Ana Sayfa Blog Sayfa 751

Sayıştay’dan Çevre Bakanlığı’nın 2021 karnesi: Kırık çok, alınacak yol uzun

Sayıştay, 2021 yılı için kurumlara yönelik incelemesini tamamladı. Çevre, Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanlığına ilişkin düzenlediği raporda tespit ettiği bulgular ise dağınıklığın, denetimsizliğin ve kayırmacılığın belgesi niteliğinde.

Bakanlık, merkez ve taşra teşkilatlarında toplam 17. 219 personel istihdam ediyor. 2021 yılı bütçesiyle Bakanlığa 3.378.164.000,00 TL ödenek tahsis edilmiş. Ayrıca bütçeyle verilen ödenekler dışında uluslararası antlaşmalar gereğince Avrupa Birliği Katılım Öncesi Mali Yardım Aracı kapsamında 2021 yılında sağlanan fonlardan 63.739.436,53 Avro kaynak kullanılmış. Döner sermaye işletmesinden elde edilen gelir ise 273.321.000,00 TL.

Sayıştay’ın sorun olarak tespit ettiği bulguları şöyle:

Bulgu 1: İlama bağlı giderler zamanında ödenmiyor

Sayıştay’ın tespitlerine göre, il müdürlükleri tarafından kesinleşen mahkeme giderlerinin zamanında ödenmemesi sonucu yüksek miktarlarda mahkeme alacağı, avukat vekalet ücreti ve diğer giderlerin gecikme faizi ödenmesine sebebiyet veriliyor. Personel, ödenek talebi yazılarını zamanında yazmıyor.

Bulgu 2: Atık tesisleri imar planlarında yok

Raporda, Atık Yönetimi Yönetmeliği hükümleri kapsamında imar planlarına işlenmesi gereken “Atıkların Yakılmasına İlişkin Yönetmelik” ve “Atıkların Düzenli Depolanmasına Dair Yönetmelik” kapsamındaki tesislerin ilgili idarelerin ve Bakanlık il müdürlüklerince imar planlarına işlenmediği tespit edildiğine yer veriliyor.

Bu işlem zorunlu. Yönetmeliğe göre, düzenli depolama tesis sınırlarının yerleşim birimlerine uzaklığı I. sınıf düzenli depolama tesisleri için en az bir kilometre, II. sınıf ve III. sınıf düzenli depolama tesisleri için ise en az iki yüz elli metre olmak zorunda. Ayrıca çevresel etki değerlendirmesi sürecinin tamamlanmasının ardından seçilen alan ilgili planlara işlenmeli.  

Sayıştay incelemesinde çok sayıda tesisin imar planına işlenmediğini tespit ediyor; “Bunlar özellikleri itibariyle her yere kurulması mümkün olmayan tesisler olduğundan ve yerleşim birimlerine olan uzaklıkları gibi parametreler önem taşıdığından, belirtilen tesislerin imar planlarına mutlaka işlenmesi ve sonraki planlama süreçlerinin de ona göre belirlenmesi gerekmektedir” diyor.

Bulgu 3: Belediyelere devredilen taşınmazların geri alımı için mekanizma yok

Kamulaştırma Kanunu kapsamında belediyelere devredilen taşınmazlara ilişkin olarak Bakanlık tarafından gerekli kontrolleri yapılmıyor, bu nedenle de idarenin, taşınmaz amacına uygun kullanılmazsa,  kamu yararına yönelik bir amaç için kullanılmazsa sahip olduğu “geri alma hakkı” ortadan kalkmış durumda.

Söz konusu taşınmazların bir kısmının kamu hizmetinde kullanılmadığını tespit eden Sayıştay, 5+1 yıllık geri alma süreci de geçtiği için Bakanlığın “geri alma” hakkının da düştüğünü belirtiyor.

Bulgu 4: Trafikten men edilen araçlar çürüyor

Buluntu veya trafikten men edilen araçlarla Hazine adına ilgilenmesi gereken Bakanlığa bağlı Milli Emlak birimlerinin satış ve tasfiye işlemlerini gerçekleştirmemesi yüzünden 2021 yılı sonu itibariyle bu kapsamdaki yaklaşık 47 bin araçtan yalnızca 12 bininin tasfiye süreci tamamlandı, 35 bini çürümeye bırakıldı.

Tasfiye bekleyen araçlar; yediemin otoparklarında kötü fiziki koşullar altında tutuldu, bazı araçların yandı, çalındı; parçalarının söküldü, plakaları çıkartıldı. Tüm bu araçlar ekonomik değerini kaybetti.

Bulgu 5: ÇED proje bedelleri düşük gösteriliyor, cezalar ödenmiyor

Sayıştay’ın raporunda Çevresel Etki Değerlendirmesi (ÇED) proje bedellerinin başvurucular tarafından düşük gösterildiği, bunun sonucu başvuru ücretleri ile idari para cezalarının olması gerekenden az olduğu kaydediliyor.

Proje bedeli beyan usülü ile firmalar tarafından belirleniyor, ancak rapora göre idare verilerin doğruluğunu kontrol etmiyor.

Raporda bu şekilde 42 ÇED sürecine başvuran çok sayıda işletmenin proje giderleri ve maliyetleri ile metrekareleri düşük gösterdiği, makine teçhizatlarının bilgilerinin doğru ve gerçekçi verilmediği, bunun olası bir kontrol durumunda da, proje bedelinin yüzde 2’si olarak belirlenen cezayı, çok daha düşük miktarda ödediğine vurgu yapılıyor. 

Bulgu 6: ÇED kararları denetlenmiyor, bilgiler entegre değil

ÇED yönetmeliği kapsamında kullanılan sistemde, ÇED kararlarına ilişkin bilgiler entegre şekilde yer almıyor; bakanlıkça yetki verilmiş kurumlar tarafından hazırlanması gereken ÇED dosyası ve raporu süreçlerinde takip olanağı bulunmuyor.

E-ÇED‘e girildiğinde başvuru yapılan alan veya çevresine ilişkin veri bulunmuyor. Bu durum, başvuru yapılan alanda daha önceden ÇED kararı verilmişse entegre bir değerlendirme yapılamamasına neden oluyor.  Aynı zamanda, Bakanlık tarafından yapılan düzenlemelerin İl Müdürlükleri tarafından da bütünleşik bir şekilde görülememesi sonucu değerlendirmelerin eksik ya da hatalı yapılması ihtimalini ortaya çıkarıyor.

Bulgu 7: Doğal sit alanlarında koruma esasları ve kullanma şartları belirlenmemiş

Sayıştay, 2021 raporunda Bakanlık tarafından doğal sit alanı ilan edilen bazı alanlarda sit ilanı ile birlikte imar planlarının uygulamasının durması sebebiyle üç ay içerisinde belirlenmesi gereken geçiş dönemi koruma esasları ve kullanma şartlarının belirlenmediğini tespit ediyor.

Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kanununa göre  bir alanın koruma bölge kurulunca sit olarak ilanı, bu alanda her ölçekteki plân uygulamasını durduruyor. Kanuna göre, koruma amaçlı imar planı yapılıncaya kadar, koruma bölge kurulu tarafından üç ay içinde geçiş dönemi koruma esasları ve kullanma şartlarının belirleniyor.

Sayıştay; “durdurulan imar planları yerine alanların sürdürülebilirliğini, mutlak korunmasını ve gelecek nesillere intikalini sağlamak amacıyla koruma kullanma dengesini hassas biçimde gözeten koruma amaçlı imar planlarının hazırlanması gerektiğine” dikkat çektiği raporunda, 2019, 2020 ve 2021 yıllarında tescil edilen doğal sit alanlarının önemli bölümü için bunun yapılmadığını kayda geçiyor:

“Son üç yıl içerisinde 443 adet doğal sit alanı olarak tescil edilmiş alan olmakla beraber bu alanlardan 25 adeti için geçiş dönemi koruma esasları ve kullanma şartları belirlendiği veya imar planı onaylandığı anlaşılmaktadır.”

Bulgu 8: Hizmet alımlarında parasal sınırlara uyulmuyor

Eğitim ve Yayın Dairesi Başkanlığı tarafından doğrudan alımla birçok hizmet alımı yapılmasına rağmen, bu alımlarda mevzuatta belirlenen parasal sınırlara uyulmuyor.

Sayıştay “doğrudan teminin” bir ihale usülü olmadığına, özel ve istisnai hallerde kullanılabileceğine dikkat çekerek, yapılan harcamaların açıklık ve rekabet ilkeleri çerçevesinde temel ihale usulleri kullanılarak temin edilmesi gereken ve çoğu da organizasyon hizmeti olan alımların kanun hükümlerine aykırı olduğunu ifade ediyor.

