Ana Sayfa Blog Sayfa 168

Hatay’daki Milleyha Sulak Alanı’nda dev moloz dağlarının arasında vadiler oluştu

6 Şubat 2023 depremlerinde büyük yıkıma uğrayan Hatay‘ın Samandağ ilçesinde, dünyanın en önemli kuş rotalarının üzerinde bulunan Milleyha Sulak Alanı’na, tüm uyarılara ve  tepkilere rağmen bir yandan moloz dökülmeye bir yandan da bu molozların üzerine yeni binalar inşa edilmeye devam ediliyor.

Deniz kenarındaki bölgeye dökülen enkaz yığınları o kadar yükseldi ki, adeta bir dağ haline geldi.

Kuş gözlemcisi Emin Yoğurtçuoğlu, devasa moloz dağlarının ortasında oluşan derin vadilerin görüntüsünü paylaştı. “Sulak alanın ortasına döküp ev yapmaya devam ediyor insanlar… Akıl alır gibi değil… Milleyha göz göre göre yok edilmeye devam ediyor. Deprem bile akıllandırmadıysa ne denir bilemiyorum” diyen Yoğurtçuoğlu, şunları anlattı:

“Şu videoları lütfen bir izleyin. On binlerce göçmen kuş artık buraya inip mola veremeden devam etmek zorunda. İlk videoda binlerce leylek geçiyor. İşin reklamı ile uğraşan kişilerin umurunda değil tabi böyle şeyler. Verilen sözler cabası. Son videodaki alan bir göl havzası. Ancak zamanında peşkeş çekilmiş diye inatla üstüne moloz döküp ev yapmaya devam ediyor insanlar. #milleyhakuşcenneti yok oluyor. Birlik olma zamanı geldi. Yoksa bu insanların gözü doymak bilmiyor! Ne Milleyha kalacak, ne hikayelerde leylekler…

Deniz Mahallesi ile Asi Nehri arasında yer alan Milleyha, yaklaşık 100 hektarlık bir alana sahip. Bölgenin tek tuzcul bataklığı olan bu eski lagün yatağı,  Türkiye’de kayıt altına alınan 231 bitki, 387 kuş, 24 kelebek, 12 sürüngen, altı memeli, üç kurbağa türüne ev sahipliği yapıyor.

Göçmen kuşların dinlenip beslendiği, önemli bir bölge olan Mileyha’da 2022’nin başında soyu tükenmekte olan ve okyanuslarda yaşayan kül rengi yelkovan kuşu, ilk kez Türkiye sınırlarında kayıt altına alındı.  Ondan hemen önce de yine bir okyanus kuşu olan çatalkuyruklu martı boy göstermişti.

Sulak alana yığılan enkaz artıkları ve çöpler, sağlık riskleri de yaratıyor. Asbest içeren molozların yanı sıra yeraltı sularını zehirleyen atıklar, bölge halkı ve yaban hayatı için tehdit oluşturmaya devam ediyor.

Deprem yetmedi: Hatay’da biriken çöpler ve enkaz artıkları Milleyha Kuş Cenneti’ne atıldı
İklim Adaleti Koalisyonu: Enkazlar zeytinliklere ve deniz kenarlarına dökülüyor 
‣Milleyha’nın korunması için ‘sulak alan statüsü’ yetmez, ‘özel alan’ ilan edilmeli
‣‘Deprem sonrası moloz ve atıklar doğru bertaraf edilmezse risk büyük’
[Yeşil Gazete Çukurova’da-1] Mileyha’nın kuşları
facebook sharing button
twitter sharing button
whatsapp sharing button
linkedin sharing button

‘Kuyruklu yıldız altında izdivaç’ düşünenlere duyurulur: Pons-Brooks, 70 yıl sonra semalarda

Anlık parlamaları ve ‘şeytanın boynuzlarına benzer’ görüntüsü sebebiyle halk arasında ‘Şeytan Kuyruklu Yıldızı’ olarak da Pons- Brooks kuyruklu yıldızı, 70 yıl sonra dünyadan yeniden izlenebilecek.

Şu anda yalnızca teleskop veya dürbünle görülebilen gök cismi, çok yakında çıplak gözle fark edilebilecek ve hatta gelecek ay yaşanacak tam güneş tutulması sırasında da görülme ihtimali var.

Pons-Brooks Kuyruklu Yıldızı en son 1954’te görülmüştü ve geçen yaz dünya eksenine geri döndü. Ünlü Halley kuyruklu yıldızıgibi Pons-Brooks da güneş sisteminin bizim bulunduğumuz kısmını periyodik olarak ziyaret eden “kısa süreli” bir kuyruklu yıldız. Kısa dönemli kuyruklu yıldızların güneşin etrafında dönmesi 200 yıldan az sürüyor, uzun dönemli olanların dönüşü ise binlerce ya da milyonlarca yıl alabiliyor. Pons Brooks, 71 yıllık bir yörünge periyoduna sahipken Halley’in periyodu ortalama her 76 yılda bir. Halley en son 1986’da dünyadan izlenebilmişti.

Anlık parlamaları ve ‘şeytanın boynuzlarına benzer’ görüntüsü sebebiyle halk arasında ‘Şeytan Kuyruklu Yıldızı’ olarak da Pons- Brooks kuyruklu yıldızı, 70 yıl sonra dünyadan yeniden izlenebilecek.

Şu anda sadece teleskopla görülebiliyor

Şu anda yalnızca teleskop veya dürbünle görülebilen gök cismi, çok yakında çıplak gözle fark edilebilecek ve hatta gelecek ay yaşanacak tam güneş tutulması sırasında da görülme ihtimali var.

Pons-Brooks Kuyruklu Yıldızı en son 1954’te görülmüştü ve geçen yaz dünya eksenine geri döndü. Ünlü Halley kuyruklu yıldızıgibi Pons-Brooks da güneş sisteminin bizim bulunduğumuz kısmını periyodik olarak ziyaret eden “kısa süreli” bir kuyruklu yıldız. Kısa dönemli kuyruklu yıldızların güneşin etrafında dönmesi 200 yıldan az sürüyor, uzun dönemli olanların dönüşü ise binlerce ya da milyonlarca yıl alabiliyor. Pons Brooks, 71 yıllık bir yörünge periyoduna sahipken Halley’in periyodu ortalama her 76 yılda bir. Halley en son 1986’da dünyadan izlenebilmişti.  

