Ana Sayfa Blog Sayfa 28

Katliam yasası’na karşı hak savunucuları bir kez daha meydanda: Biz bitti demeden bitmez!

Hayvan hakları savunucuları, hayvanseverler, çeşitli sivil toplum örgütü temsilcileri, sanatçılar bir kez daha AKP ve MHP’nin oylarıyla Meclis’ten geçen ‘katliam yasası’na karşı pek çok ilde eş zamanlı olarak bir araya geldi.

İstanbul

İstanbul’da “Yaşatacağız Platformu” öncülüğünde Yaşam İçin Yasa, Hayvan Yaşam Özgürlük İnisiyatifi, DİSK İstanbul Bölge Temsilciliği, KESK İstanbul Şubeler Platformu’nun ortak çağrısıyla; Maltepe’de yapılan mitinge binler katıldı.

Süreyya Plajı durağı önünde buluşan yüzlerce kişinin toplanma alanına yürüyüşünün ardından başlayan mitinge, çok sayıda siyasi parti ve demokratik kitle örgütü destek verdi.

Sık sık “Hayvana insana yeryüzüne özgürlük”, “Toplayamazsın, hapsedemezsin, öldüremezsin”, “AYM yasayı hemen iptal et” , “AKP elini hayvanlardan çek”, “MHP elini hayvanlardan çek” ve “CHP elini hayvanlardan çek” sloganları atılan eylemde, Yaşayacağız Platformu adına basın açıklamasını Sevcan Çamlıdağ, Dilan Darğa ve Ersin Tek okudu:

“Katliam yasası” gündeme girdiği günden bu yana hayvanlara yönelik şiddet, istismar ve katliam haberlerinin artığı belirten Çamlıdağ şunları söyledi:

“Hayvanlara yönelik bu şiddet vakalarının tekil, istisnai vakalar olmadığını biliyoruz. Tıpkı kadın cinayetleri gibi, trans cinayetleri gibi, çocuk istismarı gibi hayvana yönelik şiddet de sistematik bir sorundur, hayvan nefreti de hayvan cinayetleri de politiktir.

İktidar yasa sürecinde toplumu kutuplaştırmaya çalıştı. 5199 sayılı Hayvanları Koruma Yasası tartışmaya açıldığı günden beri, toplumdaki bölünme dşaha fazla keskinleşti ve iktidar yanlılarının tüm ‘ötekilere’ yönelik saldırıları artarak devam etti.

AKP ve ittifakı yerel seçimlerin yenilgisiyle köpekler için “başıboş, saldırgan, hastalıklı, bozuk” gibi saçmalıklar sayıklayarak hayvanlara ve hayvanseverlere karşı tamamen etik dışı ve bilim karşıtı bir tutum aldı. Yüzyıllardır birlikte yaşadığımız, yemeğimizi, suyumuzu, sokaklarımızı paylaştığımız, her gün selamlaştığımız, beraber yürüdüğümüz, şehirlerimizin ve sokaklarımızın tıpkı bizler gibi birer sakini olan köpekleri birdenbire “nefret nesnesine” dönüştürdüler.” 

Fotoğraf: Ali Dinç/Bianet.

Hayvanlara yönelik şiddetin yeni olmadığı vurgulayan Çamlıdağ, AKP’nin 23 yıllık iktidarı boyunca, hayvana yönelik şiddetin herhangi bir yasada suç olarak düzenlenmediğine, sadece idari yaptırımı olan bir kabahat olarak sayıldığına dikkat çekti:

“Hak savunucularının suç olarak tanımlanması için mücadele ettiği fiiller; hayvanlara yönelik şiddet, cinayet, işkence ve tecavüz cezasız kaldı. AKP’nin genel cezasızlık politikasının bir görünümü olan bu anlayış, yapılan son değişikliklerle bir katliam yasası haline gelmiş sözde “hayvanları koruma kanunu” ile en vahşi haline bürünmüştür.

Yasal olan her şey meşru değildir. Tıpkı çocukları, göçmenleri, kadınları, LGBTİ+’ları engellileri, yaşlıları, Kürtleri, Alevileri öldürelim mi diye oylama yapamayacağınız gibi hayvanların yaşamını veya özgürlüğünü de oylama konusu yapamazsınız.”

AYM’ye çağrı: Yasayı iptal edin!

CHP’nin yasayı götürdüğü ve konuyu “esastan incelemeye” karar veren Anayasa Mahkemesi’ne seslenen Ersin Tek, katliamın aklanmaya çalışıldığını belirterek yasanın iptal edilmesi çağrısı yaptı:

“AKP 2004 yılında kendi çıkardığı kanundaki “kısırlaştır-aşıla-yerine bırak” modelini uygulayabilirdi. Üretim ve ticareti yasaklayabilirdi, barınak diyerek güzellediği ölüm kamplarını inşa etmek yerine kısırlaştırma seferberliği ilan edebilirdi. Bunlar yapılsaydı birkaç sene içerisinde yüksek dedikleri “popülasyon” azalabilirdi. Devasa petshop fuarlarıyla, üreticiler ve yetiştiricilerle hayvan rantını sürdürmeyi durdursaydı, 4 yıl içerisinde yurt dışından nesneymiş gibi 3 milyon köpek satın almasaydı, bu sistemde dönen paradan vazgeçebilseydi yüksek dedikleri popülasyon azalırdı.”

‘CHP’li belediyeler bizi kandırdı’

Dilan Darğa ise açıklamasında Cumhuriyet Halk Partisi’nin yasaya sessiz kaldığını söyledi; CHP’li belediyelerin yasa çıktıktan sonraki tavrına ilişkin şunları kaydetti:

“Bir yandan “yasaya karşıyız” derken bazı belediyelerinizin AKP’nin gölgesinde nasıl iş pişirdiğini, hatta bazı belediyelerinizin AKP belediyelerinden önce sokaktaki köpekleri toplama kamplarına hapsettiklerini biliyoruz. Sözde “cumhur” için adaylık yarışına giren Mansur Yavaş ve Ekrem İmamoğlu gibi bazı başkanlarınızın mevcut iktidarın adımlarını nasıl itinayla takip ettiğini biliyoruz. İktidarın bayrağını sallamaya hevesli olan, hayvanlara tecridi ve ölümü reva göre bu belediyeler halkın öfkesinden payına düşeni alacaktır!”

Son olarak “Her şeyin bittiğini söyleyenlere ufak bir mesajımız var” diyen Darğa şunları söyledi:

“Biz daha yolun başındayız ve biz bitti demeden bitmez! Sokakta yaşayan hayvanları bizden koparmak isteyen yasaya karşı, öfkemizi ve bilincimizi daha gür ve daha güçlü örgütlemeye devam edeceğiz! Biz yarattığınız bu çirkinliğin içinden, yaşam için, hayvanlar için, tüm türler için, özgür bir dünya için güzellik çıkarmaya kararlıyız.

Ankara

Ankara’daki eylem saat 15.00’te Kolej Metro çıkışında buluşanların yürüyüşe “Kurtuluş yok tek başına, ya tüm türler ya hiçbirimiz” sloganıyla başladı.

Hak savunucuları,  “Toplayamazsın, hapsedemezsin, öldüremezsin” pankartı arkasında sloganlarla yürüdü.

Sakarya Meydanı’na şarkılarla ulaşan grup adına ilk olarak ortak açıklama okundu. “Katliamı durduracağız, yasayı sokakta biz yazacağız!” başlıklı açıklamada şunlar söylendi:

Bu ülkede katliam var!

“Bir katliamın meclisin önüne getirileceğinin zikredilmesinden bu yana 129 gün geçti. Söylemesi kolay ama sindirmesi kolay değil. Türkiye’yi yöneten AKP-MHP bloğu, 129 gün önce sokakta yaşayan hayvanları katletmeye dönük yasa tasarısını meclisin gündemine getireceğini söyledi. O günden beri sokaktayız, dostlarımızın yanındayız.

Yasayı hızla komisyona taşıdılar, yaşam hakkı savunucularından kaçırarak, yasa aleyhine konuşma yapan vekil ve uzmanların sözlerini keserek komisyondan geçirdikleri yasayı, yine yangından mal kaçırır gibi meclise taşıdılar ve yasalaştırdılar.