Bulgu 9: Kamuya aktarılan konutların bir kısmı ortada yok

Raporda, Hazine taşınmazı olup genel bütçe kapsamındaki idarelerin kullanımına tahsis edilmiş konutlarla ilgili olarak tutulan kayıtların eksik olduğunu tespit edilmiş. Cumhurbaşkanlığı kararıyla devlete ait konutları yönetme yetkisinin bakanlığa verildiği hatırlatılan raporda, Milli Emlak Otomasyon Projesi (MEOP) sisteminden genel bütçeli idarelere tahsis edilip lojman ve kamu konutu olarak kullandırılan taşınmazlara ilişkin rapordaki 127 .286 konut bulunurken,  2022 yılı Bütçe Kanunu Gerekçesinde yer alan kamu konutu sayısı, 195.114 olduğuna; bu konutların yerinin ve nasıl, kimler tarafından kullanıldığının bilinmediğine yer veriliyor.

Ayrıca kamu idareleri tarafından kamu konutu olarak kullanıldığı halde ana taşınmaz bazında da MEOP’ta yer almayan taşınmazların olduğu da bildiriliyor.

Bulgu 10: Hafriyat atıkları denetlenmiyor

Hafriyat toprağı ve inşaat/yıkıntı atıklarıyla ilgili aykırılık tespitlerine ilişkin yerinde denetimler, kabahatin tespitinden 2.5-3 yıl sonra yapılıyor; idari para cezaları da gecikmeli olarak uygulanıyor.

Bunun yapılmamasının en büyük nedeni olarak raporda büyükşehir belediyesi sınırları içerisinde yetki devri yapılmadığında denetlenmesi gereken farklı birçok çevre ihlali konusu olduğu ve İl Müdürlüklerinin denetim personeli sayısının kısıtlı olduğu belirtilmiş. Zamanında ceza kesilmemesinin ise atık sahiplerini kanuna aykırı yollara yönelttiğine işaret ediliyor.

Bulgu 11: Taşınmazların taksitli satışlarında alacaklar kontrol edilmiyor

Hazine’ye ait taşınmazların taksitli satışlarında alacakların tahsiline ilişkin bir kontrol mekanizması olmadığı belirtilen rapora göre, taksitler ödenmediği için  fesih şartları gerçekleştiği halde feshedilmeyen sözleşmelerin tespit  edilmiş.

Sözleşme yapıldıktan sonra müteahhit veya müşterinin taahhüdünden vazgeçmesi veya taahhüdünü, şartname ve sözleşme hükümlerine uygun olarak yerine getirmemesi üzerine, idarenin ihtarına rağmen aynı durumun devam etmesi halinde, ayrıca protesto çekmeye gerek kalmadan sözleşmenin feshedilebileceğini ve faiziyle birlikte mülkün geri alınabileceğini hatırlatan Sayıştay,  yapılan incelemede bu durumdaki çok sayıda sözleşmeye rağmen fesihlerin yapılmadığını tespit ediyor.

Raporda, taksitli satışların tahsilatlarının MEOP sistemine personel tarafından ayrıca girilmediği sürece, vadesinde ödenmeyen taksitlerin MEOP üzerinden takip edilemediği, yapılan tahsilatlara ilişkin düzenli veri girişinin olmadığı ve bu sebeple fesih şartlarının gerçekleşip gerçekleşmediğinin takibinin yapılamadığının anlaşıldığı belirtiliyor.

Bulgu 12: Çevre idari para cezaları nereye gidiyor?

2872 sayılı Çevre Kanunu’nun 12’nci maddesi gereğince yetki devri yapılan kurum veya kuruluşlarca verilen çevre idari para cezalarının yüzde 50’si genel bütçeye gelir kaydedilmiyor, karşılığı ödenek Bakanlık bütçesine konulmuyor.

Sayıştay, şimdiye dek genel bütçeye bu kalemden herhangi bir gelir aktarılmadığını tespit etmiş. Aynı zamanda, Bakanlık bütçesine Çevre Kanunu uyarınca yapılacak denetimlerle ilgili harcamaları karşılamak ve diğer çevre hizmetlerinde kullanılmak üzere, genel bütçeye gelir kaydedilecek idarî para cezaları karşılığı ödenek de konulmamış durumda.

Yani, mahalli idareler Çevre Kanunu hükümlerini uygulaması gerekirken, normlar hiyerarşisinde daha altta olan yönetmelik hükümlerine uyuyor.

Bulgu 13: İdari yaptırım kararları gecikmeli tebliğ ediliyor ve onaylanıyor

İl Müdürlüklerinde görevli denetim personeli tarafından düzenlenen Çevre Denetim Tespit Tutanakları incelendiğinde, tutanakların düzenlenme yani “çevre kabahati”nin işlendiğinin tespit edildiği tarih ile buna ilişkin yaptırım tutanağı düzenlenme ve ilgilisine tebliğ edilme tarihi arasında, yaklaşık bir yıl gibi ciddi zaman farkları bulunuyor.

Standart bir uygulama olmaması ve tespitlerin sistemli bir şekilde incelenip belirlenmiş süreler içerisinde yaptırıma dönüştürülmemesi, hem yaptırımların etkisini azaltıyor hem de il müdürlüklerinin yaptırım süreçlerini objektif kriterlere göre yönetip yönetmediği noktasında tereddüte neden oluyor. İdare yanıtında yargı süreçlerine ve teknik raporların hazırlanma sürelerine işaret etse de  bu tarz gerekçeler olmadan da gecikmeler tespit edilmiş durumda.

Bulgu 14: İLBANK yükümlülüklerini yerine getirmiyor

Raporda, Bakanlık koordinasyonunda uygulaması devam eden IPA-I katılım öncesi mali yardım süreci çerçevesinde ilgili finansman anlaşmaları gereğince Avrupa Birliği katkısı durdurulan projelerin tamamlanması için Bakanlık ile İller Bankası Anonim Şirketi (İLBANK) arasında yapılan protokolde, İLBANK’ın yükümlülüklerini yerine getirmediği belirtiliyor.

Bakanlığın mevzuata aykırı olarak gider gerçekleşmeden ve giderin gerçekleştiğine dair kanıtlayıcı belgeler sunulmadan 23.03.2018 tarihinde İLBANK’a 60 milyon TL tutarında ödemede bulunulduğunu tespit eden Sayıştay, 2021 yılı sonu itibarıyla İLBANK tarafından Bakanlığa sadece 9 milyon TL. aktarıldığına işaret ediyor.

Bulgu 15: Bina yüksekliklerinin belirlenmesi süreci takip edilmiyor

Bazı imar planlarında bina yükseklikleri belirlenmemiş durumda. Çevre, Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanlığı ilgili idarelerin bu işlemi yapıp yapmadığını (yapılmak zorunda) takip etmiyor, kontrolünü yapmıyor,  imar planı değişikliği yaparak bina yüksekliğini belirlemiyor.

BULGU 16: İşgal edilen hazine taşınmazları tahliye edilmiyor

Kiraya verilen, irtifak hakkı kurulan veya kullanma izni verilen taşınmazlardan süresi dolduğu hâlde işgali devam eden, sözleşmesi feshedilen veya herhangi bir sözleşmeye dayanmaksızın fuzuli olarak işgal edilen Hazine taşınmazlarının tahliye işlemleri yapılmıyor, tahliyeye dair kontrol mekanizması ise yok.

Söz konusu taşınmazlara ilişkin en az yılda bir kez bakanlığın tespit ve denetim yapması, uygunsuz kullanım durumunda yaptırım uygulaması gerekiyor. Milli Emlak Genel Müdürlüğünden edinilen bilgilere göre; 2021 yılı sonu itibariyle tescilli, DHTA ve ilişikli olan 4.490.708 aktif Hazine taşınmazının 489.502 adedinin işgal olduğu ve bu taşınmazlar için 1.231.600 adat ecrimisil işlemi uygulandığı görüldü.

Sayıştay, yapılan inceleme neticesinde tahliye mekanizmasının çalışmadığını tespit etmiş. Kurumun önerisi işgal altındaki taşınmazların tahliyesinin sağlanması, ecrimisilin bir yönetim biçimi olarak kullanılmasından vazgeçilmesi.

Bulgu 17: ÇED kapsamı dışında tutulan projelerde kapasite artışı sürece dahil edilmiyor

ÇED kapsamı dışında tutulan projelerde, çevreye verdiği etkiyi değiştirici nitelikteki faaliyet alanının büyümesi ve tesis kapasitesinin genişlemesi gibi proje değişiklikleri, kapasite artışı kapsamında değerlendirilmemeleri sonucu ÇED süreçlerine dahil edilmiyor.

