Ana Sayfa Blog Sayfa 87

Vatandaşların yüzde 80’i hükümetlerinden daha güçlü iklim eylemi bekliyor

Birleşmiş Milletler Kalkınma Programı (UNDP), bugüne kadar iklim değişikliği algısı üzerine gerçekleştirilen en büyük anketin sonuçlarını paylaştı.

Oxford Üniversitesi iş birliği ile yapılan Peoples’ Climate Vote 2024 (Halkın İklim Oyu) adlı anket çalışmasına 77 ülkeden 73 bin insan katıldı.

Anket sonuçlarına göre insanların yüzde 80’i hükümetlerinden iklim değişikliği konusunda daha fazla adım atmasını bekliyor. Yüzde 86’sı ise ülkelerinin jeopolitik farklılıklarını bir kenara bırakıp iklim değişikliği ile birlikte mücadele etmesi gerektiğini düşünüyor.

UNDP, küresel olarak yükselen milliyetçilik eğilimine rağmen bu oranın oldukça yüksek olduğuna dikkat çekiyor.

Anket katılımcıları, iklim değişikliği hakkında UNDP, Oxford Üniversitesi ve GeoPoll tarafından tasarlanan 15 soru yanıtladı. Bu sorular, insanların iklim değişikliğinin etkilerini nasıl tecrübe ettiğini ve liderlerden beklenen iklim politikaları üzerineydi.

Anketin yapıldığı 77 ülke, küresel nüfusun yüzde 87’sini temsil ediyor.

‘Politikacılar anket sonuçlarını dikkate almalı’

UNDP yöneticisi Achim Steiner, “Anket açık ve net. Küresel olarak vatandaşlar, yöneticilerinin farklılıkları bir kenara bırakarak bir an önce harekete geçmesini ve iklim değişikliği ile cesurca mücadele etmesini bekliyor” dedi.

Oxford Üniversitesi Sosyoloji Bölümü’nden Prof. Stephen Fisher, “Bu büyüklükte bir araştırma büyük bir bilimsel çabaydı. Dünyanın en yoksul bölgelerindeki dışlanmış grupları da ankete dahil etmek için büyük çaba gösterdik. Bu, iklim değişikliğine ilişkin kamuoyu görüşünü yansıtan en yüksek kalitedeki verilerden biri” dedi.

Paris Anlaşması uyarınca her beş yılda bir güncellenmesi gereken Ulusal Katkı Beyanları‘nın bu sene güncelleneceği düşünülürse anket sonuçları yöneticiler için önemli bir kaynak sunuyor. UNDP Küresel İklim Değişikliği Direktörü Cassie Flynn, “Dünya liderleri Paris Anlaşması taahhütlerinin bir sonraki aşamasına karar verirken bu sonuçlar, insanların cesur iklim eylemini desteklediğinin bir kanıtı” dedi.

Anket sonuçlarında insanların fikir birliğinin oldukça yüksek olduğuna dikkat çeken Steiner, liderlerin ve politikacıların bu sonuçlardan ders almasını ve iklim değişikliği taahhütlerini bu doğrultuda güncellemelerini söyledi.

‣ Ulusal Katkı Beyanları fosil yakıt üretiminden bahsetmiyor

İklim eylemi güçlendirilmeli, fosilden çıkış hızlandırılmalı

Anket, emisyonları en yüksek 20 ülkenin daha güçlü iklim eylemini desteklediğini gösterdi. Amerika Birleşik Devletleri ve Rusya‘daki katılımcıların yüzde 66’sı, Almanya‘dakilerin yüzde 67’si, Çin‘dekilerin yüzde 73’ü, Güney Afrika‘dakilerin yüzde 77’si ülkesindeki iklim eylemlerini destekliyor. Bu oran Hindistan‘da yüzde 85, Brezilya ve İran‘da yüzde 88 ve İtalya‘da ise yüzde 93’e ulaşıyor.

En büyük beş emisyon üreticisi olan Avusturya, Kanada, Fransa, ABD ve Almanya’da kadınlar, iklim taahhütlerinin güçlendirilmesini erkeklere oranla daha fazla istiyor.

Katılımcıların yüzde 72’si, fosil yakıtlardan çıkışın hızlandırılmasını istiyor. En büyük 10 petrol, kömür ve gaz üreticisi için de sonuçlar benzer.

Nijerya‘nın yüzde 89’u, ABD’nin ise yüzde 54’ü fosil yakıtların daha hızlı bırakılması gerektiğini düşünüyor.

Tüm katılımcıların yalnızca yüzde 7’si ülkelerinin fosil yakıtları bırakmaması gerektiğini belirtti.

İklim değişikliği endişeleri artıyor

Anketin en önemli bulgularından biri de insanların yüzde 56’sının iklim değişikliği üzerine günlük veya haftalık olarak endişelenmesi oldu. Bu oran en az gelişmiş ülkelerde (LDC) yüzde 63’e çıkıyor.

İklim konusundaki endişe geçen yıl küresel olarak yüzde 53, LDC’lerde ise yüzde 59’du.

Ankete katılan dokuz Küçük Ada Devleti’nde ise katılımcıların yüzde 71’i iklim değişikliği konusunda endişelerinin geçen yıla göre arttığını belirtti.

Küresel çapta insanların yüzde 69’u, nerede yaşayacakları ve çalışacakları gibi hayati kararların iklim değişikliğinden etkilendiğini söyledi. Bu oran LDC’lerde yüzde 74’e yükselirken Batı ve Kuzey Avrupa’da yüzde 52 oldu.

Anket sonuçları, iklim değişikliğinin en az gelişmiş ülkelerde daha fazla endişeye yol açtığını göstererek iklim değişikliğinin adaletsizliğini de bir kez daha gözler önüne serdi.

Tokat’ta Alevi köyünde altın madeni tehdidi: Sinir uçlarına dokunuluyor

Tokat’ın Günçalı köyünde Zeni Madencilik ile HLC Madencilik’e Alevilerin kutsal saydığı ‘Çal Baba’ tepesinde altın madeni için verilen ruhsatlara karşı yeniden dava açılacak.

Daha önce HLC Madencilik’in 50 bin dönüm arazi için aldığı ruhsata itiraz eden köylülerin açtığı davada Samsun 3. İdare Mahkemesi’nde yürütmeyi durdurma talebi reddedilmişti. İlk ruhsat sahası için hukuki süreç devam ederken, aynı bölgede ikinci bir altın madeni için ruhsat izni verildiği ortaya çıktı.

Duvar’dan Osman Çaklı’nın aktardığına göre; köylüler, hem inanç merkezlerinin yok edilmesinden dolayı tepkilerini dile getirirken hem de Erzincan İliç’teki faciadan sonra siyanürlü cevher ayrıştırma işleminin tehlikesinden endişe ettiklerini söyledi.

Tarım ve hayvancılığın ana geçim kaynağı olduğu köyde, Alevi toplumunun kutsalı olan ‘Çal Baba’ bölgesi de maden sahası içerisinde yer alıyor.

Tokat’ta maden arama çalışması yapılması planlanan köylerin genel görünümü. Harita: BirGün

‘Sinir uçlarına dokunuluyor’

Altın madenciliğiyle birlikte, mahsullerinin ‘zehirleneceğini’ belirten köylüler, ‘Çal Baba’ tepesine verilecek zararla Alevi toplumunun ‘sinir uçlarına dokunulduğunu’ söyledi.

Tokat Günçalı Derneği Başkanı Nuri Güner, “Emekliler artık köye geri dönüyor. Nüfus artıyor. Çal Baba tekkemiz var. Biz asırlardır burada Cem yaparız. Biz bir ağacın yaprağına dahi dokunmayız. Şimdi burada altın madeni açmak istiyorlar. Daha önce açtığımız davayı reddettiler. Biz teyakkuzdayız” dedi.