Fakat biliyoruz ki, Türkiye’de hayvan katliamları bu yasayla başlamadı. 20 yıldır yürürlükte olan 5199 sayılı yasa çoğu belediye tarafından uygulanmadı! Yasanın 6. maddesinde yerel yönetimlere kısırlaştırma, aşılama ve yerinde yaşatma sorumluluğu veren, öldürmeyi değil yaşatmayı amaçlayan bu yasa 20 yıldır uygulanmadı! Görevini yerine getirmeyen belediyelere ses çıkartılmadığı gibi, toplanan, öldürülen, hapsedilen hayvanlar da görmezden gelindi. Yetmedi, hayvanlara dönük nefret cinayetleri işleyen failleri cezasızlıkla ödüllendirdiler. Tıpkı kadınları, LGBTİ+’ları öldüren erkekleri, işçileri “iş kazası” adı altında katleden patronları, çocukları öldüren kurumları, yetkilileri, bütün bir ilişkiler ağını cezasızlıkla ödüllendirdikleri gibi.”

“Kimin yaşayıp kimin yaşamayacağına karar verme hakkını kendinizde nasıl buluyorsunuz? Siz öldürmeyi isterken bizler tüm canlılar için en temel hak olan yaşam hakkı için mücadele etmekten vazgeçmeyeceğiz” denilen açıklamada, sosyal medya aracılığıyla köpeklere dönük uzun süreli bir nefret kampanyası örgütlendiği hatırlatıldı.

Önce “Başıboş köpek” lafının ortaya atıldığını, sokakların güvenliği için hayvanları katletmenin normal bir şeymiş gibi ana akım medyada, sosyal medyada tartışıldığı söylenen açıklama şöyle devam etti:

AKP-MHP rejiminin yok etmek istediği her şeyi “terör” ile ilişkilendirdiğini biliyoruz. Hak savunucularından akademisyenlere, ekoloji aktivistlerinden gazetecilere kadar muhalif görülen her şey “terör” ile yaftalanıyor.

‘Başıboş köpek terörü’nden söz ederek bir panik havası yaratmaya çalıştılar, yalan kuduz haberleriyle köpekleri hedef hâline getirmeye çalıştılar, katliam yasasına meşruiyet kazandırmaya çalıştılar. Hiçbiri tutmadı! Bu yasa meclisten halkın iradesi dışında geçirilmiştir! Bu yasa AKP-MHP blokunun vekilleri tarafından, sağduyu çağrıları yok sayılarak, kim bilir hangi kirli hesaplar gözetilerek, gece yarısı, kapalı oturumlarda halktan kaçırarak geçirilmiştir! Bu yasa meşru değildir!

129 gündür çok sayıda şehirde sokaklara çıkan on binlerce insan bu yasayı geri çekmeniz için haykırıyor!

Peki, hükümet durup dururken sokakta yaşayan hayvanları neden hedef almaya başladı?

Kuduz vakaları mı artıyor? Sokakta yaşayan hayvanların saldırıları mı artıyor?

Hayır, bunların hiçbirinin gerçek olmadığını gayet iyi biliyoruz. Veteriner hekimlere, uzmanlara, yaşam hakkı savunucularına sorsaydınız size neyin gerçek olduğunu söylerlerdi. Ama hükümet yalan söylediğini çok iyi bildiği için kulaklarını ve gözlerini kapadı.

Sokakta yaşayan hayvanları katletmek istemelerinin sebebi bu toplumu her alanda disiplin altına almak istemeleridir. Türkiye toplumu şu anda tarihinin en büyük yoksullaşmasını yaşıyor. Maaşlar henüz hesaba yatmadan erimiş oluyor, barınamıyoruz, geçinemiyoruz. Biz yoksullaşıyoruz, patronlar ise zenginleşiyor. Biz barınamıyoruz ama müteahhitler kalkınıyor. Tam da bu yüzden AKP-MHP bloku artık bu ülkeyi yönetemiyor!

Yönetemedikleri için toplumu her alanda sıkıştırmak, zapturapt altına almak istiyorlar. Sokakta yaşayan hayvanlar ise gözlerine bu alandaki en kolay hedef olarak göründü. Ama bu sefer panik havası işe yaramadı, Türkiye halkları sokakta yaşayan hayvanlarla beraber yaşamaya devam etmek istediğini gösterdi.

1910 yılında İstanbul’un köpekleri Sivriada’da ölüme terk edildiğinde İstanbullular katliama tepki göstermiş ve adanın adı o günden bugüne Hayırsızada olarak anılmıştı. Şimdi Türkiye’yi koca bir Hayırsızada’ya çevirmeye çalışıyorlar.

Buna asla izin vermeyeceğiz!

Açıklamada dosyanın Anayasa Mahkemesi’nde olduğu hatırlatılarak Yüksek Mahkemenin bu yasayı derhal iptal etmesi gerektiği vurgulandı.

Eylemde sık sık “Sokaktayım Yanındayım”, “Hayırsız Ada Bir Daha Asla”, “Yasayı Sokakta Biz Yazacağız”, “Çek Çek Yasayı Çek”, “Nefrete İnat Yaşasın Hayat” sloganları atıldı.

Eş zamanlı mitingler, İzmir, Antalya, Muğla-Datça‘da da yapıldı; mitinglerin hepsinde AYM’ye çağrı yapılarak yasayı iptal etmesi istendi.

 

Lice’de maden projesine karşı eylem: Toprağımızdan vazgeçmeyeceğiz

Diyarbakır‘ın Lice ilçesine bağlı kırsal Akçabudak, Ulucak, Kılıçlı, Güldiken, Bayırlı ve Saydamlı köylerinin bulunduğu bölgede bakır çıkarma, eleme ve kırma tesisi kurmak için sondaj çalışmalarına başlandı. 

Dimin Madencilik tarafından başvurusu yapılan proje için 2020 yılında “Çevresel Etki Değerlendirmesi (ÇED) gerekli değildir” raporu verilmişti. Rapor sonrası bölgede sondaj çalışmalarına başlandı. Bölgede ormanlık alanın 700 hektarlık bir bölümü,  bakır madeni projesi kapsamında yok edilmesi planlanıyor.

Bölge halkı hafta sonu söz konusu projeye karşı bir araya gelerek, basın açıklaması yaptı. Lice Doğa Savunma Kolektifi öncülüğünde yapılan eyleme Halkların Eşitlik ve Demokrasi Partisi (DEM Parti) Diyarbakır Milletvekili Serhat Eren, Amed Ekoloji Derneği, Ziraat Mühendisleri Odası, Türk Mühendis ve Mimar Odaları Birliği (TMMOB) üyelerinin yanı sıra çok sayıda kişi de destek verdi.

‘Göçe zorluyorlar’

Köylüler adına açıklamayı okuyan Ziraat Odası Mühendisi eski Şube Başkanı Samet Ucaman, doğa talanına yol açacak maden projesi için ÇED raporunun da usule uygun hazırlanmadığına dikkat çekti. Ucaman, “Buna karşı mücadele ediyoruz. Yerleşim alanlarına yakın olan bölgelerde yapılan bu çalışmaların tümünün demografiyi değiştirmeye yönelik, halkı göçe zorlamak için yapıldığını görüyoruz” dedi.

DEM Partili Serhat Eren ise şöyle konuştu: “Hayvancılığa, arıcılığa ve tarıma bir saldırı var. Halkımızı bu topraklardan göçe sürükleyerek, büyük kentlere gönderilmek isteniyor. Büyük kentlerde halkın toprakları, tarihi, kültürü ve diliyle bağı koparılmak isteniyor. Buna asla izin vermeyeceğiz. Bu madenler karşısında sonuna kadar direneceğiz. Hiç kimse bizim doğamızı, ağaçlarımızı, ormanlarımızı, yaşam alanlarımızı ve tarım alanlarımızı mahvedemez. Halkın doğasını koruma mücadelesi, özgürlük mücadelesidir. Bu özgürlük mücadelesine sonuna kadar sahip çıkacağız” diye konuştu.

Henüz sondaj aşamasında tarım ürünleri zarar gördü, su kirlendi

MA‘nın aktardığına göre, Mizag Mahallesi’nde buluşarak eylem yapan mahalleliler de yaşam alanlarında madeni istemediklerini ve buna karşı sonuna kadar mücadele edeceklerini söyledi.

