Ana Sayfa Blog Sayfa 88

İmamoğlu Adalar’da toplu ulaşımda ısrarlı: Çalışıyoruz ama şu anda farklı bir araç imkanı yok

İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Ekrem İmamoğlu, katıldığı Metro İstanbul bröve töreninin ardından gazetecilerin sorularını yanıtladı.

Adalar’daki minibüs krizine ilişkin sorulara yanıt veren İmamoğlu, “Adalar halkımızın tepkisini duyuyorum. Daha farklı bir dizaynla lisanslanabilir bir aracın üretimi konusunda çalışmalarımız sürüyor ama şu anda böyle bir imkan yok” dedi.

Adalar halkı İBB ve İETT Genel Müdürlüğü‘nün başlattığı ve Ada halkının “azmanbüs” olarak adlandırdığı minibüs seferlerine Adalar’ın tarihi, kültürel ve doğal dokusuna zarar vereceği gerekçesiyle tepki gösteriyor.

Azmanbüsler: Hizmet değil tahribat
‣ ‘Trafik terörü’ne teslim edilen Adalar’da şimdi de minibüs dönemi!
 Adalar Sivil İnisiyatifi’nden minibüs tepkisi: ‘Yürünebilir Adalar istiyoruz’

‘Halkın duygularını sömüren yayın organlarını gülerek izliyorum’

Bu tepkilerini “duyduğunu” açıklayan İmamoğlu, Ada halkının “yeterli araç var, yaya bölgesinde toplu ulaşıma gerek yok” demesine rağmen ulaşım hizmeti sunmak zorunda olduklarını, halkla “üst seviyede samimi diyalog” içinde bulunduklarını  öne sürdü:

“Adalarda hatırlarsanız faytonlardaki atların zulmü gidermek adına faytonların kaldırılma sürecinde ne kadar halkçı katılımcı bir model yönettiğimizi en iyi adalar halkı biliyor. O bağlamda gelişen olayları kötü yorumlayan bir kısım halkın duygularını sömürmeye çalışan yayınları da gülerek izliyorum.”

‘Minibüsler, Roma’nın tarihi bölgelerinde kullanılan araçlar’

Siyaset anlayışlarında tepki gösteren insanları duymanın en önemli “fıtratları” olduğunu söyleyen İBB Başkanı, toplu taşımayı sağlamak mecburiyetinde olduklarını iddia etti:

“Adalarda tanımlı araçların dışındakileri lisanslayamıyorsunuz. Daha farklı bir dizaynla lisanslanabilir bir aracın üretimi konusunda çalışmalarımız sürüyor ama şu anda böyle bir imkan yok. Şu anda hizmete sunduğumuz araçlar Roma gibi tarihi şehirlerin tarihi bölgelerinde kullanılan araçlardır”

Neler yaşandı?

İstanbul Büyükşehir Belediyesi’ne bağlı (İBB) İETT Genel Müdürlüğü’nün, tüm itirazlara ve tepkilere rağmen, sit alanı ve Türkiye’nin tek yaya bölgesi olan İstanbul Adaları’nda elektrikli minibüs seferlerini başlatması, Ada halkının protestolarına neden oldu.

Minibüslü toplu ulaşıma karşı eylem yapan Adalılara gözaltı
‣ Adalılar serbest: Yaya bölgesinde yaya olarak durduğumuz için gözaltına alındık
Adalıların direnişi sürüyor: Adalar’da Azmanbüs İstemiyoruz

Azmanbüs adını verdikleri aracın, Adalar’a uygun olmadığını, Adalar’ın tarihi, kültürel ve doğal dokusuna zarar vereceğini,  yaya bölgesine bu kadar araç sokmanın Adaları İstanbul’a çevireceğini savunan Adalıların protestoları sırasında 8 kişi jandarma tarafından gözaltına alındı.

Adalıların araçların önünü keserek, basın açıklamaları ve yürüyüşler yaparak sürdürdüğü gösteriler halen devam ediyor.

Son İstanbul Adalar’da beş yılda ne oldu, ne olmalı?

Rekor sıcaklıkların yaşandığı haziranda orman yangınları geçen yıla göre beş kat arttı

Avrupa Birliği‘nin (AB) Copernicus uydu izleme sistemiyle yapılan ölçümlere göre, tüm dünyada mart, nisan ve mayıs aylarının en sıcak aylar oldu;  2024 ilkbaharı tarihe “tüm zamanların en sıcak ilkbaharı” olarak geçti.

Türkiye’de de sıcak geçen kış ve ilkbaharın ardından haziran ayında birçok kentte hava sıcaklığı 40 dereceyi aştı, bazı şehirlerde rekor sıcaklık değerleri kaydedildi.

Yüksek sıcaklıklar yangın riskini de artırdı. Orman altı bitki örtüsünün daha erken kuruması alevlerin daha etkili olmasına neden oldu. “Orman yangını sezonu”nun başladığı 1 Haziran’dan bu yana birçok kentte çok sayıda yangın çıktı.

Orman Genel Müdürlüğü verilerine göre, Türkiye’de geçen yıl 1-21 Haziran döneminde 84 orman yangını çıkarken, bu yılın aynı döneminde yaklaşık beş kat artışla 399 yangın kayıtlara geçti. Geçen yıl bu dönemde yangınlardan 41 hektar, bu yıl ise 2 bin 548 hektar ormanlık alan zarar gördü.

1-21 Haziran döneminde geçen yıl orman dışı 155 yerde yangın çıktı, bu yıl ise 551 orman dışı noktada yangın meydana geldi.

‘Haziranda temmuz ve ağustos sıcaklığı yaşandı’

AA‘ya konuşan Boğaziçi Üniversitesi İklim Değişikliği ve Politikaları Uygulama ve Araştırma Merkezi Yönetim Kurulu Üyesi Prof. Dr. Murat Türkeş,  Türkiye’de özellikle Çanakkale’den başlayarak Adana yöresine kadar uzanan, yangın tehlikesinin ve sıklığının yüksek olduğu bir yangın coğrafyası bulunduğunu söyledi.

Yangınların normalde yılın en sıcak olduğu 10 Temmuz ile 20 Ağustos arasında sıklaştığını anlatan Türkeş, son dönemlerde sıcak hava dalgasının mayıs ve eylülü de içine alacak şekilde genişlediğini belirtti:

“Bu yıl haziran ayında temmuz ve ağustos sıcaklıkları yaşadık. Bunlar insan kaynaklı iklim değişikliğinin, küresel ısınmanın giderek hızlandığını ve daha fazla etkili olduğunu bize gösteriyor.”

