Hafta SonuKöşe YazılarıManşetYazarlar

BM Plastik Anlaşması sıfır taslağı bize ne anlatıyor?

0

Bu yaz sıcak dalgaları, sel felaketleri, mega yangınlar ve dolu yağışları gibi birçok anormal doğa olayıyla karşılaştık. Dolayısıyla iklim krizinin bu etkileri, kamuoyunu bu konuda önlem alınması gerektiğine biraz daha ikna ettiğini söyleyebiliriz. Ancak bu ardı arkası kesilmeyen felaketler göz önüne alındığında iklim krizi dışındaki (aslında içinde ama bunun anlaşılması için biraz zaman lazım) problemlerin anlaşılması için de felaket yaşamak gerektiği ihtimali de akla gelmiyor değil. Çünkü örneğin plastik kirliliğinin yarattığı problem hala, çeşitli gıdalarda ya da insan organlarında bulunan mikroplastiklerden ibaret olarak görülüyor. Belki de gökten plastik yağıp bir kaçımıza gözle görülür zarar vermesini beklemek ile beklememek arasında bir yerde olabiliriz.

Ancak bir bütün olarak düşünüldüğünde plastik de bir fosil kaynak ve bu da bize aslında geniş bir problem halkasının tam ortasında yer alan bir problem olduğunu anlatıyor. Yani kafamıza plastik bidon düşerek bizi yaralamasını beklememize gerek yok gibi duruyor. Çünkü bu problemin çözümü için halkanın herhangi bir noktasından açılacak bir gedik, önemli bir aşamaya geçilmesine de fırsat tanıyacak.  İşte bu gediklerden bir tanesi Birleşmiş Milletlerin kısa bir süre önce müzakerelerine başladığı ve şimdiye kadar yazılmış en önemli anlaşmalardan biri haline gelebilecek olan plastik anlaşmasına ait “sıfır taslak” ile yaratılabilir. Daha önce de değindiğimiz gibi bu anlaşma denizel ortamlar da dâhil olmak üzere plastik kirliliğine ilişkin uluslararası yasal bağlayıcılığı olan bir anlaşma belgesi olma iddiasında. Her ne kadar iklim inkârcılarının iklim değişikliği için yaptığının bir benzerini, plastik endüstrisi ya da genel olarak endüstri ile ilişki kurmayı zaruri gören çevreler plastik kirliliği için yapsa da, plastik kirliliği de en az iklim krizi kadar aciliyet arz eden bir durum haline geldi. İnsanlık şu anda yaklaşık 450 milyon ton yıllık plastik üretimi gerçekleştiriyor, bu da aslında yılda 450 milyon tonluk plastik üretecek kadar petrol tüketimi demek (yaklaşık 1,8 gigaton karbondioksit eşdeğeri). Bu üretimin 2060 yılına kadar üç katına çıkması hedefleniyor. Dolayısıyla plastik üretiminin azaltılmasını yasal olarak zaruri kılan bir anlaşma oldukça önemli olacaktır.

Sıfır taslak, BM’nin 2025 yılına kadar sürmesi beklenen ve yaklaşık 150 ülkeden uzman ve temsilcilerin katıldığı müzakereler sırasında masada tartışılacak olan taslak. Bir nevi yol haritası. Ancak adı üstünde sıfır taslak oldukça başlangıç aşamasında ve nihai hale gelmesi için oldukça ciddi tartışmalar yapılması gerekiyor.

Fotoğraf: Mohammad Ponir Hossain / Reuters

Sıfır taslakta iki olası hedef öne çıkıyor:

  1. İnsan sağlığını ve çevreyi plastik kirliliğinden korumak,
  2. Plastik kirliliğini sona erdirmek.

