Türkiye İstatistik Kurumu (TÜİK), 2022’ye ilişkin bitkisel üretim birinci tahminini açıkladı. Buna göre; sebzelerin üretim miktarında bir önceki yıla göre yüzde 1 düşüş tahmin edildi. Tahıllar ve diğer bitkisel ürünlerin (yem bitkileri hariç) üretim miktarında ise bir önceki yıla göre yüzde 10,4’lük artış öngörüldü.
Verilere göre; sebzeler grubunun önemli ürünlerinden domateste yüzde 2,3, karpuzda yüzde 3,9, kuru soğanda yüzde 6 oranında azalış olması bekleniyor. Meyveler, içecek ve baharat bitkilerin üretim miktarında ise bir önceki yıla göre yüzde 4,6 oranında artış tahmin edildi. Buna göre, üretim miktarlarının 2022’de yaklaşık olarak tahıllar ve diğer bitkisel ürünlerde 68,2 milyon ton, sebzelerde 31,4 milyon ton, meyveler, içecek ve baharat bitkilerinde 26,1 milyon ton olarak gerçekleşeceği tahmin edildi.
Sebzelerin üretim miktarında düşüş
Sebze ürünleri üretim miktarının 2022’de bir önceki yıla göre yüzde 1 azalarak yaklaşık 31,4 milyon ton olacağı öngörüldü.
Öte yandan sebzeler grubunun önemli ürünlerinden domateste yüzde 2,3, karpuzda yüzde 3,9, kuru soğanda yüzde 6 oranında azalış olması; hıyarda yüzde 2,9, havuçta yüzde 19,9, beyaz lahanada yüzde 17,2 oranında artış olması bekleniyor.
Tahıl üretimi tahminleri: Kuru fasülyenin üretim miktarının düşmesi bekleniyor
Tahıl ürünleri üretim miktarlarının 2022 yılında bir önceki yıla göre yüzde 15,7 oranında artarak yaklaşık 36,9 milyon ton olacağı tahmin edildi.
Bir önceki yıla göre, buğday üretiminin yüzde 10,5 oranında artarak 19,5 milyon ton, mısır üretiminin yüzde 3,7 oranında artarak 7 milyon ton, arpa üretiminin yüzde 47,8 oranında artarak 8,5 milyon ton, çavdar üretiminin yüzde 35 oranında artarak 270 bin ton, yulaf üretiminin yüzde 26,8 oranında artarak 350 bin ton olacağı öngörüldü.
Baklagillerin önemli ürünlerinden kuru fasulyenin yüzde 6,6 oranında azalarak 285 bin ton, nohutun yüzde 22,1 oranında artarak 580 bin ton, kırmızı mercimeğin yüzde 75,4 oranında artarak 400 bin ton; yumru bitkilerden patatesin ise değişim göstermeyerek 5,1 milyon ton üretileceği tahmin edildi.
Yağlı tohumlardan soya üretiminin yüzde 4,4 oranında artarak 190 bin ton, ayçiçeği üretiminin yüzde 5,6 oranında artarak yaklaşık 2,6 milyon ton olacağı öngörüldü.
Tütün üretiminin yüzde 12,7 oranında artarak 82,3 bin ton, şeker pancarı üretiminin ise yüzde 4,1 oranında artarak 19 milyon ton olarak gerçekleşeceği tahmin edildi.
Meyve üretimi tahminleri
Meyveler, içecek ve baharat bitkileri üretim miktarının 2022’de bir önceki yıla göre yüzde 4,6 oranında artarak yaklaşık 26,1 milyon ton olacağı tahmin edildi.
Meyveler içinde önemli ürünlerin üretim miktarlarına bakıldığında, bir önceki yıla göre elmada yüzde 4,5, üzümde yüzde 15,8, şeftali ve nektarin toplamında yüzde 6,7, kirazda yüzde 14,8, çilekte yüzde 5,5, zeytinde yüzde 0,7 oranında artış olacağı öngörüldü.
Portakalda yüzde 11 azalış öngörülüyor
Turunçgil meyvelerinden portakalda yüzde 11 azalış, limonda yüzde 3,2 oranında azalış, mandalinada yüzde 0,1 oranında artış öngörüldü. Sert kabuklu meyvelerden fındıkta yüzde 3,1 oranında, Antep fıstığında yüzde 92,7 oranında artış olacağı tahmin edildi.
İncirde yüzde 9,4, muzda ise yüzde 8,9 oranında artış olacağı öngörüldü.
Türkiye’de tarım: Enflasyonda rekorlar, GDO’lar ve gıda krizi
Öte yandan TÜİK’in geçen günlerde paylaştığı tarımsal girdi enflasyonu verileri bir rekora işaret etmişti. Yıllık bazda enflasyon yüzde 107 olmuştu. Tarım girdi fiyatlarında şubat ayında da rekor kırılmıştı. Yıllık artışın da, aylık artışın da en yüksek olduğu alt gruplar sırasıyla, gübre ve enerji olmuştu.
TÜİK 17 Mayıs’ta da tarım ürünleri üretici fiyat endeksini (Tarım-ÜFE) açıklamış, buna göre; tarım-ÜFE yıllık yüzde 118,53, aylık yüzde 17,76 artmıştı.
Ek olarak Türkiye Ekonomi Politikaları Araştırma Vakfı (TEPAV) İstihdam İzleme Bülteni’nin 116. sayısında ise üretim maliyetlerindeki artışın tarıma vurduğu darbe gözler önüne serildi.
Rapora göre, Türkiye’de çiftçi sayısı son yılların en düşük seviyesine geriledi. Türkiye’de çiftçi sayısı yüzde 13,2 düştü, buna karşılık esnaf sayısında yüzde 9.1 artış yaşandı.
Öte yandan 17 Nisan Uluslararası Çiftçi Mücadele Günü‘nde bu yıl, gıda egemenliği üzerinde durulmuş, etkinlikte buluşan Çiftçi-Sen üyeleri, gıda egemenliğini yükseltme çağrısı yapmıştı.
Muhalif kanattan gıda krizine dikkat çeken pek çok açıklama yapılmış, çiftçilerin sorunlarına dikkat çekilmişti.
CHP İnsan Haklarından Sorumlu Genel Başkan Yardımcısı Gülizar Biçer Karaca, sahada yaptıkları çalışmalarda gıda krizinin inanılmaz boyutlara ulaştığını tespit ettiklerini belirterek gıda enflasyonu ve gıda kriziyle ilgili acil önlem çağrısında bulunmuştu.
Beslenme hakkı ihlallerinin yarattığı hasarın geri dönülemez olduğunu söyleyen Karaca, Türkiye’nin üreten değil, ithal eden ülke konumundan derhal çıkması gerektiğini, ard arda gelen zamlar ve enflasyon karşısında perişan olan vatandaşların güvenilir gıdaya erişim engellerinin kaldırılması gerektiğini vurgulamıştı.
HDP milletvekili Filiz Kerestecioğlu, Tarım Bakanı Vahit Kirişçi‘nin yanıtlaması istemiyle verdiği soru önergesinde yurtdışından tarım zehiri kullanıldığı gerekçesiyle geri gönderilen ürünlerin akıbetini sormuştu.
Öte yandan tarım zehirleri sebebiyle Avrupa Birliği (AB) ve diğer ülkelerden Türkiye’ye geri dönen gıda ürünleri rekor seviyeye ulaştı. Gıda güvenliği ve sağlıklı bir gelecek için bir araya gelen Zehirsiz Sofralar Platformu, bakanlıktan gıda ürünlerindeki denetimlerin artmasını ve şeffaflık talep etmişti.
Platform’un bildirdiğine göre, pestisit sebebiyle 2021 yılında AB ülkelerinden Türkiye kaynaklı 372 bildirim yapıldı. Ancak Tarım ve Orman Bakanlığı, rekor seviyeye ulaşan bildirimler, geri dönen ürünlere ne olduğu ve kendi yaptığı iç pazar denetimlerine dair herhangi bir açıklama yapmadı.
Ayrıca 27 Nisan’da Tarım ve Orman Bakanlığı, BESD-BİR başvurusuyla yine GDO’lu bazı mısır çeşitleri ve ürünlerinin hayvan yemlerinde kullanılmasına izin verdi. Böylece sekiz farklı biyogüvenlik kararıyla birlikte genetiği değiştirilmiş organizmaların (GDO) hayvan yemlerinde kullanılmasına onay verildi.
“Sosyal medya yasası” olarak bilinen Basın Kanunu ve Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun teklifi AKP ve MHP milletvekillerinin ortak imzası ile TBMM Başkanlığı’na sunuldu. Türkiye Gazeteciler Sendikası, Uluslararası Basın Enstitüsü Türkiye Ulusal Komitesi, Gazeteciler Cemiyeti, Çağdaş Gazeteciler Derneği, Basın Konseyi, Haber-Sen ve İzmir Gazeteciler Cemiyeti teklifin geri çekilmesi için çağrıda bulundu.
