Ana Sayfa Blog Sayfa 672

Bingöl Karlıova’da ayı ailesi görüntülendi: Peki ya kış uykusu?

Haber: Fırat BULUT

*

BİNGÖL- Karlıova‘da 2500 rakımlı Kartal Dağı’nda karlı yolda ilerleyen ayı ailesi yoldan araçla geçen işçiler tarafından cep telefonu kamerasıyla kaydedildi. Adını kaplı olduğu karlardan alan, kışın altı ay sürdüğü Karlıova’da kış şartlarının etkili olmasına rağmen iki gün önce (30 Kasım) ayıların  görüntülenmesi şaşkınlığa neden oldu.

Görüntülerde biri anne ayı olmak üzere dört ayının araçların yaklaşması ile paniklediği ve hızla uzaklaşmaya çalıştığı görülüyor.

Bu mevsimde görülmesi güç ayılarla ilgili görüşlerine başvurduğumuz İnönü Üniversitesi Biyoloji Anabilim Dalı Öğretim Üyesi ve Zooloji Ana Bilim Dalı Başkanı Prof. Dr. Abbas Güngördü, görüntülerin ayı ailesi açısından ürkütücü olsa da varlıklarını bilmenin güzel olduğunu belirterek sorularımızı yanıtlamaya başlıyor.

Görüntülerdeki ayı ailesinin bozayı ( Ursus arctos ) türüne girdiğini belirten Güngördü “Bozayılar, kuzey bölgesi ılıman kuşağına yerleşmiş organizmalardır. Büyüklük farkı olabilir ama bizim bölgemizde yaşayan bu ayılar da bozayı türüne giriyor. Ülkemizde çoğunlukla Doğu Karadeniz ve Doğu Anadolu bölgesinde yoğun bir şekilde yaşıyorlar” diyor.

Ayıların kışın ayakta olması oldukça şaşırtıcı. Güngördü’ye yönelttiğimiz kış uykusuna ilişkin soruya şöyle yanıt alıyoruz:

“Mevsim şartlarına göre farklılık arz etse de ortalama bir zaman belirtmek gerekirse Aralık ayında kış uykusuna yatarlar. Birçok bölgede henüz kar yağmadı. Dolayısıyla bu dönemde hala kış uykusuna yatmamış olmalarına çok şaşırmamak gerekir. Dönemsel farklılıklar yaşanabilir .”

Yaban hayvanları neden daha sık görünür hale geldi?

Prof. Dr. Abbas Güngördü

Yaban hayvanlarını son zamanlarda çok sık görmeye başladığınızı düşünüyor musunuz? Bu soru üç farklı olasılığa işaret ediyor: Ya hayvanların popülasyonu arttı ya yerleşim yerlerine yakın noktalara yaklaşıyorlar ya da insanlar çok fazla yayıldı. Peki yaban hayvanları neden daha sık görünür hale geldi? Abbas Güngördü bunu şöyle yanıtlıyor:

“İnsanların yayılmacılığı görünürlüğü arttırdı. Ayılar ve genel olarak yaban hayvanları için risk olan şey yaşam alanlarının daralması nedeniyle yerleşim yerlerine yaklaşmaları. Daha önce Kars’ta çöplükte ayı görülmesi ya da ayıların arı kovanlarına yönelmesi, tarım arazilerine girmeler … Bu örnekler ayıların besine kolay ulaşma yolu. Sadece ayılarla ilgili bir durum da değil. Canlılar ekosistem içerisinde kendi doğal alışkanlıklarından uzaklaştıkça yerleşim yerlerine yaklaştıkça bizimle temasları artıyor ve bu her iki taraf için risk.”

İnsan faaliyetlerinin yaban hayvanlarının yaşam alanlarına doğru ilerlemesinin sürekli ve bütün olan ekosistemde kopmalara ve parçalamalara yol açtığını aktaran Güngördü, “Ekosistemlerin devamlı olması gerekir, ekosistemler bütündür. İnsan yerleşim yerleri geliştikçe ekosistemler bölünüyor. Biz yayıldıkça yaban hayvanlarının yaşam alanlarının içine giriyoruz ve bu da daha fazla karşılaşmamızı kaçınılmaz kılıyor” diyor ve ekliyor:

“Ayrıca ‘görüntüleme’ de popüler hale geldi. Bol miktarda görsel materyal oluştu. Daha önce bazı bölgelerde izine bile rastlayamadığımız türlerin görüntülenmesine tanık oluyoruz. Hatta bazı yaban hayvanlarının elle beslenmesine kadar insanlara alıştığı görüntüleri ile karşılaşıyoruz. Bu anlamda aşinalık olmaması gerekir. Yabanıl yaşam yaban kalmalı, aşinalık, temas iki taraf için de tehlikelidir.”

Yaban hayvanlarıyla karşılaşınca ne yapılması gerekiyor?

Yaban hayvanlarıyla karşılaşacak insanlar için bu durumda neler yapılmalı, nasıl davranılmalı? Soruyu yönelttiğimiz Prof. Dr. Abbas Güngördü, şunları aktarıyor:

“Görüntülere yansıyan durum ayı ailesi için çok ürkütücü bir durum. Korktukları çok belli. Özellikle anne ayı açısından düşündüğümüzde araçların dışında biri olsaydı yavrularını koruma refleksi ile zarar verebilirdi. Ayıların görüntülenmeye çalışılması ve araçla bu kadar yaklaşılması oradaki işçilerin heyecanı ile ilintilenebilir ama o kadar yaklaşmak iki taraf için de tehlikeli. İnsanlar, o ekosistemin içerisine o kadar girmemeli. Yaban hayvanları ile karşılaştığımızda bizim onları rahatsız etmeden uzaklaşmamız gerekir. Uzaktan görüntülemek belki olabilir ama hayvanları görüntüleyeceğiz diye korkutmamak, rahatsız etmemek gerekir.”

Bozayılar koruma altında olan ve avlanması yasak olan türler arasında bulunuyor. Türkiye, taraf olduğu “Avrupa’nın Yaban Hayatı ve Yaşama Ortamlarını Koruma Sözleşmesi”yle bozayıların korunmasını taahhüt etti.

Ayrıca bozayılar, Nesli Tehlike Altında Olan Yabani Hayvan ve Bitki Türlerinin Uluslararası Ticaretine İlişkin Sözleşme (CITES) kapsamındaki türler arasında yer alıyor.

Dünya Kupası’nda ilk kez bir kadın hakem maç yönetti

Katar’ın ev sahipliğini yaptığı 2022 FIFA Dünya Kupası’nda, E Grubu’nda yer alan Kosta Rika ile Almanya takımlarının, El Beyt Stadyumu’nda dün (1 Aralık) oynanan maçını, Fransız hakem Stephanie Frappart yönetti.

