Ana Sayfa Blog Sayfa 950

Paris’in kalbini işgal eden Kaçınılmaz İsyan: Dünya ölüyor

Extinction Rebellion‘un (Yokoluş İsyanı) Fransa ayağının başlattığı L’inévitable rébellion (Kaçınıılmaz İsyan) eylemi kapsamında aktivistler, 16 Nisan sabahı Paris‘in merkezindeki Saint Denis Bulvarı çevresine yerleşti.

Aktivistler, iklim krizi konusundaki eylemsizliklere ve Fransa’da ikinci tura kalan cumhurbaşkanlığı seçimlerindeki adaylardan memnuniyetsizliklerine karşı başlattıkları eylemde, Paskalya hafta sonu boyunca küresel ısınmaya karşı mücadelede “büyük bir agora” oluşturmayı hedefliyor.

Konumu son ana kadar gizli tutulan eylem için yüzlerce aktivist, cumartesi sabahı kamyonlardan inerek Saint Denis Bulvarı’nı ve kavşağı kapattılar.

Minderlerle yerlere oturan ve bazıları kendini beton bloklarla asfalta zincirleyen eylemciler, saman balyalarıyla barikatlar da kurdu. Paris’in önemli tarihi yapılarından biri olan Porte-Sainte-Denis‘e (Saint Denis geçidi) de hareketin bayrağı asıldı. Eylemin başından beri polis, alanı çevrelemiş durumda.

Fotoğraf: NnoMan Cadoret / Reporterre

Eylem aynı zamanda aşırı sağcı aday Marine Le Pen‘in Emmanuel Macron‘a karşı yarışacağı cumhurbaşkanlığı seçiminin ikinci turundan bir hafta önce bir sivil itaatsizlik eylemi. Eylemciler, başkanlık kampanyasında yeterince yer verilmediğini belirttikleri iklim krizini gündeme almak için tartışma etkinlikleri ve konferanslar düzenleyerek bir müzakere ortamı, bir “alternatif” yaratıyor.

 

Kaçınılmaz İsyan eylemi, “kolektif işleyişi yeniden düşünmeyi”, “ekolojik ve sosyal adalet talep etmeyi” ve “iyi bir geleceği garanti altına alacak bir politika geliştirmeyi” amaçlıyor.

Eylemcilere göre güç dengesi, sandıktan başka bir yerde, sivil toplum tarafında belirlenmeli.

Eylemciler, hangi aday seçilirse seçilsin “faşizmin yakın” olduğunu söylüyor. Hareketin şiarlarından biri ise “gerçek bir alternatif inşa edilmesi” gerekliliği. Katılımcı gençlerden bazıları, seçimlerin ikinci turunu boykot edeceğini belirtiyor.

Fotoğraf: Benjamin Carrot / Le Monde

Eylemde, nüfusun yüzde 50’si kadar karbon salan 63 Fransız milyardere, 2030 yılına kadar iklim mültecisi olacak milyonlarca Afrikalıya dikkat çekiliyor.

Ayrıca insanlığın CO2 emisyonlarını azaltması için bir an önce hareket etmesi vurgusu yapan Hükümetlerarası İklim Panel’inin (IPCC) altıncı raporunun son bölümüne de atıf yapılarak acil eylem talep ediliyor.

Grup, bilimsel bilgilerle desteklediği manifestosunda şu ifadelere yer veriyor:

Kapitalizm, üretkenlik, teknikizm ve tüketimciliğe dayanan mevcut ekonomik ve politik sistemler, soluduğumuz havayı, içtiğimiz suyu ve bizi besleyen toprağı kirletiyor.

Hava kirleniyor ve ısınıyor. Su döngüsü bozuldu. Buzullar yok oluyor. Polenleşme tehdit altında, bitkiler ve hayvanlar yok oluyor. Okyanusların seviyesi yükseliyor, yaşam alanlarımız tehlikede… Bilimsel bilgimiz ne kadar ilerlerse, değişimlerin şiddeti ve oluşum hızı ne kadar artarsa, biyoiklimsel  durumun aciliyeti o kadar ortaya çıkıyor.

Pankart:”İklimsel acil durum: IPCC’ye göre 3 yılımız var”

2050 çok geç

2025’i hedeflemek bizi şimdi harekete geçmeye zorlarken, 2050 bizi daha da karanlık bir geleceğe mahkum ediyor. Ne kadar erken harekete geçersek o kadar iyi.

Yıkımı ve büyük kayıpları durdurmak için şimdi bile çok geç: Kuraklık, sel, orman yangınları, tayfunlar ve kasırgalar, daha sık ve daha şiddetli hale gelen iklim değişikliğinin sonuçları şu anda insanları öldürüyor ve toplulukları yok ediyor.

Eylemciler, endüstriyel hayvancılığı protesto etmek için Saint-Denis ve Sébastopol bulvarlarının köşesindeki McDonald’s’ın ve KFC’nin girişlerini de engelledi. Fotoğraf: Benjamin Carrot / Le Monde

Hasarı sınırlamak ve en kötü senaryonun dehşetinden kaçmak için zamanında harekete geçip geçemeyeceğimizi göreceğiz. Verilerin çoğu, hala, şu an tam zamanı olabileceğini gösteriyor.

Hala yapabilecekken harekete geçmeliyiz. Şimdi gördüklerimiz, olacaklara kıyasla hiçbir şey değil.

Pankart: “Bu dünya ölüyor, hadi yenisini inşa edelim”

İşgal süresince yuvarlak masa toplantıları, gösterimler ve konserlere paralel olarak, eğitimler, ekolojik konularda farkındalık yaratmaya yönelik konferanslar, gösteri sanatları atölye çalışmaları, stantlar düzenleniyor; küçük eylemler, meclisler yapılıyor.

Bu etkinlikler de dahil bu zamana kadar tahminen 2 bin 700 kişinin eyleme bizzat katıldığı tahmin ediliyor.

Hareket, gerekli demokratik yenilenmeyi, iklim ve enerji eşitsizliklerini tartıştığı bu toplantılara Marie Toussaint (Europe Écologie-Les Verts, Yeşiller), Fatima Ouassak (Front de Mères sözcüsü), Élodie Nace (Alternatiba sözcüsü) gibi sivil toplum ve politikadan isimleri ve sağlık, yönetişim ve demokrasi konularında uzmanlaşmış bilim insanlarını davet etti.

Etkinlikler, Paskalya tatilinin son günü olan bugün de devam edecek.

Extinction Rebellion (Yokoluş İsyanı) 2019’da da Place du Châtelet‘i işgal etmiş ve bir hafta boyunca çevreyi bloke etmişti.

NASA, Mars’taki katı karbondioksiti görüntüledi

NASA‘nın Mars Reconnaissance Orbiter (Mars Keşfi Yörünge Aracı – MRO) adlı uzay aracı, gezegenin güney yarımküresinde bulunan bir krateri görüntüledi. 

Kış ortasında çekilen 37 derece güney enlemine yakın bir kraterin görüntülendiği fotoğrafta, kraterin yüzeyinin “kuru buz” olarak bilinen katı formdaki karbondioksit ile kaplı olduğu görülüyor. Kraterin güneye bakan yamacı mavi ağırlıklı, düzensiz parlak dona sahip. Yamaçta çok sayıda oluk içinde ve çevresinde meydana gelen bu CO2 donunun diğer görüntülerde de oluklarda akıntılara neden olduğu belirtiliyor.

