Ana Sayfa Blog Sayfa 110

Latmos’ta büyük buluşma: Halk Sakarkaya’da maden şirketine karşı bir araya geldi

Latmos Platformu’nun “Latmos dostlarını çağırıyor” seslenişine destek veren Muğla Yeşil Yaşam Derneği, Akbük Çevre Bileşenleri, Kuşadası EKODOS (Ekosistemi Koruma ve Doğa Sevenler Derneği), Milas’tan gelen yurttaşlar ve Sakarkaya köylüleri, Sakarkaya köy meydanında bir araya geldi. Toplantıda, platform ve dernek temsilcileri maden alanındaki mevcut durum hakkında bilgilendirme yaparken, Avukat Mehmet Çilsal hukuk süreci ile ilgili detaylı bilgi verdi.

Avukat Mehmet Çilsal, yaptığı açıklamada, maden şirketinin faaliyete başlama sürecinin halkın bilgisinden kaçırılan, gizli gizli kurullar arası bürokratik yazışmalar ile kotarılmaya çalışılan hukuk dışı bir işlem olduğunu belirtti. Hazırladıkları dava dilekçesiyle bir iki gün içerisinde davayı açacaklarını duyurdu.

Konuşmacılar, mücadele deneyimlerini paylaşarak, milyonlarca yıllık benzersiz jeolojik formasyonların, fıstık çamlarının, antik yolların, yaban hayvanlarının su içtiği derelerin, yüzlerce yıldır kullanılan tarım teraslarının, taş döşeme patikaların, antik yolların ve taş evlerin maden şirketi tarafından tahrip edilmesine izin vermeyeceklerini ifade etti. Maden şirketine karşı hem hukuki mücadeleyi sürdüreceklerini hem de anayasanın kendilerine tanıdığı yurttaşlık haklarını sonuna kadar kullanacaklarını belirterek kararlılıklarını dile getirdiler.

Bölge halkı ve çevre gönüllüleri, Latmos Dağları’nın doğal ve kültürel mirasını koruma kararlılıklarını bir kez daha ortaya koydu ve bölgedeki maden tehdidine karşı birlikte mücadele edeceklerini vurguladı.

Aydın’da 8,500 yıllık tarihe sahip Latmos’a yapılması istenen iki madene karşı dava açıldı
Latmos Dağı’nda maden tehdidi büyüyor: Çörlen’e kepçeler girdi
Latmos Dağı’na iyi haber: Mahkeme maden şirketinin izinlerini iptal etti

Latmos’ta ne olmuştu?

Aydın’ın Koçarlı ilçesi sınırlarındaki Bağarcık Mahallesi Çörlen Mevkii’nde, milyonlarca yılda oluşan kayalar, maden şirketleri tarafından kırıcı ve delicilerle paramparça ediliyor.

Latmos Dağları, UNESCO Dünya Miras Listesi’ne girmeye aday bir bölge olarak kabul ediliyor. Tabiat Varlıklarını Koruma Genel Müdürlüğü’nün Ekolojik Temelli Bilimsel Araştırma Projeleri kapsamında yapılan değerlendirmeler sonucu, maden faaliyetlerinin kesinlikle yapılamayacağı “Nitelikli Doğal Koruma Alanı” statüsü için başvuru yapılmıştı ve onay aşamasına gelinmişti. Ayrıca, bölge Doğa Koruma Milli Parklar Genel Müdürlüğü’nün “Öneri Milli Park Sahası” içinde yer alıyor ve daha önceki işletme talepleri de olumsuz sonuçlanmıştı.

Maden faaliyetleri başladığında Latmos Dostları çatısı altında toplanan sivil toplum kuruluşları, Kültürel ve Doğal Mirası İzleme Platformu’ndan arkeolog Nezih Başgelen, EKODOSD’dan Bahattin Sürücü ve Latmos Platformu’ndan Dr. Varol Aydın’la birlikte kamu kurumlarına ziyaretler gerçekleştirdi. Bölgedeki maden sorunuyla ilgili hazırlanan dilekçe, Aydın Vali Yardımcısı Dr. Mehmet Göbekmerdan’a sunulmuştu. Ayrıca, Koçarlı Kaymakamlığı, Çevre Şehircilik ve İklim Değişikliği İl Müdürlüğü ve Doğa Koruma ve Milli Parklar Aydın Şube Müdürlüğü’ne yapılan ziyaretlerde, maden çalışmalarının ivedilikle durdurulması talep edildi.

Mayıs ayında maden faaliyetleri geçici olarak durdurulmuş ancak ertesi gün çalışmalar tekrar başlatılmış ve kayaların kırılmaya devam ettiği bildirilmişti. Egamin Mineral Madencilik firması, bölgenin kültürel peyzajını bozduğu ve geri dönüşü olmayan zararlara yol açtığı için sivil toplum örgütleri tarafından protesto ediliyor.

[Yeşil Gazete Karadeniz’de] Çaycuma’nın ünlü mandaları da tescilli ürünü manda yoğurdu da yok oluyor

Haber: Burak ALTINOK

*

Zonguldak’ın Çaycuma ilçesinde 2020 yılında coğrafi işaret alan manda yoğurdu kaybolma tehlikesiyle karşı karşıya. Yeşil Gazete ’ye konuşan Manda Birliği Başkanı Memduh İnam üretici sayısının her geçen sene azaldığını belirtirken, Profesör Dr. Mehmet İhsan Soysal da Türkiye’de 1955 yıllarında 1 milyon 300 bin manda popülasyonu olduğunu, 1994 yılında bu rakamın 194 bine, 2020’lerde ise 200 bine kadar gerilediğini açıkladı.

2021 yılında kaleme aldığı “Manda ve Ürünleri Üretimi” adlı kitabında FAOSTAT verilerine yer veren Soysal, 2018 yılında dünya çapında 127 milyon 658 bin 734 ton manda sütü üretildiğini açıklarken, Türkiye’nin sıralamadaki yeri dikkat çekiyor.