Frappart, 1930’dan bu yana düzenlenen milli takımlar düzeyindeki bir numaralı organizasyonu olan FIFA Dünya Kupası’nda görev alan ilk kadın hakem olarak tarihe geçti.

Frappart’ın yardımcılıklarını üstlenen hakemlerden ikisi de Neuza Back ve Karen Medina Diaz isimli kadın hakemler oldu.

Tamamı kadınlardan oluşan hakem ekibinin Dünya Kupası’nda bir maçı yönetmesi “tarihi bir an” olarak değerlendiriliyor.

Frappart’ın düdük çaldığı maçta Dünya Kupası’nın favorilerinden Almanya, Kosta Rika’yı 4-2 yenmesine rağmen grubu averajla üçünca sırada tamamladı ve turnuvadan elendi.

Frappart, geçen seneki 2022 FIFA Dünya Kupası Elemeleri’nde de görev almış; yine elemelerde görev alan ilk kadın hakem olmuştu.

UEFA Şampiyonlar Ligi‘nde de görev alan ilk kadın olan 38 yaşındaki Fransız hakem, İstanbul’da oynanan 2019 UEFA Süper Kupa maçında da düdük çalmıştı.

Katar’da kadınlara ve LGBT+’lara yönelik ayrımcılık ve Dünya Kupası’na gelecek kadın sporcular ve ziyaretçilerle, gökkuşağı renkli sembollere yönelik  yönelik kısıtlamalar çok sayıda sporcunun ülkeye gelmekten vazgeçmesine ve protestolara neden oldu.

Voleybolcu kadınlardan Katar’ın mayo yasağına boykot: Bu bizim iş kıyafetimiz
FİFA yaptırımla tehdit etti, takımlar vazgeçti: Katar’da gökkuşağı bandı olmayacak

 

İkizdere’de Cengiz İnşaat’ın dinamitleri patlamaya devam ediyor: Yaşam hiçe sayılıyor

Rize’nin İkizdere ilçesindeki İşkencedere‘de Cengiz İnşaat’ın yapımına devam ettiği taş ocağı için yine orman içinde dinamit patlatıldı.

Patlatma sırasında yoğun bir gürültü, titreşim ve buna bağlı olarak toz bulutu ortaya çıktı. Çevrede yaşayan ve Cengiz İnşaat’a karşı doğa mücadelesi veren yöre sakinleri o anları kayıt altına aldı. Yurttaşlar daha önce de patlatmalara karşı nöbetler tutmuş, ekokırıma karşı çıkmış ancak Cengiz İnşaat her şeye rağmen projesini sürdürmüştü.

Dün (1 Aralık) gerçekleştirilen patlatma ise saat 15.00’da yapıldı. Patlatmanın ardından toprak kayması yaşandığını bildiren İkizdere Çevre Derneği’nin sosyal medya paylaşımında “Yapılan bu patlatmalarla orada oturan İnsanların yaşamları hiçe sayılıyor” denildi.

Ne olmuştu?

Rize’nin İkizdere ilçesinde yapılacak olan lojistik liman inşaatında kullanılmak üzere ihtiyaç duyulan taş ocağı için Cumhurbaşkanlığı kararnamesiyle, ilçedeki Eskencidere Vadisi’nde acele kamulaştırma kararı alındı.

Bunun üzerine köylüler harekete geçerek, vadinin girişine çadır kurup nöbet tutmaya başladı. Kararı da yargıya taşıdı. Ancak inşaatı gerçekleştirecek olan Cengiz Holding çalışanları 21 Nisan’da vadiye girerek taş ocağı için yol açma çalışmalarına başladı.

Jandarma eşliğinde gelen şirket çalışanları, vadi girişine çadır kurup nöbet tutan vatandaşlardan çadırlarını kaldırmalarını istedi. Nöbet tutan vatandaşların tepkilerine rağmen çadırlar kaldırılırken, jandarma vadi girişine barikat kurdu.

Kısa sürede iş makineleri çalışmaya başlarken, bölge halkı da vadiye akın etti. Vatandaşlar, vadide çalışma yapan firma yetkilerinin herhangi bir izinlerinin olmadığını, yapılan çalışmanın yasa dışı olduğunu söyledi. Direnen köylüler, eylemleriyle iş makinalarının alandan ayrılmasını sağladı.

Söz konusu projeye “Çevresel Etki Değerlendirme (ÇED) gerekli değildir” kararına karşı açılan dava için hazırlanan bilirkişi raporunda projenin usulsüz olduğu ve yapımının uygun olmadığı belirtilmişti.

İkizdere’deki Cengiz İnşaat tarafından yapımına devam edilen taş ocağı projesinde bugüne kadar projede çalışan vatandaşlardan bazıları iş makinelerini kullanırken gerçekleşen kazalar nedeniyle hayatını kaybettiği, taş ocağı nedeniyle bugüne kadar bölgedeki yaban hayatının olumsuz etkilendiği, bölgedeki ağaçların zarar gördüğü bildirilmişti. 

Söz konusu bilirkişi raporunun detaylandırılmadığı gerekçesi sonrası mahkemeye Mart 2022’de ek bilirkişi raporu sunulmuştu. 

Projenin yürütmeyi durdurma talebinin reddine verilen kararın gerekçeleri ise şöyle sıralanmıştı:

  • “ÇED mevzuatı kapsamında irdelenmesi gerekenin, projenin olumsuz etkilerinin kabul edilebilir düzeylerde olup olmadığı ile çevrenin rehabilite imkanının olup olmadığı hususu olduğu, bu sebeple bilirkişilerce kesin ve net şekilde kanaat bildiren cümleler kurulması gerektiği, diğer bir deyişle, ihtimal belirten ve subjektif görüş mahiyetinde cümlelere raporda yer verilmemesi gerektiği sonucuna varılmıştır. 
  • Arazi İnceleme Raporu, Peyzaj Onarım Planı Raporu ve Orman Rehabilitasyon Projesi ile kök raporda belirtilen eksikliklerin giderildiği, söz konusu raporlar ile birlikte PTD’deki taahhütlere uyulması koşuluyla projenin belirtilen hususlar yönünden sorun oluşturmayacağının ifade edildiği, Mahkememizce de ek rapordaki bu değerlendirmelere iştirak edildiği; son olarak projenin orman-halk ilişkilerine yönelik olarak kök raporda belirtilen olumsuzlukların da dosyaya sunulan Peyzaj Onarım Planı Raporu ve Orman Rehabilitasyon Projesi ile giderilmeye çalışıldığı, kaldı ki belirtilen sakıncaların geçici olduğu ve proje bitiminde yapılacak rehabilite çalışmaları ile belirtilen mahzurların giderilmiş olacağı sonucuna varılmıştır. 
  • Dava dosyasında bulunan bilgi ve belgeler ile bilirkişilerce hazırlanan raporların birlikte değerlendirilmesinden, tarım arazileri, su kaynakları, orman alanları, yerleşim yerleri, bitki örtüsü ve doğal yaşam açısından çevre üzerinde meydana gelebilecek olumsuz etkilerin dosyaya sonradan sunulan bilgi ve belgeler ile Proje Tanıtım Dosyasında alınacak önlemler sonucunda bilimsel esaslara göre kabul edilebilir düzeyde olduğu, proje kapsamının asgari gereklilikleri taşıdığı, projenin etki alanı içerisinde korunacak nitelikte alanların bulunmadığı, patlatma faaliyetlerinin en yakın yerleşim yerlerine ve karayollarına olumsuz etkilerinin olmayacağı, içme ve kullanma sularının etkilenmeyeceği, toz-gürültü-yüzeysel sular başta alınması planlanan tedbirlerin bilimsel metotlar açısından yeterli özellikler taşıdığı anlaşılmakla, Rize ili, İkizdere ilçesi, Cevizlik ve Gürdere Köyü mevkiinde, Ulaştırma ve Altyapı Bakanlığı XIBölge Müdürlüğü tarafından işletilmek istenilen “ER: 3396069 ruhsat numaralı Cevizlik Bazalt Ocağı Projesi” ile ilgili olarak tesis edilen 21/01/2021 tarihli “Çevresel Etki Değerlendirmesi Gerekli Değildir” kararında hukuka ve mevzuata aykırılık bulunmadığı sonuç ve kanaatine ulaşılmıştır.”

