Ana Sayfa Blog Sayfa 169

TİP’in adaylıktan çektiği Gökhan Zan: Adaylığıma halkımla devam edeceğim

Türkiye İşçi Partisi (TİP), Hatay‘da 31 Mart yerel seçimlerinde büyükşehir belediye başkan adayı olarak göstereceği Gökhan Zan‘ın adaylığını geri çektiğini duyurdu. Zan ise “Adayım ve çekilmiyorum” dedi.

TİP 12 Şubat’ta, eski milli futbolcu Gökhan Zan’ı, Hatay Büyükşehir Belediye Başkan Adayı olarak açıklamıştı.  TİP’in sosyal medya hesabından yapılan açıklamada, “Ancak TİP’in en ufak bir şaibenin varlığına bile göz yummayacağımızı ve kumpas ve şantaj gibi yolları alışkanlık haline getirmiş olan düzen siyasetine olan kapanmaz mesafemizi hatırlatıyor, Gökhan Zan’ın adaylığını geri çektiğimizi kamuoyuna ilan ediyoruz” denildi.

Gökhan Zan ise “Yoluma ve adaylığıma halkımla birlikte daha azimli ve güçlü bir şekilde devam edeceğim” açıklamasını yaptı.

“Hatay İttifakı’nın ortak aday olarak önerdiği Gökhan Zan’ın partimizin asla tasvip etmeyeceği ilişkilere girdiğine dair çeşitli iddialar tarafımıza ulaşmıştır” denilen TİP açıklamasında ayrıca Zan’ın söz konusu iddiaların kendisine yönelik bir kumpas olduğunu ve hukuki süreç başlatacağını partiye ilettiği belirtildi.

Zan ise söz konusu iddialara ilişkin suç duyurusunda bulundu. Suç duyurusunun ardından Zan, şu ifadeleri dile getirdi:

“Sevgili Halkım

Sizlerle bu yola çıkarken asla pes etmeyeceğimi, mücadeleden vazgeçmeyeceğimi, yolumuza engeller çıkarsalar da geri adım atmayacağımı söylemiştim. Halkımızın kaynaklarını ve tercihlerini sömürerek kurdukları saltanatı sürdürmek isteyenler, adaylığımızdan ilk günden beri rahatsız oldular. Tehditlerine ve şantajlarına boyun eğmediğimde de bu sefer en iyi bildikleri fetöcü yöntemlere, montajlara sarıldılar.

Ama bu sefer sert kayaya çarptılar ve desteğini her zaman yanımda hissettiğim siz değerli hemşerilerimin mücadele azmine ve kararlılığına yenik düşecekler.”

Zan, ayrıca “Daha önce adaylıktan çekilmem için Lütfü Savaş adına bana geldiklerini söyleyen, bana ve aileme zarar vermekle tehdit edip, çekilmezsem sahte kayıtlarla itibar suikastı yapacağını söyleyenlerin şantajına maruz kaldım. Ama boyun eğmedim” ifadelerini dile getirdi.

Lütfü Savaş ise henüz konuyla ilgili herhangi bir açıklamada bulunmadı.

Ek olarak Zan, TİP’in açıklamasına dair “TİP Genel Merkezi’nin açıklamasını üzülerek öğrendim. Benimle birlikte neden suç duyurusunda bulunmadıklarını, bu şantaja neden boyun eğdiklerini ve neden bu çetelerden birlikte hesap sormadığımızı anlayabilmiş değilim” dedi.

TİP başta Hatay halkından olmak üzere, “İstemeden de olsa parçası olduğu tablo için” özür diledi. Açıklamada ayrıca şu ifadelere yer verildi:

“Partimiz, halka karşı işlenmiş bir suça bulaşmış hiç kimseyi desteklememeyi, dolayısıyla Hatay’da da deprem suçlarında ve yıkımda payı bulunan iktidar ve ana muhalefet adayları karşısında mücadele etmeyi ve halkımızı onlara oy vermemeye çağırmayı görev bilir. Mücadelemizde, haysiyetimizde, ilkelerimizde inat edeceğiz. Türkiye İşçi Partisi, şimdiye kadar olduğu gibi bundan sonra da pazarlıksız, tavizsiz, düzen siyasetinin kirli ve yozlaşmış ilişkilerinden tamamen uzak bir kimlikle yürüyüşüne devam edecektir.”

 

 

 

Epik bir ‘ekodistopya’ şaheseri olarak Dune: Serinin ikinci filmi vizyonda

Frank Herbert tarafından 1965’te yazılan ve bilimkurgu edebiyatının kilometre taşlarından biri olarak kabul edilen Dune serisinden 2020’de uyarlanan filmin ikincisi Dune 2, dün (15 Mart’ta) Türkiye’de gösterime girdi.

Dune 2, basın gösterimlerinin ardından olumlu eleştirileri topladı ve film, yalnızca bir uzay macerası veya politik bir drama olarak değil, aynı zamanda derin ekolojik ve çevresel temaları işleyen bir eser olarak da dikkat çeken bir yapım olarak öne çıkıyor.

Yazar Frank Herbert, kitabın ithaf sayfasında şöyle demişti:

“Bu geleceğe yönelik tahmin çabası, her nerede ve hangi zaman diliminde çalışmış olursa olsunlar; emeklerini, fikirlerinin çok daha ötesine, ‘gerçek materyaller’ dünyasına taşıyanlara – kurak bölge ekolojistlerine – tevazu ve hayranlıkla adanmıştır.”

Dune filmlerinin hikayesi

İlk “Dune” filmi, 1984 yılında David Lynch tarafından yönetilmişti. Film, Herbert’in karmaşık dünyasını ve hikayesini büyük ekrana taşımaya çalıştı ancak eleştirmenlerden karışık yorumlar aldı ve ticari olarak beklentilerin altında kaldı. Film, sadık bir hayran kitlesi kazanmış olmasına rağmen, hikayenin derinliklerini ve karmaşıklığını tam olarak yansıtamadığı için eleştirilmişti.

2020 yılında vizyona giren “Dune”un yeni uyarlaması, Denis Villeneuve tarafından yönetildi ve romanın hayranları tarafından büyük bir heyecanla karşılandı. Villeneuve, orijinal materyale sadık kalarak ve modern sinematografik tekniklerle hikayeyi yeniden hayal ederek “Dune” evrenini izleyicilere sundu.

dune

Bu yeni uyarlamada Timothée Chalamet, Paul Atreides karakterini canlandırıyor; genç bir soylu ve kaderi tüm evrenin geleceğini şekillendirecek bir kahraman olarak tasvir ediliyor. Film, Arrakis‘in kontrolü için verilen acımasız savaşı ve Atreides ailesinin içine düştüğü politik oyunları işliyor.

