Ana Sayfa Blog Sayfa 750

Avrupa’nın uzun kışı

6 Eylül tarihinde Norveç merkezli enerji şirketi Equinor’un iki numaralı yöneticisi Helge Haugane, gelmekte olduğu herkesçe bilinen 2022 kışı enerji krizine büyük bir finansal risk de eklendiğini işaret ediyordu. Heuage’e göre Avrupalı enerji şirketlerinin kar marjlarını korumak için yaptıklarını finansal işlemler, doğal gaz fiyatlarındaki aşırı oynaklık nedeniyle beraberinde 1.5 trilyon avroluk bir likidite ihtiyacı doğurmuştu ve aracılık işlemi yapan bankalara ve bu işlemlere taraf olan enerji şirketlerine ihtiyaç şirketlerine acil destek verilmez ise ‘Avrupa’nın Lehman Anı’ patlak vermek üzereydi.

Kuzey Akım 1’in tamamen kapatılması Avrupa’yı ayazda bırakmakla kalmayacak, finansal sistemine de çok ağır bir hasar verecekti. Aşağıda bu yardım çağrısının altındaki nedenleri ve hükümetlerin yanıtlarını ve devam etmekte olan bu sürecin açığa çıkardığı durumu kısaca değerlendirmeye çalıştım:

  • Elektrik fiyatları tarihi zirvesinde ancak;

  • Doğal Gaz fiyatları ayak uyduramıyor:
Kaynak: Steno Signals Blog, Reuters, Bloomberg.

Ağustos ayında elektrik fiyatlarındaki artışa ayak uyduramayan doğal gaz fiyatlarındaki artış -ki doğal gaz fiyatları da tarihsel ortalamadan 6 kat fazla- 1.5 trilyon dolarlık riskin oluşmasındaki temel gerekçe olarak gösteriliyordu: Elektrik dağıtıcıları belirli bir vade için, doğal gaz ve karbon kontratı alıp elektrik kontratı satıyorlar ve ortaya kar marjları çıkıyor, buna da “clean spread” deniyor. Spot elektrik fiyatlarının European Power Exchange (EPEX SPOT) denen borsada aşırı yükselmesi kar marjlarını sabitlemek için yapılan vadeli elektrik satış sözleşmelerinin aşırı değer kaybetmesine yol açıyor ve ilgili firmaların ve aracı ve saklama kuruluşlarının manşetlere 1.5 trilyon dolar olarak yansıyan devasa kısa vadeli fon eksiğini(teminat tamamlama çağrısını) ortaya çıkarıyor.

Enerji krizi, görülmemiş enflasyon ile birlikte daralmaya neden olabilir

Yukardaki durum olağan dışı anlarda finansal piyasalarda oluşan anomalileri andırsa da henüz geçen ay yaşanan bu örnek, Avrupa’nın entegre enerji sistemlerindeki talep dalgalanmaları nedeniyle yaşanabilecek risklerin çarpıcı bir örneği oldu. Şayet AB ülkeleri politika yanıtlarında isabetsiz olurlarsa, 400 Megawat/Saat seviyelerinde seyreden mevcut elektrik fiyatlarının daha da yükselmesi AB genelindeki üretimde büyük aksamalara yol açacak ve zaten hali hazırda 6 kat artmış olan elektrik faturalarının hane halkı üzerindeki etkisinin siyasi yansımaları da kaçınılmaz olacaktır.

Bütün bu gelişmelerin son 40 yılın en yüksek enflasyonist ortamında ve Avrupa Merkez Bankası eylül ayında tarihinin en yüksek faiz artışını gerçekleştirmişken (%0.75) yaşandığını unutmayalım. Bu durum Küresel Finansal Kriz’den bu yana düşük faiz ve hızlı para alışkanlığıyla yaratılan, ekonomi için destekleyici parasal politikaların sonuna gelindiği anlamına geliyor. Avrupa’dan gelen öncü veriler son üç ayda daralmaya işaret ederken, ekonomik projeksiyonlar baz senaryolarda dahi %1’lik küçülmeyi öngörüyor. İzlenecek politikalarda hata payı yok denecek kadar az, zira 600 Euro MW/Saat’lik bir elektrik fiyatı AB ekonomilerini %8’lik tarihsel olarak görülmemiş enflasyon ile birlikte %5’lik daralmaya, dolayısıyla da AB’de tecrübe edilmeyen işsizlik krizine sürükleyebilir. Küresel talebin daraldığı bir ortamda ise değer kaybetmekte olan bir Avronun ihracat üzerinden ekonomiye katkısı çok sınırlı kalacaktır.

Avrupa ülkeleri bu krizi bertaraf etmek için şu ana kadar yaklaşık 314 Milyar Avroluk bir dizi tedbir paketi açıklarlarken, fosil yakıtlarla alakalı geri bırakılan pek çok projeyi de tekrar gündemlerine aldılar. Bu adımları bir sonraki yazıda ele alalım. Ezcümle, tarihin çok hızlandığı, enerji, insan hakları veya aklımıza gelen hemen her konuda önemsiz gözüken kazanımların dahi savunulmaya ihtiyaç olduğu bir dönemden geçildiğini görmek zor değil.

 

[Bir şarkının hikayesi] Perfect/ Ed Sheeran

Genç yaşına rağmen “Tüm zamanların en çok albüm satan müzisyenleri” listesindeki yerini alan Ed Sheeran (Edward Christopher Sheeran) henüz 11 yaşında iken şarkı yazmaya başlamıştı. Kendi albümlerini “19 “,”21”,”25” gibi yaşını gösteren rakamlarla isimlendiren meslektaşı Adele gibi, Sheeran da  albümlerini isimlendirirken ilginç bir yöntem seçmiş ve  matematikteki dört işlemin sembollerini kullanmıştı. 2011 yılında yayınlanan ve  + ( plus) adını verdiği ilk albümünde “The A Team” adındaki ilk hit şarkısı bulunuyordu.

Sanatçının X (multiply ) adını verdiği ikinci albümü 2015 yılında yayınlandı ve  albüm 2015 Brit Awards tarafından yılın en iyi albümü seçilirken, içindeki şarkılardan single olarak yayınlanan “Thinking Out Loud”, “Yılın Şarkısı” ve “En iyi Solo Perfomans” dallarında 2016 Grammy ödüllerine layık görüldü.

2015 yılında tur için New York’ta bulunduğu sırada ortak bir arkadaşlarının verdiği partide çocukluk arkadaşı Cherry Seaborn ile karşılaştılar. Kolej yıllarındaki arkadaşlıkları pek romantik değildi ve Ed Sheeran yıllar sonra bir söyleşide “O günlerde ilişkimiz olsaydı herhalde felaket olurdu” demişti. Seaborn’un üniversite okumak için Amerika’ya gitmesi ve  Sheeran’ın müzik kariyeri için Londra‘ya  taşınması ile ayrılan yolları, bu kez New York’ta bir kez daha kesişti.

Ed Sheeran ve Cherry Seaborn.

Tekrar karşılaşmalarından sonra ilk resmi buluşmalarından biri, Sheeran’ın yakın arkadaşı Taylor Swift’in evindeki geleneksel 4 Temmuz partisinde oldu. Mesajlaştıktan sonra ev sahibesinden izin alarak partiye Cherry’yi davet eden Sheeran, beraberliklerini bir anlamda çevresine de duyurmuş oluyordu.