Kök raporda neler söylenmişti?

Bilirkişi kök raporunda bilirkişi heyeti, Cengiz Holding’in taş ocağı projesine dair daha önce şu tespitleri yapmıştı:

  • Heyelana duyarlılık ve izleme çalışmalarına ilişkin yeterli çalışma yapılmadığı; kazı çalışmalarının yamaç stabilitesini olumsuz yönde etkilemesinin olası olduğu,  beşeri heyelan olaylarının yaşanabileceği,
  • Çalışmalar dolayısıyla meydana gelen tozlanma nedeniyle köy halkının geçim kaynağı olan çay yetiştiriciliğinin olumsuz etkileneceğini,  taş ocağı bölgesinde toplam 163 adet büyükbaş ve 953 adet faal arılı kovan bulunduğunu,  tozlanma nedeni ile döllenemeyen çiçeklerde nektar miktarındaki azalma o yıl balın verimini etkileyebileceği gibi, sonraki yıllarda çiçek popülasyonlarında azalmaya neden olacağını,
  • Çok geniş bir alanda çalışma yapılacağı, her gün patlatma yapılacağı ve kamyon trafiği de göz önüne alındığında toz indirgeme sisteminin yetersiz olacağı, bu kadar fazla miktarda oluşabilecek tozun indirgenmesinin fiili durumda çok zor ve maliyetli olacağı,
  • Ne 30 metrelik dere koruma bandı ne de 6 metrelik şev üst kotu taahhütlerine uyulmadığı, dere yatağının yol çalışmaları başta çıkan hafriyat atıkları dökülerek daraltıldığı, yüzey kazısı ile yürütülecek taş ocağı faaliyetinin doğaya yeniden kazandırma planı uygulamalarına kadar bölgenin doğal görünümünü bozacağı ve özellikle üst bitkisel toprak ve yapılan kazılar sonucu zeminin su tutma kapasitesinin değişeceği ve yağış-akış-sızma dengesinin bozulacağı,
  • ocağın işletilmesi sırasında su kaynaklarının görebileceği zararlar ve bu kaynakların korunmasına yönelik alan özelinde alınacak tedbirlere değinilmediği, taşkın değerlendirmeleri yapılmadığı,
  • 20’nin üzerinde yapraklı ağaç türünün de bulunduğu yöre halkının yaşam alanı ve geçim kaynağı konumundaki  orman alanını tahrip edeceği ve bu durumun yöre halkı açısından yaşam alanları yönüyle kabul edilemez olacağı.

 

Ceyport Limanı’na verilen ÇED kararı iptal edildi: Ölçümler eksik, zararı belli değil…

Ceyport Tekirdağ Uluslararası Liman İşletmeciliği A.Ş. tarafından yapılması planlanan “Liman Kapasite Artışı” projesi ile ilgili Çevre, Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanlığı Çevresel Etki Değerlendirmesi (ÇED) İzin ve Denetim Genel Müdürlüğünce 10 Ekim 2021’de  verilen ‘ÇED Olumlu’ kararı Tekirdağ İdare Mahkemesince iptal edildi.

TMMOB Tekirdağ İl Koordinasyon Kurulu’nun açtığı davada, Tekirdağ İdare Mahkemesi’nin 25 Kasım’da verdiği kararda; katı atık ve sıvı atık miktarları ile bertaraf konusunda kümülatif hesaplamaların yapılmadığı, dolayısıyla eksik işlem tesis edildiği; bu yönüyle ilgili mevzuat açısından uygun olmadığı, çevre ve insan sağlığı üzerinde verebileceği zararların belirsiz olduğu belirtildi.

Ceyport Limanı projesine suç duyurusu: Mahkeme kararına rağmen faaliyetler sürüyor
Tekirdağ’da Ceyport Limanı’na verilen ÇED kararının yürütmesi durduruldu: Telafisi imkansız zararlar verecek

ÇED Yönetmeliği’nin kapasite artışları başlıklı 20. maddesine [ÇED Olumlu veya ÇED Gerekli Değildir kararı bulunan projelerde kapasite artışı ve / veya genişletilmesinin planlanması halinde, planlanan projenin etkileri, mevcut karara esas çevresel etkileri ile birlikte kümülatif olarak değerlendirilir’ hükmü] işaret edilen kararın alınmasının gerekçeleri ise şöyle sıralandı:

Yeterli ölçümler yapılmamış

  • Nihai ÇED Raporu’nda sunulan Akustik Rapor’un; Çevresel Titreşim Hakkında Bilgi bölümünde “Liman Kapasite Artış Projesi” için gerekli – yeterli titreşim ölçümlerinin yapılmadığı, bu açıdan eksik işlem niteliğinde olduğu,
  • Projenin “İnşaat Aşaması ve Deniz Dip Tarama İnşaat Aşamasında” mevcut limanın işletilmesine ait gürültü hesaplamalarının dahil edilmediği, anlaşıldığından, dolayısıyla mevcut proje ile yeni projenin birlikte kümülatif olarak değerlendirilmediğini,
  • Katı atık ve sıvı atık miktarları ile bertaraf” konusunda kümülatif hesaplamaların yapılmadığı, dolayısıyla eksik işlem tesis edildiği, ilgili mevzuat açısından uygun olmadığı,