Sayıştay, mevzuat hükümlerine göre, Ek-1 listesinde yer alan projeler için ÇED Raporu, Ek-2 listesinde yer alan projeler içinse Proje Tanıtım Dosyası hazırlanacağını, bu listelerde ilgili proje için eşik değer belirlenmişse ve sadece bu eşik değer kıstas alınmak suretiyle kapasite artırımı değerlendirmesi yapılacağını hatırlatarak; “Dolayısıyla projelerde yapılan değişikliklerin kapasite artışı olarak değerlendirilebilmesinin sadece ekli listelerde eşik değer belirlenmiş olan projeler için mümkün olacağı anlaşılmaktadır” diyor ve şu örneği veriyor: 

“Örneğin, Yönetmeliğin Ek-1 listesinde yer verilerek ÇED raporu hazırlanması zorunlu tutulan yat limanları için herhangi bir eşik değer belirlenmediği bu nedenle projede yapılacak değişikliklerin kapasite artışına konu edilemediği görülmüştür. Eşik değer belirlenen projeler ise kapasite artışına yalnızca belirlenen eşik değer itibariyle konu olabilecektir.

Yönetmeliğin Ek-1 ve Ek-2 listelerinde yer alan iskeleler için eşik değerin yanaşabilecek deniz araçlarının ağırlığı olarak belirlendiği bunun yanında faaliyetin çevreye etkisini değiştirebilecek nitelikte olan proje alanının büyüklüğü, yanaşacak deniz aracının sayısı gibi kriterlerin dikkate alınmadığı görülmüştür. Yapılan incelemede, Yönetmeliğin yürürlük tarihinden önce üretim veya işletmeye başlaması sebebiyle kapsam dışı olarak değerlendirilen projelere ilişkin olarak; · Feribot iskelesi projelerinde yapılan değişiklik ile iskele alanının büyütüldüğü ancak Yönetmelikte iskeleler için eşik değerin sadece yanaşacak deniz aracının ağırlığı olarak belirlenmiş olması sebebiyle, · Yat limanı projelerinde yapılan değişiklik ile bağlanan yat sayılarının arttığı ancak Yönetmelikte yat limanları için eşik değer belirlenmemiş olması sebebiyle, Bu projelerde yapılan değişikliklerin kapasite artışı olarak değerlendirilemediği görülmüştür.”

Sayıştay’ın önerisi, kapsam dışı projelerde gerçekleşen kapasite araçlarının değerlendirmeye tabi tutulması için yönetmelik değişikliği veya faaliyetin çevreye etkisini değerlendirmeye izin verecek, ölçülebilir kriterler belirlenmesi.

Bulgu 18: Rezerv yapı alanları için ‘copy paste’ gerekçe raporları düzenleniyor

İdare tarafından rezerv yapı alanları tespit edilirken, her bir rezerv alanının niteliğine göre gözlemsel verilere dayanan gerekçe raporu düzenlenmesi gerekirken, Sayıştay maktu, birbirinin tıpatıp aynı gerekçe raporları düzenlendiğini tespit etmiş.

Gerekçe yazılarında ne inceleme sonuçları ne de gözlemsel veriler yer alıyor, gerekçelendirme yapılmaksızın belirtilen alanların rezerv yapı alanı olarak ilan edilmesinin uygun görüldüğü belirtiliyor.

Bulgu 19: Sıfır Atık projesi kontrol edilmiyor, denetim ve yaptırım yok

Bakanlık, sıfır atık yönetim sistemine geçiş için mevzuatta belirlenen sürelerin takibini yapmak üzere kontrol mekanizması kurmamış, sistemi kurma zorunluluğu bulunan ve kurmayan yerlere de yaptırım uygulanmıyor.

Yönetmelik kapsamında zorunlu tutulan yerlerin il müdürlükleri denetiminde sıfır atık sistemini belirlenen takvim doğrultusunda kurması ve sıfır atık belgesi alması aksi takdirde idari para cezası ödemeleri gerekiyor. Bu kontrol yapılmadığı gibi, bakanlığın sıfır atık sistemine geçme zorunluluğu olan yerlere ilişkin yeterli bir verisi de bulunmuyor. Bu nedenle uygulama takvimi takibi ve idari para cezası mekanizması çalışmıyor.

Bulgu 20: İşletmelere keyfi para cezası uygulaması

Çevre Kanunu’nu gereği çevre kirliliğine neden olan kurum, kuruluş ve işletmelere idari para cezalarının üç kat uygulanması gerekirken, bir kısmı  ‘şahış işletmesi’ sayılarak tek kat ceza uygulanmış.

Bulgu 21: Taşınır kamu malları da kontrol dışı

Sayıştay, bakanlığa ait taşınırların, Kamu Mali Yönetimi ve Kontrol Kanunu ile Taşınır Mal Yönetmeliği hükümlerine uygun olarak kontrol mekanizmasının kurulmadığını tespit etmiş.

Yapılan incelemede, kayıt sisteminde bulunan taşınır malların bir kısmının depolarda bulunmadığı, giriş ve çıkışına ilişkin kayıtların tutulmadığı, bunlara ait bir listenin bulunmadığı, belgelerde önemli eksiklikler olduğu belirtiliyor.

Bulgu 22: Çevre idari para cezalarının tahsilatı iki bakanlık arasındaki anlaşmazlık yüzünden yapılamıyor

Son olarak yapılan incelemede, çevreyi kirletenlere verilen idari para cezalarının tahsilat oranının düşük kaldığına yer veriliyor. Buna gerekçe olarak idari para cezalarının toplanması, süresi, denetimi gibi konuların Hazine ve Çevre bakanlıklarına paylaştırılması olduğunu belirten Sayıştay, 2021 yılında tüzel kişilere kesilen ceza tutarının 194 milyon TL olduğunu ve bunun 50 milyonunun tahsil edildiğini (yaklaşık yüzde 26’sı);  gerçek kişilere kesilen ceza tutarının ise yaklaşık 40 milyon TL olduğunu ve bunun da yaklaşık 2 milyon 800 bininin (yaklaşık yüzde 7) tahsil edildiğini kaydediyor. 

Raporun tamamı için tıklayın.

 

Boğaziçi’nde direniş sürüyor: Öğrenciler yurtsuz, hocalar evsiz

Boğaziçi Üniversitesi akademisyenleri, bugün de atanmış rektör ve üniversite yönetimine karşı 635’inci kez bir araya geldi. Direnişlerini sürdüren akademisyenler 429’uncu kez rektörlük binasına sırt çevirdi.

Akademisyenler nöbet boyunca ellerinde “Kabul Etmiyoruz”, “Vazgeçmiyoruz” ve “Özerk, Özgür, Demokratik Üniversite” yazan dövizler taşıdılar. Boğaziçi Üniversitesi akademisyenleri nöbetlerinin ardından haftanın her son iş gününde olduğu gibi haftalık açıklamalarını okudular:

‘Barınma ve ulaşım krizi giderek büyüyor’

Boğaziçi Üniversitesi’nde yeni akademik yıl başlarken, siyasi saiklerle göreve getirilmiş, meşruiyeti kendinden menkul kayyım idaresinin yol açtığı barınma ve ulaşım krizi büyüyerek geniş bir öğrenci kitlesini mağdur etmeye devam ediyor. Birikimsiz ve deneyimsiz kadroların duyarsızlıkları, yaptıkları hatalı planlar ve kimseye danışmadan aldıkları sorumsuzca kararlar yüzünden yüzlerce öğrenci döneme sağlıksız şartlarda, eğitimleri aksayarak başlıyor. Kayyım yönetimi öğrencilerin barınma ve ulaşımına ilişkin sorunlar konusunda öğretim üyelerince aylardır uyarılmasına rağmen akılcı önerilere kulaklarını tıkıyor ve böylece öngörülen kötü senaryolar birbiri ardına gerçekleşiyor.

‘Hala çok sayıda öğrenci yurt hakkını elde edemedi’

Gayrimeşru yönetimin barınma sorununu çözdüğüne dair açıklamaları gerçeği yansıtmıyor. Halen çok sayıda öğrenci yurt hakkını elde edememiş durumda ve yönetim yerleştirilemeyen öğrencilerin sayısını açıklamaktan kaçınıyor.

Fotoğraf: Nazım Çapkın

Yurtlara yerleştirilenlerse azami kapasitenin kat be kat üzerinde doldurulmuş, kişisel alana yer bırakmayan yoğunlukta, sıkışık mekânlarda kalıyor. Plansız yerleştirme yüzünden hem Kilyos’a taşınan lisans öğrencileri, hem de üniversiteye uzak KYK yurtlarında kalan hazırlık öğrencileri kampüslerine ulaşmak için saatlerce otobüs sırası bekliyor, günün büyük bir kısmını yolda geçiriyor. Bu zorlayıcı lojistik şartların ötesinde, rektörlüğün haksızca uzaklaştırdığı öğretim üyeleri ve gerekçesizce iptal ettiği dersler yüzünden, öğrencilerimiz Boğaziçi’ne özgü zengin eğitim deneyiminden mahrum kalıyor.

