Batman‘ın Sason ilçesinin Balbaşı, Çağlı, Heybeli ve Yıldız Köyleri ile Diyarbakır’ın Kulp ilçesindeki Hamzalı, Ayhanköy ve Kayahan Köyleri sınırlarında Zori Çayı üzerinde yapılmak istenen Hidroelektrik Enerji Santrali (HES) için ikinci kez verilen ‘Çevresel Etki Değerlendirme [ÇED] olumlu’ raporunun iptal edilmesi için dava açılıyor.
Mezopotamya Ajansı’nın aktardığına göre, İptal davasının Diyarbakır Barosu Kent veÇevre Komisyonu tarafından Diyarbakır Bölge İdare Mahkemesi’nde açılması bekleniyor.
Çevre, Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanlığı, 2014’te Maya Enerji Üretim Şirketi tarafından Zori Vadisi’ne yapılması planlanan HES için “ÇED olumlu” kararı vermiş, Diyarbakır 3’üncü İdare Mahkemesi, projeye verilen ‘ÇED olumlu’ raporunu ‘hukuka ve mevzuata uyarlılık bulunmadığı’ gerekçesiyle iptal etmişti.
Mevcut iptal kararının ardından aynı şirket, “Metin HES (Kayser Barajı), malzeme ocakları, kırma-eleme tesisi ve beton santrali projesi” adı altında 1,256 sayfalık yeni bir ÇED başvurusunda bulundu. Şirketin başvurusu sonrası “ÇED olumlu” kararı verildi. Çevre, Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanlığı Diyarbakır İl Müdürlüğü “ÇED Olumlu” kararını 6 Eylül’de askıya çıkardı.
‘Mezralarımız tamamen sular altında kalacak’
Bölge halkıyla birlikte HES yapımına karşı mücadele eden ekoloji aktivisti Hüseyin Akıl, bölgede yapılmak istenen HES projesiyle ilgili şöyle konuşmuştu:
“Mezralarımız tamamen sular altında kalacak. Bölgede verimli tarım arazilerinin olduğu yerler burası. Buranın geçim kaynağı hayvancılıktır. Tek bir mezrada bile beş tane çiftlik var. Köylülerin geçim kaynağı olan tarım ve hayvancılık alanları yok edilecek, HES’in devreye girmesiyle birlikte Muş-Diyarbakır yolu da sular altında kalacaktı. Projeyle yurttaşların toprağı da ikiye ayrılıyor. Köylüler kendi toprağına gitmek için kilometrelerce yol gitmek zorunda kalacak.”
Avustralya‘da birkaç yağışlı yazın ardından, El Niño hava olayı nedeniyle sıcak ve kurak bir yaz mevsimi bekleniyor. Üç yıl önceki şiddetli yangınların Türkiye büyüklüğünde bir alanı yok ettiği ve 33 kişinin ölümüne yol açtığı yıkıcı yangınların ardından en kötü orman yangını sezonuna hazırlanan ülkede kaygı yüksek.
Yeni Güney Galler başbakanı Chris Minns, “Korku dolu bir yaza hazırlıklı olun” uyarısında bulundu: “Ekim ayına giriyoruz ve yaz ortası koşullarını, birkaç gün 30 derecenin üzerinde, şiddetli rüzgarları yaşıyoruz. Orman yangınları bu ortamı seviyor.”
Eyalette halihazırda, özellikle de kıyıya yakın bölgelerde büyük yangınlar çıkmış dunumda. Geçen hafta Bega Vadisi’nde çıkan yangında bir kişi yaralanıp hastaneye kaldırıldı ve en az iki ev kül oldu. Bu hafta da altı okul önleyici olarak kapatıldı ve beş bölge için aşırı yangın riski uyarısı yapıldı.
Sidney‘in batısındaki, Mavi Dağlar‘ın karşısında ve yollarda kanguru ölüleriyle dolu geniş otoyollar boyunca uzanan uzak bir maden kasabası olan Cobar‘da, hazır durumda bekleyen yangın ekipleri, yangın riskinin haritasını çıkarmak ve en kötüsüne hazırlık yapmak için uydu verilerini eski moda görsel kontroller ve yerel halkla yapılan görüşmelerle birleştiriyor. Kırsal İtfaiye Teşkilatı‘nın Uzak Batı bölgesi başkanı Brad Lennon, “Bu, manzarayı bilmek, durumsal farkındalığa sahip olmak ve yerel halk ve arazi sahipleriyle iyi ilişkiler kurmakla ilgili. Bir orman yangını başladığında herkesin nasıl müdahale edeceğini bilmesine ihtiyacımız var” diyor.
Ancak kuru taşradaki ot yangınları büyük bir endişe kaynağı olsa da, en büyük risklerin bulunduğu yerler kıyıya yakın bölgeler.
New South Wales Üniversitesi‘nden orman yangını uzmanı Profesör Jason Sharples, “Taşrada kesinlikle çok büyük yangınlar oluyor – orada bir milyon hektarlık yangınlar yanıyor – ama kimse bunları gerçekten bilmiyor çünkü bunlar yalnızca birkaç uzak yerleşimi etkiliyor.” diyor.
Yeni bir ‘Alev Çağı’
Avustralya ve benzer coğrafyalar için en büyük yangın fırtınaları. Bunun yarattığı ortam o kadar yoğun ve yıkıcı oluyor ki, “ateşlerin içinde çıkan fırtınaya” benziyor ve kendi hava sistemlerini yaratıyorlar.
“Gerçekten kötü bir fırtınayı düşünün. Rüzgarlar her yerde esiyor, karla karışık yağmur ve yağmur yanlara doğru gidiyor. Bunun yerine köz ve alevleri koyun. Dumandan dolayı da karanlık olacak. Bunlar çok karanlık, kaotik ve korkutucu olaylar” diyor Prof Sharples.
Araştırmalar , bir zamanlar nadir görülen bu kontrol edilemeyen yangınların sıklığının, küresel ısınmanın yol açtığı yeni bir ‘Alev Çağı’na girerken arttığını gösteriyor .
Kayıtların başladığı 1998 ile 2018 yılları arasında Avustralya’da 62 yangın fırtınası doğrulandı. Ancak yalnızca 2019’da ülke, pirokonvektif olaylar olarak bilinen bu devasa yangınlardan en az 30’unu yaşadı. Bu sezon bunların sayısının artması “çok muhtemel”.
Daha küçük orman yangınlarının aksine, bir yangın fırtınası başladığında onunla savaşmak neredeyse imkansız hale geliyor. Prof Sharples “Onları söndüremezsiniz. Verebileceğinizi düşündüğüm en iyi tavsiye şu: Bunlardan biri başladığında, yoldan çekilin” diye konuşuyor.
İklim ısınmaya devam ettikçe ve hava koşulları değiştikçe, kontrol edilemeyen yangınlar ve yangın fırtınaları daha da kötüleşecek. Yunanistan ve Sibirya’dan Kanada ve Kaliforniya’ya kadar ölümcül yangınlar gibi yangınların yoğunluğu ve sıklığının artıyor olması, bize bunu gösteriyor.
Geçen yaz yayınlanan Birleşmiş Milletler raporuna göre, aşırı orman yangınları 2030 yılına kadar yüzde 30 daha yaygın hale gelecek ve bu yüzyılın sonuna kadar görülme sıklığı yüzde 50 artacak.
Yangınların bizzat kendisi de saldıkları karbon miktarı nedeniyle iklim değişikliğininin olumsuz etkilerini daha da artırıyor. New York Times‘ın iklim köşe yazarlarından David Wallace-Wells, “Eğer orman yangınları bir ülke olsaydı, dünyanın dördüncü en büyük yangına neden olan ülkesi olurdu” diyor.
Prof Sharples ise ısınmanın kendisiyle mücadele etmek gerektiğine vurgu yapıyor; ” Eğer bununla mücadele etmiyorsanız, o zaman yangınlarla mücadele etmek için yaptığınız diğer şeylerin çoğu biraz aptalca bir iş olur” uyarısında bulunuyor.
Üç yıl önceki yangınlardan ders çıkaran Avustralya, aradan geçen zamanda bu tür yangınlara yönelik hazırlıklarını halen sürdürüyor. Ülke ayrıca 2022’de Yangın Tehlikesi Derecelendirme Sistemi’ni daha uzun vadeli tahminler ve yanıcı ortamlara ilişkin daha spesifik analizlerle güncelledi.
Bu, hayvanların ve insanların yalnızca radyant ısı nedeniyle öldüğü 2009’daki dev yangınların ardından gelen ilk güncelleme. Prof Sharples, “Özellikle Kara Cumartesi’den bu yana riskleri değerlendirme konusunda uzun bir yol kat ettik” diyor: “Bu sezon yeni tehlike derecelendirme sistemimiz için iyi bir test olacak.”
Greta Thunberg dün (17 Ekim) İngiltere’nin başkenti Londra‘da düzenlenen bir petrol endüstrisi konferansını protesto ederken tutuklanmasının ardından İngiliz polisi tarafından dava edildi.
İsveçli iklim aktivisti, Energy Intelligence Forum‘un [Enerji İstihbarat Forumu] düzenlendiği Mayfair‘deki InterContinental London Park Lane oteli dışında diğer yüzlerce protestocuyla birlikte eylem yaparken gözaltına alındı.
euronews’ün aktardığına göre, 17-19 Ekim tarihleri arasında yapılan ve daha önce Petrol ve Para konferansı olarak bilinen etkinlikte, dünyanın en büyük petrol ve gaz şirketlerinin yöneticileri, finansörler ve Birleşik Krallık bakanları bir araya geliyor.