Ülkelerin pozisyonları dikkate alındığında bu iki iddialı hedefe ulaşmak pek de kolay olmayabilir. Çünkü müzakereler şu anda oldukça kutuplaşmış bir ortamda yürütülüyor. Her ne kadar bu iddialı hedeflere ulaşmak konusunda istekli ülke sayısı fazla olsa da, sayıları az ancak etkileri ağır olan ABD, Suudi Arabistan, Çin, Katar vb. ülkeler, anlaşmanın, plastiğin tüm yaşam döngüsünü kapsamasını hedefleyen vaatlerinin metine girmesini engelleme çabasında. Hatta ABD, plastik anlaşmasının Paris İklim Anlaşması gibi hiçbir etkisi olmayan vitrin süsü bir anlaşma olması konusunda oldukça istekli. Çünkü sıfır taslak içerisinde yer alan vaatlerden bazıları plastik üretiminin sınırlandırılması gibi anlamlar içeriyor.

Plastik anlaşmasının Paris İklim Anlaşması gibi inisiyatifi ülkelere ya da bölgelere bırakan ve herhangi bir yaptırım gücü olmayan bir formatta çıkması önemli bazı problemlerin de doğmasına neden olabilir. Bunların başında da bazı ülke ve bölgelerin katı sınırlamalar koyarak kirli endüstrilerin, katı kurallar uygulamayan ülkelere taşınmasıyla sonuçlanması ihtimali gelmektedir. Üstelik bu sadece plastik ham madde üretimiyle sınırlı değil. Çünkü kısa süre önce yayımlanan BM Çevre Programı (UNEP)-Sistemiq ortak raporunda talihsiz bir şekilde kimyasal geri dönüşüm ve çöplerin çimento fabrikalarında yakılması önerilmişti. Dolayısıyla katı kurallardan kaçmak isteyen kirletici şirketler operasyonlarını, katı kural uygulamakta istekli olmayan başta Türkiye olmak üzere küresel güney ülkelerine taşıyabilir ve bu da kirlilik sığınağı denilen durumun oluşmasına neden olur. Bu tür riskler bazı kötü senaryoların da oluşmasına neden olabilir. Bu senaryolardan en kötüsü bir uzlaşmaya varılamamasına ve sonuçta da sulandırılmış, tamamen gönüllülük esasına dayalı ve uygulanması üye devletlere bırakılmış bir anlaşma oluşması senaryosudur. Daha da kötüsü ise müzakerelerin yıllarca uzama ihtimali.

Fotoğraf: GK

Sıfır taslak, küresel bir plastik anlaşmasının kapsamı ve özelliklerine ilişkin birden fazla farklı ‘seçenek’ içeriyor. Örneğin, birincil plastik polimerlerin yani yeni üretilen veya işlenmemiş plastiklerin üretimiyle ilgili bölümde üç farklı seçenek söz konusu. Bunlardan ilki, ülkeleri, plastik üretimini, anlaşmanın gelecekteki bir ekinde belirtilecek olan bağlayıcı bir hedefin altında kalmasını sağlamakla yükümlü kılıyor. İkinci seçenekte üretimi yönetmek ve azaltmak için genel bir küresel hedefe ve bu hedefe katkıda bulunmak için de her ülke tarafından belirlenen ulusal hedeflere atıfta bulunuyor. Üçüncü seçenekte ise sadece üretimi yönetmek ve azaltmak için ulusal olarak belirlenen hedeflere atıfta bulunuluyor. Eğer ki yasal bağlayıcılık ilkesi anlaşmaya girerse bu seçeneklerden ilk seçenek en umut verici seçenek halini alıyor. Ancak daha önce de dediğim gibi ABD gibi ülkeler üçüncü seçeneğin anlaşma metnine girmesi yönünde ciddi bir pozisyona sahip. Tabii ki bu durum değişebilir ancak şu anda durum bundan ibaret. Aslında ABD vb. ülkelerin bu pozisyonları o kadar güçlü ve endüstri de BM üzerinden o kadar müdahaleci ki sıfır taslak metninde bunun izlerini görmek mümkün. Örneğin bir fark yaratma ihtimali olan bazı iyi ve somut önlemler ne yazık ki, plastik kirliliğini sona erdirmeye yaramayacak, çok belirsiz, gönüllü ve bağlayıcı olmayan genel formülasyonlara indirgenmiş ve bu da bu müdahalenin en belirgin kokusunu oluşturuyor. Neyse ki adı üstünde sıfır taslak. Aslında sıfır taslak, iyi yapılandırılmış ve üzerine inşa edilebilecek küresel yasakların tartışılması için bir önemli bir yol açma işlevine sahip ki işte asıl ümit vadeden de bu tartışmaların yapılıyor olması. Aksi durumda biz hala plastik zararlı mı değil mi; yeteri kanıt var mı; geri dönüşüm faydalı mı gibi primitif tartışmalara gömülüp kalacaktık.