‘İnci yönetiminin neden olduğu kamu zararı olanca çıplaklığıyla ortaya dökülüyor’

Dönemin başlamasıyla birlikte Naci İnci yönetiminin idari ehliyetsizliği ve neden olduğu kamu zararı olanca çıplaklığıyla ortaya dökülüyor. Kendilerini, iştirakçisi oldukları Melih Bulu döneminden ayrıştırmaya çalışsalar da mevcut kayyım yönetimi o dönemden bugüne süreklilik arz eden tüm usulsüzlüklerin, tüm hukuksuz ve baskıcı uygulamaların ve idari karmaşanın baş sorumlusu.

Fotoğraf: Nazım Çapkın

‘Öğrenciler yurtsuz, hocaları evsiz’

Endişe verici boyutlara ulaşan barınma ve ulaşım sorununun en ağır yaşandığı birimlerin başında Yabancı Diller Yüksek Okulu geliyor. Özverili çalışanları sayesinde öğrencilere kısa sürede sağladığı dil yetkinliğiyle üniversitemizde eğitimin temel taşı olan bu birim şu anda bir kampüsten yoksun; öğrencilerinin birçoğu yurtsuz ve hocaları da evsiz durumda. Tüm bu sorunlar çözüm beklerken, geçen hafta, Naci İnci yönetiminin daha önce atadığı YADYOK müdürünün istifa ettiğini ve o göreve Atatürk Enstitüsü’ne usulsüzce atanmış olan Sevtap Demirci’nin getirildiğini öğrendik. Böylece iki birimden birden sorumlu olacak yeni YADYOK müdürü de kayyım düzeninin çok ünvanlı, mükerrer imzalı yöneticiler kafilesine dahil edilmiş oldu.

‘Cengiz Kırlı’nın göreve iadesini talep ediyoruz’

Kayyım yönetiminin üniversitemizin bileşenlerine yönelik korku ve sindirme yöntemlerine rağmen hocalar, öğrenciler ve idari personelimiz dayatılan keyfî, merkeziyetçi, partizan ve liyakate aykırı tasarruflara itiraz etmeye ve akademik özerklik ve özgürlük ideallerine bağlılıklarını göstermeye devam ediyor. Bunun en son örneğini bu hafta Atatürk Enstitüsü’nün seçilmiş ve meşru müdürü Cengiz Kırlı’nın rektörlük tarafından görevinden azledilmesini protesto eden Atatürk Enstitüsü öğrenci ve mezunlarının 140 imzayla kamuoyu ile paylaştıkları açıklamalarında gördük. Bildiri, Atatürk Enstitüsü’nün öğrenci ve hocalarının özverili çalışmalarıyla Geç Osmanlı ve Cumhuriyet tarihçiliğine yaptıkları önemli katkıları dile getiriyor ve Cengiz Kırlı’nın göreve iadesini talep ediyor. İktidarın gücüne karşı hakikati savunan eski ve yeni öğrencilerimizle gurur duyuyoruz.

Fotoğraf: Nazım Çapkın

‘Artık üniversite hocalarıyla akademik etkinliklerde yüzleşmekten de mi kaçınıyorsunuz?

Yakın zamanda Boğaziçi Üniversitesi’nin Birleşmiş Milletler Sürdürülebilir Kalkınma Çözümleri Ağı’na eklemlenmesi konusunda etkin olarak katkı sunmuş iki akademisyenimiz aldıkları resmi bir bildirimle bu kuruluştaki üyeliklerinin rektörlükçe sonlandırıldığını öğrenmişti. Sonrasında rektörlük tarafından Sürdürülebilir Kalkınma Çözümleri Ağı çerçevesinde 29 Eylül’de gerçekleştirilen ‘Küresel Mutluluk ve Esenlik‘ başlıklı panelin duyurusu bir gün önce tüm öğretim üyelerine yollandı. Ancak panel günü rezervasyon yaptırarak etkinliğe Zoom üzerinden bağlanmak isteyen hocalarımızın katılım talebi etkinlik yöneticisi tarafından reddedildi. Bu abes ve kaba tutumla karşılaşan Boğaziçi Üniversitesi akademisyenleri Naci İnci yönetimine soruyor: Panele alınmayacaklar kararlaştırıldıysa hocalara neden açık duyuru yaptınız? Panele yalnızca bazı hocalar alınmadıysa bu karar kim tarafından, hangi gerekçelerle alındı? Mezuniyet törenini bile yüz yüze ve tam katılımla gerçekleştiremeyen sizler, artık üniversite hocalarıyla akademik etkinliklerde yüzleşmekten de mi kaçınıyorsunuz?

Fotoğraf: Nazım Çapkın

Kurumdaki yalnızlığı ve acizliğini medya hamleleriyle gizlemeye çalışan, Boğaziçi Üniversitesi’nin adını kullanarak küresel alanda kendine meşruiyet devşirmeye çalışan Naci İnci yönetiminin sorularımıza açık ve dürüst yanıtlar vermesini bekliyoruz. Bu vesile ile tüm ulusal ve uluslararası üniversite camiasından, bu üniversite yönetiminin kendilerini meşrulaştırmaya yönelik çabalarını göz önünde bulundurarak, onlarla iş birliğinden kaçınmalarını bekliyoruz.

‘SÖZ-101 dersleri hocaların katılımıyla dönem boyunca devam edecek’

Yirmi bir aydır sürdürdüğümüz mücadelenin devamlı etkinliklerden biri olan açık derslerin bu dönemki ilk toplantısı bu hafta Güney Meydan’da gerçekleştirildi. SÖZ-101’de bu Çarşamba, dersleri engellenen emekli ve yarı zamanlı hocalarımız söz alarak veremedikleri derslerin içeriklerini bizlerle paylaştı. Hukuksuzca kampüslere alınmayan ve dersleri engellenen diğer hocalarımızın video sunumları da etkinlik kapsamında direniş web sitesine eklendi. Kampüslerimizde akademik, sosyal ve kültürel alışverişlere özgürce alan açan diğer tüm etkinlikler gibi SÖZ-101 dersleri de hocalarımızın katılımıyla dönem boyunca devam edecek.

Fotoğraf: Nazım Çapkın

Üniversitedeki gayrimeşru uygulamalar bir an önce sona ermelidir. Üniversitemizdeki tüm fakülte dekanları, enstitü müdürleri ve yüksek okul müdürü seçimle göreve gelmeli ve seçilmiş kurullarla denetlenebilmelidir. Şeffaf ve demokratik yollardan belirlediğimiz ve haksızca işlerine son verilen dekanlarımız ve enstitü müdürümüz bir an önce görevlerine iade edilmelidir. Atama ve yükseltme kriterleri hiçe sayılarak, bölüm, fakülte ve enstitülerin onayı alınmadan, tepeden inme kararlarla yapılan tüm atamalar gayrimeşrudur, geri alınmalıdır.

‘Naci İnci ve yönetimi ile bugüne kadar hukuksuzca kadrolaşmış tüm isimlerin istifasını talep ediyoruz’

İşlevsizleştirilen Boğaziçi Üniversitesi Yayınevi ve Cinsel Tacizi Önleme Koordinatörlüğü işinin ehli çalışanlarıyla birlikte bir an önce tekrar faal hâle getirilmelidir. Gayrimeşru yönetim tarafından gerekçesiz şekilde el konulan İstanbul Matematiksel Bilimler Merkezi binası eski işlevine kavuşturulmalı, yeniden araştırmacıların kullanımına sunulmalıdır. Naci İnci ve yönetimi ile bugüne kadar hukuksuzca kadrolaşmış tüm isimlerin istifasını talep ediyoruz.

Fakülte ve bölüm kararları yok sayılarak işine son verilen ve dersleri iptal edilen meslektaşlarımızın haksızca uzaklaştırıldıkları işlerine iade edilmelerini, ayrıca öğrencilerimiz, akademik ve idari personelimiz hakkında mesnetsiz gerekçelerle açılmış tüm disiplin soruşturmalarının geri alınmasını bir kez daha talep ediyoruz. Üniversitemizi yılmadan ve kararlılıkla savunmaya devam edeceğiz.

Fotoğraf: Nazım Çapkın

Bizler her iş günü her öğlen bu meydanda toplanıyor, rektörlüğe sırtımızı dönüyor, gayrimeşru yönetimin demokratik olmayan uygulamaların hiçbirini kabul etmediğimizi, ilkelerimizden vazgeçmeyeceğimizi söylüyoruz. Kamuoyuna ilkelerimizin arkasında olduğumuzu, insan haklarına, bilimsel düşünceye saygılı, demokratik bir üniversite ortamı kurulana kadar bu direnişten vazgeçmeyeceğimizi yeniden ve ilk günkü kararlılığımızla duyurur, bu mücadeleyi öğrencilerimize, mezunlarımıza, tüm topluma olan borcumuz olarak gördüğümüzü ifade etmek isteriz.

