Ana Sayfa Blog Sayfa 109

Papua Yeni Gine’de 2 bin kişi toprak altında: Neden bu kadar çok heyelan yaşanıyor?

Bir Birleşmiş Milletler yetkilisi, Papua Yeni Gine‘nin Enga eyaletinde meydana gelen heyelan nedeniyle canlı canlı toprak altında kalan yaklaşık iki bin kişinin sağ olarak bulunacağına dair umutların azaldığını söyledi.

UNICEF Papua Yeni Gine‘den Niels Kraaier, “Bu bir yardım görevi değil, bir kurtarma görevi” dedi ve ekledi:

“Hayatta kalmış olmaları pek olası değil.”

BM’nin çocuk ajansı daha sonra, olaydan etkilenenlerin yaklaşık yüzde 40’ının 16 yaşın altındaki çocuklar olduğunu ve yaşananlardan dolayı “derin travma” geçirdiklerini ve yardım çabalarını yoğunlaştırdıklarını söyledi.

Mungalo Dağı‘ndaki heyelan bölgesinde yürütülen kurtarma çalışmalarına, Cuma günü saat 3:00 sularında (Perşembe günü TSİ 18:00) bütün bir yamaç topluluğunu yok eden heyelanda birçoğu tüm ailesini kaybeden yerel sakinler öncülük etti.

Bir çift bu felaketten “mucize eseri” kurtuldu. Sadece altı kişinin cesedine ulaşılırken, Papua Yeni Gine Ulusal Afet Merkezi 2 bin kadar kişinin cesedinin henüz bulunamadığını tahmin ediyor.

Heyelan sebze bahçelerini ve yolları da yok ederek kurtarma çalışmalarını zorlaştırırken köylüleri sevdiklerini ararken yiyecek bir şeyler bulma konusunda da endişeye sürükledi.

Fotoğraf: Maxar Technologies/Reuters

‘İnsanlar elleri ve parmaklarıyla kazıyor’

Enga il yöneticisi Sandis Tsaka Salı günü AFP haber ajansına verdiği demeçte “İnsanlar elleri ve parmaklarıyla kazıyor” dedi.

“Bütün ailelerin” “enkaz altında kaldığını” söyleyen Tsaka, yamaçtaki evler, işyerleri, kiliseler ve okullardan oluşan topluluğun “tamamen yok olduğunu” sözlerine ekleyerek “Burası ayın yüzeyi gibi. Sadece kayalar var” diye konuştu.

Köy sakinlerinden Evit Kambu, “Üzerinde durduğum toprağın altında gömülü 18 aile üyem var” dedi.

Zemin kaymaya devam ettikçe yakın köyler için de korkular artıyor.

“Her saat başı kayaların kırıldığını duyabiliyorsunuz – bu bir bomba ya da silah sesi gibi ve kayalar düşmeye devam ediyor” diyen Tsaka’ya göre; yerel yetkililer şimdi daha fazla can kaybını önlemek için 7 bin 900 kişiyi tahliye çalışmalarını sürdürüyor.

Tsaka, bu sabah (28 Mayıs) BM tarafından yabancı hükümetlerle düzenlenen acil bir çevrimiçi toplantıda konuştu ve heyelan riskleriyle başa çıkmak, müdahaleyi yönetmek ve malzemelerin hızlı bir şekilde teslim edilmesini sağlamak için acil yardım talebinde bulundu.

Asya Pasifik‘in en yoksul ülkelerinden biri olan Papua Yeni Gine’nin bu trajedinin boyutlarıyla başa çıkabilecek donanıma sahip değil.

Heyelan meydana geldiğinde yoğun tropikal yağmur ormanları içindeki yamaç topluluğunda kaç kişinin yaşadığı bilinmiyor. Bölgede son resmi nüfus sayımı 24 yıl önce yapılmıştı.

Al Jazeera‘nin aktardığına göre; Yeni Zelanda‘daki Te Kunenga Ki Purehuroa: Massey Üniversitesi‘nde coğrafya profesörü olan Glenn Banks, yol kenarındaki küçük topluluğun nüfusunun son aylarda ve yıllarda arttığını anlattı.

Fotoğraf: Mohamud Omer/AP / Uluslararası Göç Örgütü

‘İnsanlar bölgedeki altın madeninde çalışmak için bölgeye taşınmıştı’

Araştırmaları Papua Yeni Gine’deki madencilik üzerine yoğunlaşan Banks, insanların yakındaki Porgera altın madeninin açık ocaklarında ve atık yığınlarında altın bulma umuduyla bölgeye taşındığını söyledi.

Banks aynı zamanda madenin heyelandan yaklaşık 20-30 km uzakta olduğunu, yani “yol boyunca zeminin sağlamlığı” üzerinde “doğrudan bir etkisi” olduğunu da sözlerine ekledi.

Banks, Şubat ayında düzinelerce insanın aşiret çatışmalarında öldürülmesinin ardından bölgede yaşayan insan sayısının da artmış olabileceğini belirtti.

Aşiret çatışmaları ve yerinden edilmeler

Uluslararası Göç Örgütü‘ne (IOM) göre Enga eyaletindeki aşiret çatışmaları nedeniyle 25 binden fazla insan yerinden edildi ve bunların arasında sadece bu yılın şubat ve mart aylarında yerinden edilen en az 5 bin 453 kişi de bulunuyor.

Enga eyaleti, Amazon ve Kongo Havzası yağmur ormanlarından sonra dünyanın üçüncü büyük yağmur ormanının bir parçasını oluşturan Papua Yeni Gine‘deki birkaç dağlık yayla bölgesinden biri.

Dağlarda uzun süredir tatlı patates, manyok, muz ve taro yetiştiren Papua Yeni Gineliler, değişen iklimin yanı sıra uluslararası madencilik, kereste ve palmiye yağı şirketlerinin ağaç kesimi ve ormanların yok edilmesiyle giderek daha fazla mücadele etmek zorunda kalıyor.

Fotoğraf: AP

Neden bu kadar çok heyelan oluyor?

Birleşik Krallık‘taki Hull Üniversitesi‘nin rektör yardımcısı, heyelanlar konusunda dünya çapında tanınan bir uzman olan Dave Petley, ülkedeki düzenli heyelanları bir dizi spesifik faktöre bağlıyor. Bunların başında ülkenin küresel ısınma nedeniyle aşırı hava koşullarına maruz kalmış olması, dağlık arazisi ve tropik iklimi geliyor.

Petley, şiddetli yağmur ve fırtınaların erozyonun artmasına, su baskınlarına ve yüksek gelgitlere yol açtığını ve bunların hepsinin tehlikeli kaya düşme olasılığını artırdığını söylüyor.  

Buna, ülkenin, Pasifik’teki iki tektonik plakanın sınırı boyunca uzanan bir dizi aktif volkan ve yüksek sismik aktiviteden oluşan Ateş Çemberi üzerinde yer aldığı da eklenirse, neredeyse “mükemmel” heyelan koşulları ortaya çıkıyor. 

Profesör Petley, “Elbette kendi başlarına heyelanı tetikleyen ama aynı zamanda kaya eğimini zayıflatan düzenli önemli depremler  de etkili. Bütün alan tektonik olarak çok aktif” diyor. oluyor” diyor.

Neden bu kadar çok insan hayatını kaybetti?

Papua Yeni Gine’de toprak kaymalarını bu kadar yaygın hale getiren faktörler önemli olsa da bunlar kesinlikle ülkeye özgü değil. Heyelanlar dünyanın belirli bölgelerinde oldukça düzenli olarak meydana geliyor.

Peki neden özellikle PNG’de ölümcül olaylar bu kadar düzenli yaşanıyor?

Resmi olarak 10.5 milyon olan ülkenin gerçek nüfusunun resmi rakamların neredeyse iki katı olabileceği, bu nüfusun da ağırlıklı olarak madenlerin çevresinde ve kırsal alanda yaşıyor. Uzmanlar, zayıf inşa edilmiş altyapı, daha az etkili acil durum müdahaleleri, sağlık hizmetlerine erişimin düşük olması ve erken uyarı sistemlerinin eksikliğini nedenlerin başında sayıyor.

Ülkenin artan nüfusu ve engebeli arazisi göz önüne alındığında, bu, insanların heyelan riski taşıyan, acil servislerin ulaşmasının da zor olduğu bölgelerde yaşama olasılığının daha yüksek olduğu anlamına geliyor.