TÜİK’in 2020 yılında yayımladığı “İstatistiklerle Türkiye” adlı raporun “Türkiye Manda Popülasyonu” başlığına göre Samsun ve İstanbul öne çıkarken, coğrafi işaretli ürünü bulunan Zonguldak, bu illerin arkasında kalıyor.

Haritaya göre Zonguldak’ta 2 bin 598 ile 4 bin arasında manda popülasyonuna sahip olduğu tahmin ediliyor.

Rapora göre İstanbul toplam 27 bin 816 mandaya sahipken, Afyon 11 bin 903, Balıkesir 9 bin 490 mandaya ev sahipliği yapıyor.

Türkiye genelinde ise 2022 yılı itibariyle toplam manda sayısı 171 bin 835.  Bu rakam 2021 yılında 185 bin 754, 2020 yılında ise 102 bin 489 olarak açıklanmıştı.

‘Mandalarla birlikte, kültür de yok oluyor’

Manda yoğurdu üreticilerine göre, manda sayısındaki bu düşüş, bölgedeki yerleşik kültürü de yok ediyor. Üretici Yeliz Yılmazer insanların mandalara bakmakta zorlandıkları için sattıklarını belirtirken, Manda Birliği Başkanı Memduh İnam, bu zorlukların aşılmaması durumunda manda yetiştiriciliği ve manda yoğurdu geleneğinin 10-15 sene içerisinde yok olacağını belirtiyor.

Yaklaşık 10 senedir manda yoğurdu üretimi yapan Yılmazer hayvanlarını sattığını, diğer komşularının da satmaya çalıştığını anlatıyor:

“Çaycuma’da yaşıyorum. Burada bu hayvanlara bakmak köye göre daha zor oluyor. “Koku oluyor” diye belediyeye şikâyet gittiğinde zabıtalar hemen gelip insanlara ceza yazıyor. Tanıdığım birçok insan bu şekilde ceza aldı. Tüm bunlar da zaten zor geçinen çiftçilerin ve çobanların yaşamını zorlaştırıyor ve insanlar hayvanlarını satmak durumunda kalıyor. Daha geçtiğimiz günlerde benimle birlikte manda bakan insanlar ‘Mandalarımızı satacağız, almak ister misin?’ diye bana sordular. Manda sütü ve dolayısıyla yoğurdu üreticisi her geçen gün azalıyor.”

 ‘Destekleyeceklerine ceza yazıyorlar’

Zonguldak’ta yaklaşık 800-850 mandanın olduğunu açıklayan Manda Birliği Başkanı Memduh İnam da manda popülasyonunun yaklaşık yüzde 60’ının Çaycuma’da olduğunu söylüyor. Hayvanlara bakımın zorluklarını ifade eden İnam, şöyle konuşuyor:

“Mandalar gezen hayvanlar. Zonguldak’ta da genellikle köylerin ve tarlaların yanından yollar geçiyor. Bir mandaya araç çarparsa manda sahibi hayvanını kaybetmekle kalmıyor hem ceza kesiliyor hem de hasar gören aracı yaptırmak zorunda kalıyor. Tek geçim kaynağı bu hayvan olan insanlar bu araçların masraflarını nasıl ödesin? Bu nedenle bizlere çok acil alt geçitler lazım. 10-15 km uzunluğunda bariyerler lazım. Birçok kurumla bu konuyu konuştum, dilekçeleri gönderdim ama kimseden bir ses çıkmadı. Böyle giderse her sene azalan manda bakıcıları 10-15 sene içinde burada tamamen bitecek ve bu da tescilli bir ürün olan Çaycuma Manda Yoğurdu’nun sonunu getirecek.”

 Tarım sigortalı kişi sayısı azalıyor

Sosyal Güvenlik Kurumu (SGK)’nın verileri ise Türkiye’de genel anlamıyla hayvancılığın azaldığını doğruluyor.

SGK’nın veri bölümünde “aktif sigortalılar (tarım)” kategorisi incelendiğinde ulaşılan en eski veri Türkiye’de 2009 yılında 1 milyon 16 bin 692 sigortalı tarım sigortalı işçi olduğunu gösterirken bu rakam 2023 yılında 460 bin 260’a kadar gerilemiş durumda.

 

İklim krizi: Üç günde ikinci türbülans vakası Katar uçağında

Katar’ın başkenti Doha‘dan İrlanda‘ya hareket eden Qatar Airways uçağının Türkiye üzerinden geçerken “türbülansa girmesi nedeniyle” altısı yolcu, altısı mürettebat olmak üzere 12 kişi yaralandı.

Boeing 787 Dreamliner tipi uçakla yapılan QR017 sefer sayılı Qatar Airways uçağı pazar günü öğleden sonra saat 13.00 sularında Dublin Havaalanı’na vardı. Uçak acil müdahale ekipleri tarafından karşılandı.

Yaralanan yolculardan sekizi hastaneye kaldırıldı.

İrlanda ulusal yayıncısı RTE’ye göre, yolcular yiyecek içecek servisi sırasında yaşanan olayın 20 saniyeden kısa sürdüğünü söyledi.

Qatar Airways de “az sayıda” yolcu ve mürettebatın uçuş sırasında hafif yaralanmalar yaşadığını ve tıbbi yardım aldıklarını açıkladı. Trbülans hakkında doğrudan yorumda bulunmayan havayolu, olayın şirket tarafından incelendiğini belirtti.

Geçen hafta Londra’dan Singapur’a gittiği sırada büyük bir türbülansa gittiği açıklanan Singapur Havayolları uçağındaki bir yolcu hayatını kaybetmiş, 43 kişi de yaralanmıştı. Yolcular, uçağın birden irtifa kaybettiğini ve emniyet kemeri takmayanların kabinin tavanına çarptıklarını anlatmıştı.