Yedi örgüt, gazetecilik örgütlerinin görüşlerini içermediğini belirttikleri teklifin sansürü ağırlaştıracağını vurguladı. Basın örgütleri tarafından yapılan açıklama şöyle:
“Adalet ve Kalkınma Partisi ile Milliyetçi Hareket Partisi’nin TBMM’ye sunduğu ‘Basın Kanunu ve Bazı Konularda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun’ başlıklı teklif, Türk Ceza Kanunu’na ‘halkı yanıltıcı bilgiyi alenen yayma‘ diye yeni bir suç eklemekte, bu suçu işleyenlere hapis cezası öngörmektedir. Medyaya yönelik olarak öngörülen idari tedbirler arasında para cezası, reklam yasakları ve sosyal medya ağlarına bant daraltma yaptırımı da vardır.
‘Siyasetçi ve bürokratlar tarafından kapalı kapılar ardında hazırlandı’
Mesleğimizi doğrudan ilgilendiren bu önemli kanun teklifi, gazetecilikörgütlerinin görüşü alınmadan, bir grup siyasetçi ve bürokrat tarafından kapalı kapılar ardında hazırlanmıştır.
Cumhuriyet tarihinin en ağır sansür ve otosansür mekanizmalarından birine yol açabileceği endişesiyle, ‘dezenformasyonla mücadeleyi‘ değil gazeteciliğe baskıyı artırmak üzere tasarlandığı anlaşılan bu kanun teklifinin acilen geri çekilmesi çağrısında bulunuyoruz.
‘Demokratik ilkenin çiğnenmesini kınıyoruz’
Kınıyoruz: ABD merkezli teknoloji şirketlerinden bile bu süreçte görüş alan siyasi iktidar, kanunun doğrudan muhatabı olan Türkiye’deki gazetecilik örgütlerinin fikrini sorma gereği duymamıştır. Hangi partiden olursa olsun siyasetçilerin, toplumun bilgi edinme ve haber alma hakkını doğrudan ilgilendiren bu tür yasal düzenlemeleri hazırlarken ilgili alanın önde gelen meslek örgütleri ve sivil toplum temsilcileriyle diyalog kurması demokrasinin gereğidir. Bu demokratik ilkenin çiğnenmesini kınıyoruz.
‘Bu girişimi reddediyoruz’
Reddediyoruz: Teklifte ‘dezenformasyon,’ ‘yalan haber,’ ‘asılsız bilgi’ ve ‘tahrif edilmiş bilgi‘ gibi kavramlar hukuki bir tanım yapılmaksızın kullanılmaktadır. ‘Güvenlik,’ ‘kamu düzeni’ ve ‘kamu barışı’ gibi, gazetecilere karşı adli taciz davalarında sıkça başvurulan muğlak kavramlara dayanılarak mahkemelere yeni bir suç işaret edilmektedir. Böyle bir yaklaşım, yasaları, bağımsızlığını yitirmiş olan yargı sistemi tarafından suistimale açık hâle getirmektedir. Bu girişimi reddediyoruz.
‘Şeffaf bir diyalog süreci başlatmaya davet ediyoruz’
Davet ediyoruz: Dezenformasyon, tüm dünyanın sorunudur. Türkiye’de gazeteciliğin kalitesini düşüren, halkın haber alma hakkını zedeleyen daha birçok sorun da vardır. Tüm bu sorunları çözebilecek çoğulcu yasaların, demokratik kurumların ve meslek içi özdenetimin oluşturulması veya güçlendirilmesi için, bu kanun teklifinin askıya alınmasının ardından, tüm siyasi aktörleri, gazetecilik örgütleriyle kapsamlı ve şeffaf bir diyalog süreci başlatmaya davet ediyoruz.
Binlerce gazeteciyi temsilen ve kamuoyunun haber alma hakkına saygılarımızla bu çağrıyı tarihi bir sorumluluğun gereği olarak yapıyoruz.”
İngiltere’nin Dorset kenti Bridport kasabasında, soyu tehlike altında olduğu için korunan türlerden olan iki Kuzey gümüş martısı, yuva yapmak için bir polis aracının üstünü seçti.
Ülkenin yaban hayatı yasaları uyarınca yuvanın rahatsız edilmemesi gerektiğini bilen Bridportpolisi, aracı kullanmayı bıraktı.
Yasa kapsamında bazı kuşların belirli nedenlerle kontrolünü sağlayan istisnalar dışında kuş yuvalarının inşa edilirken veya hala kullanımdayken taşınması veya tahrip edilmesi yasak.
Bu koşulda, hangi seçeneklerin mevcut olduğunu araştırmak içindevlet kurumu Natural England ile irtibat halinde olduğunu belirten polis, martıların seçtiği aracın yedek bir araç olduğunu bu yüzden günlük faaliyetleri etkilemediğini belirtti.
Polis, aracı mümkün olan en kısa sürede kullanmak istese de, doğanın kendi yoluna girmesini beklemek zorunda gibi görünüyor.
Ülkedeki bir yaban hayatı koruma örgütü olan RSPB, kuşların yuva yapması için arabanın şaşırtıcı bir yer olduğunu söyledi ve The Guardian‘a şu bilgileri verdi:
“Kuzey gümüş ringa martıları, koruma endişesinin en yüksek olduğu kırmızı listede yer alıyor ve birçok deniz kuşu gibi pek çok tehditle karşı karşıya. Neyse ki, yumurtaların çatlaması uzun sürmeyecek ve yavrular yumurtadan çıktıktan kısa bir süre sonra uzaklaşacaklar.”
Diğer bir hayvan hakları koruma örgütü Kraliyet Hayvanlara Karşı Zulmü Önleme Derneği (RSPCA) de, kuşların en savunmasız olduğu zamanın, yuva yaptıkları zaman olduğunu söyledi:
“Herhangi bir rahatsızlık yabani kuşları ve yavrularını öldürebilir veya yaralayabilir; anne kuşların yuvalarını, yumurtalarını ve yavrularını terk etmelerine neden olabilir.”
AKP’li milletvekilleri tarafından hazırlanan ve geçtiğimiz hafta TBMM Başkanlığı’na sunulan 31 maddelik torba teklif Meclis’te tartışılıyor.
13 ayrı kanunda değişklik öngören “Çevre Kanunu ile Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Teklifi”nin çevre mevzuatıyla ilgili 1, 4, 5, 6, 7, 8, 12, 13 ve 29’ncu maddeleri dün TBMM Çevre Komisyonu’nda görüşüldü.
Komisyondaki CHP’li üyeler Murat Bakan, Mahir Polat, Vecdi Gündoğdu ve Barış Karadeniz tarafından düşülen muhalefet şerhinde, komisyonun içtüzüğe aykırı olarak alelacele toplandığı bu yüzden çevre örgütleri, STK ve meslek örgütlerinin komisyon görüşmelerine katılımının kısıtlı olduğu kaydedildi.
Teklifte neler var?
Teklifte, Boğazlar ve Susurluk Havzası dahil Marmara Denizi Hidrolojik Havzası ve bu havzada yer alan illerden İstanbul, Bursa ve Kocaeli‘nin tamamında ileri atıksu arıtım tesisi, arıtma çamuru işleme ve bertaraf tesisi ile atık geri kazanım ve bertaraf tesislerinin kurulmaması sebebiyle çevre kirliliği riski oluşması veya halk sağlığının tehdit edilmesi halinde, bu tesisleri kurmayan mahalli idarelere söz konusu altyapı yatırımlarının iş termin planlarını Bakanlığa sunmaları için altı ay süre verileceği belirtiliyor.
Denize atık bırakmayla ilgili cezalar, özellikle Marmara Havzasında artırılacak. Atık alım, ön arıtma, arıtma veya bertaraf tesislerini kurmayanlar veya kurup da çalıştırmayanlara verilen para cezası, İstanbul, Bursa ve Kocaeli illerinde iki misli olarak uygulanacak.
Tamamlanan yapıların izlenmesinin kolaylaştırılması için bina kimlik sertifikası uygulaması getiriliyor. Buna göre, Yapı Denetimi Hakkında Kanun’a, “Bina kimlik sertifikası” tanımı eklenecek. Tamamlanan yapıların teknik ve genel bilgilerine, Bakanlıkça farklı modüllerde yapılan yetkilendirmelerle hem yapı sahibi ve ilgili vatandaşlarca hem de kamu görevlileri tarafından ulaşılması amacıyla yapıya bu sertifika asılacak.
Teklifin birinci maddesi, Devlet Su İşleri Genel Müdürlüğü tarafından inşa edilen baraj, gölet ve diğer depolama tesislerinin maksat oranlarının Cumhurbaşkanı tarafından belirlenebilmesini, değiştirilebilmesini veya kaldırılabilmesini öngörüyor.
Cumhurbaşkanına bu yetkinin verilmesinin doğru olmadığını söyleyen Murat Bakan, “Baraj enerji kaynaklı mı kullanılacak , içme suyu kaynaklı mı kullanılacak, sulama kaynaklı mı kullanılacak? Bunu bu işin ihtisas sahibi olan devlet kurumu kimse onun takip etmesi lazım.” dedi.
İYİ PartiMersin Milletvekili Zeki Hakan Sıdalı da barajlar konusundaki sorumlulukların Cumhurbaşkanına devredilmesine karşı çıktı.
Teklifin ilk imza sahibi AK Parti İstanbul Milletvekili Mustafa Demir, teklifin ana ruhunun, ileri atık su arıtım, arıtma çamuru işleme, bertaraf, atık geri kazanım gibi işlerin ” yerel yönetimlerin bizzat kendileri tarafından yapılmasının önünün açılması ve teşvik edilmesi” olduğunu belirtti.
