Ana Sayfa Blog Sayfa 83

Cengiz Holding’in yeni aklama çabası: Kazdağları’nda arkeolojik kazı sponsorluğu

Cengiz Holding’e ait Truva Bakır Madencilik A.Ş.’nin Çanakkale’nin Çan İlçesi’ndeki Bahadırlı Köyü’nde bulunan İnkaya Mağarası’nda gerçekleştirilecek kazı çalışmasına sponsor oldu.

Sponsorluğa tepki gösteren Kazdağları Ekoloji Platformu, Cengiz Holding’e “Geçmişimizden de geleceğimizden de elini çek” dedi.

2016 yılında keşfedilen İnkaya Mağarası’nda Çanakkale Troya Müzesi başkanlığında ve Prof. Dr. İsmail Özer koordinatörlüğünde kazı çalışmaları başlatılmıştı. Ardından kazı bölgesinde Paleolitik dönemdeki insan yerleşimlerine dair bulgular çıkınca mağara, 2021 yılında Cumhurbaşkanlığı Kararlı Kazı statüsüne geçirildi.

Cengiz Holding’e ait Truva Bakır Madencilik A.Ş.’nin kazıya sponsor olmasıyla kazı çalışmaları bugün yeniden gündeme geldi.

‘Bakır madeni projesini aklamaya çalışıyor’

Cengiz Holding, bölgede hala davaları süren Halilağa Bakır Madeni projesinin sahibi. Bakır madeni projesinin bulunduğu alan korunması gereken 1. derece sit alanında bulunurken holdingin farklı bir tarihi alanı korumak için inisiyatif alması tepkiye yol açtı.

Kazdağları Ekoloji Platformu, kendini kazı sponsorluğu ile aklamaya çalışan Cengiz Holding’in bölgedeki yıkıcı faaliyetlerine dikkat çekti.

Halilağa’da son durum: Revize ÇED raporu eksik, usulsüz ve tutarsız
Kazdağları’nda Halilağa madeni için bilirkişi ‘kamu yararı yok’ dedi 
Cengiz Holding, davası süren projesi için Kazdağları’nda ağaç kesimine başladı

Madenin güvenlik binası alanı olarak işaretlenen bölgesinin doğusunda bulunan Künk Dağı, Künk Tepe, Güvem Tepe ve Çamtaş Tepe olmak üzere üç tepeden oluşuyor. Bu tepelerin çevresinde oygu mezarlar ve şaraphaneyi andıran külistik düzenlemelerin bulunduğu bir alan mevcut.

Çamtaş Tepesi’nde ise henüz hangi döneme ait olduğu belirlenememiş kalıntılar bulunuyor.

Bu varlıkların tamamı, Çanakkale Kültür Envanteri‘nde Künk Dağı Yerleşimi adıyla yer alıyor. Bölge ise 2018 yılında 1. derece sit alanı ilan edildi.

Bakır madeni arkeolojik alana zarar verecek

Truva Bakır’a karşı ÇED iptali için dava açıldı. Davada arkeolojik sit alanına dair kanıtlar da sunuldu. Bilirkişi raporu ise 18 yıl sürmesi planlanan ve patlatmalı açık ocak olarak çalışması planlanan madenin bölgedeki arkeolojik alanlara zarar vereceğini bildirdi.

Ancak projenin zararları arkeolojik alanlarla sınırlı değil. Aynı zamanda 55 köyün içme suyu kaynağı olan Kocabaş Çayı ve bu çaydan gelen suyu kullanan köylüler zarar görecek. Yılda beş metreküp su kullanan proje, su kaynakları üzerinde büyük bir baskı yaratacak.

Vatandaş DSİ’yi göreve çağırıyor: Cengiz’e verecek bir damla suyumuz yok!

Diğer yandan cevherin çıkarılmasıyla oluşacak pasa dağları ve kimyasal atık havuzları madenin çevresinde yaşayan canlılara zarar verecek.Köylülerin geçim kaynakları da maden faaliyetlerinden olumsuz etkilenecek. 580’lik proje alanının 513 hektarını oluşturan ormanlar yok edilecek.

Maden sınırlarında bulunduğu için Halilağa, Hacıbekirler ve Muratlar Köyü haritadan silinecek.

Ekoloji platformu, “Belli ki Truva Bakır vermeyi düşündüğü bu zararları bir arkeolojik kazıya sponsor olarak aklamaya çalışıyor” diyerek Çanakkale Belediyesi ve halkına bu aklamayı gözden görmemeleri ve mücadeleyi büyütmeleri için çağrıda bulundu.

Çevre, Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanlığı’na yeniden Murat Kurum atandı

Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, Resmi Gazete’de 2 Temmuz Salı günü açıklanan 32590 sayılı kararla Çevre, Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanlığı’na Murat Kurum’u, Sağlık Bakanlığı‘na ise Kemal Memişoğlu’nu atadı.

Bugün TBMM Genel Kurulu’nda Kurum ve Memişoğlu, Anayasa’nın 106. Maddesi gereğince yemin ederek göreve başlayacak.

2018-2023 yıllarında Çevre Şehircilik ve İklim Değişikliği bakanlığı yapan Kurum, TBMM Çevre Komisyonu Başkanlığı görevinden ayrılarak yaklaşık bir yol önce ayrıldığı bakanlığa geri dönecek.

Kurum, sosyal medyadan yaptığı paylaşımda “Bizi bu şerefli göreve layık gören Sayın Cumhurbaşkanımız’a şükranlarımı arz ediyorum. Çabamız, gayretimiz, mücadelemiz Sayın Cumhurbaşkanımız’ın liderliğinde, Türkiye Yüzyılı hedeflerine ulaşmaktır. Bayrağı devralacağımız Sayın Mehmet Özhaseki bakanımız gibi biz de başta asrın felaketinin yaşandığı tüm şehirlerimiz olmak üzere 81 ilimizin her köşesinde çalışmaya, koşmaya devam edeceğiz. Rabbim üstlendiğimiz bu kutlu görevde bizi aziz milletimize mahcup etmesin” dedi.

AKP’nin İstanbul Belediye Başkan adayı eski Çevre Bakanı Murat Kurum oldu

Özhaseki ‘sağlık’ nedeniyle istifa ettiğini açıkladı

Sağlık sebepleri nedeniyle görevinden istifa ettiğini “Üstlendiğim bu kutlu görevi sağlık sorunlarım sebebiyle kendi dileğimle bırakmak istediğimi Sayın Cumhurbaşkanımıza arz ettim” sözleriyle açıklayan Mehmet Özhaseki’nin görevine Murat Kurum atandı.

Ancak Cumhuriyet kaynaklarına göre Özhaseki’nin son dönemlerde Maraş merkezli 6 Şubat depreminden beri ardından Çevre ve Şehircilik Bakanlığı’nın düzenlediği inşaat ihaleleri nedeniyle gördüğü baskı sonucunda istifa ettiğine dair söylentiler var.

Peki Özhaseki ve Kurum, bakanlık görevleri boyunca neler yapmıştı?

İkisi de imar affından sorumluydu

Özhaseki, 2018 yılında bakanlık görevindeyken imar affı ile 13 milyon konutun Yapı Kayıt Belgesi almasının önünü açtı. 6 Şubat depremlerinde en çok hasar gören ilçelerden biri olan Samandağ’da kanun ve yönetmeliklere aykırı olarak inşa edilen beton santrali gibi projelerde de Özhaseki imzası bulunuyor.

İmar affından LGBTİ+’lara yönelik nefret söylemine: Yeni Çevre Bakanı Mehmet Özhaseki kimdir?
‘Samandağ’a kurulan beton santrali çevre ve halk sağlığını hiçe sayıyor’

Ancak 6 Şubat depreminin felakete dönüşmesinin en önemli sebeplerinden biri olarak gösterilen son imar affından sorumlu isimlerden biri de sık sık şehirlerin depreme dayanıklılığı için çalışacağını dile getiren Kurum’du.

Gözler yeniden Kanal İstanbul’da

Kurum, 2024 yerel seçimlerinde İstanbul Büyükşehir Belediyesi başkan adaylığı sırasında İstanbul’un deprem çözümünü Kanal İstanbul projesinde kurulması planlanan konut alanında bulduğunu açıkladı.