-125 derecede donan karbondioksit

Mars’ta kışları sıcaklık, özellikle kutup bölgelerine yakın yerlerde -125 santigrat dereceye kadar düşebiliyor. Bu durum, Kızıl Gezegen’in bazı bölgelerinde karbondioksit gazının donmasına ve yüzeylerde “kuru buz” olarak bilinen bir katmanın oluşmasına neden oluyor. Her kış oluşan bu kuru buz katmanları  kışın ortasından hava çok sıcak ve güneşli olana dek, kutuplardan, Dünya’daki güney Kanada enlemine benzer olan  50 derece orta enlem bölgelerine kadar görülebiliyor.  Kutuplara bakan ekvatora yakın yamaçlar da aha az güneş ışığı aldığı için oralarda da küçük “kuru buz” parçaları hala olabiliyor.

Mars atmosferinin yüzde 95’i karbondioksitten oluşuyor. Mars’daki toplam karbondioksitin yarısı kutup bölgelerinde kuru buz halinde, diğer yarısı atmosferde bulunuyor.

 

Elektrikli araçlarda 2021’de rekor satış: Pazar payı 10 yılda 41 kat arttı

İklim değişikliğiyle mücadele hedefleri kapsamında ülkeler fosil yakıt tüketimlerini azaltmak için düşük karbon teknolojilere dönüşümü hızlandırıyor. Elektrikli araçlar, ulaşım sektöründen kaynaklanan emisyonların düşürülmesi konusunda kritik önem taşırken, otomobil markalarının bu alandaki yatırımları ve marka modelleri artıyor.

Elektrikli araç pazarındaki dönüşüm satışlara da yansıyor. Geçen yıl küresel araç pazarındaki net büyümenin tamamı elektrikli araçlardan sağlandı.

İlgili haber: Elektrikli otomobiller çevre dostu mu?

EV volumes.com verilerinden derlenen bilgilere göre, küresel elektrikli araç satışları 2021’de bir önceki yıla göre yüzde 108 artışla 6,75 milyona ulaşarak tüm zamanların en yüksek seviyesini gördü. Elektrikli araç satışları 2020’de salgına rağmen 3,24 milyon adet olmuştu.

Yıllara ve aylara göre küresel elektrikli araç satışı – Kaynak: EV volumes.com

AA’nın aktardığına göre; elektrikli araçların pazar payı 2012’de yüzde 0,2 seviyesinde bulunurken, geçen yılki rekor satışla yüzde 8,3’e ulaştı. Böylece, elektrikli araçlar pazar payını 10 yılda 41 kat artırdı.

İlgili haber: Toyota 2035’te tamamen elektrikli araç üretimine geçiyor

Geçen yıl ayrıca elektrikli araçlarda son 10 yılın en büyük yıllık büyümesi görüldü.

Çin, 2021’deki 3,4 milyonla geçen yıl en fazla elektrikli araç satışının kayda geçtiği ülke oldu. Çin’deki satışlar bir önceki yıla göre yüzde 155, bir başka deyişle 2,06 milyon adet, artış gösterdi.

Avrupa‘da ise 2,3 milyon adet elektrikli araç satılırken, bu rakam 2020’ye göre yüzde 66 büyüdü. ABD, 735 bin elektrikli araç satışıyla üçüncü sırada yer alırken, Güney Kore‘de 114 bin 500 adet elektrikli araç satıldı. İsrail, Avustralya, Hindistan ve Japonya‘daki elektrikli araç satışları ise 10 bin adetin üzerinde gerçekleşti.

İlgili haber: Elektrikli araçların çağı başlıyor mu?

Elektrikli araçların yıllık tüketimi, İrlanda’nın elektrik üretimine eşit

Uluslararası Enerji Ajansı (IEA) verilerine göre, 2012’de tüm yıl boyunca 130 bin elektrikli araç satılırken, bu rakama 2021’de bir haftada ulaşıldı.

Geçen yılki satışların ardından dünyadaki toplam elektrikli araç sayısı ise 16 milyonu buldu.

Dünyadaki toplam elektrikli araçların elektrik tüketimi 2021’de 30 teravatsaate ulaştı. Bu miktar, İrlanda‘nın bir yıllık elektrik üretimine eşit.

Geçen yıl elektrikli araç satışlarında 936 bin adetle Tesla ilk sırada yer aldı. En fazla Tesla araç 352 bin adetle ABD, 321 bin adetle Çin ve 170 bin adetle Avrupa‘da satıldı.

Ülkelere göre bataryalı ve fişli hibrit araç satışları/ 2021’de en fazla elektrikli araç satışı yaklaşık 3,4 milyon adet ile Çin’de gerçekleşti. Kaynak: Ev volumes.com
İlgili haber: Rapor: Elektrikli araçlar 2025’e kadar Avrupa’da en çok talep edilen araç olacak

Tesla’yı 763 bin adetle Volkswagen (VW) Group, 598 bin adetle BYD, 517 bin adetle GM ve 385 bin adetle Stellantis takip etti.

Küresel elektrikli araç satışlarının bu yıl 2021 bandını aşarak rekor tazelemesi bekleniyor.

Çeşme’nin Kanal İstanbul’u: Talan rant projesine hayır

Çeşme‘deki turizm projesine karşı doğa savunucuları Alaçatı‘da bir araya geldi. TMMOB-İKK, İzmir TTB, İzmir Barosu ve Çeşme Çevre Platformu’nun düzenlediği “Çeşme talan rant projesine hayır” toplantısı 130’a yakın kuruluş ve sivil toplum örgütünün katılımıyla gerçekleştirildi.

Çeşme Alaçatı Sulak alanında 16 Nisan’da düzenlenen toplantıya İzmir eski Büyükşehir Belediye Başkanı Aziz Kocaoğlu, CHP İzmir İl Başkanı Deniz Yücel, CHP Milletvekilleri Murat Bakan, Tacettin Bayır, Kamil Oktay Sındır, Musa Çam ve birçok siyasetçi iştirak etti.

Ev sahibi olarak toplantıyı Çeşme Çevre Platformu sözcüsü Dr. Ahmet Güler açtı, TMMOB, İzmir Tabipler Odası adına İKK sözcüsü Aykut Akdemir, İzmir Barosu Adına Av. Sinan Balcılar, Ömer Turgut Erlat, Av. Sehrazat Mercan konuştu.

‘Niyetleri sadece bol bol rezidans’

Çeşme Esnaf Odası Başkanı Osman Köfüncü, Çeşme Kent Konseyi eski başkanı Ömer Önal’ın söz aldığı ve moderatörlüğünü Çevre Mühendisleri Odası’ndan Helil İnay Kınay’ın yaptığı toplantıda merkezi yönetimin “Çeşme Projesi” eleştirildi. Toplantıda şu ifadelere yer verildi:

“Turizm Bakanı bölge halkı ile şeffaf bir proje süreci sürdürdüğünü söylüyor. Yerel halka, çiftçilere gerçek turimcilere hiçkimse bir şey sormadı, bunların niyeti sadece bol bol rezidans, daire yapıp milyon dolarlara satmak, rant ve talandır”

TMMOB temsilcileri ise süreci başından beri yakınen takip ettiklerini, Kanal İstanbul projesinin ikiz kardeşi olan Çeşme Projesi’nin kendilerine danışılmadan sürdürüldüğünü, projenin Yarımada’nın tüm doğal yapısını bozacağını, yaşam alanlarını yok edeceğini belirterek açtıkları davanın sürdürüleceğini açıkladılar. Toplantıda ayrıca şunlar konuşuldu:

“Çeşme Turizm Projesi kandırmacası altından henüz doğası tam olarak bozulmamış, muhteşem doğal güzelliklere sahip, hala tarımın yapıldığı, hala denizlerin temiz olduğu bölgeyi, Antalya, Kuşadası, Marmaris, Bodrum gibi beton ve yaşanılmaz bir alanlar haline çevirerek rant elde etmek. Ülke kalkınma modeli sadece inşaat olan siyasi irade Çeşme’yi de kurban ediyor.”