Türkiye’de özgür, özerk, demokratik ve katılımcı ilkelere dayalı bir üniversite ideali gerçekleşene kadar;

Kabul Etmiyoruz, Vazgeçmiyoruz.

Siyasi kadrolaşmada RTÜK gibi olmak: Bakan Kurum’un öğretmen eşi RTÜK’te görevlendirildi

Radyo Televizyon Üst Kurulu‘nda (RTÜK) üst düzey bir kadroda görev aldığı ortaya çıkan ve matematik öğretmeni olduğu bilinen Şengül Kurum’un daha önce de TRT’de çalışmış olduğu bildirildi.

RTÜK’ün faaliyet raporlarına göre; kurumdaki personel sayısı 2019’da 434, 2020’de 522, 2021’de 557 ve 2022’de 610 kişiden oluşuyor. Eylül 2022 itibarıyla kurum personeli sayısı 637’ye yükseldi. Milletvekili, bakan, belediye başkanı, üst düzey bürokrat yakını bazı isimlerin RTÜK’e atandığı iddia edildi.

ANKA’dan Mahir Bağış‘ın aktardığına göre; Çevre, Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanı Murat Kurum’un eşi Şengül Kurum için, atandığı dönemde tamamı dolu üst düzey kadrolardan birinin boşaltıldığı ileri sürüldü. Diğer atamalara ilişkin iddialar ise şöyle:

AKP Aydın Milletvekili Mustafa Savaş’ın eşi ve eski Ekonomi Bakanı Zafer Çağlayan’ın akrabası olan Hamiyet Nilay Savaş, önce AKP’li Keçiören Belediyesi’nde çalıştı, daha sonra RTÜK’e Kamuoyu, Ölçme ve Yayın Araştırmaları Dairesi Başkan Yardımcısı olarak atandı.

Hamiyet Nilay Savaş’ın ismi, Haziran 2015’te kurum bünyesinde düzenlenen görevde yükselme ve unvan değişikliği sınavına girecek listede yer aldı. Bu listede Hamiyet Nilay Savaş’ın, o tarihte memur kadrosunda olduğu görüldü.

Atamalarda kritik rol iddiası: Sinan Göktaş

Eski AKP Trabzon Milletvekili Kemalettin Göktaş’ın yakını olduğu ileri sürülen Sinan Göktaş, RTÜK İnsan Kaynakları ve Eğitim Daire Başkan Yardımcısı olarak görevlendirildi. Sinan Göktaş’ın RTÜK’te yapılan pek çok atama işleminde rol oynadığı da iddia edildi.

Millî Eğitim Bakanlığı’nda İngilizce öğretmeni olarak görev yapan Osman Arvas, RTÜK Uluslararası İlişkiler Dairesi’nde memur olarak atandı, bir süre sonra daire başkan yardımcısı olarak görevlendirildi. Arvas, RTÜK’ün internet sitesindeki bilgilere göre; şu anda aynı dairede Daire Başkanlığı görevini vekaleten yürütüyor.

RTÜK 1. Hukuk Müşaviri Özlem Sevgi Keleş’in kız kardeşi Özgül Keleş, RTÜK’te İnsan Kaynakları ve Eğitim Daire Başkan Yardımcısı olarak atandı.

TRT Genel Müdür Yardımcısı Hasan Öymez’in eşi Zeynep Öymez‘in de RTÜK’te memur olarak görevlendirildiği ileri sürüldü. CHP Grup Başkanvekili Özgür Özel, Ağustos 2022’de, Zeynep Öymez’in görevini, kurula gelip gelmediğini; RTÜK’ün bağlı olduğu Kültür ve Turizm Bakanı Mehmet Nuri Ersoy’un yanıtlaması istemiyle hazırladığı soru önergesi ile TBMM gündemine taşıdı. Özel’in soru önergesine Bakanlık tarafından henüz yanıt verilmedi.

Kardeşlerin ataması

RTÜK’ün bağlı olduğu Kültür ve Turizm Bakanı Mehmet Nuri Ersoy’un danışmanı olduğu belirtilen Neşe Çıldık’ın kardeşi Ferudun Çıldık, RTÜK İdari ve Mali İşler Daire Başkan Yardımcısı olarak görev yapıyor. Kardeşinin etkisi ile RTÜK’te daire başkan yardımcısı görevine atandığı yönündeki iddiaların aktarıldığı Ferudun Çıldık, iddiaları kabul etmedi, kamu görevlisi olduğu için konuşamayacağını belirtti.

Aile ve Sosyal Hizmetler Bakanlığı bünyesinde çalışan Abdullah Gülünay. Kars Valiliği Özel Kalem Müdürlüğü’nde görev aldı. Gülünay, şu anda RTÜK Strateji Geliştirme Dairesi Başkan Yardımcısı. Gülünay, hakkında kendisine özel kadro ihdas edildiği yönündeki iddiaları kabul etmedi.

Adalet Bakanı Bekir Bozdağ’ın yakını olduğu iddia edilen Ömer Faruk Güran’ın RTÜK İnsan Kaynakları ve Eğitim Daire’nde üst düzey bir kadroda görev yaptığı ileri sürüldü. Güran’ın, Twitter hesabında kendisini “Radyo ve Televizyon Üst Kurulu Müdür” olarak tanıttığı görüldü. Güran’ın Twitter hesabında, Bakan Bozdağ ile ilgili paylaşımların yapılması dikkati çekti.

Hemşirelikten Müdürlüğe kariyer basamakları…

RTÜK İzin ve Tahsisler Dairesi Başkan Yardımcısı Yasin Yiğit’in eşi Gülay Yiğit bir devlet hastanesinde hemşire olarak görev yapıyordu. Önce; Kamuoyu, Yayın Araştırmaları ve Ölçme Dairesi Başkan Yardımcısı olarak atandığı, daha sonra kadrosunun müdürlük statüsüne indirildiği iddia edildi.

İddia edilen atamaların sorulduğu RTÜK Basın Müşavirliği bilgi veremeyeceklerini belirtti.

Arktik Okyanusu, diğer okyanuslardan dört kat daha hızlı asitleniyor

Bilim insanları, hızlı eriyen deniz buzunun karbon dioksit (CO2) emilimini artırması yüzünden Arktik Okyanusu‘ndaki asitlenmenin diğer okyanuslara göre dört kat hızlı olduğunu buldu ve bunun ‘şok edici’ olduğunu söyledi.

Okyanuslar, atmosferdeki CO2’nin üçte birini emer ve bu da fosil yakıt kaynaklı iklim krizinin etkilerini hafifletir.

Ancak tüm dünyada sular, bu karbondioksit fazlalığından asitleniyor.

Yeni bir çalışma, batı Arktik Okyanusu’nun asitlenmesinin diğer okyanus havzalarından üç ila dört kat daha hızlı gerçekleştiğini buldu. Science dergisinde dün yayınlanan sonuçlara göre, son otuz yılda Kuzey Kutbu bölgesinde deniz buzundaki hızlı kayıp, uzun vadeli asitlenme oranını hızlandırdı.

Asitleşme eğilimleri, zamanla karbondioksit artışlarındaki tahminlerle paralel ilerledi, atmosferdeki karbondioksit miktarı her yıl yaklaşık 2 ppm (milyonda parçacık) artıyor.

Ancak bilim insanları, 1994 ve 2020 yılları arasında Kuzey Kutbu’ndan toplanan verileri başka yerlerdeki okyanus havzalarıyla karşılaştırdıklarında, Kuzey Kutbu’nda asitlenmenin çok daha hızlı gerçekleştiğini buldu.

Bu, ağustos ayında Kuzey Kutbu’nun son 43 yılda küresel ortalamanın yaklaşık dört katı kadar ısındığını tespit eden ayrı bir çalışmanın bulgularıyla da paralel.

‘Geri bildirim süreci hızlanıyor

Çin’deki Jimei Üniversitesi‘ndeki Kutup ve Deniz Araştırmaları Enstitüsü‘ ve ABD’deki Delaware Üniversitesi’ndeki Deniz Bilimleri ve Politikası Okulu’ndan araştırmacılar, Atlantik, Pasifik, Hint ve Antarktika altı havzalarından hızlı deniz buzu kaybının deniz suyunu ‘atmosfere’ daha fazla maruz bıraktığını ve bunun karbondioksit alımını hızlandırdığını söylüyor. 

Araştırmacılar bunun bir geri bildirim süreci olduğunu söylüyor: ‘Arktic amplifikasyonu’ olarak bilinen daha hızlı ısınma, deniz buzunu eritiyor, dolayısıyla aynı zamanda daha hızlı asitleşmeye neden oluyor.