Singapur Havayolları bu olayın ardından emniyet kemeri ikaz lambaları yanarken yiyecek ve içecek servisi yapmama kararı almış; ayrıca, emniyet kemeri ikaz lambaları yanarken mürettebatın da koltuklarına dönüp kemerlerini bağlamaları talimatı verilmişti.

Singapur uçağının yakalandığı şiddetli türbülansın olağan şüphelisi: İklim krizi

Küresel sıcaklıkların artması, türbülansların yoğunlaşmasına neden oluyor

İklim değişikliği küresel sıcaklıkların artmasına neden olurken, bilim insanları türbülansın nedenlerinden bazılarının halihazırda yoğunlaştığını söylüyor.

Dünya fosil yakıtları yakmaya devam ettikçe küresel sıcaklıklar artıyor ve türbülans da bu ısınmadan etkilenen bir başka doğal olay. Uçuşun yaygın bir parçası olan türbülansların ölümlere ve yaralanmalara neden olanları çok nadir meydana geliyor.

Türbülansın ana nedenlerini uçağın rotası üzerindeki dağlar, fırtınalar ve jet akımları oluşturuyor. Bu da bazı durumlarda bunları tahmin etme ve bunlardan kaçınma görevini basitleştiriyor, pilotlar, dağların üzerinden yükselen veya fırtınanın etrafından yükselen havadan mümkün olduğunca kaçınmak için bir rota planlayabiliyor.

Melbourne Üniversitesi‘nden atmosfer bilimcisi Profesör Todd Lane, “Bu, rüzgar düzenlerini etkiliyor ve etkilenen etkilerden biri de jet akımlarıdır. Uçak uçuş seviyesindeki jet akımlarının yoğunlaşması öngörülüyor, bu da bu bölgelerin daha çalkantılı hale geleceği anlamına geliyor” diyor.

2017 yılında yapılan bir araştırma, iklim değişikliği nedeniyle 2050-2080 yılına kadar Kuzey Atlantik‘te şiddetli türbülansın iki ila üç kat daha yaygın hale geleceğini hesaplamıştı. Ancak aynı çalışma, Avustralya‘daki şiddetli türbülansta yüzde 50’lik daha küçük bir artış öngördü.

Profesör Lane, “Jet akımlarının doğası, kara kütlelerinin konumu nedeniyle kuzey ve güney yarımkürede biraz farklıdır. Kuzey yarımkürede, özellikle Kuzey Kutbu çevresinde çok güçlü bir iklim değişikliği sinyali var” derken, iklim bilimciler ise giderek yoğunlaşan jet akıntılarının yanı sıra fırtınaların da kötüleştiği konusunda uyarıyor.

Tropik bölgelerdeki türbülansın çoğu da fırtınalardan kaynaklanıyor: “Daha sıcak bir atmosferle atmosfer daha fazla su tutabilir, bu da iklim değişikliğiyle birlikte en şiddetli fırtınaların daha da şiddetli olmasına yol açabilir. Bu fırtınalar daha yoğun hale geldikçe, daha yoğun türbülans da oluşturabilir. Bu sadece gelecekte yaşanacak bir sorun değil, zaten oluyor.”

İngiltere’deki araştırmacılar tarafından geçen yıl yayınlanan bir araştırma da iklim değişikliğinin son 40 yılda türbülansta artışa neden olduğunu ortaya çıkarmıştı. Reading Üniversitesi‘ndeki çalışma, “Orta enlemlerde, uçakların seyir irtifalarında büyük artışlara dair açık kanıtlar buluyoruz” sonucuna vardı.

Çalışmayı yürütenlerden, Reading Üniversitesi’nden atmosfer bilimci Profesör Paul Williams, “İklim değişikliğinin gelecekte açık hava türbülansını artıracağını gösteren on yıllık bir araştırmanın ardından, artık artışın çoktan başladığını gösteren kanıtlarımız var” dedi.

 

 

Rezerv Alan Yasası’ndan ‘rant-İstanbul’a doğru-1: Şişli

Video-Haber: Hakan TOSUN

*

Geçtiğimiz yıl, deprem gerekçesiyle yasalaşan “Rezerv Alan” yasasının aslında çok uzun yıllar önce hayatımıza girdiğini ama çeşitli kılıflarla üzerinin örtüldüğünü biliyor muydunuz ?

Yasa çıkmasıyla birlikte ilk olarak İstanbul‘un Üsküdar ilçesi sınırları içindeki Diyanet İşleri Başkanlığı‘nın sahip olduğu  29 Mayıs sitesindeki direnişle kendisini göstermişti. Yaptığımız araştırmalardan sonra bu yasanın geçmişinin aslında eskilere dayandığını yıllardır evlerini ve yaşam alanlarını korumak için mücadele eden Başakşehir belediyesine bağlı Şahintepe’de 2012 yılından beri uygulandığını gördük.

Rezerv Yasası nedir?

9 Kasım’da Kentsel Dönüşüm Yasası olarak da bilinen 6306 Sayılı Kanunda yapılan değişiklikle yerleşim yerlerinin de “rezerv alan” ilan edilebilmesinin önü açıldı. 21 maddelik kanunun öncelikli amacının, afet riski bulunan bölgelerde kentsel dönüşüm çalışmalarını hızlandırmak olduğu açıklanmıştı.

Yasayla hasar tespit raporlarına dayalı olarak tesis edilen idari işlemlere karşı açılan iptal davalarında yeni usuller getirildi; yargı süreçleri hızlandırıldı.  Yürütmenin durdurulması talebine ilişkin olarak verilen kararlara itiraz edilememesi hükme bağlandı.

Yeni kentsel dönüşüm yasası çıktı: Rezerv yapı alanındaki tanım değişikliği ne anlama geliyor?
Rezerv alanlar kim(ler) için?

