Ana Sayfa Blog Sayfa 671

Çeşme Turizm Projesi’ne yargı freni

Geçtiğimiz hafta içinde Danıştay İdari Dava Daireleri Kurulu, Kültür ve Turizm Bakanlığı’nın ünlü Çeşme Projesi ile ilgili ‘yürütmeyi durdurma’ kararı aldı.

Çeşme Turizm Projesi’ne karşı, İzmir Barosu, TMMOB’na bağlı meslek odaları, İzmir Tabip Odası, çeşitli çevre örgütleri ve Çeşme Yarımadası’nda yaşayan bir grup vatandaş iptal davası açmıştı. Danıştay İdari Dava Daireleri Kurulu kararında, ‘12/02/2020 tarih ve 31037 sayılı Resmi Gazete’de yayımlanan, İzmir Çeşme Kültür ve Turizm Koruma ve Gelişim Bölgesinin sınırlarının yeniden belirlenmesine ilişkin 11/02/2020 tarih ve 2103 sayılı Cumhurbaşkanı Kararında hukuka uygunluk bulunmadığı, uygulanması hâlinde giderilmesi güç veya imkânsız zararların doğmasına yol açacağı sonucuna ulaşıldığından, itiraza konu Daire kararının İzmir Barosu ve İzmir Tabip Odası haricindeki davacılar yönünden kaldırılarak, dava konusu işlemin anılan davacılar yönünden yürütülmesinin durdurulmasına karar verilmesi gerekmiştir’ ifadesi yer alıyor.

Yarımada’nın yarısı imara açılıyor

Danıştay İdari Dava Daireleri Kurulu tarafından yürütmesi durdurulan Çeşme Projesi’nin temelini Çeşme Yarımadası’nın % 55’inin imarını değiştirecek imar plan değişiklikleri oluşturuyor. Kültür ve Turizm Bakanlığınca açıklanan ve üzerinde meslek odalarıyla, çevre örgütlerinin dava açtığı İzmir Çeşme Kültür ve Turizm Koruma ve Gelişim Bölgesi alanı 16 bin 624 hektardan oluşuyor. Buna karşı ise Çeşme Yarımadası’nın tüm alanı ise topu topu 30 bin hektar.

Çeşitli dönemlerde Kültür ve Turizm Bakanlığı yetkililerince yapılan açıklamalara göre bu plan değişikliklerinin yapılacağı bölgenin; 5250 hektarı orman alanları üzerinde, üstelik bu orman alanları; içinde nadir ve endemik türler barındıran, kendine has yaban hayatı ve habitatlar oluşmuş uluslararası öneme sahip doğal, bakir ve korunması gereken alanları kapsıyor. 600 hektardan fazlası mera alanı, 783 bin metrekaresi tarım alanı ve zeytinliklerden oluşuyor. Proje alanının halen 3400 dekarı dikili tarım arazisi, yaklaşık 4400 dekarı mutlak tarım arazisi, 7900 dekarı ise marjinal tarım arazisi… Bunun yanı sıra 2157 hektarı nitelikli doğa koruma alanı, 1432 hektarı sürdürülebilir koruma alanı da bölge sınırları içinde yer alıyor. Üstelik bu alanlar daha önce birinci derece sit kapsamında iken, pandemi günlerinde sessizce yapılan değişiklikle bu alanların dereceleri düşürülerek imara açılmasının da önü açılmış.

Kıyılar da halka kapatılıyor

Planlara dahil edilen ve artık İzmirlilerin giremeyeceği kıyı uzunluğu ise tam 47 kilometre. Başka bir anlatımla kamu kullanımına açık ve devlete ait olan kıyıların ve hatta tapuda kaydı olmayan deniz alanlarının turizm amaçlı bölge ilan edilmesi ve yerli ve uluslararası sermayenin özel kullanıma tahsis edilmesi söz konusu. Anayasamıza açıkça aykırı olan bu durum kamusal alanların proje gerçekleştiği takdirde artık İzmirliler tarafından kullanılamaması anlamına geliyor. Danıştay İdari Dava Daireleri Kurulu tarafından alınan yürütmeyi durdurma kararında bu durum vurgulanmış.

Tüm bu alanlara toplam 55000 yatağa sahip olacak 200’den fazla otel, 11 golf sahası, marinalar yapılacak, yeni yollar açılacak. Zaten Turizm ve Kültür Bakanlığının yaptığı proje bilgilendirme açıklamalarından da projenin ‘üst düzey gelir grubuna’ dönük olduğunu ve İzmirlilerin buradan yararlanamayacağını açık ve net olarak anlaşılmıştı. Projenin başka bir boyutu ise bölgede yaşanacak büyük bir nüfus yoğunluğu… Çeşme yarımadası tamamen yapılaşma baskısı altında kalacağı için bölgede olağanüstü nüfus artışı yaşanması kaçınılmaz. Bu durumunda kent kimliği ve kent kültürünü etkileyeceği de çok açık…

Danıştay İdari Dava Daireleri Kurulu’nun verdiği ‘yürütmeyi durdurma’ kararından sonra bir açıklama yapan TMMOB İzmir İl Koordinasyon Kurulu, Çeşme Projesi  ile ilgili verilen yürütmeyi durdurma kararının sonrası yaptığı açıklamada ‘telafisi güç zararlar oluşmaması için Bakanlık tarafından yapılan çalışmaların acilen durdurulması gerektiğini’ belirtildi. Açıklamanın devamında ‘Danıştay İdari Dava  Daireleri Kurulu;  rant projesine ilişkin tarafımızca acılan dava sonucunda hazırlanan bilirkişi raporuna  rağmen Danıştay Altıncı Dairesinin yürütmeyi durdurma talebini reddeden kararı kaldırması ve işlemin yürütmesinin durdurulmasına karar vermiştir. Bu karar ile  TMMOB olarak başından beri ifade ettiğimiz üzere söz konusu  projenin toplumun ve doğanın ortak yararı ile en ufak bir ilişkisi bulunmadığı bir kez daha ifade edilmiştir. Bu karar sonrası  yürütülen bütün iş ve işlemlerin durdurulması gerektiğinin altını çiziyoruz’ denildi.

TMMOB İzmir İl Koordinasyon Kurulu’nun açıklamasında da altı çizildiği gibi Kültür ve Turizm Bakanlığının Çeşme yarımadasındaki projeye ilişkin tüm çalışmalarını mahkeme kararı doğrultusunda bir an önce durdurması gerekiyor. Hatta bu proje de kamu yararı görmeyen bilirkişi raporundan sonra gelen bu Danıştay İdari Dava Daireleri Kurulu’nun yürütmeyi durdurma kararında ile bakanlığın artık inadından vazgeçerek, Çeşme yarımadasında büyük bir ekolojik kıyıma yol açacak bu projeyi tamamen iptal ettiğini açıklaması gerekiyor.

Rant-3

[email protected]

Kentsel rantla ilgili tartışmanın üçüncü bölümüne kadar kapitalist ekonomide (özellikle kriz dönemlerinde) rantın kenti nasıl etkilediği ve ne tür zorluklar/ sorunlar yarattığı üzerinde durduk. Bunları anımsayacak olursak özetle:

  • Spekülatif manipülasyonlarla kentin doğal ve tarihsel verilerine özel çıkarlar için kullanmak üzere el koyan/ yağmalayan yaklaşımın kentin ekolojik dengelerini giderek bozması, su kaynakların, havasını kirletmesi vb. nedenlerle, kentin giderek daha sağlıksız ve zehirleyici, kronik hastalıkları çağıran bir yaşam ortamına dönüşmesi,
  • Kentin makro formunun spekülasyonun gereklerine göre biçimlenmesiyle kentsel yaşamın giderek zorlaşması ve (özellikle ulaşım altyapısının ve sisteminin) pahalılaşması,
  • Gelir dağılımında kentsel toprakların spekülasyonu ile bazı kesimlerin (sınıfın) giderek zenginleşmesi ve gelir farklarını uçurumlaştırabilecek düzeyde servet sahibi olması. Arazi fiyatlarının artışı nedeniyle alt orta sınıfların ve daha yoksul olanların/ kira ödemek zorunda olanların giderek artması ve daha yoksullaşması, sosyal olarak marjinalleşmesi/ mekansal olarak çeperlere doğru sürülmesi ve kentte yaşama maliyetinin yükselmesi,
  • Birbiriyle dayanışmacı değil rekabetçi bir ortamda karşılaşan kentlilerin/ bir toprak parçası mülkiyetine sahip olabilecek sınıfların kentte güvensiz-çatışmacı ve tekinsiz ortam yaratması,

gibi nedenlerle, yoksullaşmanın artması, kent yoksullarının kentteki yaşamının giderek zorlaşması, tekinsizleşmesi, sağlıksızlaşması ve pahalılaşması gibi konular üzerinde durulmuştu.