Villeneuve’un “Dune”u, eleştirmenlerden ve izleyicilerden olumlu yorumlar alarak, özellikle görsel tasarımı, oyunculukları ve sadık uyarlamasıyla öne çıktı. Film, Herbert’in zengin dünyasını ve karmaşık hikayesini anlamak isteyen yeni nesil izleyiciler için mükemmel bir giriş noktası da sunuyor.

Uzaydan ‘iklim krizi’ hikayeleri

Dune serisinin merkezinde yer alan Arrakis gezegeni, sert çöl iklimi, nadir su kaynakları ve değerli “baharat” madeniyle biliniyor. Bu gezegenin hikayesi, aşırı iklim koşullarının yaşam üzerindeki etkilerini ve ekolojik dengeyi korumanın önemini de birçok açıdan vurguluyor.

Yazar Herbert, Dune serisi kitaplarında Arrakis’in ekosistemini detaylı bir şekilde tasvir ederek bir gezegenin ekolojik dengesinin ne kadar kırılgan olduğunu ve bu dengenin korunmasının, o gezegendeki yaşamın sürdürülebilirliği için ne kadar hayati olduğunu göstermişti.

dune

Serinin film uyarlamasında, Arrakis gezegeninin sert çöl iklimi, dev kum solucanları ve baharat madenleri, yüksek çözünürlüklü çekimler ve ileri görsel efektlerle daha da gerçekçi bir hale getirilerek izleyiciye sunuluyor. Film, Arrakis’in ekosistemini ve suyun değerini, Herbert’in yazdıklarına sadık kalarak, ancak modern sinemanın imkanlarıyla daha geniş bir kitleye ulaşacak şekilde işliyor. Villeneuve’un “Dune”u, ekolojik dengenin önemini, gezegenlerarası çapta bir mücadele olarak gösterirken, iklim krizi ve çevresel tahribat konularına olan farkındalığı artırma potansiyeline sahip.

Arrakis’te su, son derece kıymetli bir kaynak. Bu, günümüz dünyasında suyun giderek azalan bir kaynak haline geldiği ve su krizlerinin birçok bölgede ciddi sorunlara yol açtığı gerçeğiyle paralellikler taşıyor ve Dune serisi suyun korunması, dağıtılması ve kullanılmasıyla ilgili çeşitli yöntemler, sürdürülebilirlik ve kaynak yönetimi konularında da önemli dersler sunuyor.

dune

Arrakis’te ekolojik müdahaleler ve sonuçları

Herbert, Dune serisinde, insanların ekosistemlere müdahalesinin beklenmedik sonuçlar doğurabileceğini de göstermişti. Arrakis’te yapılan ekolojik müdahalelerin, gezegenin iklimini ve yaşamını kökten değiştirebileceği, hatta bu değişikliklerin bazen istenmeyen sonuçlara yol açabileceğinin vurgulanması, insanların kendi gezegenimizdeki ekosistemlere müdahale ettiğinde karşılaştığı sorunlara bir gönderme.

Hikaye, çevresel adalet ve kaynakların adil olmayan dağılımı gibi konulara da değiniyor. Arrakis’teki günümüzdeki fosil yakıtları andıran “baharat”ın galaksinin dört bir yanından güçlü ve zenginler tarafından arzulanması, ancak yerel halkın (Fremenler) bu kaynağın koruyucusu olması, günümüz dünyasında kaynaklar üzerinde yaşanan çatışmaları ve eşitsizlikleri akıllara getiriyor. Herbert, doğal kaynakların sömürülmesinin sosyal ve politik sonuçlarını detaylı bir şekilde işliyor.

Dune, bu yüzden sadece bir bilimkurgu serisi değil, aynı zamanda ekolojik farkındalık ve sürdürülebilir bir gelecek için bir çağrı olarak da okunabilir.

Oscar’a Oppenheimer damga vurdu
İklim krizinden gıda krizine giden yol kısalıyor
Bilim kurgu okumak, gençlerin zihinsel dayanıklılık oluşturmasına yardımcı olabilir

Dune 2 Rotten Tomatoes’da rekor kırdı

Denis Villeneuve’un yönetmen koltuğunda oturduğu ve Jon Spaihts ile birlikte senaryosunu kaleme aldığı “Dune: Part Two”, sinema dünyasında yankı uyandırmaya devam ediyor.

Frank Herbert’in kült bilimkurgu romanından uyarlanan bu devam filmi, Londra‘da yapılan prömiyerin ardından eleştirmenlerden tam not aldı. Rotten Tomatoes‘da yüzde 98 gibi etkileyici bir puanla şimdiye kadarki en yüksek puanlı Dune uyarlaması olmayı başardı.

“Dune 2” sadece Denis Villeneuve için değil, aynı zamanda kadrodaki sekiz oyuncu için de en yüksek Rotten Tomatoes puanına sahip proje olarak öne çıkıyor. Timothée Chalamet, Zendaya ve Florence Pugh gibi isimler, kariyerlerinde nadiren bu kadar yüksek puanlar almıştı.

Kadronun diğer üyeleri, Austin Butler, Léa Seydoux, Rebecca Ferguson, Josh Brolin, Dave Bautista, Christopher Walken, Javier Bardem ve Anya Taylor-Joy da kendi kariyerlerinde önemli başarılar elde etmiş olmalarına rağmen, serinin yeni filmi ile yeni zirvelere ulaşıyor.

Film, 15 Mart 2024’te Türkiye’deki sinema severlerle buluşuyor ve bu destansı hikayenin sonraki bölümünü merakla bekleyen izleyicilere ‘düşündüren’ bir deneyim vaat ediyor.

İster Maya savaşçısı olun ister metrobüs yolcusu; size güç verecek

Yeşil Tarifler’de bugün, size bir Maya savaşçıymışçasına güç verecek bir tarif var. Hem de tatlı…

Başrolümüzde chia tohumu var. Tomris Karakartal’ın mutfağındaki bu sağlıklı tatlıyı sabah kalkıp metrobüsteki yüzlerce insanın arasına karışacağınız o günlerde kullanmanızı öneriyoruz. Çünkü size içinizdeki gücü gösterecek, sırtınızı da sıvazlayabilir. Ama bir şekilde yanınızda olacağına emin olabilirsiniz. Aklınızdaki her neyse yapabilirsiniz, yapamasanız da sorun değil; ağzınız tatlanır.

Chia pudinginizi istediğiniz meyvelerle renklendirebilirsiniz de. Chianın gücü adına! Afiyetler!

İklim modelleri ‘bileşik ekstrem koşullar’dan kaynaklanan gıda güvencesizliği riskini hafife mi alıyor?

Yazan: Dr. Kai Kornhuber

Yeşil Gazete için çeviren: Burak Yıldız

*

Uzun süren kuraklık, yoğun yağışlar ve sıcak hava dalgaları benzeri hava olayları ve ekstrem iklim koşulları kötü hasada davetiye çıkarabilir. Bu tür olumsuzluklar, her geçen gün ısınan gezegenimizde giderek artan büyüklükte ve yoğunlukta karşımıza çıkıyor.