Kanal İstanbul projesine verdiği desteği sık sık dile getiren Kurum, proje için “Dünyanın en çevreci ve doğaya saygılı projelerinden biridir. Proje alanının yaklaşık yüzde 52’si yeşil alan olan; sosyal donatı alanları, yürüyüş parkurları, bisiklet yolları, millet bahçeleri ve ekolojik koridorlardan oluşan Türkiye’nin en çevreci şehircilik projesidir” dedi.

Kanal İstanbul için bir haftada 10 milyar TL’lik ihale
Yurttaş sokağa çıkıyor: ‘İstanbul’da kanala, talana, Murat Kurum’a izin verme!’
Kurum’un ‘gündemimizde yok’ dediği Kanal İstanbul, Bakanlığın stratejik planında

Özhaseki ve Kurum’dan İliç açıklamaları

Bu yılın başında Erzincan-İliç’te yaşanan altın madeni faciasının ardından bölgeye 9 gün boyunca gitmeyen Özhaseki eleştirilere maruz kalmış ve sağlık sorunları nedeniyle İliç’i ziyaret edemediğini açıkladı. Özhaseki, daha sonra yaptığı açıklamalarda ise madenlerin fay hattı üzerinde bulunduğundan haberi olmadığını söyledi.

İliç faciasının araştırılması devam ederken Murat Kurum da bakanlık yaptığı dönemde madenin kapasite artış iznini imzaladığı için gündeme geldi.

Kapasite artışı için hazırlanan bilirkişi raporunda “2021 ÇED Raporu’nda alıcı ortamlarda bazı kirletici parametrelerin sınır değerlerinin üzerinde olmasına rağmen ÇED izni verildiği görülmektedir” denildiği halde bakanlık, 11 Mart 2024 tarihli yazısı ile Nihai Denetim Raporu’nun onaladı.

Ancak Kurum, bakanlığın kapasite artışına karar verme yetkisi bulunmadığını söyleyerek imzaladığı belgeyi reddetti.

Bakan Özhaseki: ‘İliç’teki aktif fay hattından haberim yoktu, araştıracağım’ 
İliç’te kapasite artışı: Kurum sahiplenmiyor, yönetmelik ne diyor?
İliç’te ‘kapasite artışı iznini’ de eski Çevre Bakanı Murat Kurum vermiş

Biri atık ithalatı izinlerini verdi, diğeri çöplere ‘ham madde’ dedi

Eurostat verilerine göre Türkiye, 2022 yılında Avrupa Birliği‘nden en fazla plastik atık ithal eden ülke oldu.

Özhaseki, Türkiye’nin atık ithalatında dışa bağımlılığın azaltılmasını ve Sıfır Atık projesi kapsamında iç piyasada atık toplama oranlarının arttırılmasını hedeflediğini açıkladı.

Ancak Türkiye, Avrupa’nın plastik çöplüğü haline gelirken plastik atıkların iç piyasada düzgün yöntemlerle toplanmaması ve geri dönüştürülememesi tepkilere yol açtı. Atık ithalatının tamamen yasaklanması gerekirken Özhaseki’nin sıfır atık politikaları sınıfta kaldı.

Özhaseki’den plastik sorusuna ‘2023’te de atık ithalatına müsade ediliyor’ yanıtı

Kurum’un atık sorununa bakışı da farksız değil. Avrupa’dan ithal edilen plastik çöplerinin Adana’ya yığılmasının tepki çektiği dönemde Kurum, çöplerin varlığını reddederek “Sağlığımıza zarar verecek hiçbir maddenin ülkemize girmesine, burada üretilmesine izin vermiyoruz. ‘Çöp ithal ediyorsunuz’ dediniz. Çöp ithal etmiyoruz, ham madde ithal ediyoruz. O yüzden sıfır atık projesi önemli” dedi.

Suriyelilere yönelik saldırılar diğer illere de sıçradı

Kayseri‘de bir çocuğun istismar edildiği iddiasıyla sokağa çıkan Kayserililer, Suriyelilere ait işyerlerine ve araçlara saldırdı. Melikgazi ilçesine bağlı Danışmentgazi mahallesinde Suriyeli bir erkeğin bir çocuğu istismara maruz bıraktığı iddiası üzerine toplanan kalabalık grup, Suriyelilere ait işyeri ve araçlara saldırdı, bazı işyerleri yakıldı. Olayların ardından Suriye’de Türkiye bayrağının Suriyeliler tarafından yakıldığını gösteren görüntüler sosyal medya üzerinden paylaşıma sokuldu. Görüntülerin akabinde birçok hesaptan Suriyelilere yönelik nefret söylemi paylaşıldı. Birçok kişi ise “Ülkemizde mülteci istemiyoruz” ve “Bu misafirlik uzun sürdü” şeklinde paylaşımlarda bulundu. Öte yandan birçok yurttaş da sorunun bireysel olarak Suriyeliler olmadığını, politikaların ve hükümetin attığı adımların bu denli çok mültecinin ülkede ucuz iş gücü gibi nedenlerle istihdam edildiği gerekçelerine dikkat çekti. Öte yandan iş yerlerin yakılması, birçok kişinin Sivas‘ta 31 yıl önce yaşanan ve yıl dönümü bugün olan Madımak Katliamı’na işaret etmesine neden oldu.

‣Madımak Katliamı davası

Kayseri’de yaşanan olayların ardından Kayseri Valiliği, istismar şüphelisi kişinin gözaltında olduğunu, çocuğun da koruma altına alındığını açıkladı.

Aile ve Sosyal Hizmetler Bakanlığı da çocuk ve ailesinin korumaya alındığını, psikososyal destek sağlandığını bildirdi.

İl Emniyet Müdürü Atanur Aydın ise şüpheli ile ailesinin sınırdışı edileceğini söyledi. Kayseri’deki olaylarda 10 polis yaralandı.

Antalya’da saldırılar tırmandı

Antalya’nın Serik ilçesinde gece toplanan bir grup, Suriyelilere ait araçlara ve iş yerlerine zarar verdi. Kayseri’deki taciz olayının ardından sosyal medya hesaplarından paylaşımlar yapan iki şüpheli, gözaltına alındı.

Grup, sloganlar atarak meydana geldi. Grup ilçenin çeşitli bölgelerinde oturan Suriyelilere ait araçlara taşlar atarak zarar verdi, ters çevirdi. Suriyelilere ait bir motosiklet cadde ortasında ateşe verilerek yakıldı.

Göstericiler motosiklete müdahale etmek için gelen itfaiye ve sağlık ekiplerine engel oldu. Gece ilerleyen saatlerde eylemciler, Suriyelilere ait iş yerlerine taşlarla saldırıp camlarını kırdı.

Antalya dışında da Hatay, Bursa, Kilis, Konya, Şanlıurfa, Adana, Gaziantep, İzmir, Antalya ve İstanbul’da göçmenlere ait işyerleri ve araçlar tahrip edildi.

İçişleri Bakanı Ali Yerlikaya, Kayseri’de yaşanan olayla ilgili yaptığı açıklamada bulundu:

“Dün akşam saatlerinde Kayseri, Melikgazi Eskişehir Bağları bölgesinde Suriye uyruklu I.A adlı şahıs, akrabası olan Suriyeli bir kız çocuğunu taciz etmesi üzerine, çevredeki vatandaşlar tarafından yakalanarak güvenlik güçlerine teslim edilmiştir. Konuyla ilgili derhal soruşturma başlatılmıştır. Ancak daha sonra vatandaşlarımız bu bölgede toplanmış, insani değerlerimize yakışmayan bir tavırla yasa dışı hareket ederek Suriye uyruklu şahıslara ait ev, iş yeri ve araçlara zarar vermiştir.

Söz konusu eylemlere güvenlik güçlerimizin müdahalesi esnasında 67 şahıs gözaltına alınmıştır. Toplanan kalabalık saat 02.00’dan sonra dağılmıştır. Türkiye bir hukuk devletidir. Güvenlik güçlerimiz tüm suç ve suçlularla mücadelesini dün olduğu gibi bugün de sürdürmektedir. Yüce Türk Adaleti, suçlulara hak ettikleri cezaları vermektedir. Halkımızın kamu düzenini, güvenliğini ve insan haklarını gözetmeden çevreye zarar vermesi kabul edilemez. İnancımızda, medeniyet değerlerimizde, Aziz Milletimizin sicilinde olmayan yabancı düşmanlığına müsaade edemeyiz. Kamuoyuna saygıyla duyurulur.”