Thunberg dün sabah düzenlediği basın toplantısında, “Petrol ve para konferansının elitlerinin dönüşüm [enerji geçişi] gibi bir niyeti yok. Onların planı, bu yıkıcı kâr artışını sürdürmek. Bu yüzden doğrudan eyleme geçmek zorundayız” diye konuştu.
20 yaşındaki aktivist, polisin otel çevresinde uyguladığı 14’üncü Madde kararını ihlal etmekle suçlanıyor. Polis güçleri tarafından yapılan açıklamada toplamda 27 protestocunun tutuklandığı ve 26’sı hakkında dava açıldığı belirtildi.
Oily Money Out [Petrol Kaynaklı Paraya Son] kampanyasını yürüten Fossil Free London [Fosilsiz Londra] organizatörlerinden Nuri Syed Corser “Bu tür tutuklamalar bizi caydırmayacak. Protesto hakkımız bize ait, bu hakkı bize hükümet vermedi” dedi.
Thunberg kefaletle serbest bırakıldı. Duruşması ise 15 Kasım’da görülecek.
Fotoğraf: Fossil Free London
Enerji İstihbarat Forumu nedir?
2019 yılına kadar daha şeffaf bir şekilde yürütülen etkinlik Petrol ve Para konferansı olarak adlandırılıyordu. İklim aktivistleri forumun “petrolün Oscar’ı” olmaya devam ettiğini söylüyor ve endüstrinin sektör dışında “aynı tas aynı hamam” yaklaşımını protesto ediyor.
Konferans daha önce de iklim aktivistlerinin protestolarına konu olmuştu. Ancak şehri fosil yakıt endüstrisi için yaşanmaz hale getirmeye and içen bir aktivist grubu, bu yılki etkinliğin daha da şiddetli protestolarla karşı karşıya kalmasına öncülük ediyor.
Konferans 1980 yılından bu yana petrol, gaz, siyaset ve finans dünyasının liderlerini bir araya getirerek enerji sektörünün karşı karşıya olduğu zorlukları tartışıyor. Konferansa enerji haberleri, verileri ve analizleri sağlayan Energy Intelligence ev sahipliği yapıyor.
Uzun vadeli sponsor New York Times‘ın etkinliğin konusunun “endişe verici” olduğunu söyleyerek çekilmesinin ardından 2019’da baskı altında kalan zirvenin adında değişikliğe gidildi.
Energy Intelligence o dönemde yaptığı açıklamada, “Enerji sektörü değişiyor ve konferans programımız son yıllarda iklim değişikliği ve enerji dönüşümünün zorluklarını ele almak için geliştikçe, konferansımızın yeni bir kimliğe ve yeni bir yetkiye ihtiyacı olduğunu hissettik” demişti.
Bu yılki etkinliğin “temel soru etrafında samimi bir sohbet” vaat ettiği belirtiliyor: “Bölünmüş bir dünya gezegene güvenilir, uygun fiyatlı ve temiz bir şekilde nasıl güç sağlar?”
Konuşmacılar arasında İtalyan petrol devi Eni‘nin CEO’su Claudio Descalzi, dünyanın en büyük kirleticilerinden biri olan Saudi Aramco‘nun Başkanı ve CEO’su Amin Nasser ve Birleşik Krallık’taki tartışmalı Rosebank petrol sahası geliştirme şirketinin arkasındaki Equinor‘un Başkanı ve CEO’su Anders Opedal gibi bir dizi fosil yakıt devinin yöneticileri de yer alıyor.
Birleşik Krallık’ın Enerji Güvenliği ve Net Sıfırdan sorumlu Devlet Bakanı Graham Stuart ve ülkenin eski Enerji ve İklim Değişikliği Bakanı Charles Hendry de konuşmacılar arasında yer alıyor.
Yakın zamana kadar, Birleşmiş Milletler (BM) İklim Zirvesi (COP28) Başkanı ve Abu Dabi Ulusal Petrol Şirketi (ADNOC) CEO’su Sultan Al Jaber de konuşmacı listesinde yer alıyordu. Ancak şimdi Jaber’in listeden çıkarılmış olduğu belirtiliyor.
Fotoğraf: Henry Nicholls / AFP
COP28 başkanı Londra konferansından çekildi: Yüzleşemiyor
İklim aktivistleri, Enerji İstihbarat Forumu’nun özellikle endişe duydukları bir yönü olan Al Jaber’in konferansa katılımı konusunda zafer kazandıklarını belirtiyor.
Wells konuya ilişkin açıklamasında şu ifadeleri kullandı:
“Ülkelerin bir araya gelerek iklim konusunda bir şeyler yapmaları için en önemli fırsat olan ve fosil yakıt endüstrisinin etkisi nedeniyle her yıl heba edilen küresel iklim zirvesinin başına bir petrol CEO’sunun getirilmesi satirinin de ötesinde. Ancak Al Jaber’in protestomuzdan korkarak kaçıyor gibi göründüğü gerçeğiyle ilgili bazı harika haberler aldık. Görünüşe bakılırsa, tam da COP28 sahnesine çıkmadan önce bu tür bir hesap verebilirlikle yüzleşemiyor.”
Oop 👀 not any more…
COP28 President pulls out of the globally significant Energy Intelligence Forum (Oil and Money Conference) in the face of our climate protest
İsrail’inGazze‘deki El-Ehli Baptist Hastanesi‘ni bombalamadığının ve hastanede en az 500 kişinin öldüğünün duyurulmasının ardından ABD Başkanı Joe Biden İsrailli yetkililerle görüşmek üzere Tel Aviv‘e gitti.
AlJazeera’nın aktardığına göre; ABD Başkanı Biden, Netanyahu‘ya, Washington‘un İsrail’e, ülkenin Gazze‘de devam eden savaşı sırasında kendisini savunması için ihtiyaç duyduğu her şeyi sağlayacağını söyledi. Biden, 7 Ekim saldırısında İsrail’de öldürülen bin 400’den fazla kişi arasında 31 Amerikalının bulunduğunu da sözlerine ekledi.
İsrail Başbakanı Netanyahu, Tel Aviv’e inen Başkan Biden’la yaptığı brifingde “uygar dünyanın Hamas’ı yenmek için birleşmesi gerektiğini” söyledi.
Fotoğraf: Mohammed Al-Masri / Reuters
Reuters’ın aktardığına göre; ABD Başkanı Joe Biden, İsrail’e Hamas’a karşı savaşında dayanışma sözü verdi ve Gazze’deki hastanedeki patlamanın militanlar tarafından gerçekleştirildiği yönündeki açıklamasını destekledi.
Hastanenin bombalanması sonrası Biden, Arap liderleriyle gerçekleşmesi planlanan zirvelerini iptal etti. Filistinli yetkililer en az 500 kişinin öldüğünü duyurduğu patlamadan, İsrail’i sorumlu tutmuştu. İsrail ise patlamaya Filistinli İslami Cihad militan grubunun neden olduğunu söyledi. İslami Cihad ise suçlamaları reddetti.
İsrail Başbakanı Benjamin Netanyahu ile bir araya gelen Biden şunları söyledi:
“Dün Gazze’deki hastanede meydana gelen patlamadan dolayı derin üzüntü ve öfke duydum ve gördüklerime göre, bunu siz değil karşı taraf yapmış gibi görünüyor.”
Biden, “Ancak dışarıda emin olmayan pek çok insan var, bu yüzden çok şeyimiz var, pek çok şeyin üstesinden gelmeliyiz” dedi ve ekledi:
“Dünya izliyor. İsrail’in de ABD ve diğer demokrasiler gibi bir değerler seti var ve ne yapacağımızı görmek istiyorlar.”
Netanyahu, Biden’a “açık desteği” için teşekkür etti. Cumhurbaşkanı Isaac Herzog’un ofisinden yapılan açıklamada, devlet başkanının Biden’a “İsrail ulusunu koruduğunuz için Tanrı sizi korusun” dediği belirtildi.
ABD’li 178 akademisyenden çağrı
Öte yandan ABD’nin en prestijli hukuk fakültelerinin 178 üyesi tarafından ortak bir çağrıda bulunuldu. 178 akademisyen tarafından imzalanan ve Joe Biden’a gönderilen mektupta İsrail’in Hamas saldırısına tepkisi ‘ahlaki bir felaket’ olarak nitelendirildi.
ABD Başkanı’nın İsrail’e yapacağı ziyaret öncesinde gönderilen mektupta İsrail’in saldırısı “toplu cezalandırma” ve “ahlaki bir felaket” olarak nitelendirildi ve Biden’a derhal ateşkes çağrısında bulunuldu.
Gazze’yi yöneten Filistinli İslamcı grup Hamas’ın gerçekleştirdiği zulüm ve insan kaçırma eylemlerini kınayan mektup, İsrail’in misillemelerini kınamak için de aynı kelimeyi kullanıyor ve İsrail’in sivil halkı su, gıda ve elektrik gibi “temel yaşam araçlarından” mahrum bıraktığı belirtiliyor.
Mektupta, “Biz de İsrail hükümetinin, ABD hükümetinin açık desteğiyle Gazze’deki silahsız aileleri ve çocukları öldüren ve yerlerinden eden, tırmanan tepkisini kınıyoruz” deniyor.
Fotoğraf: Mohammed Al-Masri /Reuters
Türkiye’deki İsraillilere ‘ülkeyi terk edin’ çağrısı
İsrail Ulusal Güvenlik Karargahı, Türkiye’de bulunan tüm İsraillileri bir an önce Türkiye’den ayrılmaları konusunda uyardı.