‘Kamu yararı yok, çevre tahrip edilecek’

Toplantıda Çeşme’ye yapılmak istenen Turizm Projesi’ne ilişkin olarak şunlar aktarıldı:

“2019’da Cumhurbaşkanlığı‘nın tek bir kararnamesi ile 16 bin hektar arazi, (Yüzde 98’i hazine arazisi) ‘Çeşme Turizm Projesi’ kandırmacası altında ranta, talana açılmaya çalışılmakta. Bu çerçevede çevreciler Danıştay 6. Dairesi’ne dava açtı. Mahkeme bilirkişi heyeti 25 Mart tarihindeki sonuç raporunda Bakanlığın Çeşme Turizm Projesi için, ‘Kamu Yararı yoktur, çevre tahrip edilecektir, yaşam alanları yok edilecektir’ görüşüne yer verildi.”

TMMOB tarafından söz konusu toplantıda turizm projesinin geçmişine ilişkin de bilgiler verildi. Açıklamada şu ifadeler kullanıldı:

“2020’de İzmir Büyükşehir Belediyesi‘nce yapılan ‘ ‘nda ve İzmir Büyükşehir Belediyesi ile Peyzaj Araştırmaları Derneği‘nin 2019’da ‘İklim Değişikliğine Dirençli Kentler için Bir Çerçeve: Yeşil Odaklı Uyarlama Kılavuzu‘nda yer alan analizlere ve 2050 ile 2100 yılları arasındaki iklim senaryolarına göre, Çeşme İzmir’in kırılgan olan ilçeleri arasında raporlanmıştır.

Ayrıca ‘ortalama toprak sıcaklığı artışı, buharlaşma artışı, toprak nemi azalışı, ardışık kurak günler, toplam yağış miktarından azalış, sıcak hava dalgası gün sayısında artış’ faktörlerine göre Çeşme ve çevresi (yarımada) riskli bölgeler arasında gösterilmiştir.

Proje detaylı olarak incelendiğinde; ormanlık alanlar, kıyılar, sit alanları, tarım alanları, sulak alanlar, önemli doğa alanları ve meraların üstün kamu yararı anlayışı ile bütüncül olarak korunması esasından uzak, yarımadanın eşsiz doğal güzelliklerini ve ekosistemini tahrip edici nitelikte olduğu açıkça görülmektedir.

‘Ekolojik felakete sebep olacak’

Tarımsal ürünler niteliklerini sadece toprakta değil, ekosistemden de alır. Bu nedenle bölgedeki Sakız Enginarı, Çeşme Sakızı, Çeşme Anasonu önemli değerlerimizdir. Bölgede yetişen Çeşme Kavunu daha yeni coğrafi işaret almıştır. Bu alanda yapılacak her türlü müdahale, ekosistem ve tarımın bütünlüğünü olumsuz etkileyecek, habitatın ve sayısız canlı türünün ölümüne sebep olacaktır. Bu kadar hassas bir alanda bu projenin hayata geçmesi ekolojik felakete sebep olacak bir karardır.

Turizm ile kalkınma hedefini; Turizm Teşvik Kanunu kapsamında rant projelerinin planlanması şeklinde öngören’, tarımsal destekleri her geçen yıl azaltan, tarımı ve sanayiyi dışarıya bağımlı kılan,  özellikle iklimsel krizin bu derece tırmanışta olduğu süreçte doğayı sömürülmesi gereken bir meta olarak gören bu aklı gayet iyi tanıyoruz.

‘Parsel parsel ihale’

Bu akıl ilk adımını, ‘Çeşme Kültür ve Turizm Koruma ve Gelişim Bölgesi’nin Eylül 2019’da Resmi Gazete’de ilan edilmesi ile atılmıştı. Bu adımı, merkezi iktidar ile yerel yönetim temsilcilerinin bir araya geldiği bilgilendirme toplantıları izlemiş, arada bölgenin sınırları yeniden belirlenmişti. Toplantıların ev sahipliği ise bakanlık tarafından İzmir Ticaret Odası’na verilmişti. Bunun gerekçesi de Kültür ve Turizm Bakanı Mehmet Nuri Ersoy’un yakın zamanlı açıklamasında ortaya çıkacaktı: Proje ‘parsel parsel ihale edilecek’ti. Tüccarlıkta deneyim önemliydi ve sayın bakan, bunu en iyi kendinden biliyordu.

2020’de, ‘Çeşme Kültür ve Turizm Koruma ve Gelişim Bölgesi’ için ortada bir proje bile olmadığı, sadece okul kitaplarındaki turizm için yapılan tanımların hedeflendiği ortaya çıktı. İstihdam sağlanacaktı, turizm 12 aya çıkarılacaktı, film platoları ve golf sahaları ile uluslararası rakipler ile rekabet edilebilecek, sağlık turizmi ile de dünyaya sağlık dağıtılacaktı. Kamuoyunun ikna olması mümkün değildi ama bakanların, belediye başkanlarının, ticaret ve sanayi odalarının yöneticilerinin yüzü gülüyordu. Ne de olsa, yarımadanın daha büyük bir yağmaya açılması ihtimali bir kez dillendirilmişti.

‘Yıkımın boyutu örtülebilsin diye proje allanıp pullandı’

Başlandı hazırlıklara… ‘Çeşme Projesi’ni meşrulaştırabilmek için, sürece üniversiteler ve sivil toplum kuruluşları dahil edildi. Yağmanın ve yıkımın boyutu örtülebilsin diye, rötuşlar öne çıkarıldı. Proje allanıp pullandı ve makyajlar yapıldı.

20 yıllık iktidarı boyunca, cumhuriyetin kazanımlarını yok etmek için uğraşanlar Çeşme projesinde, ‘Cumhuriyet Köyü’ kurarken karşımıza çıktılar. İçten içe, cumhuriyetin sadece o köyde yaşamasını isteyenler, kurulacak olan o köye ‘Dinler Bahçesi’ eklemeyi de unutmadılar. Ne de olsa, onlara göre pazarlanamayan bir cumhuriyet yaşayamazdı, nitelikli bir pazarlama için de dinin ticarete de alet edilmesi şarttı.

Eğitim sistemini yerle bir eden, Köy Enstitüleri dendiğinde kulaklarını tıkayanlar, ülkenin dört bir yanında eğitimi özelleştiren ve neredeyse İmam Hatipler dışında devlet okulu bırakmayanlar, Çeşme projesi içerisinde tarımı destekleyen ‘Green School‘ kuracaklarını açıkladılar. Bu okuldaki çocukların, doğayı ve ekosistem konusunda bilinçlendirileceğini eklediler. ‘İçerik hiçbir şey, biçim her şeydir’ diyenler, Çeşme projesi ile hedef tahtasına konulan doğayı ve ekosistemi, maket haline getirip okulda korunabileceğine inanmamızı istediler.

‘Ekmek yoksa golf oyna’

Ülkemizde yağ kuyrukları oluşurken, doğalgaz ve elektrik faturaları ödenemez hale gelmişken, temel ihtiyaç maddelerindeki fiyat artışları takip edilemez durumdayken, projede yapılması hedeflenen, tüketeceği su miktarı Kutlu Aktaş Barajı‘nın ortalama üretim kapasitesi düzeyinde olan 20 golf sahası için heyecan duymamazı beklediler. Böylece, dünya tarihine yeni bir yaklaşım kazandırdılar: Ekmek yoksa golf oyna!