‘Bunu ‘Türk üstünlükçü ırkçılık’ olarak değerlendiriyoruz’

İnsan Hakları Derneği, Irkçılık ve Ayrımcılığa Karşı Komisyonu tarafından da olayla ilgili açıklama yapılarak “Suriyelillere ırkçı saldırılara son” denildi. Açıklamada şu ifadeler yer aldı:

“30 Haziran 2024 Pazar gecesi Kayseri’nin Melikgazi ilçesinde bir çocuğun Suriyeli bir erkek tarafından cinsel istismara uğradığı iddiasıyla başlayan olaylar sonucunda, birçok Suriyeliye ait araç ve işyeri nefret söylemleri ve küfürler eşliğinde yağmalanıp yakılmıştır.

Suriyelilere, Türk olmadıkları için ‘Ne mutlu Türküm diyene’ sloganları atarak korku dolu anlar yaşatılmıştır. Olay yerine gelen Emniyet Müdürü, ırkçı kalabalığı, mağdur çocuğun Türk olmadığını belirterek durdurmaya çalışmıştır. Bu coğrafyada hukuki koruma altında yaşayan Suriyelilerin mal ve mülklerinin yakılması ve yağmalanması asla kabul edilemez; bunu ‘Türk üstünlükçü ırkçılık’ olarak değerlendiriyoruz.

Saldırıların ardından ne valilik, ne içişleri bakanlığı ne de emniyet müdürlüğü bu saldırıları kınamıştır. Ana muhalefet partisininin sığınmacıları hedef alan açıklamalarını da çok tehlikeli ve sorunlu buluyoruz. Arabaları ve işyerleri yakılan Suriyelilerin ekonomik zararları bir an önce tazmin edilmeli, saldırılara katılan failler ise derhal gözaltına alınarak hukuki süreç başlatılmalı ve yargılanmalıdır.”

CHP’den Suriye politikası açıklaması

CHP Dış Politikadan Sorumlu Genel Başkan Yardımcısı İlhan Uzgel, Suriyelilere yönelik saldırıların ardından Türkiye’nin Suriye politikasına yönelik açıklama yaptı. Uzgel, Türkiye’nin sığınmacı ve Suriye politikasının çöktüğünü ifade etti.

Bu sorunun baş sorumlusunun AKP hükümeti olduğunu vurgulayan Uzgel’in açıklamaları şöyle:

  1. Türkiye’nin Ortadoğu politikası, Suriye politikası ve sığınmacı politikası çökmüştür, iflas etmiştir.
  2. Erdoğan ve AKP hükümeti var olan bu vahim tablonun başlıca sorumlusudur.
  3. Hükümet, neden olduğu Suriye krizini çözemediği gibi, Türkiye’yi bu krizin tutsağı haline getirmiştir.
  4. Erdoğan izlediği politikayla Suriye’nin yıkımına neden olurken ve Türkiye’yi dünyanın sığınmacı deposu haline getirirken, bir de bu insanların hayatı üzerinden Avrupa ile pazarlık yapmaktan çekinmemiştir.
  5. Türkiye’de giderek sayısı artan sığınmacıların yarattığı, toplumsal, siyasal, ekonomik ve demografik sorunları görmezden gelmiş, bu sorunlardan bir tanesini bile çözmek için hiçbir girişimde bulunmamıştır.
  6. Türkiye, Atatürk döneminin temel taşı olan komşuların içişlerine karışmama ilkesine sözde değil uygulamada da bağlı kalmalıdır.
  7. Türkiye, Suriye politikasını yeniden belirlemeli, mevcut statükonun devamının tıkanma noktasına geldiğini görmelidir. Maaşını ödediği ÖSO mensuplarının Türk bayrağını yakması, Türk mallarına zarar vermesi kabul edilemez.
  8. Erdoğan hükümeti, sığınmacıların geri gönderilmesi de dahil, sorununun çözümü için derhal gerçekçi ve uygulanabilir bir yol haritası yayınlamalıdır
  9. Esad yönetimi ile normalleşme süreci sürdürülmelidir.
  10. Vatandaşlarımızı itidalli olmaya ve böyle ortamlarda görülebilecek provokasyonlar karşısında dikkatli olmaya çağırıyoruz.

Beryl Kasırgası Karayipler’i vurdu, liderler zengin ülkelerden iklim desteği bekliyor

Beryl Kasırgası’nın şiddeti, ‘aşırı tehlikeli’ olan Kategori 5 seviyesine yükselirken Karayipler’de küçük bir ada ülkesi olan St. Vincent ve Grenadines (SVG) başbakanı Ralph Gonsalves, Batı Avrupa ve Amerika Birleşik Devletleri’ni (ABD) küresel iklim kriziyle mücadele etme konusundaki siyasi iradesizlikleri için kınadı.

SVG, Barbados, Grenada ve St. Lucia gibi Doğu Karayip ülkelerinde Beryl Kasırgası’nın alarmları pazar sabahı başladı. Çoğu bölgede sokağa çıkma yasağı ve hareket kısıtlamaları gibi olağanüstü hal önlemleri alındı.

Hasar daha da artabilir

Sağanak yağmur ve şiddetli rüzgarlar adadaki elektrik hatlarını devre dışı bıraktı, araçlar parçalandı ve binlerce kişi barınaklara sığındı.

Grenade başbakanı Dickon Mitchell, şu ana kadar bir kişinin hayatını kaybettiğini ancak yetkililerin henüz hasarı net olarak değerlendiremediğini açıkladı.

Bölgedeki uçuşlar durduruldu ve bu hafta düzenlenmesi planlanan St. Vincent Karnavalı, ulusal kutlamalar ve Grenada’da yapılması planlanan 20 ulusun katıldığı Karayip Topluluğu liderler zirvesi ertelendi.

SVG başbakanı Gonsalves, evinden bir konuşma yaparak “Elektriğimiz yok ve sizinle konuştuğum esnada başbakanlık konutuna yağmur yağıyor, rüzgarlar uğultu yapıyor. Durum giderek kötüleşecek ve önümüzdeki saatler daha korkunç olacak” dedi.

Kasırga, başkent Kingstown’daki 204 yıllık St. George Anglikan katedralininki de dahil olmak üzere birçok yapının çatısını uçurdu. Yapılan açıklamaya göre Union Adası’ndaki evlerin yüzde 90’ı çatısını kaybetti veya ciddi hasar aldı.

Daha önce yalnızca 6 kere yaşandı

ABD Ulusal Okyanus ve Atmosfer İdaresi, Beryl Kasırgası’nın hayatı tehdit ettiğini söyledi ve daha kötüsünün geleceği konusunda uyardı. 2024 yılının kasırga sezonunun ortalamaların üzerinde olacağına dair uyaran Okyanus ve Atmosfer İdaresi, bu yıl 17 ila 25 arasında fırtınanın adlandırılacağını söylüyor. Ortalama bir dönemde ise 14 fırtına çıkıyor.

AP News kaynaklarının aktardığına göre kasırga uzmanı ve fırtına uzmanı Michael Lowry, artan su sıcaklıkları yüzünden eylül ayında fırtına sezonunun zirveye ulaşabileceğini söylüyor.

Yalnızca 42 saat içinde tropik bir hareketlilikten büyük bir kasırgaya dönüşen Beryl gibi bir olay Atlantik tarihinde daha önce yalnızca altı kere yaşandı.

Bilim insanları, insan kaynaklı iklim değişikliğinin okyanusların ısınmasına yol açarak Beryl gibi şiddetli ve yıkıcı tropik fırtınaların oluşumunu arttırdığını vurguluyor.

NOAA uyardı: Bu kasırga sezonu on yılların en kötüsü olabilir
[İklim Krizi] Atlantik’te 2024 kasırga sezonu ‘aşırı’ hareketli geçecek
İklim krizi, kasırgaların şiddetini artırıyor: Mega kasırgalara ‘Kategori 6’ gerekli

‘İklim konusunda eyleme geçilmiyor’

Gonsalves, sera gazı emisyonlarına en çok katkı sağlayan ülkelerin sürekli konuştuğunu ancak konu küçük ada devletlerine ve diğer savunmasız ülkelere finansman sağlamaya geldiğinde eyleme geçilmediğini söyledi. Başbakan Birleşmiş Milletler (BM) Taraflar Konferansı‘nın (COP) da sadece laftan ibaret olduğunu belirterek Batı’yı taahhütlerini yerine getirmeye çağırdı. 

Kasırga sezonunun henüz başında olduklarını söyleyen Gonsalves, bu kasırgaların zengin ülkeleri Paris Anlaşması gibi taahhütleri yerine getirmeye teşvik edeceğini umuyor.