Genç şarkıcı, 2017’de üçüncü albümü  ÷ (divide) için beste çalışmalarına başlamıştı ve o günlerden birinde, müzisyen arkadaşı James Blunt’un İbiza’daki evinde bir partiye davet edilmişti. Partide “house music” çalıyordu ve bu müziği hiç sevmiyordu. Davetlilerin şaşkın bakışları arasında, sabahın 6’sında rap şarkıcısı Future’ın “March Madness” adlı şarkısını çalmaya ve çimlerin üstünde çıplak ayakla dans etmeye başladılar. Yaşadıkları o özel anlar, yeni şarkısına ilham kaynağı olacak ve “Barfoot on the grass, dancing to our favorite song” sözleriyle nakarattaki yerini alacaktı.

Cherry için daha güzeli…

Sheeran aklındaki müziği notalara dökmek için hemen bir günlüğüne stüdyo kiralamıştı. Kariyerinin en iyi aşk şarkısını yazmak istiyordu. “Thinking Out Loud” dan daha iyi bir şarkı yazmalıydı çünkü 50 yıl sonra kendisini hatırladıklarında, sadece bu şarkı ile anılmak istemiyordu. Hem o şarkıyı bir önceki sevgilisi Athina Andrelos için yazmıştı ve Cherry için yazdığı şarkı bundan iyi olmalıydı.

 

Sanatçı, şarkıyı aynı gün bitirdi ve kaydettikten sonra o günlerde hala New York’ta olan Cherry Seaborn’a  gönderdi. Dinlediğinde yüzündeki ifadeyi görememişti ama herhalde beğenmiştir diye düşünmüştü.

Şarkının  videosunun senaryosunu da Ed Sheeran yazmış ve aktris Zoey Deutch ile baş rolü paylaşmıştı. Arkadaşlarıyla gittikleri kayak gezisinde karaoke yapan, sonrasında bir dağ evinde baş başa kalıp pizza yiyen ve karlarda dans ederek romantik anlar yaşayan bir çifti canlandırmışlardı.

“Perfect” , “Shape of You” ve “Castle on The Hill” ile beraber, ÷ (divide) albümünde yayınlandı. Albüm, 2017’de İngiltere’de yılın en çok satan albümü olurken, Amerika, Avustralya ve İngiltere’de liste başı, videodaki kar görüntüleri sayesinde de İngiltere’de “Yılın Christmas şarkısı” oldu.

Ed Sheeran “Perfect”’in, ilk hiti “Thinking Out Loud”un önüne geçmesi için elinden geleni  yapmıştı. Ardı ardına iki ünlü şarkıcı Beyoncé ve Andrea Bocelli ile yaptığı düetler aralık ayında listeleri  tekrar ziyaret etti.

Beyoncé ile yaptığı “Perfect Duet”, Eylül 2017’de kaydedilmişti ve stüdyoda ikilinin dışında sadece ses mühendisi vardı. Dört saat süren çalışma sonucunda kayıt tek seferde alınmıştı. Beyoncé , 2008’deki hiti “Single Ladies”den sonra “Perfect Duet” ile bir kez daha Amerika’da liste başı oldu.

 

Ed Sheeran ve  Cherry Seaborn  çifti gene Taylor Swift’in bir partisinde ilişkilerinin birinci yıldönümlerini  kutladı ve 2018 yılında 40 kişinin katıldığı sade bir törenle evlendiler. 2020’de doğan ilk kızlarının adını Lyra Antarctica koydular. Ed Sheeran, karısının  tanıdığı tek Cherry olduğunu ve kızlarının da isminin tek ve benzersiz olması için 2019’da ziyaret edip hayran kaldıkları Antarctica’nın ismini verdiklerini söylemişti.

Kaynakça

  • Eames T., The Story of ‘Perfect’ by Ed Sheeran, 31.08.2022,
  • Booth J., Who Is Ed Sheeran’s Wife? All About Cherry Seaborn, 20 May 2022
  • Songfacts, Perfect
  • Wikipedia, Ed Sheeran, Perfect.

[Çocuklar için Yeşil Kitaplar] Nereye aitsin? Uzak bir diyardan eskizler

 “Her şey, elinde bavul taşıyan yalnız bir adamın zihnimde canlanan hayal meyal görüntüsüyle başladı diyebilirim.”

Shaun Tan’ın kültleşmiş grafik romanı Uzak; sözsüz, bir dizi resimden oluşan bir göçmen hikâyesiydi. Uzak Bir Diyardan Eskizler ise, Uzak’ın perde arkasını, ardındaki sanatsal ve düşünsel süreci aydınlatıyor.

Temel sorular

 “…yerinden olmuşluk; yaşı, geçmiş deneyimleri veya ulusu fark etmeksizin her insanın yaşamında temel soruların sorulmasına neden olur. Dolayısıyla kim olduğumuz, nereden geldiğimiz ve çevremizdeki dünyayla nasıl ilişki kurduğumuz sorulur. Uzak, bu temel sorularla epey ilişkili bir çalışma olduğunu kanıtladı. Böylece biçeme ya da sunuma ilişkin herhangi bir kaygıdan öte, bu projenin birçok göçmen öyküsünden damıtılmış, dikkatle araştırılmış görsel bir deneme olacağına karar verdim.”

Uzak Bir Bir Diyardan Eskizler’de göçmenlik deneyiminin barındırdığı temel meseleler ile sanatsal üretimin temel aşamaları bir araya geliyor ve eserin alt başlıkları olarak karşımıza çıkıyor: Aidiyet, yolculuklar, kent, dil, eşlikçi hayvan ve mekânlar ile araştırma, modeller ve nihai çizimler.

Gerçek ve bireysel tanıklıklardan hayalî ve evrensel bir anlatıya doğru

Uzak, topyekûn hayalî karakterlerden, garip hayvanlardan, yüzen nesnelerden ve anlaşılmaz dillerden oluşan bir anlatı gibi gözükse de Uzak Bir Diyardan Eskizler’de görüyoruz ki Uzak’ı oluşturan yapı taşları arasında New York’taki Ellis Adası Müzesi’nin arşivinde yer alan göçmen portreleri, sanattaki göç tarihi örneklerinden Tom Robert’in “Güneye Geliş”i, Francisco Goya’nın batıl inançları ve ön yargıyı eleştiren Los Caprichos gravür serisi de yer alıyor.

Uzak Bir Diyardan Eskizler bu sanat eserleri ile çeşitli göçmen hikâyelerinin tanıklığını yapan gerçek fotoğraf, belge ve mekânları tekrar görünür kılıyor. Yalnızca bunlar değil, makûs talihleri, sırf nihai ürün olmadıkları için sanat eseri olarak değil de eskiz, karalama ya da deneme adı altında kıyıda köşede kalmak olan bir çok çalışma da Uzak Bir Diyardan Eskizler aracılığıyla görünürlük kazanıyor.