Çevre ve insan sağlığına vereceği zararlar belirsiz…

  • Çevre üzerinde ve insan sağlığına verebileceği zararların belirsiz olduğu,
  • Yerleşim alanları üzerindeki etkilerinin değerlendirilmesinde; ilgili mevzuat esas risk puan aralıklarına ilişkin değerlendirmelerin yapılarak Sağlık Koruma Bandı Mesafelerinin belirlenmediği, bu açıdan yerleşim alanları etkisi bağlamında eksik işlem niteliğinde olduğu,
  • Kurum, kuruluşlar üzerindeki etkileri değerlendirildiğinde; bir taraftan ağır vasıta kaynaklı ilave trafik hacmi yaratması yönünden kümülatif etkiler bakımından olumsuz etkileri olacağı,
  • Diğer taraftan özellikle Meri İmar Planı Kararları gereğince oluşturulan Sağlık Tesis Alanları, Eğitim Tesis Alanları, Kültürel Tesisler, Spor Tesis Alanları bağlamında hizmet sunumunun gerektirdiği işlevsel uyum-bütünlük ve kümülatif etkileri bakımından olumsuz etkileyeceği,
  • Trafik- Ulaşım Durumu üzerinde etkilerinin değerlendirilmesi; proje alanı ve yakın çevresinde meri imar planı kararları esas mevcut arazi kullanım kararları bağlamında gerçekleştirilmiş / planlanmış gerek ulaşım sistemleri kararları bağlamında; Resmi kurum Alanları, Sağlık Tesis Alanları, Eğitim Tesis Alanları, Toptan Ticaret Tesisleri gibi ulaşım talebi oluşturacak ve trafik hacmi yaratacak faaliyetler ile birlikte Kümülatif Değerlendirmeler içermediği, bu yönüyle bölge şartları kapsamında trafik- ulaşım durumu etkilerinin tespiti/öngörülmesi bakımından eksik işlem niteliğinde olduğu,

Depremsellik incelemeleri de eksik

  • Nihai ÇED Raporu’nun aktif faylar ve depremsellik ile jeolojik- jeoteknik yapı bağlamında değerlendirilmesi; Dava konusu alana ilişkin Detaylı Zemin Etüt Raporları bulunmadığı,
  • Liman kapasite artışı kapsamında yapılması planlanan kazıklı temellerin hesap detayları hakkında bilgi-belge ve proje olmadığı,
  • Bu durumun proje kapsamında yapılacak “kazıklı temel tasarımın” deprem mühendisliği açısından değerlendirilmesi bağlamında eksik işlem niteliğinde olduğu,
  • Katı atık ve sıvı atık miktarları ile bertaraf ile gürültü titreşimi, toz ve gaz emisyonları konusunda kümülatif hesaplamaların yapılmaması bakımında Çevre Kanunu, ÇED Yönetmeliği esas olmak üzere ilgili mevzuat açısından ve eksikliklerin bulunduğu, mevcut haliyle uygun – tutarlı olmadığı görüş ve değerlendirmelerine yer verildi.

Ne olmuştu?

Tekirdağ 1. İdare Mahkemesi, 21 Ekim’de Ceyport Limanı Kapasite Artış Projesi’ne verilen ÇED olumlu kararının hukuka ve mevzuata uygun olmadığına hükmetmişti. 

Mahkeme, proje kapsamında yapılacak işlemlerin çevreye, telafisi güç ve imkansız zararlar vereceğini belirtmişti. 

İtiraz yolu kapalı olmak üzere dava sonuna kadar yürütmeyi durdurma kararı verilmişti.

Ancak yürütmeyi durdurma kararı verilmesine rağmen faaliyetlerin sürdürülmesi nedeniyle yeniden suç duyurusunda bulunulmuştu. 

Tekirdağ Çevre, Şehircilik ve İklim Değişikliği Müdürü Kaan Sinan Tohumcu, mahkeme kararına ilişkin mühürlenen alanlarda çalışma yapılması durumunda, gerekli işlemlerin yapılacağını belirtmişti. 

Melih Bulu’nun intihali akademik olarak da tespit edildi: Bilirkişi değerlendirmesi istendi

Boğaziçi Üniversitesi’ne Ocak 2021’de AKP’li Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan tarafından atanan eski ‘kayyım rektör‘ Prof. Dr. Melih Bulu’nun yüksek lisans ve doktora tezlerinde intihal yaptığı akademik olarak da sabit bulundu. Yeni ‘kayyım’ın yönetimindeki rektörlük ise ‘bilirkişi değerlendirmesi‘ istedi.

‣ Melih Bulu görevinden alındı

Diken‘den Canan Coşkun‘un aktardığına göre; Boğaziçi Üniversitesi İçin Mezunlar Girişimi üyeleri Bulu’nun yüksek lisans ve doktora tezlerini bilimsel kriterlere göre inceleyip bir rapor hazırladı. Haziran 2021’de Yükseköğretim Kurulu’na (YÖK) gönderilen rapora göre Bulu’nun doktora tezinde 32 kaynaktan yapılan 70 ayrı alıntıda intihal bulgusu vardı; 59 alıntıda fikir sahibi kişiye ve esere atıfta bulunulurken tırnak işareti kullanılmamıştı; bu şekilde 59 yanıltıcı referans söz konusuydu. Ayrıca kelimesi kelimesine yapılan dört alıntı başkasına aitti ve kaynakçada anılmamıştı. Alıntılar, tezin 40 sayfasına dağılmıştı ve yüzde 30’unu oluşturuyordu.

Raporda intihalin YÖK tarafından tescili durumunda Bulu’nun tezlerinin iptali, unvanlarının geri alınması ve suç duyurusunda bulunulması istendi. Göreve geliş biçimi nedeniyle ilk günden itibaren Boğaziçili akademisyen, öğrenci ve mezunların direnç gösterip protesto ettiği Bulu, söz konusu raporun YÖK’e ulaşmasından bir ay sonra, Temmuz 2021’de görevden alındı.

YÖK, mezunlardan gelen raporu Bulu’nun kadrosunun bulunduğu İstanbul Medeniyet Üniversitesi’nin incelemesi gerektiğini belirtti. Dosya Şubat 2022’de sevk edildi.

İstanbul Medeniyet Üniversitesi ise Bulu’nun intihal yaptığı öne sürülen tezi Boğaziçi Üniversitesi’ne sunduğu için dosyayı tekrar Boğaziçi Üniversitesi’ne gönderdi. Bunun üzerine dosya Boğaziçi Üniversitesi Sosyal ve Beşeri Bilimler Araştırma ve Yayın Etiği Kurulu tarafından incelendi.