‘Artık bu maden girişimleri siyasi bir mesele’

Güner, İliç’te yaşananlardan sonra ruhsat sürecinin yavaşlatıldığını sözlerine ekleyerek, Çevresel Etki Değerlendirmesi (ÇED) sürecini beklediklerini kaydetti ve sözlerine şöyle devam etti:

“Çevreye duyarlılığımızı göstermek istiyoruz. İnsanlarımızın zarar görmemesi için elimizden geleni yapıyoruz. Ruhsat iptali için yeni bir dava açacağız. Mahkeme bize gerekçe de göstermiyor. Biliyorsunuz artık bu maden girişimleri siyasi bir mesele. AKP hükümetinin desteklediği bir durum var. Mahkemeler de özgür iradesiyle karar veremiyor.”

‘Sonuçta siyanür, ölüm yani. İliç’i gördük’

Altın madenciliğinden etkilenecek Killik köyü muhtarı Yener Şahin de benzer bir tepkiyle altın madenciliğine karşı olduğunu aktardı. Şahin şöyle konuştu:

“Altın madeninde siyanürlü ayrıştırma yapacaklar. Tek bizim köyümüz değil, ovayı kaplayan tüm köyler adına itiraz ediyoruz. Maden araması yapılacak bölgenin altında Güzelce barajı var. Tüm havzayı besliyor. Maden ruhsatının olduğu dere yatağı buraya akıyor. Olası siyanür kaçağında gölet zehirlenecek. Tarım ve hayvancılıkla geçinen köylüleriz, bizim mera ve otlak alanlarımız kapatılacak. Sonuçta siyanür, ölüm yani. İliç’i gördük. Birileri ölecek birileri daha zengin olacak. Biz 4-5 ayrı firmanın daha burada maden açmak istediğini biliyoruz. Yürütmeyi durdurma talep edeceğiz. Köylülerimiz altın madenini istemiyor. Mümkün mertebe elimizden gelen her şeyi yapacağız. Tokat’ta şeker pancarı kalitelidir. Burası zehirlenirse tüm Türkiye’ye yayılan bu şekerden herkes etkilenecek. Bu insanlığın sorunu bence.”

Gönüllü avukatlık yapan İsmail Hakkı Atal, HLC’ye karşı açılan davanın devam ettiğini, şimdi Zeni Madencilik’e karşı da dava açacaklarını belirterek, yargı sürecini anlattı:

“Ruhsat aşamasında da teknik olarak dava açabiliyoruz. Burada mevzuata uyulmamış. Üç ayrı ruhsat verilmesi gerekiyor. Ancak toplama ruhsat verilmiş. Yani üç ayrı dönemi tek dönemde topladılar. AKP, süreci madenciler lehine hızlandırıyor. Genel arama ruhsatında başarılı olunursa, detay arama ruhsatı verilecek, sonra işletme ruhsatı verilecek. Burada böyle bir süreç işletilmedi.”

Tokat’ta ‘Doğa katliamına ve talana dur’ diyen köylüler madene karşı nöbet başlattı

Güneşten kaçarken kansere yakalanmak

Uzun bir aradan sonra tekrar merhaba. Madem yaza girdik o halde yeni yazımız yaz ve tatil ile ilgili olsun.

Her ne kadar yaz ayları diyince akla güneş deniz kumsal gibi metaforlar gelse de yeni dünyada bu metaforlar yerini bunaltıcı sıcaklar, orman yangınları ve kirlilik gibi olaylara bırakmış durumda. Çünkü artık bildiğimiz yazların sonuna geldik. Bu son hem bireysel olarak maruz kaldıklarımızla hem de çevrenin tahribatı açısından bir son.

Güneşten korunmanın çevre ve sağlık maliyeti

Bundan 20-30 yıl önce güneş kremi kullanmak yaz ayları için sadece “zenginlerin” bir aktivitesi olarak görülüyordu. Hoş bu durum tatil yapabilen ve güneşlenen mutlu insan sayısının azınlıkta olması ve tatil yapmanın bir zenginlik alameti zannedilmesiyle de doğrudan ilgisi var. Ancak tabii ki o zamanlar güneş kremlerinin erişilebilirliği de oldukça düşüktü. Sadece imkanı olanın eriştiği bir malzeme idi.

Ancak zamanla kentli nüfusun artması, alım gücündeki değişim ve tatil yapmanın artık toplumun birçoğunun yaptığı bir etkinlik haline gelmesi ve beraberinde de yoğun “güneşten korunun” temalı UV korunma reklamlarının yapılması güneş kremlerini de hayatımızın içine soktu.

Artık yerli yabancı birçok markanın çok farklı fiyat skalasına sahip kremleri kolayca erişilebilir halde. Üstelik artık güneş kremleri sadece tatilde güneşlenenler tarafından değil yaz kış açık havada dolaşan herkesi kullandığı bir kimyasal.

Bu durumun birçok avantajı ve dezavantajı söz konusu. En önemli avantajı UV ışınları kaynaklı güneş lekelerinden ve kanser olasılığından koruması. Fakat bu avantajlar aynı zamanda bir dezavantaj. Nasıl mı? Danimarka Tüketici Konseyi THINK Chemicals tarafından yapılan yeni bir araştırma bunun nasılını ortaya koyuyor. THINK’in araştırması, güneş kremlerindeki endokrin bozucu kimyasallarla ilgili.

52 kremin 20’si şüpheli kimyasal içeriyor

Araştırma kapsamında THINK Chemicals Danimarka pazarında satılan 52 güneş kreminin içerik listesini incelemiş ve ürünleri kimyasal içeriklerine göre sıralamış. Güneş kremlerinin 22’sinin istenmeyen herhangi bir kimyasal içermediği, bununla birlikte, 20 güneş kreminin ise şüpheli endokrin bozucular veya diğer sorunlu kimyasallardan içerdiği ortaya konulmuş.

Zararlı kimyasallar içeren kremler arasında Nivea, Bondi Sands ve Clarins gibi popüler markaların güneş kremleri de bulunuyor. Hemen Danimarka’dan bize ne demeyin. Çünkü benzer kremler benzer içeriklerle Türkiye‘de de satılıyor.

Türkiye’de denetim mekanizması yok

Tüketici sağlığının şirketler tarafından önemsenmediğini söylemeye artık gerek yok. Her türlü kişisel bakım ürünü ciddi kimyasallar içeriyor. Bazı firmalar da bu krizi fırsata çevirmiş ve bazı bilinen kimyasalların içeriklerinde olmadığını “X Free” etiketiyle satıyorlar. Ancak içeriğinde X olmayan markaların Y içermediğine dair ise herhangi bir bilgi yok. Bu tür olayları denetleyecek bir denetleme mekanizması da olmadığı yada olanın da işe yaramadığını söylemek mümkün.

Ayrıca bu bilgileri ortaya koyacak sivil toplum kuruluşu (STK) da ne yazık ki Türkiye’de mevcut değil. Çünkü Türkiye’deki çevre STK’larının ekserisi herhangi bir faydası olmayan komşular pazarda görsün aktiviteleriyle günü kurtarma derdine düşmüş. Çoğu da zaten bu kirletici ve kanser yapıcı firmalarla işbirliği yapma peşinde.

İnsan sağlığına ve çevreye olumsuz etkisi olmayan kozmetik ürünler nasıl seçilir?
UV ışınları hakkında her şey: Zararları ne, D vitamini için gerekli mi?

Peki, siz nasıl kendinizi koruyacaksınız? Bunun için de bazı kimyasallardan uzak durmakta fayda var. Öncelikle kendinizi korumak için etiket okumayı öğrenmeniz gerekiyor. İçerisinde aşağıdakilerden bulunan ürünlerden uzak durun:

  • Paraben
  • Triklosan
  • Florlu bileşikler ve PTFE
  • Benzofenon-3 (aynı zamanda Oksibenzon olarak da bilinir)
  • Avobenzon
  • Butiloktil Salisilat
  • Siklopentasiloksan / Siklometikon
  • Formaldehit, Diazolidinil üre, Kuaterniyum-15, DMDM ​​Hidantoin ve Hidroksimetilglisinat
  • Homosalat
  • Metilizotiyazolinon
  • Mikroplastik
    • Dimethicone, Carbomer, Acrylates Copolymer, Nylon-12, Polyquaternium-7, PEG-100, PEG-100 Stearate, PEG200 Hydrogenated Glyceryl Palmate, PEG7, Glyceryl Cocoate, PEG-90M, PEG-23M, PEG-90, Stearate, Amodimethicone, Ammonium Polyacryloydimethyl Taurate, Ceteth-2, Trideceth-6, Polyquaternium-6, Acrylates/C10-30, Alkyl Acrylate Crosspolymer, PPG-5-Ceteth-20, Trideceth-10, Poly C10-30 Alkyl Acrylate, Sodium Acrylates/C10-30, Alkyl Acrylate Crosspolymer, Sodium Carbomer, VP/Hexadecene Copolymer, Laureth-23
  • Nanopartiküller
  • Oktokrilen
  • Oktinoksat / Oktil metoksisinnamar
  • Ftalatlar
  • Kuaterniyum-15
  • Retinil Palmitat
  • Sodyum lauril ve lauret sülfat (SLS/SLES)
  • Çinko oksit

Bu ürünler sizin sağlığınızı bozmakla kalmaz. Aynı zamanda çevre açısından da ciddi riskler taşır. Yani bir bakıma bu kremler aracılığıyla güneşten kaçarken kansere ve çevre sorunlarına tutuluyorsunuz.