Öte yandan Kudüs Piskoposluğu da saldırının insanlığa karşı işlenmiş bir suç olduğunu belirtti. Psikoposluk uluslararası kamuoyuna çağrıda bulunarak benzer saldırıların önüne geçilmesi için harekete geçilmesi gerektiğini bildirdi.
Batı Şeria ve Doğu Kudüs’te genel grev
Ayrıca Filistin’in resmi haber ajansı WAFA İsrail’in Gazze’deki hastaneyi bombalayarak yüzlerce kişinin hayatını kaybetmesinin ardından Batı Şeria ile Doğu Kudüs’te bir günlük genel greve gidildiği bildirildi. Grevin, Batı Şeria ile Doğu Kudüs’teki üniversite, banka, iş yerleri olmak üzere tüm kurum ve kuruluşları kapsadığı kaydedildi. Filistin Yönetimi Başkanı Mahmud Abbas‘ın da dünkü hastane saldırısı sonrası ilan ettiği üç günlük yas dolayısıyla resmi kurumlarda bayrakların da yarıya indirildiği ifade edildi.
Birçok ilde İsrail’in saldırısına karşı protesto…
Türkiye’de de İsrail’in Gazze’deki El-Ehli Baptist Hastanesi’ni bombalaması sonucu çok sayıda sivilin hayatını kaybettiği saldırı sonrası bazı illerde sokaklara çıkan vatandaşlar saldırıyı kınadı. İstanbul Valiliği tarafından yapılan açıklamaya göre eylemlerde bir can kaybı yaşanırken 43’ü polis 63 kişi yaralandı. Protestolarda beş gözaltı yapıldı.
İstanbul’daki eylemlerde bir kişi kalp krizi nedeniyle hayatını kaybetti.
Hayatını kaybeden kişinin Saadet Partisi İstanbul İl Başkan Yardımcısı Nuri Tüfekçi‘nin babası Eshabil Tüfekçi olduğu öğrenildi.
İzmir’in Konak meydanında toplanan vatandaşlar saldırıyı protesto ederek kınadı. Konak sokaklarında Filistin bayrakları açılarak sloganlar atıldı. Polis geniş güvenlik önlemleri aldı.
Adana’da da İsrail’in Gazze saldırılarını protesto için Amerika Birleşik Devletleri (ABD) Konsolosluğu önünde toplanan kalabalık, basın açıklaması sonrası konsolosluğa taş ve molotof fırlattı. Olay sırasında başına taş isabet eden iki polis yaralandı.
DHA’nın aktardığına göre; İsrail’in saldırısı, İstanbul, İzmir, Ankara, Adana, Malatya, Tekirdağ, Van, Diyarbakır, Mardin, Siirt, Bingöl, Batman, Bitlis’te protestolar gerçekleştirildi. Ankara’da, İsrail Büyükelçiliği önünde toplanan binlerce kişi, bombalı saldırıyı protesto etti. Geniş güvenlik önlemlerinin alındığı eylemde, elçiliğe girmeye çalışan topluluktaki bazı kişiler, polis tarafından engellenirken biber gazı ile müdahalede bulunuldu. Kalabalık, ‘Mehmetçik Aksa’ya’, ‘Hamas’a selam, yardıma devam’, ‘İsrail Büyükelçiliği kapatılsın’ sloganları atarken, bazı kişiler elçilik binasına girmeye çalıştı. Öfkeli grubun bu girişimi, polis ekipleri tarafından engelledi. Eylem nedeniyle Atatürk Bulvarı ve İran Caddesi tamamen trafiğe kapandı. Polis yetkililerinin dağılmaları konusunda uyarılarda bulunması rağmen kalabalığın sayısı her geçen saat arttı. Uyuralar sonuçsuz kalınca polis, biber gazı ile toplluğa müdahale etti.
Yeniden Refah Partisi İstanbul İl Teşkilatı ve Anadolu Gençlik Derneği İstanbul Şubesi ile çeşitli sivil toplum kuruluşları üyesi bir grup, saat 22.00’den itibaren ellerinde Filistin bayraklarıyla Levent’teki İsrail Başkonsolosluğu önünde toplandı. Konsolosluk binasının bulunduğu Büyükdere Caddesi, insan kalabalığı nedeniyle her iki yönden trafiğe kapandı. Saldırıyı protesto eden grup üyeleri, sık sık “Mehmetçik Gazze’ye”. diye slogan attı.
Göstericilerden bazıları, polisin geniş güvenlik önlemi aldığı İsrail Başkonsolosluğunun bulunduğu binaya girmek istedi. Konsolosluk binasını çevreleyen güvenlik bariyerlerini aşarak içeri girmeye çalışan grup ile polis arasında kısa süreli arbede yaşandı. Polis, biber gazı sıkarak kalabalığı dağıttı. Bir süre sonra tekrar toplanan grup üyelerinden bazıları konsolosluk binasına doğru havai fişek attı. Bazı protestocular ise cadde üzerindeki reklam panosunun afişlerini sökerek yaktı. Ahşap panoyu da yakmaya çalışanlara diğer protestocular engel oldu. Afiş ve panoyu saran alevler TOMA’dan sıkılan su ile söndürüldü.
Küresel İklim ve Sağlık İttifakı (GCHA), hangi ülkelerin ulusal iklim planlarına hava kalitesini dahil ettiğini araştırdı. Buna göre, özellikle G20 ülkeleri hava kirliliğini iklim planlarına entegre etmekte başarısız olduğu görülüyor.
Araştırmada 170 ülkenin ulusal olarak belirlenmiş katkılarına (NDC’ler) – iklim değişikliğiyle mücadeleye yönelik ulusal planlarına – bakıldı ve bir “temiz hava puan kartı” oluşturuldu.
Temiz Hava Fonu‘nun sağlık başkanı Nina Renshaw, araştırmayla ilgili “Hava kirliliği, halk sağlığı ve iklim değişikliğinin bağlantı noktasında yer alıyor, ancak pek çok ülke hâlâ temiz hava ve iklim eyleminin sağlık açısından faydalarından yararlanamıyor. Bu, kalp hastalığı, felç, akciğer kanseri ve astımdan musdarip insanların sayısını önemli ölçüde azaltacak olan daha iyi hava kalitesinden mahrum kaldıkları anlamına geliyor” dedi. Renshaw tüm bu koşulların hava kirliliğinden kaynaklandığını veya sorunu kötüleştirdiğini de ekledi.
Hava kirliliğinin en büyük kaynağı fosil yakıtlar. Orman yangınları, seller, kuraklık gibi “büyük” olayların yanında , daha sinsi bir tehlike olsa da milyonlarca kişinin hayatını olumsuz etkiliyor, her yıl binlerce kişinin ölümüne neden oluyor.
Kolombiya ve Mali, GCHA’nın Temiz Hava NDC sıralamasında 15 üzerinden 12 puan alarak üst sıralarda yer alıyor. Kolombiya’nın NDC’leri, hava kalitesi önlemleri yoluyla solunum sistemi sağlığının korunmasının önemini kabul ediyor. Partikül madde ve nitrojen oksitler de dahil olmak üzere çok sayıda hava kirletici maddeyi tasnif eden ve siyah karbonu yüzde 40 oranında azaltma hedefi koyan Kolombiya, özellikle bisiklet paylaşımına yönelik planlarla hava kirliliğine neden olan sektörleri tarım, elektrik üretimi, sanayi ve ulaşımı olarak belirlemiş.
Mali de bunların çoğunu doğru yapıyor. Batı Afrika ülkesi, siyah karbonun olumsuz sağlık etkilerine ve PM2.5’in kardiyovasküler ve solunum sorunlarına yol açabileceğine dikkat çekiyor. Ülkenin NDC’lerinde ayrıca pestisitlere bağlı hava ve su kirliliğini azaltmaya yönelik bir fiyat etiketinden de bahsediliyor . Ayrıca hava kalitesindeki iyileştirmelerin 2030 yılına kadar 2,4 milyon erken ölümü önleyebileceği belirtiliyor.
Fildişi Sahili, Nijerya, Pakistan ve Togo gibi temiz hava puanı yüksek diğer ülkeler gibi Mali’de de hava kirliliğinden ölüm oranı 100.000 kişi başına 80 ölümün üzerinde. GCHA, bunun, bu ulusların hava temizleme planlarını hayata geçirmelerine yardımcı olmak için daha fazla finansmana ihtiyaç duyulduğunu gösterdiğini söylüyor.
GCHA’ya göre iklim planlarında hava kalitesi hususlarını yansıtan ülkelerin çoğu Küresel Güney’de bulunuyor. Ancak Avrupa’da iki ülke; Arnavutluk ve Moldova, hava kalitesi açısından Avrupa’da en üst sıralarda yer alıyor.
Arnavutluk, başta Tiran olmak üzere tüm şehirlerde kötü hava kalitesinin kalp-damar ve solunum koşulları üzerindeki etkisine dikkat çekiyor. NDC’leri, hava kirliliğiyle mücadelenin yanı sıra iklim eylemini de içeren Batı Balkanlar için AB Yeşil Mutabakatı’na atıfta bulunulurken, tarım ve atıklara yönelik sektöre özel tedbirler de zikrediliyor.
Avrupa alt sıralarda
NDC’lerini tek blok halinde sunan Avrupa Birliği (AB) de dahil olmak üzere diğer Avrupa ülkeleri ise sıralamanın daha altlarında yer alıyor.