Deniz kimyası uzmanı Wei-Jun Cai,  “Buz erimesi, deniz suyunun alkalitesini seyreltir veya düşürür. Bu, suyun asitleşmeye direnme kabiliyetini seyreltiyor. Asitlenmenin üç ila dört kat daha hızlı gerçekleştiğini görmek bizi şok etti” diyor.

Değişen deniz suyu kimyasının etkisinin deniz yaşamı için “büyük etkileri” olacağını söyleyen Cai, okyanus asitlenmesinin mercan resifleri için bir tehdit olduğunu gösteren çalışmalara atıfta bulunuyor:

 Asitleştirme, mercan iskeletleri oluşturmak için gereken karbonat iyonlarını azaltır. Alt enlemlerde mercan resifleri var ve suya karbondioksit eklerseniz karbon doygunluk oranı artacak ve mercan büyümeyecek. Deniz suyunun düşük pH’ı, birçok sistemi etkileyebilir ve hatta bazı metalleri daha zehirli hale getirebilir.”

Öte yandan biyolojik sistemler için maliyetin ne olduğunu bilmek, zincirleme etkilerin hangi organizmaları nasıl etkileyeceğini  anlamak için çalışmalar devem ediyor.

Bilim insanları, batı Kuzey Kutbu’ndaki deniz buzu kaybı devam ederse, asitlenme sürecinin önümüzdeki birkaç on yılda yoğunlaşabileceğini tahmin ediyor.

 

Bakanlıktan Türkiye Çevre Ajansı’na 801 milyon lira

Çevre, Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanlığı’na ilişkin Sayıştay raporu yayımlandı. Buna göre, Bakanlığın 3,4 milyar lira olan ödeneği yıl içinde revize edilerek 10.2 milyar liraya çıkarılırken, 2021 harcaması ise 9.8 milyar lira oldu.

Cumhuriyet’ten Sefa Uyar’ın aktardığına göre; Bakanlığa ayrılan ödenekten, Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın eşi Emine Erdoğan’ın himayesinde kurulan Türkiye Çevre Ajansı’na 801 milyon 386 bin lira; KKTC’deki “Cumhurbaşkanlığı ve Cumhuriyet Meclisi” projesi için 600 milyon lira aktarılması dikkat çekti.

Çevre Ajansı’nın yetkilerini genişleten torba yasa

Raporda, Bakanlığın kaybettiği davalara ilişkin borcunun ise 657 milyon 920 bin lira olduğu belirtildi. İl müdürlükleri tarafından kesinleşen mahkeme giderlerinin zamanında ödenmediği aktarılan raporda, bunun sonucunda yüksek miktarlarda faiz ödendiği belirtildi.

‣Kıyılarda yetki Çevre Ajansı’nda: Özel şirketlere devir, atık alım hizmeti ve diğerleri

Projelerde büyüyen faaliyet alanları ÇED kapasite alanının dışında kaldı

Raporda Çevresel Etki Değerlendirmesi (ÇED) proje bedellerinin başvurucular tarafından düşük gösterildiği, bu nedenle başvuru bedelleri ile idari para cezalarının olması gerekenden az ödendiği vurgulandı.

ÇED kapsamı dışında tutulan projelerde, çevreye verdiği etkiyi değiştirici nitelikteki faaliyet alanının büyümesi ve tesis kapasitesinin genişlemesi gibi proje değişikliklerinin, kapasite artışı kapsamında değerlendirilmediği ve bu nedenle ÇED süreçlerine dahil edilmemesi yönündeki tespit de dikkat çekti.

‣Emine Erdoğan isterse: Erişim engeli haberlerine de erişim engeli

Çevre ihlali çok, il müdürlüklerinin denetim personeli az

Ayrıca Sayıştay raporunda hafriyat toprağı ve inşaat/yıkıntı atıklarıyla ilgili aykırılık tespitlerine ilişkin yerinde denetimlerin, kabahatin tespitinden 2.5-3 yıl sonra yapıldığı, idari para cezalarının da gecikmeli olarak uygulandığı aktarıldı.

Gerekçesinin ise farklı birçok çevre ihlalinin yapılmasına karşın il müdürlüklerinin denetim personeli sayısının kısıtlı olması gösterildi.

Peki Türkiye Çevre Ajansı neden kurulmuştu?

Türkiye Çevre Ajansı, çevre kirliliğini önlemek ve yeşil alanların korunmasını, iyileştirilmesini ve geliştirilmesini sağlamak ile ulusal ölçekte depozito yönetim sistemi kurulmasına, işletilmesine, izlenmesine ve denetimine yönelik faaliyetlerde bulunmak üzere 24 Aralık 2020’de kurulmuştu. 7261 sayılı Kanun ile kurulan Ajansın misyonu ise şöyleydi:

“Sıfır atık yaklaşımı doğrultusunda kamuoyunda duyarlılık ve farkındalık oluşturarak, çevrenin ve yeşil alanların korunması ve iyileştirilmesine; ulusal ölçekte depozito yönetim sistemi kurulması, işletilmesi, izlenmesi ve denetimine; kaynak verimliliğinin artırılarak ülke ekonomisinin desteklenmesine yönelik faaliyetleri düşük karbon yoğunluğu ile gerçekleştirmek.”

Türkiye Çevre Ajansı’nın iklim değişikliğine karşı mücadele çalışmalarına ve döngüsel ekonomiye geçişe katkı sağlamak gibi de bir vizyonu var. 

Ian Kasırgası Küba ve Florida’nın ardından Carolina’da: Bıraktığı yıkım görüntülendi, ölü sayısı bilinmiyor

Yeniden şiddetlenen Ian Kasırgası, bugün ABD‘nin Florida eyaletinden Güney Carolina kıyılarına ve tarihi Charleston kentine ilerledi.

Tüm kıyılarında kasırga uyarısı yapılan Güney Carolina’dan dün akşam pek çok araç yollara düştü. Sel baskınına meyilli bölgede önlem için ev ve mağazaların önleri kum torbalarıyla kapatıldı.

350 yıllık Charleston kentinin özellikle risk altında olduğu belirtiliyor. Kasım 2020’de yayınlanan rapor, tüm konutların yaklaşık yüzde 90’ının fırtına taşkınları ve sele karşı savunmasız olduğunu tespit etmişti.

Fourt Myers, Flordia. Fotoğraf: Douglas R. Clifford / Tampa Bay Times

ABD Ulusal Kasırga Merkezi‘nin son güncellemesine göre, Charleston’un yaklaşık 285 kilometre güneydoğusundaki Ian, Carolina kıyı bölgesi boyunca saatte 140 kilometre hızla esen rüzgarlara neden oluyor. Merkez’in “hayatı tehdit eden büyüklükte deniz dalgaları” uyarısı sürüyor.

Kuzey Carolina Valisi Roy Cooper, sakinleri olası sel, toprak kayması ve hortum konusunda uyararak “gerekli önlemleri almaya” çağırdı.

Dün Virginia‘da olağanüstü hal ilan edilmişti.

Fotoğraf: Douglas R. Clifford / Tampa Bay Times

Florida’da hasar tespiti yeni başladı: Ölü sayısı bilinmiyor

Önceki gün Florida’da büyük hasar bırakan fırtınanın ardından kurtarma ekipleri, sel sularında ve evlerinde mahsur kalan insanları kurtarmak için  çalışmalarına başladı.

Fotoğraf: Rebecca Blackwell / AP

Florida Valisi Ron DeSantis, dün ABD Sahil Güvenlik, Ulusal Muhafız ve kentsel arama kurtarma ekiplerinin yaptığı en az 700 kurtarmanın çoğunun hava yoluyla gerçekleştirildiğini söyledi.

Fotopraf: Willfredo Lee / AP

Ölü sayısı hala belirsizliğini koruyor. Amerika basınından bazı ajanslar 10 kişinin öldüğünü bildirirken, bazıları sayıyı 17’ye çıkarıyor.

Dün Başkan Joe Biden, Ian’ın Florida tarihindeki en ölümcül kasırga olabileceği konusunda uyararak ön raporların “önemli” bir can kaybına işaret ettiğini söyledi.

Orlando’da kurtarma çalışmaları Fotoğraf: Phelan M. Ebenhack / AP

Biden, koşullar izin verdiğinde Florida’ya gideceğini söyledi. Federal Acil Durum Yönetim Ajansı ( FAMA) Direktörü Deanne Criswell bugün Florida’da olacak.

Fotoğraf: Joe Burbank / Orlando Sentinel

Kategori 4 kasırgası olarak karaya yaklaşan Ian, ABD tarihindeki en büyük beşinci kasırga olarak kaydedilmişti. Eyaletin her iki kıyısındaki evleri de su bastı, adaya giden tek yol suyla kapandı , sahildeki tarihi iskele yok oldu ve  Florida’daki 2,6 milyon ev ve işyerinin elektriğini kesildi. PowerOutage.us izleme web sitesine göre, dün akşam itibariyle hala 2,3 milyondan fazla ev ve işyerinde elektrik yok.