‘Ormansızlaşma heyelanları daha yaygın hale getirebilir’

Adelaide Üniversitesi‘nden jeoloji profesörü Alan Collins, tropik ormanların sık ağaçlarının, kökleri toprağı bir arada tuttuğu için toprak kaymalarını önlemeye yardımcı olduğunu belirterek şunları aktarıyor:

Ormansızlaşma bu biyolojik ağı yok ederek heyelanları daha yaygın hale getirebilir.”

Collins, yağışların da kayaları zayıflatabileceğini ve zeminin dengesini bozabileceğini sözlerine ekliyor.

Ülkenin ormanları ormanları, küçük köyler ve çiftliklerin yanı sıra heyelan olasılığının daha yüksek olabileceği koşullar yaratan bir dizi büyük sanayiye de ev sahipliği yapıyor.

Ülkede altın, gümüş, nikel, bakır ve kobalt madenleri çıkarılıyor ve geçmişte ölümcül heyelanların yaşandığı bölgelerde LNG operasyonları yapılıyor.

Aynı zamanda büyük bir yasa dışı ağaç kesme “endüstrisine” sahip olan Papua Gine, aynı zamanda dünyanın en büyük beşinci hurma yağı ihracatçısı. Bu da yoğun ormansızlaşmayı beraberinde getiriyor.

Profesör Petley, “Basitçe, burası ormanlaştırılması gereken bir yerdi ve orman ortadan kaldırıldı” diye konuşuyor.

‘Ormansızlaştırma” faaliyetinde herhangi bir iyileştirme, önünü kesme belirtisi de yok, uydu görüntüleri yoğun ağaç kesme faaliyetinin artmaya devam ettiğini gösteriyor. 

Ülke aynı zamanda heyelanları daha az tehlikeli hale getirmek (veya acil durum müdahalesini iyileştirmek) için ihtiyaç duyulan büyük ölçekli mühendislik projelerini üstlenmek şöyle dursun, temel altyapıyı kurmak için de yeterli kaynaklara sahip değil.

Papua Yeni Gine’nin dağlık bölgelerinde yaşayan insanlar değişen iklime uyum sağlamaya zorlanıyor.
Ormanların yok edilmesiyle daha da kötüleşen iklim değişikliği, aşırı hava olaylarını daha olası hale getiriyor ve küresel deniz seviyelerinin yükselmesiyle birlikte daha yüksek gelgit olaylarına da katkıda bulunuyor.

Bir kıyı köyü olan Lese Kavora’nın sakinleri,  büyük  gelgitlerinin gıda bahçelerine zarar vermesi ve içme sularını kirletmesinin ardından mart ayında tüm köyün başka bir yere taşınması için olası seçenekleri tartışmaya başlamıştı.

Profesör Petley, iklim değişikliğinin heyelan faaliyetleri üzerinde özellikle belirgin bir etkiye sahip olduğunu, çünkü bunun daha eklektik hava sistemlerine yol açtığını, koşullardaki ani değişikliklerin arazinin başa çıkma yeteneğini zorladığını söylüyor: “Eğimler özellikle kısa süreli, yüksek yoğunluklu yağış olaylarına karşı hassastır. Eğer bu yoğunluk artarsa, daha önce yaşanmamış bir ortam yaratmış olursunuz. Bunun kaçınılmaz yanıtı heyelandır” .

Papua Yeni Gine, küresel sera gazı emisyonlarının sadece yüzde 0,11’inden sorumlu olmasına rağmen, 2022 Dünya Risk Endeksi‘ne göre iklim değişikliği ve doğal tehlikeler açısından dünyanın en riskli 16. ülkesi olarak gösteriliyor.

Dağlık ortamlarda heyelanlar bir dereceye kadar kaçınılmazdır ve iklim değişikliği kötüleşmeye devam ettiği ölçüde, bunları tetikleyen aşırı hava olaylarıyla sayıları da, etkileri de ölümcül olmaya devam ediyor. 

Ancak çoğu uzman, hem ölüm sayısı hem de müdahalenin niteliği açısından bu toprak kaymalarının etkisinin hafifletilebileceğini söylüyor.

Büyük ölçekli mühendislik projeleri üstlenmek yerine Papua Yeni Gine’nin yerel ekonomisini büyütmek, doğru yönde atılmış büyük bir adım olabilir. 

Profesör Petley, ayrıca yeniden ağaçlandırma konusunda başarılı bir örnek olarak Himalayalar’daki devasa heyelanların daha önce yüzlerce cana mal olduğu Nepal‘e işaret ediyor: “Yeniden ağaçlandırmaya yönelik proaktif girişimlerin olduğu bölgelerde (insanların savunmasız olduğu yerlerde), toprak kaymalarında önemli bir düşüş görüyoruz.”

Diğer ülkelerdeki tüketicilerin palmiye yağı ürünlerine ve yasa dışı kaynaklı keresteye olan talebi azaltarak ülkedeki ormansızlaşmanın yavaşlamasına destek olmaları da gerekiyor: “Aynı zamanda küresel olarak, toprağı işleme, atıkları bertaraf etme ve madenciliği yönetme şeklimizi de yeniden ele almamız gerekiyor.” 

Collins ise Enga eyaletindeki dağların Avustralya ve Pasifik kıta plakalarının kenarlarına yakınlığı nedeniyle de istikrarsız olduğunu da hatırlatıyor:

“Bu heyelan doğrudan bir deprem tarafından tetiklenmiş gibi görünmese de, plakaların çarpışmasının neden olduğu sık depremler, çok dengesiz hale gelebilen dik yamaçlar ve yüksek dağlar inşa ediyor.”

Sokakta yaşayan hayvanları ölüme terk eden planda geri adım hazırlığı

AKP hükümetinin sokakta yaşayan hayvanların toplanıp barınaklara götürülmesini ve belirli bir süre içinde sahiplenilmemeleri durumunda ‘uyutulmaları’ adı altında öldürülmelerini öngören yasa tasarısına gelen tepkiler sonrası planlanan değişikliklerin yenilenmesi gündemde.

DW Türkçe’den Kıvanç El’in aktardığına göre; taslağın kamuoyuna açıklanması sonrası tartışmalar hayvan hakları örgütleri ve siyasilerin de katılımı ile büyüdü. Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan‘ın eşi Emine Erdoğan‘ın da uyutma tartışmalarından rahatsız olup devreye girdiği kaydedildi. Bu nedenle çalışmaların sürmesi ve daha fazla görüş alınmasına karar verildi. AKP’de yasada “geri adım” olarak yorumlanabilecek çalışmaları yapması için Grup Başkanvekili Bahadır Yenişehirlioğlu görevlendirildi.

Yenişehirlioğlu hayvan hakları örgütleri, barınak temsilcileri ve belediyeler ile görüşmeler yapmaya başladı. Ayrıca konu hakkında değerlendirmeler yapan sanatçı, sporcu ve gazeteciler ile de temasa geçildi.

AKP Grup Başkanvekili Yenişehirlioğlu, geçen hafta AKP kurmaylarınca duyurulan taslağı sahiplenmedi ve henüz ortada bir taslak bulunmadığını söyledi.

Veteriner Hekimleri Birliği’nden ‘katliam yasası’ kararı: Öldürmeyecek, yaşatacağız
Avrupa ülkeleri sokakta yaşayan hayvanlar için nasıl politikalar uyguluyor?
Hak savunucuları katliam yasasına karşı sokakta: Dostlarımızın yanındayız, artık yeter!

‘Şu an bir düzenleme yok’

Yenişehirlioğlu, “Görüşmelerim, çalışmalarım sürüyor. Herkes ile görüşmelerim sürüyor ve devam edecek. Ortada şu an için bir taslak yok, kesin bir durum yok. CHP ile de görüşüp görüşlerini alacağım, süreç daha devam ediyor. Kesinleşmiş hiçbir durum yok” dedi.

CHP lideri Özel’den köpek katliamı tasarısını tepki: Tutar tarafı yok
DEM Parti: Hayvanların katledilmesine izin vermeyeceğiz

“Uyutma düzenlemesinden vazgeçildi denebilir mi?” sorusuna da Yenişehirlioğlu, “Şu an bir düzenleme yok, görüşmeler ve süreç işliyor” yanıtını verdi.

Yenişehirlioğlu, rapor çalışmalarının 1-2 hafta kadar daha süreceğini ve tespitlerini Cumhurbaşkanı Erdoğan ile AKP Meclis Grubu’na sunacağını söyledi.