Çevre Ajansı yetkileri genişletiliyor
Öte yandan teklifte, atık yönetimi ve denetiminin özel sektöre verilmesinin önünü açan maddeler de var.
Teklif, Türkiye Çevre Ajansı’na, doğal sit alanları, özel çevre koruma bölgeleri ve kıyılardaki Hazineye ait yerleri işletme hakkı verilmesini, yani, Çevre Ajansı’nın kıyılardaki Hazineye ait yerlerde mapa ve şamandıra sistemleri, deniz araçlarına atık alım hizmetlerini bizzat ya da işletmeye vermek suretiyle işletebilmesini öngörüyor.
CHP milletvekili Burak Erbay, teklifin Çevre Ajansı’na koylar ve sahillerle ilgili yeni tasarruf yetkisi vermesine “Bu şekilde koylarımızın, ormanlarımızın talan edilmesine müsaade etmeyeceğiz” sözleriyle karşı çıktı.
Düşülen muhalefet şerhinde, Çevre Ajansıyla turizm alanlarının işletilmesinin, Ajans’ın kuruluş amacıyla çeliştiği kaydedildi:
” Ajans’a, kıyılardaki ve denizdeki kirliliği önlemeye yönelik görevler yüklenileceğine; korunan alanlarda turizm işletmeciliği görevi verilmektedir. Bu faaliyetler denizlerimizdeki su kirliliğinin de artmasına neden olacaktır. Ve hassasiyetle sürdürülmesi gereken faaliyetin, merkez üzerinden taşere edilmesi anlamına gelmektedir.”
Konu bugün, gazeteci Bahadır Özgür‘ün Çevre Ajansı Başkanlığı’nın, Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan‘ın eşi Emine Erdoğan ile olan ilgisine dikkat çektiği paylaşımıyla yeniden gündeme geldi.
Ajansın kurucu yasasının Meclis'ten önce Emine Erdoğan'a sunulduğunu, görüşünün alındığını AKP'li vekillerin kendisi açıkladı. Yasama silsilesinde böyle bir işleyişi normal görüyorsunuz sanırım? https://t.co/jc8Mb1tKMk
Özgür sosyal medyadan yaptığı paylaşımda, “Çevre Kanunu’nda değişiklik yapıyorlar. Koylara kurulacak mapa ve şamandıra ihalesinde yetki, Emine Erdoğan’ın himayesinde kurulan Çevre Ajansı Başkanlığı’na veriliyor. ifadelerini kullandı.
2020’de AKP milletvekili Selman Özboyacı tarafından sunulan Türkiye Çevre Ajansı kurulmasını öngören kanun teklifi, Meclis Genel Kurulu’ndan önce Emine Erdoğan’a sunulmuş, haberi doğrulayan Özboyacı, “Hanımefendiyi bilgilendirmek için böyle bir ziyaret yaptık” demiş; yasama faaliyetinin Meclis’ten önce Cumhurbaşkanı’nın eşine sunulması tepki toplamıştı.
CHP’li vekiller, komisyonda düştüğü muhalefet şerhinde Çevre Ajansı’nın çevreyi sermayeleştirme ve rant alanı haline getirmeyigörev edindiğini söyledi ve şu ifadeleri kullandı:
“Türkiye, AB Çevre Ajansı’na üyedir, ne var ki, Türkiye Çevre Ajansı için yasa önerisinde öngörülen statü ile görev ve yetki alanı bakımından AB üyesi olan devletlerdeki benzeri kurumlara göre ciddi sapmalar bulunmaktadır.
Dünyadaki örneklerine uygun olarak, çevre politikası alanında strateji belirlemek, geliştirmek, çevre hakkında doğru ve bağımsız bilgi sunmak, iklim krizi ve diğer çevre sorunlarıyla ilgili ulusal strateji oluşturmak, bilimsel araştırmalar yapmak, halkı doğru bilgilendirmek amacıyla kurulmamıştır.”
İlk küresel “iklim yıkımı” davasında, Almanya‘dan yargıçlar, insan kaynaklı küresel ısınmaya ilişkin yasal iddialar için emsal oluşturabilecek bir davada, Peru‘daki Cordillera Blanca sıradağlarında bir buzul gölünü ziyaret etti.
Hakimler ve mahkeme tarafından atanan uzmanlar, Almanya‘nın en büyük elektrik sağlayıcısı RWE’nin, bölgede yıkıcı bir sele neden olabilecek sera gazlarındaki artıştan kısmen sorumlu olup olmadığını belirlemek istiyor.
İklim değişikliği Peru’nun buzul gölünü ölümcül bir saatli bombaya dönüştürmüş durumda. Buzla kaplı tepelerle çevrili Palcacocha Gölü‘nün hacmi, son 50 yılda 34 kez “şişti”. Hakemli bir çalışmada , küresel ısınmanın neden olduğu hızlandırılmış buzul erimesi, aşağıdaki Huaraz şehrini sular altında bırakan ölümcül bir toprak kaymasını tetikleyebilecek büyük bir taşkın patlaması riskiyle ilişkilendiriyor.
Tek örnek değil
Guardian‘ın aktardığına göre, 2017 yılında, Almanya’nın Hamm kentindeki yargıçlar, çiftçi ve dağ rehberi Saul Luciano Lliuya’nın RWE aleyhine açtığı davayı kabul etmişti. Davada yıkıcı bir taşkın selinden kaynaklanan hasarı önleme maliyetleri için 17 bin Euro talep ediliyor.
41 yaşındaki Lliuya, gölün üzerinde yükselen buz ve kardan oluşan dik bir duvar olan Palcaraju buzulunun yakınında, “Bir dağ rehberi olarak, buzul erimesinin gözlerimizin önünde nasıl gerçekleştiğini zirveden anlayabiliyorum” diyor. Rehberin Nueva Florída semtindeki evi, yaklaşık 50.000 kişinin tehdit altında olacağı sel yolunda bulunuyor. Yerel yetkililer ise, gölün kıyılarını aşması durumunda sirenleri harekete geçirecek bir erken uyarı sistemi kurdu.
Avusturya‘nın Graz Üniversitesi’nde jeomorfoloji uzmanı Dr Martin Mergili, “Üzerinde buz olan büyük bir kaya parçasının göle düşmesi ihtimali var, o zaman milyonlarca metreküp [su taşması] olasılığından bahsediyoruz” dedi.
Palcacocha Gölü yüksek riskli bir örnek olmasına rağmen, çoğu Peru’da bulunan ve dünyanın neredeyse tüm tropikal buzullarını barındıran Andes dağ zincirindeki riskli tek göl değil. Bölgede, son 10 yılda buzul büyüklüğündeki buz duvarlarının kararsızlığının tetiklediği çok sayıda buzul gölü taşkınları yaşandı.
Diğer fosil yakıt şirketleri için de emsal olabilir
Alman mahkemesi, buzulun sel riski oluşturduğu ve iklim değişikliğinin erimesine neden olduğu kanıtlanabilirse RWE’nin zararlardan sorumlu olacağını kabul etmişti. Çevre avukatı Roda Verheyen, “Bildiğim kadarıyla, bu, yargıçların yargı yetkisinin olduğu bir ülkeden, hasarın olduğu ülkeye, seyahat ettiği mutlak ilk davadır” diye konuştu.
Durham Üniversitesi‘nde Uluslararası Hukuk doçenti Petra Minnerop ise “Bu, iklim bilimini kullanan ilk iddia değil, başka birçok iddia var. Ancak, bu, ilişkilendirme çalışmalarından yararlanabilecek ilk vakalardan biri olacaktır” dedi.
“İlişkilendirme çalışmaları”, büyük sel, kuraklık, aşırı sıcaklık veya kasırgalar gibi aşırı hava olaylarından iklim değişikliğinin sorumlu olup olmadığını ve ne kadar sorumlu olabileceğini test etmeye çalışıyor.
Davanın diğer fosil yakıt şirketleri için sonuçları olabilir. RWE, tarihsel küresel emisyonların %0,47’sine katkıda bulunduğu için dava ediliyor. BP ve Shell gibi firmalar da gelecekte benzer durumlarla karşı karşıya kalabilir.
İspanya’da Meclis’in alt kanadı kadınların rızası dışında gerçekleşen her türlü cinsel ilişkiyi tecavüz olarak nitelendiren yasa tasarısını onayladı. “Yalnızca evet, evettir” olarak bilinen hükümetin önerdiği mevzuat, cinsel istismar ve cinsel saldırı suçlarını tecavüz suçu olarak nitelendiriyor. Bu suçun işlendiğinin kanıtlanması için bundan böyle mağdurun şiddete maruz kaldığı veya direniş sergilediğini kanıtlaması gerekmeyecek.
Eşitlik Bakanı Irene Montero, Kongre’de milletvekillerine verdiği demeçte, “(Sloganlar) ‘Sadece evet evettir’ ve ‘Sana inanıyorum kız kardeş’ sonunda bir yasaya dönüştü. Şu andan itibaren İspanya tüm kadınlar için daha özgür ve daha güvenli bir ülke” dedi.
Reşit olmayan saldırganlar zorunlu seks ve eşitlik eğitimi alacak
İki yılı aşkın süredir üzerinde çalışılan ve 140’a karşı 201 oyla kabul edilen yasa tasarısı meclisin üst kanadına gönderildi. Burada da onaylandığı takdirde yasa yürürlüğe girecek.
