarının ağırlıklı kullanımına karşı uyarıda bulunuyor.

Aralarında Yeşil Gazete yazarlarından Doç. Dr. Sedat Gündoğdu‘nun da bulunduğu, plastik kirliliği konusunda dünyanın önde gelen bilim insanları, okyanus ve akarsularda halihazırda birikmiş olan milyonlarca ton atıkla mücadele etme ihtiyacının açık ve acil olduğunu yineliyor.

Öte yandan, bugüne kadar kullanılan plastik temizleme teknolojilerinin toplayabildikleri atık madde miktarında farklı verimlilik gösterdiklerini belirten uzmanlar, bu teknolojilerinin birçoğunun hiç test edilmediği konusunda da uyarıyor.

Çalışmada bu cihazlardan bazılarının yakalanan plastik miktarını önemli ölçüde aşan miktarlarda balıklar, kabuklular ve deniz yosunları gibi deniz organizmalarına zarar verdiği vurgulanırken, okyanus üzerindeki genel etkilerinin potansiyel olarak yararlı olmaktan çok zararlı olduğu belirtiliyor.

Fotoğraf: WWF
‣ Rapor: Küresel anlaşma ile plastik kirliliği yüzde 80 oranında azaltabilir

‘Üretim ve tüketim azaltılırken bertaraf kolaylaştırılmalı’

One Earth dergisinde yayımlanan makalede, plastik üretiminin 2060 yılına kadar üç katına çıkacağı öngörüldüğünden, daha fazla kirliliği önlemenin en uygun maliyetli ve etkili yolunun plastik üretiminin ve tüketiminin azaltılması olduğu belirtiliyor.

Uzmanlar, plastik kullanımının gerekli olduğu durumlar için ise en etkili çözüm yolunun kullanım ömrü sonunda kolay ulaşılabilen ve etkili bir yolla bertaraf edilebilen, güvenli ve sürdürülebilir ürünler tasarlamaktan geçtiğini kaydediyor.

Ayrıca, plastik kirliliğini okyanusta bırakmanın çevresel maliyetinin, plastik giderme teknolojilerinin tüm çevresel ve ekonomik maliyetiyle karşılaştırılarak değerlendirilmesi gerektiğini savunan uzmanlar, bu tür değerlendirmeler için Birleşmiş Milletler Plastik Kirliliği Antlaşmasına net kriterlerin dahil edilmesi çağrısında bulunuyor.

‣ Neden tek kullanımlık plastiklerin yaşam döngüsü analizlerine itibar etmemeliyiz?

‘Bu teknolojiler mercek altına alınmalı’

Çalışma, dünya liderleri Plastik Kirliliği Üzerine Hükümetlerarası Müzakere Komitesinin küresel bir plastik antlaşması oluşturulmasına yönelik üçüncü toplantısı için hazırlıklar sürerken yayımlandı.

Almanya‘daki Alfred Wegener Enstitüsünde deniz ekoloğu olan başyazar Dr. Melanie Bergmann, “Şu ana kadar, plastik giderme teknolojilerinin net faydalarına dair kesin kanıtlar mevcut değil. Aksine, bu teknolojiler nedeniyle sık sık kazara deniz hayvanları yakalanması nedeniyle ölümler yaşanıyor ve bu da ölçek büyütüldüğünde bir sorun haline geliyor. Üzücü sonuçların önüne geçmek için bilime dayalı kriterler uygulayarak bu teknolojileri mercek altına almalıyız” dedi.

‣ Adana’dan sonra Gana: Batı Afrika nasıl plastik içinde boğuluyor?

‘Yeşil aklamaya yol açabilir’

Araştırma, son yıllarda plastiklerin çevreden uzaklaştırılması için çeşitli temizleme teknolojilerinin geliştirildiğini vurguluyor. Plastik giderme cihazları turistik plajlarda ve limanlarda sıkça görülüyor; çeşitli türlerde borular, deniz taşıtları, kabarcık perdeleri veya kaplar nehir ve haliçlere yerleştiriliyor.

Plastik yakalayan cihazlar dışında, kirlilikle mücadele için açık okyanus ve deniz tabanı için çekili ağlar, otonom gemiler ve yapay zeka kombinasyonlarını kullanan yenilikler de mevcut. Ancak makalenin yazarları, bu teknolojilerin gerçekten etkili olduklarına dair işaretler gösterse bile, küresel sorunun derinine inemeyeceğine işaret ediyor.

Plastik giderme uygulamaları, seçici olmayan ve zarar teşkil eden plastik giderme teknolojilerinin gelişigüzel kullanımıyla plastik emisyonlarını dengelemeye yönelik “plastik kredisi” planları yoluyla yeşil aklamaya da yol açabilir.