‘Aşırı sıcaklarda ormanlar yakıt deposu haline geliyor’

Sıcaklığın orman yangınları açısından olumsuzluk oluşturduğuna dikkati çeken Türkeş, şunları kaydetti:

“Giderek daha sıcak bir dünya, yağış rejiminin değişmesi, aynı şekilde giderek daha sıcak bir Türkiye, yazı kurak ve çok sıcak Akdeniz ikliminin egemen olduğu coğrafyanın genişleme eğilimi içinde olması, hava sıcaklıklarının giderek daha yüksek olması, ardışık sıcak hava dalgalarının sıklığının, süresinin, şiddetinin artması yaz kuraklığıyla da birleştiği zaman bütün bitki örtüsü, ormanlar, makiler, tarım alanları, meralar patlamaya hazır, büyük yangınlara elverişli yakıt deposu haline geliyor. Bugünlerde bu etkiyi haziranda görmeye başladık. Türkiye’de, yüksek yangın tehlikesini yaratan hava koşulları iklim değişikliğiyle birleştiğinde orman yangınları daha sık, daha büyük olma eğilimi içine giriyor.”

Prof. Dr. Türkeş, orman yangınlarına karşı geleneksel kriz tabanlı yangın yönetiminden risk tabanlı proaktif ve bütüncül yangın yönetimi döngüsüne geçilmesinin önemine işaret etti.

Yangının bilançosu: 15 insan, 924 hayvan öldü, yaklaşık 15 bin dekarlık alan yandı

Mardin‘in Mazıdağı ilçesi ile Diyarbakır‘ın Çınar ilçesi arasında gerçekleşen 15 insanın ve 924 hayvanın ölmesine ve yaklaşık 15 bin dekarlık tarım arazisinin yanmasına neden olan yangınla ilgili yeni bilgiler ortaya çıktı. Yangınla ilgili elektrik, harita ve ziraat yüksek mühendislerinden oluşan üç kişilik bilirkişi heyeti, yangın bölgesinde inceleme yaparak rapor hazırladı. Bilirkişi raporunda yangının sigortalı ayırıcı direğinde sigorta yerine iletken tel sarılmış olduğu, iletken telinin koparak, yerdeki otları tutuşturması ve şiddetli rüzgarın etkisi ile geniş bir alana yayıldığı ifade edildi.

Elektrik Mühendisleri Odası Diyarbakır Şubesi, yangın bölgesinde anız olmadığını ve hatların geçtiği güzergahlarda yangına karşı bir önlem alınmadığını açıkladı.

Dicle Elektrik Dağıtım A.Ş. (DEDAŞ) ise yangının ilk tanıklarından olan ve “elektrik tellerinden çıktı” diyen İbrahim Eren hakkında suç duyurusunda bulundu.

Fotoğraf: Mezopotamya Ajansı. yangın
Fotoğraf: Mezopotamya Ajansı

Savcılık kapsamlı soruşturma için rapor istedi

Öte yandan Savcılığa gönderilen bilirkişi raporu soruşturma dosyasına kondu.

DHA’nın haberine göre başsavcılık raporu yetersiz buldu. Çınar Cumhuriyet Başsavcılığı, olayla ilgili etkin soruşturma yapılabilmesi için daha detaylı bir ara raporun hazırlanmasını istedi. Hazırlanacak yeni rapora göre, soruşturma genişletilecek.

Fotoğraf: Diyarbakır Yenigün

Ziraat Odası: Afet Bölgesi ilan edilsin

Amida Haber’in aktardığına göre; Diyarbakır Ziraat Odası Başkanı Cevat Delil, “Tam yangınların çıkma sezonundayız. Son bir ay içerisinde 9-10 bin buğday ve arpa ekili tarım alanı yandı. Sadece geçen akşam Çınar’da çıkan yangında bin 500 dönüm alan kül oldu. Bu yangınların çıkmasındaki sebeplerin yüzde 80’ni elektrik trafolarında çıkan kıvılcımlardan kaynaklanıyor. Kalan yüzde 20’lik kısım ise vatandaşların çevreye attıkları sigara izmaritleri ve atık maddelerden meydana geliyor. Her yerde anız yakmalarından bahsediliyor ama toplum artık daha bilinçli, anız yakmıyor” dedi.

Yangın çıktığı gün bölgeye yakın bir yerde bulunduğunu belirten Delil, “Kısa sürede alana ulaşabildim. İtfaiye ekiplerini aradım. Bölge hem uzak hem de dağlık alan. İtfaiye ekipleri çok geç intikal etti. Rüzgârın hızı çok şiddetliydi. Dağlık alanları için havadan söndürme eksik kaldı. Belediyenin de bu konuda eksiği var. Her alanda itfaiye ekiplerini hazır bulundurması lazım. İtfaiye ekipleri az. Yangın büyümesini önlemek amacıyla hazırda bulunan itfaiye ekipleri büyük önem arz ediyor” ifadelerini kullandı ve şunları aktardı:

“Köylülerin ve çiftçileri hasarı çok büyük. Tarım ve orman bakanlığının alanda zarar, ziyan tespit çalışmaları sürüyor. Bu alanın afet bölgesi ilan edilmesini bekliyoruz. Bu yangınların önüne geçebilmek için hepimize büyük sorumluluklar düşüyor. Başta belediyelere ve bizlere. Belediyelerin itfaiye ekiplerini büyütmesi ve tarım alanlarında hazır ekipler bulundurması lazım. Bizlerin de etrafa sigara izmariti, cam ve plastik pet gibi yangına sebebiyet verecek atıkları atmamamız gerekiyor.”

Diyarbakır yangın
Fotoğraf: Mezopotamya Ajansı

Elektrik Mühendisleri Odası: Yangının çıktığı yer ekili, anız yok

Elektrik Mühendisleri Odası (EMO) Diyarbakır Şubesi ise yangınla ilgili yapılan incelemenin sonuçlarını paylaştı.

EMO’nun yaptığı incelemede yangının çıktığı yerin ekili olduğu ve anız olmadığı belirtildi.

Mezopotamya Ajansı’nın bildirdiğine göre; inceleme sonucunda şu bilgilere ulaşıldı:

“Yangının çıktığı yerin ekili olduğu, anızın olmadığı görülmüştür.