Yeni mevzuat, reşit olmayan saldırganların zorunlu seks ve eşitlik eğitimi almalarını zorunlu kılacak.
İspanya’da solcu azınlık hükümeti 17 Mayıs’ta da kürtaj haklarını güçlendiren ve regllerini şiddetli geçiren kadınların devlet tarafından karşılanan ücretli izinden faydalanmalarını sağlayan bir yasa tasarısını da meclise sunmuştu. Tasarının kabulü durumunda İspanya Avrupa‘da bu yönde adım atan ilk ülke olacak.
Türkiye’nin ithal çöp sorununu gözler önüne seren Adana‘daki çöp dağları toprakta çürümeye devam ediyor.
İthal çöplerin temizliği meselesi ise verilen ve tutulmayan sözlerle adeta yılan hikayesine döndü.
Geçtiğimiz hafta sanatçı Haluk Levent, beraberindeki Doç Dr. Sedat Gündoğdu ve Adana Tabip Odası Başkanı Selahattin Menteş, geri dönüşüm tesislerinin temizleme sözü verdiği Adana’daki çöp dökme lokasyonlarından bazılarını gezmiş ve çöplerin yerinde durduğunu, hatta üstüne buğday ekildiğini görmüşlerdi.
Bunun üzerine Levent, temizleme için bir hafta daha süre istendiğini yazmış, Gündoğdu ise ‘temizleme’ işinden ziyade, soruşturma yürütülüp çöpü dökenlerin bulunmasının gerekliliğine dikkat çekmişti.
Dün çöplerin bir kısmının Adana Büyükşehir Belediyesi tarafından kaldırıldığı haberini alan Gündoğdu ve Menteş, bugün yeniden bölgeyi gezdi.
Yenidam, Karahan, Ova Mahallesi ve Seyhan Baraj Gölü çevresindeki çöp dökülen alanları gezen ikili, Belediye’nin kısmi bir temizleme işlemi yaptığını, kamyon ve dozerlerle çöplerin üstünkörü kaldırdığını söylüyor.
Belediye’nin atık yönetiminden sorumlu biriminden Yeşil Gazete’ye konuşan yetkili, çöp kaldırma işlemlerinin İl Çevre Müdürlüğü, yani Bakanlık koordinasyonunda olduğunu, Belediye’nin yalnızca lojistik işini yürüttüğünü aktardı.
Aldığımız bilgiye göre Karahan bölgesinde toprağa gömülü çöpler dozerle kaldırıldı ve yakılarak bertaraf edilmek üzere çimento fabrikasına götürüldü.
Karahan’daki trafo merkezinin yakınlarındaki bir alanda, temizlemenin ardından hala etrafta duran çöpleri gösteren Menteş, şu sözlerle tepki gösteriyor:
“Biz bu atıkların doğadan temizlenmesinin neredeyse imkansız olduğunu biliyoruz.. Bu atığın, atılmaması gerekiyor! Yapabileceğimiz tek şey bu. Belediyenin gerçekleştirmiş olduğu kaba temizliğe bile razıyız. Fakat artık öyle çöp dağları oluşmuş ki Adana’da, zaten temizleme şansımız yok. Bu noktadan sonra, bu işi bitirmeniz lazım!”
Gündoğdu da gözlemlerini şöyle aktarıyor:
“Temizlenen yerlerde çöpler hala görünüyor, çalakalem dozerle alınmış. Hala sözde temizlik yapılıyor; kurala kaideye uymayan, standardı olmayan…”
Müjdeler olsun: İsrail’den de atığımız var
Gündoğdu ayrıca, Seyhan/Yenidam bölgesinde, muhtemelen yeni bir çöp dökme faaliyeti olduğunu da ekliyor ve daha önce burada hiç görmedikleri etiketlerde plastik atıklar olduğunu vurguluyor:
“İki hafta önce, geri dönüşüm tesislerinin temizlediğini iddia ettiği yerde, çöplerin durduğunu hatta yenilerinin geldiğini gördük. Çünkü önceki ziyaretimizde bu kadar çok çöp yoktu.”
Seyhan Baraj Gölü’nün etrafındaki bir lokasyonda da vadinin dibinde, İspanya, Almanya, Kanada, İngiltere gibi ülkelerin yanında, İsrail‘den gelen İbranice etiketli ambalajlar da bulunuyor. Menteş, elindeki plastiği, “Her yerden aldığımızı biliyorduk ama bunu daha önce hiç görmemiştik. Müjdeler olsun, artık İsrail’den de atığımız var…” diyerek gösteriyor.
Sulara karışıyor, analizi yapılmıyor
Yenidam çöp döküm lokasyonu, bir kısmına halihazırdaDSİ tarafından beton dökülen bir kanal kenarı olmanın yanında, tavuk çiftlikleri ve tarımsal üretim alanlarının da yakınında bulunuyor.
Gündoğdu, burada da bilimsel yöntemlerle temizlenen bir alan olmadığına ve kabaca yapılan temizliğin yeraltı suyuna ve Seyhan Nehri‘ne bağlanan bu sulama kanalına nasıl etki sağladığının bilinmediğine dikkat çekiyor:
“Burada analiz var mı, toprak kontamine mi değil mi bilinmiyor. Burada yeraltı suları var, temizleme sırasında dozerlerle alana girildi, birçok makro ve mikro plastik açığa çıktı, bu kirliliğin hepsi temizlendi mi?”
Söz konusu kanaldan sular, Adana – Mersin sınırındaki Baharlı Köyü yakınlarında Seyhan Nehri‘ne bağlanarak Akdeniz‘e dökülüyor:
Önceki ziyaretlerinde, Rüzgarlıtepe‘deki çöp alanda da buğday ekildiğini görüntüleyen Gündoğdu, buranın akıbetini de şöyle anlatıyor:
“Burası olduğu gibi duruyor. Zaten çok zor, ekili toprağın komple kaldırılarak temizlenmesi gerekir.”
Yerleşim yerlerinin ortasında
Ova Mahallesi’ndeki açık çöp alanı da, yerleşimin merkezinde bulunuyor.
Çöplerin açıkta yakıldığını gösteren Menteş, plastik küllerini ve yanmamış çöpleri işaret ediyor:
“Adana’da tespit ettiğimiz 18 noktadan biri burasıydı. Bir mahallenin ortasında, atıklar yakılmış, burada duruyor. Yabancı markaların çöpleri etrafa saçılmış. Buranın temizlendiğini söylüyorlar, oysa göründüğü gibi temizlendiği yok.”
Soru aynı: Mesele temizleme mi?
Adana’da çeşitli lokasyonlara, kim tarafından döküldüğü hala bilinmeyen bu çöp yığınlarına dair gerçek bir soruşturma hala yapılmadı.
Bölgedeki geri dönüşüm tesisleri de, Çevre, Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanlığı da önce inkar yoluna gittiği bu çöpler hakkında net bilgiler paylaşmıyor. 27 Nisan’da Bakanlık ve ilgili diğer muhataplara yaptığımız bilgi edinme başvurusu, bir aydır beklemede. Mecliste milletvekilleri tarafından verilen sayısız soru önergesi cevapsız kaldı.
Türkiye’nin çöp ithalatına dair bir tablo sunan Adana, buzdağının görünen kısmı.
Eusrostat‘ın iki gün önce açıkladığı verilere göre ülkemiz, Avrupa Birliği’nden gelen çöplerin, açık ara farkla, ilk varış noktası.
AB’nin 2021’de ihraç ettiği 33 milyon ton çöpün 14,7 milyonunu Türkiye’ye geldi. İkinci sırada yer alan Hindistan‘ın aldığı 2,4 milyon ton çöp, Türkiye’ye gelenin yaklaşık yedide biri.
Sadece Avrupa’dan değil, dünyanın her yerinden gelerek Türkiye topraklarına yığılan bu çöplerin temizlenmesi, elbette ulusal ve yerel yönetimlerin sorumluluğunda. Ancak baştan sakat bir sistemde bu çöpler ne temizlenebiliyor ne de temizlemek, sorunu ortadan kaldırıyor.
Sedat Gündoğdu daha önce de büyük soruna işaret ederek “ Önemli olan bunları dökenlerin tespit edilip cezalandırılmasıydı” demiş ve şunlara dikkat çekmişti:
Her gün gümrükten konteynırlarla geçen ve miktarı yüzlerce milyon tonu bulan çöplerin, analizinin yapılması, kaçının geri dönüşebilir olduğunun tespit edilmesi mümkün değil. Çin’in çöp ithalatını yasaklamasının arkasındaki temel sebep de buydu.
Denetim ve kontrol imkansızlığı, bu çöplerin büyük çoğunluğunun geri dönüşmesini de engelliyor. Pek çok plastik, mevzuata aykırı şekilde yakılıyor; denizlere, toprağa atılıyor, gömülüyor.
Alınan çöp miktarına dair net bir veriye ulaşılamadığı gibi, bunların ne kadarının, ne koşullarda geri dönüştüğü, dönüşen ürünlerin kalitesi, şirketlerin yıllık fire oranı, bertaraf yöntemleri gibi konulara dair de yeterince bilgiye ulaşılamıyor.