Rant-1
Rant-2

Başlangıçta kırda ve tarımsal topraklarla ilgili bir kavram ve açıklama/ tartışma iken giderek kentler için (neredeyse sadece kentler için) kullanılan bir kavram haline dönüşmesi neo-liberal dünya düzeni ve kentsel koşullar içinde rantın giderek daha çok önem kazanmasını nedenleri şöyle özetlenebilir:

  • plansızlık/
  • de-regülasyon
  • rekabetin keskinleşmesi
  • inşaat sektörünün kent ekonomisi için daha önemli hale gelmesi ve
  • kentlerde nüfusunun giderek çoğalması yeğinleşmesi,
  • gelir dağılımındaki kutuplaşmanın artışı ve yoksulları kentin çeperlerine doğru itmek-kovmak için yeni bir güç yaratmış olması vb.
  • rantın, kentlerdeki çürüme ve etik çökmeyle ilişkilenen mekanizmalarda (rüşvet, kayırma, mafyatik zorbalıklar vb.) giderek daha işlevsel hale gelmesi.

Diferansiyel rantı yaratanlar, yararlananlar

Diferansiyel rant, kentlerde tarımdaki gibi toprak verimliliğine bağlı olarak değil, konumsal avantajlara (ya da konumu nedeniyle kentin en tercih edilen/ çekici/ yüksek kira getirisi sağlayan yerlerde veya yakın olmaya) göre oluşmaktadır. Ancak tarımda diferansiyel rantı yaratan tarımsal toprağın verimliliğidir ve bu verimliliği artırmak olası olmakla birlikte bunun için bir yatırım (en azından bir harcama) yapmak gereklidir.

Oysa kentteki diferansiyel rantı yaratan konumsal değerin değişimi, arazi parçasının değerlenmesi veya değerinin yitimi tasarlanarak yaratılabileceği gibi kentin kendi organik canlılığıyla da oluşmaktadır. Kentteki rantın sürekli olarak pozitif veya negatif olarak yenilenmesinde sadece mülkiyete sahip olanın değil, kentin toplumsal yaşamındaki herkesin etkisi vardır. Ancak bu değerlenmeden yararlanan sadece toprak sahibidir. Diferansiyel rantı alan sadece tapuya/ mülke sahip olandır.

Kentte oluşan toprak rantından özel mülkiyetin yaygınlığı oranında (mülkiyet dağılımının örüntüsüne göre) bütün tapu sahipleri az ya da çok yararlanmaktadır. Bununla birlikte toprak değeriyle ve ilgili manipülasyonları gerçekleştiren ve kamuya ait olması gereken ranta el koyan kişilere/ gruba “rantçılar” diyebiliriz.

Rantçılar ve plancılar/ kentte kamu yönetimi

Sosyalist bir ekonomide ve kent toprakları üzerinde özel mülkiyetin bulunmadığı bir durumu düşünelim. Bu durumda bütün topraklar kamu mülkiyetinde olacak, ama kentsel toprak rantı yine de oluşacak; fakat üretilecek rantın kentte yaşayanlar tarafından (para biçiminde) elde edilmesi söz konusu olmayacaktır. Pazar mekanizmasının bulunmaması durumunda  kentsel yer/ konum ile ilgili değerlenme belki bürokratik/ hiyerarşik pozisyonlara bağlı olarak mekansal prestij-çıkar/ kolaylıklar-gelişmiş altyapı-kamusal hizmet olanakları (özellikle ulaşım altyapısı) vb. türü yararlara dönüşecektir.

Kentsel rantların (nasıl bir kamu yönetimi tarafından denetlendiğine göre veya bunun demokratik bir yönetim olup-olmamasına göre) farklı anlamlarının/ alternatiflerin üzerinde irdeleme yapmak gerektiğini düşünmek yararlı olacaktır.

Rant sadece kentleşme sürecinin, hatta insan eliyle mekanda yer alan her hangi bir toplumsal gelişmenin doğal sonucu olarak düşünülmeli. Spekülatif olarak manipüle edilebileceği gibi planlama ve planların geliştirilmesinin de doğal olarak rantın yaratılması ve çoğalması anlamını geldiğinin altını çizmek gerekiyor.

Kapitalist bir ekonomide mülkiyet hakları nedeniyle belki mutlak rantı kabul edebilir ve basit bir vergi politikası ile yetinebiliriz. Eğer kapitalist sistem işliyorsa ve bu sistemin demokratik olması koşuluyla, kentsel rantın (spekülatif ranta dönüşmeden) ne anlama gelebileceği ve ne tür bir kent yaratacağı üzerinde de zihinsel irdelemelere gerek olduğunu kabul etmek gerekecektir…

Kapitalist ekonomide diferansiyel rant ile ilgili çok daha aktif ve adil politikalar neden geliştirilmesin? Vergilendirmeyle, ruhsatlandırmayla ya da altyapı stratejisindeki orta ve uzun erimli planlama hedeflerinden sapmaların güçleştirilmesiyle ilgili politikalar, belki de en çok kent içi gelişmeler için doğrudan demokratik karar alama mekanizmaların güçlendirilmesiyle ilişkilendirilebilir.

Rant ve kent planlamasının işlevi

Bu durumda belki kenti planlamak kadar rantçıların plan uygulamasını engelleme/ olumsuz etkileme olanaklarıyla nasıl mücadele edilebileceği ile ilgili stratejiler de düşünülmelidir. Diğer bir deyişle kent planları, rantçılara karşı bir uygulama stratejisiyle birlikte düşünülmeli ve uygulanmalıdır. Planın sade olsa bile rantsal çıkarlarla baş edebilecek stratejilerde ne kadar karmaşık ve girift olmak zorunda olduğunu baştan düşünmek gerekecektir. Planın işlevi, uygulama aşamasıyla (stratejisiyle) birlikte düşünülmelidir.

Planlama eğitiminde rant kavramının kenti nasıl etkilediği, özellikle kentsel sınıflar üzerindeki etkisinin ne olduğu anlatılmalı. Bir yandan yoksulları daha yoksullaştırıp ve kentsel yaşamın ortak yararlarından/ kamusal hizmetlerden daha zor ve daha pahalı yararlanabilmeleri sonucunu yaratırken, diğer yandan da zenginleri nasıl zenginleştirdiği, gelir dağılımını nasıl kutuplaştırdığı ve eşitsizlikleri/ ayrımcılıkları nasıl arttırdığı üzerinde durulmalı.

Kapitalist sistem içinde rant/ diferansiyel rant ve spekülatif rant kavramları üzerinde durulmalı. Rantın olumsuz etkisinin kentin mekanlarına, makro formuna, kentsel hizmetlerin sunumuna ve maliyetlerine nasıl etki yaptığı üzerinde durulmalı. Ya da daha kestirmeden,

  • Toplumsal sonuçlar,
  • Mekansal sonuçlar,
  • Kamusal hizmetlerin planlamaması ve gerçekleşebilmesi/ işletilmesi üzerindeki etkiler
  • Ekolojik etkiler ve doğal veriler üzerinde geri dönüşü zor kirlenmeler ve tahribat (özellikle kıyı kesimleri, tarım ve orman arazileri için)

gibi konular kent planlama eğitim şemasına (müfredat/curriculum) eklenmeli. Müfredat, planların kentsel rantın etkisiyle uygulanamaz hale gelmesini önleyebilecek stratejilerle ilgili konuları/ bilgileri de içerecek bir biçimde düzenlenmelidir. İçinde bulunduğumuz ekonomik sistemde fiziki plandaki her karar bakımından, rantın olumsuz etkilerinin nasıl öngörülebileceğini ve karşı stratejilerin geliştirilebileceğini anlatabilmek gerekiyor. Kent plancılarının, rant ve planlama kavramları arasındaki dinamik ilişkiyi, kamu yararına rantçılardan daha etkili biçimde manipüle edebilmesi/ kullanabilmesi bilgisi ve becerisine sahip olması gerekiyor.