“Buralar bizim topraklarımız ve yaşam kaynağımız. Maden çalışması yapılırsa burada yaşam kalmaz. Maden öncesinde mahallede tarımdan verim alıyorduk ama çalışmalardan sonra hiçbir verim alamaz olduk. Mahallelilerin madene rızası olmadan maden çalışması yaptılar. Bizler küçüğünden büyüğüne kadar madene karşıyız. Tüm kesimlere çağrımdır, gelip bize destek olsunlar ve bu maden çalışmasını durduralım.”

Köylülerden Medin Aldan ise “Şirket sahipleri bize, ‘Devlet izin vermiş’ diye yanıt verdiler” dedi: “Köyümüz normalde ceviz ve arıcılıkla meşhurdur ama bu sene hiçbirini görmedik. Ömrümde tarımın bu kadar kötü olduğu bir dönem görmedim. Önceden bir günde 3-4 kamyon sebze köyden çıkardı ama şuan günlük ihtiyacımızı bile manavlardan karşılıyoruz. Yani anlayacağınız köylerde hiçbir şey kalmadı. Maden çalışmaları kapsamında ağaç katliamı da ortaya çıktı.”

‘Orman Bakanlığı nerede?’

Geçimlerini tarım ve arıcılıkla sağladıklarını kaydeden Bayram Sabrioğlu ise “Bu kadar ağaç katlediliyor. Orman bakanlığı nerde? Neden duruma sesiz kalıyor? Şirketler mahallelilere BİM, A 101 kartları ve para vererek, kandırmaya çalışıyorlar ama biz bunlara kanmayız. Bizim köyde akan suyun üstünde 24 tane sondaj vurulmuş. Ve her sondaj 700-800 metre derinliğinde. Tabi maden ilerleyince bu sondajların yanı sıra dinamitler de patlatılacak. Bu durumda köyün sonu ne olacak” diye konuştu.

Maden çalışmasının akarsuyun kirlenmesine ve bunun da insan sağlığına zarar vereceğine dikkat çeken Mikail Ayşin de “Köyde dedelerimizden kalma 3 tane değirmen ve arılarımız var. Maden çalışması devam ederse değirmen suyumuz kirlenecek ve bizim için tarihi olan değirmen yok olacak. Arıcılık ölecek. Binlerce meşe ağaçları kesildi. Bu şirketler devletten güç alarak bugün buralara kadar gelebiliyorlar” dedi.

Maden çalışmaları kapsamında vurulan sondajlardan kaynaklı suların da kirlenmeye başladığını, tarlalarına ektikleri sebzelerin kuruduğunu ifade eden Ayşin, “Devlet mahallemizi şirketlere satmış. Vurulan sondajlardan kaynaklı hayvan otlatma alanlarımız daralmış. Hayvanların içtikleri sular kirlendiği içinde hastalıklara sebep veriyor” diyerek, sonuna kadar mücadele edeceklerini belirtti.

 

Tuncer Bakırhan: İktidar maden şirketleri için yeni yasa hazırlığında

Halkların Demokrasi ve Eşitlik Partisi (DEM Parti) Balıkesir İl Örgütü, kentte yaşanan ekolojik yıkımları tartışacağı “Balıkesir Ekoloji Konferansı”Burhaniye ilçesinde bulunan Reha Yurdakul Kültür Merkezi’nde düzenledi.

Konferansa katılan DEM Parti Eş Genel Başkanı Tuncer Bakırhan, konuşmasında 3 Eylül’de Artvin Borçka‘da ormanlarını korumak isterken katledilen Reşit Kibar‘ı andı: “Katledenler çok yabancı değil. Daha fazla rant elde etmek, doğayı tahrip etmek isteyenler, mücadele edeceğimizi bildiği halde bu kadar ısrarlı olanlar ve onları destekleyenler, doğa düşmanı, halklar düşmanı, inançlar düşmanı, emekçi düşmanı bir iktidarla ittifak kuranlar Reşit’i katlettirdi. Reşit’i unutmayacağız, bir demokrasi şehididir” diye konuştu.

‘Ekoloji mücadelesi, demokrasi mücadelesi kadar önemli’

İktidar ve sermayenin aynı mantıkla hareket ederek, rantının önüne geçmek isteyen herkese vahşice saldırdığını söyleyen Bakırhan, buna karşı geleceğe tertemiz bir doğa bırakma ve her şeyin sermayeye peşkeş çekilmediği bir ülke yaratma sözlerini tutacaklarını belirtti. Bir kaç aydır yaptıkları Ekmek ve Adalet Buluşmaları’na değinen Bakırhan şunları söyledi:

Mardin Nusaybin’deki buğday üreticileri, Tekirdağ‘daki ayçiçeği üreticileri, esnafımız, balıkçılar, kadınlar, gençler, KHK’liler adalet ve hukuk arayanların tamamı iktidar gerçekliğini her yerde ortaya koyuyor. Demokrasi arayışı konusunda Kürtlerin dostlarının verdiği mücadelenin yanında ekokırım karşısında Ege’nin, Balıkesir’in, Kazdağları’ndaki direnişçilerin ortaya koyduğu mücadele çok önemli ve değerlidir. Sadece demokrasi mücadelesinde değil bu alanda da en az onun kadar kıymetli bir mücadele veriliyor. Bu mücadeleyi veren bütün arkadaşlara emeklerinden dolayı teşekkür ediyorum.”

‘Madenciler için yeni bir yasa teklifi hazırlıyorlar’

AKP iktidarının sermayeyi halkın içinde olduğu mutsuzluktan muaf tuttuğunu kaydeden Bakırhan, nerede bir dağ görse maden, dere görse baraj, orman görse kesilecek alan olarak baktığını kaydetti; 22 yılda 32 defa orman yasasında değişiklik yaptığını hatırlattı:

“Burada ilk defa söylüyorum. Maden şirketleri için yeni bir yasa teklifi hazırlığı içinde. Maden şirketlerine bu yetmiyor, daha kolay ulaşmak, daha kolay ruhsat almak, daha fazla rant elde etmek için iktidara sürekli yasa teklifi vermeye çalışıyorlar. İstiyorlar ki önlerinde hiçbir idari engel kalmasın. Zaten kalanları bir biçimiyle aşıyorlar engel yok, ama onu da ortadan kaldırmak istiyorlar. İşimiz zor ama Türkiye’nin yüzde 80’i bizim gibi düşünüyor. Tek bir eksikliğimiz var. Onları örgütlemek, bir araya gelmek, bu vahşi sermaye, saraya, savaşa çalışan ekokırımcı iktidar karşısında güçlü bir zemin örmek.”

Çevresel Etki Değerlendirme raporlarının da pervasızca düzenlendiğini de belirten Bakırhan, şöyle devam etti:

“Asıl trajikomik olan TOBB’un Madencilik Meclisi Başkanı İbrahim Halil Kırşan, maden arama faaliyetlerinin kamu yararına yapılan bir faaliyet olarak değerlendirilmesini söylüyor. Sermaye rant elde edecek, tahrip edecek, enkaz bırakacak adına kamu yararı diyecekmişiz. Bir de onları dokunulmaz kılalım. Nerede bireylerin rantı kamu yararı olmuş. Mehmet Cengiz’i de Çevre Şehircilik bakanı yapın onun önündeki idari engelleri kaldırın. İşte böyle bir iktidarla karşı karşıyayız. İktidar böyle olursa TOBB Madencilik Meclis Başkanının söylemi de böyle olur. Yani bunlar diyorlar ki işimizi uzatmayın kısa yoldan kısa sürede halledin biz rantımıza bakalım diyorlar.”