Sıfır taslakta yer alan ve birden fazla seçeneğin sunulduğu başlıklar arasında plastik üretiminde kullanılan zararlı kimyasallar da yer alıyor. Buradaki seçenekler de sırasıyla bu tür kimyasalların kullanımının ortadan kaldırılması, en aza indirilmesi veya düzenlenmesi yükümlülüklerinden bahsediyor. Benzer şekilde, kısa ömürlü ve tek kullanımlık plastik ürünler ve kasıtlı olarak eklenen mikroplastikler (kozmetik ürünlerinde olduğu gibi) dâhil olmak üzere sorunlu ve önlenebilir plastik ürünler ile ilgili olan bölümde de bazı seçenekle sunulmuş. Örneğin bu seçeneklerden biri ülkeleri gelecekteki bir ekte listelenen belirli zararlı ürünlerin üretimine ve satışına izin vermemek zorunda bırakmayı öneriyor. Bunun nasıl olacağını ise tartışmalar belirleyecek. Daha az katı olan diğer bir seçenek ise ülkelerin bu ürünlerin üretim ve satışını düzenlemek ve azaltmak için gerekli tedbirleri almasını ve uygun olduğu takdirde izin vermemesini öneriyor. Bu seçenek bir önceki seçeneğe göre riskli çünkü hangi ülke hangi kısıtlamaları ne kadar uygulayacak kısmını uluslararası ilişkiler, yolsuzluk, şirketlerin hükümetler üzerindeki etkisi gibi bazı faktörler belirleyecektir. Dolayısıyla oldukça kırılgan bir alanın oluşması riskini doğurabilir.

Sıfır taslağın güzel yanları da yok değil. Burada özellikle not edilmesi gereken husus INC-2 sırasında sivil toplum grupları tarafından vurgulanan şeffaflık ve izlenebilirlik ilkelerinin taslakta yer bulmuş olması. Her ne kadar bunun belirleyicisi tartışmalar olacak olsa da taslağa böyle bir maddenin girmesi umut vadediyor. Bir diğer umut vadeden başlık ise kayıp balıkçı araçlarına özel atıfta bulunulması! Bu da gösteriyor ki antlaşma okyanustaki en önemli plastik atık kaynağı olan kayıp balıkçı ağlarıyla mücadele için önemli bir hedef belirlemiş. Ancak bu mesele kaynağında bu işi çözmek yerine sadece temizliğe odaklanırsa o zaman dağın fare doğurması durumu ortaya çıkar ki bu da ciddi bir risk.