Künye

Kitap Adı: Uzak Bir Diyardan Eskizler
Yazar: Shaun Tan
Çevirmen: Damla Kellecioğlu
Yayınevi: Desen Yayınları

 

Aşk ve ereksiyon ‘aşk’ı

Güney Afrikalı felsefe profesörü David Benatar en ünlü eseri olan “Keşke Hiç Olmasaydık: Var Olmanın Kötülüğü” adlı kitabında, “Hiçbir zaman sevmeyen insan, sevmeden yaşar ve dolayısıyla sevmekten mahrum kalır. Bu, benim görüşüme göre kötüdür” der.

İnsanlık tarihinden söz edilirken kimi kırılma noktalarından söz edilir: Tekerlek, barut ve kâğıdın icadı ya da ateş, toprak ve suyun belli bir amaç için kullanılması… gibi; – çiğ ve pişmiş de çok önemli bir ayrım noktasıdır.

Ama nedense herhangi bir çıkar gözetmeksizin bir diğerini sevmenin çok önemli bir ayrım noktası oluşturduğundan pek söz edilmez. Hele üreme amaçlı çiftleşme ile leke bırakmayan severek dokunma arasındaki farktan hemen hiç söz edilmez.

Oysa bu fark tüm insanlık tarihini yeniden okumamızı gerektirecek bir potansiyele sahiptir. Bu potansiyeli dikkate almadığımızda sevgisizlik, dolayısıyla kötülük devreye girecek, toplumsal ilişkilerin merkezine oturacak ve bizi ele geçirecektir.

Evet, kötülük çok yakınımızda olduğu için hem kolay ve kitleseldir hem de en etkin örgütleyicidir.

Bir başka tuhaflık da şudur: Binlerce yıldır kitaplar, filmler, şarkılar, şiirler, sohbetler sürekli ama sürekli olarak “aşk”tan söz etmektedir. İnsanlık tarihinin herhalde üzerinde en çok konuşulan konusudur aşk.

Peki, bu denli çok konuşulması varlığına mı yoksa yokluğuna mı işaret eder?

Bu ve benzeri sorulara cevap vermek kaygısıyla kaleme aldığım kitap şu dizelerle başlıyor:

“Ey son taksitlerini yatıranların kentindeki okuyucu!
Her yakın zulmün küçük hisseli uzak ortağı”

Ece Ayhan, David Benatar’ı ya da David Benatar, Ece Ayhan’ı yankılamış gibidir.

Böylesine çok konuşulan bir temayı görünür kılmak için yaşandığı mekân olan “ev” üzerinden söz almak istedim. Öyle ya, gökdelenle tek katlı bir köy evi, toplu konut mahalleleriyle bir sahil evi ya da çatı katıyla bodrumda yaşamak arasındaki fark “aşk”ta nasıl biçimlenir? Mekân tasarımlarındaki her fark esin verdiği her kişide aynı biçimde mi cisimleşir?

Yanı sıra “Aşk salt genç ve diri bedenlere mi özgüdür? Pörsümüş penisin ve kurumuş vajinanın aşk hakkı yok mudur?” soruları da yan izlekler olarak kitapta yer aldı.

Kitap kendi sakin yolculuğunu sürdürürken Selahattin Demirtaş devreye girdi. Cezaevinde yazdığı kitapları yüz binler satan, bu toprakların en etkili muhalif siyasi aktörü kitap hakkında bir yazı kaleme aldı: “Âşık olmayana, aşkı bilmeyene oy yok!” dedi.

İlk kez etkili bir muhalif siyasi aktör “aşk” üzerine söz alıyor, siyasetin sevgisiz boyutuna dikkat çekiyor, üstelik “âşık olmayana oy vermeyin” çağrısı yapıyordu.

Bu sıra dışı çağrının nasıl yankılandığını, David Benatar’ın Ece Ayhan’a, Ece Ayhan’ın David Benatar’a verdiği esin gibi bir çoğalmaya uğrayıp uğramadığını ise önümüzdeki yıllarda göreceğiz.

Bakalım!

Çünkü, “Kişi edindiği aşk kapasitesi kadardır!”[1][2]

*

[1] OT dergisinin 114. sayısında yayımlandı. Seçim yaklaşır, ittifaklar kurulurken burada da yayımlanmasında bir sakınca görmüyorum. Hatta artık sevgisiz siyasetin bir “kötülük örgütlenmesi” olduğundan daha çok söz edilmesi gerektiğini düşünüyorum. Umarım anlamlı bir tartışmanın başlamasına da aracılık etmiş olurum.
[2]  Faruk, Ö., Aşk ve Ereksiyon “Aşk”ı, Yeni İnsan Yayınevi, 2022     

[Cadı Kazanı] Görmezden gelinen ‘terör’: Kadın cinayetleri

Türk Dil Kurumu güncel sözlüğüne bakarsanız “terör” kelimesinin anlamı “yıldırı” olarak geçer. Terörist ise “yıldırıcı” demek. Batı kökenli bu kelime Fransızca’dan dilimize geçmiş, anlamı da yıldırma, cana kıyma ve malı yakıp yıkma, korkutma…

Sadece sözlük anlamıyla bile kadın cinayetlerinin  bir ‘terör’, bu cinayeti işleyenlerin ise “terörist” olarak anılmamasının temelinde, kadın hayatının “değersizleştirilmesi” ve “hak etme” kavramı yatar. Bu hak etme kavramı bir de dini yobazlıkla şekillenince akan suların durduğu  gibi kendini Müslüman olarak tanımlayan kadın ve erkeklerin dudakları da durur.

İran’da saçlarını özgürce savurmak isteyen kadınlara kesilen ölüm fetvaları için susan Müslüman dudaklar gibi…

Ağustos 2022 erkek terörü sonucu: 38 kadın cinayeti

Ülkenin bölünmez bütünlüğüne yapılan saldırıyı terör olarak nitelendirirken, kadın bedeninin bölünmez bütünlüğüne yapılan saldırıyı, üstelik bir ülkenin varlığının teminatı olan insan nüfusunun %51 i kadınken, terör olarak görmemek aymazlığın nalıncı keseridir. Hele de bir ülkenin var olması, bir vatandan söz etmek, tamamen kadınlara bağlıysa, yani kadınlar bir gün doğurmayacağız derlerse ne bir  vatan ne de  bir ülke kalmayacağını bildiğimiz halde.

Ağustos 2022 de terör sonucu dokuz canımız şehit oldu, erkek terörü sonucu yitirdiğimiz kadın sayısı ise 38…Terörün her türlüsünde olduğu gibi her iki ölüm de korkunç ve sayılarla ifade edilemeyecek kadar acı ve  affedilemez. Her şehidimizde olduğu gibi her öldürülen kadın da arkasında acılı bir aile bırakıyor ve ne yazık ki  şehitlerimiz için söylenen en hamasi söz “kanı yerde kalmayacak” kadınlar için geçerli değil. Çoğu erkek terörist ödüllendirilir gibi  ceza indirimi alıyor.

İçişleri Bakan Yardımcısı ve bakanlık sözcüsü  İsmail Çataklı 3 Eylülde yaptığı açıklamada “PKK ile mücadele edecek ve onu yenecek gücümüz var” demiş,.. Ne güzel, demek ki istenirse mücadele edilebiliyor. O zaman şu soruyu sormak gerekir: “T.C İçişleri Bakanlığı’nın erkek terörüyle mücadele edecek ve onu yenecek gücü yok mu?”