Kuyruklu yıldızı nasıl görebilirsiniz?

Pons-Brooks, şu sıralarda Kuzey Yarımküre’de, alacakaranlıkta batı ufku yakınında görülebiliyor. Şimdilik onu görebilmek için dürbün ya da teleskop gerekiyor.

Ancak Mart ayının sonuna doğru bazı yerlerden çıplak gözle görülebilecek kadar parlak hale gelebilecek ve 21 Nisan’da Güneş’e en yakın geçişine kadar da açık gökyüzünde, şehir ışıklarından uzakta parlamaya devam edecek.

Maryland Üniversitesi Astronomi Gözlemevi müdürü Elizabeth Warner, “Kuyruklu yıldız biraz daha parlaklaşsa da büyük olasılıkla bir dürbün nesnesi olarak kalacak. Çıplak gözle görebilmeniz için ise mutlaka karanlık yerlerde bulunmalısınız” dedi.

Kuyruklu yıldız, solmaya başlayacağı mayıs ayı başlarına kadar Kuzey Yarımküre’den görülebilecek, ardından 2095’e kadar kaybolmadan önce yalnızca Güney Yarımküre’den haziran ayına kadar izlenebilecek.

Kuyruklu yıldızın 8 Nisan’da gerçekleşecek, tam güneş tutulması sırasında da görülebilmesi bekleniyor. Uzay bilimleri çalışanları, güneşin ay tarafından tamamen kapanacağı ve gökyüzünün neredeyse gece kadar karanlık olacağı tutulmayı, bu nedenle heyacanla bekliyor.

Warner, “Kuyruklu yıldız kendisini biraz daha parlak hale getiren bir patlama yaşarsa, Jüpiter’in yakınında güneşin solunda görülebilir olabilir” derken Feaga da asıl “gösteri”nin tutulma olduğuna işaret ederek, “Bu yüzden bütünüyle kuyruklu yıldızı avlayarak bunun tadını çıkarmayı kaçırmayın” diye ekledi.

Nadir çöl kuyrukkakanı Türkiye’de görüntülendi

Trakor Kuş Gözlem Topluluğu üyesi ve gazeteci Şahin Polat, nadiren görülen bir kuş türü olan çöl kuyrukkakanını Antalya Konyaaltı‘nda bulunan Boğaçayı Parkı‘nda kayda aldı. Polat’ın bu tesadüfi keşfi, kuş gözlemciliği ve bilim dünyası tarafından büyük bir ilgiyle karşılandı.

çöl kuyrukkakanı

Çöl kuyrukkakanı, genellikle Asya ve Kuzey Afrika gibi yarı çöl ve bozkır iklimlerinde yaşayan bir kuş türü olarak biliniyor ve Türkiye‘de bu derecede nadir görüntülenmesi, onu doğal yaşam gözlemcileri için özellikle ilgi çekici kılıyor.

çöl kuyrukkakanı

Şahin Polat, bölgede farklı kuş türleri, özellikle Arap bülbülü ve Asya dik kuyruklu ötleğen kuşunu gözlemlemek üzere Boğaçayı’na gittiğini ancak bu süreçte, beklenmedik bir şekilde çöl kuyrukkakanı ile karşılaştığını açıkladı.

İnsanlar bin 400 kuş türünü yok etti
Hatay’da iki yeni kuş türü görüntülendi

Polat, ilk bakışta bu kuşu daha önce fotoğraflarını çektiği kuyrukkakan türlerinden biriyle karıştırdığını, ancak yakından incelediğinde karşısında tamamen farklı bir tür olduğunu fark ettiğini ifade etti. Bu anı ölümsüzleştiren Polat, kuşun ürkek davranış sergilememesi sayesinde, onun samimi ve doğal pozlarını fotoğraflama fırsatı buldu.

çöl kuyrukkakanı

Çöl kuyrukkakanının Türkiye’de görüntülenmesi, ülkenin kuş popülasyonu ve ekolojik çeşitliliği üzerine yapılan çalışmalara önemli bir katkı sağlıyor. Bu kayıt, Türkiye’nin zengin doğal yaşamının ve biyolojik çeşitliliğinin altını çizerken, aynı zamanda bu türün yaşam alanı ve davranışları hakkında daha fazla araştırma yapılmasının önünü açıyor.

Marmara Denizi 3 derece daha ısındı

Bandırma Onyedi Eylül Üniversitesi Denizcilik Fakültesi Dekanı Prof. Dr. Mustafa Sarı, Marmara Denizi‘nde su sıcaklığının uzun yıllar ortalamasına göre 3 derece daha yüksek olduğunu açıkladı. Sarı, son dalışında elde ettiği gözlemlere göre su sıcaklığının 11-12 derece civarında olduğunu, ideal sıcaklığın ise 9 ya da en fazla 10 derece olması gerektiğini ifade etti.

DHA’nın aktardığına göre bu sıcaklık artışının Marmara’nın yanı sıra diğer denizlerimizde de gözlemlendiğini belirten Prof. Dr. Sarı, ayrıca görüş mesafesinin 2,5 ila 3 metre civarında olduğunu ve yoğun plankton çoğalması tespit edildiğini de belirtti.

Prof. Dr. Sarı ayrıca, Marmara Denizi’nde balon balığı, aslan balığı, uzun dikenli deniz kestanesi gibi istilacı türlerin tespit edilmediğini, ancak su sıcaklıklarının artmasıyla bu türlerin kuzeye doğru yayılma riskinin olduğunu belirtti.