Tüm bunların yanı sıra, çöp ithalatının, devlete, kamuya, yani halka hiçbir maddi kazancı olmadığı gibi, Türkiye vatandaşları olarak her gün, daha da zehirleniyoruz. Makro ve mikro plastikler, toprağımıza, havamıza ve suyumuza hiç gitmemek üzere sirayet ediyor.
Çöp ithalatının kazananları ise dövizle alım yapan, ülke içi çöpü ayrıştırma masrafından kurtulan ve devlet teşviklerinden faydalanan ‘geri dönüşüm’ tesisleri.
Greenpeace Akdeniz, Adana il sınırları içerisinde çöplerindökülerek açıkta yakıldığı beş farklı lokasyondan 2021 yılında alınan toprak, kül, su ve nehir dibi çamuru numuneleri üzerinde analizleri yapmış sonucunu,iki ay önce‘Atık Oyunları’ isimli raporunda sunmuştu.
Çevrede çok yavaş parçalanan, vücutta birikebilen ve maruz kalan kişilerde hastalıklara neden olabilen toksik kimyasal varlığı araştırılan çalışmada;
Çukurova/Karahan, Seyhan/Kuyumcular ve Yüreğir/İncirlik alanlarından alınan numunelerin çok çeşitli zehirli organik kimyasalların yanı sıra, nispeten yüksek konsantrasyonlarda çeşitli metal ve metaloidleri içerdiği,
İncelenen lokasyonlardan bazılarında tespit edilen dioksin ve furan miktarları şimdiye kadar Türkiye’de toprakta tespit edilen en yüksek düzeylerden biri olduğu,
Yenidam lokasyonundan alınan topraktakipolisiklik aromatik hidrokarbon (PAH) miktarının, Türkiye’nin diğer bazı bölgelerinde tespit edilen miktarlarının yer yer 35 katı olacak miktarda yüksek düzeylerde olduğu,
tespit edilmişti.
Analiz sonuçlarında kaydedilen bu kirliliklerin flora, ve mikroorganizmalar dahil fauna ve insanlar üzerinde tehlikeli etkiler yaratma potansiyeli var.
Örneğin klorlu benzen bileşikleri hemoglobin metabolizmasının bozulmasına, cilt lezyonlarına ve porfiri kutanea tarda isimli karaciğer rahatsızlığına neden olabiliyor.
Organikbileşiklerin eksik yanması sonucu ortaya çıkan toksikve kansorejen etkiye sahip polisiklik aromatik hidrokarbonların (PAH) bir kısmı, hava, su, gıdalar ve sigara dumanı ile insan vücuduna girerek DNA’da mutasyona neden olabiliyor.
Klorlu malzemelerin yanması sırasında da ortaya çıkarlar poliklorlu bifeniller (PCB), üretimleri yasaklanmış olsa da biyolojik sistemlerde halen bulunuyor. Kronik maruziyeti doğum kusuruna zeka geriliğine, hormon problemlerine ve cilt lezyonlarına da yol açabiliyor; maruz kalan annelerden bebeklerine emzirme yoluyla transfer olduklarına dair de güçlü kanıtlar da var.
İthal çöplerin bu kirliliği ve yanlış politikalar silsilesi, Türkiye’ye özgü değil. Pakistan, Hindistan, Mısır, Fas gibi ülkelerde de daha gelişmiş ülkelerden alınan çöpler, yanlış şekilde bertaraf ediliyor, toprağı ve suyu zehirliyor. Büyük sorunu çözmeye başlamanın ilk yolu ise açık: Tüketimi azaltmak.
Kirlilik, çekilme ve kıyı işgali…. Yıllardır Van Gölü’nü gündemden düşürmeyen konuların başında yer alıyor. Buna, Van Büyükşehir Belediyesi tarafından 1 Şubat 2022’de askıya çıkarılan imar projesiyle Edremit ilçesindeki 66 hektarlık sahil alanının imara açılması yönündeki kararı da eklendi. Göl için önemli riskler taşıyan bu kararı ve 430 km’lik bir uzunluğa sahip olan Van Gölü kıyısında yaşanan ihlalleri ve çözüm önerilerini bütün yönleriyle alanda çalışma yürüten STK temsilcileri, akademisyen ve uzmanlarla konuştuk.
3.713 m2 alanı ile Türkiye’nin en büyük gölü olan Van Gölü’ndeki kirlilik ve işgal her geçen gün artıyor. Dünyada bilinen tatlı su ve deniz ekosistemlerinden farklı bir sucul ekosisteme sahip olan gölün uzunluğu 430 kilometreyi, genişliği 80 kilometreyi buluyor ve sahip olduğu su hacmi ise yaklaşık 600 km3 olarak tahmin ediliyor. Bilinen 103 tür fitoplankton, 36 tür zooplankton ve endemik bir balık türü olan inci kefalinin yaşadığı gölün çevresindeki yerleşim birimlerinde yaşayan yaklaşık 1 milyon insanın kanalizasyon ve katı atıklarının önemli bölümü ise arıtılmadan, doğrudan göle akıtılıyor. Akarsuların taşıdığı katı ve sıvı atıklarla her geçen gün biraz daha kirlenen gölü, kıyılardaki çarpık yapılaşma da tehdit ediyor.
Van Gölü, geçtiğimiz yıl Amerikan Havacılık ve Uzay Ajansı’nın (NASA) düzenlediği “Dünya Turnuvası” adlı çevrim içi fotoğraf yarışmasında birinci seçilmişti. Ancak özellikle kamu binalarının göl çevresinde yoğunlaşması ve yazlıklarla beton bir çerçeveye sıkışan göl etrafında hızla artan farklı yapılar, dolgular ve duvarlar nedeniyle insanların ve diğer canlıların göle erişimi her geçen gün daha zor bir hal alıyor.
Göl çevresinde yıllardır Gevaş, Tuşba ve Edremit sahillerinde kamu kurum ve kuruluşlarının dinlenme tesisleri ve kamplar bulunuyor. Van Ferit Melen Havaalanı, DSİ 17. Bölge Müdürlüğü Gevaş Eğitim ve Dinlenme Tesisleri, DSİ 17. Bölge Müdürlüğü Edremit Dinlenme Tesisleri, Karayolları 11. Bölge Müdürlüğü Edremit Sosyal ve Dinlenme Tesisleri, Edremit Kaymakamlığı Ek Binası, Van Valiliği Edremit Yazlık Konağı ile Edremit Ordu Evi ve Gazinosu bunlardan sadece bir kaçı. Geçtiğimiz yıllarda ise Bitlis’in Ahlat ilçesinde yine kıyının sıfır noktasında Cumhurbaşkanlığı Köşkü inşa edilmişti.
Ahlat kıyısındaki Cumhurbaşkanlığı Köşkü.
Bu kurumların yanı sıra Bitlis’in Tatvan , Ahlat ve Adilcevaz ile Van’ın Erciş , Tuşba ve Edremit ile Gevaş ilçelerindeki hemen kıyıya bitişik kurulan kafe, lokanta, otel ve benzeri işletmelerin sayısı her yıl biraz daha artıyor. Kıyıyı çepeçevre işgal eden bu yapılar, gölün dokusuna zarar vermekle kalmıyor, dolgu artıkları ve hafriyatların da döküldüğü göl çevresindeki sazlıklar ve sulak alanlar da kuruyor. Bu kamu kurumları, villa, yazlık ve işletmeler herhangi bir denetime ve standarda tabi olmadığı için de irili ufaklı, bazıları çok katlı pek çok yapı, dünyanın en önemli doğal su havzalarından birinin doğal güzelliğini de olumsuz etkiliyor.
Kıyının birçok bölgesi farklı kamu kurumları, yazlık villalar ve kafe, otel gibi işletmeler tarafından işgal edilmiş.
Kirlilik her geçen yıl artıyor
Van Gölü yıllardır kirleniyor. İlgisizlik, düzensiz yapılaşma ve yetersiz altyapı ve arıtma hizmeti bunun en temel sebepleri arasında. Örneğin Tuşba ilçesindeki arıtma tesisinden saniyede 1800 lt/sn kanalizasyon arıtılmadan göle akıtılıyor. Çevre örgütlerinin dönemsel olarak açıkladığı raporlara göre, göl kıyısında yerleşik iki il, dokuz ilçe, 136 köy ve mahallede yaşayan yaklaşık 1 milyon 200 bin kişinin yarattığı, günde 56 bin 400 ton metreküp kanalizasyon atığı ve evsel atıklar doğrudan ve dolaylı olarak suya boşalıyor. Yine havzaya akan dere ve akarsular üzerinde kurulu HESler de, kapalı bir havza olan Van Gölü’nün hem su kaynaklarını azaltıyor hem de kirlilik taşıyor.
Kirliliğin önüne geçmek ve mevcut kirliliği temizlemek için Van Gölü’nün Tuşba ilçesine düşen kısmında balçık ve dip temizliği yapılmakta.
Dip temizliği ve hafriyat
Bu kirliliğin önüne geçmek ve kirli alanları temizlemek için yapılan çalışmalar geçmişe göre artırılmış olsa da hala yetersiz. Bir süredir Van Büyükşehir Belediyesi Çevre Koruma ve Kontrol Daire Başkanlığınca Van Gölü’nün zemininden balçık ve dip çamuru çıkarılması çalışması yapılıyor. Aylardır devam edilen çalışmalar kapsamında yaklaşık 70 bin metreküp balçığın tahliye edildiği açıklandı ancak çevre örgütleri tahliyenin kıyının ve doğal dokunun korunmasına uygun yapılmadığı gerekçesiyle itirazlarını dillendiriyor.