65+ Yaşlı Hakları Derneği’nden Dünya Yaşlılar Günü’nde belediyelere çağrı

Birleşmiş Milletler, yaşlılara hak ettikleri değerin ve saygının gösterilmesi amacıyla 1990 yılında 1 Ekim tarihini “Dünya Yaşlılar Günü” olarak ilan etti.

Son yarım yüzyıldır yaşanan demografik dönüşümle tüm dünyada ömürler uzadı, nüfus yaşlandı. Önümüzdeki otuz yıl içinde, dünya çapındaki yaşlı insan sayısının iki katından fazla olacağı ve 2050’de 1,5 milyardan fazla kişiye ulaşacağı tahmin ediliyor.

Türkiye’de yerleşim birimlerinin yarısı, yaşlı nüfus eşiği kabul edilen yüzde 14’lük oranı geçmiş durumda.

65+ Yaşlı Hakları Derneği Başkanı Prof. Dr. Rümeyza Kazancıoğlu, şu bilgileri paylaştı:

“Türkiye yüzde 9,74’lük oranıyla halen birçok ülkeden daha düşük bir yaşlı nüfusa sahip olsa da dünyada yaşlı nüfus eşiği kabul edilen yüzde 14’lük orana önümüzdeki 15 yıl içinde ulaşması bekleniyor. Önümüzdeki 50 yıl içinde ise ülkemizde her 4 kişiden biri 65 yaş üstü olacak.

Japonya, Güney Kore ve Singapur gibi Türkiye de nüfus yaşlanmasının baş döndürücü bir hızda gerçekleşeceği ülkelerden biri. Üstelik ülkemizde nüfus yaşlanması homojen değil; yerleşim birimlerinin yarısı yüzde 14’lük eşiği geçmiş durumda.”

Bu demografik depremin toplumun geneli ve tüm bireyler için yarattığı fırsatlara ve tehditlere doğru tepkileri verebilmek, artan yaşlı nüfusumuzun ihtiyaçlarına sürdürülebilir çözümler sunmak için hızla yol almalıyız.

Belediyeler birincil hizmet noktası

Derneğin, TBMM‘nin Yaşlılık Sorunları Meclis Araştırma Komisyonu‘nda görüş ve önerilerini sunduğunu belirten Kazancıoğlu,  12’inci Kalkınma Planı çalışmaları çerçevesinde Aktif Yaşlanma Özel İhtisas Komisyonu kurulmuş olmasını memnuniyetle karşıladıklarını dile getirdi.

Kurulduğundan bu yana yerel yönetimlerle çalışmalar gerçekleştiren 65+ Yaşlı Hakları Derneği, 2018 yılından beri de “Yerel Yönetimler Yaşlı Hizmetleri Çalışma Grubu” kapsamında Türkiye’nin farklı bölgelerinde yaşlı hizmetleri yürüten, örnek teşkil eden ve hizmetlerini geliştirmek isteyen 28 belediyenin temsilcileriyle düzenli olarak bir araya geliyor.

Prof. Dr. Kazancıoğlu, belediyelerin her toplum kesimi için olduğu gibi, 65+ bireyler için de birincil hizmet noktası olduğunu söyledi:

” Hizmetiçi eğitimleri desteklemek amacıyla yaşlılara ev ziyaretlerine eşlik etmekten yardımlı yaşam merkezlerindeki personel ve katılımcı eğitimlerine, dijital okuryazarlık eğitimlerinden yaşlı dostu mekan planlama çalışmalarına ve sağlıklı yaşam seminerlerine; geniş bir yelpazede İstanbul’da başlayan işbirliklerimiz ve faaliyetlerimiz pandemi sürecinde İstanbul dışından belediyelerin de katılımı ile Türkiye sathına yayıldı.”

Yaşlı hizmetlerini muhtaçlık ve hayır işi gibi değil, hak temelli ele alan bir ağ hayali

Dernek,  Dünya Sağlık Örgütü’nün 2006’dan bu yana yaygınlaştırmaya çalıştığı “Yaşlı Dostu Kent Ağı” kavramını hayata geçirecek bir “Yaşlı Dostu Kentler Birliği” kurulmasında kolaylaştırıcı rolünü ilçe belediyeleri arasında sürdürmek üzere harekete geçti.

Proje kapsamında yaşlılık politikaları ve hizmetleri geliştirme konusunda istekli ya da farklı tecrübelere sahip belediyelere kentsel politikalar konusunda uzman desteği, hizmetiçi eğitim desteği, yaşlı hukuku alanında mevzuat ve hukuki destek sunulması ve tecrübe paylaşımı hedefleniyor.

“Türkiye’nin bugüne kadarki yaşlılık çalışmaları performansını tüm yönleriyle analiz edebilen, yaşlılık hizmetlerini sadece muhtaçlık ve hayır işi düzeyinde değil hak temelli ele alan, yerel dinamikleri ve bölgeler arası eşitsizlikleri de hesaba katan bütüncül bir yaşlı dostu ulusal ağ tahayyül ediyoruz. Belediyelerimizi bu birliği oluşturmaya davet ediyoruz,” diyen Prof. Dr. Kazancıoğlu şöyle devam etti:

“Türkiye gibi hızla yaşlanan bir ülkede yaşlanma kavramını tüm kalıp yargılardan uzak, doğru bir şekilde anlatmayı, yerel yönetimlerin yaşlanmaya yönelik özelleştirilmiş politika ve hizmetler sürdürmesini teşvik etmeyi, politika ve hizmetleri projenin belirlediği prensip ve standartlara uygun yerine getirme taahhüdünde bulunan ve yerine getiren yerel yönetimlerin katkısını görünür kılmayı amaçlıyoruz.”

Temel prensipler: Yaşam döngüsü değişimleri, sorunun değil uyumun konusudur

Yaşlı hakları dünyada tartışılsa da kadın, çocuk, engelli hakları gibi konsensusun sağlandığı bir uluslararası sözleşmesi halen bulunmuyor. Bununla birlikte yaşlılık alanında yaşanan sorunlara değinen birçok uluslararası deklarasyon mevcut.

Projenin temel prensipleri, bu uluslararası deklarasyonlardan ilham alınarak ve Türkiye’nin yaşadığı deneyimi kapsayıcı bir bakış açısıyla geliştiriliyor. Prensipler üzerinde yerel yönetimlerden uzmanların katılacağı bir çalıştayla ortaklaşılması hedefleniyor.

  • •Yaşlılar, kendilerini ilgilendiren her türlü kamusal kararın birincil özneleridir. Yaşlıları karar süreçlerine dahil etmeyen yaklaşımların ortadan kaldırılması en önemli amaç olmalıdır.
  • Tüm hizmet ve politikalarda eşitsizliğin giderilmesi prensibiyle yaklaşılmalı, her adım muhakkak eşitsizlikleri azaltan yönde atılmalıdır.

Yaşlılık yaşamın doğal bir evresidir.

Yaşlanmak ise ulaşılan bir nokta değil yaşamın devam ettiği her gün herkes için gerçekleşen doğal bir süreçtir. Yaşlılık döneminde yaşam döngüsü perspektifi ile oluşan değişimlerin her biri illa ki bir sorunun değil çoğunlukla uyumun konusudur.