Ayrıca, söz konusu bu hadiseler tedarik zincirlerinin aksamasına, dolayısıyla gıda arzının gerilemesine ve fiyat artışlarının yaşanmasına zemin hazırlayabilir.

Geçmiş çalışmalarımıza dayanarak, ekstrem hava olaylarının aynı anda yaşanması (örneğin aynı anda yaşanan sıcak hava dalgası ve kuraklık gibi) bu etkinin “tahıl ambarı” denilen başlıca mahsul üreten bölgelerde ürün verimini menfi yönde etkileyebileceğini gösteriyor.

Aynı anda gerçekleşen bu tür etkiler giderek büyüyen küresel bir gıda güvencesi riskini de beraberinde getiriyor.

Doğa bilimleriyle alakalı içerik barındıran akademik olan Nature Communications dergisinde yayımlanan son çalışmamızda, aynı anda birden fazla bölgede düşük mahsul verimine sebep olabilecek etkenlerin neler olabileceğinin üzerinde duruyoruz. Bunun yanı sıra, mevcut durumdaki iklim ve ürün modellemelerindeki gözlemlenen ilişkilerin ne kadar başarılı bir biçimde yeniden üretilebileceğini de mercek altına alıyoruz.

Elde ettiğimiz bu bulgulara dayanarak, iklim modellemelerinin eş zamanlı yaşanan ekstrem hava olaylarının yarattığı tehditleri göz ardı etme eğiliminde olduğunu ve bunun da gelecekte ortaya çıkabilecek etkilere yönelik kavrayışımızda muhtemelen “kör noktalara” sebebiyet vereceğini tespit ediyoruz.

Karmaşık iklim riskleri

Değişmekte olan iklim koşullarında küresel gıda güvencesinin garanti altına alınabilmesi küresel çapta bir sorun teşkil ediyor.

Böylesi bir sorunun üstesinden gelebilmek, makul ve önleyici uyum tedbirlerinin alınabilmesi bakımından gelecekteki iklim koşullarına yönelik yapılacak sağlıklı öngörülere bağlıdır.

Bu tür değerlendirme süreçleri pek de basite indirgenemez. Bunlar, gerek iklim modellerini gerekse ürün modellerini bir araya getiren “bağlaşık”  deneylere dayanır. Bu öngörülerin, riskinin tamamen anlaşılabilmesi bakımından birtakım farklı emisyon senaryolarına dayalı biçimde yapılması da gereklidir.

İklimdeki ekstrem hava koşulları ender rastlanan ama etkileyici hadiselerdir. Gelecekte yaşanabilecek tarımsal risklerin ne kadar isabetli bir yaklaşımla tespit edilebileceği, iklim modellerinin bu tür durumların görülme sıklığını ve boyutunu ne kadar net bir şekilde yansıtabileceğine ve ürün modellerinin ürünlerin verdiği tepkileri ne kadar sağlıklı bir çerçevede simüle edebileceğine doğrudan bağlıdır.

Yapılan çalışmalar, muhtelif ekstrem durumların birbiriyle etkileşimi sonucunda giderek karmaşıklaşan iklim kaynaklı risklerin, artan ekstrem hava durumu eğilimlerinin doğrudan bir etkisi olduğunu gözler önüne seriyor.

Giderek artan ve uzayan ekstrem hava koşulları, peş peşe yaşanan iklim felaketlerinin gerçekleşme ihtimalini de artırıyor.

Buna örnek verilecek olursa, arka arkaya gelen iki kasırganın aynı bölgeyi vurması, eş zamanlı olarak yaşanan sıcak hava dalgaları ve kuraklık durumu benzeri, birden fazla farklı felaketin aynı anda aynı yerde görülmesi ve yahut birden fazla bölgede yaşanan sıcak hava dalgalanmaları misali, küresel çapta aynı anda birden fazla felaketin yaşanması şeklinde özetlenebilir.

Bu tür “bileşik” hadiseler, genelde münferit olarak vuku bulan her bir felaketin yarattığı etkilerin toplamının ötesinde çok büyük etkilere gebedir. Birbiriyle etkileşim hâlinde gelişen etkiler, mevcut hassasiyet, afetlere hazırlık ve müdahale önlemlerine fazladan baskı yaratır.

Bu bağlamda, yoğun kuraklık koşullarıyla paralel seyreden sıcak hava dalgalarının yerel mahsul üretimi bakımından yarattığı felaket bilhassa dikkate alınmalıdır. Bir bölgede art arda yaşanan sıcak hava dalgaları, tek bir olayda hayatta kalabilecek mahsullerin yok olmasına neden olabilir.

‘Tahıl ambarları’

Küresel gıda güvencesi bakımından bakıldığında, eş zamanlı görülen ekstrem durumlar, “tahıl ambarı” tabir edilen pek çok mahsul üreten bölgenin aynı anda hasat yapamamasına [revolte olamamasına] mahal verebileceğinden bilhassa sorun teşkil eder.

Bunun neticesi itibarıyla, küresel ölçekte yaşanan kıtlık sebebiyle artan fiyatların yükselmesi ve hatta ulusal ihracat yasaklarının gündeme gelmesi, büyük oranda mahsul ithalatına bel bağlayan ülkelerin yüksek düzeyde gıda güvencesizliği sorunu yaşayabilmesine kapı aralayabilir.

Orta enlem bölgelerinde “tahıl ambarı” adıyla bilinen başlıca mahsul üreten yerler (yeşil gölgelendirme) ve tercih edilen konumlarından birinde görülen jet akımının [jet stream] bir gösterimi (mor çizgiler). Taralı bölgeler sıcak (kırmızı) ve soğuk (mavi) hava anormalliğinden etkilenen yerlerdir. [Kaynak: Kai Kornhuber]
”Tahıl ambarı” konumundaki pek çok bölge, örneğin Orta Kuzey Amerika, Batı ve Doğu Avrupa ve Asya, orta enlemlerdeki [kutba veya ekvatora yakın olmayan bir enlemde] ılıman iklim kuşaklarında yer alır. Söz konusu bu bölgelerde iklim koşulları, dünyayı çepeçevre saran ve hızla akan bir hava akımı olan “jet akımı” tarafından etkilenir.

Ekstrem hava koşullarını tetiklemede jet akımının taşıdığı bu denli kritik rol, geçtiğimiz birkaç yılda yaşadığımız olağanüstü iklim olaylarıyla bir kez daha gözler önüne serilmiştir.