Marmara Denizi

Sarı, körfezlerden ve kıyılardan suyun renginin değiştiğini ve yoğun bir alg çoğalması olduğunu vurgulayarak, bu durumun genellikle Mayıs ayından itibaren kadar görülmesi gereken bir durum olduğunu ancak su sıcaklıklarının yüksek olması ve denizin kirliliğinin etkisiyle alg çoğalmasının 1 ay erkenden başladığını ifade etti.

Marmara Denizi’nde su sıcaklığı 50 yılda 2.5 derece arttı
Marmara Denizi’nde denizanası popülasyonu artmaya devam ediyor
Araştırma: Marmara Denizi ısınıyor, denizde oksijen azalıyor

Çevre Mühendisi Prof. Dr. Mustafa Öztürk ise, fosforlu kirleticilerin denize deşarjının Marmara Denizi’nin tabanını ve genel ekosistem sağlığını olumsuz yönde etkilediğini vurguladı ve burada fosfor kirliliğinin kontrol altına alınabilmesi için atık suların, özellikle mandıralar, atık su arıtma tesisleri ve tarımsal kaynaklı kirleticilerin ileri derecede arıtılması gerektiğini belirtti. Bu tedbirlerin alınması halinde, Marmara’nın 5 ile 10 yıl içinde kendini yenileyebileceğini öngörülüyor.

‘Marmara Denizi diğer denizlerimiz gibi ısınmaya devam ediyor’

Prof. Dr. Sarı, Marmara Denizi’nde su sıcaklıklarının uzun yıllar ortalamasından 3 derece daha yüksek olduğunu belirterek, “Su sıcaklıkları uzun yıllar ortalamasından 3 derece daha yüksek. Şu an 11, 12 derece civarında. Olması gereken su sıcaklığı ise 9 ya da en fazla 10 derece olmalıydı. Marmara, diğer denizlerimiz gibi ısınmaya devam ediyor. Bu sene böyle devam ederse rekor düzeyde su sıcaklıkları ile karşılaşmak sürpriz olmaz. Son dalışımı yaklaşık 1 hafta önce yaptım. Görüş mesafesi 2 buçuk 3 metre civarındaydı, görüş kötüydü. Yoğun bir plankton çoğalması var. Körfezlerden, kıyılardan suyun renginin sarıdan turuncuya, kahverengiden koyu yeşile dönmeye başladığını görüyoruz” dedi.

Marmara Denizi’ni ‘atık çukuru olarak kullanmaya devam ettiğimizi’ ifade eden Sarı, “25 milyon insanın attığı atıkların yüzde 52’sini ileri biyolojik arıtmadan geçiriyoruz. Geri kalan yüzde 48’ini doğru düzgün arıtmak bir tarafa, sadece sıvılaştırarak denize boca etmeye devam ediyoruz. Kirlilik kaynaklarımız hiç kesintiye uğramadan, üzülerek söylüyorum, devam ediyor. Türkiye’nin yarısına hizmet sunan endüstri kümeleri Marmara Denizi’nin çevresinde toplanmış durumda. Ne yazık ki onların atıkları da doğru düzgün arıtılmadan Marmara Denizi’ne verilmeye devam ediliyor” dedi.

marmara denizi

Marmara Denizi neden ısınıyor?

Küresel ısınma, deniz suyu sıcaklıklarının artmasının ana sebeplerinden biri. İklim değişikliği, atmosferdeki sera gazı konsantrasyonlarının artmasıyla bağlantılı olarak dünya genelinde sıcaklık artışlarına neden oluyor. Bu durum, denizlerin de ısınmasına yol açıyor ve deniz ekosistemlerinin dengesini bozuyor.

Su sıcaklıklarının artması, deniz canlılarının yaşam alanlarını etkileyebilir, göç etmelerine sebep olabilir ve bazı türlerin neslinin tükenme riskini artırabilir. Ayrıca, denizlerdeki ısınma, deniz seviyesinin yükselmesine de katkıda bulunarak kıyı şeritlerinde erozyon ve sel gibi çevresel sorunlara yol açabilir.

Marmara Denizi’nde yaşanan sıcaklık artışı ve bunun sonucunda ortaya çıkan çevresel değişimler, küresel ısınmanın yerel etkilerinin somut bir örneği. Uzmanlar, bu değişimlerin önüne geçebilmek ve deniz ekosistemlerini koruyabilmek için hem yerel hem de küresel ölçekte etkili çevre politikalarının uygulanmasının kritik öneme sahip olduğunu vurguluyor.

EKAD’dan caretta carettalar için gönüllü çağrısı

Ekolojik Araştırmalar Derneği (EKAD), Antalya‘nın Belek ve Kızılot kumsallarında, Akdeniz Havzası‘nın en büyük yuvalama alanlarından biri olan caretta caretta türü deniz kaplumbağalarının korunması ve izlenmesi adına yürüttüğü projeye gönüllülerin katılımını bekliyor.

Gönüllülüğün deniz kaplumbağalarının hayatta kalma mücadelesinde rolü kritik. Belek’te 26 yıldır, Kızılot kumsallarında ise 4 yıldır sürdürülen Deniz Kaplumbağalarını İzleme ve Koruma Projesi, her yıl biyoloji, moleküler biyoloji, genetik, veterinerlik ve su ürünleri fakülteleri öğrencilerini ağırlıyor. Mayıs ayının ortasından eylül sonuna kadar devam eden bu süreçte, gönüllüler deniz kaplumbağalarının yuvalama dönemlerini izliyor, yavruların denize ulaşımını sağlıyor ve bu süreçte elde edilen bilimsel verilerle kaplumbağaların korunmasına katkıda bulunuyor.

caretta caretta

EKAD Başkanı Dr. Ali Fuat Canbolat, geçen yıl Belek kumsalında 2 bin 350 yuvadan 83 bin, Kızılot kumsalında 1776 yuvadan 70 bin olmak üzere, toplamda 153 bin yavru deniz kaplumbağasının denize ulaştırıldığını söyledi.