 

[Çocuklar için Yeşil Kitaplar] Müjde: Walter Benjamin’in gizemli kayıp bavulu ortaya çıktı

Resmi ideolojiden ayrılan düşüncelerin tehlikeli sayıldığı, sıra dışı fikir sahiplerinin yasa dışı ilan edilip tutuklandığı, insanların özgürce üretmek ve yaşamak için kaçmaktan başka çare bulamadığı bir ülkeyi hayal etmek zor değil. Bizim için, burada… ve başka birçok yerde.

Aslında Bay Benjamin’in Gizemli Bavulu’nun çizeri ve yazarı Pei-Yu Chang da, dünyanın gündeminden düşmeyen göç ve sığınmacılık olgusu üzerine bir kitap yapmak istiyordu. Taipei’de Alman Dili ve Edebiyatı eğitimi almış, yüksek öğrenimini sürdürmek için Almanya’ya gelmişti. Bu kitap aynı zamanda, Münster Sanat Akademisi’nde görsel iletişim tasarımı bölümünde, illüstrasyon dalında yaptığı yüksek lisansının bitirme tezi olacaktı.

Projesi üzerine düşünürken gezdiği Marbach kentinde Modern Edebiyat Müzesi’nde karşısına, içinde sadece küçük bir not kağıdının bulunduğu boş bir bavul çıktı. Kuşkusuz Benjamin Walter ve Adorno’nun isimlerini daha önce duymuştu, önemli düşünürler olduklarını biliyordu. Ama bu bavul merakını uyandırdı, sonunda da onu Walter Benjamin’in hayatı, yaşadığı dönemi, düşünceleri tehlikeli ilan edilen insanların dün ve bugün paylaştığı kaderi üzerine derinlemesine düşünmeye ve araştırmaya itti.

Sığınmacılara ‘yakından’ bakış

İşte, gerçek bir hikayeye dayanan sıra dışı resimli kitap Bay Benjamin’in Gizemli Bavulu bu yoğun düşünsel süreçte şekillendi.  Pei-Yu Chang metni, illüstrasyonları, kolajları, fontları oluşturup bir araya getirirken, edindiği bilgi birikimini çarpıcı bir sanat eserine dönüştürdü, ona yedirdi.

Bu yüzden resimli kitabın içeriğine geçmeden önce  Yahudi asılı Avusturyalı bir düşünür olan Walter Benjamin’in hayatı ve üretimini ya da kendi yaşamını tehlikeye atarak Nazilerden kaçmaya çalışan insanları, gizli patikalardan sınır dışına çıkaran, Lisa Fittko gibi direnişçilerin, o karanlık tarihte insanlık adına üstlendikleri önemli rolü uzun uzun anlatmaya gerek yok illa ki.

Çünkü bu eser, çocuk ve gençlerle birlikte baskıcı rejimler hakkında düşünmek, geçmişten bugüne insanların neden yurtlarından kaçmak zorunda kaldıklarını irdelemek, sığınmacı insanların, hepsi de birbirinden farklı bireysel kaderlerine daha yakından bakmak için zengin fırsatlar sunmakla kalmıyor. Aynı zamanda Pei-Yu Chang tarafından titizlikle düşünülmüş, çarpıcı formlara dönüştürülmüş metin-görsel bütünlüğünde saklanan ve andığımız tarihsel kişilikleri keşfetme heyecanı yaşatan birçok önemli detay barındırıyor.

Hikaye, farklı düşünenlerin kovuşturulduğu,  her gün daha fazla askerin daha fazla insanı tutuklamaya geldiği bir ülkede sıra dışı ve parlak fikirli bir filozof olan Bay Benjamin’in kaçmaya karar vermesiyle başlıyor. Dağınık saçları, yuvarlak gözlükleri ve çenesine dayadığı eliyle sevimli dalgın bir profesöre benziyor. Diğer elinde tuttuğu dolma kalemle not defterine bir şeyler karalıyor. Yani ülkede işler ters gitmeye başlayıp hayatı risk altındayken bile fikir üretmeyi sürdürüyor.

Ama sonunda o da, bu ülkeden gizli kaçış yollarını avucunun içi gibi bilen Bayan Fittko’ya başvuruyor. Direnişçi kadınla ilk buluşmasında, önünde durduğu vitrinin bir oyuncak dükkanına ait olması gözden kaçmıyor. Ne de olsa Walter Benjamin gerçek hayatında da bir oyuncak koleksiyoneridir.

Uzun bir yürüyüşe çıkacakları kaçış günü gelip çattığında Bay Benjamin’in yüz ifadesi artık daha ciddidir. Hatta iki  koluyla sıkı sıkı sardığı kocaman kırmızı bavulla inatçı bir izlenim uyandırır. Onunla birlikte sınırdan geçmeyi planlayan diğer insanların şaşkınlığı ve merakı, kocaman puntolarla çift sayfada adeta bağırır. Ama sonunda onlar da ikna olur: “Eğer bu kadar akıllı biri yanında her koşulda böyle ağır bir bavulla dağlardan geçmek istiyorsa bunun için kesinlikle iyi bir sebebi olmalıydı.”

Her koşulda yanında ne götürmek istersiniz?

Dik yollardan, sarp kayalardan ilerledikleri yolculuk giderek daha yorucu hale gelirken, Bayan Fittko bir kez daha Bay Benjamin’in fikrini değiştirmek için şansını dener. Ne var ki o, bavulun, “… sahip olduğum en önemli şey, hatta kendi hayatımdan bile önemli” olduğunu ileri sürer.

Bugün bile araştırmacılar Bay Benjamin’in hiç ortaya çıkmamış kayıp bavulunda neler olduğunu merak etmekte, hakkında farklı teoriler üretmektedir.

Bay Benjamin’in Gizemli Bavulu’nun odağında da bu soru var. İnsanların parça pinçik dedikodu ve spekülasyonları ile gazete kırpığı gibi görünen metin biçimsel olarak da birbirini tamamlıyor. Yürütülen tahminler arasında Walter Benjamin’in gerçek hayatına, örneğin fotoğraf teorisi ile ilgilendiğine işaret eden ayrıntılar yakalamak mümkün.

Ama ne, bavulda saklanan “tüm zamanların en iyi felsefe fikriydi” diye ileri süren akademisyenin varsayımı, ne de generallerin eski daktilo mesajı havasındaki “hedefini asla kaçırmayan görünmez bir roket” tahmini doğrulanabiliyor. İçinde mutlaka memleketinden otuz kilo sosis ve büyük annenin eşsiz reçeli olduğunu düşünen köylülerin iddiası da sadece iddia olarak kalıyor. Gizemli bavulun sırrı çözülemiyor.

Pei-Yu Chang bu olağanüstü eserinde başka bir şeyi başarıyor. Çünkü okura, yurdunu terk etmek zorunda kalan her insanın, her koşulda yanında götürmek istediği şeyleri hissettiriyor. Benjamin’in bavulunun içeriği hakkında iyi ya da kötü niyetli fikir yürütenlerin hepsi yanılırken dahi insan için vazgeçilmez değerlere işaret ediyor.

Ülkelerinden kaçmaya zorlanan insanlar düşünsel birikimlerini, sevdiği tat ve kokuları, aileleri ve kültürleriyle bağlarını hepsinden de önemlisi onurlarını koyar göç bavullarına. Bazen önemsedikleri bazı şeyleri fiziken geride bırakmak zorunda kalsalar da o bavulu hep yanlarında taşımaya devam ederler.

Yerleşememenin, yurtsuzluğun, oradan oraya göç etmenin bir sembolü yerine geçer bavul aynı zamanda. Kırmızıdır, çünkü sıra dışı fikirlerden korkan baskıcı faşist rejimler için tehlikeli olmayı sürdürür. Bavullarını elden bırakmadıkları sürece sahipleri kovuşturulmaya devam edilir. Kısacası ateşten gömlektir.

Bu resimli kitapta, Benjamin’in başarısız kaçış hikayesinin bir otel odasında intiharla sonlandığından bahsedilmez kuşkusuz. Tıpkı kayıp bavulu gibi Walter Benjamin’in intiharı da sırlarla örülüdür. Yakın dostu Adorno’nun iddia ettiği gibi, onun yerini alan başka bir insanın hayatını kurtarmak için mi sınırdan geçmek yerine intiharı seçmiştir,  yoksa bu kararında farklı nedenler mi rol oynamıştır halen belirsizdir.