Fotoğraf: Steve Helber / AP

Florida’dan önce Küba’yı vuran Ian, en az üç kişinin ölümüne yol açmış, 11 milyon nüfuslu ada ülkesinin elektrik şebekesinin tümden çökmesine neden olmuş, ülkenin en önemli tütün tarlalarına büyük hasar vermişti.

Başkentin batısında, ışıklar hala kapalı ve ekipler yolları temizlemek, ağaçları kaldırmak ve kopan elektrik hatlarını onarmak için çalışmaları sürdürüyor.

Fotoğraf: Ramon Espinosa / AP

Devlet televizyonundan yayımlanan helikopter görüntülerde, fırtınadan doğrudan etkilenen tütün bölgesi Pinar del Rio‘nun moloz ve enkaz haline geldiği, tütün tarlalarını su bastığı, çatıların uçtuğu görülüyor.

Ian’ın Küba’nın birkaç kârlı ihracat endüstrisinden biri olan tütün endüstrisini vurması özellikle sert etkiye yol açacak. Sanayi yetkilileri, hammaddeleri yok eden kasırganın ayrıca bazı bölgelerdeki tütün kurutma atölyelerinin de neredeyse tamamının paramparça olduğunu söyledi.

Başkent Havana’nın bir kısmına dün elektrik verilebilse de adanın büyük kısmı hala karanlığa gömülü.

Fotoğraf: Alexandre Meneghini / Reuters

Küba’nın şebekesi, art arda arızalarla toparlanmayı daha da zorlaştıran Sovyet döneminden kalma, petrolle çalışan üretim tesislerine dayanıyor. Ülke ayrıca, Ukrayna’nın işgali ve ABD’nin sert yaptırımları nedeniyle maliyetlerin artması nedeniyle bu santraller için yakıt elde etmekte zorlanıyor.

Elektriksiz günlerde boğucu sıcaklıklarla artan sivrisinekler, sivrisinek kaynaklı Dang humması tehdidiyle birleşiyor.

Ian Kasırgası vurmadan önce de Kübalılar, bazen sekiz saat veya daha uzun süren günlük elektrik kesintileri yaşıyordu. Ancak uzun süreli bir elektrik kesintisi , gıda, yakıt ve ilacın kıt olduğu kriz içindeki ülkeye büyük bir darbe olabilir.

 

Meclis yarın işbaşı yapıyor: Gündemde ‘dezenformasyon yasası’, EYT ve KYK var

Üç aylık yaz tatilinin ardından 1 Ekim’de yeni yasama yılına başlayacak Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin (TBMM) yoğun bir gündemi olacak. Geçen yasama döneminde, büyük tartışmalara neden olan ve bu döneme bırakılan sosyal medya ve internet medyasını kapsayan “dezenformasyon yasası” ilk görüşülecekler arasında.

Ayrıca çalışanlara elektrik-doğalgaz desteği, ihracatçılara çifte pasaport, KYK faizlerinin silinmesi, icra takibine düşen borçlar, kur korumalı mevduat uygulaması ve emeklilikte yaşa takılanlarla (EYT) ilgili kanun teklifleri de 2023 bütçe görüşmelerinden önce Meclis’te görüşülecek.

Yeni yasama yılı kapsamında ilk tören Meclis’teki Atatürk Anıtı‘nda yapılacak. Ardından saat 14.00’de Genel Kurul toplanacak. TBMM Başkanı Mustafa Şentop’un birleşimi açmasının ardından Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan Meclis’e hitap edecek. Genel Kurul, başka konuyu ele almadan ilk günkü çalışmalarını tamamlayacak. Akşam da Meclis Başkanı’nın yasama yılının açılışı dolayısıyla geleneksel olarak verilen resepsiyon gerçekleştirilecek.

4 Ekim Salı günü ise siyasi partilerin grup toplantıları yapılacak.

İlk sırada sansür yasası var

Meclise, 17 Ekim’e kadar 2023 yılı bütçe kanunu teklifi sunulacak.  Ancak bu görüşmelere kadar ekim ayı içinde önemli düzenlemelerin hayata geçirilmesi bekleniyor.

TBMM’nin gündeminin ilk sırasında, AKP’li yetkililerin de sık sık hatırlattığı üzere e “dezenformasyonla mücadele yasası” olarak bilinen sansür yasası bulunuyor. Basın Kanunu ile Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Teklifi, Endüstri Bölgeleri Kanununda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Teklifi ile uluslararası sözleşmelerin uygun bulunmasına dair kanun teklifleri de görüşülecek konular arasında.

Geride kalan yasama yılında TBMM Adalet Komisyonunda kabul edilen Basın Kanunu ile Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Teklifi’nin de yeni yasama yılında ele alınması öngörülüyor.

Teklifle, internet haber siteleri süreli yayın kapsamına alınacak. Basın kartı başvurusu İletişim Başkanlığına yapılacak, resmi nitelikte kimlik belgesi olarak kabul edilecek. “Halk arasında endişe, korku veya panik yaratmak amacıyla ülkenin iç ve dış güvenliği, kamu düzeni ve genel sağlığı ile ilgili gerçeğe aykırı bir bilgiyi, kamu barışını bozmaya elverişli şekilde alenen yayan” kimse, 1 yıldan 3 yıla kadar hapis cezasıyla cezalandırılacak.

Resmi ilanlar, şartları Basın İlan Kurumu Genel Kurulunca belirlenecek internet haber sitelerinde de yayımlanacak.

İhaleler, işin yapılacağı yerde çıkan bir gazetenin yanı sıra bir internet haber sitesinde de duyurulabilecek. Milli İstihbarat Teşkilatının faaliyetleri ve personeline yönelik suç teşkil eden içerikler katalog suçlar kapsamına alınacak.

Yeni yasama yılıyla birlikte başta EYT olmak üzere ihracatçıların yeşil pasaport sorunu, işverene elektrik ve doğalgaz desteği, yemek desteği, ödenemeyen faturalar da gündemde olacak.

Özel endüstri bölgeleri kanununda değişiklik

Meclisin yeni yasama yılındaki ilk işlerinden biri de E​​​ndüstri Bölgeleri Kanunu’nda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Teklifi’ni yasalaştırmak olacak.

TBMM Sanayi, Ticaret, Enerji, Tabii Kaynaklar, Bilgi ve Teknoloji Komisyonunda 15 Haziran’da kabul edilen teklifle, kurulu alanlarda 150 bin metrekare şartı 100 bin metrekareye, boş alanlarda 200 bin metrekare şartı 150 bin metrekareye düşürülerek, yüksek teknolojili, stratejik, katma değerli, ihracat potansiyeli yüksek yatırımların da özel endüstri bölgesi imkanlarından faydalanması amaçlanıyor.

Endüsri bölgelerinde yer alacak yatırımcılar, Sanayi ve Teknoloji Bakanlığınca onaylanan ruhsat, onay ve izinlere ilişkin harçlardan muaf olacak.

Yükümlülüklerini yerine getirmeyen yönetici şirket görevlilerine bakanlıkça 50 bin liradan 200 bin liraya kadar idari para cezası verilecek.

Sayıştay raporu: Bütçeden TOKİ’ye aktarılan kaynaklar takip edilemiyor

Sayıştay 2021 raporuna göre Toplu Konut ve Kamu Ortaklığı İdaresi’ne (TOKİ) devlet bütçesinden aktarılan kaynaklar takip edilmiyor.

Diken‘den Ayşegül Kasap‘ın aktardığına göre; dar gelirli yurttaşlara ev inşası için ‘müjde’ler duyuran ama daha 2019’daki kuraları çekilen konutları dahi inşa etmeyen TOKİ’ye hazineden aktarılan kaynakların nereye harcandığı adeta bir sır.

Rapora göre Çevre Şehircilik ve İklim Bakanlığı ilgili kanundaki hükmü yerine getirmedi ve gerekli takip mekanizmasını kurmadı.

2023 genel seçimlerine ekonomik krizin kıskacında girecek olan iktidar, en son vatandaşın karşısına ‘cumhuriyet tarihinin en büyüğü’ olarak nitelediği konut projesiyle çıkmış ve 250 bin konut müjdesi vermişti.

TOKİ’nin daha önceki konut projelerine katılan vatandaşlar bu ‘müjde’ karşısında şaşırmış ve “Daha bizim konutlarımız yapılmadı” demişti.

Milyarlarca liraya ne olduğu bilinmiyor

Çevre ve Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanlığı’nın 2021 Sayıştay raporuna göre kentsel dönüşüm projeleri için TOKİ’ye aktarılan kaynakların takibi için bir kontrol mekanizması kurulmadı. Sadece TOKİ değil, belediyeler ve İLBANK’a aktarılan kaynağın da takipleri yapılmamış.