İletim hatlarında birçok noktada eklerin ve liflenmelerin olduğu tespit edilmiştir. Direkteki OG (yüksek gerilim hatlarının, transformatörlerin kondansatörlerin ve anahtarlama cihazlarının aşırı akımlardan korunması için kullanılırlar) sigortalarının yerinde olmadığı, bunun yerine iletkenlerle bypass edildiği ve bu bağlantıların gevşeklikten dolayı arka sebebiyet verebileceği tespiti yapılmıştır.

Birçok direkte kırık izolatörlerin olduğu bu durumun atlamalara sebebiyet verebileceği teknik açıdan bir veridir. OG (Orta Gerilim) hatlarda ekili tarım alanlarında ağaç direkleri mevcudiyeti görüldü. Bu ağaç direklerin kullanılması uygun görülmemektedir. Hatların geçtiği güzergahlarda direklerin etrafında yangına karşı bir önlem alınmadığı gözlemlenmiştir. (Direk diplerindeki otların mevcudiyeti vs.) Direk diplerinde süs betonu olmadığı, otların direk dibinde biçilmediği tespiti yapılmıştır.

OG hatlarının dibindeki ağaçların atlamaya sebebiyet verebileceği gözlemlenmiştir. İzolatörlerdeki gevşek ve sıkı bağların tekniğine uygun yapılmadığı gözlemlenmiştir. Şebekelerin bakım onarımı yapılmadığı teknik işletme sorumluluğu hizmetlerden yararlanılmadığı gözlemlenmiştir.”

Diyarbakır yangın
Fotoğraf: Mezopotamya Ajansı

Mardin Tabip Odası: Yangına havadan müdahale edilmemesi, kayıpların artmasına neden oldu

Mardin Tabip Odası tarafından da olayla ilgili bir rapor hazırlandı. Raporda, “Yangının gece meydana gelmiş olması ve bazı yerleşim yerlerine ulaşımın zorluğu gibi sebeplerle karadan müdahalenin yetersiz kaldığı, yangına havadan müdahale edilmemesinin ve ilimizde yanık tedavi ünitesi bulunmaması sebebiyle çok sayıda hastanın civar illere sevk edildiği ve bu durumun yanık gibi acil müdahale gerektiren bir durum için yaşanan kayıpların artmasına sebebiyet verebileceği düşünülmüştür” denildi.

Raporda ayrıca şunlar aktarıldı:

“Yangın dumanındaki ince partiküller (parçacıklar) ağır/kalıcı kalp ve akciğer hastalıkları, kanser ve erken ölümlere sebebiyet verebilmektedir. Özellikle astım, KOAH, bronşit gibi kronik akciğer hastalıkları ve kalp-damar hastalıkları olanlar, yaşlılar, çocuklar, hamileler, şeker hastalığı (diyabet) tanısı bulunan kişiler daha büyük risk altındadır. Özellikle yangından etkilenmiş yapılar veya yakınlarında duman ve kül kalıntısı olan yerlerde temizlik yapılırken, külü ve kalıntıları dağıtıp tekrar havaya karıştıracak eylemlerden uzak durmak, yeterli havalandırma ve diğer koruyucu önlemlerin alınması hususlarına dikkat edilmesi önemlidir. Bu nedenlerle yangının halk sağlığını ilgilendiren boyutlarıyla ilgili çalışmalar yapılması önemli görülmüştür. Edinilen ilk bilgiler, yangının elektrik tellerinden çıktığı ve rüzgarın etkisiyle hızla yayıldığı yönündedir. Böylesine ruhsal açıdan zorlayıcı travmatik olaylarda varsa sorumluların tespiti, gerekli hukuksal sürecin başlatılması, sürecin adil ve şeffaf bir şekilde yürütülmesi, adalet duygunun tesisi ve ruhsal iyileşme süreçlerine olumlu etkileri olan önemli bir durumdur. Ayrıca temel yaşamsal ihtiyaçların karşılanması ve günlük rutinlere hızlıca dönülebilmesi travmanın iyileşmesi ile ilgili önem arz etmektedir. Yaşanan mağduriyetlerin hızlıca giderilebilmesi amacıyla kriz masası kurularak bölgenin afet bölgesi ilan edilmesinin önemli olduğu kanaati oluşmuştur.”

Diyarbakır yangın
Fotoğraf: Mezopotamya Ajansı

Bakan Yumaklı’dan açıklama

Tarım ve Orman Bakanı İbrahim Yumaklı, yangına ilişkin “hasar tespit çalışmalarının” tamamlandığı duyurdu. Yumaklı, Diyarbakır’da 7 bin 900 dekar, Mardin’de ise 7 bin dekar tarım alanının yandığı belirterek, 924 hayvanın da öldüğünü ifade etti.

Bakan Yumaklı, sosyal medya hesabından yaptığı açıklamada, yangına ilişkin şu açıklamalarda bulundu:

“Diyarbakır Çınar ve Mardin Mazıdağı’nı etkileyen müessif yangın hadisesi çıktığı andan itibaren bakanlığımızın il ve ilçe müdürlüklerindeki personelimiz AFAD koordinasyonunda müdahale, destek ve tespit çalışmaları için bölgeye sevk edilmiştir. Çiftçilerimizin kayıp ve hasarlarına yönelik tespit çalışmaları da tamamlanmıştır.

Diyarbakır’da; Çınar ilçesinde Köksalan Mahallesi, Bağacık Mahallesi, Yazçiçeği Mahallesi ve Ağaçsever Mahallelerinde 7 bin 900 dekar tarım alanının yandığı, bunun 6 bin 789 dekarında anız, 1111 dekarında ise hasadı yapılmamış buğday ekili olduğu tespit edilmiştir. Ayrıca 1 adet traktör ve 14 adet sulama tesisi yanmıştır.”

Yumaklı, 924 küçükbaş hayvanın öldüğünü, ağır yaralı olan  83 küçükbaş hayvanın ise Et ve Süt Kurumuna (ESK) kesilmesi için verildiğini belirtti. 190 hayvanın ise yerinde tedavi edildiği bildirildi.

Bakan Yumaklı Mardin’deki hasar tespit çalışmasına ilişkin olarak da şunları söyledi:

“Mardin’de; Mazıdağı ilçesinin Yetkinler ve Yücebağ Mahalleleri ile Kelek Mezrasında 7 bin dekarlık tarım alanının yandığı tespit edilmiştir. Bunun 4 bin dekarı hasadı yapılmamış buğday alanı, 3 bin dekarı anızdan oluşmaktadır. Ayrıca çiftçilerimizin bazı sulama ekipmanları zayi olmuştur. Mardin’de ekiplerimize bildirilen veya tespit edilen hayvan kaybı bulunmamaktadır. İl ve ilçe müdürlüklerimiz, bütün personeliyle bitkisel ve hayvansal üretim yapan çiftçilerimize destek olmayı sürdürecektir.