Yetinmediler… Ülkemizin doktorlarına bilet kesip, ülke dışına yollamak isteyenler, Çeşme Projesi kapsamında, sağlık turizmi amaçlı sağlık köyü kurulmasından söz ettiler. Proje sonrasında, ‘Çeşme Kültür ve Turizm Koruma ve Gelişim Bölgesi’ne halkımızdan kimsenin giremeyeceğini, ‘parsel parsel’ ihale edilecek alanlar sonrasında ülkemize ait bir toprak kalmayacağını düşünmüş olmalılar ki utanmak ne kelime, bunda bir çelişki görmediler. Herhalde Çeşme projesindeki hastanelerde çalışan doktorlar, ülke dışında çalışıyor kabul edilebilirdi onlar için.

Ne yazık ki Çeşme projesinde, her şey, burada aktarıldığı gibi oluyor. Eksiği var, fazlası yok! Cümlelerimizin içerdiği ironi, trajedi ve komedi, tam da bu yüzden. Ülkemizin mesleki birikimini temsil eden meslek kuruluşlarının, böyle bir metni kaleme almasının nedeni de, maruz kaldığımız bu ‘gerçeklik’.

Yoksa aklı başında olan, ülkesine ve halkına karşı sorumluluk duyan herkes, ‘Çeşme Kültür ve Turizm Koruma ve Gelişim Bölgesi’ sınırları hakkında açılan davada hazırlanan bilirkişi raporunda belirtilen gerçeklere;

  • ‘doğal, kültürel ve tarihi değerlerin korunması gerektiğine,
  • kısa erimli finansman sorunlarının giderilmesi amacı gerçekleştirilen arazi sunumlarının kamusal kaynak israfı olduğuna,
  • doğanın tahribatının insanlığın yıkımı anlamına geleceğine,
  • tüm üst ölçekli planlarda ‘Çeşme Kültür ve Turizm Koruma ve Gelişim Bölgesi’ ilan edilen alanın yapılaşmaya/kullanmaya/geliştirilmeye kesinlikle açılmaması gereken nitelikteki koruma alanları kapsamında kaldığı değerlendirmesine,
  • projenin hazırlanmasında ciddi gerekçelere dayanmayan ‘gerekçe raporları’ oluşturulduğuna,
  •  proje alanının tamamının halka kapalı hale getirileceğine,
  • yaşanacak doğa yıkımının geri döndürülemez olduğuna,
  • proje sonucunda gelecek nüfusun su kaynaklarını ve altyapıyı tamamen yetersiz bırakacağına,
  • tarım topraklarının yok edildiğine’

hak verecektir.

Ne demişti, Kültür ve Turizm Bakanı Mehmet Nuri Ersoy, ‘Bu bir Çeşme projesi değil, Ege Turizm Merkezi‘nin Çeşme etabı.’ O halde, yapılacak olan da bellidir:
Ege’yi de ülkemizi de yaşatmak için, Çeşme Projesi derhal iptal edilmelidir.

Kentimize dönük bu saldırılar sadece belli kurumların konusu değildir. İşte bu yüzden bu alanda bölgemizdeki … (imzacı sayısı) Meslek Odası, Sivil Toplum Kuruluşu, Sendika, Çevre Örgütleri, Kent Konseyleri, Kooperatif, Dernek, Platform yani bu toprağın, bu havanın, bu suyun sevdalıları, geleceğimizi tehlikeye atacak rant projelerine karşı, yapılan ve yapılacak tüm hukuksuzluklara inat, hukukun ve yaşam hakkının üstünlüğünü savunarak omuz omuza mücadele etmeye söz verdik.

Çeşme Yarımadası’ndaki ekolojik yıkım geri dönülemez bir noktaya ulaşmadan, bu yıkımın acilen durdurulması konusunda yetkili kurum/ kuruluşları sorumlu davranmaya, bu talan projesinden vazgeçmeye çağırıyoruz. Yaşam destek sistemi olarak görülmesi gereken bu alanlara sahip çıkmak, iyileştirmek ve korumak yerine tüm bu ekosistemlerin sağlığını geri döndürülemeyecek şekilde bozabilecek mega proje istemiyoruz.  Aksi takdirde, bu kararların altında imzası bulunanlar, gelecekte yaşanacak olası kuraklık, trafik ve koku sorunlarında, ‘doğal afeti’ gerekçe gösteremezler. Çünkü yaşanacak her türlü sorunun faili bizzat kendileridir! Danıştay 6. Dairesini Bilirkişi Raporu’nun dikkate alarak doğadan, havadan, sudan, topraktan yani yaşam hakkının kutsallığı üzerinden karar vererek kararı iptal etmesini istiyoruz.”

Atmosfere bırakmamak en iyisi değil mi?

Metan, küresel sera gazı emisyonlarının % 16-20’sini oluşturuyor ve yıldan yıla sera gazları içindeki oranı da artıyor. ABD Ulusal Okyanus ve Atmosfer İdaresi‘ne (NOAA) göre insan kaynaklı küresel ısınmaya karbondioksitten sonra en büyük ikinci katkıda bulunan sera gazı olan metan gazı seviyelerinde 2021 yılında rekor yıllık artış gözlemlendi. Atmosferdeki metan gazı seviyeleri bu artışla art arda iki yıl en yüksek seviyelere ulaştı.

Metan atmosferdeki ısıyı artırma açısından CO2’den yaklaşık 23 kat daha güçlü. Emisyonlarının %70’e yakını ise petrol rafinerilerinden, kömür madenlerinden ve çöp sahalarındaki sızıntılardan kaynaklanıyor. Geri kalan bölümü de hayvancılık yapılan büyük çiftliklerden geliyor. Uluslararası Enerji Ajansı’nın (IEA) Küresel Metan Takipçisi verilerine göre, metan emisyonları Sanayi Devrimi‘nden bu yana görülen küresel sıcaklık artışının yüzde 30’undan sorumlu ve bu oran ile karbondioksitten sonra ikinci sırada yer alıyor. Üstelik enerji sektörünün neden olduğu küresel metan emisyonlarının resmi rakamlardan yüzde 70 daha yüksek seviyede olduğu biliniyor. Çin, Rusya ve ABD en fazla metan emisyonuna yol açan ülkeler olarak da öne çıkıyor.

Metan gazının artış kaynaklarını bulmak oldukça zahmetli. Yapılan çalışmalar bu artışın önemli ölçüde petrol sahalarından, rafineri ve kömür madenlerinden kaynaklandığını gösteriyor. Enerji sektörü kaynaklı küresel metan emisyonları geçen yıl bir önceki yıla göre yüzde 5 artışla 135 milyon tona ulaştı. Bu rakamın 42 milyon tonu kömür, 41 milyon tonu petrol ve 39 milyon tonu doğal gaz çıkarma ve taşıma faaliyetlerinden kaynaklandığı tahmin ediliyor. Ayrıca günden güne büyüyen et endüstrisi de metan emisyonlarının diğer bir kaynağı. Enerji sektörünün yoğun olarak fosil yakıtlara bağımlılığı, metanın yanı sıra CO₂ başta olmak üzere diğer sera gazlarının da artışına yol açıyor. Tüm bu nedenlerle bilim çevrelerinde fosil yakıtların kullanımının bir an önce yasaklanması ve endüstriyel boyuttaki hayvancılık ile ilgili yeni önlemler getirilmesi tartışılırken, geçtiğimiz hafta Nature’de çıkan bir makale kapitalist sistemin fosil yakıtlardan vazgeçmeden yeni çözümler üzerinde çalıştığını gözler önüne serdi. Üstelik bu çözüm kapitalist sistemin merkez kapitalist ülkelerine fosil yakıtları son gramına kadar kullanma olanağının yanı sıra yeni bir kazanç kapısı da açtığını gösteriyor; atmosferdeki metanı yakalama sistemleri…