  • Yaşlılara yönelik birçok alanda yaşanan, şiddet, ihmal, istismar ve sömürü için etkin bir mücadele ortaya konulmalı, bu alanda çalışan profesyonellere gerekli hizmetiçi eğitimler verilmelidir. Yoksul yaşlıların ve yoksul yaşlı kadınların kamusal alanda görünürlüğü sağlanmalı, hakları ve maruz kaldıkları ayrımcılık ayrı bir gündemle ele alınmalıdır.
  • En küçük yaşam birimi olan ev ve yardımlı yaşam tesisi içi ve konumundan başlayarak tüm kamusal alanların, halka açık alanların yaşlılar için engel eşiğinin mümkün olan en az seviyeye indirilmesi için sürekli iyileştirmeler yapılmalıdır.
  • Kent bütününde ister ev, ister büyük ölçekli kurumsal yapı olsun yaşanan birim, rampa, kaldırım, sokak, cadde, meydan ilişkisi eşiksiz ve akışkan kurulmalı, yaşlı bireyin kentle beraberliği ve sosyal etkileşimi dikkate alınmalıdır. Kent bütününde yeni inşa edilecek konutlar yaşlıların barınma hakkını dikkate alarak, yaşlı uyumlu olarak tasarlanmalı, örneğin toplu konut ve bina bloklarında kolay ulaşılabilir zemin, düz ayak kat ve birimlerin yaşlı öncelikli daireler olması gibi koşullar getirilmelidir.
  • Park, bahçe, su kenarı, meydan, kamu binaları, ibadethaneler gibi gündelik yaşamda yaşlıların sıklıkla kullandıkları alanların yeniden gözden geçirilerek engel eşiğinin düşürülmesi gerekmektedir.

Yaşlıları ayrıştıran, sadece onlara özel yapılan faaliyetler yerine fırsat eşitliğini yaşlılar açısından gözeten herkese açık faaliyetler düzenlenmelidir.

  • Mahalle ve semt ölçeğinde örneğin çınar ağacı ya da çeşme gibi tanımlayıcı simgeler ve kent belleğinde yeri olan tarihi veya aktüel yapılar korunmalıdır.
  • Ortaya çıkan kuşaklararası dijital uçurumun kapanması için gerekli çalışmalar yapılmalıdır.
  • Yaşam boyu eğitim, gelişim prensibiyle çalışan politika ve hizmetler her yaş grubunu kapsamalıdır. Bu hizmet ve politikalar, kalıcı, erişilebilir ve yaşlıların ihtiyaç ve beklentilerini karşılayabilir nitelikte olmalıdır.

65+ Akademi‘nin ücretsiz eğitimlerine buradan ulaşabilirsiniz.

 

Zil çoktan çaldı: Müfredata giren çevre ve iklim dersi etkili olacak mı?

Gezegenimiz, iklim krizi kaynaklı aşırı hava olayları, kuraklık ve bunların ağır yan etkileriyle yüzleşirken Türkiye’de “çevre eğitimi ve iklim değişikliği” dersi 2022 – 23 eğitim öğretim yılı itibariyle ortaokul 6, 7 veya 8’inci sınıflarda, haftada iki ders saati olmak üzere toplam 72 saat, seçmeli olarak müfredata girdi.

Milli Eğitim Bakanlığı’na (MEB) bağlı ilkokul ve ortaokullarda uygulanan “çevre eğitimi” dersinin adı, Paris İklim Anlaşması kararları, MEB’in Stratejik Planı, çeşitli kuruluşların eylem planları ve şura kararları dikkate alınarak “çevre eğitimi ve iklim değişikliği” olarak değiştirilmiş, Nisan ayında müfredat Talim Terbiye Kurulu tarafından onaylanmıştı.

Ders müfredatında  “insan ve doğa”, “döngüsel doğa”, “çevre sorunları”, “küresel iklim değişikliği”, “iklim değişikliği ve Türkiye”, “sürdürülebilir kalkınma ve çevre dostu teknolojiler” olmak üzere altı ünite var.

Açık kaynaklardan paylaşılmayan öğretim programı , konulan dersin yeterliliğini ve çocuklara bu eğitimin nasıl verilmesi gerektiğini Eğitim Reformu Girişimi (ERG) Eğitim Gözlemevi Koordinatörü Burcu Meltem Arık ile konuştuk.

Arık, dersin seçmeli olarak konmasının birçok öğrencinin erişemeyeceği anlamına geldiğini vurgularken atılan bu adımı özetle ‘olumlu ama yetersiz‘ olarak değerlendiriyor.

Önemli konuların ‘yüzeysel geçilme’ riski var

– ‘İklim değişikliği’ adını taşıyan bir ders ilk kez bu dönemde okutuluyor. Hazırlanan ve onaylanan öğretim programını değerlendiriğinizde, ne düşündünüz?

Konulan bu ders aslında 2000’lerin başından beri MEB ve Çevre Bakanlığı‘nın işbirliği protokolü kapsamında geliştirdiği seçmeli ‘çevre eğitimi’ dersinin kapsamının genişletilmiş hali gibi görünüyor.

Önceki çevre eğitimi dersinin seçimi azdı. Bu yıl kaç kişi aldı, kaç öğretmen, kaç okul veriyor, bunları bilmiyoruz. Seçmeli derslerin verileri ancak Bakanlığa sorulduğunda öğreniliyor.

Ekoloji ve eğitim alanında uzmanlarla müfredatı değerlendirdiğimizde, genel olarak böyle bir çabanın olumlu olduğunu ama metnin çok ‘yoğun’ olduğunu, yani kritik konuların ‘yüzeysel geçilme’ riski olduğunu tartıştık.

Bunun nedeni, öğrenim programlarının sonunda öğrencinin neleri öğrendiğini belirten ‘kazanımlar’ın çok fazla sayıda olması. Bunları yetiştirebilmek için öğretmen, hızlı hızlı geçmek zorunda.

Ayrıca, derinlemesine tartışma gereken konular çok ve bunlara pek alan yokmuş gibi görülüyor. Uygulamasını görmek için bu yılın sonunu beklememiz veya ara dönemde öğretmenlerden geri bildirim almamız gerekiyor.

elektrik zamları, İklim Adaleti Koalisyonu

Başka derste kömürün ‘önemli bir enerji kaynağı’ olduğu öğretilebiliyor, kirletici olduğu nasıl anlatılacak?

“Öğretim programında derinlemesine tartışmalar için alanın eksik olmasının yanı sıra, ‘çatışmalı konuların‘ nasıl işleneceğine dair de bir boşluk var.

Kastettiğim şu: Bu dersin programına göre kömürlü termik santraller iklim krizinde bir etken. Ama mesela Sosyal Bilgiler dersinde kömür, önemli bir yatırım ve Türkiye’nin kalkınma planının önemli bir parçası olarak ele alınabiliyor.

Bunlara bakılması gerekecek. Şu an yalnızca elimizdeki mevcut program üzerinden değerlendirme yapabiliriz.”

İklime dair krizler, tüm derslere girmek zorunda

– Siz çocuklarla, eğitimi doğrudan doğada verdiğiniz atölyeler de gerçekleştiriyorsunuz. Bu dersin öğretim programına bu gözle bakarak nasıl yorumluyorsunuz?