Gonsalves, İngiltere’deki seçim kampanyalarının iklim eylemi konusundaki zayıflıklarını da şu sözlerle eleştirdi:

“İklim değişikliği kampanyalarda önemli bir yol oynamıyor. İşçi Partisi’nden bir veya iki kişinin bu konudan bahsettiğini veya Yeşiller’in bazı endişeleri olduğunu duysanız da partilerin verdiği mesajların özünde bu konular yer almıyor. Aynı şey Batı Avrupa ve ABD’deki seçimlerde ülkeler sağa doğru kayarken de yaşanıyor. Gelişmekte olan küçük ada devletleri ve savunmasız ülkeler için korkunç bir zaman.”

Bonn İklim Değişikliği Konferansı başlıyor: Gündem iklim finansmanı ve uyum
Bonn İklim Değişikliği Konferansı iklim finansmanı için yeni bir hayal kırıklığı oldu
COP29, Azerbaycan’da iklim finansmanı için yol ayrımında

Şırnak’taki ağaçlar bir bir kesiliyor: Bu orman varlığı yönetimi değil, sömürüdür!

Şırnak‘taki ağaç kesimleri yeniden başladı. Olayı Mezopotamya Ekoloji Hareketi duyurdu. 27 Haziran sabahı orman ve temiz su varlıkları ile bilinen Komate Bölgesi‘nde (Beytüşebap / Şırnak) büyük bir doğa saldırısı halinde orman katliamı gerçekleştirildiği bildirildi. Olayla ilgili Halkların Eşitlik ve Demokrasi Partisi‘nden (DEM Parti) Şırnak Milletvekili Nevroz Uysal Aslan soru önergesi verdi. Aslan, Tarım ve Orman Bakanı İbrahim Yumaklı tarafından cevaplanması talebiyle verdiği soru önergesinde şu soruları yöneltti:

  1. Ağaç kesimi için Komate Bölgesi’ndeki dağlık alanın seçilmesinde ve ayrıca Elemun (Andac) köyünün sınırları içindeki ağaçların yok edilmesinde hangi gerekçeler etkili olmuştur?
  2. Ağaç kesimi için köylülere zorunlu bir anlaşma hali dayatılmış mıdır?
  3. Ağaç kesimi için Elemun köyünden kaç kişiye belge tahsis edilmiştir? Bu belgeler kim tarafından hangi gerekçe ve rapora dayanılarak verilmiştir?
  4. Beytüşşebap ilçe sınırları içerisinde son bir yılda kaç ağaç kesilmiştir? Kesilen ağaçların cinsi ve kesilme gerekçeleri nedir?
  5. Son 10 yılda, Şırnak’ta geçişe izin verilmeyen bölgelerde dahil olmak üzere askeri bölgelerdeki orman varlığının değişiminden haberdar mısınız?
  6. 2014-2024 yılları arasında Şırnak ve ilçelerinde orman alanlarının toplam alana göre yüzdelik değişimleri nasıldır?
Şırnak’ta neler oluyor?
Şırnak’ta kesilen ağaçlar Facebook’ta satışa çıktı

‘Ormanlarımızı ağaç katliamına kurban veriyoruz’

Mezopotamya Ekoloji Hareketi tarafından yapılan basın açıklamasında ise “Merkezi Şırnak coğrafyası olan Cudi Ormanlarına yönelik ağaç katliamı farklı bölgelerde, 15 insanın ve binlerce canlının acı şekilde yaşamını yitirdiği günlerde dahi devam etti. Taziyelerimizin devam ettiği acı günlerde bir de Kürdistan‘ı yangınlardan koruyacak en önemli varlığımız ormanlarımızı ağaç katliamına kurban vermekteyiz” denildi.

Kadim Mezopotamya ormanlarının tüm bölgedeki su varlığını ve canlılığı dengeleyen yegane varlık olduğunun vurgulandığı açıklamada, orman varlığının bölgenin ekolojik dengesi için tıpkı doğada bulunan diğer varlıklar gibi yok edilmesinin kabul edilir olmadığı ayrıca aktarıldı.

Bu orman varlığı yönetimi değil, sömürüdür

“Doğa sömürüsü ve politik sömürünün iç içe geçtiği bu saldırıda amaç bölgeyi ağaç katliamı ile insansızlaştırıp, kuraklığın, selin, yangınların içinde sahipsiz bırakmaktır. Bu orman varlığı yönetimi değil, sömürüdür” ifadelerinin kullanıldığı açıklamanın devamında ise şunlara yer verildi:

“Hatta ekoloji varlıklar üzerinden faşizmi tekrar üretmektir. Büyük bir katliama dönüşen ve henüz çok yeni büyük bir yangın felaketi ardından, Merdin ve Amed kırsallarında ardı ardına yangınlar devam ediyor. Hala yangın söndürülmesi için yetkili kurumlar tarafından bir müdahalede bulunulmuyor ve insanlar kendi imkanları ile yangınlara müdahale etmeye çalışıyor, aynı senaryo ihtimaline karşı köy halkı evlerini boşaltmaya mecbur bırakılıyor.

Mezopotamya Ekoloji Hareketi olarak, yangınlar sırasında büyük üzüntü yaşayan herkese seslenmekteyiz. Yangınlara yol açan sebeplerden birisi de tam da şu anda devam eden orman katliamıdır. Tüm bölgedeki ekolojik varlıklara yönelik ihmal ve saldırılar yıllardır devam etmektedir. Son 10 yılda kademeli olarak milyonlarca orman varlığı yok edilmiştir. Her yıl Şırnak’ta en az 500 bin ağaç katledilmektedir.

İnsanlık tarihinin başladığı yer olan bu coğrafyayı savunmak sadece Kürt halkının görevi değildir. Bu orman katliamına dur demenin herkesin sorumluluğu olduğunu hatırlatmak istiyoruz. Tüm doğa ve yaşam savunucularını Şırnak ormanlarının katledilmesine karşı ses çıkarmaya çağırıyoruz.”

Şırnak’ta günde 50 TIR’lık ağaç kıyımı

Reform adaylarının iklim inkarcılığı halkın güvenini ve demokrasiyi tehdit ediyor

İngiltere 4 Temmuz perşembe günü sandığa gidiyor. Beş yılda bir gerçekleştirilen ve bu yılın sonbahar aylarında gerçekleşmesi beklenen genel seçim, başbakan Rishi Sunak‘ın kararıyla erkene alındı.

Seçimlerde Avam Kamarası için 650 üye seçilecek ve çoğunluğu elde eden parti, yeni hükümeti kuracak.

Sol ve merkez iklim kriziyle mücadeleyi hedefliyor

Sol ve merkez partiler iklim kriziyle mücadele etmek için net sıfıra geçiş planları doğrultusunda ekonomik planların revize edilmesi ve yaşam maliyeti krizinin temel nedeni olarak fosil yakıt maliyetlerinin ele alınması gibi konulara öncelik verdi.

Anketlere göre ön sırada gelen İşçi Partisi, İngiltere’nin temiz enerji alanında bir süper güç olmasını hedefliyor. Liberal Demokratlar düşük gelirli hanelerin enerji harcamalarını düşürmek için net sıfır taahhütlerinde bulunuyor. Yeşiller Partisi ise daha hızlı ve iddialı bir yeşil geçiş için servet vergisi getirileceğini söylüyor.

Mevcut iktidar Muhafazakar Parti iklim taahhütleri konusunda sınıfta kalıyor. Başbakan Sunak, daha hırslı bir iklim eylemini desteklemesi gerekirken net yeni fosil yakıtlı arabaların yasaklanma tarihini 2030 yılından 2035’e ertelemek gibi tartışmalı kararlar aldı. Ancak iklim değişikliği konusundaki en gerici tutumu gösteren parti Reform UK oldu oldu.

Sağ popülist Reform’un manifestosundan iklim inkarcılığı çıktı

Seçim kampanyaları boyunca sağ popülist Reform partisinin iklim krizini inkar etmesi ve iklim değişikliği politikalarının elit grupların çıkarlarına hizmet etmek için öne atılan aldatmacalar olduğunu savunması çevreci gruplar ve bilim insanları arasında endişelere yol açtı.

The Guardian‘ın yaptığı bir sosyal medya analizi, seçimlere katılan Reform adaylarından en az 30’unun insan kaynaklı iklim değişikliğinin bir aldatmaca olduğuna yönelik paylaşım yaptığını ortaya çıkardı.