Zaten Bay Benjamin’in Gizemli Bavulu’nun konusu bu değildir. Elbette kitapta, umut ve bir parça da mizah barındıran dinamik metin ve görsellerin yanı sıra savaş, esir alınan insanlar ve onlara silah doğrultan askerler gibi karaltılı silüetlerin yoğunlukta olduğu çizim ve kolajlar da var. Ama sayfa tasarımında bırakılan boşluklar, Chang’ın, hassasiyetle örselemekten kaçındığı çocuk okura düşünmek ve yorumlamak için özgür alanlar tanımayı ne kadar önemsediğini ortaya koyuyor. Kitap küçük yaştakileri anlatmaya, tartışmaya teşvik ediyor. Bu eseri, çocuklarla gerçek bir iletişim kurmak isteyen tüm yetişkinler için ender bulunan bir fırsata dönüştüren özellikler bununla da bitmiyor.

Çağla Vera Kılıçarslan’ın başarılı çevirisiyle, Genco Kara’nın titiz grafik uygulamasıyla, nitelikli kağıdı ve baskısıyla küçük-büyük tüm yaşlara hitap eden, yıllara, kuşaklara dayanabilecek bir kitap ama aynı zamanda bir sanat eseri hazırladığının bilinciyle davranmış Meav Yayınları.

Umarım böyle şahane eserlerin arkası hiç kesilmez…

Pei-Yu Chang

Pei-Yu Chang (d.1979) Taipei’de Alman Dili ve Kültürü ile Alman Edebiyatı okuduktan sonra Münster’de illüstrasyon eğitimi aldı. Okumayı ve seyahat etmeyi çok seven sanatçı, 2015 yılında güney Almanya’ya yaptığı bir gezide kayıp bavulun hikayesinden haberdar oldu. Bu hikayeden öylesine büyülendi ki hakkında bir kitap yazmaya mecburdu. Şubat 2016’da Prof. Felix Scheinberger’in yanındaki eğitimini tamamladı. Bay Benjamin’in Gizemli Bavulu adlı eser, onun bitirme projesi ve ilk çocuk kitabıdır.

 

[Foto Galeri] 2022’nin çevre fotoğrafçısı ödülleri belli oldu: Kuşların Acı Ölümü ilk sırada

CIWEM (Chartered Institution of Water and Environmental Management), WaterBear, Nikon ve Arup’un 2022’nin Çevre Fotoğrafçısı yarışmasının sonuçları belli oldu. Yarışma kapsamında gezegeni tehdit eden sorunlara ışık tutan fotoğraflar ele alındı.

Yarışmanın amacı söz konusu sorunlara yönelik kamuoyunun farkındalığını oluşturabilmek. Bu amaca hizmet eden ve yılın kazananı olan fotoğrafçı ise Mehdi Mohebi Pour oldu.

Pour’a ödül getiren fotoğrafı ise Bitter Death of Birds (Kuşların Acı Ölümü).

Memurlar, Endonezya’nın Batı Java kentinde bulunan Sentra çiftliğindeki bir depoda sebze mahsullerini koruyor. Kıvırcık marul, Çin brokolisi, derici sumağı gibi sebzeler, ışığın ve sıcaklığın sabit kaldığı bir odada yetiştiriliyor. Geçen yıl geliştirilen dikey tarımın avantajları arasında, pestisit içermemesi, sadece 30 günlük hasat süresi ve günde ortalama 20-30 kg verim sağlaması bulunuyor. Fotoğraf: Geleceğin Vizyonu | Arie Basuki’den Dikey Tarım
Temmuz 2021’de Danimarka’nın Kopenhag kentinde popüler bir plaj olan Amager Strand’dan Middelgrunden açık deniz rüzgar çiftliği. Rüzgar çiftliği, yerel halkın güneşlendiği veya su sporları yaptığı bu popüler plajla bütünleşiyor. Rüzgar çiftliği, yerel halkın güçlü katılımıyla geliştirildi. Danimarka elektrik tüketiminin yüzde 14’ünden biraz fazlası rüzgarla sağlanıyor. 150 binden fazla aile bunun gibi rüzgar türbini kooperatiflerinin üyesi.
Fotoğraf: Yarına Uyum Sağlamak | Geleceğe Giden Yeni Yollar (III), Simone Tramonte
Pisa, İtalya, Temmuz 2021. Fotoğrafçı temel bir soru soruyor: İnsanın Dünya üzerindeki yeri nedir ve doğa ile ilişkimiz nedir? Karamsarlıktan uzak ve insanlığın doğa üzerindeki egemenliğinin hiç bu kadar aşırı olmadığı bir zamanda, bu fotoğraf bilincimizi uyandırmayı amaçlıyor. – Fotoğraf: Doğayı Kurtarmak | Doğal: Çağdaş Harabelerin Tarihi (Chronicle of Contemporary Ruins), Jonk Jimenez

Sitakunda, Bangladeş, Haziran 2022. Chittagong, Sitakunda Upazila’daki BM konteyner deposunda meydana gelen kimyasal patlama ve yangında 49 kişi öldü. Kimyasalların havaya ve suya karışması çevre üzerinde yıkıcı bir etki yarattı. Patlama nedeniyle kimyasal bulunan suyun akifere girdiği ve tatlı su kaynağını yok ettiği yakındaki nehre plastik kaplar saçıldı. – Fotoğraf: 1.5’i Canlı Tutmak | Subrata Dey’den Kimyasal Patlama
Bir zamanlar tek bir tatlı su gölü olan iki göl, artık oldukça yoğun tuz tavaları, ciddi şekilde alkali ve çoğu hayvan ve bitki yaşamı için zehirli. Flamingolar ise istisna: Biyolojik yapılarından dolayı yüzeyde gelişen alglerle beslenmeyi seviyorlar. Renkler ne kadar güzel olursa olsun, tonlar, göllerin alkali seviyeleri nedeniyle renk değiştiren algler sebebiyle ortaya çıkıyor.
Fotoğraf: Fayz Khan/Yılın Çevre Fotoğrafçısı, Güzel Ama Yeryüzündeki Düşmanca Renkler,
Atılan binlerce hızlı moda atığı, Temmuz 2022’de Gana, Accra’daki Jamestown sahiline vurdu. Atılan (çoğunlukla sanayileşmiş ülkelerden ikinci el giysiler olarak ithal edilen) hızlı moda giysiler düzenli olarak Gana’nın başkentindeki balık çıkarma sahillerine vuruyor. Ucuz, trend odaklı seri üretilen giysilerin büyük bir kısmı ülkeye atık olarak geliyor ve bu nedenle satılamıyor. Çöpe atıldıklarında, ayrışıp metan gazı salarak iklim krizini besliyor.
Fotoğraf: Muntaka Chasant/Yılın Çevre Fotoğrafçısı – 1.5’i Canlı Tutmak | Hızlı Modanın Çevresel Maliyeti,
Binh Thuan, Vietnam, Ekim 2021. Bau Ca Cai, iklim değişikliği ve deniz seviyesinin yükselmesi tehlikeleri altındaki ekolojik ortamı iyileştirmek için doğal mendireğe dikilmiş eski beyaz çiçekli bir mangrov. Bu proje, Yeşil İklim Fonu ve BM Kalkınma Programı tarafından destekleniyor ve savunmasız topluluklar için iklim değişikliğinin etkilerine karşı direncin güçlendirilmesine yardımcı olma amacı taşıyor. Proje ekoturizmi destekliyor, gelirin iyileştirilmesine ve sürdürülebilir yoksulluğun azaltılmasına katkı sağlıyor.
Fotoğraf: Alex Cao/Yılın Çevre Fotoğrafçısı – Yarına Uyum | İnsan ve Doğa Arasındaki Karşılıklı Yardım,

 