“Dersin maalesef böyle bir planı yok. Benim görüşüm, iklim ve biyolojik çeşitlilik krizlerinin tüm derslere girmek zorunda olduğu. Çocukları, gençleri ve öğretmenleri bugüne ve geleceğe hazırlaması gerekiyor. Çünkü Türkiye bu krizlerin getirdiği pek çok meseleyle yüz yüze, en ciddi etkilenen bölgelerden biri.

Ama bunun bilgisi eğitim sisteminde çok sınırlı. Buna hazırlık, buna yönelik çözümler de sınırlı, dağınık dağınık duruyor.

Bu zaten seçmeli dersle olabilecek bir şey değil. Kesinlikle önemli bir adım, ‘iklim’in geçirilmesi müthiş bir çaba. Bunun seçmeli ders olarak kalmayıp bütün eğitim ve öğrenim programına yayılması yönünde çocukların, ebeveynler ve öğretmenlerin bir talep geliştirmesi gerekiyor.”

Öğretmenlere daha yoğun eğitim verilmeliydi

“Geçen sene dersin taslağı öğretmenlerle denendi sanıyorum, şimdi de açabilen okullarda açıldı.

Bildiğimiz kadaıryla bunları uygulamak isteyen öğretmenlere, Öğretmen Bilişim Ağı (ÖBA) üzerinden altı saatlik online bir eğitim verildi. Açık kaynaklarda buna kaç öğretmenin katıldığı bilgisi yer almıyor.

Öğretmenlerle daha uzun, daha yoğun bir eğitimle yapılmalıydı bu. Online olması bir yana, karşılıklı tartışmanın da yapılacağı bir eğitim olabilirdi. Ama bu bir başlangıç. ”

Tüm programlarını ‘iklim’e göre yenileyen özel okullar var: Devlette ise birçok çocuk bu dersi alamayacak

“Seçmeli dersler Türkiye’de zaten talep edilmiyor, hele ki çevre ve iklim oldukça sınırlı. Bazı okullarda zaten seçmeli dersler, okulun kendi altyapısına göre, öğretmen durumuna göre baştan belirleniyor ve öğrencilere yalnızca bu seçenekler sunuluyor. Yani öğretmen ya da okul dersi açmayınca bunlar öğrencilerin zaten erişemediği derslere dönüşüyor.

Örneğin bazı özel okullar, müfredatlarını buna göre düzenlediler ve her konuda ‘iklimi’ de ele almaya başladılar. Ama bunlar özel okul.

Tüm çocukların, özellikle de dezavantajlı toplulukların buna erişmesi lazım. Ayrıcalık şu an özel okullarda.

Bunu devlet okullarında okuyanlar dahil tüm  çocuklara yayabilmek için tek bir seçmeli ders yeterli değil.

Müfredata girmiş olması önemli, ancak etkili olacağı anlamına gelmeyebilir

“2004’ten beri çevre kazanımlarının öğrenim programında giderek daha fazla yer verildiğini görüyoruz. Ancak giriyor olması, etkili olduğu anlamına gelmeyebiliyor.

Bence etkili olması, asıl, öğretmene bakıyor. Program kötü olsa bile bazen öğretmen, elindekini muazzam bir öğretiye dönüştürmeyi başarıyor.

Kağıt üstündekini bambaşka kazanımlara dönüştürerenler, öğretmenlerdir. Bu nedenle onlara dah çok alan açılması, desteklenmeleri son derece önemli.

Program şu an ideal bir yerde değil, kaldı ki zaten seçmeli. Ben eminim, öğretmenler arasında, bu yoğun müfredatta dahi çok etkili çözümler üreten öğretmenler vardır, olacaktır da.

Örneğin ÖBA’da verilen eğitimi kaç kişi, hangi öğretmenler aldı, alanların kaçı dersi açtı? Eğitim materyalleri nasıl? O materyalleri kim yazdı, nasıl yazdı? Öğretmenlerin derste ne kullanacağına dair henüz bir bilgimiz yok.

Şunu da eklemek gerekir ki, bu konularda vaka üzerinden, saha çalışmaları üzerinden öğrenmek daha etkili olur. O yüzden saha lazım. Bu ders kapsamında öğrenciler bir ‘proje’ de üretiyor. Ama sınıf içinde, kağıt üzerinde kalmasa, süresi de artsa etkisi artabilir.

Yaşamdan kopuk bir öğretim programı eleştirileri var

-Birkaç kuşaktır çoğumuz, çevreye dair ‘güzel öğütler’ verilen dersler almış olsak da bunu içşelleştirmiş değiliz. Bu çocuklar da derste bunları öğrendikten sonra kendi ebeveyninin yer çöp attığını da görüyor, haberlerde kömürlü termik santralin övüldüğünü de… İçselleştirilecek, bütünsel bir öğrenim nasıl verilebilir?

“Gerçek yaşama uzak eğitim programlarının zaten temel sorunu bu. Sadece iklim değil her alan için söyleyebiliriz.

Yaşamdan kopuk bir sistemin hakim olduğu uzmanlar tarafından sıklıkla belirtiliyor. Bunun için de öğretmenler, fazladan çaba göstermeye çalışıyorlar. Elinde olanla çocuklar için etkili olacak programlar geliştirmeye çabalıyorlar. Ben de bu yüzden öğretmenlerin bu öğretim programıyla şu an neler yaptığını, nelere ihtiyaç duyduğunu merak ediyorum.

Örneğin kaçı vaka çalışması yapabildi? Biz ders kapsamında geliştirilen projenin süresini az bulmuştuk yaptığımız değerlendirmede.

Çocukların her bir becerisinin güçlenmesi için çok ciddi alanlar açılması gerekiyor. Ortaokul bu ders için çok uygun bir yaş, ama öncesinden de yaşa uygun içerik, kurgu ve materyallerle başlamak lazım elbette.

Bu işin ne kadar işlediğini ya da işlemediğini ancak uygulamayı görünce anlayabileceğiz.”

 

Onlarca genç, Ulusal Gençlik Konferansı’nda iklim krizini konuşacak

İklim Öncüleri ev sahipliğinde Türkiye’de ilk kez Birleşmiş Milletler İklim Değişikliği Çerçeve Sözleşmesi‘nin (UNFCCC) resmi gençlik grubu olan YOUNGO çatısı altındaki LCOY – ‘Local Conference of the Youth’ (Ulusal Gençlik Konferansı) bu hafta sonu düzenleniyor.

2 Ekim Pazar günü saat 10.00’da başlayacak konferansta Türkiye’den 120 genç bir araya geliyor. LCOY’un amacı, “yerel olarak genç iklim eylemini destekleyecek ve uluslararası konferanslara girdi oluşturacak bir araç olmak”şeklinde ifade ediliyor.

LCOY, yıllık Birleşmiş Milletler-İklim Konferansı olan Taraflar Konferansı‘ndan (COP) hemen önce gerçekleşen uluslararası Gençlik Konferansı‘nın (COY) ulusal bir versiyonunu temsil ediyor.

COP öncesi gençlerin fikirlerinin toparlanması ve raporlaştırılması hedefleniyor. Bu nedenle COP27’nin konu başlıkları konferansın gündemini oluşturuyor. LCOY Türkiye’nin ana teması ise “İklim Adaleti“.

Ortaya çıkacak raporun COP öncesi düzenlenen Conference of Youth’a iletilerek uluslararası platformda yer alması hedefleniyor.