Kıyı şeridinin tahrip edilmesinde önemli bir pay sahibi olan bir başka konu ise hafriyat ve dolgu çalışmaları. Kıyının birçok kesimi değişik tarihlerde moloz yığınlarıyla doldurulmuş durumda ve halen de bu işleme devam ediliyor. Kıyı Kanunu ve Hafriyat Yönetmeliği ihlal edilerek yapılan dolgu çalışmalarında malzeme olarak çoğunlukla asfalt artıklarının kullanılmasının göldeki canlılar üzerindeki etkisi ise bilinmiyor.
Ormanı olmayan kentte yok edilen sazlıklar
Orman fakiri kentte oksijen kaynağı olarak büyük rol oynayan sazlıklar da bu düzensiz hafriyat dökümleri , yapılaşma ve çekilmenin kurbanı oluyor. Göl kıyısı boyunca ve özellikle yerleşim bölgelerindeki yazlık siteler, plaj yolları ve dolgular yüzünden, zaten hali hazırdaki kuraklık nedeniyle büyük zarar gören ve biyolojik arıtma görevi gören sazlıkların yok edilmesi, gölde yaşayan canlıların yaşam alanı ve oksijen kaynağının da ortadan kaldırılması demek
Kıyıda bulunan ve oksijen deposu olan sazlıklar ve sulak alanlar dolgu, hafriyat ve farklı imar uygulamalarıyla yok ediliyor.
Son yıllarda etkisini iyice artıran ve gölün neredeyse sınırlarını değiştiren kuraklığa yaşanan kirlilik de eklenince Van Gölü için alarm çanları da artık çok yüksek sesle çalıyor. Artan aşırı sıcaklara bağlı olarak buharlaşmanın artmasıyla 2021 yılında, aralarında Akgöl, Değirmigöl, Sıhke gölleri, Zernek ve Koçgiri barajları gibi havzadaki birçok göl, baraj ve akarsu kurudu. Van Gölü ise şimdiye dek görülmemiş düzeyde, yer yer 1 kilometre çekildi; gölün derinliklerindeki mikrobiyalitler ilk defa görünür hale geldi. Çekilme ile ortaya çıkan bir başka şey ise balçık ve balçığa batmış atıklar oldu.
Geçen yıl Çevre ve Şehircilik Bakanlığı, Tarım ve Orman Bakanlığı, İlbank (İller Bankası) Genel Müdürlüğü, Valilik, Büyükşehir Belediyesi, Van Yüzüncü Yıl Üniversitesi (YYÜ), Doğu Anadolu Kalkınma Ajansı, İpekyolu, Edremit, Tuşba, Erciş belediyeleri ile kentteki kurumların işbirliğiyle Van Gölü için atılacak adımlar masaya yatırıldı ve “Van Gölü Havzası Koruma Eylem Planı” açıklandı. Plana göre gölün kirletilmesi engellenecek ve kirlenen alanların temizliği de eş zamanlı olarak sürecek. Yine bu kapsamında göl çevresindeki ahırların kaldırılması için çalışmalar başlatılacak.
Ruhsatsız yapılar kaldırıldı ama…
2017 yılında ise Edremit Belediyesi tarafından Van Gölü kıyısında uygulanacak ‘Sahil Kordonu Projesi’ kapsamında kıyı şeridindeki birçok ruhsatsız işletme yıkıldı. Sahildeki lokanta, çay bahçesi , baraka ve büfelerin yıkıldığı çalışma kapsamında kıyıyı işgal eden kamu kurumları ve çok katlı yapılara dönük bir çalışmanın yapılmaması kentte tartışmaya neden olmuştu.
Edremit kıyı şeridi ranta açılıyor
Çalışmalara yönelik eleştiriler ve mevcut sorunlar derinleşerek devam ederken, Van Büyükşehir Belediyesi, 14 Ocak 2022 tarihinde yayınladığı Meclis kararında, Edremit ilçesinde bulunan sahil şeridini kapsayan 66 hektarlık alanın imara açıldığını duyurdu. 3621 sayılı Kıyı Kanunu’na aykırı olmasına rağmen, imar planıyla kanununda belirtilen kıyıdan itibaren 100 metre de yapılaşmaya dahil edildi. Belediye, 1 Şubat 2022’de askıya çıkarılan imar projesiyle bölgeyi ticaret ve hizmet sektörü alanına dönüştürmeyi planladığını duyurmuştu.
Van Büyükşehir Belediyesi kararıyla 66 hektarın imara açılacağı Edremit ilçesi sahili.
Göl kıyılarının imara açılmasına, Türk Mühendis ve Mimar Odaları Birliği (TMMOB) Van Şubesi, itirazda bulundu. TMMOB’a bağlı 11 odanın imza attığı ve beş sayfadan oluşan dilekçede “Kıyı Kanunu’na göre, kıyıdan itibaren belirtilen 100 metrenin ilk 50’sinde hiçbir yapılaşma yapılamaz, ikinci 50’sinde ise yalnızca günübirlik yapılar yapılabilir’’ denilerek çalışmaların hem kanuna hem de mevzuata uygun olmadığı vurgulandı. 1982 Anayasa’sında ‘Kamu yararı’ başlığı ile yer alan ‘Kıyılardan yararlanma ‘ alt başlığıyla hükme bağlanmasının hatırlatıldığı dilekçede, söz konusu yasalara atıf yapıldı, ‘ Kıyılar devletin hüküm ve tasarrufu altındadır’’ maddesi hatırlatılarak imar planının kamu yararına olmadığı ifade edildi.
Yapılan itirazda şunlar dile getirildi:
“Edremit kent merkezi sahil şeridinde kalan alanlarda mevcut parsel ve yapılaşmaya göre işlem yapılamayacağı, Kıyı Kanunu ve Yönetmenliği’nin yürürlüğe girmesinin üzerinden yaklaşık 30 senenin geçtiği , günümüz itibarıyla bile değerlendirilmesi durumunda mevcut parsel sayısında bulunan ruhsatlı yapı sayısının yüzde 50’nin altında olduğu değerlendirmesinden hareketle bu maddeler doğrultusunda işlem yapıldıysa da yapılan işlemin mevzuata , kamu yararına ve şehircilik ilke ve planlama esaslarına aykırı olduğu değerlendirilmektedir.’’
İtirazda ayrıca kıyı şeridinin ilk 50 metresinde yer alan yeşil alanların “kullanım şeklinin” değiştirilerek başka fonksiyonlara ayrılması nedeniyle bu alanların azalacağı, uygulama ile şeritte oluşacak yapılaşmanın hem kıyı yapısını betonlaştıracağının hem de bu bölgelerde nüfus yoğunluğunu artıracağının altı çizildi.
‘Usulen hatalı işlemler yapılmış’
Proje ilanının da kriterlere uygun yapılmadığının ifade edildiği itirazda şunlar denildi:
“Eşik analizi, yerinde yapılan fiziksel çalışmalarla birlikte; bilimsel tekniklere ve yöntemlere dayalı, yeterli nitelikte ve kapsamda ekonomik, sosyal, kültürel, politik, tarihi, sektörel ve teknolojik araştırmalar yapılmadığı, ilgili kurum ve kuruluşların görüş ve önerilerin alınıp alınmadığı, alındıysa kurumların hangi mevzuata göre uygun görüş verdiği, uygun görüşler verildiyse hangi mevzuata göre verildiği; plan kararları, yapılan inceleme ve araştırma sonuçları değerlendirerek plan açıklama raporunun hazırlanıp hazırlanmadığını askıya çıkarılan herhangi bir plan açıklama raporu olmadığından , belediyenin sitesinde plan paylaşılmadığından dolayı anlaşılamadığı, ilgili yönetmeliklere göre bu kriterlere yerine getirilmediyse usulen hatalı işlemler yapıldığı değerlendirilmektedir. ”
Gölün hemen kıyısında verilen ruhsatlarla çok katlı oteller yapmak, hatta gölün 50 metre açığına kadar iskele yapmak da mümkün.
İmo Başkanı Atik: İmara açma kararı akıl tutulmasıdır
Van Gölü’nde yaşanan kirlilik , kıyı işgali ve son olarak Van Büyükşehir Belediyesi tarafından çıkarılan imar kararına ilişkin Yeşil Gazete’ye konuşan TMMOB İnşaat Mühendisleri Van Şubesi Başkanı Mihail Atik, Edremit sahilinin imara açılması yönündeki kararı ‘ akıl tutulması ‘ şeklinde tarif ediyor.
“Kıyıların korunması yasalarla sabit kılınmıştır. Ağır savaş koşullarında bile değişmeyecek maddelerle korunması lazım. Ancak bir anda 66 hektarlık büyük bir alanın tesis veya konut alanı olarak imara açılacağını fark ettik. Bu da Van Gölü’nün çekildiği, kıyılardaki kirlilik ve balçığın gündemde olduğu bir döneme denk getirildi. Çok şaşırdık , akıl tutulmasıdır çünkü. Daha önceki rapor ve yönetmeliklerde Van Gölü’nün çekilmesi veya büyük zarar görmesinin kıyılarda gerçekleşecek yapılaşmanın baskısıyla mümkün olacağı belirtiliyordu. Bu kararla böylesi bir tehdide alan açıldı.”