Vazgeçmek yerine ‘yakalamak’

Dergide yer alan makaleye göre on yıllık bir araştırma süreci sonunda atmosferdeki metanı yakalamak için geliştirilen bir sistem ‘ticarileştirilmek’ üzere. Yeni bir adsorban malzeme olduğu iddia edilen ürün, metanı havadaki azottan ayırarak yakalıyor. Bu sayede G20 ülkelerinin emisyonlarını azaltmak için 14 trilyon dolarlık vaatlerinden kurtulacağını iddia eden araştırmacılar, hedef müşterilerinin de sıvılaştırılmış doğal gaz rafinerileri, kömür gazı zenginleştirme tesisleri ve çöp sahalarının yanı sıra biyogaz üretim tesisleri sahipleri olduğunu belirtiyor. Metan yakalama sistemi mucitleri ‘buluşlarını’ nasıl fiyatlandıracaklarını da düşünmüşler; müşterilerine sağlayacakları avantaj, maliyet, patent masrafları gibi maliyet kalemlerini hesaplamışlar.

Tabii burada en büyük rakamı ‘müşterilerine sağlayacakları yarardan’ bekliyorlar. Araştırmacılar, patentini aldıkları metan yakalama sisteminde malzeme toksititesi, atık yönetimi sorunu ve yaratacağı karbon ayak izi boyutunu dikkate aldılar ve bu sistemi kullanım ömrü 8 ile 20 yıl arasında olan malzemeler kullanarak geliştirdiler.  Araştırmacılara göre ekonomik ömrü biten malzemelerin çoğunluğu ise geri dönüştürülebilir.

Atmosferi şirketlerin insafına bırakamayız

IPCC’nin yayınladığı son rapor çok açık. 2030 yılına kadar sera gazı emisyonlarını %50 oranında düşüremezsek ve 2055 yılında net sıfır hedefini yakalayamazsak sanayi devriminden bugüne yaşanan küresel sıcaklık artışını 2ºC’nin altında tutma şansımız hiç yok. Eğer gezegenimizi yaşatmak istiyorsak karbon ve metan yakalama sistemleriyle uğraşmak yerine fosil yakıtların kullanımının tüm dünyada bir an önce terk edilmesi gerekiyor. Oysa kapitalist sistemin çok uluslu şirketlerinin tek derdi daha çok para kazanmak. O nedenle basit ve bildikleri bir iş olan fosil yakıtları son gramına kadar toprak altından çıkarmak ve enerji için yakmak derdindeler. Sera gazı emisyonları açısından kamuoyunun gözünü boyamak için karbon ve metan yakalama sistemleri geliştirip, üstelik bunları pazarlayarak yeniden para kazanmaya da çalışıyorlar, tıpkı bir koyundan iki post çıkarır gibi…

Önümüzde iki alternatif var: Ya kapitalist sistemin fosil yakıtların kullanıldığı, insanların karbon ve metan yakalama sistemleriyle avutulduğu yolundan gideceğiz ve dünyanın tükenişine seyirci kalacağız  ya da çevre krizinin temel nedeninin kapitalist üretim ve tüketim ilişkileri olduğunu görüp, fosil yakıtların kullanılmadığı, canlı yaşamına saygı duyulan, eşitsizliklerin yok edildiği yeni bir ekolojik yolu yaratıp izleyeceğiz.

 

Milas’ta ‘zeytin hayattır’ mitingi: Akbelen Ormanı’nı vermeyeceğiz!

Milas Kent Konseyi’nin, zeytinlikleri enerji üretimi amacıyla madenciliğe açan yönetmelik değişikliğine karşı düzenlediği ‘Zeytin Hayattır’ mitingi, Ege Bölgesinden yüzlerce doğa savunucusunun katılımıyla gerçekleşti. Milas’ın Atapark Meydanı’nda bir araya gelen vatandaşlar ve çevreci gruplar, ‘Akbelen Ormanı’nı vermeyeceğiz’ sloganları attı.

Açılış konuşmasını yapan Milas Kent Konseyi Başkanı Çağlayan Üçpınar, Maden Yönetmeliği’nde 1 Mart’ta yapılan ve ‘zeytinciliğin idam fermanı’ olarak tanımladığı değişikliğin, Zeytin Kanunu’na aykırı olduğunu vurguladı. Söz konusu kanun, zeytinliklerde ve zeytin sahalarının üç kilometreye kadar yakınında, zeytinlikleri olumsuz etkileyecek tesis yapımını yasaklıyor.

Hiçbir yönetmeliğin, kanundan daha üstün olamayacağını hatırlatan Üçpınar, Muğla’daki Yeniköy ve Kemerköy termik santrallerini işleten Yeniköy Kemerköy Elektrik Üretim ve Ticaret AŞ’nin (YK Enerji) ise yönetmelik değişikliğinin hemen ardından Akbelen bölgesine gelerek zeytin sökümüne başladığına dikkat çekti.

“Arazi mülkiyetine sahip olsalar bile kanunda belirtilen, zeytin ağaçları kesilemez ve sökülemez maddesine uymak zorundadırlar” diyen Üçpınar, sökümün ancak İkizköylülerin iş makinelerinin önüne geçmesiyle durdurulabildiğini belirtti. Yönetmelik değişikliğine karşı hukuki mücadelelerin de başlatıldığına değinen Üçpınar, “Zeytinlerimizi vermeyeceğizdedi.

Bahse konu yönetmelik değişikliği, Akbelen Ormanı’nı korumak için yürütülen hukuki mücadele devam ederken yapılmıştı. Yeniköy ve Kemerköy termik santrallerine kömür sağlayan saha, içerisinde 100-150 dönümlük zeytinlik bulunan Akbelen Ormanı’nı yok edecek şekilde genişletilmek isteniyor. Bölgeyi korumak için üç yıldır mücadele veren İkizköy Çevre Komitesi, ormanı çevreleyen alanda da bin 500 dönümlük zeytinlik bulunduğuna dikkat çekiyor.

Üçpınar’ın ardından konuşma yapmak üzere sahneye çıkan Milas Belediye Başkanı Muhammet Tokat ise katılımcıların ıslıklı protestosuyla karşılaştı. Tokat’ın konuşmaya başlamasıyla birlikte birçok vatandaş ve çevreci grup, sahneye sırtını döndü.

“Yönetmelik değişikliğine karşı Danıştay nezdinde açtığımız davayı takip ediyoruz. İdari ve hukuki yoldan bu yönetmelik yürürlükten kaldırılıncaya kadar mücadelemize devam edeceğiz” diyen Tokat, konuşmasını kısa tutmak durumunda kaldı.

Konuşmacıların ve katılımcıların sıklıkla değindikleri bir diğer nokta, miting alanına ulaşım sürecinde yaşadıkları sıkı denetimlerdi. Konuşmasına, “Muğla’dan buraya tam üç saatte gelebildik, dört noktada tek tek kimlikler kontrol edildi” sözleriyle başlayan TMMOB Ziraat Mühendisleri Odası Muğla Şubesi Başkanı Ali Şimşek, “Bütün engellere rağmen buradayız” dedi.