2021’de kuzeybatı Pasifik bölgesinde rekor düzeyde yaşanan ve yüzlerce insanın ölümüne sebep olan “ısı kubbesi“, doğrudan jet akımındaki yoğun bir “sırt” ile bağlantılıydı. Böylece yüksek bir basınç sisteminin bölge üzerine yayılmasına neden oldu. Keza 2018 ve 2019 yıllarında yaşanan ve Avrupa’da rekor kıran sıcak hava dalgaları da dolambaçlı, dalgalı bir jet akımıyla ilişkilendirilmişti.

Çoğunlukla, bu menderesler — ki bunlara “Rossby dalgaları” [troposfer üzerindeki güçlü rüzgârlar] da deniyor — yer kürenin geniş bir bölümüne yayılarak aynı anda pek çok farklı bölgede ekstrem hava koşullarının yaşanmasına ön ayak oluyor. Nitekim geçtiğimiz 2022 yılında, Kuzey Yarımküre‘de etkili olan bir jet akımı ABD, Avrupa ve Çin‘de birbiriyle eş zamanlı ekstrem hava koşullarına öncülük etmişti. O dönemde faaliyet gösteren medya organları sıcak hava dalgaları arasında bağlantıya değinmekten çekinmemişti.

Aşağıda gösterilen haritada 18 Temmuz 2022 haftası boyunca Kuzey Yarımküre’deki yüzeysel sıcaklık anomalileri kırmızı renkte verilmiş olup, bu anomaliler ortalama sıcaklıkların üzerinde seyretmiştir. Beş farklı sıcak hava dalgasının — dairelerle işaretlenmiş — aynı anda yaşanmasının temel sebebi dolambaçlı yönlerde seyreden jet akımı olmuştur.

Yüzeysel sıcaklık anomalileri 18 Temmuz 2022 ile başlayan haftaya ilişkin ve kırmızı ile gösterilen daha yüksek sıcaklık değerleri. Daire içine alınmış beş farklı bölge, jet akımının menderesler sonucunda normalden fazla sıcaklığın eş zamanlı gözlemlendiği bölgelerdir. [Kaynak: Büyük Britanya’nın Meteoroloji Kurumu — ”Met Office” (2022)]
Bundan önceki çalışmalarımızda, belli başlı jet akımı modellerinin yalnızca ekstrem hava olaylarının eş zamanlı yaşanmasını arttırmakla kalmayıp, aynı zamanda önemli tahıl ambarı bölgelerde mahsul verimini de menfi yönde etkileyebileceğini ortaya koymuştuk.

Son makalemizde, jet akımı modellerinin güçlü bir şekilde menderes çizdiği yazların, başlıca mahsul üreten bölgelerin birkaç çiftinde düşük mahsul veriminin birlikte ortaya çıkmasını desteklediğini ve bu tür olayların olasılığını bazı bölgelerde üç kat artırdığını gösteriyoruz. Bu durum gıda güvenliği için bir risk teşkil etmektedir.

Menderesli jet akımı

Hava ve iklim hadiselerinde görülen bu ekstrem hava koşullarının tarımsal üretim dâhil olmak üzere, toplumsal sistemler üzerinde yarattığı muazzam etkiler göz önünde bulundurulduğunda, jet akımının değişen iklim koşullarına gösterdiği tepkilerin belirlenmesi çözülmesi gereken oldukça kritik bir soruna tekabül ediyor.

Yapılan geçmiş tarihli araştırmaların ortaya koyduğu üzere, gelecekte yaşanacak iklim değişiklikleri sürekli ekstrem hava koşullarında artış yaşanmasına sebep olacaktır. Şimdiye kadar yapılan gözlemler, oldukça menderesli bir jet akımının görülme sıklığındaki önerilen değişikliklerin teyit edilmesini sağlamamıştır. Ne var ki, yükselen arka plan sıcaklıkları, söz konusu hava modelleriyle ilişkilendirilen sıcak hava dalgalarını, görülme sıklıkları sabit kalsa bile, etkisini giderek artıracaktır.

Yaptığımız son araştırmada, 1960-2014 yılları arasında jet akımının menderesli seyrettiği dönemlerde gözlenen mahsul verimindeki düşüşleri mercek altına aldık. Elde edilen bu gözlemleri, Copernicus (C3S)/Avrupa Orta Vadeli Hava Tahminleri Merkezi (ECMWF), küresel atmosferik re-analiz ürünü (ERA5) ve Birleştirilmiş Bileşik Model Karşılaştırma Projesi (CMIP6) kapsamında geliştirilen en güncel neslin bir ürünü olan birleştirilmiş ekin-iklim modelleri ile kıyaslıyoruz.

Bu modellerin geçmiş verileri ne denli başarıyla yeniden oluşturabileceğine ek olarak, SSP5-8.5 [Çok yüksek Sera Gazı Emisyonları Senaryosu] olarak bilinen bir senaryo altında 2045-99 yılları arasında gelecekte oluşabilecek olası tepkileri de ele alıyoruz. SSP5-8.5, önümüzdeki yüzyıl süresince dünyanın nasıl değişebileceğini gösteren bir dizi “patikadandan” biridir. Bu yaklaşımla, ürün tepki modelleme zincirindeki belirsizlik kaynaklarını tartışabiliyoruz.

Mevcut tüm patikalar arasında SSP5-8.5 esasen kontrolsüz ısınmanın en kötü durum senaryosudur ve birçok kişi bunun gerçekçi olmadığını düşünebilir.

Öte yandan, bu senaryonun ekstrem yapısı, onu modeldeki ve gözlemdeki etkilerin karşılaştırılmasında kullanışlı kılıyor. Ulaştığımız bu bulgular, bu belirli projeksiyona dayalı değildir ve daha genel çıkarımlara sahiptir.

Hafife alma

Ulaştığımız bu bulgular, iklim modellerinde yer alan çok yüksek emisyonlu SSP5-8.5 senaryosu kapsamında menderesli jet modellerinin görülme sıklığında belirgin bir artış olmadığını gösteriyor.

Asıl önemli olansa, mevcut iklim modellerinin menderesli akımların konumunu ve yoğunluğunu yansıtırken, bunların yerel sıcaklık anomalilerinin büyüklüğünü net bir şekilde yeniden üretmediğidir. Böylelikle, bu mendereslerin ekstrem hava koşulları üzerindeki etkileri hafife alınıyor.

Bu hafife almanın önceki iklim modellerinde de gerçekleştiği gösterilmişti, oysa buna benzer bir sorunun, etki çalışmaları kapsamında kullanılan en güncel modellerde de sürdüğünü ortaya koyuyoruz.

Buna ilaveten, bu menderesler sebebiyle bölgesel klimatolojide veya iklim biliminde görülen ortalama değişimlerin yanı sıra artan sıcaklığa maruz kalma ihtimali olan bölgeleri de belirliyoruz. Son dönemlerde yaşanan olağanüstü ekstrem hava koşullarından muzdarip iki bölge olan Kuzey Amerika ve Sibirya, bu bağlamda yüksek derecede risk altındadır.