Tartışmaya katılan Tarım ve Orman Bakanı İbrahim Yumaklı da sosyal medya hesabından yaptığı açıklamada sokak hayvanları sorununun temelinde hayvanların sorumluluklarını alan kimsenin olmamasının yattığını savundu.

Yumaklı, “Başıboş köpek sayısının dört milyona yakın olduğu tahmin edilmektedir. Yıl içinde 1-2 defa doğum yapabilmeleri, her seferinde ortalama 6-8 yavru doğurmaları ve sürekli yer değiştirmeleri sebebiyle yerel yönetimlerce sağlıklı kayıt tutulamamakta ve net sayı belirlenememektedir” dedi.

Bilimsel verilere göre başıboş köpeklerin çoğalmalarının kontrol altına alınabilmesi için bir senede yüzde 70’inin, yani yaklaşık üç milyonunun kısırlaştırılması gerektiğini söyleyen Yumaklı, ancak son beş yılda ortalama yılda 260 bin, bir yılda en fazla 350 bin köpeğin kısırlaştırılabildiğini aktardı.

Dünya Sağlık Örgütü tarafından Türkiye’nin kuduz riski açısından “yüksek risk” kategorisinde tanımlandığını belirten Yumaklı, 2018-2022 yılları arasında kuduz riskli temas sayısının ortalama 267 bin, 2023 yılında ise bu sayının iki katına yakın artarak 438 bine ulaştığını kaydetti. Yumaklı, doğru bir çözüme ulaşmak için gelen önerilerin değerli olduğunu da kaydetti.

AKP Grup Başkanı Abdullah Güler de hafta sonu Kanal 7 ‘de katıldığı bir programda yeni açıklamalar yaptı.

İlk hedeflerinin sokaklarda oynayan çocuklara ve sabah namazında camilere gidenlere yönelik köpek saldırılarını engellemek olduğunu ifade eden Güler, “Bunun için barınaklarda yaşam alanları kurmak ve sahiplendirmeyi özendirmek önceliğimiz. En sonunda da saldırgan ve bunu düzeltemeyecek durumda olan; sağlık veya kuduz tehlikesi problem yaşayan hayvanların uyutulması gündemde olacak” diye konuştu.

Güler, hayvan satışının sıkı denetlenmesi ve kısırlaştırmanın artırılması için de çalışmaların sürdüğünü belirtti.

Dini açından da tartışma yarattı

“Hayvanları uyutma” dini açıdan da tartışma konusu oldu. Yeniden Refah Partisi Genel Başkanı Fatih Erbakan‘ın “Allah’ın verdiği bir canı ancak Allah alabilir. O bir insan da olsa, hayvan da olsa böyledir. Biz sokak hayvanlarının uyutulmasına karşıyız” sözleri muhafazakâr tabanın da plana tepkili olduğunu gösterdi.

AKP içinde de düzenlemeye itirazlar geldi. Oda TV’nin haberine göre, Eski İçişleri Bakanı Süleyman Soylu, “Avrupa’nın yapmış olduğu, uyguladığı kötü örnekler bizim merhametli Türk halkının örf ve adetlerine uygun değildir. Köpeklerin yok edilmesine gönlüm razım değil” çıkışı dikkat çekti. Eski Bakan Mustafa Varank ise hayvanları uyutmaya tam destek verdi.

AKP’li Varank’tan katliama destek açıklaması: ‘Uyutmayı’ sonuna kadar destekleyeceğim
BBP lideri Destici: ‘Köpek katliamı çalışmalarımızı’ yürütüyor, devletimizi destekliyoruz

AKP içerisinde her iki görüşe yakın isimler de bulunuluyor. Ancak İslam’ın köpekleri öldürmeye engel olduğuna dair görüşü seslendirenler çoğunlukta.

AKP kurmayları, Din İşleri Yüksek Kurulu’nun 2017 yılında aldığı bir karara da atıfta bulunuyor. Bu karar AKP Grup Başkanı Abdullah Güler’in son açıklamaları ile de paralel. Söz konusu kararda bazı sure ve hadisler hatırlatılarak “Ölümcül bir hastalığa yakalanmış, tedavi ederek iyileşme imkânı olmayan hayvanların uyutulmasında sakınca olmadığı” belirtiliyor.

Teklifin önümüzdeki iki hafta içerisinde netleştirilip Meclis kapanmadan gündeme alınması hedefleniyor.

Kazdağları’nda yeni maden tehdidi: Halk kuvars ocağı projesine karşı

Altın madenleri tehdidine karşı yıllardır savunulan Kazdağları’nda Bahar Madencilik’in gerçekleştirmeyi planladığı kuvars ocağı projesi, halkın ve doğa savunucularının tepkisiyle karşılaştı.

Bahar Madencilik, Balıkesir/Çanakkale sınırında bulunan Armutçuk Köyü yakınlarındaki 1323 hektarlık ruhsat alanının 10,77 hektarında kuvars ocağı işletmek üzere Çevre, Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanlığı’na başvurdu. Şirket, bu proje için 12 milyon 649 bin TL yatırım yapmayı planlıyor. Ancak şirketin proje başvurusunda, kuvars ocağı kurulması planlanan ormanlık alanda altın cevherinin de bulunduğu görülüyor​​.

Maden şirketlerinin yaygın bir taktiği olan “ÇED gerekli değildir” kararını alabilmek için küçük alanlarda başvuruda bulunma stratejisi, bu projede de kendini gösteriyor. Bahar Madencilik, 1323 hektarlık büyük bir ruhsat alanına sahip olmasına rağmen, sadece 10,77 hektarlık bir alan için ÇED başvurusunda bulundu. Bu şekilde, ÇED sürecinin etrafından dolanarak alana yerleşmek ve ardından altın madeni işletmek istedikleri açıkça görülüyor.

Kazdağları’nda Halilağa madeni için bilirkişi ‘kamu yararı yok’ dedi
Kazdağları ‘ekoturizm’ bahanesiyle imar talanına açılıyor

Bahar Madencilik tarafından 29 Mayıs Çarşamba günü saat 12:00’de Armutçuk Köyü’nde “Halkın Katılım Toplantısı” düzenlenecek. Bu toplantıda, bölge halkının ve çevre savunucularının projeye dair endişelerini dile getirmesi bekleniyor. Kazdağları’nın korunması için mücadele eden aktivistler, tüm doğa savunucularını bu toplantıya katılmaya ve seslerini yükseltmeye çağırıyor.

Süheyla Doğan
Kazdağları’ndan Süheyla Doğan: ‘Umuyoruz, istiyoruz, zorluyoruz’

İkizköy muhtarı Nejla Işık’ın duruşmasında İkizköylüler mahkemeye alınmadı

Muğla‘nın Milas ilçesine bağlı Akbelen Ormanı‘nda devam eden eylemler sırasında afiş astığı gerekçesiyle İkizköy Mahallesi Muhtarı Nejla Işık‘a verilen 40 bin TL para cezasının iptal edilmesi için açılan davanın duruşması bugün, (27 Mayıs’ta) Muğla 2. İdare Mahkemesi‘nde görüldü. Duruşma öncesinde, İkizköylülerin mahkeme binasına alınmak istenmediği bildirildi. Yaklaşık 20 dakika süren bekleyişin ardından mahkeme başkanının izin vermesiyle İkizköylüler içeri alındı.

Akbelen Ormanı’nın kömür madeni için kesilmesine karşı beş yıldır mücadele eden İkizköylüler, tarım arazilerini ve köylerini koruma mücadelesini sürdürüyor. Gündem Fethiye’nin aktardığına göre, nöbet alanının yok edilmesinin ardından yeni nöbet alanında devam eden bu mücadele sırasında, KARDOK başkanlığı yapan ve İkizköy Mahallesi Muhtarı seçilen Nejla Işık’a afiş astığı gerekçesiyle 40 bin TL para cezası kesilmişti.

İkizköylüler, mahkeme önünde yaşananları tutanak altına alarak, görevli polis memurlarının davayla ilgili vatandaşları içeri almayarak adil yargılanma haklarını ihlal ettiğini belirtti. Sonrasında, mahkeme başkanının izin vermesi üzerine İkizköylüler mahkeme binasına alındı.

Duruşma, saat 15.00’te başladı ve İkizköy Muhtarı Nejla Işık, avukatlar ve İkizköylüler hazır bulundu. Avukat İpek Sarıca, mahkeme başkanının İkizköylülerin binaya alınmasını sağladığını belirtti. Av. Sarıca, yargılamanın baskı altında sürdüğünü vurgulayarak, Akbelen Ormanı’nda altı gün içinde 65 bin ağacın kesildiğini hatırlattı. Köylülerin, ağaçları korumak için mücadele ettiklerini ve bu süreçte jandarma tarafından darp edildiklerini ifade etti.