Deniz Kaplumbağalarını İzleme ve Koruma Projesi kapsamında sezonun 15 Mayıs’ta başlayıp, eylül ayı sonuna kadar toplam dört buçuk ay sürdüğünü belirten Dr. Canbolat, minimum iki aylık sürelerde görev almak kaydıyla Belek’te 80, Kızılot’ta ise 40 gönüllü alındığını ifade etti.

caretta caretta
Fotoğraf: Antalya DHA

Başvuruların EKAD’ın internet sitesi üzerinden devam ettiğini ifade eden Dr. Canbolat, “Ağırlıkla biyoloji, moleküler biyoloji ve genetik, veterinerlik ve su ürünleri fakülteleri öğrencileri için staj imkanı tanınıyor. Bunların dışında farklı bölümlerden öğrenciler de gelebiliyor. Gönüllülerin üniversite öğrencisi; enerjik, çalışabilecek ve 18 yaşını doldurmuş olmaları gerekiyor” dedi.

Caretta carettalara, endemik türlere, zeytinliklere imar tehdidi: Patara’da keşif var
Caretta caretta Tuba 17 bin 500 km. yol gitti
Bu kez Fethiye: Caretta carettaların yumurtlama alanında otel tahribatı

Gönüllülerin Belek Turizm Yatırımcıları Birliği‘ne (BETUYAB) ait hoşgörü bahçesindeki kamp alanında konakladıklarını belirten Dr. Canbolat, “Belek’te 30, Kızılot’ta 16 kilometrelik sahiller her gün taranıyor. Belek’te 7 farklı ekip, 3’er kişi 7 alandan oluşuyor. Ekip başına yaklaşık 5 kilometre düşüyor. Saat 04.30’da araçlar, ekipleri bölgelerine dağıtıyor. GPS, ölçüm cihazı, veri toplama formları, yuva bulma aparatları gibi teknik cihazlarla ekipler, yuvaları bulup, işaretliyor ve numaralandırılıp, kayıt altına alıyor” dedi.

Dr. Canbolat, gönüllülerin çalışma sistemini şöyle anlattı:

“Temel amacımız, kaplumbağalarla ilgili araştırmalar yapmak, sahilde yuvalar koruma altına alınıyor, bilimsel veriler toplanıyor. Yerli, yabancı turistlere bilgilendirme yapılıyor. Turizm işletmelerindeki görevliler, özellikle güvenlikçiler bilgilendiriliyor. Saat 11.00 gibi işleri bitirip, kampta toplanıyorlar. Kahvaltı ve kamp işleri sonrası arazide toplanan veriler, günlük olarak bilgisayarlara giriliyor. En son da hemen her gün ekip değerlendirme toplantısı yapılıyor.”

Dr. Canbolat, gönüllü olabilmek için başvuru sayısının yoğun olduğuna dikkati çekerek, geçen yıl yurt içinden 300’ü, yurt dışından da 50’yi aşkın başvuru geldiğini belirtti. 2023’te Belek’te 80 kişiden 20’sinin, Kızılot’ta ise 25’inin yabancı gönüllülerden oluştuğunu kaydeden Dr. Canbolat, Çin, Avustralya, İngiltere, Fransa, Ukrayna, Rusya gibi birçok ülkeden gönüllülerin geldiğini söyledi.

Newroz LGBTİ+’lara ve gazetecilere saldırılarla, gözaltılarla gerçekleşti

Newroz, İstanbul’da Yenikapı Miting Alanı’nda 300 binden fazka kişinin katılımıyla kutlandı. LGBTİ+’lara saldırı gerçekleştirilirken bianet muhabiri Tuğçe Yılmaz ve Ali Dinç polisten şiddet gördü. AFP’nin İstanbul video muhabiri Eylül Deniz Yaşar’ın, haber takibi yapması engellenerek Yaşar, gözaltına alındı. Polis bianet Kürtçe editörü Aren Yıldırım’ı da gözaltına almaya çalıştı. Alana girişlerde polis tarafından döviz kontrolü, yöresel kıyafet seçimi yapıldı. Pek çok kişi bu noktada kıyafetlerini çıkarmak zorunda kaldı. Öte yandan attıkları sloganlar gerekçe gösterilerek 50’nin üzerinde kişinin gözaltına alındığı bildirildi.

Dün (18 Mart) kutlanan newroza, İstanbul Onur Haftası Komitesi ve LGBTİ+’lara newroza katılan kitle içerisinden bazı kişiler tarafından saldırıya uğradı.

‘Alanın özneleriyiz, Kürt’üz, lubunyayız ve buradayız’

Saldırıya ilişkin açıklamada bulunan Komite ve LGBTİ+’ların ortak açıklamasında şunlara yer verildi:

“Newroz’da bayraklarımızla, dönmeliğimizle ve zırıllığımızla var olmak istedik. Fakat alana doğru yürürken kitle içerisinde bulunan bazı kişiler tarafından alanda bulunmamamızı ima eden bakışlara ve söylemlere maruz kaldık. Alana girdikten birkaç dakika sonra da fiziksel, psikolojik, sözlü saldırılar başladı ve uzun bir süre devam etti. Alanda kalmaya devam etmek istememize rağmen güvenliğimizden endişe duyduğumuz için alandan uzaklaşmak adına, birbirimize güvenli bir koridor oluşturmaya çalıştık. Uzaklaşma çabamıza rağmen saldırılar son bulmadı. Bu süreçte alanda bulunan bazı kişiler ve Newroz Tertip Komitesi’nden iki kişi inisiyatif alarak bize eşlik etti. Dışarı çıktıktan sonra feministler, Özgül Saki, Oya Ersoy ve Musa Piroğlu bizimle dayanıştı.”