Bu paylaşımlardan bir kısmı ikim değişikliğine emisyonların neden olduğuna dair şüpheleri yansıtırken bazıları iklim değişikliğinin gerçek olmadığını iddia ediyor.

CO2 artışını maskeleyen grafikler: İklim inkarcılığı ve gerçek bilim arasındaki farklar

Aldatmaca veya elitlerin oyunu olduğu iddia ediliyor

Sosyal medyada iklim değişikliğine insan faaliyetlerinin yol açmasını bir aldatmaca olduğunu öne süren birçok paylaşım yapılıyor. Kimileri iklim değişikliği anlatılarının küresel elitlerin çıkarlarına hizmet etmek için çıkarıldığını savunan komplo teorileri öne sürüyor.

Reform adaylarının sosyal medya paylaşımlarının analizi de son iki yıldır onlarca adayın insan kaynaklı ısınmayı inkar eden içerikler paylaştığını gösterdi. Üstelik bu mesajları paylaşan adaylardan bazılarının kendi seçim bölgelerinde kazanmaları bekleniyor.

Adaylar bu görüşlerini resmi etkinliklerde de dile getirdi ve destek gördü. Haziran ayındaki bir etkinlikte parti başkanı Richard Tate, karbonsuzlaşmanın iklim değişikliğini azaltmayı sağlayacağını önermenin “gülünç” olduğunu söyledi.

Partinin tek milletvekili Lee Anderson ise kömürün sürdürülebilir bir enerki kaynağı olduğunu ve yalnızca ucubelerin karbonsuzlaşmayı önemsediğini söyledi.

İnkarcılar arasında kazanması muhtemel adaylar bulunuyor

Anketlere göre milletvekili sandalyelerini kazanması öngörülen beş adaydan üçü, yalnızca net sıfır hedeflerine şüpheyle yaklaşmıyor aynı zamanda iklimin insan faaliyetleri yüzünden değiştiğini tamamıyla inkar ediyor.

Stephen Conlay’ın kampanyasını yürüten bir Reform UK Basildon & Billericay sosyal medya hesabı, iklim değişikliğinin insanlık için fayadalı olacağını savunan ve karbondioksit emisyonlarının küresel ısınmaya yol açtığını inkar eden bir mesaj paylaştı.

Louth & Horncastle‘da önde giden adaylardan Sean Matthews da insanların yol açtığı karbondioksit emisyonlarının iklim kriziyle hiçbir ilgisinin olmadığını iddia etti.

Great Yarmouth‘ta kazanması beklenen eski Avrupa Parlamentosu üyesi Rupert Lowe ise iklim değişikliğinin hiçbir kanıtı olmadığını söyledi.

‘Karanlık güçler ve İlluminati çevre gruplarını kontrol ediyor’

Reform’un eski Londra belediye başkan adayı Howard Cox, iklim krizi söylemlerinin arkasında karanlık güçlerin bulunduğunu iddia eden bir filmin galasına katılacağına dair bir paylaşım yaptı. Cox, takipçilerini iklim krizini bir aldatmaca olarak tanımlayan filmi izlemeye ve gerçeği anlamaya davet etti. Ancak daha sonra bu paylaşımını sildi.

Southend East ve Rochford adayı Leslie Lilley ise UNESCO ve çevre gruplarının İlluminati tarafından kontrol edildiğini iddia eden bir şema paylaştı.

Leeds West ve Pudsey’den Andrea Whitehead de iklim değişikliğinin küreselciler ve sosyalistler tarafından özgürlüklerimizi vergilendirmek, kontrol etmek ve ortadan kaldırmak için uydurulan bir felaket olduğunu öne sürdü. Bicester ve Woodock adayı Augistine Obodo da Whitehead’in sosyalist ve küreselcilere yönelik iddialarını destekleyen birçok mesaj yayınladı.

Paylaşımlar parti manifestosunu yansıtıyor

Reform partinin manifestosunda da ülkenin ‘net sıfır taahhütlerinden kurtarılması’ vaat ediliyor.

London School of Economics (LSE) Grantham İklim Değişikliği ve Çevre Araştırma Enstitüsü‘nün politika ve iletişim direktörü Bob Ward, reform adaylarının kamuoyuna yaptığı yorumların, partinin iklim inkarcılığının bir yansıması olduğunu söyledi.

Ward, “Bu, bilimsel açıdan cahilce bir yaklaşım. Ülke genelinde insanlar iklim değişikliğinden acı çekerken bu adaylar onları temsil etmeye uygun değil” dedi.

Siyasi sağın iklim inkarcılığının bir sonraki parlamentoda etkili bir iklim eylemi için alıncak kararları engelleyebileceği yönündeki endişelerini dile getiren Ward, “Gerçekleri kabul etmeden güvenilir bir aday olamazsınız. Tartışmanın iklim eylemi üzerine olması gerekiyor” diyerek gözlerini ve kulaklarını gerçeklere kapatan insanların bu tartışmalar için güvenilir olmadığını belirtti.

LSE’nin farklı bir paylaşımında ise uzmanlar, iklim değişikliği konusundaki bilimsel gerçeklerin inkar edilmesinin halkın güvenini ve dolayısıyla da demokrasiyi zedelediğini söyledi.

Greenpeace de Reform adaylarının seçim manifestolarında ve resmi açıklamalarında öne sürdükleri asılsız iddiaların doğrularını paylaştı. Partinin iklim inkarcılığını eleştiren Greenpeace paylaşımı, iklim değişikliğinin mevcut durumda yol açtığı kayıplara dikkat çekerek Reform manifestosunun eşitsizlikleri ve sorunları daha da derinleştireceğini açıklıyor.

iklim inkarcılığı
[Dosya] İklim inkarcılığı Türkiye’de: Kim bu insanlar, neyi, neden inkar ediyor? -1

DAÇE: Erzin ve Dörtyol’da polipropilen ve petrokimya tesisi istemiyoruz

Doğu Akdeniz Çevre Dernekleri (DAÇE), Hatay’ın Erzin ilçesinde kurulması planlanan Polipropilen Tesisi ile Dörtyol ilçesinde kurulması planlanan Petrokimya ve Rafineri Sanayi Tesisi’ne karşı itirazlarını dile getirdi.

Erzin ilçesinin Burnaz sahilinde Byport şirketi tarafından yapılması planlanan tesis için daha önce ÇED olumlu kararına itiraz edilmiş ve bilirkişi raporunun tesisin doğaya ve halk sağlığına zarar geleceğini bildirmesiyle karar iptal edilmişti.

Ancak daha sonra aynı proje için Bypolimer firması adına yeniden başvuru yapıldı ve ÇED olumlu kararı verildi. Karara dava açan DAÇE, mahkemeden doğanın ve halk sağlığının lehine karar çıkmasını bekliyor.

Hatay’da 23 milyar TL’lik polipropilen tesisinde bilirkişi keşfi: Karşımda kepçeler çalışıyor
Erzin, hukuksuz polipropilen tesisine karşı direnişini sürdürüyor
Erzin’de yapılmak istenen polipropilen tesisine yargı engeli: ÇED raporu çevreyi korumuyor.

Mevcut kirliliğin bölge üzerindeki zararlarına dikkat çeken DAÇE, Erzin ve Dörtyol ilçelerinde kurulması planlanan tesislerin durumu daha da kötüleştireceğini ve tesislerin yapımına karşı olduklarını anlatan bir basın açıklaması yaptı.

Sağlıklı çevre hakkını ihlal ediyor

DAÇE, Dörtyol ve Erzin’de kurulması planlanan tesislerin Anayasa’nın herkes sağlıklı ve dengeli bir çevrede yaşama hakkına sahip olduğunu ve çevreyi geliştirmek, çevre sağlığını korumak ve çevre kirlenmesini önlemenin devletin görevi olduğunu belirten 56. maddesine aykırı olduğunu savundu.

Bölgedeki demir çelik fabrikaları, termik santral, gübre sanayi, liman faaliyetleri ve çimento fabrikalarının kirletici faaliyetleri yüzünden İskenderun Körfezi, Türkiye’nin en çok çevre kirliliğinin yaşandığı bölgelerden biri haline geldi.

Hava, su ve toprak kirliliği açısından sınır değerlerin aşıldığı İskenderun Körfezi’ndeki kirlilik, İskenderun, Payas, Dörtyol ve Erzin’de çevre ve insan sağlığına zarar veriyor. Birçok bölgede kirlilik yüzünden tarımsal verimlilik azalırken bazı ürünler artık yetiştirilemez hale geldi.