Nejla Işık, afiş asmadığını belirterek, kendisine bulaşık yıkarken pankart astığı gerekçesiyle ceza kesildiğini söyledi. İdari para cezasını iptal etmek için yürütmeyi durdurma kararı aldıklarını belirten Av. Sarıca, para cezasının tutanaklarda belirtilen gerekçelerinin gerçeği yansıtmadığını ve yasalara aykırı olduğunu savundu.

ikizköy

İkizköylülerin gönüllü avukatları, Nejla Işık’a kesilen para cezasının usulsüz tebliğ edildiğini ve resmi evrakta tahrifat yapıldığını öne sürerek, cezaya karşı hukuki süreç başlattı. Avukatlar, tutanakların ve tebligat tarihlerinin birbirini tutmadığını, tutanakta yer alan parsel numaralarının da farklı olduğunu belirtti.

Nejla Işık, pankart asmadığını ve üzerine atılan bu suçu kabul etmediğini ifade ederek, adliyenin yolunu bilmeyen köylülerin iki yıldır mahkemelerde süründüğünü söyledi. Işık, Akbelen mücadelesinden onur duyduğunu ve mücadelelerinin para cezalarıyla engellenemeyeceğini belirtti.

Termik santral yüzünden susuz bırakılan İkizköylüler Milas Kaymakamı’nı şikayet etti
Akbelen Ormanı’ndaki kıyım Anayasa Mahkemesi’ne taşındı

Nejla Işık, paylaştığı mesajda şunları söyledi:

“Ben İkizköylü iki çocuk annesi tarım ve hayvancılıkla geçinmeye çalışan bir çiftçi bir kadınım. Köyümüzü, toprağımızı, köyümüzü, ormanımızı, yaşamımızı savunduk diye yıllardır haksızlıklara, baskılara maruz kaldık. 24 Temmuzdan itibaren jandarmanın biber gazı, tomalarının suları, üzerimize inen coplarıyla şiddet gördük. Aylarca hukuksuzluklar içinde köyümüzde yaşadık. Her gün defalarca kez bize GBT sorgulamaları yapıldı, üstümüz jandarma personelleri tarafından arandı, evlerimizin karşısına yerleşen jandarmaların gözetimi altında köyümüzde zorluklarla yaşadık. Hâlâ daha bu cehennem dolu günler bizim için bitmedi. Şirketin dinamit patlatmalarına, madenin çıkardığı tozlar içinde yaşama çalışıyoruz. Evlerimiz çatlak, geçimlik zeytinlerimiz kuruyor, hayvanlarımız tozdan ölü doğuyor. Bunca haksızlığın içinde şirketin ve yetkililerin tüm baskıları ve umursamazlıklarına karşı köyümüzü madene teslim etmemek için mücadelemiz sürüyor.

Tam da bu yüzdendir üzerime kesilen haksız cezalar. Bu yüzdendir aylardır çeşitli sudan ve yalan sebeplerle üzerimize para cezaları yağdırılması. Köylüler olarak şirketin tehditlerine pabuç bırakmıyoruz, haklı mücadelemize sahip çıkıyoruz, türlü oyunlara rağmen vazgeçmiyoruz diye şimdi çeşitli yollarla cezalandırılıyoruz. Aylardır defalarca kez sorguya çağrıldım. Birisi “Zeytincilik kanununu uygulayın” dediğim içindi. Bizim şikayetlerimiz, evlerimizdeki çatlaklarımız, köyümüzde yaşadığımız zulümler görülmezken, her defasında taleplerimiz haksızca reddedilirken; yapmadığımız şeyler üzerinden mücadeleden vazgeçmeyen biz köylülere cezalar kesiliyor. Ben de üzerime kesilen bu haksız cezayı kabul etmiyorum. Biliyoruz, bu ceza bizleri yıldırmak, caydırmak için yapılıyor! Köylüye ibret olsun, insanlara korku salsın, “direndiler de böyle oldu” denilsin diye çekinmeden yalan dolan içinde bu cezalara durmadan yenilerini ekliyorlar. Bu haksızlıklar durmadıkça, biz de durmayacağız. Bizler insanca yaşam mücadelemizi bırakmayacağız!”

Mahkeme, kararını 15 gün içinde taraflara tebliğ edeceğini bildirdi. Duruşmanın ardından mahkeme önünde basın açıklaması yapıldı.

Karaburun’da yerel inisiyatifler GES projesine itiraz ediyor

Lodos Karaburun Elektrik Üretim A.Ş. tarafından yapılması planlanan Karaburun Rüzgar Enerji Santrali Yardımcı Kaynak Güneş Enerji Santrali (GES) projesi, İzmir 7. İdare Mahkemesi‘nin iptal kararına rağmen yeniden gündemde. Mahkeme kararıyla iptal edilen Çevresel Etki Değerlendirmesi (ÇED) raporu, 28 Mayıs 2024 tarihinde yapılacak olan İnceleme Değerlendirme Komisyonu (İDK) toplantısında tekrar ele alınacak. Yerel inisiyatifler ve halk, projeye karşı itirazlarını sürdürerek, ÇED raporunun iptal edilmesini talep ediyor.

Karaburun Yerel Fok Komitesi, Karaburun Sivil İnisiyatif ve Yaylaköy Muhtarlığı tarafından yapılan açıklamada, İzmir 7. İdare Mahkemesi’nin 2023/812 Esas, 2024/267 Karar numaralı dosyasında yer alan “ÇED İptal” kararı ve 04.12.2023 tarihli Keşif ve Bilirkişi İnceleme Raporu’na dikkat çekildi.

karaburun

Açıklamada, Lodos Enerji’nin GES projesinin ekosistem bütünlüğüne ve faunaya zarar vereceği, projenin Özel Çevre Koruma Bölgesi içerisinde yer aldığı ve bu nedenle bölgenin biyolojik çeşitliliğini tehdit ettiği vurgulandı. Yerel halk ve çevre savunucuları, projenin iptali için mücadelelerini sürdürüyor.

Mahkeme tarafından iptal edilen ÇED raporunda, Lodos Enerji’nin hazırladığı nihai raporun, projenin ekosistem bütünlüğüne ve faunaya zarar vereceği belirtilmişti. Bilirkişi raporunda, proje alanının Özel Çevre Koruma Bölgesi içerisinde yer aldığı ve bölgenin biyolojik çeşitliliği nedeniyle “Kesin Korunacak Hassas Alan” olarak tescil edildiği ifade edildi. Ayrıca, bölgede kurulması planlanan GES panellerinin, mevcut RES tribünleri ile birlikte ekosistemin tamamen bozulmasına neden olacağı uyarısı yapıldı.

Karaburun’da Lodos Enerji’nin 41 RES türbinine itiraz edildi: Kadim kültür yok ediliyor
GES şirketi bakanlık kararını hiçe saydı: Yüzlerce zeytin hukuksuzca katledildi
Karaburun’da RES’lerden sonra GES tartışması

Karaburun Yerel Fok Komitesi’nden yapılan açıklamada, GES projesinin bölgenin faunası, hayvan ekolojisi ve ekosistem bütünlüğünü bozacağı belirtildi. Yaylaköy halkının geçim kaynağı olan tarımsal bütünlüğün de zarar göreceği ifade edildi. Yerel halk, İzmir 7. İdare Mahkemesi’nin ÇED iptal kararının ve bilirkişi raporunun dikkate alınarak, yeni bir ÇED sürecinin başlatılmaması ve mevcut ÇED dosyasının iptal edilmesi talebinde bulundu.

Karaburun’da neler olmuştu?

Karaburun GES projesine verilen ÇED olumlu kararından sonra Yaylaköylüler, Karaburun Milli Emlak’tan zeytin dikimi için kiraladıkları alanın Lodos Enerji’nin GES sahasında kalması nedeniyle dava açmıştı.

İzmir 7. İdare Mahkemesi, 15.09.2023 tarihinde yaptığı keşif ve bilirkişi incelemesinin ardından, ÇED olumlu kararının yürütmesini 22.02.2024 tarihinde durdurmuştu. Mahkeme, Lodos Enerji’nin GES projesi ile ilgili olarak verilen “ÇED olumlu” kararında hukuka uygunluk bulunmadığı sonucuna vararak, ÇED raporunu 15.03.2024 tarihinde iptal etti.