“Bugün linç edildik” denişen açıklamada ayrıca şunlara yer verildi:

“Maruz kaldığımız şiddete dair Newroz Tertip Komitesi ile görüşme talebinde bulunduk ve yakın zamanda bir açıklama yapmayı planlıyoruz. Alanın özneleriyiz, Kürt’üz, lubunyayız ve buradayız. Alanın özneleri olarak alandan çıkarıldık. Bizi alandan çıkarmaya ve linç etmeye çalışanlara rağmen tüm alanlarımızı savunacağız!”

bianet muhabirine polis saldırısı

Aynı kutlamalarda polis, alan boşaltılırken gözaltı yapmaya çalıştığı kitleyi çeken bianet muhabiri Tuğçe Yılmaz ve Ali Dinç’e şiddet uyguladı. Polis bianet Kürtçe editörü Aren Yıldırım’ı da gözaltına almaya çalıştı. bianet’in aktardığına göre; polis Yılmaz’ı önce “Çekim yasak” uyarısıyla engellenmeye çalıştı. Ardından gazeteci olduğunu söylemesine rağmen çekim yapmaya devam eden Yılmaz’ı yere yatırdı. Polis bu sırada Yılmaz’ın boğazına bastırdı ve darp etti. Ali Dinç’i de darp ederek engelledi.

AFP’nin İstanbul video muhabiri Eylül Deniz Yaşar ise haber takibi sırasında, öğle saatlerinde gözaltına alındı. Yaşar, altı saat gözaltında tutulduktan sonra, doktor kontrolünün ardından akşam saatlerinde serbest bırakıldı.

Akbelen’de büyük buluşma: Köylerimizi bu topraklardan sökemeyeceksiniz

Muğla, Milas‘taki İkizköy‘ün Akbelen Ormanı‘ndaki ağaçları kesen, canlıları, ekosistemi yok eden ve yerinden eden, bölgede yaşayan yurttaşları her gün dinamit sesleriyle tehdit eden şirkete karşı yurttaşlar 17 Mart’ta Akbelen’de bir araya geldi. Limak ve IC-İçtaş iştiraki YK Enerji‘nin termik santraline linyit kömür sağlayabilmek için bölgede gerçekleştirilen yıkıma karşı bir araya gelen yurttaşlar “Biz bitti demeden bu dava bitmez!” dedi.

İstanbul ve İzmir dahil pek çok şehirden Akbelen’e gelen yurttaşlar, burada köylülerle birlikte, ormana ve zeytinliklere rağmen verilen izinlere, onaylara karşı şöyle seslendi:

“Topraklarımızı, zeytinlerimizi, ormanlarımızı, köylerimizi madenden kurtarmak için çıktığımız yolda beşinci senemize girdik. Köylüler olarak yıllardır gördüğümüz zulüm, hepinizin gözleri önünde yaşandı ve artarak yaşanmaya devam ediyor.”

Akbelen’de yapılan açıklamada “Bizler sırf toprağımızı, ağacımızı, yaşamlarımızı savunduk diye hem şirketin çeşitli baskılarına, hem de jandarmanın ağır şiddetine maruz kaldık. En sonunda da yaşamlarımıza tamamen çöken, hayatlarımızı gasp eden ‘acele kamulaştırma’ kararına imza atıldığında, dünyamız başımıza yıkıldı. Çünkü bu karar önce İkizköy’ün, Karacahisar’ın, Çamköy’ün; sonra da geride kalan 40’a yakın köyün ölüm fermanıydı” denildi.

‘Biz çareyi, umudu, gücü direnmekte bulduk’

Geçtiğimiz günlerde Akbelen Ormanı’nın çevresinde yer alan 190 parsellik arazi, linyit madeni sahası olarak kullanılmak üzere Maden ve Petrol İşleri Genel Müdürlüğü tarafından ‘acele’ kamulaştırılılmıştı.  Akbelen’de yapılan açıklamada bu karara ilişkin de şunlar aktarıldı:

“İçimiz kan ağladı ama çaresizliğe teslim olmadık. Çünkü biz çareyi, umudu, gücü direnmekte bulduk diyerek, verilen bu haksız hukuksuz karara karşı hukuki ve fiili mücadele hazırlıklarına başladık. Hemen ardından iki gün sonra öğrendik ki; baştan çok büyük hata yapılan, hiç çıkmaması gereken bu karar acele bir şekilde kaldırılmış.”

‘Hiçbirimiz hala derin bir nefes alamadık’

İkizköy, Çamköy ve Karacahisar’da yer alan araziler için 11 Mart’ta verilen acele kamulaştırma kararı ise tepkilerin ardından acele bir şekilde kaldırılmıştı. Akbelen direnişçileri bu karara ilişkin ise şunları dile getirdi:

“Biliyoruz ki kaldırılan ‘acele kamulaştırma’ kararı, tüm sebeplerin, tüm hesapların, tüm konuşulanların ötesinde; Akbelen’in kırılmayan iradesinin, vazgeçmeyen inadının, bitmeyen direnişinin bir sonucudur. Bu kez mutluluktan gözyaşı dökmenin yanı sıra, ne yazık ki hiçbirimiz hala derin bir nefes alamadık. Çünkü bugüne kadar yaşadıklarımız, gördüklerimiz; kuşkumuzu sevincimizden ağır kılıyor.

Devam eden haksız hukuksuz kararlar, verilen cezalar ve görevini yapmayan kurumlar ile köyümüz hala madenin yoğun tehdidi altında. Duvarları çatlamış, kolonları yarılmış evlerimizin, ahırlarımızın içinde yaşarken; zeytinlerimizi, topraklarımızı, geçim kaynaklarımızı maden tehdit etmeye devam ederken, iptal edilen kararın yine başımıza gelmeyeceğine nasıl güvenebiliriz? Bir daha tek bir imzayla yaşamlarımızın gasp edilmeyeceğine nasıl inanabiliriz?”

 

‘Köylerimizi bu topraklardan sökemeyeceksiniz’

“Bu topraklardan gidelim, buraları terk edelim diye yapmadığınızı bırakmadınız” diyen İkizköylüler, açıklamanın devamında topraklarını korumak için girmek zorunda kaldıkları mücadeleden de şöyle bahsediyor:

“Sizi doyuran köylüye kan kusturup kızılcık şerbeti içirdiniz. Tehdit ettiniz olmadı. Şiddet uyguladınız olmadı. Cezalar yağdırdınız olmadı. Davalar açtınız olmadı. 40 senelik koca bir talanın, yıkımın ardından ilk kez yaktığımız ve beş senedir emek emek büyüttüğümüz bu direniş ateşini söndürmeye kimsenin gücü yetmez. Çünkü biz gücümüzü haklılığımızdan alıyoruz. Biz gücümüzü dayanışmamızdan alıyoruz. Biliyoruz ki kader ortaklığımızla ilmek ilmek ördüğümüz birliğimizin karşısında kimse duramaz.