Boğaziçili bir kaynaktan edinilen bilgiye göre yedi kişilik kurul, Mart 2022’de Bulu’nun tezlerinde ‘intihal bulunduğuna’ hükmetti. Karar, gereğinin yapılması için rektörlüğe gönderildi. Yine Erdoğan tarafından atanan, bir dönem Bulu’nun yardımcılığını yapmış Naci İnci yönetimindeki rektörlük aynı kaynağın aktardığına göre Nisan 2022’de dosyanın bağımsız ve tarafsız bilirkişilerce değerlendirilmesi gerektiğini bildirdi. Rektörlük gerekçe olarak konunun yargıya taşınma ihtimalini gösterdi. Rektörlük yetkilisi ve bir etik kurulu üyesi süreçle ilgili bilgi veremeyeceğini söyledi.

YÖK’e iletilmesi durumunda Bulu’nun intihal dosyası bir kere daha değerlendirildikten sonra nihai bir karara varılacak. Süreç normal şartlarda işletilir ve etik kurulun kararıyla aynı hükme varılırsa yıllardır profesörlük yapan ve üniversitelerde ders veren Bulu’nun akademik unvanının YÖK tarafından alınması gerekiyor. Bulu’nun kadrosu hâlâ İstanbul Medeniyet Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi İşletme Bölümü’nde görünüyor.

Aydın’da 500 bin incir ağacı kurudu

Aydın’da kuraklığın etkileri ve iklim değişikliğinin olumsuz sonuçlarına ek oldukça geniş bir alanda kurulu ve kurulmaya başlanan jeotermal enerji santralleriyle (JES) birlikte bölgedeki beş yüz bin incir ağacı kurudu.

Cumhuriyet‘ten Yusuf Körükmez’in aktardığına göre; sonbaharda yeşile bürünen Aydın Ovası’nın kuraklık nedeniyle eski görünümünden eser kalmamasından endişelenen çiftçiler, kışlık sebze ekimi dahi yapamadı.

Aydın’da yoğun JES yapımı, yıllardır tarımla geçinen yurttaşların isyanı

JES, hava ve su kirliliği, maden kıskacında can çekişen bir tarım kenti: Aydın

Kent, zeytin, incir, kestane, kereviz üretiminde Türkiye’de birinci; pamuk ve çilek üretiminde ikinci; taze börülce ve sofralık zeytin üretiminde de üçüncü sırada.

Aydın, yer üstündeki zenginliğin yansıması olarak, toprağın altında da altın, bakır, kurşun gibi madenlerin yanı sıra, jeotermal enerji kaynakları açısından da oldukça zengin bir il.

Kent ve çevresinde uzun süredir bir yandan maden ve enerji yatırımlarının sayısı ve kapsamı artarken doğal kaynaklarını, yaşam ve tarım alanlarını korumak isteyen yöre halkının ekoloji mücadelesi de sürüyor. Aydınlılar, illerine kurulan çok sayıda JES (Jeotermal Enerji Santrali), maden ocakları ve balık çiftliklerinin şehre, şehirdeki yaşama ve tarım faaliyetlerine büyük zarar vermesinden şikayetçi. Bölgedeki yurttaşlar yıllardır incir ve zeytin gibi bölgenin öne çıkan tarım faaliyetlerinin aynı zamanda JES’lerin yoğunluğundan dolayı da olumsuz etkilendiğini belirtiyor.

Barajların doluluk oranı düşüyor

Buharkent Ziraat Odası Başkanı Naim Özdamar da Aydın’daki barajların yağış eksikliği nedeniyle doluluk oranlarında düşüş olduğuna ve incir ağaçların kuraklıktan da olumsuz etkilendiğine işaret etti. Özdamar, “Aydın’ı besleyen üç barajdan biri olan Adıgüzel Barajı’ndaki yağış eksikliği yüzünden Nazilli’nin doğusunda kalan bölgelerde kuraklık kendini iyice hissettirdi. 2020-2021 yılında Aydın’da yaklaşık olarak 500 bin incir ağacı kurudu. Bu sene kuraklık nedeniyle zeytinde kalite ve rekolte düşüklüğü meydana geldi. Pamuk alanlarında da yeterince su alamadığı için 600-700 kilo beklediğimiz pamuk alanlarında ortalama miktar 400-450 kilograma düştü. Aydın üreticisini bu şekilde oldukça kötü etkiliyor” dedi.

Özdamar, kuraklığın geçici bir durum olmadığının altını çizerek, “Bundan en az etkilenmek için tedbirler almalıyız. Birincisi sulama sistemlerimizi tamamen modernleştirip en tasarruflu sistemlere geçmemiz gerekiyor. İkincisi de tarımda ikame edeceğimiz ürünleri yeniden seçmeliyiz. Üçüncüsü de üreticimizin ‘vahşi sulama’ dediğimiz sulamaları terk edip diğer sulama şekillerine geçmesi gerekiyor” diye konuştu.

Aydın’daki barajların doluluk oranlarının düşmesi sonrası kentin nasıl etkilendiğini anlatan Naim Özdamar, “Aydın’ı besleyen üç barajdan biri olan Adıgüzel Barajı’ndaki yağış eksikliği yüzünden Nazilli’nin doğusunda kalan bölgelerde kuraklık kendini iyice hissettirdi. Diğer barajlardaki oranların azalması nedeniyle kuraklık hissetmesek de bu yine de önümüzdeki yıllarda olmayacağı anlamına gelmez” ifadelerini kullandı.

Devlet Su İşleri (DSİ) 21. Bölge Müdürlüğü tarafından paylaşılan verilere göre; Aydın genelinde doluluk seviyesi ekim ayında yüzde 14 oldu.

Kentteki barajlardaki doluluk oranları şöyle:

  • Adıgüzel Barajı yüzde 10,
  • Kemer Barajı’nda yüzde 14,
  • Çine Adnan Menderes Barajı’nda yüzde 22,
  • Gökbel Barajı yüzde 36,
  • İkizdere Barajı yüzde 14,
  • Topçam Barajı yüzde 20,
  • Karpuzlu Yaylakavak Barajı yüzde 15,
  • Karacasu Barajı da yüzde 28.

Jeotermal nedir?

Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanlığı‘nın yaptığı açıklamaya göre jeotermal, “yerkabuğunun çeşitli derinliklerinde birikmiş ısı ve basıncın oluşturduğu sıcaklıkların, bölgesel atmosferik ortalama sıcaklığın üzerinde olan ve çevresindeki yeraltı ve yerüstü sularına göre daha fazla çözülmüş mineraller, çeşitli tuzlar ve gazlar içerebilen sıcak su, buhar ve gazlar ile yüzeye taşınan ısı enerjisi”.

Isı üretimi, elektrik üretimi, turizm ve sağlık gibi birçok alanda kullanılabiliyor. Hal böyleyken dünyanın birçok yerinde de alternatif enerji kaynağı olarak tercih edilen ve doğal bir kaynak olan jeotermale karşı Aydın’da giderek yükselen tepkinin sebebi ne?