Zorlu süreç

İklim modellerinin ekstrem hava koşullarının gösteriminde zorlu süreçlerden geçebileceği belki de yaygın düzeyde kabul gören bir durumdur.

İklim değişikliğiyle gelen kapsamlı risklerin iyi anlaşılabilmesi için ekstrem hava koşullarının konumu, ölçeği, görülme sıklığı ve zamanlamasının net bir temsili gereklidir. Bu faktörlerin gelecekte nasıl değişeceği ise birbirinden muhtelif emisyon senaryolarına dayanır.

Her ne kadar iklim modellerinde Dünya sisteminin süregelen sera gazı emisyonlarına verdiği ortalama tepki öngörülse de, yaptığımız analize dayanarak bu modellerin eş zamanlı yaşanan ekstrem hava koşullarının bölgedeki mahsul verimi üzerindeki olası etkilerini ve bunların yarattığı senkronize arızaların etkilerini hafife alabileceğini söyleyebiliriz.

Jet akımındaki sabit dalgalar, 2021 yaz aylarında kuzeybatı Pasifik bölgesini etkisi altına alan sıcak hava dalgası dâhil olmak üzere, geçmişte görülen ve rekor kıran pek çok ekstrem hava koşulunun önemli bileşenlerinden biri olmuştur. Böylesine modellerle ilişkilendirilen yüzeysel sıcaklık anomalilerinin net bir gösterimi, bu ekstrem koşullardaki ivmeli eğilimlerin anlaşılabilmesi bakımından hayati önem arz ediyor.

Yaptığımız bu çalışmada, güncel iklim kaynaklı risk değerlendirmelerinin, çoğu zaman atmosfer ve iklim değişikliğindeki devingen mekanizmalara bağlanan muhtelif ekstrem koşulların yarattığı kapsamlı etkileşim sebebiyle yüksek düzeyde riske maruz kalan kesimleri ve bölgeleri es geçiyor olabileceğini gözler önüne seriyoruz.

Hem iklim hem de tarımla bağlantılı modelleri geliştirmeye yönelik daha fazla deneysel ve süreç temelli araştırmaya duyulan acil ihtiyaca vurgu yapıyor.

Senkronize kötü hasadın yanı sıra riske altındaki diğer bölgelerin de hafife alınması, iklimdeki ekstrem koşulların yarattığı karmaşık yapının hızlı emisyon azaltımları olmaksızın nasıl artabileceğini ve belki de baş edilemez boyutlara gelebileceğini ortaya koyuyor.

Makalenin İngilizce orijinali

İkizdere’den Asuman Fazlıoğlu: Doğaya zarar vermenin sandıkta karşılığı olacaktır

“Yerel Seçimlere Doğru: Ekolojistler Ne İstiyor?” serimizin üçüncü bölümünde, İkizdere Çevre Derneği Basın Sözcüsü Asuman Fazlıoğlu ile konuştuk.

Rize İkizdere‘de Cengiz İnşaat tarafından üç yıldır devam ettirilen taş ocağı faaliyetleri, bölgeyi gün geçtikçe daha da yaşanmaz hale getiriyor. Patlatılan dinamitler, toz toprak içinde taş taşıyan kamyonlar, Karadeniz‘e özgü eşsiz yeşil alanlara zarar vermekle kalmıyor, Fazlıoğlu’nun tabiriyle ‘eğilip suyunu içebileceğiniz’ derelerde de tahribata yol açıyor.

Asuman Fazlıoğlu, “doğayı savunurken yanımızda olanların biz de yanındayız” diyerek, taleplerini görmezden gelen siyasiler için gereken cevabın sandıkta verileceğini ifade ediyor.

Rize İkizdere’de ne olmuştu?

Rize’nin İkizdere ilçesinde yapılacak olan lojistik liman inşaatında kullanılmak üzere ihtiyaç duyulan taş ocağı için Cumhurbaşkanlığı kararnamesiyle, ilçedeki Eskencidere Vadisi’nde acele kamulaştırma kararı alınmıştı.

Bunun üzerine köylüler harekete geçerek, vadinin girişine çadır kurup nöbet tutmaya başladı. Kararı da yargıya taşıdı. Ancak inşaatı gerçekleştirecek olan Cengiz Holding çalışanları 21 Nisan’da vadiye girerek taş ocağı için yol açma çalışmalarına başladı.

Jandarma eşliğinde gelen şirket çalışanları, vadi girişine çadır kurup nöbet tutan vatandaşlardan çadırlarını kaldırmalarını istedi. Nöbet tutan vatandaşların tepkilerine rağmen çadırlar kaldırılırken, jandarma vadi girişine barikat kurdu.

İkizdere

Kısa sürede iş makineleri çalışmaya başlarken, bölge halkı da vadiye akın etti. Vatandaşlar, vadide çalışma yapan firma yetkilerinin herhangi bir izinlerinin olmadığını, yapılan çalışmanın yasa dışı olduğunu söyledi. Direnen köylüler, eylemleriyle iş makinalarının alandan ayrılmasını sağladı.

Söz konusu projeye “Çevresel Etki Değerlendirme (ÇED) gerekli değildir” kararına karşı açılan dava için hazırlanan bilirkişi raporunda projenin usulsüz olduğu ve yapımının uygun olmadığı belirtilmişti.

İkizdere’de davacıdan sakınılan bilirkişi keşfi: Hukuk endemik bir tür gibi…
İkizdere’yi yok eden taş ocağına Danıştay’dan ‘dur’ kararı: Hukuk yavaş, makine hızlı

İkizdere’deki Cengiz İnşaat tarafından yapımına devam edilen taş ocağı projesinde bugüne kadar projede çalışan vatandaşlardan bazıları iş makinelerini kullanırken gerçekleşen kazalar nedeniyle hayatını kaybettiği, taş ocağı nedeniyle bugüne kadar bölgedeki yaban hayatının olumsuz etkilendiği, bölgedeki ağaçların zarar gördüğü bildirilmişti. 

Söz konusu bilirkişi raporunun detaylandırılmadığı gerekçesi sonrası mahkemeye Mart 2022’de ek bilirkişi raporu sunulmuştu. 

İlk bilirkişi raporunda arıcılığın, bitki örtüsünün, doğanın, yaban hayatının olumsuz etkileneceği yönünde görüşler bildirilmiş ama daha sonra mahkeme tarafından ek bilirkişi raporu istenmesi sonrası gelen ek raporda söz konusu görüşlerin tam tersi olacak şekilde “özenle ağaç kesmek”, “arıcılığın üzerindeki olumsuz etkilerin bertaraf edilmesi” gibi ifadelere yer verilmişti.

Araştırma: Köpekle vakit geçirenin stresi azalıyor, konsantrasyonu artıyor

Güney Kore’deki Konkuk Üniversitesi’nde yapılan bir araştırma, köpeklerle etkileşimin stres giderme ve konsantrasyonla ilişkili beyin dalgalarını artırdığını ortaya koydu.