Kanuna göre hazineden aktarılan bu kaynakların kurumların bütçelerinden ayrı tutulup bir takip mekanizması kurulması gerekiyor.

TOKİ her ne kadar genel bütçeden bir pay almasa da dolaylı olarak hazine arazileri üzerinden kazandığı paralar da var. Hatta bu konuda 2007’de Maliye Bakanlığı TOKİ’ye yazı göndererek “Konut yapımı amacıyla size tahsis edilen Hazine arazilerini 3. şahıslara satmayın” diye de uyarmıştı.

Bu paraların ne kadarının dar gelirlilere konut için ayrıldığı ne kadarının kentsel dönüşüm projesi kapsamında evlerinden çıkarılan yurttaşlara kira desteği olarak verildiği bilinmiyor çünkü takip mekanizması yok.

Sayıştay raporunda şöyle deniyor:

“Yapılan incelemede, bakanlık tarafından, belediyelere, TOKİ’ye ve İLBANK’a aktarılan kaynakların muhasebeleştirilme işlemlerinin, bu kurumların bütçe sistemlerinden ayrı olarak yürütülüp yürütülmediğinin bakanlıkça takibini sağlayacak bir kontrol mekanizmasının bulunmadığı görülmüştür.”

Sayıştay üç yıldır mekanizmanın kurulmasını istemiş:

“Bulguda yer verilen tespitlere 2018, 2019 ve 2020 yılı Sayıştay Denetim Raporu’nda da değinilmiş olup söz konusu hususlar hakkında herhangi bir gelişme kaydedilmediği görülmektedir.”

2021’deki raporda bakanlığı tekrar uyaran Sayıştay, “Gerekli kontrol mekanizmasının kurulmaması aktarılan kaynakların amacına uygun kullanılıp kullanılmadığının takibinin yapılmasını zorlaştırıyor” diye de not düştü.

Konya Ovası’nda sadece bu yıl 16 yeni obruk oluştu

Konya Teknik Üniversitesi (KTÜN) Obruk Araştırma ve Uygulama Merkezi Müdürü Prof. Dr. Fetullah Arık, Konya’da oluşan obruk sayısının 2 bin 600 civarında olduğunu söyledi.

Geçen yıla göre Konya Ovası‘nda obruk sayısının azaldığına işaret eden Arık, “Yeni obrukların bir bölümü Karapınar bölgesinde bir bölümü de daha kuzeyde, Cihanbeyli, Sarayönü, Kulu ve Yunak ilçelerinde oluştu. Bu yıl 16 obruk tespit ettik. AFAD ile yürüttüğümüz çalışma kapsamında daha önce oluşmuş ve envantere girmemiş olan obrukları da kayıt altına alıyoruz” dedi.

Yer altı su seviyesi düştükçe obruklar artıyor

Jeolojik faktörler ve yer altı sularının azalması ile kuraklığın da obruk oluşumunda etkili olduğunu dile getiren Arık, obrukların sıklıkla görüldüğü Karapınar’da yoğun şekilde yer altı su kullanımı olduğunu hatırlattı:

“İklimsel afet yaşıyoruz. Burada çok su tüketen bitkilerin üretimi devam ediyor. Suya talep çok fazla. Hem yağış azlığı hem de suyun fazlaca kullanılmış olması yer altı su seviyesindeki oynamaları artırıyor. Geçtiğimiz yılla bu yıl arasında yer altı sularında asgari 10 metrelik bir düşüm var. Havza içerisinde yer altı su seviyesi düşmeye devam ediyor. Bu da tabi ki obruk oluşumunu tetikliyor.”

‘Yerleşim alanlarının içinde de oluşmaya başladı’

Arık, obrukların 2000’li yıllardan önce daha yüksek kotlarda oluştuğunu belirterek şunları söyledi: “O zaman yer altı seviyesi daha yüksekti. Tarımsal alanlarda, yerleşim yerlerinde, önemli kara ve demir yollarının yanında, enerji nakil hatlarının olduğu bölgede obruklar oluşuyor. Artık yerleşim alanlarının içinde de oluşmaya başladı. Evlere, yapılara zarar verebiliyor. Hatta Karapınar bölgesinde bir camiye de zarar verdi. Dolayısıyla artık insan hayatı ve canlı yaşamı için tehdit haline geldi.”

Bölgede çiftçilik yapan Kadir Gümüşsoy da tarım arazilerinde oluşan obrukların korkuttuğunu söyledi. Bölgede yer altı su kaynağıyla tarımsal üretim yaptıkları söyleyen Gümüşsoy, “Ne zaman olacağını bilemediğimiz için tarlaya endişeli geliyoruz. Kapalı havzada su kaynağı yok. Yer altı suyu da azalıyor. Bu yıl kuyuda su sekiz metre daha çekildi. Teşviklerle az su tüketen bitkiler yetiştirmek isteriz” dedi.

TMMOB Bakanlığın ‘yeşil’ kelimelerle duyurduğu ÇED Yönetmeliğine karşı dava açtı

Türk Mimar ve Mühendis Odaları Birliği (TMMOB) tarafından 29 Temmuz’da Resmi Gazete‘de yayımlanan Çevresel Etki Değerlendirmesi (ÇED) Yönetmeliği‘yle ilgili Çevre, Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanlığı’na karşı dava açıldı. Yönetmelikte yer alan bazı maddelerin yürütmesinin durdurulması ve ardından iptali talebiyle Danıştay’da dava açıldı.

Bakanlıkça yönetmelik “ÇED Raporu hazırlanması zorunlu faaliyetlerin sayısı artırıldı” ve “Sıfır Atık, Sera Gazı Azaltımı, Sürdürülebilirlik Planı gibi birçok planın ÇED Raporları‘nda yer alması zorunlu oldu” ifadeleriyle duyurulmuştu.

Dilekçede ÇED Yönetmeliği’nin Anayasa ve Yasalara aykırılıklar içerdiği için iptal edilmesi gerektiği bildirildi.

‣‘ÇED yönetmeliği yeni, yeşile boyanmış kalkınma hevesi eski’

TMMOB’un dava dilekçesinde ÇED sürecinin tarihsel gelişiminden bahsedilerek, sürecin başından bugüne mevzuatın değişimi, hangi ihtiyaçları karşıladığı, nelerin mahkemelerce hatalı ve hukuka aykırı bulunduğu Anayasa Mahkemesi kararları, AİHM içtihatları ve Danıştay kararlarıyla beraber detaylandırıldı.

Yayımlanan yeni ÇED Yönetmeliği ile kaldırılan eski Yönetmelik maddelerinin karşılaştırmalı tablolarının yer aldığı dilekçede iptali istenilen hükümlerin iptal gerekçeleri açıklandı.

Özellikle tanımlar başlığında yapılan değişikliklerle halkın ÇED süreciyle ilgili bilgi almasının kısıtlanmaya çalışıldığı, TMMOB dahil olmak üzere ÇED süreçlerinin yakından ilgilendirdiği meslek odaları, sivil toplum kuruluşları gibi kurumların ÇED sürecinden dışlandığı, Anayasal bir hak ve görev olan çevrenin korunması hususunun herkesi ilgilendirdiği, bu süreçlere meslek odalarının katılımın önemli olduğu, dolayısıyla Yönetmeliğin tanımlar kısmında yer alan yeni düzenlemelerin kapsayıcı olmaktan uzak olduğu, Anayasa ve Yasalara aykırılıklar içerdiği ve iptal edilmesi gerektiği belirtildi.

Yine dava dilekçesinde getirilen düzenlemelerle çevrenin korunması saikiyle hareket edilmediği proje sahiplerinin korunduğu, çevresel süreçlerden olumsuz etkilenecek kesimlerin dikkate alınmadığı, doğayı korumakla yükümlü devletin bu yükümlülüğüne aykırı düzenlemelerde bulunduğu hususlarına değinildi.

Yönetmeliğin ekinde yer alan ÇED sürecine tabi projelerin eşik değerlerinin yüksek tutulduğu, önceki Yönetmelikte yer alan bazı projelerin listeden çıkarıldığı gerekçeleriyle Yönetmelik Ek listelerinde yer alan düzenlemelerin de öncelikle yürütmesinin durdurulması ardından ise iptali talep edildi.

Son olarak iptali talep edilen Yönetmelik maddelerinin bir bütün olarak Anayasa’ya, Türkiye’nin uyma taahhüttü verdiği uluslararası sözleşmelere, 2872 sayılı Çevre Kanunu’na, çevresel süreçlerde ekolojik dengenin bozulmasının bir kez bozulmakla eski haline getirilemeyeceği sebebiyle Çevre hukukuna hakim olan ilkelere aykırı olduğu, ilgili maddelerde kamu yararı bulunmadığı hususlarına değinildi.