Yapılan itiraz cevapsız bırakıldı
“1992 yılında yayınlanan İmar Kanununda, kıyılarda yapılaşmanın yapılamayacağı ve o bölgelerin afet kotunun altında olduğu, afet kotuna uygun planlama yapılması gerektiği, kıyı imar planında da belirtilmiş. Afet kotu altında kalan bölgeler, afete maruz bölge olarak sayılıyor” diye konuşan Atik, ‘karara itiraz ettiklerini ancak aradan aylar geçmesine rağmen henüz bir cevap alamadıklarını anlatıyor:
Mihail Atik.
“İtirazımıza bunca zaman geçmesine rağmen henüz bir cevap alamadık. Zaten içeriğin detaylarından da bihaberiz. Kentin mimar, mühendis ve şehir planlamacıları bu plandan uzak tutuldu. Çalışmayı hazırlayan da Ankaralı bir firma. Kentteki kurum ve aktörler dahil edilmemiş. Temel amaç oralardan rant elde etmek ve bir kesime pazarlamak. ‘’
Karara karşı kentte kamuoyu da oluşamadığını belirten Atik, bu durumu yöre halkı üzerinde devam eden baskı ortamına bağlıyor:
“İtirazımızda söz konusu projenin göle, göldeki canlılara, insanların kıyıya ulaşımına ve bütün olarak ekosisteme ve ekolojik dengeye vereceği zararları açıkladık. Sonuç alamamanın yanı sıra kamuoyu da oluşturamadık. Çünkü sindirilmiş bir toplumda yaşıyoruz. Vatandaşlar sesini çıkaramıyor, çünkü en ufak şeyde gözaltına alınabiliyor veya işinden edilebiliyor. Bu baskılar ve kaygılar toplumu kendi değerlerini koruması noktasında çaresiz bırakıyor. Süreci yargıya taşıyacağız. Bu geri dönüşü olmayan tahribatı yargı yoluyla durdurmaya çalışacağız. Fakat üzülerek belirtiyorum, yargıdan da çok umutlu değiliz. Engelleyecek tek şey bölge halkının hayır demesi olacaktır. Geç kalınmadan sesin çıkarılması lazım. ‘’
‘Göle ulaşım hakkını engellemiş olacak’
Atik “Üstelik bunlar, içinde birçok canlının yaşadığı, oksijen deposu sazlıkları yok etme pahasına yapılıyor. Başka yerde olsa sit alanı ilan edilecek, doğal kaynaklara hırsla ve gözü kara bir şekilde yaklaşılmasını anlamış değiliz‘’ diyor ve göl civarındaki imar planının başka yapılaşmalar için de emsal gösterileceğine dikkat çekiyor:
“Bu karara imza atanlar seçilmemiş kişiler ve buralarda uzun süre kalmayacaklarını da biliyorlar. Hazır atanmışken bu işin kaymağını yeme peşindeler. Yapabilecekleri en gaddar şekilde Van Gölü kıyılarını imara açıyorlar. Yarın bu emsal gösterilecek ve Van Gölü kıyıları bir bütün olarak betona dönecek. Konut yapılacak yerlerde mülkiyet sahipleri de önlemler alacak ve diğer insanlarla insan dışı canlıların göle ulaşım hakkını engellemiş olacak. ‘’
Prof. Dr. Alaeddinoğlu: Ne denetim var ne de standardizasyon
Van Yüzüncü Yıl Üniversitesi (YYÜ) Edebiyat Fakültesi Coğrafya Bölümü Öğretim Üyesi Prof. Dr. Faruk Alaeddinoğlu ise Van Gölü’nün bir miras olduğunu ve bu mirasın korunması için yeterli adımların atılmadığını ifade ediyor:
‘’Van Gölü bölgemiz için bir vaha özelliği taşıyor. Çok değerli. Bir çok sulak alan barındıran Doğu Anadolu Bölgesi’nin merkezinde yer alan; insanların nefes alabileceği, regülatif amaçlı deneyimleyebileceği bir göl. Bu yönüyle de doğanın bize mirası ve korunması gerekiyor. Ancak maalesef bu konuda yeterli adımlar atılmıyor. ‘’
Kirlilik ve kıyı işgalini Van Gölü için iki temel sorun olarak değerlendiren Alaeddinoğlu, gölün etrafındaki yapılaşmanın kontrolsüzlüğüne şöyle dikkat çekiyor:
Prof. Faruk Alaeddinoğlu.
‘’Kapalı bir havza olması nedeniyle etrafındaki yerleşkelerin ve buralardan geçen akarsuların taşıdığı atık ve artıklar maalesef göle dökülüyor. Son yıllarda bu suların arıtılması için bir takım çalışmalar yapılıyor ancak sonuçları henüz tam olarak yansımış değil. Asıl önemli sorun göl kıyısı boyunca bulunan ikinci konut yapılaşması. Son yıllarda daha çok güneşlenme veya kıyı turizmi amacıyla ortaya çıkan yapılaşmada önemli bir artış var. Türkiye’nin genelinde çok geçmişten gelen bir sayfiye ev geleneği vardır ancak Van Gölü etrafında, son dönemde kontrolsüz, denetimsiz, göle saygı duymayan yapılar son dönemlerde önemli ölçüde arttı. Bunun da göl üzerinde yarattığı bir baskı var . Gölün etrafında çoğalan bu yapılaşma insanların gölü deneyimleyememe sorununu da ortaya çıkarıyor. Söz konusu yapılaşma göze hoş gelen bir yapılaşma değil. Hiçbirinin diğeriyle bir standardı yok. ‘’
‘Halkın kullanacağı alanların çoğu işgal altında’
Alaeddinoğlu, kıyıda yerleşkeye dönen alanların bölge halkına açık olması gerektiğini vurgulayarak, kıyı işgalini şu şekilde anlatıyor:
‘’Van Gölü’ne girilecek alanlar gittikçe daralıyor. Şu an insanların yerleşmek için kullandığı alanların aslında halka tamamen açık olması gerek. Böyle devam ederse akarsuların göle dökülmediği, yani kıyı turizmine konu alanlar bitme noktasına gelecek. Akarsuların göle taşıdığı siltasyon malzemeleri gölde çamur ortaya çıkarıyor ve bu bölgelerden yararlanmak pek mümkün olmuyor. Bu alanlar dışında kalan korunmuş veya kumsal alanlarsa ikinci konutların işgali altında. İnsanlar kendi arazilerini kullanacaklar elbette ama bunun sınırları ve arazinin kapasitesi konusunda bilgilendirilmeleri ve bu kullanımın denetim altında yapılması lazım. Şimdiki gibi Van ile Erciş arasında olan kıyının, işgal edilmesi şeklinde değil.
Kıyının işgal edildiği yerlerde duvar ve tel örgüleriyle insan ve diğer canlıların denize erişimi engelleniyor
Göl çekilmeye devam edecek, kıyı politikası uzun vadeli ve bilimsel olmalı’
Mevcut yapılaşmanın olduğu alanların taşıdığı heyelan riskine de değinen Alaeddinoğlu, ‘ Bir başka sorun ise konutların yapıldığı alanların neredeyse tamamının heyelan sahası içinde olması. Aynı kontrolsüzlüğün burada da devam ettiğini görüyoruz. İnsanların ‘ben ev yapacağım’ kararı yeterli oluyor maalesef ama gölün turizme konu olmasını isteniliyorsa, gelecek için bu kıyıların fütursuz işgalinin önüne geçmek gerekiyor” diyor ve ekliyor: “Gerekli tedbirler alınırsa burası bölgenin çekim alanına dönüştürülebilir. Böyle bir potansiyel olmasına rağmen neredeyse hiç kullanılmıyor. Hatta sadece kıyı turizmi için değil, doğru bir planlama yapılarak suyunun sodalı olması nedeniyle sağlık turizmine de açılabilir.”
Alaeddinoğlu, küresel ısınmaya bağlı kuraklık nedeniyle suları her geçen yıl daha gerilere dek çekilen gölde kıyının da ‘uzaklarda kalmaya’ devam edeceği öngörüsüyle, kıyı politikasının rastgele ve popüler bakış açısıyla değil uzun soluklu ve bilimsel olarak gerçekleşmesi gerektiğinin altını çiziyor.
Kalçık: 430 kilometre boyunca uzanan işgal
Van Tarihi Eserleri Koruma, Araştırma ve Geliştirme Derneği Yönetim Kurulu Başkanı Ali Kalçık ise gölü koruması gereken kamu kurumlarının göl kenarındaki yapılaşmanın en büyük müsebbibi olduğunun altını çiziyor:
Ali Kalçık.