Araştırma, köpeğin birlikte yaşadığı insana iyi bir refakatçi olmanın dışında bir anlamda iyi bir terapist görevi de üstlendiğini gösteriyor.

Köpekler,  hali hazırda dünyanın pek çok bölgesindeki hastanelerde ve okullarda, duygusal destek veya engelli hastalara yardımcı olmak üzere hastalara ve çocuklara eşlik ediyor. Bu uygulama, yaşlıların yalnızlığını gidermesinin yanı sıra, stres azaltma, duygusal doygunluk yaratma, olumlu hormonları yükseltmeye destek oluyor, rehabitasyon ve terapi programlarında önemli görevler üstleniyorlar. ABD‘deki Johns Hopkins Hastanesi,  terapi köpeklerinin hastaların hastanede kaldıkları süre boyunca ağrı düzeylerini azalttığı ve kan basıncını düşürdüğünü açıklamıştı.

Daha önce yapılan pek çok araştırma da insanların köpeklerle etkileşime girdiğinde sosyal hayata bağlanma ve sevgide rol oynayan oksitosin hormonunun arttığını, stresle bağlantılı olan kortizol seviyelerinin ise azaldığını ortaya koymuştu.

Daha az yorgun ve depresif insanlar

Araştırma insanların bir köpekle etkileşime girdiğinde beyinlerinde ne tür olumlu gelişmeler yaşandığını gözler önüne seriyor.

Araştırma ekibi, bir köpekle çeşitli aktivitelerde bulunan insanların, elektrotlar kullanılarak beyinde elektriksel aktiviteyi ölçmek için kullanılan bir test olan elektroensefalogramı (EEG) aracılığıyla 30 yetişkin denek üzerindeki etkilerini detaylı bir şekilde araştırdı.

Bu deneyde araştırmacılar, katılımcıların “temel itaat, görgü kuralları, saldırganlık ve sosyallik konusunda tam eğitimli” 4 yaşındaki standart bir evcil köpekle etkileşime girmesini sağladı. Testlerde köpekle oynamak, ona yemek vermek, okşamak veya onunla fotoğraf çekmek dahil toplam sekiz aktivite mercek altına alındı.

İnsanların duygusal tepkileri de köpekle yapılan aktivitelere bağlı olarak farklı anketler ve raporlama testleri kullanılarak değerlendirildi.

“PLOS ONE” dergisinde yayımlanan bulgular, köpekle yapılan tüm aktiviteler sırasında katılımcıların kendilerini daha az yorgun ve depresif hissettiklerini ortaya koydu. Köpeği beslemek, okşayıp sevmek, kucağa almak sayesinde daha düşük stres seviyelerinin tespit edildiği bulgusuna yer verilen raporda, bunun da ruh halinin iyileşmesine yol açtığı kaydedildi.

Stres yüklenmeden daha fazla konsantrasyon imkanı tanıyor

Köpekle etkileşim sırasında stresin düşmesinin dışında konsantrasyonun da arttığı görüldü.

Beyinde elektriksel aktiviteyi ölçmek için kullanılan elektroensefalogram sayesinde, köpeği okşamak, bakım ve hayvanla oyun sırasında dikkat ve konsantrasyonla bağlantılı beta dalgalarında bir artış olduğu gözlendi.

Deney sırasında beta dalgalarının yoğunluğunun, hayvanla temasın yoğunluğuyla birlikte arttığı tespit edildi.

Araştırmanın bir sonraki adımı bu sonuçları daha fazla sayıda katılımcıyla teyit etmek olacak. Katılımcıların köpeklere olan yakınlıklarından dolayı çalışmaya katılmayı kabul etmeleri yüzünden, araştırmacılar, geniş çaplı yapılacak testlerdeki sonucunun da önemli olduğu görüşünde.

Araştırmayı gerçekleştirenler, bu çalışmanın “hayvan destekli müdahalelerin terapötik etkilerini ve altında yatan mekanizmaları açıklamak için değerli bilgiler sağladığını” düşünüyor.

 

Kazdağları ‘ekoturizm’ bahanesiyle imar talanına açılıyor

Çanakkale‘nin Ayvacık, Bayramiç, Ezine gibi ilçeleri, son dönemde enerji ve madencilik projelerinin yanı sıra “ekoturizm” adı altında imar projelerine açılıyor.

2021 yılı başında Çanakkale İl Genel Meclisi tarafından onaylanan 200’ü aşkın proje arasından, Kazdağları Doğal ve Kültürel Varlıkları Koruma Derneği ve Assos Dostları’nın seçtiği 10’un üzerinde kritik proje dava konusu edilmiş ve hemen hepsi kazanılmıştı. Davaların ardından İl Tarım ve Orman Müdürlüğü’nün de çabalarıyla bazı yasal düzenlemeler de getirilmişti.

Ancak 12.02.2022 tarihinde, “1/100.000 ölçekli Balıkesir Çanakkale Çevre Düzeni Planı”nda 8.16 n’olu maddelerde yapılan değişiklik ile ekoturizm yerine “kırsal turizm tesisi” kavramı ortaya konuldu, alan limitleri arttırıldı.

Seçim yatırımı: 45 yeni proje onaylandı

Kazdağları Derneği, 2024 yılının ocak ve şubat aylarındaki meclis toplantılarında, yerel seçimlere çok az bir zaman kala, yeni “ekoturizm projeleri”ne onay verildiğini;  CHP-AKP ittifakıyla onaylanan, 45 adet yeni projenin çoğunun da yine Ayvacık bölgesinde olduğunu şöyle duyurdu:

“İl Genel Meclisi’nin giderayak bu projeleri onaylamasının arkasında yatan nedenleri anlamak oldukça güç. Halkın vergileri ile maaş alan meclis üyelerinin, yöresini ve halkını koruması gerekirken, şirketlerin yararına rant projelerine onay vermesi kabul edilebilir bir durum değil. İktidar partilerinin yaklaşımlarını biliyoruz. Muhalefet partilerine ne demeli? Ranta gelince ortaklık etmekte beis görmemekteler.  Gerekçeleri “mevzuat” olamaz. Mevzuatı değiştirmek de ellerinde.”