Yeşil NoktaMaden şirketinden bakanlığa dava: Altın çıkarmak kamu yararına
Yeşil NoktaLice’de maden projesine karşı eylem: Toprağımızdan vazgeçmeyeceğiz
Yeşil NoktaFernas Madencilik işçileri Ankara’ya yürüyor
Yeşil NoktaOrdu’da maden arama sondajına karşı miting çağrısı: Yaylalarımıza dokunma!
Yeşil NoktaLapseki’de madenin ‘kapasite artırımı’ için yapılan keşfe bölge halkı alınmadı
Yeşil NoktaCengiz Holding, Kazdağları’ndaki Halilağa madeni için kırıma başladı
Yeşil NoktaÖdemiş’te köylülerin birliği maden şirketini yendi
Yeşil NoktaŞırnak: Vatandaşa yasaklı kent maden şirketlerinin talanına açıldı
Yeşil NoktaCengiz Holding’in Çanakkale Yanıklar’daki maden keşfinde köylü isyanı: Yallah Cengiz!
Yeşil NoktaCVK’nın Türkmen Dağı’ndaki altın madeni projesi Danıştay’dan döndü
Yeşil NoktaMahkeme İliç’teki madene Bakanlığın verdiği ÇED’i iptal etti: ‘Şirket kararı bildiği için işçileri çıkardı’
Yeşil NoktaDüzce’de ruhsat protestosu: Kaplandede’yi madencilere kurban etmeyeceğiz
Yeşil NoktaTürkmen Dağı’nda altın madenine karşı valiliğe binlerce imzayla dilekçe verildi
Yeşil NoktaMalatyalı aktivistler vahşi madenciliğe karşı imza topluyor: Arguvan’ı İliç yaptırmayacağız

Balıkesir’de 155 maden şirketinin Kazdağları dahil 279 maden arama-işletme ruhsatı aldığını anımsatan Bakırhan, izleyicilere iktidarı değiştirme çağrısı yaptı.

Meyil Obruk Gölü tamamen kurudu

Konya’daki, 650 metre çapında, 75 metre derinliğindeki Meyil Obruk Gölü tamamen kurudu.

Göl, 1970 yılında 31 metre su derinliğine sahipti.

Bu derinliğin 50 yılda giderek azaldığını anlatan Konya Teknik Üniversitesi Jeoloji Bölümü Öğretim Üyesi Prof. Dr. Yaşar Eren, Meyil Obruk Gölü’nün Türkiye’nin su barındıran en büyük gölü olduğunu söyledi.

Gölün farklı renk tonlarına dikkat çeken Eren, “2020 yılındaki duruma göre, Meyil Gölü’nde tamamen kuruma görüyoruz. 1970 yılında 31 metre su derinliği ölçülmüş. 50 yıl  sonra şu anda, maalesef herhangi bir su gözlenmiyor. 31 metre derinliğindeki su yok olmuş” dedi.

Yeşil NoktaBitlis’teki gölün 18 yılda kuruma görüntüleri NASA fotoğraflarında…
Yeşil NoktaManisa’daki Marmara Gölü kuruma noktasında
Yeşil NoktaMermer ve taş ocaklarının kuruttuğu Yarışlı Gölü’nü flamingolar da terk etti
Yeşil NoktaTürkiye göllerinin hazin hikayesi
Yeşil NoktaBir zamanların cenneti İznik Gölü, can çekişiyor
Yeşil NoktaBurdur gölünün yarısı 50 yılda yok oldu
Yeşil Nokta‘Bir damla dahi su alınamaz’ seviyesine inen Eğirdir Gölü’nde vahşi sulamaya devam!
Yeşil NoktaAvlan Gölü’nde suların çekildiği bölüm otlak haline geldi
Yeşil NoktaArtık ne kuş uçuyor, ne kervan geçiyor: Gölmarmara nasıl öldürüldü?
Yeşil NoktaTahribat değil bir yok oluş hikayesi: Karataş Gölü meraya döndü
Yeşil NoktaBitlis’in kuş cenneti Arin Gölü de yok olmanın eşiğinde
Yeşil NoktaTamamen kuruyan Tecer Gölü, tuz tabakasından ibaret kaldı
Yeşil NoktaMeke Gölü kurudu, yenileri yolda

Prof. Dr.  Eren Orta ve Batı Anadolu‘daki havzalarda, ovalarda, 2000’li yıllardan sonra özellikle aşırı tarımsal sulama, küresel ısınma ve bunun oluşturduğu değişik nedenlerden dolayı, sulak alanların büyük bir çoğunluğunun gözlerimizin önünde yok olduğuna dikkat çekti:

“Geçmiş yıllarda Meke Gölü vardı, Çıralı Obruğu vardı, Meyil Obruğu vardı. Şu anda bölgede sadece Kızören Obruğu‘nda su bulunuyor. Son 20-30 yılda bahsettiğim nedenlerden dolayı sulak alanlarımızın büyük bir çoğunluğu maalesef kurudu. Şu anda geleceğe sadece bir çöl bırakacakmışız gibi görünüyor.

Bunlar yerin içerisine doğru açılan pencereler, yer altı suyu seviyesini gösteren farklı kesimlerdeki göstergeler. Sonuçta birkaç tane kaldı. Onlar da kurulduktan sonra herhalde Orta ve Batı Anadolu’da sulak alan kalmayacak gibi görünüyor.”

 

Touch Nature: Antroposen çağda yıkım ve olasılıklar

Doğal varlıkların denetimsiz bir şekilde sürekli olarak sömürülüp iktisadileştirilmesi ve insanın biyolojik, jeolojik ve atmosferik süreçlere kapsamlı müdahaleleri yalnızca doğanın hızla tükenmesine değil, aynı zamanda yaşam alanlarının tahrip edilmesine, türlerin kitlesel yok oluşuna ve siyasi, ekonomik ve insani krizlere yol açıyor.

Avusturya Kültür Ofisi İstanbul’da, 2 Ekim’den itibaren seyirciyle buluşacak multimedya sergisi Touch Nature, Avrupa ve ABD çapında toplam on iki sergi serisinin bir parçası olarak doğanın giderek artan yıkımını ve insanlar için tehditte dönüşmesi karşısında sanatın aldığı güncel tavrı ele alıyor.

Antroposen Çağda Dünya sistemimizde meydana gelen derin değişikliklere eleştirel bir gözle bakan Avusturya ve Türkiye’den sanatçılar Touch Nature’de belgelemek, bir protesto ya da karşı duruş formüle etmek ve insanın doğayla yeni biçimlerde ilişki kuracağına dair umutlu vizyonlar tasarlamak için resim, grafik sanatı, fotoğraf, heykel ve video gibi üretimlerini sergileyecek.

Bahaneler ve direnişler…

2 -10 Ekim tarihlerinde görülebilecek sergideki bazı eserlerden kimi izlekler şöyle:

Krizin üstesinden gelmek için alınacak önlemler söz konusu olduğunda, Michael Endlicher’in “Aber Aber Aber” (2021) adlı video çalışmasında listelediği gibi sonu gelmeyen bahaneler öne sürülüyor.

Too close to notice/ Klaus Pichler.

Marielis Seyler, izleyiciyi salyangoz kabukları gösteren, yere serilmiş büyük formatlı fotoğrafların üzerinde tepinmeye zorlayarak dolaysız bir şekilde insanın ne kadar yıkıcı davrandığını ve bununla yol açtığı kalıcı değişiklikleri görünür kılıyor.

Sanatçı, aktivist ve film yapımcısı Oliver Ressler, “The parth is never the same” (2022) adlı video çalışmasında Almanya’nın son el değmemiş ormanlarından birini koruma mücadelesine eşlik ederken sivil itaatsizliği, çevresel yıkıma karşı direnişi ve gezegenimizin kaynaklarının sömürülmesini belgeliyor.

Maren Jeleff ve Klaus Pichler “Too close to notice” (2022) çalışmalarında lale soğanlarına musalat olan ve onlarla birlikte dünyayı dolaşan çok zararlı, yaşamı tehdit eden bir küf mantarını odağa alarak tarım ilaçlarının yaygın kullanımını da kapsayan küresel ekonominin etkilerini göz önüne seriyor.

Nives Widauer, Fatoş Iwen, İnci Eviner ve Gözde İlkin ise biyolog ve felsefeci Donna Haraway’dan aldıkları esinle, gezegenimizdeki tüm yaşamın birbirine bağlı olduğu ve kültür ile doğa arasında yeni bağlantıların kurulabileceği fikrini feminist bir bakış açısıyla görselleştiriyor.

Tüm popülasyonların “çok uluslu organizmalar” olduğuna inanan Uli Aigner, devasa fantastik çiçek resimlerinin içine 206 ulusal bayrak çiziyor.

Udder/ Barbara Anna Husar.

Küresel çözümlerin sınırların ötesinde bulunması gerektiğine inanan Barbara Anna Husar, 3.500 m³, meme şeklinde, pembe bir sıcak hava balonu olan sosyal heykeli “UDDER” (2018) ile gökyüzünden mesaj gönderiyor. Sanatçı, dişilik ve ilkel besin kaynağı ile özdeşleştirilen memeyi alışılagelmiş bağlamından kopararak, gerek sürdürülebilirlik için gerekse de günümüz ekonomisinin büyüme zorunluluğunun karşısında yer alan insan ve doğa arasında daha nitelikli bir denge gözeten yeni çözüm yaklaşımları için bir metafor işlevi üstleniyor.