Bilim insanları, bu nedenlerle okyanus ve akarsulardan plastiklerin temizlenmesi yaklaşımlarına çok fazla odaklanmanın daha fazla çevresel risk yaratacağından ve Plastik Antlaşması müzakerelerinin temel önceliği olan kirliliği önleme yaklaşımından uzaklaşılmasına neden olacağından endişe duyuyor.

Fotoğraf: Yonathan Van der Voort / Reuters
‣ Küresel plastik anlaşması için müzakereler başladı: Türkiye ne yapacak?

‘Musluğu kapatmalıyız’

Doç. Dr. Sedat Gündoğdu, çalışmaya ilişkin olarak şunları kaydediyor:

“Plastik kirliliği geri döndürülemez noktaya ulaşmanın eşliğinde ve bu kirlilik, etkinliği bilimsel olarak kanıtlanmamış pahalı ve sınırlı temizleme teknolojileriyle ortadan kaldırılabilecek düzeyde değil. Üstelik bu tür faaliyetler biyoçeşitlilik için de risk oluşturuyor. Dolayısıyla her açıdan daha uygun bir yöntem, musluğu kapatmak olacaktır. BM Plastik Kirliliği Anlaşması bunları da göz önünde bulundurmalıdır.”

‣ BM, plastik kirliliğini sona erdirmeyi amaçlayan tarihi kararı kabul etti
‣ BM Plastik Anlaşması sıfır taslağı bize ne anlatıyor?
‣ Plastik kirliliğinin Paris Anlaşması: Nairobi Sözleşmesi
‣ Küresel Plastik Anlaşması, plastik kirliliğini önlemeye yetecek mi?
Plastikler temizlemekle biter mi?

[Dünya KOAH Günü] ‘KOAH’la mücadele için sera gazları azaltılmalı’

Türk Toraks Derneği, 15 Kasım Dünya KOAH Günü kapsamında açıklamada bulunarak hava kirliliğinin, KOAH’ı etkileyen faktörlere dikkat çekti. Bunların arasında tütün dumanı, hava kirliliği, iklim değişikliği ve sera gazı salımları öne çıkıyor.

Bu yılın Dünya KOAH Günü teması, iklim değişimi ve etkilerini de kapsayacak şekilde “Havamızı Koruyalım, KOAH’sız Yaşayalım” olarak belirlendi, Dünya KOAH Günü’nde temiz hava ve akciğer sağlığının öneminin vurgulanması amaçlanıyor.

 Distopik bir gerçekliğin sınırlarında solumak: Termik Santraller 

Nefes alıp vermede zorluk ile karakterize, kalıcı solunumsal yakınmalarla seyreden, yaygın, önlenebilir ve tedavi edilebilir bir akciğer hastalığı olan KOAH,  dünyada yetişkin nüfusun onda birini etkiliyor ve dünya çapında en yaygın üç ölüm nedeninden biri.

KOAH nedenli ölüm sayısı 2019’da 3,22 milyonu buldu ve ölüm sayısı 2007 ile 2017 arasında yüzde 17,5 arttı. Türkiye’de 2019 yılında 100 bin kişi başına düşen KOAH ölüm sayısı 32,8 olarak kaydedildi. Söz konusu oran, Avrupa Birliği ülkelerinin ortalamasından (yüzde 23,7) daha yüksek.

KOAH, Dünya KOAH Günü
İllüstrasyon: COPD.net

Fosil yakıtlar KOAH’ı da etkiliyor

Açıklamada tütün dumanının KOAH’ın en yaygın nedeni olmakla birlikte KOAH tanılı kişilerin yüzde 20’sinin sigara içmediğinin tahmin edildiği belirtiliyor ve şunlara yer veriliyor:

“Günümüzde tütün kullanımı yanı sıra iç ve dış ortamda fosil yakıtları (odun, kömür, petrol, gaz), biyokütle (bitki sapları, tezek vb.) ve orman yangınlarının dumanına maruz kalma ve hava kirliliği de önemli risk faktörleri arasındadır.”

Yetersiz beslenmenin, enfeksiyonların ve/veya iç ve dış ortam kirleticilerine pasif maruz kalmaya bağlı olarak doğumdan önce ve sonra akciğer gelişiminin geri kalmasının da KOAH’a yol açabileceğinin belirtildiği açıklamada, “Artan tütün kullanımı, yoğun şehirleşme ve kötüleşen hava kalitesi de çoğu düşük ve orta gelirli ülkelerde bu faktörlere maruz kalma riskini artırmaktadır. Risk faktörlerine maruziyetin azaltılması, KOAH’ın gelecekteki yükünü azaltmak için esastır” deniliyor.