Bunun ilk uygulaması ise 6 Şubat depremlerinde büyük yıkım yaşayan Hatay‘ın Antakya ve Defne ilçelerinin tamamının “rezerv alan” olarak ilan edilmesi oldu. Kentsel Dönüşüm Başkanlığı, iki ilçedeki 207 hektarlık bölgeyi rezerv yapı alanı ilan etti. Hatay Barosuna göre bu, 50 bin insanın mülksüzleşme riskiyle karşı karşıya olduğu anlamına geliyor.

İlk rezerv yapı alanı ilanı Antakya ve Defne’de: 50 bin kişi mülksüzleşebilir
Hatay’daki mülk sahipleri endişeli: Sit alanı, riskli ve rezerv alan bilinmezliği…

Mülkiyet tartışmalarına neden olan değişiklikle ilgili İstanbul Büyükşehir Belediyesi’nin (İBB) hazırladığı raporda ise İstanbul’daki rezerv alanların yerleri tespit edildi. Rapora göre 6306 sayılı yasa değişmeden önce 22 bin hektarı Kanal İstanbul projesi çeperinde olan toplamda 38 bin 830 hektar büyüklüğündeki bölge rezerv alan ilan edildi. İlan edilmiş rezerv alanlara toplamda 2 milyon 850 bin nüfusun taşınması öngörülürken, İBB tarafından imar planlarına dair açılmış 47 ayrı dava bulunuyor.

‘Rezerv alan’, yıllardır uygulanıyor

Konuyla ilgili görüştüğümüz Şehir Plancıları Odası’ndan Ülgen Şendil1 Mayıs mahallesi, Fikirtepe, Ali Samiyen Stadı, Tozkoparan, gibi birçok örnek olduğunu doğudan batıya İstanbul’un yaklaşık 150 noktasında yasanın yıllardır uygulamada olduğunu” söylüyor.

Rezerv Alan yasasıyla İstanbul-Şişli merkez mahallesindeki taşınmazına Taş Yapı İnşaat tarafından el konulan Sitare Kaftan da “Taş yapı İnşaat’ın Çevre ve Şehircilik Bakanlığıyla iş birliği içinde olduğunu birçok dava açmalarına rağmen mahkemelerin şirket lehine kararlar verdiğini” anlatıyor: “Büyükşehir ve Şişli Belediyesinin çalışmaları durdurmasına rağmen şirket, faaliyetlerine devam ediyor.

Yurttaşlar tepkili: Rezerv alan ilan edilen bölgeye 72 katlı rezidans projesi

Şişli gibi yapı stoğunun ve insan nüfusunun oldukça yoğun olduğu bir bölgede yeni yapılacak olan gökdelenlerle birlikte nüfusun daha da artacağını söyleyen Şişli Kent Konseyi başkanı Şükran Eroğlu ise “Şişli’nin ihtiyacının otopark ve yeşil alan olduğuna, yeni yapılacak yapılarla birlikte ilçenin yaşanmaz bir yere dönüşeceğine” dikkat çekiyor.

Güldünya Yayınları’ndan yeni kitap: Bir Özgürleşme Kılavuzu

Her kadının feminist olma macerası birbirinden farklıdır. Kimi küçük bir kızken kendisine dayatılan rolü benimsemez, kimi evlendikten sonra kendisini bir cenderede hisseder, kimi çocukların sorumluluğuyla baş başa kaldığında sorgulamaya başlar, kimi aşkta kalbi kırıldığında… Ama feminist olduktan sonra pek çok kadının önüne, benzer sorunlar çıkar, çoğu kadın aynı soruları sorar, aynı tartışmalarla yüz yüze kalır.
Alman gazeteci ve yazar Katrin Rönicke’nin kaleme aldığı ‘Bir Özgürleşme Kılavuzu’, mümkün olan her durumda kadınlarla çalışan Güldünya Yayınları’ndan çıktı.
Rönicke, Demokratik Alman Cumhuriyeti’nde dünyaya gelmiş, iki farklı Almanya ile ilgili kıyaslamaları, Alman toplumuyla ilgili gözlemleri de anlattıklarını ayrıca ilginç kılıyor. Rönicke’nin bu kişisel anlatısında, feminist olduğu için mutlu olan ve feminist olmanın zorluklarıyla baş etmeye çalışan her kadın için yararlı olabilecek şeyler var.

Zincirlerimizi kırarken…

Ayşe Özgün Altıparmak’ın çevirisini üstlendiği, feminist gazeteci ve yazar Necla Akgökçe ile Mine Şirin’in yayına hazırladığı kitabın kapak tasarımını Minife Yıldızhan yaptı.
2014 yılında kurulan Güldünya Yayınları, feminist teori ve politika kitaplarının yanı sıra dünyanın dört bir yanından kadın hareketi, farklı feminist örgütlenme deneyimleri, kadın biyografileri, tanıklık derlemeleri, kadın edebiyatçıların eserleri ve kadın sanatçılar tarafından ya da bilim kadınları hakkında yazılmış kitapları yayınlıyor, küresel güney ve küresel doğuda kaleme alınmış çalışmalara ağırlık veriyor. Yayınevi ayrıca çocuk, genç ve yetişkin okurlara yönelik kitaplar ve feminist masallar da yayınlıyor.
“Dünyanın her yerinde, senin gibi, çalışan, seven, öfkelenen, mücadele eden kadınlar, arkadaşların var. Onların kaleminden kitaplar… Yalnız olmadığını hatırlamak için!” sözleriyle yola çıkan yayınevi, adını, 2004 yılında iki ağabeyi tarafından sokak ortasında vurulduktan sonra kaldırıldığı hastanede yine ağabeyleri tarafından öldürülen Güldünya Tören’den aldı.