Ayrıca yanan alanlarda biyoçeşitliliğimizin hızlıca eski haline dönmesi ve alanın daha da zengin bir biyoçeşitliliğe kavuşması için; Doğa Koruma ve Milli Parklar Genel Müdürlüğü tarafından alanda hem rehabilitasyon çalışmaları hem de yaban hayatını iyileştirici faaliyetler gerçekleştirilecektir. Devletimiz ilgili bütün kurumlarıyla bölgede yaraları sarmaya devam edecektir. Yangında hayatını kaybeden vatandaşlarımıza Allah’tan rahmet, yaralılarımıza acil şifalar diliyorum. Yangından etkilenen vatandaşlarımıza tekrar geçmiş olsun dileklerimi iletiyorum.”

 

Hawaii’de gençlerin iklim zaferi: Ulaşım emisyonları sıfırlanacak

Genç iklim aktivistleri, Hawaii‘nin ulaştırma sektöründen kaynaklanan emisyonları ele alan ilk anayasal iklim davasından tarihi bir zaferle ayrıldı.

2022 yılında yaşları 9 ila 18 arasında değişen genç aktivistler, yeşil ulaşımı önceliklendirmek yerine çevreye zarar veren otoyol projelerine öncelik verdiği için Hawaii hükümetine dava açtı.

Dava, gençlerin bir eyalet hükümetine ikim değişikliğinin yol açtığı anayasal hak ihlalleri için açtığı ilk dava olma özelliğini taşıyor.

Mevcut ulaşım sistemleri çevre hakkını ihlal ediyor

Amerika Birleşik Devletleri‘nin (ABD) iklime zarar veren ulaşım sistemlerinin çocukların ve gençlerin çevre hakkını ihlal ettiğini savunan davacılar, mevcut sistemlerin aynı zamanda anayasada belirtilen Hawaii’nin doğasını koruma taahhüdüne de aykırı olduğunu belirtti.

Aktivistler, Hawaii eyaletinin yöneticilerinden iklim krizine karşı harekete geçilmesini ve iklime zarar vermeyen sıfır emisyonlu bir ulaşım sistemi kurulmasını istedi.

‣ [İklim Masası] Kentsel ulaşım, iklim krizine dirençli hale getirilmeli
‣ Ulaşımda en fazla sera gazını ‘zengin beyaz erkekler’ yayıyor
‣ WRI: 2053 ‘sıfır emisyon hedefi’ne giden yol sürdürülebilir kent içi ulaşımdan geçiyor

Petrol, gaz ve kömür gibi fosil yakıtların yakılmasıyla açığa çıkan sera gazları küresel sıcaklıkların artışındaki başlıca nedenlerden biri. Ulaşım sektörünün emisyonlarının ise 2030 yılına kadar Hawaii’nin emisyonlarının yüzde 60’ını oluşturması bekleniyor.

Davacı çocuklardan biri, Hawaii’deki iklim değişikliğinden kaynaklanan şiddetli yağışların ve kuraklıkların ailesinin kök sebze yetiştirme geleneklerini tehdit ettiğini anlatarak iklim değişikliğinin gelecekleri için geri dönüşü olmayan zararlar verdiğine dikkat çekti.

2045 yılına kadar sıfır emisyon hedefleniyor

Geçen hafta açıklanan mahkeme kararına göre Hawaiili yöneticiler gençlerin isteklerine olumlu yanıt verdi.

EuroNews kaynaklarının aktardığına göre eyaletin ulaştırma direktörü Ed Sniffen, “İklim değişikliği tartışmasız bir gerçek. Başımızı kuma görüp bunu yalnızca gelecek nesillerin bir sorunu olarak görmek doğru değil” dedi.

Sniffen, davayı temsil eden Our Children’s Trust and Earthjustice ile yaptıkları anlaşmaya göre kara ulaşımı projelerinde sera gazı emisyon ölçümlerinin dikkate alınacağını taahhüt etti. Hava ve deniz ulaşımını da iklime zararsız hale getirmenin yolları aranacak.

Karara göre 2045 yılına kadar Hawaii’de tüm ulaşım sistemleri (deniz ve hava dahil) sıfır emisyonlu hale getirilecek. Eyalet ayrıca bir yıl içinde sera gazını azaltmak için bir plan yayınlayacak.

Yaya, bisiklet ve toplu taşıma ağları genişletilecek, kamuya ait elektrikli araç şarj ağı 2030 yılına kadar genişletilecek. Bu düzenlemelerin en az 40 milyon dolara mal olacağı hesaplanıyor.

Gençlerin iklim davaları

2020 yılında Montana‘da görülen benzer bir davada eyaletin yüksek mahkemesi, fosil yakıt projelerinde sera gazı emisyonlarının dikkate alınmasına yönelik bir iklim düzenlemesini 2023 yılında kabul etti. Montana davasında da davacılar yaşları 5 ila 22 arasında değişen genç aktivistlerden oluşuyordu.

Almanya‘da 2020 yılında 15-32 yaşlarındaki aktivistlerin kazandığı bir iklim davasında Federal Anayasa Mahkemesi, karbon nötrlüğü hedefinin 2050 yılından 2045 yılına çekilmesine karar verdi.

Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi‘nde görülen bir davada ise 11-24 yaşlarındaki altı Portekizli genç, hükümete iklim değişikliği konusunda eylemsizliği gerekçesiyle dava açtı. Ancak mahkeme, dava kapsamının fazla geniş olduğunu söyleyerek gençlerin davasını reddetti.

Güney Kore‘de bu yıl 62 çocuğun da aralarında bulunduğu 200 kişi, hükümetin halkı iklim değişikliğinin zararlarından koruma konusunda başarısız olduğunu belirten bir dilekçe ile anayasa mahkemesine başvurdu. Mahkeme kararının bu yıl sonunda açıklanması bekleniyor.

Genç iklim aktivistleri ABD Yüksek Mahkemesi’ne açtıkları davada strateji değiştirdi
İrlanda’da iklim aktivistleri hükümete karşı açtığı davayı kazandı
İklim aktivisti gençlerin Türkiye’ye açtığı dava incelenmeden reddedildi

Son İstanbul Adalar’da beş yılda ne oldu, ne olmalı?