AB, taahhütlerine birçok hava kirletici maddeyi dahil etmesine rağmen, hava kirliliği, sağlık ve iklim eylemi arasındaki bağlantıyı açık bir şekilde ortaya koymakta başarılı değil. Bu nedenle de Kanada ve Çin gibi yüksek puan alan G20 ülkelerinin gerisinde kalıyor .
GCHA politika lideri Jess Beagley, “Temiz Hava NDC Puan Kartı”nın fosil yakıtların kaçınılmaz olarak aşamalı olarak ortadan kaldırılmasını geciktirmenin insani maliyetini doğruladığını söyledi: “Küresel kirleticilerin başlıcaları olan G20 ülkelerinin hava kalitesi hususlarını NDC’lerine dahil etmeleri hayati önem taşıyor, ancak hiçbir G20 hükümeti yarım puan bile alamadı; bu, iklim ile hava kalitesi arasındaki bağlantıların tanınmadığının veya eyleme geçme isteğinin bulunmadığının göstergesi . ”
Endonezya ve Suudi Arabistan ise sırasıyla bir ve sıfır puanla puan kartında en düşük sırada yer alıyor.
İklim kampanyacıları bu yıl ilk kez iklim ve sağlıkla ilgili özel gündemli bir gün belirleyen COP28‘i bu konuyu ele almak için mükemmel bir zaman olarak görüyor. Küresel İklim ve Sağlık İttifakı‘nın genel müdürü Jeni Miller, “Bu aralık ayında, COP28 başkanı hava kirliliğini kesin bir şekilde gündeme alma ve hava kalitesini iyileştirmek için ulusal taahhütleri ve uluslararası finansmanı harekete geçirme fırsatına sahip. Zirvenin ilk ‘sağlık COP’u olma taahhüdü, konferansın iklim ve sağlık arasındaki bağlantı noktasındaki en somut sorunlardan biri olan hava kirliliğiyle mücadelede önemli bir ilerleme sağlamaması durumunda boş bir söz olarak ortaya çıkacak” değerlendirmesi yaptı.
Temiz bir hava solumak için fosil yakıtların yakılmasına tamamen son verilmesinin şart olduğunu belirten Miller, spekülatif karbon yakalama teknolojilerinin de insanların sağlığına yardımcı olmayacağına dikkat çekti.
Daha spesifik olarak ise kampanyacılar, hava kalitesi taahhütlerinin, ilk Küresel Durum Sayımı ve zirvenin nihai anlaşması da dahil olmak üzere, müzakerelerin temel direklerine dahil edilmesini istiyor .
Hava kalitesi grupları, COP28 Başkanı ve Abu Dabi Ulusal Petrol Şirketi’nin CEO’su olan Dr. Al Jaber’e bir mektup yazarak onu iklim zirvesi sırasında hava kirliliğine odaklanmaya çağırdı.
Kuşaklardır İstanbullu bir aileyiz biz: Hayvanları, çiçekleri ve ağaçlarıyla birlikte bahçeli evlerde yaşayanların, çocukları Boğaz’da yüzme öğrenen, Adalar’ın Çamlıca’nın sessiz, mavi-yeşil ormanlarında her hafta ailece veya mahalle tarifesinden piknik yapanların neslinden. Şimdi her biri hatıralar sandığının en kıymetli köşesinde, pamuklara sarılmış küçük küçük anlardan ibaret kalsa da evveli neyse ahiri de o olanlar bilir; hatırlamazsanız siz de kendinize yarattığınız dünya da içindekiler de hiç olmamış gibi olur.
Çocukluğumun en canlı görüntüsü, ayda en az bir kez trenle gittiğimiz Eskişehir’de, sabaha karşı vardığımız istasyondan otelimize giderken ve İstanbul’da Büyükada’da iskeleden indikten sonra tepelere çıkarken kiraladığımız faytonu çeken atların bir sağa bir sola salladıkları gür kuyrukları ve parlak sağrıları oldu hep. Onları izleyip Arnavut kaldırımı üzerindeki nal tıkırtılarını dinlerken her seferinde babaanne kucağında uyuklamam bir de.
Fotoğraf: Cansu Acar
Sandığın en kıymetli “anları”ndan… Küçüktüm, atlara hayrandım, “hayvanların çalıştırılmasıyla” ilgili ne bilgim ne fikrim vardı. Hayat ve dışımızdaki evrenle ilişkimiz ise bu denli hunhar değildi.
Büyüdükçe ve bu şahane hayvanların çocuk dünyamdaki pembeli mavili dünyada yaşamadığını öğrendikçe hayal kırıklığım hak savunuculuğuna dönüştü.
Özellikle ağır turizm baskısı altındaki Adalar’da gözlerimizin önünde uğradıkları mezalimi, ruama yakalanan hayvanların öldürülüp gömüldüğü toplu mezarları gördükçe taraf seçmek hiç zor olmadı: Atların yanındaydık.
Fotoğraf: Cansu Acar
Yalnız değildim, diğer hak savunucularının da baskısıyla önce çocukluğumun rüya kenti Eskişehir’de faytonculuğa son verildi; uzun çabalar, protestolar, tartışmaların sonunda üç yıl önce de Adalar’da. İstanbul Büyükşehir Belediyesi ise faytona koşulan atları satın almaya sonra da Türkiye’nin dört bir bölgesindeki “taliplere” hibe etmeye karar verdi.
Eziyetten kurtuldukların sevinsek de “hibe” meselesi hep aklımızı kurcaladı. Yeşil Gazete olarak da bu güzelim hayvanların nereye, kime gönderildiğini, gittikleri yerde nasıl muamele gördüklerini takip etmeye çalıştık. Bir yıl sonra İBB, sahiplendirilen 860 atın sorumluluğunun atları alan kişi ve kurumlara ait olduğunu açıkladı. Açıklamaya göre hayvanların 665’i kamu kurum ve kuruluşlarına, 42’si sivil toplum örgütlerine, 148’si şahıslara, 5’i de muhtarlara sahiplendirilmişti. Kendi ellerindeki atların 224’ünün öldüğünü, 115’inin bakıma altında tutulduğunu; yetkinin de artık Tarım ve Orman Bakanlığı’nda olduğunu anlattılar. Dağıttıkları hayvanların akıbetine ilişkin bir şey ise söylemediler.
Fotoğraf: Cansu Acar
Ama biz bazılarını bulduk: Mesela Hatay’ın Dörtyol ilçesine gönderilen 100 atın önce bir at çiftliğine verildiğini, koronavirüs salgını yüzünden mekanlar kapanınca, günlük maliyeti karşılanamayan hayvanlardan 10’unun bakımsızlıktan öldüğünü, kalanların da çiplerinin çıkarılarak satıldığını ortaya çıkardık.
Oysa hem hak aktivistleri hem de biz, Yeşil Gazete olarak onların memleketin dört bir yanına dağıtılmasına yüksek sesle itiraz etmiş; denetim ve takip olmayacağı öngörüsüyle bu hayvanların rehabilite edilerek yerlerinde yaşamalarının sağlanması gerektiğini tüm bu süreç boyunca dillendirmiştik. Kimse duymadı, dinlemedi.
Tarım Bakanlığı ise sorularımıza yanıt vermedi, diğer atların akıbetini öğrenmemiz bir türlü mümkün olmadı.
“İyi bir şey yapıyoruz” diye düşünmüştük, “hayvanların eziyetten kurtulmasına, daha iyi bir yaşama sahip olmalarına destek olacağız” zannetmiştik. “Cehenneme giden yollar iyi niyet taşlarıyla döşelidir” denir ya, bazen öyledir de hakikaten. Bu olağanüstü canlıların “başa bela” olarak görüleceğini öngöremedik, bir an önce göz önünden “kaldırılmak” isteneceğine akıl erdiremedik. Kişisel olarak, ömrümün en büyük vicdan azaplarından biridir hala, herhalde hiç dinmeyecek.
İBB’nin Büyükada’daki İspark at ahırı – 16 Ekim 2023 – Fotoğraf: Cansu Acar
Olan olduktan; hayvanlar oraya buraya dağıtılıp bir kısmı da İBB’nin uhdesine geçtikten sonra, hiç değilse kalanların hakkını hukukunu savunalım, onları koruyalım istedik. Bu kez İBB’ye gözümüzü çevirdik. Faytonlar kaldırıldıktan sonra diğer adalardaki tüm faytoncu ahırları yıkılmıştı; sadece Büyükada’daki hazine arazisine kurulan bir ahırda, sahipleri tarafından satılan atlar toplanmıştı.
Gördük ki, burada da durum pek parlak değil. Koşmaya, açık havada bulunmaya, otlamaya ihtiyacı olan hayvanlar burada daracık bölümlere hapsedilmiş, gezdirilmeleri için yapılan padoklar olması gerektiği gibi değil, küçük ve çamur içinde, insanlarla ve birbirleriyle bağları kesilmiş. Adalılar düzenli olarak gidip ziyaret etmeye çalışsa da keyfi şekilde izin veriliyor ya da verilmiyor.
Belediye ile yapılan görüşmelerde Adalılara burada kalan atlar için her bir adaya birer ahır yapılacağı, hayvanların doğal ortamlarında, birbirleriyle ve insanlarla bir arada yaşaması için gerekli düzenlemelerin yapılacağı sözü verilmişti. Hatta Adalılar kendileri plan ve projeler çizdirmiş, belediyeye vermişti.
O da olmadı, kalan hayvanlar, gözlerden ırak küçük bölmelerde tutulmaya devam edildi.
Adaların atları, bir avuç hak savunucusu dışında herkesin gündeminden çıkmışken, 10 Ekim’de Heybeliada’nın son atlarından, dört yetişkin ve iki tayın İBB zabıtaları tarafından alınarak Büyükada’daki ahıra götürüldüğünü öğrendik: Polat, Elif, Tombik, Şımarık ve taylar Ateş’le Korkut.