Sahillerde mikroplastik istilası

Güneşlenirken tabii sağlıklı içerik bulsanız da o içeriklerin içine konuldukları ambalajlar çoğunlukla plastik olduğu için bir şekilde etkileceksiniz. Üstelik sadece siz de değil çevre de bundan ciddi biçimde etkilenecek.

Yakın zamanda PlastChem isimli grup, yayınladıkları bir raporda plastiklerin içinde 16 binden fazla kimyasal olduğunu ortaya koydu. Üstelik bu kimyasalların ekserisi kanserojen ya da hormon bozucu.

Risk sadece bu kimyasallarla da sınırlı değil. Çünkü bu ambalajlar çoğunlukla geri dönüşmüyor ya da tekrar kullanıma hiç uygun değil. Dolayısıyla bu ambalajları gittiğiniz uzak sahillerde çöp olarak ya da plajlarda yakından baktığınızda mikroplastik olarak görmeniz mümkün.

Bu yaz tatile gittiğiniz sahilde şezlonga uzanırken şöyle kumsalda 10 cmx10 cm’lik bir alan belirleyerek bu alanın ilk 5 cm derinliğindeki yüzey kumunu sıyırıp bir kovanın içine aktarın ve üzerine de deniz suyu dökün. İşte o zaman ne demek istediğimi anlarsınız.

Çünkü en temiz sahil bile mikroplastik açısından inanılmaz derecede kirli çıkacaktır. Hatta bunu bir görev edinmek isterseniz marketten mutfakta kullandığınız metal süzgeçlerden alıp yanınızda sahile giderken bulundurursanız herhangi bir sahildeki kumu bu elekten geçirdiğinizde ne kadar çok fazla miktarda mikroplastik olduğuna siz de şaşıracaksınız.

Herkese plastiksiz ve kimyasalsız tatiller!

Yeşil ipuçları: Mikroplastik maruziyetini azaltmanın 7 yolu

Julian Assange beş yılın ardından özgür

İngiltere’deki yüksek güvenlikli Belmarsh cezaevinde geçirdiği beş yılın aşkın sürenin ardından WikiLeaks kurucusu Julian Assange, bugün (25 Haziran) erken saatlerde tahliye edildi.

Associated Press’in (AP) haberine göre; Assange, Amerika Birleşik Devletleri (ABD) ile vardığı bir anlaşmanın ardından, ABD’ye gitmeyi reddettiği için yargılaması memleketi Avustralya’ya coğrafi olarak yakın olan ABD’ye bağlı Kuzey Mariana Adaları’nda bu hafta federal bir mahkemede yargılanacak.

Bu hafta yapılması beklenen yargılamada, Assange vardığı anlaşma kapsamında, Amerikan devlet sırlarını ve ulusal güvenliği ilgilendiren dosyaları edinmek ve dağıtmak suçunu kabul edecek ve alacağı ceza, şu ana kadar hapiste geçirdiği süre göz önüne alınarak infaz edilmiş sayılacak.

WikiLeaks’ten X sosyal medya platformunda yapılan bir açıklamaya göre, Assange’ın dün uçağa binerek İngiltere’den ayrıldı. WikiLeaks açıklamasında, anlaşmanın duyurusunda “yanımızda duran, bizim için savaşan ve onun özgürlüğü için verdiği mücadeleye tamamen bağlı kalan herkese” minnettar olunduğu belirtildi.

Ayrıca açıklamada “Bu olay, tabandan gelen organizatörleri, basın özgürlüğü kampanyacılarını, yasa koyucuları ve siyasi yelpazenin dört bir yanından liderleri Birleşmiş Milletler’e kadar kapsayan küresel bir kampanyanın sonucudur. Bu durum, ABD Adalet Bakanlığı ile uzun bir müzakere dönemi için alan yarattı ve henüz resmi olarak sonuçlandırılmamış bir anlaşmaya yol açtı. Mümkün olan en kısa sürede daha fazla bilgi vereceğiz” ifadelerine yer verildi.

‘Julian ağır bedeller ödedi’

Ek olarak “WikiLeaks, hükümetteki yolsuzluklara ve insan hakları ihlallerine ilişkin çığır açan hikayeler yayınladı ve güçlüleri eylemlerinden sorumlu tuttu. Julian da Genel Yayın Yönetmeni olarak bu ilkeler ve halkın bilme hakkı için ağır bedeller ödedi” denildi.

ABD ile vardığı anlaşma, Assange’ın suçunu kabul etmesini sağlarken aynı zamanda onu ilave hapis cezasından da kurtarıyor. Assange, İsveç’te tecavüz suçlamasıyla yargılanmaya başlamasının ardından İngiltere tarafından iade edilme ihtimaline karşı, Londra‘daki Ekvador Büyükelçiliğinde yıllarını geçirmişti. Assange’ın itibarı, tecavüz iddiaları nedeniyle lekelendiyse de kendisi bu suçlamayı reddetti.

Assange, birçokları tarafından ABD ordusunun Irak ve Afganistan’da işlediği suçları gün yüzüne çıkaran bir kahraman olarak görüldü.

WikiLeaks tarafından yayınlanan dosyalar arasında, Amerikan kuvvetlerinin 2007’de Bağdat’ta gerçekleştirdiği 11 kişinin ölümüne neden olan Apache helikopter saldırısının videosu da bulunuyordu. Bu saldırıda iki Reuters muhabiri de hayatını kaybetmişti.

2019’da açıklanan Adalet Bakanlığı’nın iddianamesine göre Assange, ABD ordusu istihbarat analisti Chelsea Manning‘i diplomatik mesajları ve askeri dosyaları çalmaya teşvik etmek ve yardım etmekle suçlanmıştı. Savcılar, Assange’ın ABD ve müttefiklerini zarara uğratan belgeleri yayınlamak suretiyle ulusal güvenliği tehlikeye attığını iddia etmişlerdi.

Anlaşmasıyla ilgili olarak sunulan iddianamede, Assange’ın Manning ile ulusal savunma ile ilgili belgeleri, notları ve diğer yazılı materyalleri almak ve elde etmek için işbirliği yaptığı ve bu kayıtları “kasıtlı olarak ilettiği” belirtiliyor.

Belge, Assange’ın “ABD vatandaşı olmadığını, ABD’nin gizli belgelerine erişim izni olmadığını ve ABD’nin ulusal savunmasıyla ilgili belgeleri, yazıları veya notları, sınıflandırılmış bilgiler dahil olmak üzere sahip olma, erişim veya kontrol etme yetkisine sahip olmadığını” vurguluyor.

Dava, eski başkan Barack Obama döneminde Adalet Bakanlığı’nın Assange’ı cezalandırmama kararı vermesine rağmen uzun yıllardır sürüyordu. Chelsea Manning, sınıflandırılmış hükümet ve askeri belgeleri WikiLeaks’e sızdırmakla suçlanarak 35 yıl hapis cezasına çarptırılmış ve Obama, Manning yedi yıl hapis yattıktan sonra cezasını 2017’de başkanlık affıyla kaldırmıştı.