Mitingin son kısmında, Muğla’nın Bayır Mahallesi’nde kurulmak istenen çimento fabrikasına karşı da mücadele eden Deştin Platformu’ndan İsmail Sener söz aldı. Sener, Türkiye’deki bütün zeytinlikleri tehdit ettiğini söylediği değişikliğin, halkın değil şirketlerin çıkarı doğrultusunda yapıldığını belirtti.

“Gizlenemeyen, saklanamayan tek şey doğadır. Dağlarımız, ağaçlarımız, zeytinlerimizdir. Şimdi, saklanamayan, kaçamayan, savaşamayacak zeytinlerimize göz diktiler” diyen Sener, “Buna izin vermeyeceğiz” dedi.

Son olarak sahneye çıkan isim, Akbelen Kardok adına konuşan İkizköylü Necla Işık oldu. “40 yıldır bu kömürün gölgesinde yaşamaktan bıktık usandık, artık yeter” diyen Işık, üç yıldır karşı çıktıkları termik santrallerin artık kapatılmaları gerektiğini vurguladı.

“Biz elektriği rüzgardan, güneşten buluruz. Artık iki-üç kişinin cebi dolacak diye biz köylüler mağdur olmayacağız. Bunu bizden hiçkimse istemesin. Biz gaz lambasında oturmaya razıyız; toprağımızdan, zeytinimizden olmayacağız” sözleri coşkuyla karşılanan Işık’ın konuşması, alkışlar ve sloganlarla bölündü.

Söylenenlerin aksine, hiçbir İkizköylü’nün toprağını satmadığını vurgulayan Işık, tüm vatandaşları yaşananlara tanıklık etmek üzere Akbelen’e davet etti. “Gelin görün oradaki vahşeti, kömür çukurlarını, cehennem çukurlarını” çağrısı yapan Işık, “Cehennemi değil, cenneti tercih ediyoruz. Zeytinlikler yok olmasın, ormanımız yok olmasın” dedi.

İzmir, Aydın, Manisa gibi birçok çevre ilden de katılımın olduğu mitingde, yalnızca zeytinliklere ve Akbelen Ormanı’na değil, yürütülen birçok çevre mücadelesine destek verildi. ‘Akbelen Ormanı’nı vermeyeceğiz’ sloganına, ‘Bargilya Tuzlası’nı vermeyeceğiz’ ve ‘Deştin Çayı özgür akacak’ sesleri eşlik etti.

Yeşil Gazete’ye konuşan İkizköy Çevre Komitesi Üyesi Deniz Gümüşel de, bu mitingle birlikte yalnız olmadıklarını gördüklerini söyledi. “Böylesi bir toplumsal birliktelik olduğu sürece hiçkimse, çağı çoktan geçmiş kömür için ya da herhangi bir fosil yakıt için zeytinliklerin yok edilmesine neden olamayacak. Zeytine vefasını sunan Anadolu halkı burada, zeytinin yanı başında” dedi.

Gümüşel, zeytinin Türkiye toplumunu bir arada tutan önemli ögelerden biri olduğuna da dikkat çekti. Zeytin yasasının on yılı aşkın bir süredir değiştirilmek istendiğini, ancak toplumun her seferinde tek ağızdan karşı çıktığını belirten Gümüşel, “Eminim ki bu yönetmelik de, hak ettiği gibi, tarihin kara sayfalarında yerini alacak” dedi.

Muğla Çevre Platformu (MUÇEP) Milas Eş Sözcüsü Neşe Tuncer de seslerinin Ankara’dan duyulduğunu umduklarını söyledi ve yönetmeliğin iptal edilmesi çağrısında bulundu.

17 Nisan’da çiftçinin borçları, ithalat ve gıda egemenliği konuşuldu

17 Nisan Uluslararası Çiftçi Mücadele Günü için Çiftçiler Sendikası (Çiftçi-Sen) ve Türkiye İşçi Partisi (TİP) etkinlikler düzenledi.

Uluslararası çiftçi dayanışma örgütü  Via Campesina Avrupa Koordinasyonu (ECVC), bu yıl 17 Nisan için Avrupa Parlamentosu, Avrupa Komisyonu ve AB yetkililerine çağrıda bulunarak BM Genel Kurulu’nda kabul edilen kısa adı “Köylü Hakları Deklarasyonu” olan Birleşmiş Milletler Köylüler ve Kırsal Alanda Çalışan Diğer Kişilerin Hakları Bildirgesi’ni uygulamaları ve Halkların Gıda Güvencesi’nin teminatı olarak gıda egemenliğinin tesis edilmesi için çaba sarf etmelerini istemişti.

Çiftçi-Sen, 17 Nisan için yaptığı açıklamasında, “Köylülerin, çiftçilerin sağlıklı tohuma, toprağa, suya, havaya erişimi sağlanmalı, ekosistemi tahrip eden uygulama ve yatırımlardan vazgeçilmelidir” demiş; ithalatın azaltılması, mevsimlik işçilerin güvenliği, atalık tohumun desteklenmesi gibi taleplerini dile getirmişti.

İlgili haber: Çiftçiler Sendikası’ndan 17 Nisan çağrısı: Gıda egemenliği hemen şimdi!

Manisa Salihli  ve Balıkesir Ayvalık’taki iki ayrı etkinlikte buluşan Çiftçi-Sen üyeleri, gıda egemenliğini yükseltme çağrısı yaptı.

Salihli’deki etkinliğe Çiftçi-Sen Yönetim Kurulu Üyesi Bahri Öner, ziraat mühedisi Zerrin Çelik ve diyetisten Dijle Dilan Salman katıldı.

Ayvalık’taki etkinlikte de Çiftçi-Sen Genel Başkanı Ali Bülent Erdem, Çiftçi-Sen Genel Örgütlenme Sekreteri Adnan Çobanoğlu ve ziraat mühendisi Akedemisyen Fatih Özden konuşmalar yaptı. Çobanoğlu şunları söyledi:

Gıda egemenliği mücadelesi için, kır ve kent arasında dayanışma ve sınıf ittifakları kurmaktan ve güçlendirmekten başka çaremiz yoktur.

Çiftçiler çiftçiliği bırakmak zorunda kalıyor

Çiftçi-Sen, ayrıca Sakarya’da Sol Parti’nin ve İzmir’de TİP’in düzenlediği etkinliklere katılım gösterdi.

TİP’in İzmir’in Kemalpaşa ilçesinde düzenlediği I. Tarım Konferansı‘na çiftçi, ormancı, ekolojist ve  akademisyenlerin yanında TİP Genel Başkan Yardımcısı Barış Atay ve TİP Bilim Kurulu Tarım Politikaları Çalışma Grubu‘ndan Bilge Çetinkaya katıldı.

“Türkiye’de Tarım ve Gıda Krizi” başlıklı I. oturumda Doç. Dr. Seven Ağır, Prof. Dr. Alp Yücel Kaya ve Murat Büyükyılmaz sunumlarını gerçekleştirdi.

Konferansta gıda krizi, Türkiye’de tarımın sorunları ve çözüm önerileri, tarımda sınıf mücadelesi gibi konular üzerinde uzmanların yaptığı kouşmaların yanı sıra, tüm Türkiye’den tarım üreticilerinin tartışmaya katıldığı üretici forumu da düzenlendi.

Barış Atay, üçüncü oturumda yaptığı konuşmada şunları kaydetti:

Çiftçinin borcu 2003 yılında 2.4 milyar ilra iken bugün 134 milyar liraya çıkmış. Korkunç bir artış. Nüfusumuz sürekli artıyor ama bunula paralel olarak artmsı gereken çiftçi sayımız sürekli azalıyor.