‘Durduğumuz yerde Valilik yazlığı ve Edremit İlçe Kaymakamlığı binası bulunmakta. En başta kıyıyı işgal eden valinin ve kaymakamın kendisi. Karayolları, Devlet Su İşleri, Havaalanı ve Jandarma gibi neredeyse bütün kurumlar sahili işgal etmiş vaziyette. 430 Km uzunluğundaki Van Denizi’nin her yerinde bu kıyı işgaline rastlamak mümkün. Gevaş’ın İn Köyü’nden Erciş’in Karatavuk Köyü’ne kadar sahil niteliği taşıyan hiçbir alan, boş bırakılmamış. Kamu kurumlarının doldurduğu bu alanlarda bırakın canlıların denizle buluşmasını insanların bile bağı kalmamış durumda. ‘’
Savaş koşullarında bile yasaklanmış
1990 yılında yürürlüğe giren ve 2005 yılında revize edilen 3621 sayılı Kıyı Kanunu’na dikkat çeken Kalçık, şöyle konuşuyor: “
1970’li yıllarda uluslararası hukukla garanti altına alınan Su Kullanım Hakkı diye bir hak var. O konun 3621 sayılı yasa ile 1980’li yılların sonunda Türkiye’de de uygulanmaya başlandı. Buna göre, savaş koşullarında bile kıyılarda sosyal tesislerin yapılamayacağı, kurulacak geçici alanların savaş bitimiyle beraber ortadan kaldırılması gerekiyor. ‘Kıyının ilk 50 metresinde çivi çakamazsın , ilk 100 metresinde yapı yapamazsın’ diyor aynı kanun. Kıyı Koruma Müdürlüğü var örneğin. Yapacağı tek şey kıyı koruma çizgisini korumak ve ihlal edilmemesini sağlamak. Ama Van Gölü için böylesi bir çalışma söz konusu değil. “
Kıyıda bulunan Çimento Fabrikası’nın sosyal tesisleri, suyun sıfır noktasında kurulmuş.
‘Koruması gerekenler yasayı ihlal ediyor’
Kalçık en başta kıyı şeridini ve Van Gölü’nü korumakla görevli olan yasa uygulayıcıların kanunları ihlal ettiğine dikkat çekiyor: “Bir gaspla o koltuğa gelmiş bürokrat meclisin olmadığı, demokrasinin işlemediği bir ortamda böyle bir karar alıyor. Bu ne hukuktur ne de adalettir. Göl kıyısının bu şekilde imara açılması, gölü bir pislik çukuruna çevirecek. Şu an zaten kirli sular tam kapasite arıtılmadığı için bir ihlal yaşanıyor. Bu imar çalışması da bu ihlali kat be kat arttıracaktır. Kamoyundan, denizlerine sahip çıkmasını ve bu hukuksuz karara itiraz edilmesini talep ediyorum. Çünkü biz bu doğanın sahibi değil, emanetçisiyiz.”
İktisatçı Fırat: Gölün ekonomiye kazandırılma çalışmaları ekolojiye uygun olmalı
İktisatçı Muhsin Fırat ise Van Gölü’nün ekonomiye kazandırma çalışmalarının ekolojiye uyumlu olarak yapılması gerektiğini ifade ediyor.
“Van Gölü ekonomik potansiyeli olan bir mirastır. Hem dibinde hem de çevresinde önemli zenginliklere sahip. Bunun ekonomiye kazandırılması lazım ancak bu da doğayla uyumlu bir şekilde olmalı. Örneğin Fırat Üniversitesi’nin çalışmasına göre gölün derinliklerinde önemli bir uranyum rezervi bulunuyor. Yaşanan kirlilik ve işgal Türkiye’de sadece burada yaşayan ve kentin ekonomisine önemli bir katkı sunan inci kefali balığının geleceğini de risk altına almış oluyor. Kirliliğe tedbir alınmaması, kıyılarda bir modernizasyon olmaması durumunda binlerce ailenin geçimini sağladığı bu balık türü yok olacak maalesef.”
Ekonomi ile doğa ilişkisini değerlendiren Fırat, “Ekonominin doğduğu yer doğa iken insan eliyle doğa kurban ediliyor. Van Gölü’nde yaşanan da tam olarak bu” diyerek Edremit ilçesini kapsayacak imar çalışmasının hayata geçirilmesi durumunda ilçenin demografik yapısının değişeceğine ve kıyı şeridinde nüfus artışının önüne geçilemeyeceğine dikkat çekiyor:
Muhsin Fırat.
“Kıyının işgal edilmesi veya imara açılması gölü katlediyor, bu açık. Demografik ve sosyolojik olarak Edremit yoğunlaşan bir yerleşke olacak. Bu karar Edremit’in, Van Gölü’nün ve Van Gölü’ne erişim sağlayan tüm canlıların aleyhine olacaktır. Kısa vadeli bir ekonomik kazanç elde edilebilir ancak ekonominin kaynağı olan doğa için büyük bir tehdit olur böylesi bir çalışma. Elbette turizm açısından bir takım yatırımlar yapılabilir ancak tahrip etmeyecek ve uzun vadede tasarlanmış bir şekilde yapılmalı.”
Gölün turizm ile beraber sağlık turizminde taşıdığı potansiyele rağmen beklenen ivmeyi gerçekleştirmediğini sözlerine ekleyen Fırat, düzgün planlanmış plajlar ve denetimli yapılacak su sporlarının da Van Gölü turizmi için önemli olacağını belirtiyor.
Alkollü içeceklerde ve sigarada özel tüketim vergisi oranı artırıldı. Bir litre rakıda ÖTV tutarı 481,98 TL’den 602,48 TL’ye yükseltildi. Sigarada 0.71 TL olan asgari maktu vergi tutarı 0.78 TL oldu.
Zamma ilişkin Cumhurbaşkanı kararı, dün gece Resmi Gazete’de yayımlandı. Buna göre, alkollü içeceklerde ÖTV artışı yüzde 25 oldu. Bir litre rakıda ÖTV tutarı 481,98 TL’den 602,48 TL’ye yükseltildi. 1 litre rakının vergisi 64 TL artarken, 70’lik rakıda vergi artışı 45 TL oldu.
Sigarada ÖTV artış oranı yüzde ise yüzde 10 oldu. Sigarada 0.71 TL olan asgari maktu vergi tutarı 0.78 TL olurken, bir paket sigaradan alınan ÖTV 1.69 TL arttı.
Zamlar bir ay önceye çekildi
Vergi artışları her yılın başında ve ortasında düzenli olarak yapılıyor. Bu yıl artışların temmuzda yapılması gerekiyordu, ancak bir ay önceye çekildi. Temmuz ayında yapılması gereken enflasyon orandaki vergi artışının bu nedenle yapılmaması bekleniyor. Yani, Temmuz-Aralık döneminde sigara ve alkollü içeceklere yapılması muhtemel yüzde 60’a ÜFE güncellemesi gerçekleşmeyecek.
Benzin ve motorine de zam
Öte yandan bugünden (27 Mayıs) itibaren geçerli olmak üzere, benzinin litre fiyatına 1,42 lira, motorinin litre fiyatına 1,35 lira zam yapıldı.
Perşembe gecesinden itibaren geçerli olmak üzere otogaz fiyatları da 36 kuruş zamlandı. Otogazda; İzmit/İzmir‘de 36, Kırıkkale‘de 37, Dörtyol‘da 37, Samsun‘da 38, Ambarlı‘da 38 kuruş fiyat artışı meydana geldi. Artış 26 Mayıs gece yarısı itibarı pompa fiyatlarına yansıdı.
Yeni zamla birlikte, benzinin litre fiyatı İstanbul’da 24,32 TL’ye, Ankara’da 24,42 TL’ye, İzmir’de 24,42 TL’ye yükseldi.
Motorinin litre fiyatı ise yaklaşık olarak İstanbul’da 23,50 TL’ye, Ankara’da 23,59 TL’ye, İzmir’de 23,59 TL’ye yükseldi.
Benzine son bir yılda yüzde 215, yılbaşından bu yana yüzde 98 oranında zam yapıldı.
Çevre Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanı Murat Kurum, parçalanan Atatürk Havalimanı‘nın yerine yapılacak Millet Bahçesi’ndeki fidan dikim töreni ve İstanbul’un fethi kutlamaları dolayısıyla mesaj yayımladı.
Kurum, “Fethi kuşanmış şanlı ecdadımızın yadigarı İstanbul’umuza benzersiz bir eser kazandırıyoruz. 29 Mayıs’ta, büyük fethin 569. yıl dönümünde, Sayın Cumhurbaşkanımızın teşrifleriyle Atatürk Havalimanı’na yapacağımız, dünyanın sayılı, Türkiye’nin en büyük Millet Bahçesi’nin ilk fidanlarını toprakla buluşturuyoruz” dedi.
29 Mayıs Pazar günü saat 16.00’da, “yüzbinlerin fetih ruhuyla” Atatürk Havalimanı Millet Bahçesi’nde buluşacağını söyleyen Kurum, Millet Bahçesi’nin Türkiye’nin gurur tablosu olacağını öne sürdü; tamamlandığında dünyanın en büyük yeşil alanlarından biri olacağını ifade etti:
“Buraya tam 145 bin 300 ağaç dikilecek. İstanbul’un merkezinde 5 milyon 61 bin metrekarelik yeşil bir koridora dönüşecek. İstanbullular evlerinden uzaklaşmadan, şehir dışında dinlenecek alan bulma telaşına düşmeden doğayla buluşacak. İstanbul’un kalbi, Türkiye’nin kalbi burada, millet bahçemizde atacak. Öyleyse haydi İstanbul. Fethin coşkusunu birlikte yaşamaya. Haydi Türkiye, Cumhurbaşkanımızla beraber, fidanlarımızı toprakla buluşturmaya.”