Greenpeace Akdeniz, havası en kirli şehirleri belirledi: Çare ‘koruma bölgeleri’

Yerleşim alanlarını ve geçim kaynaklarını tehdit ediyor

“Narenciyenin başkenti olan, Issos gibi bir antik bölge ve Burnaz gibi eşi benzeri bulunmaz bir sahile, birinci sınıf tarım toprağına ve iklime sahip Erzin ve Dörtyol” ilçelerinde petrokimya ve polipropilen tesisi istemediklerini belirten DAÇE, planlanan tesislerin yaşam alanlarına yakınlığına dikkat çekti.

Dörtyol’da planlanan tesis Yeniyurt Mahallesi’ne 850 metre, Yeşiltepe Mahallesi’ne 2 km, Yeşilköy Mahallesi’ne 3 km, Dörtyol’a 8km, Erzin’e ise 9 km mesafede. Tesisler bu bölgelerdeki çevre ve insan sağlığı için tehdit oluşturuyor.

Dörtyol’da kurulacak olan tesis bölge halkının içme suyunu sağlayan iki içme kuyusuna da yakın mesafede. Tesisin sebep olacağı kirlilik, yeraltı sularının kirlenmesine neden olarak Dörtyol halkı için içme suyuna erişim sorunlarına yol açacak.

Tesisler çalışmaya başlayınca atmosfere yayılacak olan ağır ve zehirli gazların toprağı, havayı ve suyu kirleteceğini söyleyen DAÇE, tesislerin su ihtiyaçlarının bir kısmını yeraltı kaynaklarından sağlayacak olmasının da su kaynakları üzerine baskı yaratacağına dikkat çekti.

Diğer yandan mevcut su kaynaklarının kirlenmesi ve tuzlanması da toprakların çoraklaşmasına ve bölge halkının geçim kaynağı olan tarımsal faaliyetlerin zarar görmesine neden olacak.

Tesislerden deşarj edilen soğutma suyu da bölgedeki balıkçılık ve turizm faaliyetlerini olumsuz etkileyecek.

Açıklamada, dünyanın iklim ve gıda krizleriyle mücadele ettiği bir dönemde tarım alanlarına ve su kaynaklarına zarar verecek kimyasal tesisler kurmanın bilimsel ve hukuki olmadığı vurgulandı.

Hatay/Erzin Polipropilen Tesisi Projesi: Tarım alanlarına ve denize kast etmek!

Halk sağlığına zarar verecek

Tesislerin halk sağlığına olan zararları da halkın endişeleri arasında. “Aliağa’da çalışan petrokimya ve rafineri tesisinin çevre ve insan sağlığına verdiği zararlar ortadadır” diyen DAÇE, Dörtyol’da planlanan tesisin de benzer sonuçlar doğuracağını söyledi.

Hatay, Erzin’de Polipropilen Tesisi: Zehir solumak istemiyoruz

Diğer yandan Erzin Polipropilen Tesisi’nin hammadde ve teknoloji açısından ithalata bağımlı olduğu için cari açığı arttıracağını söyleyen DAÇE, tesislerin hem İskenderun halkı hem de çevre açısından ciddi felaketlere yol açacağını vurguladı.

Son olarak DAÇE, “Erzin ve Dörtyol halkı zehir solumak istemiyor. Yetkililer Erzin ve Dörtyol halkının taleplerini yerine getirerek projeleri derhal durdurmalıdır” diyerek taleplerini dile getirdi ve yaşam haklarını savunmak için herkesi mücadeleye davet etti.

 

Arktik’te kirli yakıt yasağı yürürlüğe girdi

Arktik sularında gemiler için en kirli ve iklime en fazla zarar veren Ağır Yakıt Yağı (HFO) kullanımı yasaklandı. Dünyada özellikle tankerlerde yaygın olarak kullanılan, katran benzeri, kalın ancak nispeten ucuz bir yağ olan HFO’nun yanmasıyla yayılan siyah karbon; kar ve buzu eriterek Arktik’te büyük zararlar yaratıyor.

Yasağın hemen etkili olmayacağını söyleyen kampanyacılar, pek çok geminin 2029 yılına kadar bu yakıtı kullanmaya devam edebileceğini belirtiyor.

Ağır yakıt yağı (HFO) nedir?

HFO, petrol rafinerilerinde kalan atıklardan üretiliyor ve genel olarak okyanuslar için büyük bir tehdit oluşturuyor. Arktik için ise bu tehdit daha büyük. Bu yakıtın özellikle soğuk sulara döküldüğünde, temizlenmesinin neredeyse imkansız olduğu belirtiliyor. HFO ayrışmıyor, tortularda kalıyor ve hassas ekosistemlere zarar veriyor.

İklim açısından bu yağ hem büyük miktarlarda ısı tutucu gaz üretiyor, hem de siyah karbon adı verilen kurum parçacıkları yayıyor. BBC’ye konuşan Clean Arctic Alliance grubundan Dr. Sian Prior, “Siyah karbon, atmosferdeyken ısıyı çeker ve sonra kar ve buz üzerine yerleşerek erimeyi hızlandırır” diyerek açıklıyor.

HFO’nun kullanımı ve taşınması 2011’de Antarktika‘da yasaklanmıştı. Çevreciler, bu yasağı kuzey sularına genişletmek için yıllardır mücadele veriyordu ve nihayet 2021’de Uluslararası Denizcilik Örgütü (IMO) ülkelerini yasağı uygulamaya ikna etti. Yasağın Arktik sularında yürürlüğe girmesi aktivistler için bir ilerleme olsa da, yasalardaki çok sayıda boşluğun bu yeni uygulamanın etkisini sınırlayacağı düşünülüyor.

Arktik
Fotoğraf: Martijn Baudoin / Unsplash

Düzenlemelere göre, “korumalı yakıt tankı” olan gemiler yasaktan muaf tutulacak. Arktik’e sınırı olan ülkeler, kendi karasularındaki gemilere muafiyet tanıyabilecek. Bölgedeki en büyük oyunculardan biri olan Rusya‘nın, kuzey sularında faaliyet gösteren 800’den fazla gemisi bulunuyor ve yeni IMO düzenlemesini uygulamıyor. Bu muafiyetler 2029’a kadar sürecek ve etkisi büyük olacak; Uluslararası Temiz Ulaşım Konseyi‘ne göre, HFO kullanan gemilerin yüzde 74’ü bu yakıtı kullanmaya devam edebilecek.

Bazı gözlemciler, Arktik’te artan petrol çıkarma çabalarının, bu sularda HFO kullanımında bir artışa yol açabileceğini düşünüyor. WWF‘den Dr. Elena Tracy, “Petrol ve gaz tankerleri HFO kullanımını artıran gerçek bir etken. Rusya Arktik‘inde petrol ve gaz projelerinin artışını göreceğiz ve LNG tankerlerinin kullanımıyla HFO hacmi de artacak” dedi.

Kampanyacılar, alternatif yakıtların mevcut olduğunu ve denizcilik sektörünün ve Arktik’te faaliyet gösteren ülkelerin yasağı ciddiye almalarını umuyor. Norveç, HFO yasağı konusunda örnek bir ülke olarak gösteriliyor.

Norveç hükümeti, Svalbard takımadaları çevresinde güçlü bir HFO yasağı uyguladı. 2024 yılı içerisinde bir İrlanda gemisi, bu bölgede HFO kullandığı için bir milyon Norveç kronu (93 bin dolar) para cezasına çarptırıldı. Kampanyacılar Arktik’in zaman kaybetme lüksü olmadığını ve bu tür eylemlerin hemen şimdi gerekli olduğunu belirtiyor.

Clean Arctic Alliance grubundan Dr. Prior, “Bilim insanları, 2030’larda Arktik’te buzsuz ilk günleri göreceğimizi, hatta 2030 kadar erken bir tarihte bile olabileceğini söylüyor. Önümüzdeki birkaç yıl içinde siyah karbon emisyonlarını azaltmaya ve bu yağların kullanımını sınırlamaya başlamamız gerekiyor. Ülkeleri daha hızlı hareket etmeye çağırıyoruz. Denizcilik endüstrisini doğru olanı yapmaya çağırıyoruz” şeklinde konuştu.