Adaların atları

18 Aralık gecesi 2019’da Büyükada’da ruam teşhisi konularak 81 at öldürüldü. Ruam gerekçesiyle adlı faytonlar seferleri yasaklandı. İçlerinden Nazlı isimli at kaçarak sahibinin yanına gitti. Bir süre sonra Nazlı ata ruam testi yapıldı. Atın ruam olmadığı görüldü.

Yaklaşık 1800 atın 105’i öldürüldükten sonra bugüne kadar görülmemiş bir şekilde sağlam ve hastalıklı atlar tespit edilip ayrılmadan hepsi aynı ahırlara hapsedildi. Bir padok alanı olmadığı için 800’e yakın at iyi beslenmelerine rağmen hareketsizlikten bağırsak ve diz ödemleri nedeniyle ahırlarda öldü. Bugüne kadar da hiçbir rapor halkla paylaşılmadı.

Bu sürecin başlangıcında İBB’yi bir grup olarak ziyaret edip, atlara bir padok alanı yapılmazsa hareketsizlikten öleceklerini söyledik. İki  saat süren toplantı sonrası, yöneticiler yerelin bilgisinden hiç bir şekilde faydalanmadı ve atlar öldü. Geri kalan atların büyük bölümü bila bedel Anadolu’da isteyenlere verildi. Akıbetleri takip
edilmedi. Bir kısmı sınırda satıldı, bir kısmı kayboldu bir kısmının öldüğü haberi geldi. Ne kadarı hayatta kaldı bilinmiyor.

Şu anda ahırlarda 100’e yakın at bulunuyor ve padok alanları var ama dört tane tenis kortu büyüklüğünde. Bir kaç ay öncesine kadar ormana çıkarılmıyorlardı. Yaklaşık 4.5 sene boyunca hapis hayatı yaşıyorlardı yani.

Doğanın şifacıları: Atlar 

O yıl, İKSV’nin düzenlediği Bienal‘e Dünya Mirası Adalar ve Açık Radyo olarak birlikte katılmış, “Adaların Sesleri” enstelasyonu ve canlı yayın ile “diğer canlılarla birlikte Adalar’da nasıl yaşarız?” konusunu gündeme taşımıştık.

Bu arada 2018’in Ağustos ayında Adalar Ulaşım Çalıştayı yapılmış; İBB Genel Sekreteri, İBB Genel Sekreter yardımcısı, Adalar Belediye başkanı, Adalar Kaymakamı, uzmanlar, STK temsilcileri ve halk bu çalıştaya katılmıştı. Çıkan sonuçta  tüm yasaların kusursuzca mevcut olduğu ama ne faytonlar ne de atların sağlığı konusunda hiç bir kurum görevlerini yerine getirmediği için asıl sorunun “denetimsizlik” olduğuna vurgu yapılmıştı. Burada ulaşımın faytonlarla değil karma bir model uygulanarak elektrikli araçlar ve faytonla birlikte bir çözüm oluşturma kararı alınmıştı. Ama hiç biri uygulanmadı.

İmar planları

Ekim 2019’da Koruma Amaçlı Nazım İmar Planları kapsamında katılımcı planlama çalışmaları başladı. Adalıların yüzlerce saatini verdiği toplantılar yapıldı.

Kasım 2021’de Marmara Denizi ve Adalar, Özel Çevre Koruma Bölgesi ilan edildi. Bu tarihten sonra imar planları yapma hakkı melediyelerden alınarak Cumhurbaşkanlığına geçti.

Temmuz 2023 Adalar 1 /5000 ölçekli koruma amaçlı nazım imar planı ve 1 /1000 ölçekli koruma amaçlı uygulama imar planı bir ay süreyle askıya çıktı. Planlarda görüldü ki, Adaların büyük, bakir alanları, bir çok bağ, bahçe gözüken alan arsaya dönüştürülerek imara açılmış. Dört tarafı suyla çevrili, denizin ortasındaki Adaların imar planlarında KIYILAR plana katılmamış. Kıyısız Ada planı yapılarak planın koruma değil imara açılan adalar planı olduğunu böylece anlamış olduk.

2023’ün Ağustos ayında İBB’nin imar müdürü, halkı bilgilendirme toplantısında kıyıları dışarıda bırakılan bu planlara sahip çıktıklarını belirterek, planlarının kendilerine ait olduğu bilgisini verdi. Oysa bizlerin katıldığı KATILIMCI imar planlarından çıkan sonuç bu değildi. Adalılar olarak bir çok dava açtık. Planlara yapılan itiraz sayısı elimizdeki son verilere göre 2824’ü buldu.

Böylece bu normalmiş gibi yapılarak koruma(ma) imar planları son şeklini almak üzere Mayıs 2024’te bakanlıkça onaylanarak bir ay süreyle askıya çıktı.

Korsan taksiler, yasadışı akülü motorlu araçlar

Adalarda 12 binden fazla yasadışı motorlu akülü araç bulunuyor. Bunların bir bölümü ile de korsan taksicilik yapılıyor. Bu taksiler bir hafta sonu, bir günde vergisiz ve haksız olarak yaklaşık 20.000 TL kazanç sağlıyor.  Bu yasadışı durum karşısında hiçbir kurum da herhangi bir işlem yapmıyor.  Ölümlü kazalar yaşanmasına rağmen yaptırım uygulanmaması bir yana “yasaları uygulayın” diyen vatandaşlar gözaltına alınıyor. Kazalarda yaralananların deniz ambulansı ile Kartal Devlet Hastanesi’ne taşındığı için aralarından kaçının ölümle sonuçlandığı bilinmediği gibi, bunlar Adalar’da kayda geçmediğinden istatistiklere de girmiyor. ,

En son meydana gelen kazada 12 yaşında motorlu akülü araç kullanan bir çocuk, 5 yaşındaki bir çocuğa çarparak ağır yaralanmasına sebep oldu. Araçların çarpması nedeniyle ölen kedi, köpek ve kirpilerin sayısı ise belli değil.

Azmanbüsler

Adalılar tüm bu sorunlarla uğraşır ve seslerini İBB’ye duyurmaya çalışırken, bütün bunlar yetmiyormuş gibi üzerlerine bir de 2003’ün ilk aylarında “azmanbüs” adını taktığımız minibüsler sorunu eklendi. Şehir içinde kullanılması gereken minibüslerin Adalara girmesi ile imar, inşaat ve rant bambaşka bir boyut aldı.