Yerel halk ve çevre savunucuları, projeye karşı mücadelesini sürdürerek, 28 Mayıs’ta yapılacak İDK toplantısında, mahkeme kararlarının ve bilirkişi raporlarının dikkate alınmasını ve projenin iptal edilmesini talep ediyor.

Hindistan ve Bangladeş’te Remal Kasırgası: Yedi kişi öldü, 1 milyon kişi yerinden oldu

En az dokuz kişi yaşamını yitirdi

Bangladeşli kalkınma örgütü BRAC‘a göre, Bangladeş’in Barishal, Satkhira, Patuakhali, Bhola ve Chattogram şehirlerinde yedi kişi öldü. Hint medyası da  kasırga nedeniyle Batı Bengal‘de iki kişinin öldüğünü bildirdi.

İki milyon kişinin yaşadığı bölgede kasırga nedeniyle Bangladeş’in  dokuz kıyı bölgesi ile Mongla ve Chittagong‘un liman bölgelerinden 800.000 kişiyi tahliye edildi. Hindistan’ın Sundarbans mangrov ormanlarında yaşayan yaklaşık 150 bin kişi de iç bölgelere taşındı. Tahliye edilenleri oluşturulan 9 bin barınakta barındırmak için gönüllüler görevlendirilirken, okullar da bir sonraki duyuruya kadar kapatıldı.

Lemar kasırgası nedeniyle çok sayıda ağaç söküldü, evler hasar gördü ve ada köyleri sular altında kaldı. İki ülke tarafından paylaşılan Sundarbans Deltası’ndaki koruyucu setler yüksek gelgitler nedeniyle aşıldı ve hasar gördü. Myanmar‘daki Rohingya topluluğundan Bangladeş’in Cox Bazar’ına sığınan insanlar , barınaklarının branda veya bambu gibi sağlam olmayan yapılardan yapılmış olması nedeniyle özellikle savunmasız durumda.

Hindistan’ın Kalküta havaalanı Pazar öğleden sonra faaliyetlerini askıya alarak 50 yurt içi ve yurt dışı uçuşu iptal etti. Ulusal Afet Müdahale gücü ise güçlü rüzgarlar nedeniyle devrilen ağaçları yoldan kaldırmaya çalışıyor.

Yetkililerin kazaları önlemek için elektriği kesmesinin ardından milyonlarca kişinin etkilenen bölgelerde elektri halen kesintisiz olarak sağlanabilmiş değil. Ayrıca düşen ağaçlar ve yıkılan yapılar da elektrik hatlarına büyük zarar verdi. Batı Bengal Enerji Bakanı Aroop Biswas‘a göre karaya vardıktan sonraki bir saat içinde trafoların hasar gördü, en az 356 elektrik direği söküldü. 

IMD, X’te Pazartesi günü saat 11:43’te (06:13 GMT) siklonik fırtınanın Bangladeş’in limanı Mongla’nın yaklaşık 40 km (24,9 mil) kuzeybatısında, Kalküta’nın 90 km (56 mil) doğusunda ve Batı Bengal’deki Canning‘in 90 km kuzeydoğusunda olduğunu bildirdi.

Kasırganın muhtemelen başlangıçta “kuzey-kuzeydoğuya” doğru hareket edeceğini tahmin eden kurum, ardından yavaş yavaş daha da zayıflamadan önce kuzeydoğuya, iç bölgelere doğru hareket edeceğini ekledi.

İklim değişikliği Güney Asya’daki kasırgaları yoğunlaştırıyor

Araştırmalar, her iki ülkenin de ülkenin iklim krizinin etkilerine karşı dünyanın en savunmasız ülkelerinden biri olduğunu gösteriyor.

Kuzey Amerika‘da tayfun olarak da bilinen ve kasırga olarak da adlandırılan siklonlar, ılık okyanus suyu ve nemli havayla beslenen devasa rüzgar ve yağmur taşıyor. Bilim insanları iklim krizinin onları daha güçlü hale getirdiğini söylüyor.

Shenzhen Meteorolojik İnovasyon Enstitüsü ve Hong Kong Çin Üniversitesi‘ndeki araştırmacılar tarafından 2021’de yayınlanan ve Frontiers in Earth Science dergisinde yayımlanan bir araştırma, insan kaynaklı iklim krizinin daha da güçlendirdiği Asya’daki tropikal kasırgaların yüzyılın sonuna kadar yıkıcı gücü iki katına çıkarabileceğini ortaya çıkarmıştı.

NASA‘nın Şubat 2024 tarihli raporuna göre de  artan sıcaklıklar nedeniyle kuzey Bengal Körfezi’nde Hindistan, Bangladeş ve Myanmar’ı etkileyen daha yoğun kasırgaların artması bekleniyor.

Kasırga, Batı ve Orta Hindistan’da bazı bölgelerinin şiddetli sıcaklık altında kavrulduğu, bazı şehirlerde sıcaklıkların 45 santigrat derecenin üzerine çıktığı, hastalıklara ve okulların kapatılmasına neden olduğu bir ortamda meydana geldi.

Hindistan’da aşırı sıcaklar dokuz kişinin ölümüne neden oldu
Delhi’de okullar aşırı sıcaklar nedeniyle erken tatil edildi

İklim bilimciler uzun zamandır bu aşırı hava koşullarının iklim krizi nedeniyle daha da yoğunlaşmaya devam edeceği ve Hindistan’daki milyonlarca insanın bununla bağlantılı risklere karşı savunmasız olacağı konusunda uyarıyordu.

İlk tasarılar ‘sızdı’: Katliam yasasına karşı eylemler sürüyor

Hükümetin sokak hayvanları konusunda hazırladığı yasa tasarısının detaylarının kamuoyuna ‘sızdırıldığı’ iddia edildi. A Haber’in aktardığı detaylara göre bu tasarı, sokak köpeklerinin toplanıp barınaklara götürülmesini ve belirli bir süre içinde sahiplenilmemeleri durumunda ‘uyutulmaları’ adı altında öldürülmelerini öngörüyor. Yasa tasarısı, evcil hayvanını sokağa atanlara verilen cezanın 50 bin TL’ye çıkarılmasını da içeriyor.

Yaşam savunucuları ve hayvan hakları savunucuları, tasarıya karşı Türkiye genelinde protesto gösterileri düzenliyor. Muhalefet partileri ve hayvan hakları örgütleri, tasarının Meclis‘e gelmeden geri çekilmesi çağrısında bulunuyor. Anket sonuçları, halkın büyük bir bölümünün hayvanların öldürülmesine karşı olduğunu gösteriyor.

Katliam yasası halen gündemde, belediyelerin yetkisi artıyor

Hükümete yakın medya organlarından A Haber’in ulaştığı yasa tasarısının detaylarına göre, sokak hayvanlarının uyutulması maddesi hala taslakta yer alıyor. Sahipsiz hayvanların toplanarak bakım evlerine götürülmesi ve bir ay içinde sahiplenilmezlerse öldürülmeleri planlanıyor. Ayrıca, evcil hayvanını sokağa atanlara verilen ceza 2 bin TL’den 50 bin TL’ye çıkarılacak. Belediyelere ise üç yıl içinde bakımevleri kurma görevi verilecek ve bu süreçte hayvanlara yönelik yetkileri artırılacak.

Hak savunucuları katliam yasasına karşı sokakta: Dostlarımızın yanındayız, artık yeter!
Veteriner Hekimleri Birliği’nden ‘katliam yasası’ kararı: Öldürmeyecek, yaşatacağız
AKP’ye hatırlatma: Köpekleri öldürmeye kalkışmak, soykırım demektir, suçtur!

Yasa tasarısının diğer detayları şöyle:

  • Toplatılan sahipsiz hayvanlar bakım evlerinde tutulacak.
  • Bir ay içerisinde sahiplenilmezse ‘ötanazi’ adı altında öldürülecek.
  • Denetim yetkisi bakanlıkta olacak, durumuna göre bu yetki valiliklere devredilebilecek.
  • Denetimleri belediye ve zabıta ekipleri yapacak.
  • Hayvanını sokağa atanlara verilen cezalar 50 bin TL’ye çıkarılacak.

Türkiye’nin birçok kentinde, hayvan hakları savunucuları eylemlerine devam ediyor. ‘Uyutma’ adı altında sokak hayvanlarının toplu bir şekilde katledilmesini öngören tasarının geri çekilmesi için protestolar düzenleniyor.