Künye

Yazar: Katrin Rönicke
Çeviri: Ayşe Özgün Altıparmak
Yayına Hazırlayan: Necla Akgökçe, Mine Şirin
Kapak ve Mizanpaj: Minife Yıldızhan
Matbaa: Berdan Matbaacılık
Baskı Tarihi: 2024, Birinci baskı

Mersinliler, Ege’den koruma altındaki kıyılarına taşınacak balık çiftlikleri için ayakta

Mersinliler, deniz turizmine zarar verdikleri gerekçesiyle Balıkesir-Edremit koylarından sökülerek Mersin‘in Aydıncık ve Anamur ilçeleri arasındaki sahil şeridine taşınmak isteyen balık çiftliklerine karşı dün bir araya geldi.

28 Mayıs’ta yapılacak İnceleme-Değerlendirme Komisyonu (İDK) toplantısının ardından verilecek karar öncesinde, Aydıncık Balık Çiftliklerine Hayır İnisiyatifi üyeleri, Balıkçı Barınağı tören alanında düzenledikleri protesto eyleminde, koylarının koruma altında olduğunu hatırlatarak, turizm ve balık çiftliklerinin bir arada olamayacağına dikkat çekti.

2010’lu yıllarda Muğla’daki balık çiftliklerinin turizme zarar verdikleri ve denizi kirlettikleri gerekçesiyle açık alanlara taşınması gündeme gelmiş, o tarihlerde Tarım Bakanlığı Mersin kıyılarını potansiyel üretim alanı ilan edince çok sayıda şirket Mersin’de balık çiftliği kurmak için Çevresel Etki Değerlendirmesi (ÇED) raporu almıştı.

Geçen haziran ayında Aydıncık kıyılarında halihazırda iki çiftliği bulunan AGROMEY Gıda ve Yem San. Tic. A.Ş., şu an Balıkesir’de bulunan iki adet çiftliğini de Aydıncık’a taşımak için bakanlığa “mecburi yer değişikliği projesi” için ÇED dosyasını sunmuştu.

Turizm gerekçesiyle Balıkesir’den çıkarılan balık çiftlikleri Mersin kıyılarına geliyor
Mersin’de balık çiftliği isyanı: GDO’lu ve yağlı besinler denizleri kirletiyor!
Mersin’de uluslararası anlaşmalarla korunan koydaki balık çiftliği projesinin ÇED toplantısı yaptırılmadı

 Aydıncık Kent Gelişimi Dayanışma ve Yardımlaşma Derneği (AGİKDER) Yönetim Kurulu Başkanı Mustafa Şimşek‘in dile getirdiği açıklamada, taşınma sürecinin iptal edilmesi istendi:

‘Günlük 20 ton atık Ege’den Akdeniz’e taşınıyor’

“Bizler sivil toplum kuruluşları, kent konseyi, odalar, belediye ve siyasi parti ilçe teşkilatlarının temsilcileri ile muhtarlar olarak Aydıncık’ta Soğuksu Koyu girişinden başlayarak Gözce’ye kadar çok geniş bir sahada kurulması planlanan onlarca balık çiftliklerinin günlük 20 ton üzerinde yaratacağı atığın, kıyılarımızı kirleteceği ve sahillerimize yapacağı tahribat nedeniyle karşı çıkmaktayız. Çiftlik sahasındaki rüzgar ve akıntı hızları dikkate alındığında, bu kadar yoğun atığın çok kısa süre içerisinde sahil ve denizlerimizi kirleteceği, Aydıncık’ın turizm geleceğine zarar vereceği çok açıktır.

“Balık çiftliklerinin yoğun olduğu Muğla ve Balıkesir örneklerinden de görüleceği, ÇED Raporundan anlaşılacağı üzere çiftliklerde kullanılan yemler ve ilaçlar, suya atılan atıklar ve balıkların dışkıları su kirliliğine neden olmaktadır. Yarattıkları bu kirlilik nedeniyle balık çiftliklerinin Ege kıyılarından sökülerek Akdeniz kıyılarına taşınmaya başladığı resmi kayıtlara da girmiş bulunmaktadır. Üretim sahasındaki hastalık ve parazit yayılımı kontrol edilemediğinde bu durum diğer balıkları da yayılabilir, doğal popülasyon olumsuz etkilenebilir. Ayrıca, yetiştirme balıkları, doğal balık türlerine rekabet edebilir ve yerli türlerin genetik çeşitliliğini azaltabilir.”

Balık çiftliklerinde yetiştirilen balıklar yaşamaktan vazgeçiyor

Deniz çiftliği kurulmak istenen alan Akdeniz foklarının yaşam alanı

Balık çiftliklerinin kurulması planlanan deniz sahasının, Aydıncık İlçesi sınırları içerisinde bulunan Sancak Burnu Mevkii ile Bozyazı İlçesi sınırları içinde bulunan Kızıl Liman Mevkii arasında olduğunu, bu alanın ise Türkiye’nin taraf olduğu Bern Sözleşmesi kapsamında ekobiyolojik çeşitliliğgn koruması altında olduğunu vurgulayan Şimşek, aynı sahanın nesli tükenmekte olan Akdeniz foklarının yaşam ve üreme alanı olduğunu belirtti.

İnisiyatif, Bakanlık yetkililerinden halkın sesine kulak vermesini, ilçe turizminin geleceğine zarar verecek, denizleri kirletecek, plajları kullanılamayacak hale getirecek, eko sistemine ve insan sağlığına zarar verecek balık çiftliklerinin kurulmasına yönelik hazırlanan ÇED raporunun reddedilmesini ve sürecin iptal edilmesini istedi.