“Eskiden tarıma nispeten bir destek verildiğini konuşurduk. AKP ile birlikte, bunu destekleyen onlarca yıllık bir sürecin de sonunda, çiftçi devletten bırakın hibe almayı korkunç faizlerle kredi borcu sahibi oluyor. Bunun sonucunda da ya çiftçiliği bırakıyor ya arazilerine el konuluyor.”

Atay, Ziraat Bankası’nı da eleştirerek “Satmadılar ama satmaktan beter hale getirdiler. Demirören örneğinde olduğu gibi, asla ödenmeyecek olan kredileri kamu bankaları üzerinden yandaş iş insanlarına peşkeş çekerek devleti daha da yoksullaştırıyorlar” şeklinde konuştu.

Konferans arasında şehir dışından katılan işçilerle birlikte bir yürüyüş de düzenlendi.

SOL Parti Tarım Çalışma Grubu üyeleri İlkay Öz, Nadir Güven ile Çiftçi-Sen Genel Sekreteri Berin Ertürk’ün katılımcı olduğu Sakarya Gölkent’te düzenlenen ‘Gıda Egemenliği Forumu’nda da enflasyon ve tarım işçilerinin sorunları ele alındı.

Çiftçinin topraktan uzaklaştırıldığını kaydeden Ertürk, “Büyük şirketler, gıda niyetine bir takım çöpleri karşımıza çıkarıyor. Gerçek gıda bu değil. Son 20 yılda küçük çiftçilerin köyden ayrılıp kentlere yerleştiğini, üretimi bıraktığını görüyoruz. Bugün küçük bir toprak parçası bile endüstriyel tarıma dönüştü” dedi.

Kadın Cinayetlerini Durduracağız Platformu’nun kapatılmasına karşı kadınlar isyanda

Kadın Cinayetlerini Durduracağız Platformu’na açılan fesih davası sonrası kadınlar sokağa çıktı. Kadıköy’deki Beşiktaş İskelesi’nin önünde bir araya gelen kadınlar platformun kapatılmak istenmesini protesto etti.

Öte yandan Kadın Cinayetlerini Durduracağız Platformu Derneği’ne açılan fesih davasının nafakasını ödemediği için tutuklanan ve ardından AKP Kayseri İl Başkanlığı’nın parayı ödemesi üzerine iki gün sonra tahliye edilen Ahmet Eliaçık’ın şikayeti üzerine açıldığı ortaya çıkmıştı.

Cinayete kurban giden kadınların ailelerinin yanı sıra eyleme çok sayıda dernek üyesi ve vatandaşlar katıldı.  ‘Kadın Cinayetlerini Durduracağız Platformu kapatılamaz’ pankartı açılan eylemde “Kadınları değil katilleri durdurun”, “Kadın mücadelesi durdurulamaz” ve “İstanbul Sözleşmesi yaşatır” sloganları atıldı.

Platformun Genel Sekreteri Fidan Ataselim eylemde kadınlara şöyle seslendi:

“Bizi durduracağınıza katilleri durdurun. Siz bu topraklardaki kadınların yaşam mücadelesini şaka mı sandınız? Biz her ay gerçekleri anlatmaya devam edeceğiz. Bize dava açıldığında 2006’daki ihbarları da dikkate almışlar. Bir avuç, küçük marjinal erkek grubu, akıllarına gelen her şeyi yazmış, klavyenin tuşlarına basmışlar. Bu hukuksuz ve hiçbir dayanağı olmayan iddialarla bizlere suç uydurmaya çalışmak mevcut hukuk düzeni açısından bile içler acısıdır.”

Platformun genel temsilcisi Gülsüm Kav ise şöyle seslendi:

“Biz yıldızlar kadar çoğuz çünkü bize dokunmak öldürülen kadınlara, acılı ailelere dokunmak demektir. Bu dava bir tür kamu hizmetine dokunma davasıdır, izin vermeyeceğiz.”

Erkek şiddetine kurban giden kadınların ailelerinin de konuştuğu eylemde Helin Palandöken’in babası şunları söyledi:

“Derneğimizi kapatmak isteyerek yaramızı bir kez daha kanattılar.”

Ceyda Yüksel‘in annesi Filiz Demiral ise kapatılma davasına ilişkin düşüncelerini şu sözlerle dile getirdi:

“İlk feryadımı, çığlığımı duyanlardı Kadın Cinayetlerini Durduracağız Platformu. Duruşma salonunda ailelerimizden önce onlar yanımızda oldu. Her duruşmada kızımın katili ile yüz yüze gelip sinir krizleri geçirirken ben kadın meclisleri yanımda oldu alnımı tutup sakinleştirmeye çalıştılar. Sosyal medyada, meydanlarda duruşma salonunda, adliye önünde ‘Ceyda Yüksel için adalet’ diye haykıranlar kadın meclisleri oldu. Ben adalet mücadelemde onlardan güven aldım. Kadın Cinayetlerini Durduracağız Platformu biz acılı aileleri asla yalnız bırakmadı. Bizler için mücadele eden Kadın Meclislerini yalnız bırakmayacağız. ‘Asla yalnız yürümeyeceksin’ diyen kadın Meclislerine biz de ‘asla yalnız değilsiniz, asla yalnız yürümeyecesin diyoruz.”

Platformun kapatılmasına karşı kadınlar yalnızca İstanbul’da değil, aynı zamanda ülkenin dört bir yanında bir araya gelerek “Kadınları değil, katilleri durdurun” dediler. Sanatçı Kalben de meydanda kadınlarla buluşan isimlerden biri oldu. Kalben “Hiçbir yere gitmiyoruz” şeklinde konuştu.

40 gün sonra yeniden: Atıklarıyla Kamara Deresi’ni kırmızıya boyayan geri dönüşüm tesisine ceza

Tekirdağ‘ın Marmaraereğlisi ilçesindeki Kamara Deresi, bir geri dönüşüm tesisinin atıkları sebebiyle kırmızıya boyandı.

Dün tepki çeken görüntülerin ardından dereden alınan numunelerin incelemesinde, kirliliğe bir geri dönüşüm tesisinin neden olduğu açıklandı.

İl Çevre, Şehircilik ve İklim Değişikliği Müdürlüğü‘nden yapılan açıklamaya göre,kirliliği yaratan plastik çapak yıkama ve geri dönüşüm tesisinin Çevre İzin ve Lisans Belgesi de bulunmadığı ve atık sularını dereye verdiği belirtildi.

İlgili haber: Bakanlığın Tekirdağ’daki Plastik Sanayi Bölgesi’ne verdiği onaya itirazlar sunuldu

Çevre Kanunu kapsamında söz konusu işletmeye  500 bin lira ceza kesileceği, faaliyetinin durdurulacağı ve Cumhuriyet Başsavcılığı‘na suç duyurusunda bulunulacağı açıklandı.

Dere, Marmara Denizi‘ne dökülüyor.

İlgili haber: Müsilaj Araştırma Komisyonu raporu: Marmara Denizi’ne artık biyolojik arıtma olmadan su verilmemeli

İlk değil

Deredeki krililiğin geri dönüşüm tesisinden kaynaklandığının tespit eidlmesinden önce Marmaraereğlisi Belediye Başkanı Hikmet Ata, derenin 40 gün önce de kırmızı renge büründüğünü ve bunun çevredeki fabrikalardan kaynaklandığını düşündüğünü söyledi.

Marmaraereğlisi Çevre Gönülleri Derneği Başkan Yardımcısı Özgür Aksun ise sanayi atıklarının dereye boşaltıldığını aktardı:

“Dere zaman zaman renk değiştiriyor. Yukarıda sanayiden gelen atıklar burada denize boşalıyor. Burada insanlar yaşıyor ve denize giriyor. İnsan sağlığı ve denizdeki canlılar için tehlike oluşturuyor.

