Hafta SonuKöşe YazılarıManşetYazarlar

Aşk ve ereksiyon ‘aşk’ı

0

Güney Afrikalı felsefe profesörü David Benatar en ünlü eseri olan “Keşke Hiç Olmasaydık: Var Olmanın Kötülüğü” adlı kitabında, “Hiçbir zaman sevmeyen insan, sevmeden yaşar ve dolayısıyla sevmekten mahrum kalır. Bu, benim görüşüme göre kötüdür” der.

İnsanlık tarihinden söz edilirken kimi kırılma noktalarından söz edilir: Tekerlek, barut ve kâğıdın icadı ya da ateş, toprak ve suyun belli bir amaç için kullanılması… gibi; – çiğ ve pişmiş de çok önemli bir ayrım noktasıdır.

Ama nedense herhangi bir çıkar gözetmeksizin bir diğerini sevmenin çok önemli bir ayrım noktası oluşturduğundan pek söz edilmez. Hele üreme amaçlı çiftleşme ile leke bırakmayan severek dokunma arasındaki farktan hemen hiç söz edilmez.

Oysa bu fark tüm insanlık tarihini yeniden okumamızı gerektirecek bir potansiyele sahiptir. Bu potansiyeli dikkate almadığımızda sevgisizlik, dolayısıyla kötülük devreye girecek, toplumsal ilişkilerin merkezine oturacak ve bizi ele geçirecektir.

Evet, kötülük çok yakınımızda olduğu için hem kolay ve kitleseldir hem de en etkin örgütleyicidir.

Bir başka tuhaflık da şudur: Binlerce yıldır kitaplar, filmler, şarkılar, şiirler, sohbetler sürekli ama sürekli olarak “aşk”tan söz etmektedir. İnsanlık tarihinin herhalde üzerinde en çok konuşulan konusudur aşk.

Peki, bu denli çok konuşulması varlığına mı yoksa yokluğuna mı işaret eder?

Bu ve benzeri sorulara cevap vermek kaygısıyla kaleme aldığım kitap şu dizelerle başlıyor:

“Ey son taksitlerini yatıranların kentindeki okuyucu!
Her yakın zulmün küçük hisseli uzak ortağı”

Ece Ayhan, David Benatar’ı ya da David Benatar, Ece Ayhan’ı yankılamış gibidir.

Böylesine çok konuşulan bir temayı görünür kılmak için yaşandığı mekân olan “ev” üzerinden söz almak istedim. Öyle ya, gökdelenle tek katlı bir köy evi, toplu konut mahalleleriyle bir sahil evi ya da çatı katıyla bodrumda yaşamak arasındaki fark “aşk”ta nasıl biçimlenir? Mekân tasarımlarındaki her fark esin verdiği her kişide aynı biçimde mi cisimleşir?

Yanı sıra “Aşk salt genç ve diri bedenlere mi özgüdür? Pörsümüş penisin ve kurumuş vajinanın aşk hakkı yok mudur?” soruları da yan izlekler olarak kitapta yer aldı.

Kitap kendi sakin yolculuğunu sürdürürken Selahattin Demirtaş devreye girdi. Cezaevinde yazdığı kitapları yüz binler satan, bu toprakların en etkili muhalif siyasi aktörü kitap hakkında bir yazı kaleme aldı: “Âşık olmayana, aşkı bilmeyene oy yok!” dedi.

İlk kez etkili bir muhalif siyasi aktör “aşk” üzerine söz alıyor, siyasetin sevgisiz boyutuna dikkat çekiyor, üstelik “âşık olmayana oy vermeyin” çağrısı yapıyordu.

Bu sıra dışı çağrının nasıl yankılandığını, David Benatar’ın Ece Ayhan’a, Ece Ayhan’ın David Benatar’a verdiği esin gibi bir çoğalmaya uğrayıp uğramadığını ise önümüzdeki yıllarda göreceğiz.

Bakalım!

Çünkü, “Kişi edindiği aşk kapasitesi kadardır!”[1][2]

*

[1] OT dergisinin 114. sayısında yayımlandı. Seçim yaklaşır, ittifaklar kurulurken burada da yayımlanmasında bir sakınca görmüyorum. Hatta artık sevgisiz siyasetin bir “kötülük örgütlenmesi” olduğundan daha çok söz edilmesi gerektiğini düşünüyorum. Umarım anlamlı bir tartışmanın başlamasına da aracılık etmiş olurum.
[2]  Faruk, Ö., Aşk ve Ereksiyon “Aşk”ı, Yeni İnsan Yayınevi, 2022     

More in Hafta Sonu

You may also like

Comments

Comments are closed.