Laurent Ziegler, “Gras”ta (2013) ekolojik düşüncenin öncüsü Alexander von Humboldt‘un ruhuna uygun olarak insanları kelimenin tam anlamıyla doğanın içine çekiyor. Humboldt 1810 yılında Johann Wolfgang von Goethe‘ye şöyle yazmıştı: “Doğa hissedilmelidir.”

Multimedya sergisi: Touch Nature

  • Tarih: 2 Ekim – 10 Ekim 2024
  • Sergi Açılışı: 2 Ekim, saat 19:30
  • Yer: Avusturya Kültür Ofisi, Köybaşı Caddesi No:44. 34464 Yeniköy/İstanbul

Küratör: Sabine Fellner, eş küratör Zeynep Sayın

Küratör Asistanı: Laurenz Fellner

Sanatçı Listesi

Uli Aigner, Michael Endlicher, İnci Eviner, Peter Hauenschild, Barbara Anna Husar/Elmar Bertsch, Gözde İlkin, Fatoş Irwen, Ferdinand Melichar, Monika Pichler, Klaus Pichler (Maren Jeleff ve Martin Kirchmair’in işbirliği ile), PRINZpod, Oliver Ressler, Hubert Roithner, Gregor Sailer, Marielis Seyler, Ramona Schnekenburger, Judith Wagner, Nives Widauer, Laurent Ziegler/Georg Blaschke.

Konut konut konut … ama hangi konut?

Son yıllarda kentlerdeki konut sorunları üzerine çok sayıda haber okuduk, küçük-büyük analizler, yorumlar yapıldı.

Duruma kuş bakışı bir göz atalım.

Gelişmelerle ilgili haberlerde ana doğrultular şöyle:

Konut fiyatları artıyor/ orta sınıflar artık konut sahibi olamıyor/ kiralar enflasyonun üzerinde artıyor/ kentlerde çok sayıda boş konut var/ konut inşaat hızı düşüyor/ inşaat sektöründe kriz var/ konut kredi faizleri yükseldi/ kur – konut fiyatları yükseliyor/ TOKİ evleri yoksullar için değil/ kentsel dönüşümler yoksulları kent dışına sürüyor, evsiz bırakıyor/ konut sahipliği azalıyor/ vb.

Konut konusu, Türkiye’de ve belki dünyanın diğer yoksul veya ekonomisi kriz içindeki pek çok ülkesinde, (hatta Çin, ABD, Kanada, başta Almanya olmak üzere birçok Avrupa ülkesinde de) en çok konuşulan konularından biri. Son bir-kaç yılda konut konusunda yazanlardan Mehmet Akalın, Mustafa Durmuş, Tarık Şengil, Tayfun Kahraman ve elbette TOKİ, Konut Politikaları Özel İhtisas Komisyonu, İPA gibi kurumsal yapılar konuyu ayrıntılı bir biçimde tartıştı.

Görülebileceği gibi, farklı doğruları dile getiren çok sayıda ifade ve karmaşık bir durum karşısındayız.

Konuttaki sorunun ne olduğunu nasıl anlayacağız? Geçen hafta özetlediğim Engels’in broşüründen başlayarak devam eden çok boyutlu konut tartışmasını birçok açıdan ele alabiliriz:

Kentlerdeki demografik değişim, kentsel arazi üzerindeki spekülasyon, rant ve imar planları, kentsel altyapı üretimi, ekonomik kriz, faiz oranları ve enflasyon/ kredi maliyetleri, bankacılık sektörü, inşaat sektörü, sosyal eşitsizlikler/gelir bölüşümünde kutuplaşma/ yoksullaşma, emek sömürüsü, kent ve konut politikaları ve ideoloji, yönetimlerde mutlak otorite ve demokrasinin sönümlenmesi vb.

Mülk konut – kiralık konut ikilemi

Yukarıda konut tartışmasına yaklaşımlar listesinde yer almayan, ama yine önemli başka konular da var: Psikolojik ve sosyal psikolojik açıdan ev, güvenlik ve mahremiyet, kültürel konular/ “Türk evi” ve mimari ve belki en önde gelmesi gereken ekolojik konular ve iklim değişikliği karşısında konut…

Bu kadar çok karmaşık ve tartışılmış konu üzerine yeni bir şey söyleyebilmek oldukça zor. Ancak sorunu şimdilik daha çok sosyo-ekonomik bakış açısıyla ele alarak, “mülk konut” X ”kiralık konut” ikilemi çerçevesinde düşünmeye çalışarak biraz ilerleyebilir ve tartışmaya ekolojik boyutu da ekleyebiliriz.

Yukarıda değinilen tartışmaların genel önerilerine, Türkiye kentlerindeki konut durumuna ve kamunun (gerek TOKİ eliyle, gerek belediyelerin programlarıyla) davranışına bakarak önerileri/ önerilerin öncüllerini şöyle sıralayabiliriz:

  • Konut bir meta olarak değil, hak olarak ele alınmalıdır.
  • Kentsel konut (aynı yollar, diğer altyapı, yeşil alanlar, vb. gibi) kamu malı olmalı, özel mal olmamalıdır.
  • Kentlerdeki konut sorununa yaklaşım, “mülk konut” üretiminden çok, “kiralık konut” biçiminde olmalıdır.
  • Kiralık konutlar (çok gerektiğinde merkezi, ama tercihen yerel kamular eliyle üretilmelidir. Yerel kamuların içinde belediyelerden başka, yerel emek ve kadın örgütlenmeleri/ hemşeri örgütlenmeleri ve kooperatifler vb.de yer almalıdır.
  • Öncelik en yoksul kesimlere ve alt orta sınıflara, özel gereksinmeleri olanlara ya da ayrımcılığa uğrayan gruplara verilmelidir.
  • Üretilecek konutlar, iklim değişikliğine, karbon salınımıyla ilgili sorunlara, yalıtıma ve enerji tasarrufuna uygun teknolojilerden yararlanarak planlanmalıdır.

Konut üretiminde katılımcı yaklaşım

Yukarıdaki önermelere belki biz de, bir-kaç ek daha yapabiliriz:

  • Konutla ilgili bütün girişimler ve “planlama-programlama” demokratik yollardan ve katılımcı bir yaklaşımla gerçekleştirilmelidir.
  • Kentlerde konut sorunuyla ilgili çözüm yaklaşımların/ yeni gelişmelerin kentlerin çeperlerinde/ dışında değil, derişik (kompakt bir) kentin içinde ve diğer kentsel dokulara yakın, minimum ulaşım gerektirecek bir biçimde ele alınmasına dikkat edilmelidir.

Liste olarak “ilginç/ uygun” bulunsa da asıl sorun bu öncüllere göre “kiralık konut üretimi/ dönüşümleri” için yapılması gerekenleri nasıl yapacağımızda… Konut sorununu eylemli olarak nasıl çözeceğiz?

Sorunun eylemli olarak çözümü için yapılması gerekenleri planlamak gerekir.

Bu önermeyi de kabul edelim ama hemen arkasından gelen sorular, şöyle olacaktır:

  • Bu planlamayı kim/ hangi özneler yapacak?
  • Ne tür ek yasal yetkilere gerek duyulacak?
  • Planın uygulayıcı özneleri kim olacak?
  • İzleyici ve denetleyici özneleri kim olacak?
  • Her şeyden önemlisi, gerekli finansman kaynağı nasıl bulunacak?

Açıkça görülüyor ki, bu soruları bugünden yanıtlamak çok zor/ neredeyse olanaksız.

‘Ev’in ideolojik gücü: Mülk konut

Her şeyden önce Türkiye’deki toplumsal psikoloji “mülk konuttan” yana ve “kiralık konutta” kendisini güvende hissetmiyor. “Ev”in ideolojik gücü/ bellekteki derinliği çok fazla. Kiralık konut mülk sahibinin güvenilmez otoritesini, bürokratik çürümeyi, bakımsızlığı, dökülen “sefalet mahallelerini” çağrıştırıyor. “Mülk konut” ise, ekonomik krizlerle sık karşılaşılan enflasyonist bir ülkede yaşam için başlıca garantilerden biri olarak görülüyor.