Geçen yıl kış aylarında ilk kez adalarda görülen “azmanbüsler”e tepki gösterilmesi üzerine belediyenin yaptığı açıklama “Şehirde kullanılmak üzere Karsan tarafından üretilmiş bu minibüslerin adalara test sürüşü için getirildiği, geri götürüleceği” şeklinde olmuştu. Adalılar “Trafiğe kapalı, yaya bölgesi adalarda test sürüşü yapılmaz”  diyerek karşı çıkınca araçlar ana karaya geri götürüldü.

23 Mayıs’ın akşamüstü saatlerinde, Ada sokaklarında azmanbüsleri tekrar gördük. İlk olarak beş kişi araçların önünü kesti. Eylemin basında paylaşması ve kamuoyu baskısı oluşmasıyla azmanbüsler garajlara çekildi.

Ada halkının güçlü karşı çıkışının ardından Adalar Belediyesi, İETT ve İBB yetkilileriyle 27 Mayıs’ta birlikte bir toplantı yapıldı. Adalılar itirazlarını ifade etti, yetkililerse 2020’den beri kullanılan 13 yolculu adabüslerin tescilsiz olduğunu söyledi. 2020’de bu araçların Adada kullanımı bu nedenle resmi makamlarca bir süre engellenmişti.

Açıklamada söylenmeyen nokta ise, İBB’nin üç yolculu taksilerinin tescilli olduğuydu. Toplantının sonunda Adalılar’a başka bir çözüm bulma ve o zamana kadar bu devasa minibüsleri Adalar’da kullanmama ve en kısa sürede bir çalıştay sözü verildi.

Adalarda, hali hazırda İBB’ye ait tescilli taksiler kullanılıyor ve 2020’den beri de sistem işliyor. İskele, ev, hastane, okul gibi yerlere bu araçlarla gitmek için yeterince araca sahibiz.  En fazla 1 ila 2 km2’lik alana sahip, küçücük adalarda yürüyerek gezmek yerine araçlarla tur atmayı “ulaşım hakkı” kapsamında görmek Adalılara göre bahaneden fazlası değil. Hele de yasaları çiğnemenin mazereti olamaz.

Minibüslerin bayram bahanesiyle kullanılacağını öğrenen Adalılar bunu yetkililere sormasına rağmen cevap alamadı. O günden bugüne de Adalar sanki Adalılar yaşamıyormuş, protestolar yükselmiyormuş gibi, her hangi bir yetkili isim tarafından tek bir açıklama yapıldı, bir kişi bile Adalılarla görüşmedi. Ada halkına Gezi sürecini hatırlatan bu tutum, Gündüz Vassaf‘ın deyimiyle, “aktörlerin değiştiği ama popülist politikacı anlayışının değişmediği bir hale büründü.

Son İstanbul Adalar’a dair bilinmesi gerekenler

Kamuoyuna, basına ve bizlere halkıyla beraber bir yerel yönetim sözü vererek seçilenlere ve bizlere hizmet etmek gibi ulvi bir görevle atananlara Adalıların neden azmanbüs istemediğini tekrar hatırlatıyoruz:

  • Adalar, 1930’larda Mustafa Kemal Atatürk tarafından statüsü yasal olarak Türkiye’nin tek yaya bölgesidir.
  • Ada yolları yaya yoludur. Yaya yol üzerindeyken motorlu araçlar durur. Trafik ve belediye zabıtaları yayaların güvenliğini sağlamakla yükümlüdür.
  • Adalar, 1984’ten bu yana sit alanıdır.
  • Koruma Kurulu’nun ilgili kararlarınca; sınırlı kamu hizmeti dışında,Adalar’da her türlü elektrikli, fosil yakıtlı motorlu taşıt kullanımı yasaktır. Tek istisnası, ambulans, itfaiye, polis gibi araçlardır.
  • Yürüyecek durumda olmayanların, engellilerin, yaşlıların hali hazırda araç kullanma hakkı bulunmaktadır. Kamu araçları da vatandaşların ihtiyaçlarını karşılar
  • Adaların 100 senedir değişmeyen sokak dokusu, insani ölçektedir. Dardır. #azmanbüs için uygun değildir. Bu dar yollarda itfaiye, ambulans ve minibüslerin yan yana geçmesi mümkün değildir.
  • Adaların yüzde 60’ı ormandır, geri kalan yerleşim bölgesi tarihi ahşap köşklerle doludur. Olası kuvvetli rüzgarlı bir havada başlayacak yangında ormanları ve köşkleri ile 2,5 saatte tamamen yanabilir. Ayrıca, elektrikli minibüslerin içerdiği gizli tehlike, Adalar için büyük risk yaratmaktadır. Araçlarda başlayabilecek batarya yangını, patlama şeklinde gerçekleşir, suyla söndürülemez. Tek kapılı minibüste batarya yangını ölümcül olacaktır.
  • Adalarımız minicik yüzölçümüne sahiptir.
    Büyükada 5.4 km2
    Heybeliada 2.34 km2
    Burgazada 1.5 km2
    Kınalıada 1,36 km2 dir. Adalar içinde en büyük olan Büyükada’da bile yerleşim yeri bir uçtan diğer uca 1.5 saatte yürüyerek kat edilebilir. #yürünebiliradalar
  • Senelerdir ziyaretçi planı yapılmamış,20 milyonluk İstanbul‘un tek kalan yeşil ve yavaş yaşam alanındır. Gelen günübirlik ziyaretçilerin yürüme yolları yerine araçlara  yönlendirilmesi, 12 binden fazla yasadışı aracı da beslemektedir.
  • Gezi için yürümek yerine motorlu araca binmek bir ulaşım ihtiyacı değildir. Adalar şehrin hızından uzaklaşacağınız, yavaşlayacağınız, bol oksijen soluyacağınız, sakinleşeceğiniz, huşu içinde hissedeceğiniz bir doğa parçasıdır. Tüm İstanbulluların Adalara ihtiyacı vardır.
  • Sit alanında motorlu araçla gezmek, tur atmak yasaları, yaya haklarını ihlal etmek anlamına gelir; Ada’nın ruhunu @ietttr adına Adalılara verilen sözleri hiçe saymaktır.
  • İBB, İstanbul’u yürüyerek keşfetme alışkanlığı kazandırmak için “Yürü be İstanbul” uygulaması başlatmıştı. Böyle güzel bir uygulamayı hayata geçiren İBB’nin Adaları buna dahil etmeyerek, küçücük yüzölçümlü Adalarda neden insanları minibüse binmeye zorlandığı sorgulanmalıdır.