Yaşam İçin Yasa İnisiyatifi İstanbul Beşiktaş’taki İskele Meydanı’nda her gün 17:00 – 20:00 saatleri arasında toplanıp yasa tasarısını protesto ediyor. Hayvan hakları örgütlerinin yanı sıra Türkiye’nin pek çok ilinde çeşitli sivil toplum örgütleri de eylemlere destek veriyor.

Halkın çoğunluğu katliam yasası istemiyor

Areda Survey‘in bin sekiz yüz kişiyle gerçekleştirdiği anket, sokak hayvanlarına yönelik yeni yasa tasarısının kamuoyundaki yankılarını ortaya koydu. Anket sonuçlarına göre, halkın büyük bir kısmı sokak hayvanlarının öldürülmesini desteklemiyor.

Katılımcıların yüzde 53,7’si sokak hayvanlarını tehlikeli bulmadığını belirtti. Buna karşılık yüzde 41,3’ü hayvanları tehlikeli bulduğunu ifade etti.

katliam yasası

Ayrıca, katılımcıların yüzde 51’i sokak hayvanlarının doğal ortamlarında bırakılması gerektiğini düşünürken, yüzde 44,1’i hayvanların toplanıp barınaklara götürülmesi gerektiğini savundu. İnsana saldıran köpeklere ne yapılması gerektiği sorusuna ise katılımcıların yüzde 40,5’i bu köpeklerin barınaklara alınmasını, yüzde 35,6’sı ise rehabilite edilmesi gerektiğini söyledi. Uyutulmaları gerektiğini düşünenler ise yüzde 16,4 gibi düşük bir oranda kaldı.

Areda Survey’in sonuçlarına göre, halkın yüzde 67,2’si sokak hayvanlarının kısırlaştırılmasını desteklerken, yüzde 29,3’ü bu uygulamayı doğru bulmuyor. Sokak hayvanlarına yönelik belediye çalışmalarını yetersiz bulanların oranı ise yüzde 49,5 olarak kaydedildi. Yüzde 19,9’luk bir kesim belediyelerin çalışmalarını yeterli bulurken, yüzde 18,1’lik bir kesim ise bu konuda hiçbir çalışma yapılmadığını belirtti.

İliç’te ‘kapasite artışı iznini’ de eski Çevre Bakanı Murat Kurum vermiş

Erzincan’ın İliç ilçesindeki Çöpler Altın Madeni sahasında 13 Şubat’ta meydana gelen ve dokuz işçinin canına mal olan yığın liçi kaymasıyla ilgili olarak, madendeki  “ÇED olumlu ve 2. Kapasite Artışı” iznini veren yetkilinin dönemin Çevre ve Şehircilik Bakanı ve AKPİstanbul Milletvekili Murat Kurum olduğu ortaya çıktı.

Murat Kurum imzalı belgeyi açıklayan CHP Genel Başkan Yardımcısı Deniz Yavuzyılmaz, “İktidarın maden faciası sonrası sır gibi sakladığı bir belge vardı. Bu belgeye ulaştık. ÇED olur kararını bizzat dönemin bakanı Murat Kurum vermiş, Bakan’ın ‘Olur’ imzalı belgesi ortaya çıktı” dedi.

Denizyılmaz, daha önce de “liç yığını onay belgesinde Kurum’un imzası olduğunu belgelemişti.

Belgesi yayınlandı: İliç’te liç yığını onay belgesinde de Kurum’un imzası var!
‣  İliç’te kapasite artışı: Kurum sahiplenmiyor, yönetmelik ne diyor? 
‣ İliç’teki altın madeninde kayan siyanürlü yığının iki kattan fazla artması istenmişti
‣ Enerji Bakanı: İliç’te izinlerle ilgili sorun yok, şirketin zafiyeti
‣ Dronla görüntülendi: İliç’in ÇED süreci bugün yaşananların itirafı gibi

‘Dokunulmazlığı kaldırılmalı’

Yavuzyılmaz sosyal medya hesabından şu paylaşımı yaptı:

“Erzincan İliç’te felaket yaşanan altın madenindeki 2. Kapasite Artışı iznini veren dönemin Çevre Bakanı Murat Kurum’un ÇED Olur’unu bizzat imzaladığını tespit ettik. Bu imza aynı zamanda felaketin altına atılan imzadır! İliç Cumhuriyet Başsavcılığına sunulan Bilirkişi Raporu’na göre; ÇED olumlu kararı veren yetkililer asli kusurlu bulunmuştur. Bu nedenle Murat Kurum’un milletvekili dokunulmazlığı acilen kaldırılmalı ve soruşturmaya dahil edilmelidir!”

Madende tonlarca siyanürlü yığın liçinin altında kalan dokuz işçiden dördünün cansız bedenine ulaşılmıştı. Beş madenci ise halen aranıyor.

Öte yandan yayımlanan bilirkişi raporuna göre, kazanın hemen ardından gözaltına alınan ve altı saat sonra serbest bırakılan Anagold Madencilik Türkiye Müdürü ve Anagold Yönetim Kurulu Başkanı Cengiz Yalçın Demirci’nin de aralarında olduğu 13 kişi “asli kusurlu” bulunarak tutuklandı.  Bilirkişi heyeti ayrıca, 07 Ekim 2021 tarih ve 6421 kayıt sıra numaralı Çevresel Etki Değerlendirme raporunda “olumlu kararı” veren yetkililerin asli kusurlu olduğunu tespit etti.

Bilirkişi raporunda  “2021 ÇED Raporu’nda alıcı ortamlarda bazı kirletici parametrelerin sınır değerlerinin üzerinde olmasına rağmen ÇED izni verildiği görülmektedir” denilmiş;  Çevre, Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanlığı’nın 11 Mart 2024 tarihli yazısı ile Nihai Denetim Raporu’nun onaylandığı tespiti yapılmıştı.

Raporda kayan altı milyon metreküp malzemenin çevre kirliliğine sebep olduğu vurgulanmış; yeraltı ve yüzeysel su, hava ve toprakta yapılan analiz ve testlerde cıva, kükürt gibi bazı değerlerin sınırı aştığı belirtilerek, maksimum izin verilebilir çevresel kalite standardının üzerine çıkıldığı tespit edilmişti.

Ön bilirkişi raporuna göre, İliç faciasında Anagold asli kusurlu değil!
İliç’te işçiler yığın altındayken, dünya madencileri altın konferansı için Türkiye’de
‣ İliç’teki altın madeninde kayan siyanürlü yığının iki kattan fazla artması istenmişti
‣ Araştırma Komisyonu’nun İliç’teki incelemesi sonlandı: Bakanlıklar topu taca attı
‣ Çevre Bakanlığı’ndan İliç itirafı: Denetim boşluğunu yeni fark ettik, şirket kendini denetlemeli!
‣ İliç’le ilgili komisyon görüşmeleri başladı: ‘Çok büyük ve hayati eksiklikler var’
‣ CHP’den İliç raporu: Anagold’un altı işletme ruhsatı hala iptal edilmemiş!

 

Hayvan haklarında Batı’nın ilerisinden Türkiye’nin gerisine – Serkan Köybaşı

Bahçeşehir Üniversitesi Hukuk Fakültesi Anayasa Hukuku Anabilim Dalı Başkanı, Hayvan ve Doğa Hukuku Laboratuvarı Direktörü Dr. Serkan Köybaşı’nın 23 Mayıs’ta Aposto‘da yayımlanan sokakta yaşayan hayvanları toplama ve katletmeye yönelik girişimlere ilişkin yazısını yeniden yayımlıyoruz. 

*

2018 yılında hayvan hakları çalışmak için yedi aylığına İsviçre’nin Basel kentine gittim. Basel Üniversitesi Felsefe Fakültesi’nden Markus Wild’le çalışma fırsatı buldum. Bol bol okudum, öğrendim ve döndüğümde Yeni bir Anayasal Hak Öznesi Olarak Hayvan başlıklı iki makale yayımladım. Çalışmak için İsviçre’yi seçme nedenlerimden biri buranın “hayvanlar konusunda en ileri düzenlemelere” sahip ülkelerden biri olarak bilinmesiydi. Ancak okudukça aslında İsviçre’nin hayvanlar için bir cehennem olduğunu anladım.

Evet, şehirden çıktığımda kırlarda serbestçe dolaşan ineklere ve koyunlara rastlıyordum (bildiğiniz o klasik İsviçre manzarası) ama öğrendim ki eczacılığın önemli bir gelir kaynağı olduğu İsviçre’de hayvanlar üzerinde yapılan deneyler de inanılmaz büyük bir sektör.