Oysa kalan üç-beş hayvan Adalılarca bahçelerinde, ormanlık alanlarda yapılan barınaklarda besleniyor, korunuyor ve kollanıyordu. Ancak “başıboşluk” hoş görülemezdi, “düzen ve nizamı” tesis etmek gerekirdi.
Olay üzerine Adaların Atları Platformu’ndan hak savunucularının peşine takılıp biz de hayvanları görmeye gittik ve ahırların iki yıl önceki manzaradan farksız olduğuna tanık olduk: Hayvanlar hala küçük kutucuklarda ayrı ayrı tutuluyordu, padoklar hala uygun hale getirilmemişti, riskler sürüyordu, hayvanların bazıları yaralıydı ve/ya hastaydı, tedavileri yapılıyor dense de durum hiç parlak görünmüyordu.
Atlardan özellikle biri; Polat, muhabirimize de Adalılara da ısrarla gösterilmek istenmedi. Sahibinden alındıktan sonra Büyükada’daki ahırlara götürülmüştü, 14 Ekim’de yaralandığı duyuruldu. Neden yaralandığına ilişkin bir bilgi alamadık. Sonra “hasta” olduğuna karar verildi. Bizzat atlarla ilgilenen veteriner hekim hayvanı “yoğun bakımdaki hasta”ya benzetti.
İki gün içinde, apar topar hayvana Adalar’da müdahale edilemeyeceğine karar verilerek, bir kutunun içine konup feribotla İstanbul’a, Avcılar’daki İstanbul Üniversitesi Veterinerlik Fakültesi’ne gönderilmesine karar verildi.
Muhabirimiz Cansu Acar’ın fotoğrafladığı karede Polat’ı pembe bir aracın içinde, feribota bindirilmiş olarak gördük son kez. Sonrası olmadı…
Fotoğraf: Cansu Acar
Dün, Polat’ın götürüldüğü Fakülte’de öldüğünü öğrendik. Hayvanın oraya gönderilmesi, ölüme gönderilmesiyle aynı anlama gelmiş zaten. Fakülte depreme karşı dayanıklı olmadığı için bir süredir taşınma çalışmaları yapılıyordu ve ne hayvana bakacak personel ne de ameliyat yapacak düzenekleri bulunduğunu biz biliyorduk.
Öğrendiğimize göre, bütün bunlar Adalar’daki yetkililere de anlatılmış, hayvanın bu durumda İstanbul’a gönderilmesinin bile doğru olmadığı, kalacak yerinin de olmadığı bildirilmiş. Buna rağmen kritik durumdaki Polat, palas pandıras İstanbul’a yollanmış.
Aktivistlerin konuştuğu, Polat’la ilgilenen Veterinerlik Fakültesi’nden bir veteriner hekim, “Buraya geldiğinde karnı aşırı şişmişti. Cerrahi müdahale şarttı ancak bizim bir ameliyathanemiz yok şu anda. İstanbul’da sadece Türkiye Jokey Kulübü’nün ameliyathanesi var, oraya da gönderemeden, geldikten bir gece sonra, henüz aldığımız kanı bir yerlere götürüp tahlil ettirmeye çalışırken Polat öldü” diyor.
Kaynak: Adaların Atları- Çetin Erdem ve atları. Sarıldığı at, 9 Temmuz 2020’de bir yaşında olan Polat. -Heybeliada.- Polat 17 Ekim’de hayatını kaybetti.
Polat’ın orada kaldığı gece boyunca kıvranıp kendini sağa sola attığını da öğrenmiş Adalılar. “Ya yediği bir şey, ya ‘tıkanma’ ya da bağırsak dönmesi olabilir” demişler onlara. Olasılık çok, nedeni henüz bilinmiyor. Adalılar Polat için otopsi istiyor ama Fakülte’de otopsi de mümkün değil. İBB otopsi talebinde bulunmuş diye duyduk son olarak. Belki o zaman Polat At’ın neden yaşamını yitirdiğini öğrenebileceğiz.
Onun için artık çok geç. Meçhule gönderilen türdaşları için de. Yine de geride kalanlar için hala yapılabilecekler, yapılması gerekenler var.
İBB’nin konuyla ilgili yetkililerine, Ada Belediyesi’ne, yetkili, sorumlu kim varsa o kurumlara ve kişilere sesleniyorum buradan: Onları alıp birer kutuya tıkarak gözlerden uzak, gönüllerden ırak tutamazsınız. Adalılara verdiğiniz sözleri tutun, her adaya olması gerektiği şekilde birer ahır yapın ve gönüllülerin düzenli ziyaretine ve bakımına izin verin. Hayvanların doğayla, diğer hayvanlarla ve insanlarla iletişimini ve ilişkisini kesmeyin. Bize ve onlara sorumluluğunuzu hatırlayın.
Biz Yeşil Gazete olarak bu hayvanları gözümüzü ayırmadan takip etmeye devam edeceğiz. Dolaşmaya, taze ot yemeye, koşmaya, insanlarla birlikte olmaya ihtiyaçları var, bu taleplerin destekçisi olacağız.
Polat’ın ve onlarcasının ölümünü engelleyemedik, bu bize dert oldu. Ama atların gönlünce koşabilmesini sağlayana kadar sizi de rahat bırakmayacağız. Haberiniz olsun!
Günümüzde dünyanın hemen her yerinde yaşanan çevresel sorunların birçoğunun kaynağında yer alan madencilik faaliyetleri, Türkiye’deki en yoğun nüfusu barındırması nedeniyle ekosistem hizmetlerine diğer tüm kentlerden çok daha fazla ihtiyaç duyan İstanbul’da ormanların yanı sıra su ve toprak varlıklarını, hava kalitesini ve insan sağlığını ciddi ölçüde tehdit eden bir boyuta ulaşmış durumda.
Kuzey Ormanlarında taş, kum ve silisyum gibi malzemeler için açılan madenler su ve toprak kirliliğine yol açarken, İstanbul’da halihazırda kritik durumda olan hava kirliliğini de tırmandırıcı bir rol oynuyor. İnsan kaynaklı iklim krizinin çarpan etkisi yarattığı uzun süreli su krizi ile karşı karşıya olan kentin su varlıkları da madencilik faaliyetlerinin tehdidi altında.
Kuzey Ormanları Araştırma Derneği verilerine göre son 2022’ye kadar 15 yılda İstanbul il sınırları içinde 5,750 hektarı orman alanı ve 2,200 hektarı tarım alanı olmak üzere toplam yaklaşık 8,000 hektar doğal ve kırsal alan madencilik faaliyetleri nedeniyle tahrip edildi.
İstanbul kuzeyinde 76,370 hektarlık orman alanına madencilik faaliyetleri için verilen ruhsat izinleri ise İstanbul Kuzey Ormanlarının üçte birinin yalnızca maden tahribi altında yok olma tehlikesi ile karşı karşıya olduğunu gösteriyor.
Metropoldeki madencilik faaliyetleri ise tüm bunlara rağmen hız kesmeden devam ediyor. Şile ilçesindeki Kirazlı Köyü mevkiindeki orman alanı yakın zamanda çöle çevrilmiş durumda. Bölge, yalnızca orman değil aynı zamanda su varlıkları için de kritik önem taşıyor. İstanbul’un en büyük su kaynağı olan Ömerli Barajının havzası, madene açılmak istenen alanı da içine alıyor.
‘Beton yığınları yaratılırken Kuzey Ormanları aşağı itiliyor’
Kuzey Ormanları Savunması sözcüsü ve şehir plancısı Başar Alipaça, Yeşil Gazete’ye yaptığı değerlendirmede bu havzanın İstanbul için önemine ve madencilik faaliyetlerinin kent üzerindeki etkilerine değiniyor. Alipaça, Ömerli’nin su krizi yaşandığı dönemde kentin “su yokluğuna direnen tek barajı” olduğunu, bunu ise Düzce tarafından getirilen sulara borçlu olduğunu söylüyor.
Alipaça, “Maalesef Ömerli’nin bir yandan İstanbul’un su krizine direnen tek su kaynağı olmasına rağmen çevresinde çok büyük taş ocağı havzaları bulunuyor. Bu havza uzaydan bile görünüyor. İstanbul Anadolu tarafındaki tüm inşaat faaliyetleriyle, kentsel dönüşüm vs. uygulamalarla beton yığınları yaratılırken, Kuzey Ormanları da aşağı doğru itiliyor” diyor.
Orman alanın altında çok büyük bir maden olduğunu ve bu yataktaki tüm malzemelerin alınmaya çalışıldığını aktaran Alipaça, şunları söylüyor:
“Eskiden beri kum ocakları, taş ocakları, silisyum madeni gibi bir sürü maden ocağı vardı o bölgede. Bunlar ihracata dayalı madenler. Yani bizim aslında bu konuda bir zenginliğimiz olmamasına rağmen yurt dışındaki talepleri de karıştırılmaya başlamamızdan dolayı bu maden kapasitelerini sürekli arttırıyorlar” OGM’nin [Orman Genel Müdürlüğü] kendi tasarrufunda oluyor bu işler. Birtakım kurumlar adına kendisi yapıyor işlemi. Şile’deki Karakiraz Köyü’nün mevkiini de bu şekilde maden ocağının genişletmesine açmışlar.”