Bursa’da kampüsü etkileyen yangın kontrol altına alındı

Civardaki makilik alanda başlayan ve Bursa Uludağ Üniversitesi (BUÜ) Görükle Kampüsü‘nün ormanlık alanına sıçrayan yangın, yetkililerin müdahalesiyle kontrol altına alındı. Yangın bölgesindeki soğutma çalışmalarının devam ettiği bildirildi.

Dün (30 Haziran’da) öğle saatlerinde Nilüfer ilçesi Yolçatı mahallesi yakınlarında makilik bir alanda başlayan yangın, rüzgarın da etkisiyle hızla yayılıp Ayvalı Deresi‘ne ve ekili alanlara ulaştı. Yangın, yaklaşık 700 dekarlık bir alanda etkili oldu.

Bursa Valisi Mahmut Demirtaş‘ın koordinasyonunda yürütülen çalışmalar kapsamında, Bursa Orman Bölge Müdürlüğü, Bursa Büyükşehir Belediyesi ve diğer resmi ve özel kurumların katkısıyla 1000’i aşkın personel görev aldığı belirtildi.

Kampüste bulunan öğrenci yurtlarındaki öğrenciler tahliye edilirken, doğal yaşam alanında yaşayan kızıl geyik, at ve diğer hayvanlar da güvenli bölgelere taşındı. Soğutma çalışmaları hem havadan hem de karadan sabaha kadar devam etti.

Yangının çıkış nedeni henüz belirlenemedi ancak Bursa Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından başlatılan soruşturma sürüyor. Bölgedeki hasar tespit çalışmaları ve soğutma işlemleri de devam ediyor.

AA’nın aktardığına göre Tarım ve Orman Bakan Yardımcısı Ahmet Gümen, Bursa Valisi Mahmut Demirtaş ve BUÜ Rektörü Prof. Dr. Ferudun Yılmaz, yangın bölgesinde incelemelerde bulunarak yetkililerden bilgi aldı. Vali Demirtaş, BUÜ Tıp Fakültesi Hastanesi‘nde yatan ve durumu ağır olmayan hastaların taburcu edildiğini, yurtlarda kalan öğrencilerin ise şehir merkezindeki diğer yurtlara yerleştirildiğini belirtti. Sabah saatlerinde öğrencilerin yurtlarına geri döneceğini ifade etti.

Rektör Prof. Dr. Yılmaz, yangının ana eğitim binalarına ulaşmadığını ve sadece bazı küçük eğitim binalarında hasar oluştuğunu söyledi. Ayrıca, Veteriner Fakültesi’nde bulunan hayvanların güvenli alanlara alındığını ve herhangi bir can kaybı yaşanmadığını belirtti.

Yangının çıkış nedeni ile ilgili yürütülen soruşturma devam ediyor.

bursa'daki yangın

Gece saatlerinde yaptığı açıklamada yangının kontrol altına alınmasının sevindirici olduğunu söyleyen Bursa Büyükşehir Belediye Başkanı Mustafa Bozbey, “İlerlemesinin durdurulduğunu çok rahatlıkla söyleyebiliriz. Çünkü rüzgâr da yavaşladı. İnanıyorum ki soğutma çalışmalarıyla birlikte yangın tamamen kontrol altına alınacak. Olmamasını dilerdik. Hepimize geçmiş olsun. Bunun yanında birçok tedbir alındı. Yurtlar başta olmak üzere diğer alanlarla ilgili tedbirler alındı. Bu tedbirlerle birlikte yangının da kontrol alınmasıyla sorun olmayacağını düşünüyorum. İtfaiye teşkilatımız alanda şu anda. Görevini yapıyor. Diğer kurumlardan gelen ekip ve ekipmanlar görev başında. Arama kurtarma birlikleri var. Şu an için herhangi bir sıkıntı görmüyoruz” dedi.

700 hektarlık bir alanın zarar gördüğünü ifade eden Başkan Bozbey, tespitlerin mutlaka yapılacağını dile getirdi. Vatandaşların mutlaka tedbirli olmasını isteyen Bozbey, “Sorumluluk gereği duyarlı olmak zorundalar. Bir veya birkaç kişinin yaptığı olay, birçok alanın zarar görmesine sebebiyet verdi. Ağaçların ve yeşilin yok olmasına sebep oldu. Bu konularda etkin cezaların verilmesi gerekir. Anız yakılmasının yanlış olduğunu hatırlatmak istiyorum. Piknikte ateş yakılmasına müsaade edilmemeli. Ormanlık alanda bırakılan bir şişenin bile yangına sebep olacağını bilmeliyiz. Vatandaşlarımızın duyarlı olmasını istiyorum. Tedbirli olursak doğayı korumuş oluruz” diye konuştu.

İklim değişikliği yangın riskini artırıyor

İklim değişikliğinin etkileri, yangın risklerini artırarak doğal felaketlerin sıklığını ve şiddetini artırıyor. Geçtiğimiz haziran ayında yaşanan rekor sıcaklıklar, orman yangınlarının geçen yıla göre beş kat artmasına neden oldu. Türkiye genelinde, 1-21 Haziran döneminde 399 orman yangını kaydedildi. Bu rakam, bir önceki yılın aynı döneminde 84 yangın olarak kayıtlara geçmişti. Bu yangınlarda 2 bin 548 hektar ormanlık alan zarar gördü.

Avrupa Birliği’nin Copernicus uydu izleme sistemi verilerine göre, 2024 yılının ilkbaharı, tüm zamanların en sıcak ilkbaharı olarak tarihe geçti. Türkiye’de de sıcak geçen kış ve ilkbaharın ardından haziran ayında birçok kentte hava sıcaklığı 40 dereceyi aştı, bazı şehirlerde rekor sıcaklıklar kaydedildi. Bu yüksek sıcaklıklar, orman altı bitki örtüsünün daha erken kurumasına neden olarak yangın riskini artırdı.

Boğaziçi Üniversitesi İklim Değişikliği ve Politikaları Uygulama ve Araştırma Merkezi Yönetim Kurulu Üyesi Prof. Dr. Murat Türkeş, iklim değişikliğinin etkileriyle birlikte yangın sezonunun uzadığını belirtti. Türkeş, Türkiye’de özellikle Çanakkale’den Adana’ya kadar uzanan bölgede yangın tehlikesinin yüksek olduğunu ve bu yıl haziran ayında temmuz ve ağustos sıcaklıklarının yaşandığını ifade etti.

Prof. Dr. Türkeş, giderek daha sıcak bir dünya ve değişen yağış rejimi ile birlikte Türkiye’nin daha büyük ve sık yangınlarla karşı karşıya kalacağını vurguladı. “Aşırı sıcaklarda ormanlar, makiler, tarım alanları ve meralar büyük yangınlara elverişli yakıt deposu haline geliyor,” diyen Türkeş, yangınlara karşı proaktif ve bütüncül bir yangın yönetimi döngüsüne geçilmesinin önemine işaret etti.

Basel Konvansiyonu OEWG-14: Mikroplastikler, kimyasal geri gönüşüm ve tekstil atıkları

Geçtiğimiz hafta İsviçre’nin Cenevre kentinde Basel Konvansiyonu‘nun 14. açık uçlu çalışma grubu toplantısı (OEWG-14) gerçekleştirildi.

Toplantıda Basel Konvansiyonu’nun metni üzerinde delegasyon heyetleri ile müzakere süreçleri yürütülürken yan etkinliklerde ise yeni dönemin sıcak konularından biri olan mikroplastikler, kimyasallar, gemi sökümü ve tekstil atıkları gibi konular konuşuldu.

Ben de bu yılki toplantıya gözlemci statüsünde katılarak hem ilgili noktalara dair görüşleri hem de yan etkinlikler üzerinden plastik atık ticareti ile ilgili mevcut durumu ve bunun anlamını konuşma fırsatı buldum.

Benim için oldukça anlamlı bir toplantıydı çünkü ilk defa müzakereleri yakından izleme şansı elde ettim. Böylelikle küresel gerilimlerin müzakereler esnasında nasıl kendini hissettirdiğini de görme fırsatı yakaladım.

COP17’ye hazırlık yapıldı

Öncelikle belirtmem gerekir ki bilimsel olarak her geçen gün rapor edilen yeni bulgular bu tür uluslararası enstrümanların da şekillenmesine yardımcı oluyor. Nitekim bu tür anlaşma metinlerinin belli periyotlarla bilimsel bilgiler eşliğinde güncellenmesi önemli.