Eylemde konuşan Mersin Çevre ve Doğa Derneği (MERÇED) Başkanı Sabahat Aslan da, balık çiftliklerinin Aydıncık-Anamur hattına kaydırılmasına karşı yaklaşık 15 yıldır mücadele ettiklerini anlattı:

“Mücadele ederek buralarda balık çiftliklerinin kurulumuna izin vermedik. Bundan sonra da izin vermeyeceğiz. Çiftlikler, Balıkesir-Edremit ve Muğla’dan, oradaki turizmi bitirdiği, ekosisteme zarar verildiği için taşınmak isteniyor. Şimdi aynı şeyi burada yapmak istiyorlar. Bakanlığın salı günü vereceği karar öncesi talebimizi ve itirazımızı iletmek istiyoruz” dedi.

Çiftliklerin kurulmaması için var güçleriyle savaşacaklarını belirten Aydıncık Belediye Başkanı Özkan Kılıçarpa ise, “Bu memleketi biz miras almadık, sadece emanetçiyiz. Gelecek nesillere bu emaneti daha güzel bir şekilde aktarmak mecburiyetindeyiz. Yaşanacak başka bir Aydıncık yok” diye konuştu.

 

[Yeşil Tarifler] Hayvanlar için tertemiz kuru şampuan tarifi

Hayvanlar için kuru şampuan denemeyi hiç düşündünüz mü?

Yeşil Tarifler‘de bu hafta, basit malzemelerle evde yapabileceğiniz bir tarif daha paylaşıyoruz.

Yıkanmaktan haz etmeyen hayvan dostlarımız için evde rahatlıkla hazırlayabileceğimiz bu karışım, taramadan önce kullanıldığında tüyleri temizliyor, ferahlık veriyor.

Daha fazla yeşil tarif için Yeşil Tarifler YouTube kanalına abone olmayı unutmayın!

İliç faciasında altı kişi daha tutuklandı: Anagold Türkiye müdürü de aralarında

Erzincan İliç’te Anagold Madencilik’e ait Çöpler Altın Madeni’nin liç sahasında meydana gelen faciayla ilgili yeni bilirkişi raporu yayımlandı.

Raporda, olay için ‘iş kazası’ denilirken Anagold Madencilik’in Türkiye Müdürü Cengiz Yalçın Demirci’nin aralarında olduğu 13 kişi, asli kusurlu sayıldı. Ayrıca Çevresel Etki Değerlendirmesi (ÇED) olumlu raporunda imzası bulunan yetkililer de bilirkişilerce asli kusurlu bulundu.

‘Proje doğru yapılmadı’

Beş işçinin hala siyanürlü toprak altında olduğu İliç’te bilirkişiler ikinci kez rapor hazırladı. Dokuz kişinin hayatını faciada, asli kusurlu bulunan; ÇED olumlu raporunda imzası bulunan yetkililer ile 13 kişinin yanı sıra 26 kişi de tali kusurlu olarak belirlendi.

Raporda özetle şu ifadelere yer verildi:

“Olayın meydana gelmesinde proje yönetim mekanizmasının doğru şekilde kurulmamış olmamasının, faz4B olarak kapasite artışına gidilmiş olmasının ve hazırlanan projelerdeki tasarım hatalarının bulunmasının, işletme aşamasında proje tasarım kriterlerinin yetersiz takip edilmesinin, uyarı sistemlerinin yetersiz olmasının ve çatlakların uyarı vermesi sonrası olayın etkin şekilde yönetilmesini sağlayacak sistemin bulunmamasın etkili olduğu…”

Araştırma Komisyonu’nun İliç’teki incelemesi sonlandı: Bakanlıklar topu taca attı
Çevre Bakanlığı’ndan İliç itirafı: Denetim boşluğunu yeni fark ettik, şirket kendini denetlemeli!
İliç’le ilgili komisyon görüşmeleri başladı: ‘Çok büyük ve hayati eksiklikler var’
CHP’den İliç raporu: Anagold’un altı işletme ruhsatı hala iptal edilmemiş!

‘Asıl sorumlu SSR Madencilik, Anagold yetkilileri asli kusurlu’

Ayrıca olayın çevre kirliliğine de neden olduğu belirtilen raporda, tasarım ve projelendirme aşamasında yığın liçin duraylılık analizinde hazırlanan raporlarda meri mevzuatlarının gerekliliklerini sağlayacak veri sertlerinin kullanılmadığı, Maden ve Çevre Kanunu kapsamındaki yükümlülüklerin yerine getirilmediği ifade edildi.

Asli sorumlu olarak SSR Madencilik Global Projeler Başkan Yardımcısı John Harmse gösterildi. Asli kusurlular arasında ise Anagold Türkiye Müdürü Cengiz Yalçın Demirci ile operasyon şefi, işçi sağlığı ve güvenliği müdürü ve çeşitli mühendislerden oluşan 13 kişi yer aldı.

Rapor üzerine Anagold Yönetim Kurulu Başkanı Cengiz Yalçın Demirci, Operasyon Şefi Fuat Yılmaz, Patlatma Mühendisi Muhammed Kılıç, İSG Müdürü Selçuk Çiftlik, Proje Müdürü Shaun Schwartz ve mühendis İshak Aslan tutuklandı.

Raporda, kazanın çevre kirliliğine de neden olduğu belirtildi. Tasarım ve projelendirme aşamasında yığın liçin duraylılık analizlerinde mevzuat gerekliliklerinin karşılanmadığı ifade edildi. Maden ve Çevre Kanunu kapsamındaki yükümlülüklerin yerine getirilmediği de raporda vurgulandı.

Bilirkişi raporunda ayrıca, proje yönetimindeki eksiklikler, tasarım hataları ve yetersiz denetim sistemlerinin kazaya yol açan başlıca faktörler olduğu belirtildi.