Derneğin açıklamasında projelerin aslında yazlık amaçlı toplu konut siteleri olduğuna ve bunun sonuçlarına dikkat çekildi:

  • Mülkiyet çok hızlı bir şekilde el değiştirmekte,
  • Yerel halk yaşadığı bölgeden uzaklaşmak zorunda kalmakta,
  • Yerel aile işletmeleri bölge dışından gelen bölgeye yabancı büyük işletmelerle yer değiştirmekte,
  • Bölgenin sosyal ve kültürel yapısı bozulmakta,
  • Tarım alanları “marjinal tarım alanları”na dönüştürülerek ve betonlaştırılmakta,
  • Doğal alanların ve tarım alanlarının bütünselliği bozulmakta,
  • Bölgenin su kaynakları, yerel halkın ihtiyaçlarını karşılamakta yetersizken, ekoturizm kılıfı ile ortaya çıkan zengin peyzajlı, havuzlu, lüks villalara tahsis edilmekte, mevcut su kaynaklarının hoyratça kullanılmasına, yer altı sularının gizli veya açıkça çekilerek su kaynaklarının azalmasına yol açmaktadır.”

Bölge halkının talep ettiği ekoturizm kriterleri de şu şekilde:

  • Bölge köylüsünü rantla değil, üretimle kalkındıracak,
  • Köylerin doğal çevreyle birlikte korunduğu,
  • Yerel halkın refahının gözetildiği,
  • Küçük köylü üreticinin değer kazandığı,
  • Yerel kültürel değerlere özen gösteren,
  • Yerinde kalkınmaya önem veren bir ekoturizm.

Ekoloji örgütleri askıya çıkan yeni projelere itiraz edecek ve planları onaylanmış olanlar için de plan iptalleri için dava süreçlerini başlatacak.

Avrupa Konseyi: Kavala için diyaloğa devam, Demirtaş derhal tahliye edilmeli

Gezi davasında ağırlaştırılmış müebbet hapis cezası alan iş insanı ve insan hakları savunucusu Osman Kavala hakkında Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) tarafından 10 Aralık 2019 tarihinde açıklanan ve 11 Temmuz 2022 tarihinde de onaylanan kararın uygulanma süreci, Avrupa Konseyi Bakanlar Komitesi tarafından bu hafta Strasbourg‘da bir kez daha ele alındı.

Bakanlar Komitesi,Ankara ile yürütülen üst düzey siyasi ve teknik görüşmelerin devam etmesini kararlaştırdı.

Kavala’nın tutukluluğuna ilişkin hak ihlali kararı veren ve serbest bırakılmasını talep eden AİHM‘nin kararını uygulamayan Türkiye, Avrupa Konseyi Bakanlar Komitesi’nin denetimine girmişti. AİHM kararı gereği Kavala’nın “derhal serbest bırakılması” için Ankara’ya yeniden çağrıda bulunan ve diyalog vurgusu yapan Komite, Ankara’ya yönelik bir yaptırım kararı almadı.

Avrupa Konseyi Osman Kavala davası için ihlal prosedürünü başlattı
Erdoğan’dan Osman Kavala açıklaması: Mahkemelerimizi tanımayanları biz tanımayız
Gezi davasında Kavala ve Atalay dahil beş sanığın cezası onandı: TİP ‘özgürlük yürüyüşü’ne başlıyor
Avrupa Parlamentosu: Kavala’ya verilen ceza, Türkiye’nin AB umutlarını tamamen yok etti
Osman Kavala’dan AİHM kararı yorumu: Yargı mensuplarına güç vereceğine inanıyorum

AKPM şimdilik devreye girmeyecek

AİHM kararlarının infazı Komite tarafından denetleniyor. Bakanlar Komitesi, AİHM’nin 10 Aralık 2019 tarihli Osman Kavala kararı yerine getirilmediği gerekçesiyle 2 Şubat 2022 tarihinde Türkiye hakkında “ihlal prosedürü” adı verilen süreci başlatmış, bu kapsamda Türkiye’nin Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nden kaynaklanan yükümlülüklerini yerine getirip getirmediğini AİHM’ye sormuştu.  AİHM 11 Temmuz 2022 tarihinde Osman Kavala kararının yerine getirilmediğine hükmetti.

Komitenin kararında, Osman Kavala serbest bırakılmadıkça Türkiye’nin “Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nden kaynaklanan yükümlülüklerini ve hukuk devleti ilkelerini ihlale devam edeceği” de belirtildi, ancak Avrupa Konseyi Parlamenterler Meclisi’nin (AKPM) dosyada devreye girmesine yönelik bir eğilim benimsenmedi.

Kavala’nın avukatları bu yıl ocak ayında AİHM’e “hak ihlali” gerekçesiyle yeni bir dava başvurusu yapmıştı.

Demirtaş için derhal tahliye çağrısı

Bakanlar Komitesi bu hafta Selahattin Demirtaş hakkındaki son AİHM kararını da ele aldı. Komite, AİHM kararı gereği Demirtaş’ın derhal serbest bırakılması çağrısını yineledi ve durumunda değişiklik olmaması halinde Haziran 2024’teki oturumlarında ikaz niteliğinde bir ara karar alacağı mesajı verdi

New York’ta bin yerli bitkiye ev sahipliği edecek ‘cep ormanı’ oluşturuluyor

ABD‘nin New York kentinde, önümüzdeki nisan ayının sonunda binden fazla yerli bitkiyle dolu küçük bir orman ortaya çıkacak .

Manhattan‘daki Roosevelt Adası’nın güney ucunda bulunan 2.700 metrekarelik arazi, kentin ilk cep ormanı olacak. Ormanın yaratıcıları, bunun hem artan biyoçeşitliliğin güzelliğini hem de giderek daha zorlu hava koşullarıyla mücadele eden kent sakinlere somut faydalar getireceğini söylüyor.

‘Kent süngeri’ görevi görüyorlar

1970’lerde Japon botanikçi Akira Miyawaki’nin öncülüğünü yaptığı yoğun, hızlı büyüyen ağaçlar ve çalılar dikme uygulaması, Asya, Avrupa, Afrika, Güney Amerika ve Orta Doğu‘ya yayıldı. ABD’de Los Angeles,  Berkeley, Kaliforniya; Portland, Oregon; ve Cambridge, Massachusetts gibi şehirler, daha önce yerel bitki türleriyle mini ormanlar oluşturdu.

Guardian‘ın aktardığına göre, Roosevelt Adası’na ak meşe, Virginia çileği, New York eğrelti otu ve doğu beyaz çamı gibi türler ekecek kar amacı gütmeyen SUGi‘nin kurucusu Elise Van Middelem, “Bugün şehirlerimiz beton üstüne beton haline geldi. Sel geldiğinde ya da çok şiddetli yağmur yağdığında geçirgen yüzeyler kalmıyor. Mini ormanların faydalarından biri de sünger görevi görmesidir” dedi.

Van Middelem, biyoçeşitliliğin tamamen iklim kriziyle bağlantılı olduğuna da dikkat çekti.

En yüksek ‘ısı yükünü’ beyaz olmayanlar omuzluyor

Kentlerde Miyawaki tarzı ormanlar yaratmanın soğutma, gölge, su ve karbon emiliminin yanı sıra kuşlar ve böcekler gibi yabani hayvanlara ev sahipliği yapabilecek ekosistemlerin restorasyonu da dahil olmak üzere bir dizi faydası bulunuyor.