Özellikle insana benzer şekilde acı çekebildikleri ve reaksiyon gösterdikleri için şempanzeler üzerinde en acımasız deneyleri yapıyorlar. Bunun yasaklanması ve primatlara hukuksal kişilik tanınması için 2022’de yapılan referandumu da ekonomik nedenlerle reddettiler. Benzer şekilde, inanması zor ama güvercinlere de düşmanlar. Güvercinlerin öldürülmesi için yasaları var ve şehirde güvercin beslemek de yasak. Ekmeğinizi paylaşırken görülmeniz hâlinde ceza alıyorsunuz.

Hatırlıyorum, bunun benim için ne kadar garip olduğunu ve hatta bizim cami önlerinde güvercin besleme geleneğimiz olduğunu söylediğim arkadaşlarım gözlerini devirip, “Nasıl ya, onlar uçan fare! Mikrop yuvası hepsi” diye cevap vermişlerdi. Ama sorsanız “hayvanları çok seviyorlardı.” Batı’nın hayvanlar konusundaki içselleştirilmiş ikiyüzlülüğüyle bu şekilde tanışmış oldum.

Hayvansız sokak, güvenli sokak mı?

Tahmin edeceğiniz üzere, İsviçre sokaklarında yaşayan ne kedi ne köpek var. Zamanında hepsini “uyutmuşlar.” Peki sokaklar güvenli mi? Vardığımın ilk haftasında bir gece iki sokak ötemde bir kadına tecavüz edildiği haberini aldım. Üstelik şehir merkezine çok yakın oturuyordum. Şehir merkezineyse uyuşturucu bağımlıları ve ayyaşlar nedeniyle pek uğramamaya gayret ettim. Gitmek zorunda olduğumda bisikletle hızlıca içinden geçtim. İstanbul’a göre çok daha az güvende hissettiğimi hatırlıyorum.

Türkiye’ye dönmemin ve makaleleri yayınlamamın ardından Harvard Üniversitesi Hukuk Fakültesi hocalarından Prof. Kristen Stilt’ten bir e-posta aldım. Oxford Üniversitesi Yayınları’ndan çıkacak olan “Hayvan Hukuku Küresel Elkitabı” (Global Handbook of Animal Law, 2025’in başında çıkması bekleniyor) için Türkiye raporunu yazmamı teklif ediyordu. Elbette büyük bir memnuniyetle kabul ettim. Raportörler, birbirlerinin raporlarını değerlendirmek ve kitabın editörleri eşliğinde eksikliklerini tamamlamak üzere 2020’nin sonbaharında Harvard Üniversitesi’nde düzenlenen bir atölye çalışmasına davet edildi. Ben de gittim.

Türkiye: Benzersiz ve imrenilesi bir vaka

Üç gün süren atölye çalışmasında her rapor teker teker ele alındı. Benim rapora sıra geldiğinde diğer raportörler eleştirilerini yönelttiler, notlar aldım. Ama beni şaşırtan, Harvard Üniversitesi hocalarından birinin söz alıp şöyle demesiydi:

Bildiğim kadarıyla sizin kanunda sokakta yaşayan hayvanları koruyan bir madde var. Raporda bahsetmişsiniz ama ayrıntıları yok. Daha ayrıntılı yazmanız mümkün mü? Çünkü bildiğim kadarıyla dünyada bir benzeri yok.

Hayvanları Koruma Kanunu’nun 6. maddesinden bahsediyordu. Kelime sınırım nedeniyle ayrıntılarına girememiştim. “Elbette, not alıyorum” derken başka bir Harvard hocası İstanbul’da yaptığı tatilden ve insanlarla sokakta yaşayan hayvanların birlikte kurdukları düzenin onu ne kadar şaşırttığı ve mutlu ettiğinden bahsetmeye başladı. O zaman fark ettim ki kültürümüze ve hayvanlara ilişkin hukuksal düzenlemelerimize imrenerek bakıyorlar. Bunun üzerine biraz okuyup düşününce şöyle bir sonuca ulaştım.

Batı medeniyetinin kurucu düşünceleri Aydınlanma ve hümanizm. İnsan haklarının da kaynağı olarak görüldüğü için çoğu zaman olumlu olarak algılanan bu iki düşünce, insanları doğadan ve diğer hayvanlardan farklı bir yere koymuş, başka bir deyişle onlardan koparmış ve bugünkü “steril” insan dünyasını yaratmış.

“İnsanlar üstündür. Doğa ve hayvanlar, onlardan faydalanalım diye vardır ve insan dışındaki her şey insanın iradesine tabidir” düşüncesi kültürel olarak yerleşmiş. O yüzden istedikleri hayvanları sevmek veya sömürmek, diğerlerini ise öldürmeye çalışmak bir sorun değil. Bu “ahlaki ikiyüzlülüğü” içselleştirmişler. Bu arada “ahlaki ikiyüzlülük” lafı bana ait değil, Batılı bir hukukçu olan Gary Francione’nin kendi kültürünü eleştirirken kullandığı bir söz.

Dünyanın geri kalanına baktığımızdaysa—her ne kadar Batı’nın hem silahı hem de kültürüyle sömürmek ve kolonileştirmek için işgal etmediği neredeyse hiçbir yer kalmadıysa da—buralarda “insanın üstün olduğu” ve “hayvanlarla insanların birlikte olamayacağı” düşüncesinin tam olarak yerleşmediğini görüyoruz. Latin Amerika’ya, Afrika’ya veya bizim de içinde bulunduğumuz Ortadoğu ve Asya ülkelerine baktığımızda evet, yine hayvan sömürüsü var ama aynı zamanda hayvanlarla iç içe bir yaşam da varlığını sürdürüyor. Sokaklar sadece insanların (ve onların evcil hayvanlarının) değil, parçası olduğumuz doğanın diğer tüm canlılarının da bir yuvası olarak görülüyor.

Nitekim Anadolu kültürü de bu yöndedir. Anadolu’da atlar, köpekler, kediler veya kuşlar önemsenir, değerlidir. Yaban hayvanlarına saygı duyulur. Bizim kültürümüz hayvanları öldürmek değil, yaşatmak üzerinedir.

Elbette Batı’nın Aydınlanma düşüncesi ve hümanizmi bizi de etkiledi. Özellikle Cumhuriyet’in ilk yıllarında Fransız Devrimi’ne uygun bir ulus-devlet kuruluşu için kültürel bir dönüşüm yaratılmaya çalışıldı. Buna bağlı olarak Türkiye, sadece coğrafi değil, kültürel anlamda da Doğu ile Batı arasında bir köprüye dönüştü.

Bu, hayvan hakları konusunda da böyle oldu. Anadolu kültürüne uygun olarak, sokakta yaşayanlar dahil, tüm hayvanlara saygı gösteren bir millet olarak, 2000’lerin başında normatif hukuk kuralımızı da ona göre düzenledik. Dünyanın geri kalanında olduğu gibi, sokakta yaşayan hayvanları kendi hâllerine bırakmadık, onları kanunla koruma ve kollama yoluna gittik. Böylece hem kendi kültürümüzü yaşatmayı hem de Batılı anlamda sağlıklı kentler kurmayı amaç edindik. Türkiye’yi hayvanlar konusunda farklı ve örnek bir ülke kılan bu oldu. Kurmuş olduğumuz bu denge, Batı’nın hocaları tarafından dahi araştırılan, öğrenilmeye çalışılan ve gıptayla bakılan bizim bir başarımız.

Yeni düzenleme: Batı’ya doğru, ama geriye

Şimdi bu başarıyı kendi ellerimizle yok etmek üzereyiz. Eğer haberler doğruysa ve Hayvanları Koruma Kanunu’nda sokakta yaşayan köpeklerin toplatılması ve sahiplendirilmemeleri hâlinde uyutulmasına yönelik bir değişiklik yapılırsa bu, evet, Batılı bir düzenleme olur ama doğru bir düzenleme olmaz. Anlamamız gerekiyor ki bu konuda Batı değil, biz ilerideyiz ve onlar bizi örnek alıyor. Hukuklarını daha adil olacak ve hayvanlara da haklar tanıyacak şekilde geliştirmeye çalışıyorlar ama bunu nasıl yapacaklarını bilemiyorlar. Bunun için baktıkları ülkelerden biri biziz.