Sedat Cezayirlioğlu
İliç’ten Sedat Cezayirlioğlu: Türkiye’nin gerçek beka sorunu burasıdır

Veteriner Hekimleri Birliği’nden ‘katliam yasası’ kararı: Öldürmeyecek, yaşatacağız

Türk Veteriner Hekimleri Birliği (TVHB), sokakta yaşayan hayvanların toplanarak katledilmesine yönelik ‘katliam yasası’ kararına karşı bir açıklama yayımlayarak, “Sağlıklı hayvanların ötenazisi veteriner hekimler açısından da etik, insani ve vicdani değildir” dedi.

Teklifin kendilerinin görüşü alınmadan hazırlandını belirten Birlik, yasa çıksa bile, bunu uygulamayacaklarını duyurdu.

Sahipsiz hayvanların sayısının artmasında, yerel yönetimlerin gerekli adımları atmaması ve ve cezasızlık politikalarının etkili olduğunun vurgulandığı açıklamada şu ifadeler yer aldı:

“Sahipsiz hayvan popülasyonunun artmasının en büyük nedenlerinden biri yerel yönetimlere Hayvanları Koruma Kanununun herhangi bir cezai yaptırım getirmemesi olmuştur. Kanunun 2021 yılındaki revizyonu da cezasızlığı devam ettirmiş, yerel yönetimlerce gereken adım atılmamıştır. Özet olarak; kanun çıkarılmış, sorumluluk verilmiş ama denetim yapılmamış, bütçe ayrılmamış, kanununun gereğini yapmayanlara yaptırım uygulanmamıştır.”

‘Sağlıklı hayvanlara ötenazi, katliamdır’

Ötenazinin sadece ölümle karşı karşıya kalınması halinde, acının hafifletilmesi için uygulanan bir yöntem olduğunu belirtilen açıklamada, sağlık hayvanlara uygulanacak ötanazinin ‘katliam’ olacağı belirtildi:

“Hipokrat’tan günümüze evrensel hekimliğin en önemli değerlerinden biri ‘önce zarar verme’ ilkesidir. Ülkemiz veteriner hekimleri veteriner fakültelerinden insanlara, hayvanlara ve içinde yaşadığı doğaya duyarlı, toplumsal refah için çaba harcayan, meslek ahlakına sahip kişiler olarak yemin ederek mezun olurlar. Tasarıda olduğu söylenen ötanazi işlemi, hayvanların tıbbi yöntemler yoluyla, hızlı, ağrısız ve acısız bir şekilde yaşamının sonlandırılması anlamına gelmektedir. Ötanazi, ölümle karşı karşıya kalınması halinde, acının ve ağrının kalıcı olduğu veya hafifletilemediği durumlarda tıbbi gerekçeler ile uygulanan bir yöntemdir.

Hak savunucuları katliam yasasına karşı sokakta: Dostlarımızın yanındayız, artık yeter!
DEM Parti: Hayvanların katledilmesine izin vermeyeceğiz
CHP lideri Özel’den köpek katliamı tasarısını tepki: Tutar tarafı yok

Ötanazi sadece veteriner hekimler tarafından uygulanabilir ve sağlıklı bir hayvana uygulandığında katliamdan başka bir anlam taşımaz. Sağlıklı hayvanların ötanazisi ve itlafı veteriner hekimler açısından da etik, insani ve vicdani değildir, evrensel hekimlik değerleri ile de bağdaşmamaktadır. Veteriner hekimler olarak bizler bu yasa çıksa da ötanazi yapmayacağız.

Önerilen bu yöntem sanıldığının aksine maliyet açısından da avantajlı değildir. Hayvana ötanazi yapılmadan önce uygulanacak prosedürler ile birlikte kısırlaştırmadan daha maliyetli ve zorludur, sahipsiz hayvan popülasyonun kontrolüne yönelik aktif bir yöntem olarak da değerlendirilemez. Ayrıca iletişim çağında Türkiye Yüzyılında ülkemizin uluslararası kamuoyunda algısını olumsuz olarak etkileyecektir.”

Türk Veteriner Hekimleri Birliği, soruna ilişkin çözüm önerilerini de şöyle sıraladı:

  • Büyükşehir Belediyelerinde Veteriner Halk Sağlığı Daire Başkanlığı ve diğer belediyelerde Veteriner İşleri Müdürlüğü kurulmalıdır.
  • Veteriner Halk Sağlığı Daire Başkanlığı ve Veteriner İşleri Müdürlükler’inde nitelikli ve yeterli sayıda personel istihdamı sağlanmalıdır.
  • Geçici bakımevi kapasitesini karşılar sayıda veteriner hekim, hayvan sağlığı yardımcı personeli ve işçi personel bulunmalıdır.
  • Bu konuda standartlar oluşturulmalıdır. Geçici hayvan bakımevinde çalışan yardımcı personeller hijyen, hayvan davranışları, hayvan refahı ve bakımı, hayvanların tutulması ve yakalanması konusunda eğitim almalıdır.
  • İhtiyaç duyulan bölgelerde veteriner fakülteleri ve serbest veteriner hekimlerden kısırlaştırma çalışmalarında destek alınmalıdır.
  • Sahipli hayvanlar da dahil olmak üzere kontrolsüz üreme ve denetimsiz ticari satışların önüne geçilmeli, üretim yapılacaksa ilgili bakanlığın denetimi ve mutlaka veteriner hekimlerin denetimi ve onayıyla yapılmalıdır.
  • Sahipsiz kedi ve köpeklerin sokaktan sahiplenilmesi özendirilmeli, sahiplenilmesi halinde kimliklendirilmesi ile ilgili zorluklar ortadan kaldırılmalı, her yaştaki hayvan kimliklendirilebilmelidir.