Ayrıca bu güncelleme çalışmalarının Taraflar Toplantısı (COP) öncesi yapılması, metnin doğru bir şekilde yönlendirilmesi açısından daha da büyük önem arz ediyor. Nitekim Nisan 2025 yılında yapılacak olan Basel COP 17‘ye hazırlık amaçlı olarak düzenlenen OEWG-14 toplantısı oldukça ilgi çekiciydi diyebilirim.

Ukrayna: Rusya’nın işgal ettiği bölgelere içeriği belirsiz atıklar taşınıyor

Toplantının ikinci gününde ulusal raporlamalar yapılırken ortam Ukrayna temsilcisinin, Rusya tarafından işgal edilen bazı bölgelere (Donetsk bölgesinde üç ve Luhansk bölgesinde altı çöp depolama alanı) içeriği belirsiz atıkların yasa dışı olarak taşındığını ve döküldüğünü belirtmesi üzerine biraz gerildi.

Ukrayna’nın bu girişimine Avrupa Birliği (AB) ve Amerika Birleşik Devletleri (ABD) tarafından da destek verildi.

Bunun üzerine Rusya da Ukrayna’nın bu iddiasını ispatlayan dökümanları taraflarına sunması halinde konuyu araştıracaklarını söylemesi sahadaki kanlı çatışmaların müzakere masalarında nasıl vücut bulduğunu anlatması açısından önemliydi.

Tabii burada Rusya’nın AB ve ABD heyetine karşı “siyasi tartışmaları siyasi zeminde yapalım burası bunun yeri değil” diye çıkışması da ayrıca not edilmesi gereken bir durumdu.

Her ne kadar Ukrayna önemli bir iddiayı dile getirse de eş başkan Judith Torres toplantının formatı gereği bu beyanın toplantı raporuna dahil edilmeyeceğini ifade etti. Bunun üzerine de Ukrayna, kendi beyanını yansıtmayan hiçbir toplantı raporuna destek sunmayacağını belirtti. Yayınlanacak raporda bu durumun nasıl şekillendiğini anlayacağız.

Suudi Arabistan’dan kimyasal geri dönüşüm talebi

Bir başka tartışma da Suudi Arabistan temsilcisinin kimyasal geri dönüşüm denilen 100 yıllık meselenin yeni bir teknoloji olarak tanımlanıp metin içerisine konulmasını talep etmesiyle yaşandı diyebilirim. Bu talebe diğer petrodolar ülkelerinin destek verdiğini görmek aslında Plastik Anlaşması toplantılarında da zuhur eden “benzer düşünen ülkeler” grubunun nasıl oluştuğunu anlamamıza yardımcı oldu.

Suudilerin bu talebine, kimyasal geri dönüşümün atıkların değerlendirilmesinde hala prematüre bir yöntem olduğu ve hala birçok belirsizlik taşıdığına dayanarak Afrika Grubu ve Pasifik Ada Ülkeleri grubu da dahil olmak üzere birçok ülke tarafından karşı görüş bildirildi. Böylelikle kimler kimlerle beraber sorusuna da cevap buldum diyebilirim.

Türkiye’nin temsilci eksikliği büyük bir hayal kırıklığı

Toplantıda Türkiye heyeti olarak sadece iki kişinin bulunması, onlardan da birisinin zaten Cenevre’de yaşayan daimi temsilci olduğunu görmek benim için büyük bir hayal kırıklığı oldu diyebilirim. Tek bir kişiyle bu kadar kapsamlı bir anlaşmayı takip etmek konuyu hiç ama hiç önemsememekle eş anlamlı.

Öyle ki dünyanın en çok çöp gönderilen ilk üç ülkesinden birisiniz ve gelen çöplerin içeriğinin çoğunluğunun sorunlu olmasına rağmen bununla ilgili bir toplantıya oldukça düşük profille katılıyorsunuz. Gerçekten büyük bir hayal kırıklığı!

Öyle ki benim de düzenleyicilerinden olduğum iki yan etkinliğe davet ettiğimiz halde ve konu Türkiye’yi doğrudan ilgilendirmesine rağmen Türkiye heyetinin katılmaması tercih edilen düşük profilin bir yansımasıydı diyebilirim.

Basel Konvansiyonu’nun yetersizliği ve çözüm önerileri tartışıldı

Toplantı kapsamında üstlendiğimiz iki yan etkinliğin birinde, Basel Konvansiyonu’nun yetersizliğini ve plastik düzenlemesinin yürürlüğe girdiği 2021 yılından sonrasında, çöplerin sevkiyatında kayda değer bir azalmayı sağlayamamasını tartıştık ve nelerin yapılması gerektiğini konuşma fırsatı bulduk.

Konuşma esnasında Malezya Çevre Bakanlığı‘ndan katılan yetkili, Malezya’nın denetimler ve kendilerine yapılan bildirimler sonucu kaç konteyner kaçak çöp tespit etiklerine dair bazı rakamlar paylaştı. Rakamlar etkin mücadelenin ve önlemlerin çöp kaçakçılarının önlenmesine önemli bir katkı sağladığını ortaya koyuyordu.

Benzer sayıların Türkiye için ne durumda olduğunu belki asla bilemeyecek ya da öğrenemeyeceğiz. Çünkü bu konuda bakanlığın ve ilgililerin sadece çöp ithalatçıları ile diyalog içinde olup bir bakıma inisiyatifi onlara bırakmış olmaları gibi bir durum söz konusu.

Belki de bu tür tespitlerin üzeri örtülüyor bile olabilir. Neden mi? Sırf çöp endüstrisi zarar görmesin diye. Daha önce bunu gördüğümüz için bu inancımız maalesef baki kalıyor.

Ayrıca Plastik Anlaşması toplantılarına bilim insanları ve konuyu çalışanları değil plastik sektörünün lobi vakıflarından birinin başkanını delegasyon heyeti üyesi olarak götürme yaklaşımı, plastik ve çöpler konusunda Türkiye’nin pek de iyi bir karne sergilememesinin nedeni olarak sayılabilir.

Sömürgeci bir pratik olarak plastik çöp ticareti

Diğer yan etkinlikte ise yeni yayınlanan kitabımız üzerinden plastik çöp ticaretinin nasıl sömürgeci bir pratik olduğunu konuştuk. Bu kapsamda hem sahadan gözlemleri hem de plastik çöpün neden bir emtia muamelesi göremeyeceğini konuştuk. Ne yazık ki bu etkinliğe de Türkiye delegasyonu katılım sağlamadı.

Toplantı kapsamında AB delegasyonu tarafından düzenlenen bir yan etkinlik de vardı. Bu etkinlikte AB’nin yeni çöp sevkiyatı düzenlemesinin detaylarını dinleme fırsatı bulduk. Anlaşılan o ki AB bu işi çözme konusunda önemli bir irade sergiliyor ve işleyişi de kotarabilirlerse küresel çöp sevkiyatı meselesinin uzun vadede daha az sorun olmasını sağlayabilirler.

Ancak dediğimiz gibi, kâğıt üstünde var olan anlaşma metinlerinin realitede pek de karşılık bulamaması gibi bir gerçekliğimiz de yok değil. Bakalım zaman bize neyi gösterecek.

Atık yönetimi için alınacak çok yol var

Sonuç olarak Basel Konvansiyonu OEWG-14 toplantısı, çöp ve bunların küresel dolaşımı konularında alınacak daha çok yolumuz olduğunu bize gösterdi.

Çünkü konvansiyon henüz tekstil atıkları, mikroplastikler ve diğer kimyasallar konusunda net bir duruşa sahip değil. Bunların bir kısmı henüz anlaşma metninde bile yer almıyor. Bunun için daha fazla toplantıya ve tartışmaya ihtiyaç olduğu açık. Özellikle geri dönüşüm denilen şeyin bir çözüm değil aslında birçok sorunun da kaynağı olduğu birçok ülke tarafından kabul edilmiş vaziyette.

Kendisinden rant elde eden sermaye dışındaki çoğunluk, geri dönüşümün kimyasal bir kokteyl yaratmaktan başka bir işe yaramayan bir süreç olduğu noktasında hem fikir. Dolayısıyla bu da geri dönüşümü atık yönetiminin merkezinden çıkarmamız gerektiği gerçeğinin uygulanması konusunda bizi daha da zorluyor.

Ancak bunun ne zaman olacağını zaman gösterecek. Bunun da belirleyicisi tabii ki bilimsel gerçekler ve liyakatli heyetler olacak.