Kabul etmiyoruz! Şirketler cebini dolduracak diye bizleri daha fazla açlığa, sefalete sürükleyemeyeceksiniz. Bizleri köyümüzden süremeyeceksiniz. Köklerimizi bu topraklardan sökemeyeceksiniz! Bize yaşatılanlara karşı daima dimdik ayakta olacağız!”

İkizköylüler yetkililere şöyle seslendi:

“Artık biz köylülerin verdiği yaşam mücadelesinin hakkını teslim edin. Köylerimizi rahat bırakın. Tarım arazilerimizi, zeytinlerimizi rahat bırakın. Yaşamlarımızı rahat bırakın. İkizköy’e yapılan yanlışlardan geri dönün. Hukuksuzluklarınızdan geri dönün. Zeytincilik Kanununu uygulayın. Toprak Koruma Kanununu uygulayın. Bize her gün depremi yaşatan, yarın öbür gün evimizi başımıza yıkacak dinamit patlatmalarını durdurun. Köylerimize doğru genişleyen bu madeni hemen durdurun! Sakın unutmayın; Siz durmadan biz de asla durmayacağız.

Çünkü biz bitti demedik. Çünkü biz bitti demeden bu dava bitmez!”

Akbelen’de gerçekleştirilen büyük buluşmada aynı zamanda baharın gelişi, nevruz da kutlandı. İkizköylülerin en önünde yer aldığı eylemlerin akabinde iftar da direniş alanına serilen halılar üzerinde, birlikte açıldı.

Giresun’da hayvan hakları savunucularından ‘Yaşam İçin Yasa’ eylemi

Yaşam İçin Yasa İnisiyatifi’nden yaşam hakkı savunucuları Giresun Belediyesi önündeki Atatürk Meydanı’nda eylem düzenleyerek taleplerini dillendirdi. “Hep birlikte hayvanlara yönelik şiddet sarmalına, meclisten geçirilmek istenen soykırım yasasına DUR diyoruz!” mesajı ile bir araya gelen aktivistler, geçen hafta (10 Mart’ta) Giresun’daki Bulancak sahilinde ölü bulunan köpekler için de adalet istedi.

“Dostlarımızı düşmanlaştırarak birlikte yaşama kültürünü baltalayan, onları ‘doğal yaşam alanı’ maskesiyle ‘ölüm ve tecrit kampları’na tıkma vaatleri veren, hayvana şiddet fiillerinde cezasızlığa sessiz kalan siyasilere #OyYok demek için Giresun’dayız” diyen eylemciler, mevcut kanunların değiştirilmesi talebinde bulundu.

Yaşam İçin Yasa İnisiyatifi: Hayvanların yaşam hakkı anayasal güvenceye kavuşturulmalı

Hayvanları korumayan, belediyelerden şahıslara kadar bireysel ve kurumsal şiddet faillerini cesaretlendirip ödüllendiren 5199 sayılı kanun, 6. maddeye dokunulmadan, katiller değil, hayvanlar lehine değişmek zorunda! Ancak bu; sokaklardan meclise kadar her birimiz ses çıkarırsak mümkün olacak.

Propagandadan Hakikate Madencilik: Ekolojistler ekstraktivizme karşı bir araya geldi

İklim Adaleti Koalisyonu tarafından düzenlenen Propagandadan Hakikate Madencilik Sempozyumu, İstanbul Şişli’deki Nazım Hikmet Kültür Merkezi’nde ekolojistleri bir araya getirdi.

Türkiye’nin ve dünyanın dört bir yanından uzmanların ve ekoloji-iklim aktivistlerinin katılımıyla gerçekleşen etkinlikte; madenciliğin ekonomisi, insan sağlığına ve çevreye zararları ile dünyada madenciliğe karşı süren ekoloji hareketleri gibi konular ele alındı.

Türkiye’den 77 ayrı ekoloji ve meslek örgütünün bir araya gelerek oluşturduğu İklim Adaleti Koalisyonu’nun organize ettiği sempozyumun “Madenciliğin Ekonomisi” başlıklı ilk oturumunda Maden Mühendisi Mehmet Torun, sömürge madenciliğinin ne olduğunu ve madencilik faaliyetlerinin ekonomik olarak nasıl düzenlendiğini anlattı. “Sömürge madenciliğine sadece yabancı ülkelerin bizi sömürmesi olarak bakılmaması gerekir” diyen Torun, Anadolu topraklarının yerli ve yabancı sermayeli maden şirketleri arasında paylaştırıldığına dikkat çekti.

madencilik

‘Çok kollu canavarı tanımamız gerekiyor’

Aynı oturumda konuşan Gazeteci İbrahim Gündüz, yine sömürge madenciliğinden söz ederken Fatsa örneğine üzerine konuştu. Ordu’nun yüzde 74’ünün maden bölgesi olarak belirlendiğini hatırlatan Gündüz, “Türkiye’nin birçok yerinde bu sorun sabit” dedi.

Gazeteci Bahadır Özgür ise, Erzincan İliç’teki Çöpler altın madeninin ekonomik yapısını “sömürge madenciliğinin arkasında yatan çok kollu canavarı tanımamız gerekiyor” diyerek açıkladı.

“Madenler ve Madencilik” başlıklı ikinci oturumda Prof. Dr. Ş. Can Genç, madenciliğin ne olduğuna dair detaylı açıklamalar yaptı ve madenlerin nasıl oluştuğunu anlattı.