Tüm Türkiye’den 120 gencin katılımıyla ortaklaşa hazırlanacak raporla Türkiye’deki gençlerin taleplerini COP27’de dünya liderlerinin gündemine taşıyacak olan konferans İklim Öncüleri ev sahipliğinde, UNFCCC, YOUNGO & İstanbul Planlama Ajansı desteğiyle ve Heinrich Böll Stiftung Derneği Türkiye sponsorluğunda düzenleniyor.

Dört bölgenin ilhakını açıklayan Putin: Düşmanlarımız yaptıklarının sonucu olmayacağını düşünüyor

Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin, Kremlin Sarayı‘nda düzenlenen törende Donetsk, Luhansk, Herson ve  Zaporijya‘nın ilhakına ilişkin kararnameyi canlı yayında imzaladı. Putin, “Luhansk, Donetsk, Herson bölgesi kararını verdi ve bu sonuçlar kabul edilecektir” dedi.

Putin, Rusya’nın Ukrayna’da ele geçirdiği Herson ve Zaporijya bölgelerinin sözde bağımsızlıklarını tanıyan kararnameleri dün gece imzaladı. Kararnameyle Putin yönetimi, iki bölgeyi de ‘bağımsız bölge‘ olarak tanıdı.

“Dört yeni bölge kararını verdi çünkü bu milyonların çok açık bir tercihidir” diyen Vladimir Putin, “Tabii ki çok haklı bir şekilde bu onların hakkı. Bu Birleşmiş Milletler’in (BM) birinci maddesinde yazar, kendi kaderini tayin etme hakkı” ifadelerini kullandı.

‘Milyonların tercihinden daha önemli bir karar yok’

“Bizim nesillerimiz her zaman doğru için savaşmışlardır. Bizim büyük büyük babalarımız hep vatansever bir şekilde ülkeleri için savaştılar. Ukrayna’daki Nazi yapılanmasına karşı yapılanmayı izlediniz” ifadelerini dile getiren Putin, açıklamasında şunları dile getirdi:

“Bu insanlar ortak gelecek için oy verdiler, o bölgelerde yaşayan herkes 1991’de ayrılan insanlar, yeniden milli birliğimiz için tercih kullandılar. Devrimden sonra bizi bölen sınırlar vardı, 91’deki referanduma rağmen bizim büyük ülkemizi parçaladılar ve bunu sanki bir gerçek gibi sundular insanlara. Bunun artık bir önemi yok; Sovyetler Birliği artık yok ve bugünkü Rusya’nın buna ihtiyacı yok. Milyonların tercihinden daha önemli bir karar yok. Tekrar hakiki, tarihsel anavatanlarına dönmek istediler.”

‘Otoriteler bu kararı göremli, barışçıl bir çözüme ancak bu şekilde ulaşabiliriz’

Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin Batı’ya da şu sözlerle seslendi:

“Batı’nın beni duymasını istiyoruz; Bu dört bölgedeki insanlar artık bizim vatandaşımız olmuştur. Biz Kiev rejimine düşmanlığı bir an önce kenara koyması çağrısını yaptık. Donetsk, Luhansk, Zaporijya ve Herson’u tartışmayacağız. Ve buradaki otoriteler bu kararı görmeliler ancak bu şekilde barışçıl bir çözüme ulaşabiliriz.”

‘Batı yıllardır oraya demokrasi getireceğiz diyor ama bu Batı’nın iki yüzlülüğü’

Batılı ülkelerin insanların özgür iradesinin tercihine saygı göstermediklerini belirterek “Batılı elitler temel insan haklarını görmezden gelmiyorlar, dünyayı ikiye bölüyorlar” dedi ve ekledi:

“Ukrayna ve Batı Rusya Federasyonu’nun birliğini bozamayacak. Bugünkü Rus fobisi birçok açıdan biz kendi milletimize kendi milletimizi kolonileştirmediğimiz için oldu. Bunu da kuvvetli bir merkezli devlet kurabildiğimiz için yapabildik. Bizim dünyamızı, paramızı, gücümüzü aldılar şimdi biz bu hasarı bir şekilde telafi etmeye başladık. Donetsk halkı, Batı yıllardır oraya demokrasi getireceğiz diyor ama bu Batı’nın iki yüzlülüğü.”

‘Batı’ya asla boyun eğmeyeceğiz’

Putin’in konuşmalarından öne çıkan diğer başlıklar ise şöyle:

  • “Kiev yönetimini, askeri eylemleri durdurmaya ve müzakere masasına oturmaya çağırıyoruz.”
  • “Batı ellerindeki tüm imkanlarla bize ait bir ülkeyi elimizden almaya çalıştı. Batı’ya asla boyun eğmeyeceğiz. Biz Rusya olarak çökmedik, ayaktayız, her zaman gibi gibi dimdik ayaktayız. Bu sebeple Rusya’nın egemenliğini yıkmaya çalışıyorlar. ABD’nin tüm ülkelerin özgürlüğünü elinden almak dışında bir hedefi yok. Bazı ülkeler korku ve baskı altına alınıyor. Tek istedikleri tüm dünyadan çıkar sağlamak. Bu savaşın sebebi de Batı’nın Rusya’nın özgür olmasını istememesi. Bizim koloni gibi onlara köle olmamızı istiyorlar.

‘Bizim iyi olmamız onlar için bir tehdit’

  • “Bizim iyi olmamız onlar için bir tehdit. Düşmanlarımız yaptıklarının sonucu olmayacağını düşünüyor. Biz halkımızı korumaya devam edeceğiz. Küresel anlaşmalara artık saygı gösterilmiyor. Bizi aptal sanıyorlar, bizi aptal yerine koymak istiyorlar. Binlerce yıllık Rusya medeniyeti asla başka birine boyun eğmeyecektir.”
  • “Anglo-Saksonlar yaptırımlara doydu, şimdi sabotajlara başladılar. Kuzey Akım boru hatlarını patlattılar”
  • “Ukrayna’dan çıkarılan tahıl Avrupalı ülkelerine gidiyor. Tahılın yüzde 5’i ancak dünyanın fakir olan ülkelerine gitti. Yine doğrudan kandırmaca. Bunlar Batı’nın kendini rasyonelize etmesi için söylenen sözler.”

Metin Lokumcu davasında heyet değişti: Kaymakamın dinlenmesi ve keşif talebine ret

Öğretmen Metin Lokumcu’nun; Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın başbakan olduğu dönemde Artvin’in Hopa ilçesine ziyareti sırasında yaşanan olaylarda polisin biber gazı kullanması nedeniyle kalp krizi geçirerek hayatını yitirmesi ile ilgili 13 polis hakkındaki yargılamanın sekizinci duruşmasında; CHP eski milletvekili Yüksel Çorbacıoğlu ve mevcut CHP Artvin Milletvekili Uğur Bayraktutan tanık olarak dinlendi.

ANKA’nın aktardığına göre; Avukatların keşif yapılması ve dönemin kaymakamının tanık olarak dinlenilmesi talebini reddeden mahkeme heyeti, davayı 26 Ocak 2023 tarihine erteledi.