‘Uzaydan dahi görünen bir maden havzası haline geldi’
Madencilik faaliyetleri, ilgili alandaki ormanların yok edilmesinden çok daha fazla ekolojik sonuç doğuruyor. Üstelik madenciliğin yol açtığı ekolojik tahribatın geri dönüşü ve rehabilitasyonla tekrar bir orman ekosistemi haline getirilmesi neredeyse imkansız.
Başar Alipaça, Kuzey Ormanlarının çeşitli yerlerinde yapılan madencilik faaliyetlerinin boyutunu “Burası uzaydan görünen bir havza boyutuna geldi; dünyada bunun bir örneği yok” diye açıklıyor: “Şile-Ömerli taraftarındaki taş ocakları şu an Türkiye’de ayrı şehir gibi. Bu zaten büyük bir habitat kaybı aslında; ormanın ölümü anlamına geliyor. Çünkü bunu yaptığınız zaman geriye dönüşü yok.”
Alipaça, madencilik faaliyetlerinin ekosistem üzerindeki etkilerine değinerek bu faaliyetlerin sürdürülebilir olmadığına dikkati çekiyor:
“Yalnızca ormanın üstündeki örtüyü almıyorsunuz; altındaki katmanları, binlerce yıllık orman toprağını alıyorsunuz. Bu kadar büyük tahribatların geriye döndürülme şansı yok; yeniden orman toprağı serip yeniden üstüne orman dikimi yapılması mümkün olmuyor çünkü bölge bütün olarak yok edilmiş durumda ve herhangi bir yerini onarma şansınız yok. Orası gözden çıkarılmış bir bölge ve giderek büyüyor. Bunun sürdürülebilirliği yok.”
‘Madencilik kaynaklı en büyük darbeyi su varlıkları alıyor’
İstanbul’un kuzeyindeki orman varlıkları artık tam anlamıyla “ağır yaralı”. Çevre, Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanlığı ve çeşitli kurumlar da gerçekleştirdiği incelemeler sonucunda bölgedeki tahribata dikkat çekerek bölgenin artık madencilik faaliyetlerine kapatılması gerektiğini belirtiyor.
Başar Alipaça, madenciliğin su varlıkları üzerindeki etkisinin orman tahribatından bile daha ciddi bir soruna işaret ettiğini vurgulayarak şunları kaydediyor:
Burası en temelinde bir su havzası; ormanın en çok su toplayan bölgelerinden bir tanesi. Burayı madencilik faaliyetleriyle tahrip ettiğiniz zaman Ömerli Havzasını besleyen tüm dereleri yok ediyorsunuz. Derelerin aslında hem yer altındaki hem yer üstündeki soğuk akış sistemlerini yok ediyor, bozuyorsunuz. Bu faaliyetlerin en büyük zararı budur. Genellikle en kötü etkisinin üstündeki ormanın alınması olduğu düşünülür ama esasında en büyük tahribatı, yine geri dönüşü olmaksızın, su rejimini bozması, su rejimini değiştirmesi, bir akış yönünü yok etmesi, bir derenin bir gölü beslemesini engellemesidir.”
Bu durumun Istrancalarda da çokça görüldüğünü belirten Alipaça, bölgedeki birçok gölün bu yüzden koruduğuna dikkati çekerek “Çok ciddi bir şekilde su krizi yaşanıyor, Istrancalarda bile. En büyük sebeplerinden bir tanesi madencilik faaliyetleri. Bu bakımdan da Şile’deki Ömerli Havzası büyük tehlikede. Bahsettiğimiz bölge aynı zamanda önemli bir doğal alan. Kuzey Ormanlarının 30 tane doğal alanından biri. Şile’deki kıyı habitatlarını da içine alan bölge. Burası eşsiz bir doğal alan” diyor.
‘Türkiye, dünyada en büyük ivmeyle ormanlarını yok eden ülke’
Kuzey Ormanları Savunması sözcüsü Başar Alipaça, Kirazlı Köyü mevkiinde yok edilen ormanın doğa yürüşleri için kullanılan güzergahlardan biri olduğunu belirtiyor. Bölgedeki orman tahribatının hızı, zaman zaman doğa yürüyüşleri düzenleyerek alanı ziyaret eden doğa savunucularını şaşırtıyor.
Kuzey Ormanları Şile İlçesi Karakiraz Köyü mevkilerimizi çöle çevirmişler. Bir yıl önce “Hatıra Ormanı” oluşturulan alandaki tüm ormanı kazımışlar.
KMO otobanı ile ağır yaralanan ormanı bir de taş ocaklarıyla yıkıyorlar. İzleyin, paylaşın, bu kıyıma itiraz edin. pic.twitter.com/Wcmv0vx2YB
— Kuzey Ormanları Savunması (@kuzeyormanlari) October 8, 2023
Alipaça, şu ifadeleri kullanıyor:
“O kadar hızlı bir tahribat görülüyor ki, biz aynı güzergahtan altı ay önce geçtiğimizde burası ormandı. Altı ay sonra geçiyorsunuz, bir bakıyorsunuz ki orman yok olmuş, çöle dönmüş. İşte böyle bir yok etme hızı söz konusu. Dünyada şu an kendi ormanını bu ivmeyle yok eden başka bir ülke yok, Brezilya’daki Amazonlar dahil. Miktar olarak değil de ivme olarak konuşacak olursa Türkiye orman yok etmede birinci sırada.”
‘İstanbul’un suyu bitti, artık ormanların can suyunu tüketiyoruz’
Nüfusu 20 milyona yaklaşan ve artmaya devam eden İstanbul için Kuzey Ormanlarının değeri, eskisinden çok daha fazla. Ormanların sağladığı ekosistem hizmetleri, yoğun nüfuslu metropolün hâlâ kritik sorunlar yaşamadan ayakta kalmasında önemli rol üstleniyor.
Başar Alipaça, sanayi ve günlük kullanım nedeniyle kentteki derinleşen su krizine değinerek “İstanbul’da hâlâ su bitmedi deniyor ya, aslında bitti; kamuoyu yanlış bilgilendiriliyor” diyor:
“Suyun bitmediğine, İstanbul’un suyu olduğuna dair bilgi var ama hayır; İstanbul’un suyu aslında ta yazın ortasında, hatta belki başında bitmişti. Bütün su, Bolu‘dan, Düzce’den, Istrancalardan getirilen, bizim Ömerli’ye doldurduğumuz su; Kuzey Ormanları’nın can suyu. Tüm Kuzey Ormanlarının suyu sadece İstanbul kentine verildi. Ve İstanbul kendi su kaynaklarını yok eden bir şehir ve bu sürdürülebilir değil.”
‘İstanbul’un nefes alması giderek zorlaşıyor’
İstanbul’da aynı zamanda hem bir sanayi kenti olması hem de ağır bir trafik yükü olması nedeniyle ciddi bir hava kirliliği söz konusu. Şehir plancısı Başar Alipaça, “Bu trafik yükünün getirdiği hava kirliliğinin maskelerle dolaşmayı gerektirecek kadar artmamasının sebebi, kuzey rüzgarlarının Kuzey Ormanlarından gelen oksijeni aşağı doğru iletmesi” diyor.
Bu durumu Alipaça İstanbul için “büyük bir nimet” olarak niteliyor ancak ormanların oksijen üretme kapasitesinin her yıl, her ay azaldığının altını çiziyor.
Bahsettiğimiz su havzalarının çoğunluğu vadi ve bunların bir kısmı da ‘trake’ dediğimiz çok büyük soluk boruları gibi; bunlar İstanbul’ın temiz hava kanalları. Bunları yok ettikçe İstanbul’un nefes alması da giderek zorlaşıyor.”
‘İstanbul’da tarım bitiyor, köylü pencere dahi açamıyor’
Madencilik faaliyetlerinin yoğun olarak yapıldığı ilçelerden Şile’nin İstanbul için taşıdığı bir başka anlam da gıda. İlçedeki tarımsal faaliyetlerin ve üretimin artırılması için buradaki köylüye Çevre, Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanlığı ile İstanbul Büyükşehir Belediyesi tarafından çeşitli destekler sağlanıyor.
Başar Alipaça, tarım ve madencilik faaliyetlerinin yan yana yürütülmeye çalışmasının hem köylüye, hem tarıma hem de çevreye ciddi zararlar verdiğinin altını çiziyor:
“Destekler ve teşvikler verilerek köylülerimizin hâlâ tarım yapması bekleniyor. Köyler ziyaret ediliyor, bol bol fotoğraflar çekiliyor, bol bol Avrupa Birliği projeleri yapılıyor. Ama çok enteresan bir şekilde bütün köylerimizin hemen çevresinde, üç tane, beş tane, 10 tane taş ocağına izin veriliyor ve bu köylerde üretimin olması bekleniyor. Halbuki madencilik faaliyetlerinin köylerin çevresinde sürdürülmesi halinde hem gereken su kaynakları yok oluyor, hem de yükselen toz çevredeki ağaçlara ve topraklara konduğu için tarım ürünlerini çürütüyor, kurutuyor. İnsanlar bazı köylerimizde tozdan dolayı pencere açamıyorlar.”
Madenlerden yükselen toz sadece tarımsal üretime zarar vermekle kalmıyor, insan sağlığını da ciddi şekilde tehdit ediyor. Araştırmalar, madenlere yakın bölgelerde yaşayan ve bu toza maruz kalan kişilerde astım, akciğer kanseri ve KOAH gibi solunum sistemini ciddi şekilde etkileyen hastalıkların görülme sıklığında artış olduğunu gösteriyor.