İktisatçı Duygu Kural, “Çevre Mücadelesi Olarak Kömür Maden Ocakları: Türkiye’nin orta-uzun vadeli planları” başlıklı sunumunda madenciliğin tarihsel gelişiminden başlayıp günümüzdeki örneklere kadar uzanan geniş bir yelpazede madencilikte yaşanan sorunları ele aldı. Türkiye’de son yıllarda daha saldırgan bir kömür politikası olduğunu belirten Kural, “bu, mücadelemiz en az 15 yıl daha sürecek demek oluyor” dedi ve güncel 80 kömür madeni projesinin toplam alanının 142 bin futbol sahasından daha büyük olduğu bilgisini paylaştı.

madencilik

“Ekolojik Kriz, Sağlık ve Madencilik” başlıklı üçüncü oturumda ilk olarak Orman Mühendisi Doç. Dr. Cihan Erdönmez konuştu. “Madenciliğin Karasal Ekosistemlere ve Özellikle Ormanlara Etkisi” başlıklı sunumunda Erdönmez, Türkiye’de ormancılığın temel sorunlarını ele aldı.

‘400 bin hektardan fazla ormanlık alan, maden uğruna yok edildi’

Cihan Erdönmez, madenciliğin orman ekosistemleri üzerindeki etkilerini açıklarken, 2022’ye kadar on yılda toplamda 28 bin 502 maden işletmesinin faaliyete geçtiğini ve 406 bin 172 hektar orman alanının madenciliğe tahsis edilerek yok olduğunu belirtti.

“Kaybettiğimiz sadece 400 bin hektar orman olsa, öpüp başıma koyardım, ortada çok daha büyük bir mesele var. Hiçbir maden işletmesi, bir ormandan daha fazla kamu yararı üretemez ” diyen Erdönmez, rejenerasyon ve rehabilitasyon faaliyetlerinin de doğru uygulanmadığını belirtti:

Madencilerin ‘ormanlık alanı kullanıyoruz ama alanı sonra rehabilite ediyoruz’ diyorlar ancak, madenden para kazanan ve doymayan madenciler, Türkiye’deki maden alanlarının rehabilitasyon gerçeğini görmezden geliyor. Açık maden işletmeciliğinin oluşturduğu devasa oyukları dolduracak hafriyat malzemesi İstanbul’da var, bu yüzden rehabilite çalışmaları İstanbul’da daha başarılı ancak Anadolu’da durum böyle değil. Cılız yeşilliklerin zorla yetişebildiği alanların ‘rehabilite edilmiş orman’ olarak gösterildiği görülüyor. 20 yılda rehabilite edilmiş yerler de “ağaçlık alan” olarak kalıyor. 40 yıl geçse bile bir ormandan söz edilemiyor. Yapılan en iyi rehabilitasyon çalışmaları bile, alanları bölgeye özgü olmayan ağaçlarla cılız cılız ağaçlandırmaktan öteye gitmiyor. ”Başarılı” denilen tüm rehabilitasyon alanları böyle.”

Hukukçu Dr. Ilgın Özkaya Özlüer, “Madencilik Örneğinde Kamu Yararı Kavramının Hukuki Ekoloji Politiği” başlıklı sunumunda, kanunların ve kamu yararı kavramının ne şekilde manipüle edildiğinden söz ederek “demokrasi mücadelesi olmadan, ekoloji mücadelesini yürütmek mümkün olmayacak” dedi.

Halk Sağlığı Uzmanı Dr. Ahmet Soysal da “Madenciliğin Ekosisteme ve Halk Sağlığına Etkileri” sunumunda “Ülkemizde madenciliğin Gayrı Safi Milli Hasıla içindeki payı sadece yüzde 1” bilgisini paylaştı ve madencilik faaliyetlerinin hem çevreye, hem de çevredeki insanlara nasıl zarar verdiğini anlattı.

madencilik

Madencilik faaliyetleri sadece ülkemizi değil, tüm gezegeni tüketiyor

Uluslararası katılımlı “Dünyada Madenciliğin Geleceği ve Ekoloji Hareketi” başlıklı oturumda söz alan araştırmacı Dr. Jessica NG, ABD’deki lityum madeni faaliyetlerinden söz etti ve Kuzey Karolina başta olmak üzere, ülkedeki birçok bölgede şehir merkezine yakın yerlerde yapılan maden faaliyetlerinin yerel halkı göçe zorladığını, bölgede kalanları da zorlamaya devam ettiğini anlattı.

Jessica NG, “ABD’de yeni bir ekstraktivizm dalgası var. Yerli halk için kutsal sayılan topraklar tahrip ediliyor ve hükümet, halkın direnişini kırmak için direnişçileri bölmeye ve satın almaya çalışıyor. 1872’de getirilen Maden Kanunu da şirketleri koruyor. Devlet şirketlere bol bol teşvik ve destek veriyor” dedi.

Ormanları ‘Orman Kanunu’ndan korumak için’ 70 bin imza teslim edildi
Kuzey Ormanlarındaki madencilik faaliyetleri İstanbul’un nefes almasını giderek zorlaştırıyor
Endonezya’daki madencilik karşıtı forum sona erdi: Yaşasın enternasyonal dayanışma

“Madenciliğe Karşı Hayır Deme Hakkı ve İnsan Hakları: Asya-Pasifik Örneği” başlıklı sunumunda Endonezyalı Rachmi Hertanti, Afrika ve Latin Amerika’da olduğu gibi, Asya-Pasifik bölgesinin de sömürgecilikten etkilenmiş bir bölge olduğunu ve sömürgeci güçlerin madencilik faaliyetlerinin sürdüğünü açıkladı:

“Ekstraktif projelerin çoğunu hükümet bağlantılı şirketler yönetiyor. En önemli bağlam şu ki, giderek artan bir farkındalık ve ses çıkarma söz konusu. Kadınlar, madencilikle ilgili pek çok faaliyete karşı çıkan mücadelelerde en ön sırada. Çok sayıda bilinçli karar alınıyor ve Hindistan’da, Filipinler’de, Japonya’da kadınların oluşturduğu direniş örgütleri öncü rol oynuyor”

madencilik

Earthworks Maden Atıkları Kampanya Yöneticisi Jan Morrill, dünya çapında atık depolama tesislerinden doğrudan etkilenen topluluklarla çalışırken şahit olduklarını paylaştı. Maden atıklarının insanlar ve ekosistemler üzerindeki zararlı etkileri üzerine çalışan Morill, “Batı ABD’deki su havzalarının yüzde 40’ı vahşi madencilik uygulamaları nedeniyle kirlenmiş durumda” dedi ve atık yönetimi konusunda dünyanın hiçbir yerinde çevreye zarar vermeyen bir uygulama olamayacağına dikkat çekti:

Dünya çapında, maden projelerinin yüzde 74’ü yerli ve köylü halkların toprakları üzerinde yer alıyor ve bunların yüzde 69’u, insan haklarına uygun izin, danışma ve rıza süreçleri için olumsuz koşullara sahip yargı bölgelerinde bulunuyor.”