AYÇEP (Aydın Çevre Platformu) Genel Başkanı Mehmet Vergili‘ye göre bunun birçok sebebi var:

Birinci sınıf tarım alanlarının üzerine ve hatta yerleşim yerlerine kurulmaları, çok küçük bir alanda çok fazla santralin bulunması ve yeraltından çekilen kaynak suların çekildiği mesafeye değil, tarım alanlarına ya da onlara yakın su kaynaklarına bırakılması, yani reenjeksiyon bunlardan bazıları.

Dünyanın en etkin hayvan savunucusu örgütlerinden biri Türkiye’den

Hayvan hakları alanında çalışan kuruluşları dünya genelinde değerlendiren Animal Charity Evaluators (ACE), bu yıl Kafessiz Türkiye kampanyasını yürüten Çiftlik Hayvanlarını Koruma Derneği’ni (ÇHKD) dünyanın en etkin hayvan savunuculuğu derneklerinden biri olarak seçti.

Hayvanlara yardım etmenin en etkili yollarını bulmak ve teşvik etmek için çalışan bir kuruluş olan ACE, dünya üzerinde bu değerlendirmeyi kapsamlı bir şekilde yapan tek kuruluş. Topladıkları verilere bakarak her yıl dünyada hayvan hakları alanında çalışan kuruluşların ne kadar etkili olduğunu değerlendiriyor.

Kafessiz Türkiye ve Balık Refahı kampanyaları etkili oldu

ACE tarafından, programlar, maliyet etkinliği, liderlik-kültür kriterleri göz önünde bulundurularak yapılan somut değerlendirmeler sonucunda, yürüttüğü Kafessiz Türkiye ve Balık Refahı programları ile Çiftlik Hayvanlarını Koruma Derneği, dünyanın en etkin hayvan hakları savunuculuğu derneklerinden biri seçildi.

Yumurtası için yetiştirilen tavukların hapsedildiği zalim ve çağdışı kafes sistemine son verilmesi için çalışan Kafessiz Türkiye Kampanyasının yürütücüsü olan ÇHKD uluslararası düzeyde bu ünvanı kazanan  Türkiye’den ilk dernek oldu.

Bu yıl ACE’nin listesinde dünyanın dört bir yanından 15 kuruluş tavsiye edildi.  Bu yıl ilk kez değerlendirmeye alınan ÇHKD, “Standout Charity” (Dikkat Çeken Kuruluş) ünvanını aldı.

Değerlendirme sonucunda tavsiye edilen diğer uluslararası STK’lardan bazıları şöyle: The Humane League, Wild Animal Initiative, Compassion in World Farming.

Tam liste.

ACE tarafından yapılan açıklamada şöyle denildi:

Kafessiz Türkiye olarak da bilinen Çiftlik Hayvanlarını Koruma Derneği, Türkiye’de kurumların kafessiz yumurta taahhütleri vermesini sağlayarak çiftlik hayvanlarının refah standartlarını iyileştirmek için faaliyet gösteriyor. Buna ek olarak çalışmaları; hayvan savunuculuğu hareketini güçlendiren medya görünürlüğünü, eğitim serilerini, etkinlikleri, ittifaklar kurmayı ve gönüllüleri eğitmeyi içeriyor. Çalışmalarının çoğu yumurtası için yetiştirilen tavuklara odaklanıyor bir kısmı ise çiftlik balıklarına odaklanıyor. ÇHKD’nin programlara yaptığı harcamalar, yüksek öncelik olarak gördüğümüz hayvan gruplarına gittiğinden, ÇHKD’nin programlarının beklenen etkinliğini yüksek olarak değerlendirdik.

Kafessiz Türkiye Kampanya Direktörü Emre Kaplan da seçimle ilgili şunları söyledi: “ACE’nin bizi dünyanın en etkin kuruluşlarından biri olarak seçmesinden inanılmaz derecede gurur duyuyoruz. Çalışmalarımızın büyük bir etkisi olduğunu gösteriyor. Çok sayıda hayvana yardım etmeye çalışan bir kuruluş olarak, gönüllülerimizin desteğiyle yürüttüğümüz çalışmalarımız kafes sisteminde muazzam acılara maruz bırakılan tavukların hayatını değiştiriyor.”

Kafessiz Türkiye

Kafessiz Türkiye, yumurtası için yetiştirilen tavukların hapsedildiği zalim ve çağdışı kafes sistemine son verilmesi için Çiftlik Hayvanlarını Koruma Derneği tarafından yürütülen bir kampanya. 2018’de üç gönüllünün girişimiyle amatör olarak yola çıkan girişim, büyüyüp destek bulmasının ardından, 2020’de Çiftlik Hayvanlarını Koruma Derneği’ne dönüştü. Derneğin çatısı altında profesyonel bir şekilde yürütülmeye devam eden Kafessiz Türkiye, bugüne kadar yüz binlerce tavuğu etkileyecek kurumsal politika değişikliği yapılmasını sağladı.

 

Dünya AIDS günü: Eşitlik sağlanamıyor, HIV’le yaşayan insan sayısı artıyor

Bugün 1 Aralık Dünya AIDS (Acquired Immune Deficiency Syndrome) Günü. Dünya Sağlık Örgütü’ne (DSÖ) göre; dünya çapında milyonlarca insanı etkileyen HIV (Human Immmunodeficiency Virus) önemli bir halk sağlığı sorunu olmaya devam ediyor. Ancak son birkaç yılda HIV araştırmalarına ayrılan kaynaklar azaldı, ilerleme kaydedilemedi ve milyonlarca insanın hayatı tehlike altına girdi.

DSÖ verilerine göre dünya çapında 38,4 milyon insan HIV enfeksiyonu taşıyor.

Bugün Dünya Sağlık Örgütü tarafından “Eşitlen” temasıyla çeşitli etkinlikler düzenleniyor.

HIV’in tedavi edilmemesi durumunda geçilen ve ağır bir evre olduğu belirtilen, AIDS 1980’li yıllardan bu yana din, dil, ırk, cinsiyet, cinsel yönelim ya da eğitim durumu vs. fark etmeksizin yayılıyor.

Doğu Avrupa ve Orta Asya, Latin Amerika ve Orta Doğu ile Kuzey Afrika’nın tümünde, birkaç yıl içinde yıllık HIV enfeksiyonlarında artışlar görüldü.

Bu veri UNAIDS tarafından 27 Temmuz 2022’de paylaşıldı. Buna göre; UNAIDS verileri şimdi yeni HIV enfeksiyonlarının Asya ve Pasifik’te, daha önceden düşmeye başlamışken şimdi arttığını gösteriyor.

Son 10 yılda gerçekleşen milyonlarca yeni HIV enfeksiyonunu önlemek ve AIDS’in yayılmasını sona erdirmek için AIDS’e yol açan eşitsizliklerin üstesinden gelmek gerekiyor.