Bölgedeki sanayi tesislerinin denetlenmesini talep ediyoruz. Bu sanayilere ivedilikle işlemlerin yapılmasını istiyoruz

Bitki örtüsü ve hayvanlar zarar görecek

Marmaraereğlisi Belediyesi Çevre Müdürü Ozan Deniz de, deredeki kirlilikle ilgili şikayetlerin zaman zaman geldiğini belirtti ve “Kimyasal maddeler denize ulaştığında martılar ve diğer hayvanlar zarar görecektir. Bitki örtüleri zarar görecektir” dedi.

 

İstanbul’un çöpü

Çöp meselesi son zamanlarda oldukça fazla gündemde. Özellikle ithal edilen plastik çöpler ve bir gazetecinin acar gazetecilik yapıp içine takip cihazı taktığı çöpleri takip ederek haber yapması gündemi fazlasıyla meşgul etti. Bu esnada çöp ithalatı meselesine gönderme yaparak çöplerden enerji ürettiğini anlatan paylaşımlar da yapılmadı değil. Bunların başında da İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanlığı geliyor.

Bu reklamlar sadece çöp yakıp enerji elde ediyoruz temasıyla değil aynı zamanda çöpten yakıt üretiyoruz temalı içeriklerle de destekleniyor. Üstelik bu yakıta da önemli düzeyde rağbet olduğuna parmak basılarak paylaşılıyor bu haberler.  Daha önce yazdığımız bir yazıda, çöpten üretilen enerjinin de, yakıtın da matah bir şey olmadığını anlatmıştık. Ancak niyeyse ana akım mühendis yaklaşımı bu gerçekleri inkâr edip ısrarla nükleer enerji üretmekle eşdeğer olan bir yöntemin reklamını yapıyor. Bunun çevreci olduğunu iddia eden tablolar ve grafikler üretilip duruyor. Ancak bu açıklamaların, tabloların ya da grafiklerin hiçbirinde bu yöntemin ürettiği enerjinin kalitesi, çevreye etkisi ya da ürettiği küllerin akıbeti konusuna değinilmiyor. Varsa yoksa “karbon kredisi”, “x miktarda konutun elektriği” vs. Mesela hakkında uzun uzadıya açıklamalar ve videolar yapılan yakma işi ve yakıt üretme işi kadar kompost gübreye, kaynağında ayrıştırmaya veya atık azaltımına dair şeyler bu kadar yoğun bir şekilde paylaşılmıyor. Neden? Çünkü kayda değer düzeyde değil!

Yılda 3.7 milyon ton gıda çöpünden 1.5 milyon ton kompost elde edilebilir

Gelin İstanbul’un çöplerine ne olduğunu biraz konuşalım. İstanbul, TÜİK tarafından yayınlanan istatistiklere göre yılda 6.959.481 ton ile Türkiye’nin en fazla belediye çöpü üreten şehri. Bu miktarın fazlası vardır eksiği yoktur denilebilir. Kişi başı günlük üretilen çöp miktarı da bu hesapla 1.23 kg civarı. Peki, bu çöplerin ne kadarı gıda atığı? Yüzde 54’ü. Kim söylüyor peki bunu? Yıldız ve arkadaşları tarafından 2013 yılında yapılan şu çalışma!

Yani toplam üretilen çöpün 3.758.120 tonu kompostlanabilir nitelikte. Sizce bu kompostlanabilir özellikteki çöpten ne kadar kompost üretilebilir? Sıkı durun! 1.156.345 ton! Bu miktar 2018 yılında Türkiye geneli tüketilen kimyasal gübre miktarının %50’sinden daha fazlasına denk geliyor.

Peki, İstanbul’da gıda çöplerinden ne kadar gübre üretiliyor? 12.000 ton. Şaka değil gerçek. Kalanı ne yapılıyor? Ya gömülüyor ya da işte öve öve bitirilemeyen Avrupa’nın en büyük (ne demekse) çöp yakma tesisine gönderiliyor. Bakın burada yakma tesisinden üretilen enerjinin üretim maliyetinin nükleer enerji üretim maliyetinden sonra en yüksek maliyete sahip olduğunu detaylarıyla yazmıştık.

Yani yakma tesisine yatırılan paranın yarısından daha azıyla daha büyük kompost tesisi yapmak ve kalan parayla da yenilenebilir enerji yatırımı yapmak yerine önceki dönemden kalma ve ÇED raporu da oldukça şaibeli bir firma tarafından yapılan bir tesisin kurulumuna devam ediliyor. Bunun akıl alır bir tarafı yok. Bu tesis için de çok güzel bir “temel atmama” töreni organize edilebilir; yerine de 500.000 ton kapasiteli bir kompost üretim tesisi kurulabilirdi. Ancak ne yazık ki tam tersi yapıldı.

Yakarak yayılan zehirli kül, gaz ve toz emisyonu bilinmiyor

Çöp yakma işinin bir diğer maliyeti olan zehirli kül üretimine ve ortaya çıkan zehirli gaz ve toz emisyonlarına dair şeffaf ve detaylı bir açıklamaya ne yazık ki rastlayamıyoruz. Çünkü çöp yakma sonucu ortaya çıkan nihai ürün içerisinde son derece zehirli olan kalıcı organik kirleticiler mevcut. Bunların filtrelenmesi maliyeti de oldukça yüksek. Dolayısıyla uzun vadede çöp yakma işi ciddi bir şekilde baş ağrıtacak özellikte.

İstanbul’un çöp meselesinde bir diğer problem de çöpten yakıt elde ediyoruz güzellemesi. Oysaki bu şekilde üretilen yakıtın ne derece kalitesiz ve fosil yakıt tüketiminden başka bir anlamı olmadığını şu ve şu yazılarımızda açıklamıştık. Bu meselede de diğer meselelerde olduğu gibi popülist yaklaşımlar ana akım haline gelmiş ve sanki mucizevi bir keşif yapılmış gibi devasa reklamlar yapılıyor. Atıktan türetilmiş yakıt çevre dostu filan değildir. Bu tamamen hurafelere dayanan bir iddiadır. Üstelik ATY de bir fosil yakıttır. Ayrıca çoğunlukla plastik malzemeden üretildiği ve plastik de bir fosil kaynak ürünü olduğu için çevreci de olamaz. Doğalgaz ne kadar çevreciyse ATY da o kadar çevreci. Bakın İstanbul’da yılda 1 milyon tona yakın plastik çöp üretiliyor ve bunun en fazla %20’si toplanabiliyor. Yani öve öve bitirilemeyen ham madde denilen plastik çöpler her nedense ithal edilenler kadar hak ettiği değeri göremiyor.

Sonuç olarak İstanbul’un değerli ve kompostlanabilir çöpünün önemli bir kısmı değerlendirilmiyor ve değerli denilen plastik çöp “ham maddesi” ise İngiliz Tesco market poşetine layık görülen değer kadar bile değer göremiyor. Sözün özü İstanbul’un çevre dostu bir çöp politikası tüm Türkiye’de olduğu gibi ne yazık ki mevcut değil. Bu durum da gelecek nesilleri altından kalkmakta zorlanacakları bir maliyetle yüz yüze bırakma potansiyeli taşıyor. Çöpü yakmaya değil azaltmaya ve içerisindeki özellikle organik malzemeyi kompost gübresi yapıp gübre alamayan ve bu yüzdende ekim yapamayan çiftçiye dağıtmaya yönlendirmeliyiz. Bunu yapamayan tüm girişimler çevreci değil çevre sağlığını tehdit eden uygulamalardır.