Assange, 2016’da WikiLeaks’in Rus istihbarat operasyonlarında çalındığı iddia edilen, Demokrat Parti üyelerinin e-postalarını yayınlamasıyla da gündeme geldi.

Ne olmuştu? 

Julien Assange’ın kurduğu WikiLeaks, 2010’da, aralarında ABD’nin Irak ve Afganistan’da işlediği suçları da delillendiren çok sayıda gizli belgeyi yayımlamıştı.Washington’un  casuslukla suçladığı ve iadesini istediği Assange, hakkında tecavüz ve cinsel taciz suçlamalarıyla açılan davalar için İsveç‘e iadesi gündemdeyken, Haziran 2012’de Ekvador‘un Londra Büyükelçiliğine sığınmıştı.

Assange, Ekvador’un Londra Büyükelçiliğinden 11 Nisan 2019’da çıkarılarak gözaltına alınmış ve “kefaletle serbest bırakılma şartlarını ihlal etmekten” tutuklanarak Londra’daki Belmarsh Cezaevi‘ne konulmuştu.

Mahkeme, Assange’ı bu suçtan 50 hafta hapse mahkum etti. Bu cezayı dolduran Assange’ın iade talebi çerçevesinde tutuklu kalmasına karar verildi.

Duruşmalar sırasında, 4 Ocak 2021’de Assange’ın intihar riskinin yüksek olduğu ve ABD hapishanesinde özel idari önlemlere tabi tutulacağını, özellikle de istihbarat topluluğunun kendisine düşman olması nedeniyle “gerçek bir risk altında” olduğu gerekçesiyle ABD’nin iade talebi reddedildi. ABD ise karara itiraz etti.

ABD, temyizi kazanabilmek için WikiLeaks kurucusunun yüksek güvenlikli hapishanelerde tutulmayacağı ve hapis cezasını ülkesi Avustralya’da çekebileceği taahhüdünde bulunmuştu.

10 Aralık 2021’de Yüksek Mahkeme, verilen teminatları yeterli bularak alt mahkemenin kararını bozarak ve Assange’ın ABD’ye iade edilebileceğine hükmetti. Bunun üzerine Assange’ın savunma ekibi, davayı Yargıtay’a taşımak için Yüksek Mahkeme‘ye izin başvurusunda bulundu. ​​​​​​​

Wikileaks’e sızarak muhbirlik yapan FBI ajanı Sigurdur Ingi Thordarson ise Julien Assange iddialarının doğru olmadığını kabul etmiş; iddianamede yer alan ‘büyük bir bölümünün’ kendisi tarafından uydurulduğunu açıklamıştı. 

Buna rağmen Yüksek Mahkeme 14 Mart’ta verdiği kararla, Assange’ın ABD’ye iade edilebileceği yönündeki karara itirazını reddetti. 

Aşırı sıcaklar hacda 1300’den fazla can aldı

Suudi Arabistan Sağlık Bakanı Fahd Al-Jalajel, bu yıl hac sırasında aşırı sıcaklar yüzünden 1301 kişinin hayatını kaybettiğini bildirdi.

Bakan, 2700 kişinin sıcak çarpması sonucu rahatsızlandığını ve 95 kişinin de hastanede tedavi gördüğünü açıkladı. Rahatsızlananların ve hayatını kaybedenlerin çoğu, 50 yaşının üstünde ve soğutma hizmetlerine erişim olmayan kayıt dışı hacılar.

Bu yıl resmi verilere göre 1,6 milyonu yurt dışından gelenler olmak üzere 1,8 milyon insan hac ibadetlerine katıldı. Ancak birçok insan kayıt dışı olarak ibadet ettiği için toplam hacı sayısının daha fazla olduğu tahmin ediliyor.

Yetkililerin bildirdiğine göre en az 170 bin kişi kayıtsız olarak haca katıldığı tespit edildi.

Termometreler 52 dereceyi gördü

İbadet edilen bölgelerdeki sıcak dalgasının etkisiyle, sıcaklıklar 44 derece olan mevsim normallerinin üzerine çıkarak 52 dereceyi buldu.

Bu yaz hac ibadetini gerçekleştirenler, klimaları alanlarda bile bunaltıcı bir sıcakla karşılaştıklarını belirtti. Serin bir alan arayışındaki hacı adayları, kalabalık camilerde serinledi.

Ancak çölde kilometrelerce yürümesi gereken hacıların birçoğu sıcak çarpması sonucunda baygınlık geçirdi, bazıları ise hayatını kaybetti.

Bakanlık alınan önlemleri ‘başarı’ olarak değerlendirdi

Sağlık Bakanı Jalajel, bu yıl yüksek sıcaklıklara rağmen herhangi bir salgın veya halk sağlığı tehdidi yaşanmamasını bu yılki hac sağlık planlarının bir başarı olduğunu söyledi. Bakanlık, ölümlerin çoğunun insanların sağlık durumlarının zaten zayıf olması nedeniyle yaşandığını açıkladı.

Geçen yıl da 2000’den fazla hacı, sıcak hava yüzünden rahatsızlık yaşamıştı.

Suudi yetkililer, güneş ışığını daha iyi yansıtması için yüzey soğutma kaplaması yaparak asfaltı boyadı. Ancak uydu görüntülerine göre yolun bir kısmı ibadetler başlamadan önce henüz boyanmamıştı.

The Washington Post kaynaklarına göre Arizona Üniversitesi‘nden profesör Ariane Middel, yüzey soğutma kaplamaların asfaltın sıcaklığını düşürebileceğini ancak insanların hava sıcaklığı deneyimi üzerinde çok da etkili olmadığını belirtti. Middel, alternatif olarak insanların yürüme yolları boyunca gölge sağlamanın daha etkili bir serinleme yöntemi olacağını söyledi.

Kayıt dışı hacılar yüksek risk altında

Hac ibadeti yalnızca uzun süre açık havada ibadet etmeyi ve uzun mesafeler yürümeyi değil aynı zamanda maddi gücü de gerektiriyor. Bu nedenle her yıl binlerce insan kayıt dışı turizm şirketi tarafından dolandırıldığı için veya hac maliyetini karşılayamadığı için kayıt dışı olarak ibadetini gerçekleştiriyor.

Suudi yetkililerin açıklamalarına göre hayatını kaybedenlerin yüzde 83’ü kayıt dışı hacılardı. Resmi hacılar ise kronik rahatsızlıkları bulunan yaşlı kişilerdi.

Bu kişiler klimalı çadırlara ve hükümetin hacılar için tasarladığı soğutma merkezlerine erişemiyor. Bazı hacı adayları, kayıt dışı ibadet ettikleri için tıbbi yardım isteyemediklerini söyledi.

İbadetler sırasında hayatını kaybedenler Suudi yetkililer tarafından Mekke‘ye defnediliyor.

İklim krizi mevcut sorunu derinleştiriyor

Küresel sıcaklıklar artarken hac ibadeti sağlık açısından giderek daha riskli hale geliyor. Amerikan Meteoroloji Derneği‘ne göre hac ibadetine ev sahipliği yapan Suudi Arabistan, son 40 yılda Kuzey Yarımküre‘nin diğer bölgelerine göre yüzde 50 daha fazla ısındı.

İklim analizi enstitüsü Climate Analytics‘in bilim danışmanı Carl-Friedrich Schleussner, “Hac bin yıldan uzun süredir aynı şekilde yapılıyor ve Suudi Arabistan her zaman sıcak bir iklime sahipti. Ancak iklim krizi, mevcut koşulların ciddiyetini arttırıyor” dedi.

Küresel sıcaklıklardaki 1,5 derecelik artış, hacılar için sıcak çarpması riskinin beş kat artması anlamına geliyor. Isınma bu şekilde devam ederse birçok bölgede insan yaşamı tamamen sona erebilir.

İklim taahhütleri yeterli değil

DW kaynaklarının aktardığına göre Suudi Arabistan Kral Abdullah Bilim ve Teknoloji Üniversitesi‘nde yapılan bir araştırma son 40 yıldır her 10 yılda bir bölgedeki sıcaklıkların 0,4 derece arttığını gösteriyor. Tahminlere göre Arap Yarımadası‘ndaki sıcaklıklar yüzyılın sonun kadar 5,6 derece artacak.