Türkiye’de ve kötü yönetilen/ bürokrasisi çürümüş birçok ülkede, toplumunun konuta ideolojik yaklaşımı böyle. Oysa 19’ncu yüzyıldan başlayarak gerçekleştirilmiş “iyi örnekler”, hatta bugün bile çağdaş bir yaklaşımla ele alınmış başarılı projeler var. Finlandiya bu örneklerden biri olabilir (ancak son gelişmeleri izlemek gerek) Hollanda da bazı yerel yönetimler kiralık konutlarla konut sorunu başarılı bir biçimde yönetebiliyor.

Sorunun çok boyutluluğu, toplumun “kamuya”, “kamusal mala” ve özel mallara” yaklaşımının özellikleri, ideal ve uzun erimde etkili, ekolojik olarak uygun. Büyük bir olasılıkla çok daha ucuz ve etkin, adil/ eşitlikçi/ demokratik ve katılımcı. Ancak toplum böyle bir çözümü kabul etmeye yakın olmayan bir konumda gibi görünüyor.

Tamam. Durum böyle olabilir.

Ancak biz kentliler/ kent toplumunun çeşitli uçları/ örgütlü-örgütsüz grupları, yoksullar ve orta tabakalar, uzmanlaşmış örgütler (özellikle meslek odaları) ve daha da önemlisi emekçi örgütleri (sendikalar, birlikler vb.), kadın kolektifleri ve çevreciler, konut sorunu üzerinde (elbette ancak diğer daha yaşamsal sorunların yanı sıra) tartışmaya bugünden başlayabiliriz. Kentlilerin düş gücünde daha kolektif ve katılımcı/ demokratik bir yaşam, kamusal ulaşım, kiralık konut, iklim değişikliğine karşı kolektif bilinç ve ekolojik sorunları azaltan ve yeni sorun yaratmadan yeni öneriler geliştiren oluşumların öncüllerini geliştirmeye başarabilirsek hemen değil ama ilerisi için, daha iyi bir gelecek umudunu da yeşertmiş olabiliriz?

Daha iyi bir kent mümkün

Örneğin, özel otomobilsiz kentsel ulaşım olabilir. Mülk konut belki bitmez, ama kiralık konutun çok daha etkin bir çözüm olduğu benimsenebilir. Eşitlik ve adaletin, katılımla gerçekleşen bir demokrasinin, kendimizi yönetmek ve geleceğe hazırlamak bakımından, çok daha güvenilir ve etkin kentsel bir yaşam yaratacağı anlaşılabilir.

Biliyorum “düş” gibi görünüyor.

Ama yaşadığımız şu anın kabusuna bir bakın. Düş olmadan ne yapacağız?

 

Kent hayvanları için pazar günü yapılacak mitinglere sanatçılardan çağrı: Yaşatacağız!

Sokakta yaşayan hayvanların toplatılması ve öldürülmesini öngören “katliam yasası”nın Meclis’ten geçmesine tepkiler dinmiyor.

AKP ve MHP milletvekillerinin oyları ile TBMM Genel Kurulu‘nda kabul edilen Hayvanları Koruma Kanunu’nda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun’un 2 Ağustos Cuma günü Resmi Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe girmesinden bu yana hak savunucuları, hayvanseverler, sanatçılar, veterinerler, sivil toplum temsilcileri yasanın geri çekilmesi için sokakları dolduruyor.

Anayasa Mahkemesi’nin itirazları esastan görüşmeye karar verdiği yasanın çıkmasından bu yana hayvanlara yönelik şiddet, saldırı ve cinayet haberleri ise gündemden düşmüyor.

Altı ilde eş zamanlı ‘Yaşatacağız’ mitingleri

29 Eylül Pazar günü, yasanın geri çekilmesi talebiyle bir kez daha İstanbul, İzmir, Ankara, Antalya, Eskişehir ve Muğla’nın Datça ilçesinde eş zamanlı mitingler düzenlenecek.

Mitinglerin İstanbul ayağı “Yaşatacağız Platformu” öncülüğünde Yaşam İçin Yasa, Hayvan Yaşam Özgürlük İnisiyatifi, DİSK İstanbul Bölge Temsilciliği, KESK İstanbul Şubeler Platformu’nun ortak çağrısıyla yapılacak.

Ankara ve İzmir’de ise eş zamanlı olarak hayvan hakları inisiyatifleri ve emek örgütleri hayvanlar için bir araya gelecek.

Miting alanları ve saatleri şöyle:

  • İstanbul: Maltepe Miting Alanı – 17.00 (16.00’da Süreyya Plajı durağı önünde buluşulacak)
  • İzmir: Cumhuriyet Meydanı – 16.00
  • Ankara: Kortej Metro – 15.00
  • Antalya: Attalos Meydanı – 18.00
  • Eskişehir: Köprübaşı – 16.00
  • Datça: Berkin Elvan Anıtı – 18.00

Sanatçılardan çağrı: Onlar bir avuç, biz milyonlarız

Aralarında Algı Eke, Aslı Tohumcu, Banu Kanıbelli, Barış Atay, Bennu Yıldırımlar, Cenk Erdem, Deniz Tekin, Ferhat Tunç, Kalben, Teoman, Siya Siyabend, Nazlı Bulum, Nebil Özgentürk, Nergis Öztürk, Nilüfer Verdi, Oya Baydar, Pınar Aydınlar, Sema Kaygusuz, Sevin Okyay, Sibel Köse, Sinan Çalışkanoğlu, Tilbe Saran, Tolga Sağ ve Yasemin Göksu gibi oyuncu, müzisyen, yazar ve yönetmenlerin de bulunduğu 175 sanatçı ve edebiyatçı da mitingler için çağrı yaptı:

“Katliam yasasına karşı güçlü bir ses çıkarmak, hep beraber ‘Yaşatacağız!’ demek için 29 Eylül’de buluşalım.

30 Temmuz 2024’te, Meclis en karanlık günlerinden birini yaşadı. Halkın büyük çoğunluğunun itirazına rağmen, sokaklarda yaşayan hayvanları toplama kamplarına kapatmayı ve katletmeyi amaçlayan yasa değişikliği Meclis’te kabul edildi. O günden beri Türkiye’nin dört bir yanından katliam haberleri geliyor ve ne yazık ki bunlar, yasanın sadece küçük bir provası.

Oysa toplumun çoğunluğu, yüzlerce yıldır yaşam alanlarımızı paylaştığımız hayvan dostlarımızın toplama kamplarına kapatılmasına ve katledilmesine karşı. Hayvan hakkı savunucuları ve uzmanlar, yapılması gerekenin kedi köpek üretiminin ve ticaretinin durdurulması ve ‘kısırlaştır, aşılat, yerinde yaşat’ modelinin uygulanması olduğunu yıllardır yüksek sesle savunuyor. Türkiye’de çoğunluk, Anayasa Mahkemesinden, daha fazla kayıp yaşanmadan önce bu utanç verici yasayı iptal etmesini bekliyor.

Bu bir yaşam hakkı meselesi. Kadınların, çocukların, göçmenlerin ve LGBTİ+‘ların yaşam hakkı mücadelesinde olduğu gibi, hayvan dostlarımızın yaşam hakkını savunmak için de birlikteliğimiz ve dayanışmamız hayati önem taşıyor.

Bu sorumlulukla, hayvan dostlarımızın ve tüm canlıların yaşam hakkına sahip çıkmak için herkesi 29 Eylül saat 17.00’de Maltepe’de gerçekleşecek ‘Yaşatacağız’ Mitingi’ne davet ediyoruz. İstanbul’la eş zamanlı olarak İzmir’de ve Ankara’da da yapılacak olan mitinglere ve belki de bu çağrıyla umutlanarak ülkenin başka illerinde de örgütlenecek eylemlere katılımın çok önemli olduğunu düşünüyoruz. Dayanışmanın gücünü hissetmek ve katliam yasasına karşı sesimizi çok daha gür çıkarmak, ‘Yaşatacağız!’ demek için 29 Eylül’de hep beraber olalım.

Umutluyuz, çünkü biliyoruz ki onlar bir avuç, biz milyonlarız!”

Yaşatacağız Platformu, bu çağrıya imza vermek isteyen sanatçıları bu formu doldurmaya davet ediyor.