  • Çevreye uyum gösteremeyen, yaşlı, zayıf, engelli vb. köpekler ve kediler sahiplendirilinceye kadar veya hayatları boyunca bakımevlerinde kalmalıdır.
  • Hayvan sahiplenme şartları yeniden düzenlenmelidir.
  • Sokağa terkedilen hayvanlara ilişkin hayvan sahiplerine ciddi yaptırımlar uygulanmalıdır.
  • Önemli bir sokak hayvanı kaynağı olan kırsal yerleşim alanları ile tarım işletmelerindeki hayvanlar denetim altına alınmalıdır.
  • Sahiplendirmenin özendirilmesi, devletin bu konuda destek vermesi, bireysel sahiplenmenin yanı sıra, ülkemizde bulunan çok sayıda şirketin ve kamu kurumlarının hayvanları sahiplenmesi sağlanmalıdır.
  • Çözüm için başta meslek örgütleri olmak üzere sivil toplum örgütleri ve diğer gönüllülerden yardım alınmalı, destekleri istismar eden kişi ve kurumlar denetlenmelidir.

Avrupa ülkeleri sokakta yaşayan hayvanlar için nasıl politikalar uyguluyor?

Sokakta yaşayan hayvanlar konusunda Hayvanları Koruma Kanunu‘nda yapılması planlanan katliama yönelik değişiklikler tartışmalara neden olurken, Avrupa ülkelerinin bu konuda nasıl uygulamalar yaptığı merak ediliyor.

Gazete Duvar‘ın derlemesine göre, Avrupa ülkelerinde kent hayvanlarının kontrol altına alınması için uygulanan yöntemler, iktidarın iddia ettiğinin aksine farklı ve ‘insancıl’ yöntemler içeriyor.

Avrupa ülkelerinin sokak hayvanı nüfusunu kontrol altına alma çabalarının uzun bir geçmişi mevcut. Günümüzde de Avrupa ülkelerinde, sokak hayvanları konusunun çözümüyle ilgili genel bir düzenleme bulunmuyor. Avrupa Birliği’nin (AB) hayvan haklarıyla ilgili çeşitli düzenlemelerinin olmasıyla birlikte, sahipsiz sokak hayvanları konusunun nasıl çözüleceğine dair bir düzenlemesi yok.

AB Hayvanları Koruma Konvansiyonu’nun 12. maddesinde, sokakta yaşayan köpeklerin sayısının azaltılması için üye ülkelere gerekli önlemleri alma yetkisi verilmiş durumda. Bu maddede üye ülkelerin tedbirlerini, “önlenebilir acı, ıstırap veya sıkıntıya neden olmayacak şekilde” uygulamalarının gerektiği belirtiliyor.

Hollanda, İsveç, Almanya, Belçika ve Yunanistan gibi ülkelerde çeşitli uygulamalar yürürlükte. Örneğin, Hollanda’da sokakta yaşayan hayvanlar toplanıp kısırlaştırılarak tekrar alındıkları yere bırakılıyor. Bu yöntem sayesinde ülkede bu hayvanların sayısı büyük ölçüde kontrol altına alınmış durumda. İsveç’te de  barınaklara götürülerek ömürlerinin sonuna kadar burada bakılıyorlar.

sokakta yaşayan hayvanlar

Yerel yönetimler görevini yapıyor

İngiltere’de köpeklere çip takılması yasal bir zorunluluk. Köpeklerin sahipleri adres değişikliği gibi bilgilerinin değişmesi durumunda da bunu bildirmek zorunda. Köpeklerine mikroçip taktırmayan veya bilgilerini güncellemeyen kişiler, 500 Sterlin’e kadar para cezasıyla karşılaşabiliyor ve haklarında dava açılabiliyor. Ülkede sahipsiz sokak hayvanlarından yerel yönetimler sorumlu.

Sahipsiz bir hayvana rastlayanlardan eğer sahibini biliyorsa ona haber vermesi, bilmiyorsa bunu ilgili birimlere bildirmesi gerekiyor. Sokakta bulunan köpekler barınaklara getiriliyor ve çip bilgilerinden de yararlanılarak sahipleri bulunmaya çalışılıyor. Yerel yönetimler bir hafta boyunca köpeğin sahiplerini bulmak için çaba sarf ediyor. Bu olmazsa köpekler sahiplendirilmeye çalışılıyor. Bu süreçte yerel yönetimler sivil toplum örgütleriyle eş güdümlü hareket ediyor. Yeni sahip bulunamaması durumundaysa köpekler “uyutuluyor”.

Sokakta yaşayan hayvanlar için gönüllülerden belediyelere çağrı: Ortak hareket edelim
Hak savunucuları katliam yasasına karşı sokakta: Dostlarımızın yanındayız, artık yeter!

Hayvanlara karşı suç işleyenlere cezalar kesiliyor

Almanya ve Belçika’da hayvanlar sadece sağlık sorunları olduğunda uyutuluyor. Almanya’da ayrıca köpek sahiplerinden alınan vergiler, barınakların finansmanında kullanılıyor. Fransa’da ise hayvanını sokağa bırakanlara 45 bin Euro’ya kadar para cezası ve üç yıla kadar hapis cezası verilebiliyor.

Hollanda, sokakta yaşayan hayvanların kısırlaştırılması ve aşılanması üzerine yoğunlaşan bir program uyguluyor. Bu programın başarılı sonuçları sayesinde ülkede sokakta köpek nüfusu neredeyse yok denecek kadar az. Kent hayvanlarının sahiplendirilmesi teşvik edilerek, hayvan satın almaya yönelik vergiler yüksek tutuluyor. Ayrıca, Hollanda polisi bünyesinde hayvanlara karşı işlenen suçları takip eden özel bir birim bulunuyor.

Avrupa’nın birçok ülkesinde hayvan sahiplerinin eğitimi de büyük önem taşıyor. Yerel yönetimler ve sivil toplum örgütleri, sokakta yaşayan hayvanların korunması ve sahiplendirilmesi konusunda aktif rol oynuyor. İsviçre gibi ülkelerde bazı barınaklar, sivil toplum kuruluşları tarafından yönetiliyor.