Heidelbeg Üniversitesi‘nden araştırmacı Tobias Zumbrägel de Suudi Arabistan’da iklim değişikliğinin kendisini sıcak hava dalgaları, artan kum ve rüzgar fırtınaları, yükselen deniz seviyeleri ve kuraklıkla gösterdiğini söyledi.

Ancak bu tehditlere rağmen ülke fosil yakıta dayalı ekonomisinden uzaklaşmak ve yenilenebilir enerjiyi yaygınlaştırmak için yeterince adım atmıyor. Yeşil enerji dönüşümünü desteklemek için Vizyon 2030 planını takip eden bölge, hala dünyanın önde gelen petrol ihracatçıları arasında.

Sıcak dalgaları birkaç ayda yüzlerce can aldı, sağlık çalışanları endişeli
‣ TTB aşırı sıcaklarla ilişkili hastalıklara karşı uyardı

 

Hak aktivisti Buket Özgünlü tahliye edildi

Urfa’da bir kuduz vakasının ortaya çıkması üzerine, kentteki köpeklerin işkenceyle toplanması ve bazı hayvanların aşırı ilaçtan ölmesi üzerine kente giderek, Siverek Barınağı‘ndan yetkilileri ve veterinerin onayı ile 30 yakın hasta ve bakıma muhtaç köpek sahiplenip Ankara’ya götürdüğü için tutuklanan Yaşama Tutunan Patiler Derneği Başkanı Buket Özgünlü Boyacı tahliye edildi.

Sosyal medya üzerinden bazı hesap sahiplerinin doğru olmayan “kuduz hayvanları Ankara’ya taşıdı ve sokaklara saldı” iddiası üzerine Ankara Cumhuriyet Başsavcılığınca soruşturma başlatılmış; Özgünlü “bulaşıcı  hastalıklara ilişkin tedbirlere aykırı davranma” ve “hayvanları koruma kanununa muhalefet” suçlarından gözaltına alınarak 10 Haziran’da tutuklanmıştı.

Bir sonraki duruşma 5 Kasım’da görülecek. 

Urfa’da neler yaşandı?

30 Mayıs’ta Konya Merkez’de 16 yaşında bir çocuk, bir köpek tarafından ısırılmış, yakalanan hayvan ölünce alınan örneğe yapılan kuduz testi pozitif çıkmıştı. Hemen ardından bölgede karantina ilan edildi, ısırılan kişi tedavi altına alındı.  4 Haziran’da ise Eyyübiye ilçesindeki Batıkent Mahallesi’nde bir kişi bir köpek tarafından yaralandı. Bu kişi de tedaviye alındı.

Urfa Valiliği bu iki olayın ardından kent genelinde sokakta yaşayan hayvanların toplanmasına karar verdi. Birkaç gün sonra Urfa Belediyesi’nin iki barınağının -daha- bulunduğu; Batıkent Mahallesi’ne yaklaşık 35 km. uzaklıktaki Haliliye ve yaklaşık 100 km. uzaklıktaki Siverek’ten  korkunç haberler ve görüntüler gelmeye başladı. Bir belediye görevlisinin uyuşturucu iğneyle bayılttığı bir köpeği, boğmaya çalışır gibi göründüğü videolar sosyal medyaya yayıldı; basına, belediye ekiplerinin civardaki köpekleri kontrolsüzce uyuşturucu iğne kullanarak öldürdüğü haberleri yansımaya başladı.

Bunun üzerine bir grup gönüllü ve hayvan hakları aktivisti Urfa’ya gitti. Aktivistler arasındaki Yaşama Tutunan Patiler Derneği Başkanı Buket Özgünlü, 9 Haziran’da -Siverek Rehabilitasyon Merkezi’ne gittiğini, burada tutulan köpeklerin aç ve susuz bırakıldığını, hepsinin hasta olduğunu, kentteki kuduz olayı nedeniyle kısırlaştırma da yapılmadığını duyurdu.

‣ Urfa’daki hayvan hakları aktivistleri köpekler için ayağa kalktı: Sokaklarda köpek kalmamış

İzinle sahiplendiği köpekler için algı operasyonu tutuklamayla sonlandı

Özgüner, daha önce de pek çok kez yaptığı gibi barınak yetkililerinin izni, veterinerinin onayı ile 30’a yakın hasta köpeği sahiplenerek, tedavilerini sağlamak, kısırlaştırıp mümkünse sahiplendirmek üzere  Ankara’ya doğru yola çıktı.

‣ Köpekleri tutuklanan Özgünlü’ye tutanakla teslim ettik
‣ Urfa’daki köpeklerle ilgili Tarım ve Orman Müdürlüğünden dezenformasyon açıklaması

Özgüner’in izinle sahiplendiği köpekler kuduz değildi, bunu barınak yetkilileri ve Urfa Belediyesi de açıkladı; “Siverek’te kuduz da karantina da yok, dernek olarak ruhsatlı barınağa sahip olduklarını beyan etmesi üzerine Buket Özgünlü’ye 17 adet yavru ve 4 anne ile 4 adet yetişkin hayvan tutanakla sahiplendirilmiştir” dedi

Ancak sosyal medyada, sokak hayvanlarının topluca öldürülmesini savunan bir grup, “Kuduz köpekleri Ankara’ya getirip kente saldı” diye kampanya başlatınca, Ankara Valiliği, Özgünlü’nün kuduz taşıyan köpekleri “kaçak olarak” kente getirdiğine ilişkin iddiaları “ihbar kabul ettiklerini” belirterek, kolluk kuvvetleri ve tüm birimleri “harekete geçirdiğini” duyurdu.

Özgünlü ve dernek çalışanı M.S.D, hastalık taşıyan hayvanları kente getirdikleri iddiasıyla 9 Haziran Pazar gecesi gözaltına alındı. Savcılık sorgusunun ardından 4 yıla kadar hapis cezası istemi ve “tutuklanmaları talebiyle” gönderildikleri nöbetçi mahkemede, Özgünlü tutuklanıp cezaevine gönderildi, M.S.D. serbest bırakıldı.

‣  Hak aktivisti Özgünlü’nün 4 yıl hapsi istendi
‣ Hukukçu ve siyasetçiler: Tutuklanan hak aktivisti Özgünlü’yü derhal serbest bırakın
‣ Kuduz bahanesiyle katliam yasası meşrulaşmaz: Yılda en fazla 2 vaka görülüyor

Ankara’ya getirdiği hayvanlar ise karantinaya alındı. Veteriner hekimlerin raporuna göre, köpeklerden üçü, tedavi edilse kurtulabilecekleri “kanlı ishal” hastalığından öldü. Diğerlerinin akıbeti bilinmiyor.

 

Marmarislilerden, ‘terörist’ diye hedef gösterilen Deştinli çevre aktivistlerine destek

Muğla‘nın Marmaris ilçesinde, Menteşe ile Deştin arasında kalan ve “bal ormanı” olan bölgeye çimento fabrikası ve hammadde ocakları kurmak isteyen şirket, buna karşı mücadele eden bölge halkını, satın aldıkları gazetede “ihaleyi alamayan şirketlerin para ödediği, silahlı terör örgütleriyle ilişkileri olan kişiler” diyerek fotoğraflarıyla teşhir etti.

Uzun süredir hukuki ve fiili mücadele sürdüren ve açtıkları tüm davaları kazanmalarına rağmen şirketin her seferinde Çevre Bakanlığı‘nın da desteğiyle yeni bir yol yaratarak inşaatı sürdürmesine karşı direnen köylülere yönelik bu dezenformasyon saldırısına Marmarislilerden itiraz geldi.

Marmaris Kent Platformu, Deştin Çevre Platformu aktivistlerinin ve bölge halkının yanında olduğunu belirterek, “karanlık karalama kampanyalarını görüyor ve ifşa ediyoruz” dedi.