Yeşil Nokta‘Katliam yasası’na tepkiler dinmiyor: Yaşatmaya ayrılmayan bütçe öldürmeye kullanılacakYeşil NoktaKatliam yasası, sosyal medya yasağı ve kötülüğün berraklığı
Yeşil NoktaBakan’dan katliam yasasını uygulamayan belediyelere kanuni yaptırım tehditi
Yeşil Nokta[Bir konu/k] Aslı Alpar: Katliam yasasına karşı ilk adım, mahalle örgütlenmelerine katılmak
Yeşil NoktaBinler, Yenikapı’da buluştu: Katliam Yasası’nı geri çekin!
Yeşil NoktaAnayasa Mahkemesi katliam yasasını esastan görüşecek

Plastikler, denizlerde istilacı türlerin yayılımını hızlandırıyor

Doğal olarak yaşadıkları ekosistemden başka bir ekosisteme giren ve buradaki biyoçeşitliliği tehdit eden istilacı türler, iklim değişikliği ve küresel ısınma etkilerinin artmasıyla birlikte denizlerde daha fazla görülüyor.

Birleşmiş Milletler Kalkınma Programı (UNDP) verilerine göre Akdeniz‘de 413, Ege Denizi‘nde 253, Marmara Denizi’nde 124 ve Karadeniz‘de 28 olmak üzere Türkiye’yi çevreleyen denizlerde toplam 818 yabancı tür bulunuyor. Bunların 105’i istilacı karakter sergiliyor. Akdeniz’deki türlerin yüzde 72’sinin Kızıldeniz kökenli olduğu ve Süveyş Kanalı‘ndan Akdeniz’e giriş yaptığı belirlenirken, bu oran Ege Denizi’nde yüzde 54, Marmara Denizi’nde yüzde 21 ve Karadeniz’de yüzde 11 olarak tespit edildi.

İklim değişikliği istilacı türlerin yayılımını hızlandıran en önemli faktörlerin başında geliyor.

Plastik kirliliği göç hızını artırıyor

Çukurova Üniversitesi Su Ürünleri Fakültesi Temel Bilimler Bölümü Öğretim Üyesi Prof. Dr. Sedat Gündoğdu’nun yürüttüğü bir araştırmada denizlerde artan plastik kirliliğinin de istilacı türlerin göç hızını artırdığı görüldü.

Dünyada tüketilen ürünlerin sonucunda ortaya çıkan atığın ortalama yüzde 10 ila 20’sinin plastik. Türkiye’de yıllık ortalama 32 milyon ton belediye atığı oluşuyor. Bunun yüzde 10 ila 15’lik bölümüne denk gelen yıllık 4-4,5 milyon tona yakın plastik atık meydana geliyor. 

 

Tüm dünyada yıllık ortalama 100 milyon tondan fazla plastik çöp üretiliyor. Bunun 30 milyon tona yakını ise denizlere dökülüyor. Türkiye kıyılarında ise deniz dibinde günlük kilometrekarede 50-70 gram plastik birikiyor. 

 

Gündoğdu, plastiklere tutunan yabancı istilacı türlerin denizlerde daha hızlı seyahat ettiğini ve yayılmalarının hızlandığını anlattı:

‘Plastik üzerinde daha fazla süre hayatta kalabiliyorlar’

“Plastiğin kendisi de istilacı. Girdiği markette, pazarda başka hiçbir alternatif bırakmıyor, kolaylıkla yerleşiyor. Denizde de böyle, plastiği türler için bedavadan yolculuk yaptıracak bir ulaşım aracı olarak düşünebilirsiniz. Yüzmeye çalışsa belki oraya erişemeyecek olan bir boyuttaki küçük bir yengecin rafting yaparak bu plastikler üzerinde çok uzun mesafeler katettiğini görmek mümkün. Bugün Akdeniz’in birçok noktasında bu plastikler üzerinde bunları kolaylıkla görebiliyoruz.”

Gündoğdu’nun aktardığına göre, plastikle seyahat eden türlerin başlıcala; bakteriler, mikro mantar grupları, bazı alg türleri, midye benzeri kabuklu canlılar, yengeç ve karides gibi eklem bacaklılar ve balıklar…

Polistiren, polipropilen ve polietilen gibi plastikler üzerine yerleşen bazı canlılar, buralarda kolonize olarak normal yaşam sürelerinden bile daha fazla süre hayatta kalabiliyor.

Türkiye’de yabancı tür olarak tanımlanan ve Akdeniz’de sayıları artan zehirli balon balıkları, ekolojiye ve ekonomiye zarar veriyor. ( Tahsin Ceylan – Anadolu Ajansı )

‘Çöplerin hepsi bir yabancı istilacı tür taşıyıcısı olarak değerlendirilmeli’

Akdeniz’deki akıntılarla beraber dolaşım halinde olan plastikler bulunduğunu işaret eden Gündoğdu şunları söyledi:

“Süveyş Kanalı üzerinden giriş yapan Kızıldeniz türleri halihazırda orada var olan kirliliği kullanarak göç şiddetini artırabiliyor. Ama burada ana belirleyici olan Kuzeydoğu Akdeniz‘deki, Kuzey Afrika’daki, Akdeniz’in en doğusundaki ülkelerin yetersiz atık yönetim altyapıları ve aşırı plastik çöp üretimi. Plastik çöpü olduğu gibi denize döken ülkeler var, bunlar yüzücü olduğu için bizim kıyılarımıza kadar geliyorlar ve istilacı türler ile de karşılaştıkları zaman onların buraya kadar seyahat etmelerine neden oluyorlar.”

Akdeniz’e kıyısı olan birçok ülkenin atıkları, akıntılar yoluyla Samandağ, Adana ve Mersin kıyılarına ulaşabiliyor.

Gündoğdu, Kızıldeniz’in Süveyş Kanalı üzerinden Akdeniz’e bağlandığı noktadan itibaren çöplerin hepsinin birer yabancı istilacı tür taşıyıcısı olarak görülmesi gerektiğini dile getirdi.

Fotoğraf: İbrahim Hakkı Çetinkaya/ AA

‘Musluk kaynağında kapatılmalı’

Denizlerde tuzluluk, sıcaklık ve pH gibi bariyerlerin çok güçlü çok güçlü ya da engelleyici olmadığı ortamlarda türlerin bir yerden başka bir yere taşınmasının olası olduğunu anlatan Prof. Gündoğdu, plastik malzemelere tutunarak göç edebilen türlerin toleranslarının çok yüksek olduğunu,  istilacılık karakterleri de buradan geldiğini belirtti, ” Çok dayanıklılar, çok ürüyorlar, sıcaklık ve tuzluluk aralıkları çok geniş, Karadeniz’e kadar çıkabiliyorlar” dedi.

Denizdeki kirlilik de istilacı türlerin işgalciliğini destekliyor ve yerel türleri tehdit ediyor:

“Yerli türler kirlilik toleransları çok düşük olduğu için kayboluyorlar ve yerlerine kirlilik toleransı yüksek olan türler yerleşiyor. Bir sonraki adımda, bu türler ortamı tamamen işgal ettikleri için yerli türler farklı yerlerde küçük stoklar, popülasyonlar oluşturuyor olsalar bile tekrar aynı egemenliği sağlayamıyor. Bunun birçok başka riski de var, bir ekosistemde biyoçeşitlilik azaldığı zaman ekosistemin üretimi, verimliliği de azalıyor ve bu çölleşmeye katkı sağlıyor.”

Sedat Gündoğdu, plastik sorununun, plastikler denize ulaşmadan çözülmesi gerektiğini kaydetti:

“En sofistike plastik yöntemini uygulasanız bile denizlere giren plastik miktarında uzun vadede bir azalma söz konusu olmuyor. Tek başına atık yönetimi plastik çöp, atık sorununu çözmeye yeterli değil. Denizden çöp toplamaktan ziyade girmeden önce engellenirse, tür taşınımının da bir nevi önüne geçilmiş olur. Bizim özellikle biraz daha musluğu kaynağında kapatmamız gerekiyor, aksi takdirde plastikleri toplayarak sorunları çözmemiz mümkün değil.”