San Jose Del Monte Bulacan, Filipinler, Nisan 2022. Joe Ward, Covid-19 salgınının ardından enerji maliyetlerini azaltmak için güneş paneli kullanmaya başlıyor.
Fotoğraf: Gaeus Lazar Osilao/Yılın Çevre Fotoğrafçısı – Yarına Uyum | Güneş, Anahtar
Barisal, Bangladeş, Ağustos 2021. Ülkedeki en büyük yüzen kereste pazarı birçok kişinin geçimini sağlıyor. Düzinelerce tekne nehri dolduruyor ve ticaretin çoğu karaya ayak basmadan gerçekleşiyor. Ancak sürdürülebilir planlama ve koruma eksikliği, çevre için ciddi bir tehdit oluşturuyor. Bu, ağaçların sel ve kasırga gibi doğal afetlerin etkisini azaltabileceği kıyı bölgeleri için özellikle yıkıcı etkiye sahip.
Fotoğraf: Pinu Rahman/Yılın Çevre Fotoğrafçısı, 1.5’i Canlı Tutmak | Yüzer Kereste Pazarı,
Ormanın içine gizlenmiş küçük bir göl, Suwałki, Polonya, Ocak 2021. Göl ve çevresi, doğanın insanları izlediğini simgeleyen bir göz şekli oluşturmuş.
Fotoğraf: Maciej Krzanowski/Yılın Çevre Fotoğrafçısı – Doğayı Kurtarmak | Seni Her Yerde İzliyorum
1990’larda Lindoso rezervuarının sularıyla yok olan ve Avrupa’yı etkileyen tarihi kuraklık nedeniyle görünür hale gelen Lobios, Galiçya, İspanya’daki eski Aceredo köyü, Nisan 2022. Özellikle kurak yıllarda, eski Aceredo köyünün parçaları ortaya çıkıyordu, ancak daha önce hiç yağmurlu ayların ortasında köyün iskeleti bütünüyle ortaya çıkmamıştı. Bu yıl kuraklık ve sıcak dalgaları nedeniyle büyük endişe yarattı.
Fotoğraf: Lorenzo Couto/Yılın Çevre Fotoğrafçısı – 1.5’i Canlı Tutmak | Aceredo
Everest Ana Kamp Yürüyüşü, Everest Dağı, Nepal, Mart 2021. Fotoğrafçı, fotoğrafının öyküsünü şöyle anlatıyor:
“Şerpaların (Nepal’de yaşayan etnik bir grup) Tibet sığırı konvoylarıyla LPG tedarikini ana kampa götürmelerine izin vermek için bir an durduk. Bana göre bu görüntü, biz insanlar olarak kararlılıkla başarabileceklerimizin ve bu başarıların peşinden giderken verdiğimiz zararın yan yana getirilmesini yansıtıyor ve kalkınmanın karmaşık birbirine bağlı doğasını, Sherpa topluluklarındaki yoksulluğu, eşitliği, güvenliği ve iklim eylemini vurguluyor.
Fotoğraf: Nigel Wallace-Iles/Yılın Çevre Fotoğrafçısı – Geleceğin Vizyonu | Daima Biraz Daha İleri…
Cooch Behar, Hindistan, Ağustos 2022. Şehir çöplüklerinde atıkların ayrışması hava kirliliğine neden oluyor ve yüksek sıcaklıkta yangına yol açabilecek yüksek metan üretme riski oluşturuyor. Bu istenmeyen çevresel tehlikelerden kaçınmak için Cooch Behar Belediye Şirketi, katı atıkları biyolojik olarak çıkarmak için Trommel makineleri kurdu. Makine çöpten plastik, kum ve metalleri çıkarıyor, daha sonra bunlar geri dönüştürülüyor ve katranlama, inşaat ve diğer atıklar için kullanılıyor ve kalan diğer atıklar organik gübreye dönüştürülüyor.
Fotoğraf: Sujan Sarkar/Yılın Çevre Fotoğrafçısı – Yarına Uyum | Trommel Makinesi (Döner Elek) ile Biyo Madencilik
Mafya Adası, Tanzanya, Kasım 2021. Ali, sekiz yılı aşkın süredir Kitu Kiblu’da çalışıyor ve bu nazik devlere saygı duymayı öğrendi. Bu fotoğraf, bir Balina köpekbalığının ağzından oltayı çıkarma denemelerinden sonra çekildi. Küçük bir olta, sürdürülemez balıkçılık endüstrilerinin daha büyük sorunlarını oluşturmasa da, doğa temelli çözümler aracılığıyla olumlu bir değişim meydana getirme gücünü temsil ediyor.
Fotoğraf: Danielle Stanley/Yılın Çevre Fotoğrafçısı – Doğayı Kurtarmak | Papa Potwe, 1,
Glasgow, İskoçya, Kasım 2021. İnsanlar, yaklaşan iklim krizlerinin etkisini azaltmak için eylem yapılması çağrısıyla protestoya katılıyor. Fotoğrafçı, fotoğrafını şöyle anlatıyor:
“Nijeryalıyım ve ülkemi Cop26’da temsil eden atanmış gözlemcilerden biriydim. İnsanlar protesto için yürürken orada sayısız fotoğrafçı ve kameraman vardı.”
Fotoğraf: Bernard Kalu/Yılın Çevre Fotoğrafçısı – 1.5’i Canlı Tutmak | Doğa ile Bir,
Ahmedabad, Hindistan, Mayıs 2021. Şehri kasırga vurduktan sonra elektrikçiler akşam geç saatlerde bir elektrik hattını onarıyor.
Fotoğraf: Jignesh Chavda/Yılın Çevre Fotoğrafçısı – Geleceğin Vizyonu | İş Başındaki İnsanlar
Barishal Division, Bangladeş, Temmuz 2022. Erozyona eğilimli su yolunu korumak için Kironkhola Nehri kıyısında yüzlerce jeotekstil torba duruyor. Yerel halka göre, son birkaç yıl içinde yaklaşık 120 aile yerinden edildi. Çevresel ve Coğrafi Bilgi Hizmetleri Merkezi tarafından hazırlanan bir rapora göre, 1973’ten 2017’ye kadar Bangladeş, en büyük üç nehri nedeniyle 162 bin hektardan fazla arazi kaybetti.
Fotoğraf: Niamul Rifat/Yılın Çevre Fotoğrafçısı – Yarına Uyum | Umut
Miankaleh, İran, Mart 2022. Fotoğrafçı fotoğrafın hikayesini şöyle anlatıyor:
“2019-20 ve 2020-21’de lagünde binlerce kuş öldü ve sonraki yıl 2021-22’de neyseki kuşların geri döndüğünü gördük. Ekim başından Mart sonuna kadar sulak alanda bulunurlar ve sonrasında göç ederler. Kuşlar 2021 sonu 2022 başında misafirimiz oldular ve bu hikaye her sene tekrarlanıyor. 2020-21’de bu sulak alanda on binlerce göçmen kuş öldü ve ertesi yıl sürü geri döndü.”
Fotoğraf: Mehdi Mohebi Pour/Yılın Çevre Fotoğrafçısı – Doğayı Kurtarmak | Bir Flamingo Ordusu

Bu fotoğraf, çevre güçlerinin cesetleri toplama ve bu hastalığın yayılmasını önleme çabalarının bir yansıması. Fotoğrafçı fotoğrafını şöyle anlatıyor:
“Miankaleh sulak alanı iklim değişiklikleri nedeniyle yok oluyor ve bir fotoğrafçı olarak bu sorunları vurgulamak ve tarih için bir kayıt oluşturmak benim görevim. Bu güzel doğal yerlere yönelik sorunları ve tehditleri göstererek sulak alanların tamamen yok olmasını ve potansiyel çevre felaketini önlemek istiyorum.”
Fotoğraf: Mehdi Mohebi Pour/Yılın Çevre Fotoğrafçısı – Büyük ödülün sahibi: Yılın çevre fotoğrafçısı | Kuşların Acı Ölümü,

 

 

Musk’tan sonra Twitter’ı iklim inkarcıları ‘bastı’

Bilim insanları ve iklim aktivistleri, Twitter‘ı Elon Musk‘ın satın almasından sonra da iklim değişikliği inkarcılarının çoktan çürütülmüş argümanlarının yeniden canlanmasından duydukları rahatsızlığı dile getirdi.

Guardian‘a konuşan uzmanlar,  #ClimateScam (İklim sahtekarlığı) teriminin artık düzenli olarak sitede “iklim” arandığında ilk çıkan sonuç olduğunu söyledi.

Twitter, iklim bilimcilerin araştırmalarını paylaşmaları için olduğu kadar, petrol boru hatlarını durdurmak veya politikacıların kirliliği azaltmadaki başarısızlığına dikkat çekmek üzere harekete geçmek isteyen aktivistler için de değerli bir forum olmuştu. Ancak bu kişilerin pek çoğu , iklim yanlış bilgilendirmesindeki artış, spam ve hatta platformla ilişkilerini alt üst eden tehditlerdeki artış  nedeniyle artık bu platformdan kaçıyor.