Doğa hakkı savunucusu olmak…

Platformun açıklamasında şu ifadelere yer verildi:

“Doğa hakkı savunusu zordur. Mücadele ettiklerinizin iftirasına hazırlıklı olmak gerekir. Çapulcu olursunuz, marjinal derler, hatta hızlarını alamayıp terörist ilan ederler. Bazen bu suçlamaları siyasetin en tepesinden bile duyabilirsiniz. Zordur doğa hakkı savunucusu olmak. Çünkü karşınıza aldıklarınızın en acıyan yerlerine, cüzdanlarına dokunursunuz. O cüzdan ki kurdun-kuşun, sincabın-arının, toprağın-suyun ve gelecek kuşakların yok edilmesi, bölge halkının yersiz-yurtsuz bırakılması pahasına şişkinleşir.

Kanunların etrafından dolanmak, hukuku askıya almak için milyonların savrulduğu bir habitatta hak ararsınız. Hiçbir çıkarınız olmaksızın, ihtiyaçlarınızdan fedakarlık yapıp ilkeniz uğruna harcama yapmanız anlaşılır bir durum değildir. Etiğin olmadığı bir yaşam biçiminde kelaynak kuşlarına dönüşü verirsiniz. Temizliğiniz rahatsız edicidir. Önlerinden çekilmeniz, haksız para trafiğinin devam etmesi beklenir. Halkın gözündeki itibarınız yıpratılmalı, meydan at koşturacakları şekilde boşaltılmalıdır. İsminizi kirletmeye, karalamaya çalışırlar. Ama her seferinde güneşin balçık ile sıvanamayacağını yeniden deneyimlerler.”

‘Oyunu görüyor ve ifşa ediyoruz’

Deştin Çevre Platformu’nun ormanın tam ortasına kurulmak istenen çimento fabrikasını durdurmak,  doğayı, yaşam alanlarını korumak için 30 yıldan beri onurlu bir mücadele verdiğini hatırlatan Marmarisliler şunları dile getirdi:

“Deştinliler hukuk yoluyla çimento fabrikası için verilmiş ÇED kararlarını ve ruhsatı iptal ettirmeyi başarınca yenilgiyi hazmedemeyen çimentocular benzer durumlarda olduğu gibi, dostlarımızı hedef alan kirli, karanlık bir iftira kampanyası başlattılar. Karalama kampanyaları ile bizi birbirimize düşürmeye, 30 yıllık yoldaşlığımızı bozmaya, böylece bu mücadeleyi çökertmeye çalışıyorlar. Bu oyunu görüyor ve ifşa ediyoruz. Sincabı, tilkisi, çamı, zeytini, köylüsü, kentlisi, hepimiz Haluk, hepimiz İsmail, Ferah, Mustafa, Kadriye, Nuray’ız.
“Dostların arasındayız, Doğanın tarafındayız.
#DeştinÇayıÖzgürAkacak”

Deştin’de neler yaşandı?

Deştin ile Menderes arasında kalan bal ormanlarının ortasına yapılmak istenen ve çevresindeki tarım arazilerine de büyük zarar verecek tesise karşı mücadele, 32 yıl önce başladı.  Çimentaş‘ın başlattığı projeyi 2005’te ADOÇİM sürdürmek istedi. Şirketin çimento fabrikasına ek olarak 52 maden ocağı açmak için bakanlıktan aldığı onay, açılan dava sonucu köylülerin lehine sonuçlandı. Ancak daha dava sürerken, bu kez Muğla Çimento AŞ. diye yeni bir şirket kurup bu kez onun üzerinden yeni bir başvuru yapıldı.

Köylüler hem protesto gösterisi yaptı hem de imar planına karşı açtıkları davayı 2017’de yine kazandı.  Şirket 2020’de bir kez daha el değiştirdi ve Kent Çimento’nun sahibi Cemal Karakurt satın aldı.  Satın almanın ardından kısa sürede plan yeniden raftan indirildi ve ÇED onayı alınıp yakın zamanda da inşaata başlandı.

‣ Otuz yıllık bir doğa mücadelesi: Muğla’da çimento fabrikası istemiyoruz
‣ Mahkemenin Deştin’de çimento fabrikasına verdiği kararı Danıştay bozdu
‣ Deştinliler çimento fabrikasına karşı direniyor: Sahuru da gece nöbetinde yaptılar
‣ Deştin direnişçilerine yöneltilen suçlamalara savcılıktan takipsizlik kararı

Hukuki süreç devam ederken, şirketin yeni sahibi Karakurt “kirli bir yönteme başvurarak” satın aldığı yerel bir gazeteden ormanı, tarlaları savunanları hedef aldırmaya başladı. Aktivistlerin ve köylülerin boy boy fotoğrafları gazetede yayımlandı ve altlarına terör örgütü mensubu, başka şirketlerden para alıyorlar” diye yazıldı. Direnişçiler arasındaki bir kişiyi de akrabalarına ait bir şirkette kısa süre yazılımcı olarak çalışmasını gerekçe göstererek doğrudan hedef gösterdiler.

Çimento fabrikasına karşı başlatılan hukuki süreç halen devam ediyor.

Deştin’de bilirkişi raporu çıktı: Çimento fabrikası bölgeye uygun değil, rapor yetersiz
‣ Adalet nöbetine devam eden Deştinliler çimento fabrikasına geçit vermiyor
Deştinlilerden Muğla İdare Mahkemesi önünde türkülü, zeybekli adalet nöbeti
Bakanlıkla şirketin Deştin’teki çimento ısrarına karşı yine doğa kazandı
Deştin’de doğa kazandı: Mahkeme, entegre çimento tesisinin ÇED raporunu iptal etti
‣Muğla’daki çimento fabrikasına ruhsat tepkisi sürüyor: Yeni dava açıldı

 

 

 

Yurttaş, 1. derece sit alanında kurulmak istenen balık çiftliklerine itiraz ediyor

Haber: Abidin YAĞMUR

*

Turizme zarar verdiği gerekçesiyle Balıkesir’in Edremit ilçesinden çıkarılarak Mersin’in Aydıncık ilçesi kıyılarına taşınmak istenen balık çiftlikleriyle ilgili Çevresel Etki Değerlendirmesi (ÇED) sürecinde sona yaklaşıldı. Son şekli verilen ÇED raporuna itiraz 24 Haziran itibariyle doldu. İtirazın son gününde çevre örgütleri, Çevre, Şehircilik ve İklim Değişikliği Müdürlüğüne itirazlarını sundu.

Mersin Çevre Platformu (MERÇED) bileşenleri, itiraz dilekçelerini sunmadan önce bir basın açıklaması yaptı. Platform adına açıklama yapan MERÇED Başkanı Sabahat Aslan, Agromey Gıda ve Yem Sanayi ve Tic. Anonim Şirketi‘ne ait balık çiftliklerinin Balıkesir Edremit’ten Mersin Aydıncık’a getirilmek istendiğine dikkat çekti.

‘Bakanlık, balık çiftlikleri hakkında bilgisiz’

Mersin’de halkın, yerel yöneticilerin, meslek odalarının itirazlarına rağmen balık çiftlikleri kurulmak istendiğini ifade eden Aslan, bu çiftliklerin çeşitli kimyasallar, ilaçlar, antibiyotikler, GDO’lu yemler ve ölü balıklarla denizi kirleteceği endişesini dile getirdi.

Aslan, “Balık çiftliklerinin ÇED raporlarının içeriği incelendiğinde bilimsellikten uzak raporların içerik bilgilerinin ve hesaplamalarının yanlışlarla dolu olduğunu görüyoruz. Raporlar kopyala yapıştır yöntemiyle hazırlanmış olup Çevre ve Şehircilik Bakanlığının balık çiftlikleri konusunda bilgisiz olduğu ortaya çıkmıştır” dedi.

‘Deniz, çok kısa sürede kirlenecek’

Aydıncık’ta balık çiftliği kurulmak istenen alanın çevresinde doğal ve tarihi sit alanları olduğunu, Akdeniz foklarının yaşam alanı olarak tescilli bölgenin aynı zamanda turizme uygun plajlara sahip olduğunu kaydeden Aslan, “Akıntı hızının uygun olmamasından kaynaklı, balık çiftliklerinde kullanılacak malzemelerden ve çiftliklerin kıyıya yakın kurulum planından dolayı denizimizin çok kısa sürede kirleneceği ortadadır. Bölgenin en önemli turizm alanı bu kıyılar olup 3-5 kilometre ötedeki balık üretim çiftliklerinde oluşan her türden kirleticiler hâkim rüzgâr ve akıntılarla çok kısa sürede bu plajlara ulaşabilecek ve bu kıyıları olumsuz etkileyecektir. Bu bölgede turizm sektörü çok olumsuz etkilenecektir. Bern Sözleşmesi’yle korunan Akdeniz fokları da çok zarar görecektir” ifadelerini kullandı.