Ne olmalı?

  • Doğaya ve tüm canlılara saygılı, kültürel varlıklarını koruyan, ekosistemi gözeten, geleceğine sahip çıkan, halkıyla beraber yöneten bir yerel yönetim sözü ile seçilen seçilmişler, yasalara uymalı, sürecin başından beri verdikleri bir çok sözü tutmayıp, yarattıkları güvensiz ortamı sözlerini tutarak güvenli ortama dönüştürmelidir.
  • Tüm adabüsleri şehre geri götürerek, ihtiyaç duyulan ilçelerde kullanmalıdır.
  • İstanbul Adalar’ının Unesco Dünya Mirası Listesi’ne girmesini sağlamak ve bu doğrultuda bir kamuoyu oluşturmak, adaların dünya mirası özelliklerini ortaya çıkarmak ve anlatmak için yaklaşık 8 senedir gönüllü olarak yaptığımız çalışmalara sahip çıkarak, Adaları uluslararası normlara uygun, insanlarla diğer canlıların birlikte yaşayacağı bir “cittaslow” alanına dönüştürmelidir.

İstanbul ve Ankara Hayvan Hakları Platformu’ndan hayvanlara yönelik karalama kampanyalarına tepki

Adalet ve Kalkınma Partisi‘nin meclise sunacağı katliam yasasına karşı İstanbul ve Ankara Hayvan Hakları Platformu, şiddetin çözüm olmadığını vurgulayan ortak bir basın açıklaması yaptı.

Mahalle sakini köpeklerin düşman ilan edilmesine, hayvan sevgisi ve merhametin yok olmasına ve hayvan hakları konusundaki ilerlemelerimizden geri adım atılmasına tepki gösteren hak savunucuları, sokakta yaşayan hayvanlara yönelik propaganda ve karalama kampanyalarını eleştirdi.

Hayvanların bu ülkenin gerçeği olduğunu vurgulayan platformlar, sosyal medyadaki toplama ve katliam çağrılarının karşılık bulduğuna ve hayvanlara yönelik şiddetin özellikle son yıllarda giderek artırdığına dikkat çekti. Hak savuncuları, köpekleri karalama kampayalarının bir parçası olan köpek fişleme haritası Havrita‘nın köpekleri hedef haline getirdiğini ve insanlık dışı bir uygulama olduğunu belirtti.

Platformlar, “Medyanın yaydığı nefret dili ve korku neticesinde sokak hayvanlarına şiddet ve işkence bir memleket rutini haline gelmiştir” dedi.

AKP’ye hatırlatma: Köpekleri öldürmeye kalkışmak, soykırım demektir, suçtur!
‣ Türkiye’nin dört bir yanından binlerce hayvan hakları savunucusu seslendi: Toplayamazsın, öldüremezsin!
‣ Hak savunucuları ve vatandaşlar, köpekler için idam fermanına karşı sokağa çıkıyor

Hayvanlara yönelik şiddet artıyor

Bir süredir sosyal medyada köpek düşmanlığını yaymak için sosyal medyada çeşitli hesaplardan paylaşımlar yapılıyor. Benzer şekilde bazı medya kuruluşları da köpekleri canavarlaştıran asılsız haberler paylaşıyor. Bu haberler halka korku salarak hayvanlara yönelik nefreti normalleştirmeye çalışıyor.

Köpeklere karşı nefretin sosyal medya ve yalan haberler aracılığıyla yayıldığına dikkat çeken hayvan hakları savunucuları, “Sürekli öldürmekten bahseden bir güruh, sahte haberler, ajanstan çıkma tweetler ile hayvanlara kirli bir operasyon yaptı” dedi.

Basın açıklamasında hayvan düşmanlığı yalnızca sosyal medya gündeminde değil, siyasilerin gündeminde de yer aldığına dikkat çekildi.

Diğer yandan ülke genelinde hem hayvanlara yönelik şiddet ve tecavüz hem de hayvan katliamları hızla artıyor. Hak savunucuları, “Türkiye’de geçen yıl 1 milyondan fazla hayvanın yaşam hakkı gasp edildi, milyonlarca hayvan işkence, şiddet ve istismar yaşamaya devam etti” dedi.

İzmir’de altı köpek zehirlenerek katledildi
Kocaeli Valiliği’nden belediyelere ‘başıboş köpekleri öldürün’ talimatı!
‣ BBP lideri Destici: ‘Köpek katliamı çalışmalarımızı’ yürütüyor, devletimizi destekliyoruz

Yalan haberler şiddeti körüklüyor

Hayvan hakları savunucuları aşağılanarak sözlü ve fiziksel saldırılara maruz kalıyor. İnsanlar köpek besledikleri için öldürülüyor. Böyle bir ortamda yalan haberler toplumu daha da kutuplaştırıyor ve çatışmalara yol açıyor.

Bu soruna çözüm arayan İstanbul ve Ankara Hayvan Hakları Platformu, “Münferit olayların, nedeni, niçini araştırılmadan ülke çapında köpekleri katletmek için bir bahane olarak kullanılması hatalıdır” diyerek köpeklerin katledilmesinin çözüm olmadığını vurguladı ve sokakta yaşayan köpekleri tehlikeli olarak gören insanların toplum barışı için daha tehlikeli olduğunu söyledi.

Aktivistler, çözümün kısırlaştırmaktan ve hayvan üretimi-satışının yasaklanmasından geçtiğini söyledi.

Sokak hayvanlarının öldürülmesi Kimin Projesi?

Sokakta yaşayan hayvanlara karşı propagandaya ve yalan haberlere yanıt olarak İstanbul ve Ankara Hayvan Hakları Platformu, basın açıklamalarıyla birlikte Kimin Projesi? adlı bir arşiv paylaştı.

Kimin Projesi? arşivi, bugüne kadar hayvanlara karşı yapılan propaganda ve yalan haberleri, bu haberlerin ve paylaşımların arkasında bulunanları ve yalan haberlerin doğrularını paylaşıyor.

‣ Kuduz bahanesiyle katliam yasası meşrulaşmaz: Yılda en fazla 2 vaka görülüyor

 

 

 

İstanbul’da Trans Onur Yürüyüşü her yerde trans bayraklarıyla kutlandı

10. İstanbul Trans Haftası, şehrin çeşitli sokaklarında, meydanlarda, köprülerde kutlanan Trans Onur Yürüyüşü‘yle sonlandı. Trans Onur Yürüyüşü’nde şehrin dört bir yanında trans bayrakları açıldı.