Twitter 22 Nisan Dünya Günü’nde iklim değişikliğini reddeden reklamları yasaklama kararı aldığını duyurmuş, küresel sürdürülebilirlik yöneticisi Casey Junod, “Twitter’da iklim değişikliği konusundaki bilimsel fikir birliğine aykırı olan yanıltıcı reklamlar, uygunsuz içerik politikamız uyarınca yasaktır” demişti.

Ancak Elon Musk, platformu satın alır almaz, içerik yönetim ekiplerini işten kovmuş, sürdürülebilirlik bölümünü dağıttı ve aralarında eski ABD Başkanı Donald Trump, aşırı sağcı yorumcu Jordan Peterson gibi kişilerin yasaklarını kaldırdı.

Twitter’da istifa dalgası: Elon Musk ofisleri kilitledi

Şimdi de iklim krizine yönelik inkar ve alaycı paylaşımların sayısının geçmişe oranla artışı iklim uzmanları ve aktivistlerin huzursuzluğuna neden oldu.

Mastodon’a kaçıyorlar

Birleşik Krallık Ulusal Kar ve Buz Veri Merkezi‘nden bilim insanı Twila Moon şunları söyledi:

“Musk’un devralmasından bu yana Twitter’ı hem haber aramak hem de bilimi paylaşmak için daha az kullanıyorum. Bu platforma olan güven tamamıyla çökerse, bilim insanları arasındaki iletişim de ‘parçalanabilir’. İklim inkarcılığında ve dezenformasyonda bir artış fark eden insanlar özellikle endişeli ve bunun iklim eylemini ekonomilere, topluluklara ve sağlığa zarar verecek şekilde yavaşlatabileceğinden endişe duyuyorum.”

Penn State’de önde gelen bir iklim bilimcisi olan Michael Mann ise  Twitter’dan ayrılmayı hemen planlamadığını belirtse de iklim dezenformasyonunun “devre dışı bırakılan iklim inkarcılarının yeniden ortaya çıkması”yla yeniden gündeme geldiğine dikkat çekti.

Pek çok bilim insanı ve aktivist Twitter’e alternatif olarak görülen Mastadon‘da profil oluşturdu.

Rutgers Üniversitesi’nden iklim bilimci olan Bob Kopp, ” Şu anda Twitter’da bulunmaktan pek bir değer elde ettiğimi düşünmüyorum , Mastodon’da daha ilginç sohbetler oluyor” dedi. Kopp Twitter’da Covid-19’la ilgili dezenformasyonla mücadele politikasını sona erdirmesinin iklim inkarcılığıyla “el ele gitme eğiliminde” olduğunu kaydetti.

Twitter'da arama sonuçlarında çıkan #ClimateScam'in ekran görüntüsü
#ClimateScam terimi artık düzenli olarak Twitter’da sitede ‘iklim’ araması yapıldığında çıkan ilk sonuç. Fotoğraf: Twitter
Elektrikli otomobil firması Tesla‘nın liderliği nedeniyle çevreciler tarafından övülen Musk, Twitter’ın “Herkes için özgür bir cehennem manzarası olamayacağını” söylemişti, ancak son eylemleri büyük soru işaretleri yaratıyor. George Mason Üniversitesi‘nden iklim iletişimi uzmanı olan Ed Maibach‘a göre, iklim topluluğundaki birçok kişi, siteyi terk etmeyi tartışıyor.

#ClimateScam: En çok aranan terim

Musk’ın siteyi 44 milyar dolara devralmasından hemen önce #ClimateScam, “iklim aldatmacası” veya “iklim bir aldatmacadır” ifadelerine atıfta bulunan Twitter içeriğinde bir artış olmuştu. O zamandan bu yana bu Dezenformasyona Karşı İklim Eylemi Koalisyonu tarafından yapılan bir analize  göre bu terimlerden 500.000’den fazla kez bahsedildi .

Koalisyonun bir parçası olan Stratejik Diyalog Enstitüsü sivil eylem başkanı Jennie King, iklim sahtekarlığı” ifadesini içeren gönderilerin “iklim acil durumu” veya diğer terimlerden daha fazla olduğuna veya bunların daha fazla etkileşim aldığına dair hiçbir kanıt olmamasına karşın, en çok aranan terim olmasının kafa karıştırıcı olduğunu vurguladı:

“İklim bilimcilerin burasının artık birbirleriyle sohbet etmek için verimli bir yer olmadığını söylemelerini anlayabiliyorum. Nefret söylemi ve ölüm tehditleri için paratoner haline geldiler, onları platformdan uzaklaştırmayı amaçlayan tehditlerde de gerçek bir artış görüyoruz.”

King, platformda özellikle kürtaj veya LGBTQ+ hakları gibi diğer büyük çatışmalı konularda paylaşım yapan yüksek profilli hesaplar aracılığıyla, iklim kriziyle ilgili temelsiz iddiaları yayma çabasının “yenilenmiş bir enerji”yle  dolduğunu söyledi.

Jordan Peterson.

Örneğin, yasağın ardından Musk tarafından Twitter’a geri döndürülen Kanadalı psikolog ve medya ünlüsü Peterson, son zamanlarda iklim değişikliğine odaklandı ve 3,5 milyon takipçisine konuyla ilgili bir günde bir düzine veya daha fazla tweet attı.

Aşırı sağcı Peterson, aşırı karbondioksitin dünya için faydalı olduğunu, “otomotiv özgürlüğünün” arabalardan kaynaklanan kirliliği azaltma çabaları nedeniyle tehdit altında bulunduğunu ve iklim kampanyacılarının “kıskanç ve narsist bir tahribat yaratmak” istediğini söylüyor.

King, “Peterson gibi iklim reddini ve ertelemeyi savunan bu çok etkileşimli hesapların seçim hilesi, ırksal politika veya üreme hakları gibi diğer konularda da yanlış bilgi yaydığını defalarca gördük”

Sosyal medyada kutuplaşma ve yankı odaları

Fosil yakıt endüstrisi ve çeşitli muhafazakar figürler tarafından onlarca yıldır iklim kriziyle ilgili asılsız iddialar dile getirilse de, son iki yılda sosyal medyada iklim konusunda kutuplaşmanın arttığına dair kanıtlar da yok değil.  İngiltere ve İtalya’daki araştırmacılar tarafından yakın zamanda yapılan bir araştırma, 2015’teki zirveye kıyasla geçen yıl Cop26 iklim görüşmeleri sırasında Twitter’daki “karşıt” sağcı iklim konuşmalarında dört kat artış olduğunu ortaya koymuştu.

İklim eyleminden yana olanların ikiyüzlü olduğu veya emisyonları azaltmanın anlamsız veya pahalı olduğu gibi iddialarda bulunanların seslerinin ve görünürlüklerinin artışı ABD ve Avrupa’daki tanınmış sağcı politikacıların iklim aktivistlerine karşı tutumuyla körükleniyor.

Çalışmanın ortak yazarı ve City University London‘dan bir araştırmacı olan Andrea Baronchelli, “İklim değişikliği hakkında, aynı fikirde olmayan gruplar arasında güvenin azaldığı ve etkileşimin olmadığı yeni bir konuşma çağına girdik. Bir kamptaysanız, diğer kampın görüşleriyle dalga geçmek dışında onların görüşlerine neredeyse hiç maruz kalmıyorsunuz” diye konuştu.

İklim bilimcilerin ve aktivistlerin Twitter’ı terk etme eğilimi, ana akım çevrimiçi alanların komplo teorisyenlerine ve küresel ısınma konusunda herhangi bir uzmanlığı olmayanlara bırakılmasına yol açabileceği korkularını da besliyor. Mastodon’a taşınan Brown Üniversitesi’nden iklim bilimci olan Kim Cobb da Twitter’da artık pek çok kadın ve beyaz olmayan bilim insanının yokluğunu fark ettiğini belirtti:

“Belki Twitter’ı terk ettiler, ya da sessiz kaldılar ya da ağ o kadar kötüleşti ki, onların ortak kişiler tarafından retweetlendiklerini göremiyorum. Konu iklim değişikliği olduğunda Twitter eski halinin bir gölgesi haline geldi.”

Taliban adında ‘özgürlük’ geçen radyoyu yayından kaldırdı

Taliban, dün (1 Aralık) ABD tarafından finanse edilen, Afganistan’a yayın yapan Radio Free Europe/Radio Liberty’nin yaptığı Azadi Radyo‘yu yayından kaldırdı. Radio Free, ülkenin İslamcı silahlı terör örgütünün yöneticilerine boyun eğmeme sözü vermişti.