Alipaça, “Gıda krizi zamanında İstanbul’un gıda yapılabilen son noktalarını madencilik faaliyetlerine kurban ediyoruz. Bu tahribata son verilmesini talep ediyoruz” diyerek Kuzey Ormanlarının en ağır yaralı bölgesi olan İstanbul’dan başlayarak tüm Marmara kıyısındaki ekosistemleri kapsayacak şekilde muhafaza alanı ilan edilmesi çağrısı yapıyor.
Muhalefetin beşli çete olarak adlandırdığı şirketlerden LimakHolding’in Kırklareli’de asgari araziye çöktüğü projeye onay çıktı. Yaklaşık üç yıl sonra verilen ‘Çevresel Etki Değerlendirmesi (ÇED) Olumlu’ kararıyla birlikte Limak, Milli Savunma Bakanlığı’na tahsisli Hazine arazisini yıl boyunca ücretsiz kullanacak.
BirGün’den Gökay Başcan’ın aktardığına göre; Limak Holding’e bağlı Limak Çimento, Kırklareli’nin Pınarhisar ilçesinde bulunan Milli Savunma Bakanlığı’na tahsis edilen “askeri atış ve tatbikat alanı” olarak belirlenen alanda kalker ocağı açmak için 14 Aralık 2020’de başvuru yaptı. Başvuru jet hızında karara bağlayan Çevre, Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanlığı, 12 Ocak 2021’de ‘halkın katılım toplantısı’ yapılmasına karar verdi.
‘Devlet, halka ‘evde kal’, şirketlere ‘yok etmeye devam edin’ diyor’
Projeden haberdar olan bölge halkı kısa sürede bir araya gelerek tepki gösterdi. Düzenlenen toplantıya ‘halk’ katılmadı. Şirket, kendi ve AKP’li belediyenin çalışanlarıyla toplantı yaptığı esnada bölge halkı dışarıda Limak’ı protesto etti. Pandemi sürecinde yapılmak istenen toplantıya tepki gösteren CHP Kırklareli Milletvekili Kırklareli CHP Milletvekili Vecdi Gündoğdu, “Pandemi şartlarında herkese ‘evde kal’ diyen devlet, maden şirketlerine; kazmaya, kirletmeye, yok etmeye devam edin diyor” demişti.
Öte yandan daha sonra çeşitli sivil toplum örgütleriyle ve siyasi partililerle görüşen Limak yetkilileri, projeyi 99 hektardan 20,67 hektara düşürdüğünü duyurdu. ÇED dosyasında da değişikliğe giden şirket alanı küçülttü. Projenin başvurulduğu gün ÇED toplantısı kararı alan Bakanlık, projeye ilişkin kararı vermek için üç yıl bekledi. Bakanlık, halkın katılım toplantısının yapılamamasına rağmen ÇED olumlu kararı verdi.
Araziye hiçbir bedel ödemeyecek olan şirket proje kapsamında 1 milyon 800 bin TL harcayacak. ÇED dosyasında yer alan bilgilere göre kalker ocağında yılda iki milyon ton üretim yapılacak.
Öte yandan, maden sahası, Meriç – Ergene Havzası ve Lüleburgaz alt havzası içerisinde kalıyor. Kalker ocağı kurulmak istenen bölgede, su kaynakları da mevcut. Üstelik alanın bin 280 metre ötesinde Parkiçi Kaynağı bulunuyor. Bu kaynaktaki su, içme kullanma suyu şebekesine veriliyor.
***
Limak Holding’in icraatleri
Limak Holding, Türkiye’de muhalefetin “beşli çete” olarak isimlendirdiği şirketlerden biri olarak ve iktidara yakınlığıyla biliniyor. Ayrıca Limak Holding, iştiraki olduğu YK Enerji’yle birlikte Muğla, Milas’taki İkizköy’ün ormanı, Akbelen Ormanı’nda meydana gelen ekokırımın da birincil sorumlusu. Şirket ormandaki ağaçları bir bir yok ederken ormanın içerisine yerleştirilen jandarmalar da ormanı korumak isteyen vatandaşlara sert müdahalede bulunmuştu. Yurttaşların direniş alanı ve şahıs arazisi olan nöbet alanına vatandaşların girişi yasaklandı.
Limak Holding İkizköy’deki kömür talebinden bu süreçte hiç geri adım atmadı, kömürlü termik santral talebi sürdürüldü. Limak Holding’i iktidarın yanında konumlandıran oldukça büyük projelere de imza attığı biliniyor.
Limak Holding’e verilen ihalelerle yapılan diğer projeler şöyle:
1915 Çanakkale Köprüsü ve Malkara – Çanakkale Otoyolu
Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankası Yerleşkesi 1.Etap
Almanya, Britanya, İrlanda, Avusturya, Avustralya, ABD, İtalya, İsviçre, Hollanda, İspanya, Portekiz, Belçika, Romanya ve Fransa’da yaşayan 100’ün üzerinde senatör, milletvekili, siyasi parti temsilcisi, akademisyen ve yazar cezaevinde tutulan Türkiye İşçi Partisi (TİP) Hatay Milletvekili Can Atalay için bir bildiri yayınladı.
“Anayasaya ve Halkın İradesine Saygı: Can Atalay’a Özgürlük” başlıklı bildiride tüm anayasal aktörler, seçmenler ve seçilmiş temsilciler Anayasa’ya ve temel demokratik haklara saygı göstermeye davet edildi.
Uluslararası çağrı, Anayasa Mahkemesi’nin (AYM) ertelenen Can Atalay kararı öncesi siyasetçilerin ve toplumun konuya dikkatini çekmeyi amaçlıyor.
Anayasa’ya ve halkın seçim iradesine saygı duyun: Can Atalay’a özgürlük
Anayasa’nın “Seçimden önce veya sonra bir suç işlediği ileri sürülen bir milletvekili, Meclisin aksine kararı olmadıkça tutulamaz, sorguya çekilemez, tutuklanamaz ve yargılanamaz” hükmünün yer aldığı 83. maddesine yer verilen metinde şu ifadelere yer verildi:
“Can Atalay, Türkiye’nin yakın tarihindeki birçok önemli davanın yanı sıra birçok siyasi mahkumu, gazeteciyi ve maden faciası mağdurlarını savunmuş bir insan hakları avukatıdır. Atalay, 14 Mayıs 2023 Türkiye Genel Seçimlerinde Hatay ilini temsil etmek üzere Türkiye İşçi Partisi’nden (TİP) milletvekili seçilmiştir. Keyfi tutukluluğu devam ederken ve davası halen Yargıtay‘da görülürken seçildi. Seçildikten sonra mazbatasını almasına ve Yargıtay’a yapılan başvurunun ardından Türkiye Büyük Millet Meclisi kayıtlarına resmen milletvekili olarak kaydedilmesine rağmen keyfi tutukluluğu devam etmektedir. Atalay’ın tutukluluğu açıkça Anayasa’ya aykırıdır ve Yüksek Mahkeme Anayasa’nın Milletvekili Dokunulmazlığı ile ilgili maddesini ihlal etmeye devam etmektedir.
Hatay’ın seçilmiş temsilcisi Can Atalay’ın devam eden hukuksuz tutukluluğu, kişi özgürlüğü ve güvenliği hakkını (ICCPR, Md. 9 ve ECHR Md. 5), serbest ve adil seçimlerde aday olma ve seçilme hakkını (ICCPR Md. 25(b)) ihlal etmektedir. Dahası, Atalay’ın hukuksuz ve gayrimeşru tutukluluğu Hatay halkının en temel demokratik hakkı olan seçme ve demokratik olarak temsil edilme hakkını da ihlal etmektedir (ICCPR Madde 25(b)).
Seçilmiş Milletvekili Can Atalay’ın yasama faaliyetlerine katılımının önündeki tüm engellerin derhal kaldırılmasını talep ediyoruz. Can Atalay’ın özgürlüğü, Türkiye Cumhuriyeti Anayasası’nın yanı sıra bölgesel ve uluslararası insan hakları belgeleri tarafından da korunan seçmenlerinin seçme ve seçilme hakkı için elzemdir.
Tüm anayasal aktörleri, seçmenlerin ve seçilmiş temsilcilerin Anayasa’ya ve temel demokratik haklarına saygı göstermeye davet ediyor ve talep ediyoruz.”