‘Balık çiftliklerinin kurulacağı alan 1. derece arkeolojik sit alanı’

Mersin kıyılarına balık çiftlikleri kurulması kararının 2008’de alınan bir bakanlık kararına dayandırıldığına dikkat çeken Aslan, “Mersin bir turizm merkezidir. Balık çiftlikleri 2008 yılında alınan eski bir kararla kurulamaz. Bölgenin turizm sektörü 2008 yılından günümüze kadar çok gelişmiştir. Balık çiftliklerinin kurulacağı bölgeler birinci derece doğal ve arkeolojik sit alanları olarak ilan edilmiştir. Bu nedenle Mersin Valiliğinin ve ilgili bakanlıkların 2008 yılında almış olduğu karar güncel değildir. Güncel olmayan bir kararla balık çiftliklerinin kurulması yasalara aykırıdır” dedi.

Yaşam İçin Yasa İnisiyatifi’nden ‘gerçek’ adalet çağrısı

Yaşam İçin Yasa İnisiyatifi, sokakta yaşayan hayvanlar için 31 gündür direnişe devam ediyor.

Ancak siyasetçiler katliamı ve tecriti meşrulaştırmaya çalışırken sosyal medyada da katliamı tasarlayanların hayvan düşmanlığını yayma çabaları sürüyor.

İnisiyatif, bugün (24 Haziran) bir basın açıklaması yaparak sokakta yaşayan hayvanların yalnız olmadığını ve yasa tasarısı geri çekilene kadar protestoların devam edeceğini söyledi. Basın açıklamasında hayvanlara yönelik şiddet vakalarına dikkat çeken aktivistler, nefret söylemlerine karşı hayvanları savunacaklarını belirtti.

Hayvan hakları aktivistleri, katliam yasasını protesto etti
Hak savunucularından vekillere çağrı: Hayvanların ve yaşamın yanında olun!
Giresun’da hayvan hakları savunucularından ‘Yaşam İçin Yasa’ eylemi

Gerçek adalet katillerin cezalandırılması

Basın açıklamasında hayvanlara yönelik son dönemlerde yaşanan şiddet olaylarını sıralayan aktivistler, yetkililere “Henüz tasarı iken bile bunca acıya sebep olan bir yasa ortalığı nasıl bir kan gölüne çevirir zihninizde canlandırın” dedi.

Hayvanlara yönelik şiddetin cezasız kalmasını eleştiren aktivistler, yasanın ortalığı kan gölüne dönüştüreceğini vurgulayarak hayvanlar için adalet çağrısı yaptı. Gerçek adalet için katillerin indirimsiz olarak cezalandırılması ve köpeklerin sokaklarda özgürce dolaşmasının sağlanması gerektiği vurgulandı.

Yaşam İçin Yasa İnisiyatifi’nin derlediği hayvanlara yönelik şiddet olayları:

  • Yozgat‘ta boş bir arazide iğne ile öldürülmüş onlarca köpek cesedi bulundu, onlarca yavru ise ölüme terk edildi.
  • Manisa‘da bir köpek bir kurye tarafından havalı tüfekle vuruldu.
  • Tekirdağ‘da bir köpek başından silahla öldürüldü.
  • Florya‘da bir köpeğin istismar edildiği görüntüler basına yansıdı.
  • Edirne‘de 2 köpek silahla öldürüldü.
  • İstinaf Mahkemesi, Eros‘un başvurusunu reddetti ve katili cezasız bıraktı.

  • Urfa‘da halka açık bir alanda çocukların gözleri önünde bir köpeğe işkence edildi. Olay gününün akşamı Urfa Akabe TOKİ Batıkent muhtarı Halil Kaya, hiçbir resmi belge sunmadan köpeğin öldüğünü ifade etti. Aynı gün bölgedeki tüm köpekler hukuksuzca toplatıldı.
  • Urfa’da toplu hayvan mezarları tespit edildi. Siverek Bakım Evi‘nden, torbalara konarak atılan ölü köpekler ve kanlı padok videoları yayımlandı. Bu süreç hakkında bakanlık hiçbir resmi açıklama yapmadı.
  • Urfa’ya giden hak savuncuları gözaltına alındı.  Yaşama Tutunan Patiler Derneği başkanı Buket Özgünlü, barınaktan tutanak karşılığı çıkardığı köpekleri Ankara‘ya getirdiği için tutuklandı. Hayvan katilleri serbest bırakılırken hayvanların yaşam hakkını savunanlar cezalandırıldı. Urfa Büyükşehir Belediyesi, “Siverek Hayvan Rehabilitasyon Merkezi‘nde kuduz karantinası veya karantina bölgesinden gelen herhangi bir hayvan bulunmamaktadır” dedi.
Fotoğraf: Alev Karakartal
  • Beşiktaş‘taki Sokaktayım Yanındayım nöbetinde hayvan hakları savunucuları taşlı saldırıya uğradı.
  • Maraş‘ta kapılarını derneklere açmayan belediye bakım evinin önünde, köpekler penceresiz kapalı bir araçta toplatıldı.
  • AfyonDinar geçici bakım evinde hayvanlar ölüme terk edildi, yavruların ölü bedenlerine ulaşıldı.
  • Karataş bakım evinde kısır küpeli hayvanlar yasadışı bir şekilde tecrit edildi ve edilmeye devam ediyor.
  • Eskişehir‘de bir besleme alanı yakıldı. Kulübelerin içinde yavru köpekler yakılarak öldürüldü.
  • Arnavutköy‘de bir evde onlarca kedi ve köpek yakılarak öldürüldü. Hayvanları eve hapsedenler de yakanlar da ceza almadı.

  • Trabzon‘da bir yunus silahla öldürüldü.
  • Van‘da 15 yaşındaki bir çocuk okul bahçesindeki hamile kediyi baltayla öldürdü.
  • Adana‘da beş köpek zehirlenerek öldürüldü.
  • Sakarya‘da patileri kesilmiş kediler ölü olarak bulundu.
  • Yahşiyan‘daki geçici bakım evinde veteriner hekim istifa etti, köpeklerin akıbeti bilinmiyor.
  • Niğde‘de köpekler veteriner hekim olmadan uyuşturucu iğneler atılarak toplandı, köpeklerin akıbeti bilinmiyor.
  • İzmir‘de bir köpeğe tecavüz eden fail yakalandı.
  • Adana‘da bir koyun işkence edilerek öldürüldü.
  • Kırıkkale‘de kediler zehirlenerek öldürüldü.
  • Erzurum‘da kediler, kafaları ve patileri kesilerek öldürüldü.
Fotoğraf: Mezopotamya Ajansı
  • Diyarbakır ve Mardin‘deki orman yangınlarında insanı, hayvanı, bitkisiyle yüzlerce canlı hayatını kaybetti. Bakım almaları gereken yaralı hayvanlar tedavi edilmek yerine öldürülmek üzere mezbahalara gönderildi.
  • Niğde’de kuduz paniği ile toplatılarak öldürülen köpeklerin hiçbirinde kuduza rastlanmadı.
  • Aksaray Ağaçören‘de belediye başkanının emriyle köpekler gece vakti toplatıldı ve öldürüldü.

 

G20 ülkelerinde yaşayanların üçte ikisi ‘Zenginleri vergilendirin’ diyor

Dünyanın en büyük 18 ekonomisinde yetişkin vatandaşlarla yapılan yeni bir anket, vergi reformlarına ve daha geniş kapsamlı siyasi ve ekonomik reformlara çoğunluğun destek verdiğini ortaya koydu. (Bulgular 17 G20 ülkesine atıfta bulunurken,  Çin‘de tüm sorular sorulmadı. ).