“Özgürlük” anlamına gelen ismiyle Afganistan’a da yayın yapan radyo, Dari ve Peştuca dillerinde yayıncılık yapıyordu.

AFP‘nin aktardığına göre; radyo, geçen yıl Taliban’ın iktidara gelmesinden bu yana eğitim hayatından uzaklaştırılan kızlar için de eğitim programları sağlıyordu.

Taliban Enformasyon Bakanlığı sözcüsü Abdul Haq Hammad, Twitter’da radyonun “gazetecilik ilkelerine uymama ve tek taraflı haber yapma” nedeniyle yayından kaldırıldığını yazdı.

https://twitter.com/abdulhaqhammad2/status/1597997573482352643?s=61&t=4WMuZq9OL7xFIXeIS5TdfA

ABD tarafından finanse edilen ancak editöryal olarak bağımsız olan Radio Free Europe/Radio Liberty, Azadi‘nin AM ve FM modülasyonlarında yayından çıkarıldığını doğruladı ve Afganların radyoya başka yollarla erişebilmesi için çalıştıklarını duyurdu.

Radyonun yöneticisi Jamie Fly yaptığı açıklamada, “Azadi, on milyonlarca Afgan için bir cankurtaran halatı ve bu Taliban’ın kararını daha da trajik hale getiriyor” dedi.

Fly, radyonun yayında kalmak için Taliban’ın talepleri doğrultusunda editöryal çizgisini değiştirmeyeceğini belirterek “İzleyicilerimizin bizi bulmak için büyük çaba sarf ettiğini deneyimlerimizden biliyoruz” dedi.

Yayıncı, ABD hükümetinin Afganların yarısının her hafta Azadi’yi dinlediğini ortaya koyan bir ankete de atıfta bulundu.

Fotoğraf: AFP

Azadi, Amerika Birleşik Devletleri’nin 11 Eylül 2001 saldırılarının ardından Taliban rejiminin devrilmesinin ardından kuruldu.

Radyo, Taliban’ın geçen yıl ABD’nin çekilmesi sırasında iktidara gelmesinin ardından Afganistan’daki ofisini kapattı.

Azadi, yedi ila 12 yaş arası kızlar için programlar ve Taliban yönetimindeki kadınlarla LGBTİ+’ların maruz kaldığı kötü yaşam şartlarını haberleştirmek de dahil olmak üzere Afganistan dışında faaliyet göstermeye devam etti.

Yatırımcılar bile bıktı: Şirketlere ‘sonsuz kimyasallar’dan vazgeçme çağrısı

Yaklaşık 8 trilyon Euro’luk mali varlığı yöneten yatırımcılar, dünyanın en büyük kimya şirketlerini çevreye ve sağlığa büyük zarar veren ve bin yıla kadar doğada kalabilen kimyasalların kullanımını aşamalı olarak durdurmaya çağırdı.

PFAS veya Perfloroalkil ve Polifloroalkil Maddeler olarak da bilinen “Forever” kimyasalları, kozmetikten mutfak gereçlerine kadar gündelik hayatın her alanında kullanılıyor ve yağmurdan anne sütüne kadar her yerde varlıklarına rastlanıyor.

Avrupa Komisyonu, bebek bezlerindeki toksik kimyasalları kısıtlama teklifini ‘oyalıyor’
Yağmur suyunda ‘sonsuz kimyasallar’ tespit edildi: Bunlardan kaçmak için güvenli bir yer yok
Bizi bilmediklerimiz ve görmediklerimiz mahveder

Bu tehlikeli maddeler  kanser ve karaciğer hasarı dahil olmak üzere hastalıklarla ilişkilendiriliyor.

PFAS’ın potansiyel sağlık risklerine ilişkin farkındalık arttıkça, 7,7 trilyon Euro’luk yatırımdan sorumlu olan 47 varlık yöneticisi, 50’den fazla şirkete mektup yazarak onları sonsuz kimyasalları aşamalı olarak bırakmaya çağırdı.

Davalar şirketleri finansal riske sokuyor’

Şirketlere hitaben yazılan mektupta “Sizi bu kimyasalları aşamalı olarak kaldırarak ve değiştirmeye teşvik ediyoruz” denildi. Sıradan vatandaşların  kimya üreticilerine karşı açtıkları davaların da hatırlatıldığı mektupta, bunun yaratacağı  finansal risk ve şirket performansı üzerindeki etkilere de dikkat çekildi. Risklere ilişkin farkındalığın artmasıyla doğru orantılı olarak davalardaki artışın kimyasal şirketlerine 30 milyar dolara mal olabileceği hesaplanıyor.

Küresel devler Aviva Investors ve Storebrand Asset Management dahil olmak üzere mektubu imzalayan yatırımcılar, şirketleri PFAS’ın olumsuz etkileri hakkındaki bilginin arttığı ve daha sıkı düzenlemelerin habercisi olabileceği konusunda uyardı. 

Yatırımcılar, şirketleri kimyasalların üretim süreçleri konusunda daha şeffaf olmaya , üretimlerini aşamalı olarak durdurmak için zamana bağlı bir plan yayınlamaya ve kar amacı gütmeyen sektör takipçisi ChemSec ile verileri paylaşmaya çağırdı.

ChemSec ise yıllık sıralamasında, yalnızca dört şirketin kalıcı kimyasalları portföylerinden aşamalı olarak çıkarma planı ve PFAS’A güvenli alternatifler bulma çabasında olduğunu ve ortalama puanın 48 üzerinden 13,3 olduğunu tespit etti.

Euronews‘e konuşan ChemSec Kıdemli İş ve Yatırımcı Danışmanı Sonja Haider, “Küresel kimya endüstrisi, gelişen kimyasal kirlilik krizine göz yumuyor. Çoğu şirket, halk sağlığı, çevre ve hissedar değeri üzerindeki risklere rağmen tehlikeli kimyasalları kullanımdan kaldırmak için çok az önlem alıyor veya hiç önlem almıyor” dedi.

Aviva Investors’tan Eugenie Mathieu ise  kimya üreticilerinin, baskı yapan yatırımcıların beklentilerinin hâlâ gerisinde kaldığını söyledi.

PFAS nedir?

Bu yılın ağustos ayında Stockholm Üniversitesi‘nde yapılan araştırmaya göre, yapışmaz tavalar, yangın söndürme köpüğü, su itici giysiler ve boyalar gibi pek çok ürünün yanısıra yağmur sularında bile perfloroalkil ve polifloroalkil maddelerin (PFAS) varlığı tespit edilmişti.

Bilim insanları, toksisitesinin yanı sıra, doğada uzun yıllar kaldığı ve dünyada hemen her evde rastlanan maddelerde bulunduğu için bu maddelerin kullanımının hızla kısıtlanmasının “hayati önemde” olduğunu söylüyor.

Yakın zamanda yapılan başka bir araştırmada bu maddelere Doğu Antarktika‘da bile rastlanmıştı.

Söz konusu kimyasalallar, doğurganlık sorunlarının yanı sıra, artan kanser riski ve çocuklarda gelişimsel gecikmelerle ilişkilendiriliyor.

 

Yaşar Kemal ile Bin Bir Çiçekli Bahçede: 21. yüzyıl modernitesinde tekrar tekrar okunmalı

İzmir Büyükşehir Belediyesi ve Yaşar Kemal Vakfı tarafından düzenlenen “Yaşar Kemal ile Bin Bir Çiçekli Bahçede” sempozyumu bugün başladı. Pek çok akademisyen, gazeteci, sanatçı ve edebiyatçının konuşmacı olarak katıldığı sempozyumun açılış konuşmasını Yaşar Kemal Vakfı Başkanı ve Yaşar Kemal‘in eşi Ayşe Semiha Baban Gökçeli ile İzmir Büyükşehir Belediye Başkanı Tunç Soyer gerçekleştirdi.

İzmir Ahmed Adnan Saygun Sanat Merkezi’nde (AASSM) yapılan sempozyumda konuşmacılar Yaşar Kemal’in edebiyatını bir ön oturum ve altı tematik oturumda toplumsal bellek, toplum vicdanı ve öncü bir doğa kavrayışı gibi açılardan değerlendiriyor.

Ayşe Semiha Baban Gökçeli

Sempozyumda Ayşe Semiha Baban Gökçeli‘nin başkanlığı yaptığı ‘Yaşar Kemal’e Merhaba‘ sempozyumun ilk oturumu oldu.