Metin Lokumcu Davası: Emri Hopa Kaymakamı verdi

‘Metin Lokumcu’yu katlettiler, bunların en başında Erdoğan var’

Trabzon 2. Ağır Ceza Mahkemesi’nde görülen 13’üncü duruşmada, mahkeme başkanının ve savcının değiştiği görüldü. Duruşmada söz alan Metin Lokumcu’nun kardeşi Mete Lokumcu, şunları söyledi:

“Metin Lokumcu herkesin abisiydi. Sanıklar burada pişkin pişkin savunmalar yaptı, ağzımızı açıp tek kelime etmedik. Ama artık sessizliğimi bozmak istiyorum. Şarlatanlık yaptılar, yalakalık yaptılar, Metin Lokumcu’yu katlettiler. Bunların en başında da şimdi Cumhurbaşkanı koltuğunda oturan Erdoğan vardır.”

‘Siz buraya ilk defa geldiniz biz sekizince defadır buraya geliyoruz’

Mete Lokumcu’nun ardından söz alan Metin Lokumcu’nun oğlu Ulaş Lokumcu, değişen mahkeme başkanına hitaben, “Siz buraya ilk defa geldiniz. Biz sekizinci defadır buraya geliyoruz. Tarihe bir not düşün. Adil ve adalete uygun bir karar verin” dedi.

Metin Lokumcu ölümünün 11’inci yılında anılıyor

‘Bu adil yargılamaya uygun değil’

Metin Lokumcu’nun ailesinin konuşmalarının ardından avukat Meriç Eyüboğlu söz alarak, “Hopa Davası olarak bilinen Hopalılar o gün yaşanan olaylar dolayısı ile yargılanıyor. O davada onlarca insan var yargılanan ve tek bir gün güvenlik sorunu olmadı. Ama Metin Lokumcu davası kaçırıldı. Trabzon’da bir yargılama yapmaya çalışırken, bir de başkan ve savcı değişikliği oldu. Bu adil yargılamaya uygun değildir. Bu yüzden de keşif yapılmasını talep ediyoruz” dedi. Eyüboğlu’nun beyanlarının ardından avukat Sercan Aran, şunları söyledi:

‘Her yasak kendi isyancısını yaratır’

“Hopa’da o gün kolluk barışçıl haklarını kullanmak isteyen yurttaşlara saldırmıştır. Birileri salt emir verdi diye o şey hukuka aykırı olmaz. İnsanlar meşru direnme hakları vardır. O gün o orada direnenlerde zaten yargılanmaktadır.

Sinan Çetin’in bir filminde bir sahne vardır. Özetle anlatmaya çalıştığı şey; Bir gün kalktınız ve birileri diyor ki zeytin yemek yasak. Bu yasağa uyar mısınız? Uymazsınız zeytin severler derneğini kurup mücadele edersiniz. Her yasak kendi isyancısını yaratır. Verilen emir hukuka aykırıdır. Emrin yanı sıra, uygulama da hukuka aykırıdır. Bekleyen insanlara aynı anda suyla, gazla saldırılmıştır. Sonucunda da Metin Lokumcu vefat etmiştir. Bu dosyada alt amirler ve emri uygulayanlar sanık ama emri veren dönemin kaymakamı ortada yok. Bu yargılama bu açıdan sakattır. Abdullah Aktaş hakkında suç duyurusunda bulunulmasını talep ediyoruz.”

Metin Lokumcu Davası öncesi çevre örgütlerinden çağrı

Beyanların ardından duruşmaya verilen aradan sonra duruşma saat 12.00’da yeniden başladı. Duruşmanın başlamasıyla birlikte söz alan sanık polis avukatı, “Emri verenler burada değil emri uygulayanlar burada, diyorlar. Bu konuda katılıyorum. Emri verenler de burada olmalıydı” dedi.

Sanık avukatının beyanının ardından tanıklar dinlenilmeye başlandı. Tanık sorgusuna 22. Dönem CHP Artvin Milletvekili Yüksel Çorbacıoğlu’nun beyanlarıyla başlandı. Çorbacıoğlu, şunları söyledi:

‘Üst geçitten dönemin kaymakamı ve güvenlik görevlileri alanı izliyordu’

“Ben bu olayın başından sonuna kadar, hatta olaydan öncesinden beri hem görgü tanığım hem bilgi tanığıyım. Olaydan 4 gün önce 26 Mayıs’ta, CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu Artvin’de miting yapacaktı. Bizler de Hopa’da yapalım diye konuşuyorduk çünkü Başbakanın yapacağı biliniyordu. Yani olaydan çok öncesinden bu biliniyordu. Başbakan’ın mitinginin Hopa’da yapılmaya uygun değildir, diye güvenlik birimleri bir rapor hazırlıyor. Buna rağmen o mitingin Hopa’da yapılmasını istediler Sayın Başbakan Sarp Sınır Kapısı’ndan geçerek Gürcistan ziyareti sonrası Hopa’ya geldi.

Mitingden önce yol boyunca seçim afişlerimizin tamamı kaldırıldı. Başbakanın Miting alanı ile Hopa Meydanı arasındaki mesafe 200 metre kadardır. Arada polis araçları var. İki alanda birbirini göremiyor zaten. Herkes horon oynuyordu. Ben de izliyordum. Sayın Başbakan daha gelmemişti. İki askeri helikopter belirdi saat 11’e geliyordu. O helikopterler meydanın üzerinden alçak uçuş yaptı ve korku yarattı. O sırada ne olduğunu anlamadan, bir anda gaz ve su geldi. Namus şeref sözü verdim. O sırada hiçbir uyarı yapılmadı, yapılsaydı duyardım. Bizzat ben oradaydım. Üst geçitten dönemin kaymakamı ve güvenlik görevlileri alanı izliyordu.”

‘Otopsi sırasında Metin Lokumcu’nun üzerinde darp izleri gördüm’

Çorbacıoğlu’nun sorgusunun ardından CHP Artvin milletvekili Uğur Bayraktutan’ın ifadeleri dinlenildi. Bayraktutan, şunları söyledi:

“Olayın olduğu gün seçim dönemiydi. Olay anında ben Yusufeli’nde seçim çalışmasındaydım. Hopa ilçe başkanımız beni arayarak ciddi olaylar olduğunu söyledi. Çalışmamı yarıda bırakarak Hopa’ya döndüm. Hopa’ya geldiğimde olağan üstü güvenlik önlemlerinin alındığını gördüm. Metin Lokumcu’yu kaybettik, dediler. Hastaneye gittik hemen. Orada çok ciddi bir kalabalık var. Otopsiye ben de girdim avukat olarak. O gün orada olan Osman Lokumcu, Metin Lokumcu’nun gaza maruz kaldığını ve polisin muamelesini anlattı. Otopsi sırasında Metin Lokumcu’nun üzerinde darp izleri gördüm. Savcıya bunların tutanağa geçilmesini istedim.”

Keşif ve dönemin kaymakamının tanık olarak dinlenmesi talebi reddedildi

Tanık sorgularının ardından mahkeme heyeti, duruşmaya 14.20’ye kadar ara verdi. Verilen aranın ardından ara kararını açıklayan mahkeme heyeti, keşif talebini ve dönemin kaymakamının tanık olarak dinlenilmesi talebini reddederek ve tutanak polislerinin dinlenilmesine karar vererek duruşmayı 26-27 Ocak 2023 tarihine ertelendi.