Genellikle kompostla zenginleştirilmiş toprağa ekilen çalı ve gölgelik katmanlarının, güneş ışığı için rekabet ederken yüksek oranda büyüdükleri araştırmalarla kanıtlanmış durumda. Bu yoğun yeşillik parçaları bir kez dikildikten sonra küçük kentsel alanlarda çok fazla bakım gerektirmeden gelişebiliyor.

Manhattan ilçe başkanı Mark Levine, “Küresel ısınmanın olduğu bir dönemde mahalleyi gerçekten serinleten bu tür yeşil altyapı beni heyecanlandırıyor. Bunlardan daha fazlasını yapabiliriz ve yapmalıyız. Bir sonrakini, şehrin zengin bölgelerine göre çok daha az sokak ağacına sahip, düşük gelirli, siyahi topluluklarda görmek isterim” diye konuştu.

Kentlerin ağaç örtüsünü genişletmenin, iklim değişikliğiyle mücadele ve biyoçeşitliliği desteklemenin yan sıra yıl boyu faydaları var:  Ağaçlar canlıların bağışıklığını güçlendiriyor ve kan basıncını düşüyor, ruh halini iyileştiriyor, odaklanmayı keskinleştiriyor, enerji seviyelerini artırıyor. Sokak ağaçlarının fazla olduğu bölgelerde yaşayan çocukların astım hastası olma olasılıkları da çok daha düşük.

Sıcaklığın yüksek olduğu günlerde, kötü hava kalitesi, ağaç ve gölge eksikliği ve yetersiz soğutma sistemleri nedeniyle en büyük ısı yükünü ise beyaz olmayanlar ve düşük gelirli vatandaşlar omuzluyor.

American Forests’ Ağaç Eşitliği Puanına göre ABD’deki beyaz olmayan topluluklar, çoğunluğu beyaz olan bölgelere göre ortalama yüzde 44 daha az ağaç örtüsüne sahip. Ağaçların olmaması , binaların, yolların ve diğer altyapının ısıyı emdiği kentsel ısı adası etkisine katkıda bulunurken, bu mahalleleri daha yeşil olanlara göre önemli ölçüde daha sıcak hale getiriyor.

Düşük gelirli, farklı ırklardan olan toplulukların yaşadığı bu bölgelerde  yaşayanlara yönelik eşitsizlik, şehirler daha uzun ve daha şiddetli sıcak  dalgalarıyla karşılaştıkça, ölümcül hale gelebiliyor. 2022 şehir verilerine göre, siyah New Yorkluların ısıya maruz kalmaktan ölme olasılığı, beyaz sakinlere göre iki kat daha fazla hesaplanmıştı. Geçen yazın en yüksek sıcaklık değerlendirmelerine göre de güney Bronx’un mahallesi, Yukarı Batı Yakası ve Yukarı Doğu Yakası’nın daha zengin bölgelerine göre 4,5C daha sıcaktı .

Maliyeti 10 metrekare başına 200 dolar

Van Middelem’e göre, Roosevelt Adası’ndaki küçük ormanın maliyetinin 10 metrekare başına yaklaşık 200 dolar olarak, toplamda 54 bin dolar olduğu tahmin ediliyor. Mini orman kent yönetiminden kiralanan, kullanılmayan bir bahçe alanında oluşturulacak.

Ekimlerin ise 300’den fazla gönüllünün katılımıyla 6 Nisan’da yapılması planlanıyor.

Ekolojistler madenciliği konuşuyor: Propagandadan Hakikate Madencilik Sempozyumu

Türkiye’den 77 ayrı ekoloji ve meslek örgütünün bir araya gelerek oluşturduğu İklim Adaleti Koalisyonu yarın (16 Mart’ta) İstanbul Şişli’deki Nazım Hikmet Kültür Merkezi’nde “Propagandadan Hakikate-Madencilik” başlıklı bir sempozyum düzenleyecek.

Saat 09:00’da başlayacak olan etkinlikler tüm gün sürecek ve dalında uzman isimler, madenciliğin çeşitli yönlerini birlikte ele alacak. Sempozyumun planlanan başlıkları ve katılımcıları şöyle:

I. Oturum: Madenciliğin ekonomisi
  • Mehmet Torun (Maden Mühendisi)
  • İbrahim Gündüz (Gazeteci)
  • Bahadır Özgür (Gazeteci)
II. Oturum: Madenler ve madencilik
  • Prof. Dr. S. Can Genç (Jeolog, Akademisyen)
  • Duygu Kural (İktisatçı)
III. Oturum: Ekolojik kriz, sağlık ve madencilik
  • Doç. Dr. Cihan Erdönmez (Orman Mühendisi, Akademisyen)
  • Dr. Ahmet Soysal (Halk Sağlığı Uzmanı, TTB Halk Sağ. ÇG)
  • Dr. Ilgın Özkaya (Hukukçu, Akademisyen)
IV. Oturum: Dünyada madenciliğin geleceği ve ekoloji hareketi
  • Dr. Jessica NG (Araştırmacı)
  • Asia-Pacific Gathering on Human Rights and Extractives (AP Gathering)
  • Jan Morrill (Earthworks)
V. Oturum: Madencilik faaliyetleri sonucu yaşamı değişenler

Yerel Mücadele Temsilcileri

  • Akbelen: Nejla Işık
  • Bergama: Erol Engel
  • Fatsa: Alaattin Yılmazer Hanönü, Mehmet Soysal
  • Kazdağları: Ferzan Aktaş
  • İliç: Sedat Cezayirlioğlu
  • Taşova: Av. Selim Saray

Sempozyumla ilgili İklim Adaleti Koalisyonu’nun çağrısı ise kısaca şöyle:

“13 Şubat’ta Erzincan İliç‘te yaşanan maden felaketi, Fırat Havzası’nda yarattığı büyük ekolojik risk yanında yaşamlarını kaybeden 9 madenci ile üretim zorlaması ve kuralsızca yapılan madenciliğin ne kadar yıkıcı olabildiğini bir kez daha deneyimlememize yol açmıştır. Madenciliğin ekolojik, ekonomik, sosyal ve halk sağlığı gibi tüm boyutlarıyla bilimsel, demokratik bir düzlemde ele alınması yaşadığımız İliç felaketinin ardından daha da önemli hale gelmiştir.

İklim Adaleti Koalisyonu olarak iktidar eliyle de desteklenen ve ülke için bir ‘kalkınma hamlesi’ olarak sunulan yoğun madencilik propagandasına karşı madencilikle ilgili gerçekleri bilimsel olarak ortaya koymak, uzmanları dinlemek, madenciliğe karşı verilen yerel mücadelelerin bilgi ve deneyim paylaşımını sağlamak amacıyla bir sempozyum düzenliyoruz.”