UNAIDS’in HIV’e ilişkin küresel çabalara dair yeni verileri, COVID-19 ve diğer küresel krizlerin son iki yılda HIV’e karşı tedavide ilerlemeyi sekteye uğrattığını ortaya koydu.

Tehlikede’ başlıklı yeni rapor, Kanada’nın Montreal kentinde düzenlenen Uluslararası AIDS Konferansı öncesi yayınlandı.

Rapora göre; küresel olarak yeni HIV vakalarının sayısı 2020 ile 2021 arasında yalnızca yüzde 3,6 oranında düştü ve bu, 2016’dan bu yana kaydedilen en düşük oran.

Söz konusu küresel gerilemeye ilişkin olarak UNAIDS’in Yönetici Müdürü Winnie Byanyima “Durdurmaya çalıştığımız milyonlarca önlenebilir ölümü hatırlayalım” dedi.

2021’de kaydedilen yeni HIV vaka sayısı toplam 1,5 milyon oldu. Bu rakam küresel hedefin bir milyon üzerinde kaldı.

Öte yandan Sahra-altı Afrika‘da, ergenlik çağındaki kadınlarla genç kadınların HIV’e yakalanma olasılığı, ergenlik çağındaki erkeklere ve genç erkeklere göre üç kat daha fazla.

HIV tedavisi gören kişilerin sayısı 2021’de on yıldan fazla bir süredir kaydedilenden daha yavaş arttı.

HIV ile yaşayan tüm insanların dörtte üçü antiretroviral tedaviye erişirken, yaklaşık 10 milyon kişi bundan yoksun.

HIV ile yaşayan çocukların sadece yarısı (yüzde 52) hayat kurtaran ilaçlara erişebiliyor.

Çocuklar ve yetişkinler arasındaki HIV tedavisi kapsamındaki fark kapanmak yerine artıyor.

AIDS, etkili HIV tedavisinin mümkün olmasına rağmen, erişim olanağının olmaması ve eşitsizlik gibi nedenlerden dolayı ulaşılamayan tedavi süreçleriyle 2021’de 650 bin kişinin hayatını yitirmesine sebep oldu. AB’de 2011 ile 2017 aralığında 24 bin 703 kişi hayatını kaybetti. Türkiye’de ise 2011-2019’da 703 kişi HIV’den hayatını kaybetti. 

Türkiye’deki HIV pozitifler, genellikle toplumdaki önyargı, baskı ve ötekileştirme sebebiyle HIV+ olduklarını toplum içerisinde saklamak zorunda kalıyorlar. Özellikle HIV Pozitif LGBTİ+’lar için bu durum iki kat ötekileştirme anlamına geliyor.

HIV Pozitif LGBTİ+ olmak

2020 sonunda yayımlanan ve KAOS GL ve 17 Mayıs dernekleri tarafından hazırlanan HIV’le Yaşayan LGTBİ+’ların İnsan Hakları Raporu‘nda HIV pozitif olan LGBTİ’ların deneyimlerine değiniliyor.

Türkiye’de bir ilk olma özelliği taşıyan rapora göre;  HIV ile yaşayan LGBTİ+’ların bir bölümü ayrımcılığa uğrayabilecekleri ve şiddetle karşılaşacaklarını düşünerek HIV pozitif olduklarını yakın çevrelerine söylemiyor.

Ayrıca HIV ile yaşayan seks işçileri de ekonomik kaygılardan dolayı enfekte olduklarını söyleyemiyor.

HIV ile yaşayan LGBTİ+ mahpuslar ise infaz koruma memurları tarafından tecrit ediliyor. Gerekli kontrol ve tedaviyi alamıyorlar.

HIV ile mücadelede araştırma önergesi

HDP, Türkiye’de HIV ve AIDS ile mücadele mekanizmalarındaki yetersizliklerin araştırılarak, alınması gereken tedbirlerin belirlenmesi amacıyla araştırma önergesi verdi. Önerge, HDP İstanbul Milletvekili Züleyha Gülüm tarafından hazırlandı.

Ada ülkesi Vanuatu Uluslararası Adalet Divanı’nda iklim adaleti arıyor

Pasifik Okyanusu‘ndaki ada ülkesi Vanuatu, BM‘ye bağlı Uluslararası Adalet Divanı‘ndan (UAD) gelecek nesilleri iklim değişikliğinin etkilerinden  korumak için hükümetlerin hangi sorumluluklara sahip olduğunu netleştirmesini istediği bir karar taslağı yayımladı.

Ülke yetkililerinden yapılan açıklamada, 100 ülkenin de çağrılarını destekledikleri belirtildi.

BM’nin ana yargı mercii olan mahkemenin bağlayıcı bir yetkisi bulunmamakla birlikte, görüşü dünyada çapında açılan “iklim adaleti” davaları için emsal oluşturabilir ve savunmasız ülkelerin uluslararası müzakerelerdeki konumunu güçlendirebilir.

Taslağa çok sayıda ülke katkı verdi

Vanuatu, deniz seviyesinin yükselmesi ve ekonomisini periyodik olarak felce uğratan, giderek artan güçlü siklonların yarattığı tehditlerle karşı karşıya. Emisyonlar arttıkça ve dünya iklim hedeflerini tutturma yolundan saptıkça, aşırı ısınma okyanustaki takımadaların ekolojisini, geçim kaynaklarını ve altyapısını tehdit ediyor.

Karar taslağı, şimdiki ve gelecek nesiller için iklim adaletini sağlamak üzere yasal yollar oluşturmayı amaçlıyor. Taslak, Angola, Bangladeş, Almanya, Mozambik, Yeni Zelanda, Portekiz ve Vietnam dahil olmak üzere 17 ülkeden oluşan geniş bir koalisyon ve bir dizi küçük ada devletinin katkısıyla hazırlandı.

Vanuatu’nun BM’deki daimi misyonunun hukuk danışmanı Kevin Chand, Climate Home‘a ​​100’den fazla ülkenin kararı destekleyeceğini belirttiğini söyledi; “Ancak daha büyük bir çoğunluk arıyoruz çünkü bu mahkeme için bir işaret anlamına gelecek” dedi. 

Dışişleri Bakanı Jothan Napat da  “UAD İstişari Görüşü, tüm devletler için bir dizi uluslararası yasa ve anlaşma kapsamındaki yükümlülüklerimizi açıklığa kavuşturacak, böylece hepimiz dünyanın her yerindeki savunmasız durumdaki insanları korumak için daha fazla şey yapabiliriz” diye konuştu.