Oturumda Türkan Şoray, Ataol Behramoğlu, Yaşar Kemal’in romanlarını Almancaya çevirterek yayımlayan, İsviçre’de kitaplarını basan Union Yayınevi’nin yöneticisi Lucien Leitess ve Yaşar Kemal’in Deniz Küstü romanını müzikal oyun şeklinde sahneye aktaran ABD’li sanatçı Micheal Ellison, Yaşar Kemal ile ilgili anılarını aktardı.

Tüm konuşmacılar Yaşar Kemal‘in insanla doğayı birbirinden ayırmadan ele aldığı konusunda hemfikirdi; Yaşar Kemal’in doğayı olağanüstü düzeyde gözleyip eserlerine yansıttığını söyledi.

Tunç Soyer

Tunç Soyer “Yaşar Kemal bu toplumun vicdanıydı” dedi. Ayşe Semiha Baban Gökçeli, Yaşar Kemal’in şu sözlerini dile getirdi:

“Doğa bir uğraşla yaşanır, ‘yaşayacağım’ diyerek yaşanmaz.”

Lucien Leitess Yaşar Kemal’in 21. yüzyıl modernitesinin ışığı altında tekrar tekrar okunması gerektiğini dile getirdi.

Micheal Ellison 1990’larda öğrenci olarak Türkiye’ye geldiğinde ‘Fırat Suyu Kan Akıyor Baksana‘yı hiç Türkçe bilmeden aldığını ve çok etkilendiğini ifade etti.

Ataol Behramoğlu ise Yaşar Kemal’in bir çocuk olduğunu ama çocuk gibi bir yetişkin değil; bildiğimiz çocuk olduğunu, çocuk gibi sevnip üzüldüğünü, çocuk gibi eğlenip coştuğunu söyledi:

“Ancak onun çocuklardan bir farkı vardı, kıskanç değildi. Diğer sanatçıları hiç kıskanmadı ve hep beğendiği yönlerini dile getirdi.”

Usta yazar Yaşar Kemal insan ve doğa arasındaki ilişkinin geldiği noktayı şöyle tarifliyor:

“Doğanın yozlaşmasının sonu insanoğlunun yozlaşmasıdır. Yozlaşmış, zıvanadan çıkmış, çürümüş insanlığın ne yapıp ne yapmayacağını şimdiden kestirebilir miyiz? Çılgınlığının üstünden gelip, doğayı yeniden yaratıp, insanlık kendi yaratıcılığına yeniden dönebilir mi?  Sonumuza şimdiden ağlamaya mı başlayalım? Yoksa başımızı iki elimiz arasına alıp doğayı kurtarmak için elbirliği ederek bu çılgınlığa olur mu diyelim?”

Türkan Şoray, Yılan’ı Öldürselerde Esme‘yi oynamanın kendisini çok heyecanlandırdığını; filme yönetmen bulunamayınca filmi yönetmeyi de  heyecanla kabul ettiğini ancak bunun kendisi için ne kadar zor ve sancılı olduğunu anlattı.

Şoray, sonunda filmin izleyici ve özellikle Yaşar Kemal tarafından beğenilmesiyle onur duyduğunu, Yaşar Kemal’in kendisi için “Benim en iyi yönetmenim” dediğini söyledi. Oturumun ardından konuşmacılara plaket verildi.

 

Yılda bir milyon ölü doğum, hava kirliliğiyle ilişkili

Küresel bir araştırmada, her yıl bir milyona yakın ölü doğum, hava kirliliğiyle ilişkilendirildi.

Araştırmada dünya genelinde kayıtlara geçen ölü doğumlardan yarısının, fosil yakıtlardan çıkan 2,5 mikrondan (PM2.5) daha küçük parçacıklara maruz kalmaktan kaynaklanıyor olabileceği belirtildi.

Pekin Üniversitesi Kamu Sağlığı Merkezi uzmanlarınca yapılan araştırma, ölü doğumların yüzde 98’inin gerçekleştiği Asya, Afrika ve Latin Amerika’dan 137 ülkeyi kapsıyor. Kirli havanın ölü doğum riskini artırdığı biliniyor. Ama ilk kez cenin ölümlerini odaklanan böyle bir araştırma yapılıyor. Bu kapsamda 1998-2016 yıllarındaki 45 bin canlı ve ölü doğuma ilişkin veriler incelendi.

Sonuçları bilim dergisi Nature Communications‘ta yayımlanan araştırmayı yapan bilim insanları, ölü doğumların engellenmesi için kadın sağlığını ve eşitliği geliştirmenin önemine dikkat çekti. Ekim’de yapılan başka bir araştırmada ceninlerin beyin ve akciğerlerinde zehirli hava kirliliği parçacıkları bulunduğu belirtilmişti.

Doğmamış bebeklerin akciğerleri ve beyinlerinde toksik hava kirliliği parçacıkları bulundu

İlk kez 2018’de plasentalarda kirli hava parçacıkları tespit edilmiş ve hava kirliliği düşük, prematüre doğum, düşük kilolu doğum ve beyinlerin yeterince gelişmemesiyle ilişkilendirilmişti.

BBC‘nin aktardığı son araştırmaya öncülük eden Dr. Tao Şue, Dünya Sağlık Örgütü hava kalitesi hedeflerini yakalamanın ölü doğumları büyük oranda önleyebileceğine dikkat çekti: “Halihazırda ölü doğumları önleme çabaları, sağlık hizmetlerinin iyileştirilmesine odaklanıyor. Fakat klinik risk faktörleriyle kıyasla çevresel faktörler genellikle görmezden geliniyor.”

DSÖ’nün belirlediği limitin kat kat üzerinde

Raporda temiz hava politikalarının ölü doğumları engelleyebileceği, buna ek olarak maske takılması, evlerde hava arındırıcıların kullanılması ve hava kirliliğin yüksek olduğu zamanlarda dışarı çıkılmaması gibi kişisel önlemlerin de hamilelerin korunmasına yardımcı olabileceği belirtildi.

Hava kirliliğinin, yaşları daha büyük olan anneleri daha fazla etkilediği belirtilen araştırmaya göre, fiili olarak tüm anneler, Dünya Sağlık Örgütü’nün belirlediği bir metreküpe 5 mikrogramın (5 μg/m3) üstündeki seviyelerde PM2.5’a maruz kalıyor. 2015’te söz konusu 137 ülkede 2,09 milyon ölü doğum vakası görüldü. Bunlardan 950 bini (yüzde 45) 5 μg/m3 üzerinde kirli havaya maruz kalmakla ilişkilendirildi.

Dünya Sağlık Örgütü’nün belirlediği sınır 2021’e kadar 10 μg/m3 olmasına rağmen araştırmada verileri incelenen kadınların yüzde 99’unun bundan çok daha yüksek seviyelerde hava kirliliğine maruz kaldığı kaydedildi.  830 bin ölü doğum vakasıyla ilişkilendirilen kirlilik nedeniyle meydana gelen ölümler, toplam vakaların yüzde 40’ına karşılık geliyor.

Araştırmacılar, hava kirliliğini 10 μg/m3 seviyesinin altına indirilmesiyle bugün yılda 710 bin ölü doğumun önüne geçmenin mümkün olabileceğini söylüyor.

25 Kasım: Geri gönderme merkezinde tutulan kadınlar serbest

İstanbul‘daki 25 Kasım Kadına Yönelik Şiddete Karşı Uluslararası Mücadele Günü eylemlerinde gözaltına alınan iki kadın, beş gün Silivri’deki Selimpaşa Geri Gönderme Merkezi’nde tutulduktan sonra serbest bırakıldı

Azerbaycanlı Saida ve İtalyan Dalila hakkında verilen idari gözetim kararı kaldırılırken, sınır dışı kararı devam ediyor.

25 Kasım eylemine katılmanın idari gözetim ya da sınır dışı nedeni olamayacağını belirten 25 Kasım Kadın Platformu avukatları, dün karara itiraz etmişti. Yapılan itiraz sonucu idari gözetim kaldırıldı.

Sınır dışı kararı için dava açılacak

Saida ve Dalila için verilen sınır dışı kararıysa geçerliliğini koruyor. Avukatlar, sınır dışı kararının kaldırılması için yürütmeyi durdurma talebiyle dava açmaya hazırlanıyor.

Dava sürecinde sınır dışı kararını uygulanamıyor. 25 Kasım Platformu’ndan gönüllü avukatlar, kararın kaldırılması için süreci takip ediyor.