Earth4All ve Global Commons Alliance‘ın talebiyle İpsos tarafından, 22 ülkede yaşları 18 ila 55-75 arasında değişen toplam 22.000 katılımcı üzerinde gerçekleştirilen anket, G20 ülkelerinin 18’inde ekonomik ve siyasi dönüşüme verilen desteği araştırdı. 

Buna göre, 17 G20 ülkesindeki vatandaşların yaklaşık üçte ikisi  (yüzde 68) ekonomimizde ve yaşam tarzımızda yapılacak büyük değişiklikleri finanse etmenin bir yolu olarak varlıklı kişilerden servet vergisi alınmasını desteklerken, sadece yüzde 11’i buna karşı çıktı. Ankete yanıt verenlerin yüzde 70’i varlıklı kişilerden daha yüksek oranda gelir vergisi alınmasını desteklerken, yüzde 69’u büyük işletmelerden daha yüksek oranda vergi alınmasından yana olduğunu belirtti.

Varlıklı kişilere servet vergisi uygulanmasına en yüksek destek Endonezya (yüzde 86), Türkiye (yüzde 78), Birleşik Krallık (yüzde 77) ve Hindistan’da (yüzde 74) görülüyor. En düşük destek ise Suudi Arabistan (yüzde 54) ve Arjantin‘de.  (yüzde 54)  Amerika Birleşik Devletleri (yüzde 67), Fransa (yüzde 67) ve Almanya‘da da (yüzde 68) ankete katılanların yaklaşık üçte ikisi varlıklı kişilere servet vergisi uygulanmasına destek veriyor.

İklim değişikliği: Derhal harekete geçilmeli

Sonuçlar ayrıca iklim değişikliği ve doğanın korunması söz konusu olduğunda, ankete katılan 18 G20 ülkesindeki vatandaşların yüzde 71’inin elektrik, ulaşım, gıda, sanayi ve binalardan kaynaklanan karbon emisyonlarını azaltmak için dünyanın on yıl içinde derhal harekete geçmesi gerektiğini düşündüğünü gösteriyor.

Bu oran ankete katılan Meksika‘da yüzde 91’e, Güney Afrika‘da yüzde 83’e ve Brezilya‘da yüzde 81’e yükseliyor. Suudi Arabistan (yüzde 52), Japonya (yüzde 53), Amerika Birleşik Devletleri (yüzde 62) ve İtalya‘da (yüzde 62) en düşük seviyede olsa da katılımcıların yarısından fazlası dünya geneliyle aynı fikirde.

Servet vergisi ilk kez gündemde

Bulgular, ABD, Çin ve Hindistan’ın da aralarında bulunduğu G20 ülkelerinin maliye bakanlarının temmuz ayında Brezilya’da bir araya gelmeye hazırlandığı bir dönemde açıklandı. Bu ülkeler ekonomik ve çevresel zorlukları ele alma stratejileri üzerinde tartışırken ilk kez bir servet vergisi de gündemde.

Anket, ek vergi gelirlerinin ekonomimiz ve yaşam tarzlarımızdaki değişikliklere yönelik politika önerilerini finanse etmek için kullanılmasına yönelik geniş bir desteğin altını çiziyor. Güçlü desteğe sahip başlıca alanlar arasında yeşil enerji girişimleri, evrensel sağlık hizmetleri ve işçi haklarının güçlendirilmesi yer alıyor. Evrensel temel gelir ve demokrasiyi güçlendirmek için yurttaş meclislerine yatırım gibi daha az popüler öneriler bile katılımcıların yaklaşık yarısından destek görüyor.

Earth4All girişiminin eş lideri Owen Gaffney, “Politikacılara verilen mesaj daha net olamazdı” diyor:

“Dünyanın en büyük ekonomilerinde yaptığımız ankete katılan insanların büyük çoğunluğu, iklim değişikliğiyle mücadele etmek ve doğayı korumak için bu on yıl içinde acil olarak büyük adımlar atılması gerektiğine inanıyor. Aynı zamanda pek çok kişi ekonominin kendileri için çalışmadığını düşünüyor ve siyasi ve ekonomik reform istiyor. Bu durum popülist liderlerin yükselişini açıklamaya yardımcı olabilir. Anket sonuçlarımız, ankete katılan G20 ülkelerinde yaşayanların net bir mesaj verdiğini gösteriyor: Zenginliği yeniden dağıtmak.  Daha fazla eşitlik, daha istikrarlı bir gezegen için adil bir dönüşümü sağlayacak daha güçlü demokrasiler inşa edecektir.”

Global Commons Alliance İcra Direktörü Jane Madgwick de bu aciliyeti yineliyor:

“Bilim, gezegensel krizin, iklim değişikliğinin ele alınması ve doğanın korunması için dev bir adım atılmasını gerektiriyor. Ankete katılan 18 G20 ülkesindeki vatandaşların yüzde 71’i karbon emisyonlarının azaltılması için önümüzdeki on yıl içinde derhal harekete geçilmesini destekliyor.”

Hükümetlere güven yok

Ankete katılan 17 G20 ülkesinde halkın çoğunluğu, ekonomilerin tek başına ekonomik büyümeye odaklanmanın ötesine geçmesi gerektiğini düşünüyor.

Katılanların yüzde 68’i, ülkelerinin ekonomisinin işleyiş biçiminin yalnızca kâra ve zenginliği artırmaya odaklanmak yerine insanların ve doğanın sağlığına ve refahına öncelik vermesi gerektiği konusunda hemfikir. Ayrıca, yüzde 62’si bir ülkenin ekonomik başarısının ekonominin ne kadar hızlı büyüdüğü ile değil, vatandaşlarının sağlık ve refahı ile ölçülmesi gerektiği konusunda hemfikirdir.

Ankete katılan 17 G20 ülkesindeki insanların sadece yüzde 39’u hükümetlerinin insanların çoğunluğunun yararına kararlar alacağına inanıyor ve sadece yüzde 37’si hükümetlerinin 20 ya da 30 yıl sonra insanların çoğunluğunun yararına olacak uzun vadeli kararlar alacağına güveniyor.

Ulusal ve küresel siyasi ve ekonomik sistemlerde reform yapılması yönünde kayda değer bir talebi de kayda geçen ankete katılan 17 G20 ülkesinde, katılımcıların yüzde 65’i ulusal siyasi sistemlerinin önemli değişikliklere (yüzde 36) veya tamamen reforma (yüzde 29) ihtiyacı olduğuna inanıyor. Benzer bir oran (yüzde 67) ülkelerinin ekonomik sistemi için de aynı şeyi düşünüyor.

Earth4All İcra Kurulu Başkanı ve Roma Kulübü Eş Başkanı Sandrine Dixson-Declève, anketin G20 ülkelerindeki vatandaşların çoğunluğunun daha fazla refah, daha fazla iklim çözümü ve daha az eşitsizlik sağlayan bir ekonominin zamanının geldiğine inandığını bir kez daha kanıtladığını belirtiyor:

“Ancak sonuçlar aynı zamanda özellikle Avrupa‘da hükümete karşı bir güven eksikliği olduğunu da gösteriyor. Son Avrupa seçimlerinin radikal sağa doğru kaymasıyla birlikte, insanlara ve gezegene aynı anda hizmet eden bir ekonomiyi hayata geçirmek için hükümetleri sorumlu tutmamız gerekiyor.”

Gelişmekte olan ülkeler geleceğe dair iyimser

Ankette ayrıca insanların gelecekleri konusunda iyimser ya da kötümser olup olmadıkları da soruldu. Ankete katılan 18 G20 ülkesindeki insanların ortalama yüzde 62’si kendi gelecekleri konusunda iyimser. Ancak, sadece yüzde 44’ü ülkelerinin geleceği konusunda olumlu düşünürken, yüzde 38’i dünyanın geleceği konusunda iyimser olduğunu söylüyor. Çalışmaya göre, Endonezya, Meksika, Brezilya ve Hindistan gibi gelişmekte olan ekonomilerdeki katılımcılar ile Çin ve Suudi Arabistan’daki katılımcılar en iyimser olanlarken, Avrupa’daki katılımcılar ile Japonya ve Güney Kore’deki katılımcılar daha az iyimser olma eğiliminde.

Ipsos araştırmasının tamamına buradan ulaşabilirsiniz.