Yükümlülükler ve sonuçlar

Karar taslağı mahkemeye iki sorunla ilgili görüşünü açıklaması isteniyor.  Buna göre, bir dizi küresel anlaşmaya ve uluslararası hukuk ilkelerine dayalı olarak “iklim sisteminin ve şimdiki ve gelecek nesillerin korunmasını sağlamak için … devletlerin yükümlülükleri nelerdir” konusunda UAD’nin görüşünü talep ediliyor. Taslakta, BM Şartı, BM iklim sözleşmesi, Paris Anlaşması ve BM Deniz Hukuku Sözleşmesi’ne de atıfta bulunuluyor.

İkinci olarak ise, “devletlerin denizleri ve çevresini koruma ve muhafaza etme yükümlülüğüne sahip olduğu” ve “kara kökenli kaynaklar da dahil olmak üzere herhangi bir kaynaktan kaynaklanan deniz çevresinin kirlenmesini en iyi şekilde azaltmak ve kontrol etmek için tüm önlemleri alması” gerektiğine vurgu yapılıyor ve mahkemeye şu soru yöneltiliyor: “Eylemleri ve ihmalleriyle iklim sistemine ve çevreye önemli zararlar vermiş olan devletler için bu yükümlülükler kapsamındaki yasal sonuçlar nelerdir?” Soru, küçük ada devletleri ile“iklim değişikliğinden özellikle etkilenen” diğer ülkeler için ne yapılacağına odaklanıyor.

Vanuatu’ya baş danışman olarak hizmet veren ve uluslararası uyuşmazlıkların tahkiminde uzmanlaşmış bir avukat olan Margaretha Wewerinke-Singh taslakla ilgili şu değerlendirmeyi yaptı: “Taslak karar, iklim adaleti odaklı, ileriye dönük bir boyut oluşturuyor. Adil ve sürdürülebilir bir gelecek inşa etmek için geçmişten dersler çıkarmamız gerektiğine dikkat çeken ve uluslararası hukukun mevcut rotamızı düzeltmede oynayacağı rolün farkında olarak yazılmış bir metin. UAD’nin bu konuda bir açıklama yapması, gelişmekte olan ülkelerin müzakere pozisyonunu gerçekten güçlendirecektir.”

Olumlu yanıt tazminat çağrılarını ön plana çıkarır

Uzmanlar , UAD’nin görüşünün, “kayıp ve hasar” olarak bilinen iklim felaketi kurbanlarına destek sorununu ön plana çıkarabileceğini savunuyor. Geçen ay yapılan COP27’nin en önemli gündem maddelerinden biri de olan kayıp-hasar finansmanı, gelişmiş ülkelerin bir fon oluşturmayı kabul etmesiyle sonlanmıştı.

COP27 sona erdi: Kayıp-hasarda ‘tarihi’ kazanım, fosil yakıttan çıkışta hayal kırıklığı

Taslak karar, mahkemeye açıkça ülkelerin kayıp ve hasar desteği sağlama yükümlülüğü olup olmadığını sormuyor, konuyu değerlendirip değerlendirmeme kararını mahkemeye bırakıyor. Bunun yerine, “insanın neden olduğu iklim değişikliğinin … yaygın olumsuz etkilere ve buna bağlı kayıplara ve doğa ve insanlara zarar vermesine büyük endişeyle dikkat çekiyor”. Sıcaklık artışı, iklim ve aşırı hava olayları ve deniz seviyesinin yükselmesi ve çölleşme gibi yavaş başlayan olayların “her zamankinden daha büyük bir sosyal, kültürel, ekonomik ve çevresel tehdit oluşturacağına” vurgu yapılıyor.

Bu yılın başlarında güncellenmiş 2030 iklim planında Vanuatu, iklim felaketlerinde yaşadığı kayıp ve hasarı gidermek için almak istediği 178 milyon dolarlık önlemi belirlemişti. Bunlar arasında uygun fiyatlı mikro sigorta, temel sağlık hizmetleri, yerinden edilmiş kişilerin korunması ve toplulukların olası tehditlerden uzağa taşınması yer alıyordu. Vanuatu, fonun çoğunun uluslararası bağışçılardan gelmesi gerektiğini söylüyor.

Ülkenin BM nezdindeki daimi misyonu, önümüzdeki birkaç hafta içinde diğer üye devletlerle istişarelere başlayacağını ve 2023’ün başlarında bir oylama yapılmasının beklendiğini söyledi. Ana hedeflerden biri, destekçilerin çekirdek grubunun kararı resmi olarak onaylayacağını umduğu Avrupa Birliği. 

Greenpeace Avustralya Pasifik Baş Hukuk Müşaviri Katrina Bullock, girişimle ilgili olarak şunları söyledi: “Fosil yakıtları kademeli olarak kullanımdan kaldırmaya yönelik iyileştirilmiş taahhütlerin ve kritik 1,5 derece hedefini ulaşılabilir tutmak için yeterli önlemlerin alınamadığı COP27’nin ardından yapılan bu çağrı iklim eylemine bir ivme kazandırabilir. Bilim insanları, küresel ısınmayı 1.5 derece ile sınırlamanın iklim değişikliğinin en kötü etkilerini önlemek için önemli olduğunu söylüyor. Dünya şimdiden sanayi öncesi döneme göre 1.2 derece ısındı” dedi.

Kılıçdaroğlu’na ‘petrol şirketleri karşıtı’ başdanışman: Jeremy Rifkin

Yeni başdanışman sürdürülebilirlik uzmanı, fosil yakıt karşıtı

77 yaşındaki yeni başdanışman Jeremy Rifkin, Pennsylvania Üniversitesi Wharton İşletme Okulu ve Massachusetts Turfts Üniversitesi’ndeki Fletcher Hukuk Okulu’nda ekonomi ve uluslararası ilişkiler eğitimi gördü. Yazar, ekonomi ve toplum kuramcısı bir aktivist olarak bilinen Rifkin, bilimsel ve teknolojik değişikliklerin ekonomi, işgücü, toplum ve çevre üzerindeki etkisi hakkında çok satan 20 kitabın da yazarı. 

Dünyanın pek çok yerinde iş, hükümet, emek ve sivil toplum forumlarında sık sık konuşmacı olarak yer alan Rifkin’in sürdürülebilir, karbon sonrası ekonomik çağ vizyonu, Avrupa Birliği ve Birleşmiş Milletler tarafından onaylandı ve dünya liderleri tarafından benimsendi.

Rifkin’in danışmanlık yaptığı ülkeler arasında Avrupa Birliği, Çin Halk Cumhuriyeti, Almanya, İspanya; liderlerden ise Fransa Cumhurbaşkanı Nicolas Sarkozy, Almanya Başbakanı Angela Merkel, Portekiz Başbakanı Jose Socrates ve Slovenya Başbakanı Janez Janša da bulunuyor.

1970’lerde büyük petrol şirketlerine ve biyoteknoloji endüstrisine karşı çıkan Jeremy Rifkin, kâr amacıyla gıdaların genleriyle oynanması çalışmalarına da soğuk bakıyor ve doğal yaşamı savunuyor.