KOAH, Dünya KOAH Günü
İllüstrasyon: COPD.net

‘Sera gazlarını azaltmak KOAH’la mücadelede temel hedeflerden biri olmalı’

Küresel iklim değişikliğinin KOAH hastalarını da doğrudan etkileyeceğinin tahmin edildiğine yer verilen açıklamada, “İklim değişikliği ile birlikte sıcaklık artışı, anormal hava olayları ve orman yangınları görülmektedir. Aşırı sıcaklıklar (hem sıcak hem de soğuk) yanında iç ve dış hava kirleticileri KOAH’ta artan solunum yakınmaları yükü, akciğer fonksiyon kaybı ve KOAH alevlenmeleri ile erken ölümlere neden olmaktadır. Bu nedenle hava kirliliği ve iklim değişikliğine yol açabilecek sera gazlarını azaltmak KOAH’la mücadelede temel hedeflerden biri olmalıdır” ifadelerine yer veriliyor.

KOAH, Dünya KOAH Günü
İllüstrasyon: COPD.net

KOAH’ın erken yaşta başlayabileceğine ve genç bireyleri de etkileyebileceğine değinilen Türk Toraks Derneği açıklamasında, KOAH öncesi koşulların farkına varılmasının, önlenmesinin, hasta olanların erken teşhisinin ve uygun tedavi yaklaşımlarının önemine dikkat çekiliyor. Açıklamada ayrıca şunlar aktarılıyor:

“KOAH’da en sık görülen yakınmalar; öksürük, balgam, nefes darlığı ve bazı olgularda yorgunluk hissidir. Hastanın yakınmaları hastalığın ilerlemesi ile daha da artarak kişinin yaşam kalitesini olumsuz etkiler. KOAH’ın tanısı, sağlık kurumlarında basit bir test olan ‘nefes ölçüm testi’ (solunum fonksiyon testi) ile kolayca konulabilir. Tanının doğrulanması için solunum fonksiyon testi kullanılarak hava akımında azalmaya yol açan tıkanıklığın belirlenmesi esastır.”

KOAH’sı olan kişiler neler yapmalı?

KOAH tanısı konulan kişilerin tütün ve tütün ürünlerinin kullanımını bırakmaları gerekiyor. Ayrıca bu kişilere zararlı toz ve gaz içeren ortamlardan, hava kirliliğinden uzak durmaları öneriliyor. Sağlıklı beslenme ve günlük egzersiz de gereklilikler arasında bulunuyor.

KOAH, Dünya KOAH Günü
İllüstrasyon: COPD.net

Akciğerleri sağlıklı tutmak ve sağlıklı nefes alabilmek için;

  • Tütün ve tütün ürünlerini kullanmayın.
  • Soluduğunuz ortam havasını temiz tutun.
  • Düzenli ve dengeli beslenin.
  • Düzenli egzersiz yapın.
  • Yaş grubunuza uygun aşınızı olun.
  • İklim değişimine duyarsız kalmayın.

Kitlesel çözümler

Yoksulluk, kırılgan gruplara özel bir yaklaşım ve sağlıkta eşitsizlikler ile mücadelenin kitlesel önlemler için önemli olduğu belirtiliyor.

İç ve dış ortam hava kirliliğinin azaltılması da KOAH’ın gelişimi ve alevlenmesini önleyen koruyucu bir müdahale olarak tavsiye ediliyor. KOAH hastalarının dış ortam aktivitelerini yerel hava kalitesi indeksini takip ederek ona göre düzenlemesi gerektiği ifade ediliyor. Toplumsal müdahale önlemlerinin dışında KOAH tanılı hastaların hava kirliliği bulunan yerlerde maske kullanmasının da yararlı olabileceğine değiniliyor.

KOAH’ın bireysel tedavisinde nefes açıcı özellikte “inhaler” olarak adlandırılan solunum yolu ile uygulanan ilaçlar ile hava yollarındaki daralmanın azaltılıp hastanın olabildiğince rahatlatılması amaçlanıyor. Solunum yetmezliği olan KOAH’lı hastalarda evde oksijen tedavisi ve/veya evde solunum cihazı tedavisi gibi tedavilere ihtiyaç olabiliyor. Açıklamada şu tedavi yöntemlerine de yer veriliyor:

“Öte yandan hastalığın seyrini kötüleştiren ve ölümlere neden olan alevlenmelerden ve zatürreden korunmak için grip ve zatürre aşılarının yapılması ve nefes yoluyla alınan ilaç tedavilerinin düzgün uygulanması gerekir. Ayrıca sağlıklı beslenme, fiziksel aktivitenin ve uygun hastalarda akciğer rehabilitasyonu uygulanması hastaların günlük yaşamlarının daha kaliteli hale gelmesini sağlamaktadır. Tüm tıbbi tedavilere rağmen yakınmaların fazla olduğu KOAH hastalığının özgün bir alt grubunda ise ayrıntılı incelemeler yapıldıktan sonra bronkoskopi ile sarmal tel veya valf yerleştirme ile akciğerlerde ortaya çıkan aşırı derecede havalanmanın azaltılması amaçlanmaktadır. Bu işlemler deneyimli merkezlerde seçilmiş hastalara uygulanabilir.”