Bildirinin imzacıları arasında şu isimler yer alıyor:
Alba Blanco Ruis, (Avrupa Sol Partisi)
Andreas Streinzer (İsviçre, Akademisyen)
Angelika Link-Wilden (Almanya, Sol Parti NRW Eyalet Sözcüsü)
Anne Laura Penning, (Almanya, Akademisyen)
Arnau Pigue Magdalena, (İspanya, Katalanya Komunistleri, Avrupa Sol Partisi)
Arto Artinian(ABD, Akademisyen)
Akın Olgun (Britanya, Yazar)
Ali Alper Alemdar, (ABD, Akademisyen)
Altuğ Hasözbek, (İspanya CENIEH)
Banu Güven (Almanya, Gazeteci)
Barış Alp Özden, (Almanya, Akademisyen)
Bernhard Koolen(Almanya, Sol Parti NRW Eyalet Yöneticisi)
Bianca Austin (Almanya, Sol Parti NRW Eyalet Yöneticisi)
Brid Smith (İrlanda, Milletvekili)
Bojan Bilic (Avusturya, Akademisyen)
Burkay Uzlu, (Almanya, Akademisyen)
Can Çakır (Almanya, Akademisyen)
Can Dündar (Almanya, Gazeteci)
Caner Ercan (ABD, Akademisyen)
Carlo Salone (İtalya, Akademisyen)
Catherine Samary (Fransa, Akademisyen)
Cemal Bozoğlu (Almanya, Yeşiller Partisi Bavyera Eyalet Milletvekili)
Ceren Budak (ABD, Akademisyen)
Christine Poupin (Fransa, NPA Sözcüsü)
Cihan Taylan Akdağ (Almanya, Akademisyen)
Colleen Turner (Avustralya, Barış İçin Psikologlar)
Çare Olgun Çalışkan (Almanya, Akademisyen)
Daniel Finkel (Eş-Editör, Against the Current)
Daniel Tanuro (Belçika, Antikapitalist Sol)
Defne Satgan Gouban (Fransa, Psikolog)
Deniz Ay (İsviçre, Akademisyen)
Dianne Feeley (Eş-Editör, Against the Current)
Didem Aydurmuş (Almanya, Die Linke, Yönetim Kurulu Üyesi)
Dimitry Kochenov (Avusturya, Akademisyen)
Dolors Sabate Puig (İspanya, Milletvekili, Halk Birliği Başkanı)
Dominik Goertz (Almanya, Sol Parti NRW Eyalet Yöneticisi)
Don Kalb (Norveç, Akademisyen)
Ece Temelkuran (Yazar)
Eda Günaydın (Avustralya, Akademisyen)
Eda Kale (Belçika, Akademisyen)
Efil Bayram (Fransa, Akademisyen)
Elifcan Çelebi (Almanya, Akademisyen)
Emad Afkham (Kanada, Akademisyen)
Emrah Altındiş (ABD, Akademisyen)
Enzo Marraio (İtalya, Sosyalist Parti)
Enzo Traverso (ABD, Akademisyen)
Erdem Gümrükçü (Almanya, Akademisyen)
Ergün Özgür (Almanya, Akademisyen)
Erk Acarer (Almanya, Gazeteci)
Esen Uygun (Avustralya, Psikolog)
Ethemcan Turhan (Hollanda, Akademisyen)
Eylem Çamuroğlu Çığ (Almanya, Akademisyen)
Eyüp Yılmaz (Almanya, Frankfurt Belediye Meclis Üyesi)
Faranak Miraftab (ABD, Akademisyen)
Ferat Koçak (Almanya, Die Linke, Berlin Eyalet Milletvekili)
Francisco Louça (Portekiz, Akademisyen ve Eski Milletvekili)
Gilbert Achcar (Britanya, Akademisyen)
Gino Kenny (İrlanda, Milletvekili)
Gökay Akbulut (Almanya, Federal Milletvekili)
Hacı Çevik (Almanya, Akademisyen)
Hamit Bozarslan (Fransa, Akademisyen)
Hector Sanchez Mira (İspanya, Senatör, Katalonya Cumhuriyetçi Sol
Genel Sekreteri)
Heysem Kaya (Hollanda, Akademisyen)
Hjalmar Jorge Joffre (Theatre of the Oppressed Practioners)
Hubert Krivine (Fransa, Akademisyen)
Ida Paul (Almanya, Sol Parti NRW Eyalet Yöneticisi)
Isabel Garo (Fransa, Filozof)
Ismael Benito Altamirano (İspanya, Akademisyen)
İlker Cörüt (Almanya, Akademisyen)
İmran Ayata (Almanya, Yazar)
Jan Köstering (Almanya, Sol Parti NRW Eyalet Yöneticisi)
Jean Batou (İsviçre, Akademisyen)
Jens Lerche (Britanya, Akademisyen)
Joost Kircz (Hollanda, Akademisyen)
Jose Mansilla (İspanya, Akademisyen)
Josef Szwarc (Avustralya, Danışman, Foundation House)
Josep Ferrer Llop (İspanya, Akademisyen)
Judith Serwaty (Almanya, Sol Parti NRW Eyalet Yöneticisi)
Julia Steinberger (İsviçre, Akademisyen)
Karabekir Akkoyunlu (Britanya, Akademisyen)
Kathrin Vogler (Almanya, Sol Parti, Federal Milletvekili)
Kelvin B. Anderson (ABD, Akademisyen)
Lain Gault (ecosocialist.scot)
Leslie Cunningham (İskoçya Unite Scotland LGBT+ Komitesi)
Lorenzo Radice (İtalya, Egnano Belediye Başkanı)
Luca Raineri (İtalya, Akademisyen)
Lucy Redler (Almanya, Sol Parti Antikapitalist Sol Sözcüsü)
Luici Di Martino (İtalya, Sosyalist Parti)
Manuel Delgado Ruiz (İspanya, Akademisyen)
Maral Jefrouidi (Hollanda, Akademisyen)
Mariya Ivancheva (Britanya, Aklademisyen)
Martin Deleixhe (Belçika, Akademisyen)
Memet Ali Alabora (Britanya, Sanatçı)
Mehtap Tosun (Almanya, Akademisyen)
Meltem Gürle (Almanya, Akademisyen)
Mercedes Vidal Lago (İspanya, Katalonya Birleşik ve Alternatif Sol Eş-Koordinatörü)
Metin Cihan (Almanya, Gazeteci)
Michael Kemmerling (Almanya, Akademisyen)
Michael Schwan (Almanya, Akademisyen)
Miguel Urban Crespo (İspanya, Anticapitalistas, Avrupa Parlamentosu Milletvekili)
Nora Sanchez Oussedik (İspanya, Akademisyen)
Nurçin İleri (Hollanda, Akademisyen)
Omur Çinar Elçi (ABD, Akademisyen)
Özlem Onaran (Britanya, Akademisyen)
Paul Murphy (İrlanda, Milletvekili)
Philippe Corcuff (Fransa, Akademisyen)
Philippe Tambasco (Almanya, Sol Parti NRW Eyalet Yöneticisi)
Pierre Rousset (Hollanda, Akademisyen)
Ralf Fischer (Almanya, Sol Parti NRW Eyalet Yöneticisi)
Ricardo Armillei (Avustralya, Akademisyen)
Richard Boyd Barrett (İrlanda, Milletvekili)
Roxanne Couteure (Belçika, Anti-Kapitalist Sol)
Sabina Cvecek (ABD-Avusturya, Akademisyen)
Sabrina Krause (Almanya, Sol Parti NRW Eyalet Yöneticisi)
Samim Akgönül (Fransa, Akademisyen)
Sarah Kreuser(Almanya, Sol Parti NRW Eyalet Yöneticisi)
Sascha H. Wagner (Almanya, Sol Parti NRW Eyalet Sözcüsü)
Sebastian Merkens (Almanya, Sol Parti NRW Eyalet Yöneticisi)
Sebastián Ramírez Hernández (ABD, Akademisyen)
Sevgi Doğan (İtalya, Akademisyen)
Sevil Çakır Kılınçoğlu (Hollanda, Akademisyen)
Sevim Dağdelen (Almanya, Sol Parti, Federal Milletvekili)
Endonezya’nın Semarang şehrinde gerçekleştirilen Maden ve Sömürü Madenciliği Ekonomisi konusundaki Tematik Sosyal Forum 2023 dün (17 Ekim) başladı.
Foruma Uzak Doğu Asya, Orta Asya, Japonya, Hindistan, Orta Avrupa, Kuzey Avrupa, Afrika, Latin Amerika, Kuzey Amerika, Ortadoğu, Avustralya, Okyanusya’dan çok farklı ülkelerden 200’ün üzerinde katılım sağlandı.
Uzak Doğu Asya’daki çok sayıda ülkeden maden mücadelesi veren örgütlerden kadın örgütlerine, inanç örgütlerinden sendikalara, yerel halkların savunucularından balıkçılara kadar farklı grupların ortak organizasyonu ile düzenlenen forum, Endonezyalı yerel bir müzik grubunun doğa ile ilgili şarkıları ile açıldı.
Uluslararası tematik sosyal forumda Kazdağları mücadelesi konuşuldu
Farklı bölgelerin forumdan beklentilerinin sunulduğu açılış bölümünün akabinde ana oturumlara geçilerek Yerel mücadelelerden örneklerin sunumu gerçekleştirildi. Foruma katılan Kazdağı Doğal ve Kültürel Varlıkları Koruma Derneği de “Kirazlı Altın Madeni Mücadelesi”ni anlattı.
İkinci oturumda ise forumun küresel politik kapsamı konuşuldu. Altı farklı bölgeden gelen konuşmacılar, kapitalizm ve madencilik arasındaki bağ, ulusötesi şirketlerin ve yerel iktidarların rolü, yaşanılan insan hakları ihlallerine değindi.
Üçüncü oturumda ise iklim adaleti, adil dönüşüm ve dönüşüm mineralleri arasındaki bağlantılara değinildi; farklı ülkelerden beş konuşmacı bölgelerindeki durumu aktardı. Yenilenebilir enerji için gereken minerallerin madencilikte yeni bir sömürü kaynağı olacağının altı çizildi. Madenciliğin yarattığı ekolojik yıkımlardan en çok kadın ve çocukların etkilendiğine de değinildi. Dördüncü oturumda, dışlanmakta olan ve sözünü söylemek için olanak bulamayan yerel halkların, kadınların, engellilerin temsilcileri yaşadıkları ayrımcılığa ve katmerli sömürüye dikkat çekti.
‘Birleşen halklar yenilmez’
Uluslararası dayanışmanın önemine vurgu yapılan forumda, Endonezyaca “Rakyat bersatu tak bisa sikalahkan (Birleşen halklar yenilmez)” sloganı atıldı.
Oturumların sonunda salondan çok sayıda katılımcı da ülkelerindeki durumu ve mücadele deneyimlerini paylaştı. Tematik Sosyal Forum 2023, bugün (18 Ekim) yeni oturumlar ve atölyelerle devam edecek.