Sempozyumun son oturumunda söz alan ekoloji aktivistleri, kendi bölgelerindeki son durumdan ve mücadelerinden haber verdi. Bergama’dan Erol Engel, Akbelen’den Nejla Işık, Fatsa’dan Alaattin Yılmazer, Kazdağları’ndan Ferzan Aktaş, Hanönü’nden Mehmet Soysal, Taşova’dan Selim Saray’ın konuştuğu son oturumda, güncel ekoloji hareketlerinden söz edildi.

madencilik

Türkiye’nin dört bir yanından uzmanların, ekoloji aktivistlerinin ve gazetecilerin katıldığı sempozyum, aynı zamanda online olarak da yayınlandı. Programın kaydı, YouTube üzerinden de erişilebilir olacak.

Serumlarda da mikroplastik tespit edildi

Adana‘daki Çukurova Üniversitesi ile Danimarka‘nın Roskilde Üniversitesi‘nde görevli akademisyenler, tıbbi tedavilerde kullanılan serumları inceledikleri ortak çalışmada, 1 litrelik serumlarda 65 adet mikroplastik olduğunu tespit etti.

Çukurova Üniversitesi Su Ürünleri Fakültesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. Sedat Gündoğdu ile Öğr. Gör. Dr. Uğur Çağlayan ve Roskilde Üniversitesi’nde görevli Dr. Kristian Syberg ve Tiffany Ramos‘un ortak çalışmasında  piyasada satılan PVC ve polipropilen ambalajlı serumlar incelendi.  Çarpıcı sonuçların çıktığı çalışma, hakemli, bilimsel ve akademik bir dergi olan Environmental Toxicology and Pharmacology’da yayımladı.

13 markanın serumlarında mikroplastik bulundu

Bir yıl süren çalışmanın detaylarını paylaşan Dr. Çağlayan, Çukurova Üniversitesi Merkezi Laboratuvarı‘nda yaptıkları çalışma için bölgedeki eczanelerden farklı tip ambalajlardaki serum sıvılarını topladıklarını anlattı: “Bu sıvıları aynen hastaya verilir gibi bir filtreden damıttık ve filtre üzerinde tutunan polimerleri, mikroplastik dediğimiz parçacıkları, ileri gelişmiş Raman analizi ile belirledik. 13 farklı markadan aldığımız serum ürünlerinin içerisinde 1 litrede 65 adet olacak şekilde mikroplastik olduğunu saptadık”

Yaşayan insanların akciğerlerinde ilk kez mikroplastik görüldü
Mikroplastik ilk kez insan kanında tespit edildi
Biberonla beslenen bebekler her gün milyonlarca mikroplastik parçacık yutuyor
‣ ‘Mikroplastikler insan vücudunda genetik bozukluklara yol açıyor’

Yılda yüzlerce mikroplastik, damar yoluyla insana veriliyor

Kanda yapılan bir çalışmada, damardaki kan plaklarında var olan mikroplastiklerin kalp krizi riskini çok ciddi miktarda artırdığının ortaya çıktığını anlatan Prof. Dr. Sedat Gündoğdu ise şunları söyledi:

“Ancak damarlarda bu kadar mikroplastiğin nasıl varolduğuna dair bir araştırma yoktu. Bu çalışmayla damar yolu ile verilen sıvıların doğrudan mikroplastik maruziyetine neden olduğunu ortaya koyduk. Çalışma sonucundaki değerlendirmede, bir kişinin OECD ülkesinde hastaneye yatma süresi üzerinden yaptığımız hesaplamada, bir yılda yaklaşık 200 ile 350 arasında mikroplastiği sadece bu tedavi yöntemiyle, damar yolu sıvıları ile vücuduna aldığını tespit ettik.”

İnsan eli değmemiş yeryüzü katmanlarında mikroplastik bulundu
Mikroplastikler bulutlarda: Bulut suyunda litre başına 6,7 ila 13,9 tane mikroplastik tespit edildi
Kullandığımız tüm şekerlerde mikroplastik çıktı
Konserve balık ambalajında mikroplastik bulundu
İzmit Körfezi’ndeki her 10 balıktan dördünde mikroplastik tespit edildi
Hollanda’daki çiftlik hayvanlarının etinde, sütünde ve kanında mikroplastik tespit edildi

‘Cam serum kullanmalı’

Özellikle sağlık sektöründe plastiğe maruziyeti azaltmanın önemini anlatan Gündoğdu, tıbbi tedavide plastik kullanımının sınırlandırılması gerektiğini söyledi:

“Plastiğin insanlar ve diğer canlılar ile bu kadar yakın temasta bulunması konusunu artık yeniden düşünmemiz gerekiyor. Plastiğin Parkinson, Alzheimer, demans, kalp krizi ve tümör oluşumu ile çok ciddi ilişkileri olduğu yapılan çalışmalarla ortaya konuyor. Sadece plastik olarak da düşünmemek lazım. Plastik yapılırken kullanılan kimyasallar da çeşitli kanser vakaları ve hormonel bozukluklar ile doğrudan ilişkili olarak nitelendiriliyor. Özellikle tıbbi tedavilerde plastik kullanımının sınırlandırılması, ciddi testler, kontroller yapılarak mümkün olduğunca cam serum kullanılması yerinde olacaktır.”