Cizre Barajı inşaatı başladı: Çok sayıda köy ve tarihi alan sulara gömülecek

Dicle Nehri üzerinde yeni bir barajın yapımına başlandı. Cizre Barajı ve Hidroelektrik Santrali’nin (HES) Batman‘a bağlı Hasankeyf ilçesinde tarihi yapıların yok olmasına neden olan Ilısu Barajı’ndan sonra bölgedeki ikinci büyük baraj olacağı belirtiliyor.

Şırnak merkeze bağlı Kasri ile Cizre ilçesine bağlı Kurtuluş köyleri arasında inşa edilecek baraj için 29 Nisan 2019’da “Çevresel Etki Değerlendirmesi (ÇED) olumlu” raporu verilmiş; ilki 2023 tarihinde olmak üzere iki kez ihale açılmıştı.

MA‘nın aktardığına göre, Tarım ve Orman Bakanlığı ile Devlet Su İşleri (DSİ) Genel Müdürlüğü’nün ortak projesi olan ve CB Elektrik Üretim Sanayi ve Ticaret A.Ş. isimli şirkete ihale edilen barajın üretim lisansı 16 Şubat 2023 tarihinde şirket tarafından alındı.

Tarih sulara gömülecek

Barajın yapımıyla birlikte bölgede çok sayıda yerleşim yeri, tarım alanları ve tarihi alanlar sular altında kalacak.

Gabar ve Cûdî dağlarını birbirinden ayıran Kasrik Boğazı (Krallar Geçidi) da sular altında kalacak önemli tarihi alanlardan biri. Boğazda bulunan Guti İmparatoru’nun kabartması da sulara gömülecek. İki aşığın (Bûk û Zava) vadideki yontması da sular altında kalacak bir başka tarihi yapı.

Çok sayıda köy, acele kamulaştırma kapsamında, halkın bölgeyi terk etmesi istendi

Devlet Su İşleri (DSİ), tesis kurulumu için bölgede 255 parseli acele kamulaştırdı.
Barajın gövde yeri, 1’inci aşama çalışma alanı, malzeme sahası ve göl alanı oluşturma amacıyla Cizre’nin Dirsekli Mahallesi’nde 138 parsel, Ulaş Mahallesi’nde 100 parsel, Aşağıdere Mahallesi’nde 5 parsel ve Çatalköy Mahallesi’nde ise 12 parsel acilen kamulaştırıldı.

Şirket yetkilileri, barajın yapılacağı bölgeye yakın Misûrîyê köyündeki yurttaşlara yazılı bilgilendirme de yaptı; köylülerin “riskli alanda” bulunduklarını ve bölgeyi terk etmelerini istedi.

Baraj için Enerji Piyasası Düzenleme Kurulu (EPDK), 16 Şubat 2023 tarihli Kurul Kararıyla 49 yıl boyunca geçerli olacak şekilde üretim lisansı verildi.

Foto-Galeri: Vahşi hayatta ‘ev hali’

2024 Nikon Komedi Yaban Hayatı Ödülleri için finalistler açıklandı.Bu yıl yarışmaya, 98 ülkeden 9 bine yakın; rekor sayıda başvuru yapıldı.

Yarışmanın, mizah ve sıra dışı fotoğrafçılığı kullanarak doğa korumacılığını teşvik etmesi hedefleniyor.

Profesyonel fotoğrafçılar Paul Joynson-Hicks ve Tom Sullam tarafından 2015 yılında başlatılan ödüller, vahşi yaşamın ve yaşam alanlarının korunmasını teşvik etmek amacıyla veriliyor.

Yarışmayı her yıl sürdürülebilir bir koruma örgütünce destekleniyor. Ödül komitesi bu yıl, Küresel Güney ülkelerinde çalışan koruma liderlerini destekleyen Birleşik Krallık merkezli bir yardım kuruluşu olan Whitley Fund for Nature ile çalışıyor.

Finale kalan fotoğraflardan bazıları şöyle:

Aşkım İçin Fazla Seksiyim/ Artur Stankiewicz

Fotoğrafçı Artur Stankeiwicz, Zimbabve‘deki Mana Havuzları Milli Parkı‘nın kıyısında su aygırları arasında bir kavga yakalamayı umarak kendini konumlandırmıştı. Ancak hepsi barışçıllardı ve birkaçı onun varlığını araştırmak için başını kaldırdı. Stankiewicz, bu portreyi bir su aygırının başını süsleyen su bitkileriyle çekti:  

“Sanki adam kuaförden yüzünde kocaman bir gülümsemeyle çıkmış gibiydi.”

Mafya babası uçan sincap/ Takashi Kuba

Fotoğrafçı Takashi Kubo, Japonya‘nın Hokkaido adasında uçan bir sincabın fotoğrafını çekti. Kubo, “Sanki puro içiyormuş gibi görünüyordu ve bir mafya babasına benziyordu” diyor.

Alexander Pansier’den Merhaba Dünya

Fotoğrafçı Alexander Pansier, geçen sonbaharda Hollanda‘da kameraya bakan kırmızı bir karıncanın bu görüntüsünü yakaladı: “Bu sonbahar yaprağının tonlarını beğendim. Çok sıcak renklerdi. Hızlı hareket eden karınca yüzünden bu fotoğrafı çekmek kolay değildi, ancak bir el fenerinin yardımıyla hareketi dondurabildim.”

Öpüşen Baykuşlar/ Sarthak Ranganadhan

Hindistan‘ın Gurgaon kentinde bu fotoğrafı çeken Sarthak Ranganadhan, “Ebeveynlerimiz her zaman bizi utandırmanın bir yolunu bulurlar, sanırım benekli baykuşlar için de aynı şey geçerli” diyor.

Beklenmedik Rol Değişimi/  Przemyslaw Jakubczyk

Fotoğrafçı Przemyslaw Jakubczyk, Szczecin Lagünü‘nde kel bir kartalı kovalıyor gibi gürenen bir çipura balığının bu görüntüsünü sabitledi: “Her sinirli ve yorgun balığın kel kartal avlayarak stres atması gerekir.”

Rock yıldızı kertenkele/ Sanjay Patil

Yelpaze boğazlı kertenkeleler, yalnızca değişen iklimin etkisiyle evrimleştikleri Hindistan alt kıtasında yaşıyor. Fotoğrafçı Sanjay Patil, dişi kertenkelelerin onlara isimlerini veren yelpazeye sahip olmadığını söylüyor: “Bir erkek kertenkele, sıcak yaz mevsiminde dişiyi çekmek için çekici boyun kesesini şişirir. Dişi kertenkele de yaz sıcağından kaçmak için dik duruyor.”

 

Centilmence bir müsabaka olsun- Hajime!/ Philippe Ricordel

Fotoğrafçı Philippe Ricordel, ABD‘nin Alaska eyaletindeki Arctic Wildlife Refuge‘da üç kutup ayısının yer aldığı bu kareyi yakaladı. “Hajime” Judo’da hakemlerin rakipleri dövüşe davet etmek için kullandıkları bir terim. Ricordel, “Burada ayakta duran ayı, hakemlerin bu kelimeyi söylerken kullandıkları hareketi benimseyerek diğer ikisine bunu söylüyor gibi görünüyor” diyor.

‘Dırdır’/ Scott Frier

Scott Frier, bu fotoğrafı, Tanzanya’daki Serengeti Milli Parkı’nda, safari sırasında çekti. Eski bir televizyon reklamını hatırlattığını söylediği fotoğrafta, dişi aslanın yavrularını emzirdiği bir kayada erkek aslanı, rahatsız etmemesi için  ‘hizaya çektiği’ görülüyor.

Guru su samuru/

Alaska‘daki Duck adaları kıyılarında fotoğrafçı Charles Jansen’in çektiği fotoğrafta, bir su samuru yoga pozisyonunda dinlenirken görüntülenmiş.

Saklambaç / Leslie McLeod

Fotoğrafçı Leslie McLeod, Kenya‘daki Mara North Koruma Alanı’nda genç bir çitanın, yakınlarındaki bir Afrika antilopu onu izlerken, ağaca “mesaj” bıraktığı anı fotoğraflamış: “Kenya’da safarideydik ve bir eş arayan bu dişi çitaya rastladık. Bir grup antilop da çeşitli ağaçlara potansiyel bir eş için mesajlar bırakırken onu yakından izliyordu. Bu kare bana çitanın bağırmak üzere olduğunu düşündürüyor: ‘Hazır olun ya da olmayın, işte geliyorum!