Tüm bu söylediklerim elbette sokak köpekleri sorununu çözmüyor. Şimdiye kadar söylediğim, çözümün bir kanun değişikliğiyle Batı’nın yüzlerce yıl önce giriştiğine benzer bir katliamda olmadığı. Anlatmaya çalıştığım, bu değişikliğin yapılması hâlinde Batı’ya yol gösteren ülke olma özelliğimizi kaybetmemizin ötesinde kendi kültürümüze de ihanet etmiş olacağımız.

Binlerce canın öldürülmesine sebep olursak veya izin verirsek bir daha vicdanlarımız rahat eder mi? Ülkedeki her hak mücadelesine “Batı’nın ahlaksızlığı” yaftasını yapıştıranlar, Batı’nın asıl en ahlaksız düzenlemesine özenip katliam çağrıları yaparak Anadolu’nun kadim geleneklerine sırt çeviriyor ve kendi kültürlerini reddediyorlar.

Çözüm ne?

Peki bu sorunun bir çözümü var mı? Elbette var. Sokakta yaşayan köpeklerinin sayısının azalması için yapılması gereken Hayvanları Koruma Kanunu’nu değiştirmek değil, bilakis, onun uygulanmasını sağlamak. Kanunun 6. maddesi, sokakta yaşayan hayvanların alınıp, veteriner hekim kontrolünde tedavi edilip kısırlaştırılıp alındıkları yere bırakılmalarını emrediyor.

Belediyeler, şimdiye kadar bu görevlerini büyük ölçüde yerine getirmedi. Bazısı oy getirmediği için bu konuyu önemsemedi, diğerleri bütçe ayırmadı. Sayının artmasına neden olan da bu oldu. Dolayısıyla, eğer bir sorun varsa bunun sorumlusu köpekler değil, işini yapmayan belediyeler. Bu nedenle cezanın da köpeklere kesilmemesi gerekir.

Elbette saldırgan özellikler gösteren köpekler gözlem altına alınabilir ve bir daha salınmayabilir. Ama saldırgan bazı köpekler nedeniyle bütün sokak köpeklerinin öldürülmesini istemek ne adil ne de vicdana uygun. Bu, masum canlara yönelik bir katliam çağrısı. Ve tarih bize gösterdi ki hiçbir katliam çağrısı sokakları daha güvenli yapmadı. Bilakis, bir katliama izin vermek, sonraki katliamlara kapı aralar. Bugün sokaktaki köpekleri hedef alanların, başarılı olmaları hâlinde yarın neyi veya kimi hedef alacaklarını bilemezsiniz. Bu tür çağrıları yapanların her zaman bir düşmana ihtiyacı vardır. Bugün köpekler olur, yarın başkası, öbür gün siz.

Sokakları herkes için güvenli hâle getirecek olan, kitlesel bir öldürme seferberliği değil, hukuka uygun ve haklara saygılı çözümlerdir. Yapılması gereken, iktidarın ulusal koordinasyonu ve maddi desteğiyle yerel yönetimlerin kanuni sorumluluklarını yerine getirmesini ve planlı bir şekilde tüm sokak köpeklerinin tespit edilip sağlıklı bir ortamda kısırlaştırılmasını sağlamak olmalı. Bu konuda da dünyaya örnek olmak elimizde. Yeter ki vicdanlı ve istekli olalım.

[İklim Krizi] Avrupa’da bu yaz yine sıcak rekorları kırılacak

Resmi kurumların açıkladığı verilere göre Avrupa’da önümüzdeki hafta başlayacak olan sıcak dalgaları, tüm kıtayı etkisi altına alabilir.

Paris Olimpiyat Oyunları‘nda sıcaklık dalgalarının atletler üzerindeki etkisi endişe yaratıyor. İspanya, yeni bir harita yayınlayarak daha doğru sıcak dalgası tahminleri sunmayı hedefliyor. Kıtadaki şehirler, aşırı sıcaklara uyum sağlamak için önlemler alıyor.

Euronews’in aktardığına göre on on bir ayda sürekli olarak sıcaklık rekorları kırıldı ve Kuzey Atlantik‘teki deniz yüzeyi sıcaklıkları en az kırk yıldır en yüksek seviyeye ulaştı. Bu nedenle, uzmanlar kıtanın bu yaz alışılmadık derecede sıcak geçeceği ve muhtemelen rekor kıracağı konusunda uyarıyor.

Meksika’daki şiddetli sıcak dalgası, yüzlerce ‘uluyan maymun’un ölümüne neden oldu
İklim krizi: Güney Sudan’da okullar 45°C’lik sıcak dalgası öncesi kapanıyor
Sıcak dalgası Türkiye’de: Neden ısınıyoruz?

Ortalamanın üzerinde sıcaklıklar öngörülüyor

Hava dalgaları ve hava durumu tahminleri konusunda kesin bir öngörüde bulunmak zor, ancak geçmiş hava olayları bazı ipuçları verebilir. Weather & Radar‘dan meteorolog Tamsin Green, hava durumunun aylar öncesinden doğru bir şekilde tahmin edilmesinin oldukça zor olduğunu belirtiyor. Ancak, mevcut veriler ve hava modelleri incelendiğinde, Haziran, Temmuz ve Ağustos aylarının ortalama sıcaklıkların üzerinde seyredeceği öngörülüyor.

Avrupa genelinde hava durumu büyük farklılıklar gösterdiği için sıcak bir yazın nerede yoğunlaşacağını tahmin etmek zor olabilir. Green, Güney ve Doğu Avrupa’da sıcak noktalar olabileceğini ifade ediyor. Batı Avrupa‘da Haziran ayında ortalama yağışlar beklenirken, Temmuz ayında Güney Avrupa’da yağışların artması, Doğu Avrupa’da ise daha kuru koşullar öngörülüyor. Ağustos’ta ise kıtanın büyük bir bölümünde daha kuru ve stabil hava koşulları bekleniyor.

Avrupa’nın değişken havasını birçok farklı faktör etkiliyor. Dünya şu anda El Niño ve La Niña iklim olayları arasında bir geçiş döneminde. Bu geçiş, küresel hava ve sıcaklık modellerini belirlemede kritik bir rol oynuyor. Yazın başına kadar bu nötr dönemde kalınması bekleniyor, ancak El Niño’nun etkileri devam ediyor.

Son aylarda hava ve okyanus sıcaklıkları astronomik derecede yüksek. El Niño, orta ve doğu tropikal Pasifik Okyanusu‘ndaki ortalamanın üzerindeki deniz yüzeyi sıcaklıkları ve artan yağışlarla tanımlansa da, küresel etkileri de gözle görülür ölçüde belirgin.

NOAA uyardı: Bu kasırga sezonu on yılların en kötüsü olabilir
İklim krizi, kasırgaların şiddetini artırıyor: Mega kasırgalara ‘Kategori 6’ gerekli
İklim krizi, Birleşik Krallık ve İrlanda’da ‘dinmeyen yağmurlar’a neden oluyor

Green, bir yerdeki hava olaylarının domino etkisiyle gezegenin diğer tarafındaki koşulları etkileyebileceğini belirtiyor. Örneğin, dünyadaki yağışların artması başka bir yerde azalmasına neden olabiliyor. Avrupa, tropik fırtınaların kalıntılarıyla yağmur ve rüzgar alabiliyor. Haziran’dan Kasım’a kadar olan kasırga sezonunda Atlantik’teki fırtına aktivitesi, Pasifik’te La Niña’nın etkisiyle artabilir.

Üst üste sıcaklık rekorları kırılıyor

Avrupa’nın giderek daha sıcak yazlar yaşamasının en büyük nedenlerinden biri iklim değişikliği. Green, “Sürekli olarak sıcaklık rekorları kırmamız göz ardı edilemeyecek bir gerçek” diyor. Son on yıl, kaydedilen en sıcak on yıl oldu ve 2024 Nisan ayı üst üste on birinci sıcak rekorunu kırdı. Dünya Meteoroloji Örgütü (WMO) ve AB iklim ajansı Copernicus‘un (C3S) verilerine göre, 1991’den bu yana Avrupa, küresel ortalamanın iki katı hızla ısınıyor.

Kıtadaki en şiddetli otuz sıcak dalgasının yirmi üçü 2000’den bu yana gerçekleşti – beşi son üç yılda oldu. Son beş yılın ortalaması, Avrupa’daki sıcaklıkların sanayi öncesi seviyelerin 2,3 derece üzerinde seyrettiğini gösteriyor. Bu oran, küresel ortalamanın 1,3 derece üzerinde. Bu nedenle Green, 2024’ün bir başka rekor kıran yıl olacağını yüksek bir kesinlikle öngörüyor.