Fotoğraf: WWF

Sıfır taslağın, Kasım 2023’te Kenya‘da yapılacak olan INC-3 ve ardından Mayıs 2024 civarında Kanada‘da yapılacak INC-4 toplantılarındaki tartışmaların temelini oluşturması amaçlanıyor. Bu toplantılarda, muhtemelen hangi kimyasalların ve ürünlerin anlaşmanın eklerine dâhil edilmesi gerektiğine dair kriterler üzerinde durulacak. Ayrıca belirli kısıtlamalara veya aşamalı olarak çıkarma hedeflerine dair çalışmalar da bu tartışmalar esnasında devam edecektir. Bu aşama boyunca, belirli yasaklar ve aşamalı olarak ortadan kaldırma hedefleri ile etkili katı hedefleri zorlayan ülkeler (1) ile bunun yerine plastik üretimi, zararlı kimyasallar ve tek kullanımlık plastikler gibi unsurlar üzerinde bağlayıcı olacak kontrollere karşı olan ülkeler (2) arasında tartışmalar belirleyici olacaktır. Daha önce de belirttiğim gibi ikinci gruba dâhil olan ülkeler ABD, Rusya, Suudi Arabistan ve Çin olarak sıralanabilir. Ancak burada bir parantez açmakta fayda var. Örneğin Çin, gelişmekte olan ülkelere finansman sağlayan sağlam bir mali mekanizmanın oluşturulmasının büyük bir destekçisi. Aslında bu görünürde olumlu gibi dursa da arka planında Çin’in yeni yayılmacı neo-sömürgeci politik pozisyonu olduğunu unutmamak lazım. Hatırlayın Çin, Türkiye dâhil birçok ülkede liman karşılığı büyük yatırımları fonluyor. Özellikle Afrika’da ciddi bir Çin hareketliliği var ki bu da aslında Çin’in mali mekanizma konusundaki tavrının da gerekçesini açık bir şekilde ortaya koyuyor. Bakıldığında şimdiye kadar Hindistan ve Çin tarafından alınan pozisyonlar çok iddialı değildi. Daha çok atık yönetimi gibi aşağı yönlü tedbirlerin alınması konusunda seslerini yükseltmiş ve yukarı yönlü tedbirler konusunda ise büyük ölçüde ya sessiz kalmışlar ya da karşı çıkmışlardı. Benzer bir durum Türkiye’nin pozisyonu için de geçerli. Daha çok düşük profil bir müzakere komitesi ile “sıfır atık” ile toplanan çöplerin miktarına dair anlatının Türkiye heyetinde hakim olduğunu söylemek mümkün. Ancak bunun değişip değişmeyeceğini bu müzakerelerde daha iyi göreceğiz. Çünkü süreci yürüten çevre bakanlığında önemli bir değişim meydana geldi. Meydana gelen değişimin konuya hâkim olan ve bilimden destek alan bir müzakere komitesi oluşturma iradesi şekillendirip şekillendirmediğini toplantıları takip ederek anlayacağız. Çünkü bu konuda bakanlık pek şeffaf değil. Birçok kuruma sıfır taslak ile ilgili görüş yazısı giderken konuyu çalışanların es geçilmiş olması da niyeti biraz ortaya koyuyor. Çünkü siz kurum dediğime bakmayın çünkü görüş istenen kurumların ekserisi sanayici ya da endüstri uzantısı çıkar odakları. Dolayısıyla öneri olarak “plastiğin doğada yeri yok hayatımızda yeri çok” gibi bir ilkokul seviyesi sloganın oluşması mümkün. Şaka bir yana Türkiye’deki plastik endüstrisinin agresif pozisyonu tam olarak bu seviyede bir pozisyona sahip. Bunu müzakere komitesinde de hâkim kılmaları olası. Bunu da endüstri danışmanı akademisyenleri sahaya sürerek yapmaları en olası senaryo. Nitekim benzer bir tavrı dünya plastik endüstrisi temsilcileri yapıyor. Bizdekilerin de aşağı kalır yanları olacağını beklemek saflık olur.

Sıfır taslağın nihai bir metne dönüşmesi için önümüzde yaklaşık bir yıl gibi bir süreç var ve sürecin 2025 yılı ortalarında ülke temsilcilerinin imzalayacağı bir konferansla sonuçlanması bekleniyor. Konunun detaylarına dair ilerleyen haftalarda da yazmaya devam edeceğiz.

Makalenin İngilizcesi için tıklayınız.

More in Hafta Sonu

You may also like

Comments

Comments are closed.