Trans Onur Yürüyüşü öncesi yine İstanbul Valiliği, Taksim ve Şişhane’deki metro istasyonlarını kapattı. Gün içerisinde iki kişi gözaltına alındı. Gözaltıların daha sonra serbest bırakıldığı öğrenildi.

Haliç Köprüsü’nde trans bayrağı dalgalandı

Öte yandan Halkların Eşitlik ve Demokrasi Partisi (DEM Parti) İstanbul Milletvekilleri Özgül Saki ve Kezban Konukçu da yürüyüşte aktivistlere destek olarak Haliç Köprüsü’nde bayrak astı.

Şehrin çeşitli noktalarında bayraklarını açan ve trans hakları için “faili devlet” diyerek basın açıklamalarını okuyan aktivistler akşam saatlerinde ise köprüden şu ifadelerle seslendi:

“Cesaretim aklını zorladı mı? Suskun değil, sokaktayız.”

Trans Onur Yürüyüşü’nde okunan basın açıklamasında ise şu ifadelere yer verildi:

Faili Devlet” temasıyla trans görünürlüğüne, var oluşumuza sahip çıkıyoruz, şehri de sokakları da terk etmiyoruz! Geleceksizliğe, ekonomik çıkmaza sürüklediğiniz, yaşam haklarını ellerinden aldığınız translarız, buradayız, her yerdeyiz.

Geçtiğimiz yıl 18 Haziran’da 9. İstanbul Trans Onur Yürüyüşü’nü Harbiye’de yaptık. Bu yıl ise tüm yasaklara, engellere ve baskılara rağmen evinden, çark caddelerinden ettiğiniz translarız, buradayız, her yerdeyiz!

Neden ‘Faili devlet’

Hortum Süleyman’ı, Esat ve Eryaman’daki saldırıları, Ülker Sokak’taki şiddeti, tacizci Hanifi Zengin’i ve kolluk kuvvetlerinin işkencelerini unutmadık!
Bayram Sokak’ta evinden ettiğiniz kızları unutmadık!

Henüz üç ay önce İzmir Bornova Sokak’ta yaşanan saldırıyı unutmadık!

İşte bu yüzden,

Yaşam hakları ellerinden alınan tüm transların faili devlet!
İktidarın seks işçiliğini kriminalize etmesi sonucu 2016’da nefret cinayeti ile katledilen Hande Kader’in faili devlet!

Ayrımcı politikalarla hedef gösterilen ve intihar eden transların; Eylül Cansın, Okyanus Efe, Figen ve daha nicelerinin faili devlet!

Ecem Seçkin’in, Damla’nın, Biricik Sultan’ın, Zirve’nin, Dilan’ın, Palmiye Deniz’in faili devlet!

Her fırsatta Trans kimlikleri yüzünden ayrımcı politikaların hedefi haline getirilen, yaşamları değersiz kılınan, yalnızlaştırılan, dayanışmaları engellenen, evleri, işleri ellerinden alınan, sözde aile politikalarıyla toplumun dışına itilmeye çalışılan translarız! Buradayız! Heryerdeyiz!

Tüm şehri alacağımızı söylemiştik.

Bakın nasıl da bize dar etmeye çalıştığınız sokakları rak rak gezdik! Bir aradayız!

Tüm baskıların ortak olduğunu, şiddetin kaynağının bize hükmetmek isteyenler olduğunu biliyoruz!

Dayanışmamızın engellenemeyeceğini göstermek için “faili devlet” diyerek buradayız!

Türkiye ve Kürdistan’da yaşanan lubunyalara yönelik devlet şiddetine karşı bir aradayız!

İstanbul Saraçhane’de sözde “Büyük Aile Buluşması”nda yükselen nefrete karşı ailelerimizle buradayız!

Kendi kaderini tayin hakkı elinden alınan Filistin halkı için buradayız!

İrademize sahip çıkmak, kayyumlara nakka demek, hukuksuzluklarla mücadele etmek için buradayız!

Seks işçileri, siyasi tutsaklar, Cumartesi Anneleri/İnsanları, İliç’teki, katliam, 1 Mayıs’ta tutuklanan eylemciler, katletmeye çalıştığınız sokak hayvanları, Mardin ve Amed’te devam eden yangınla mücadele edenler, daha niceleri için, tüm lubunyalar için, trans çocuklar buradayız!

Bizden çaldıklarınız için ve yaşamlarımız için buradayız!

11 yıl önce tam da bugün Gezi’de 4. Trans Onur Yürüyüşü’nde birlikteydik! O zman da failin devlet olduğunu biliyorduk, bugün de biliyoruz!

Yaşamlarımızdan, hayatlarımızdan, varoluşlarımızdan vazgeçmiyoruz!”

Katılımcı demokrasi ve örnek olay: Azmanbüs

[email protected]

“Adalarda minibüs istemiyoruz”

Bunu duyuyoruz. Adalardaki protestoyu/ direnişi izliyoruz. İBB’nin ve Adalar Belediye’sinin tutumunu da açıkça görüyoruz. Kentsel bir sorun ve sorunun nasıl ele alınacağı ve çözüleceği konusunda taraflar arasında bir anlaşmazlık var. Problemin ele alınma biçimi bakımından, belediyenin polis tehdidinden/ baskı kullanmasından/ kendi çevrelerini korumak isteyen yerel göstericileri hapsetmeye çalışmasından ve istenmeyen azmanbüsleri çalıştırmaya devam etmesinden başka somut bir olgu da göremiyoruz.

Peki, olmakta olan nedir?

Bu olguyu aylardır tartışmakta olduğumuz katılımcı demokrasi kavramı açısından analiz etmeye, anlamaya ve yorumlamaya çalışalım. Analizi farklı açılardan ve farklı derinliklerde yapabiliriz ancak şimdilik sadece basit ve temel bir tartışma çerçevesi geliştirmeye çalışalım:

Temelde iki farklı taraf ve bakış açısı, iki farklı talep görüyoruz. İki tarafı hem taleplerinin ne olduğu hem de taleplerinin gerçekleşmesine nasıl bir yöntemle yaklaştıkları bakımından incelemeye çalışalım. Tarafları “Belediyeler” ve “Adaların yerel halkı/toplumu” olarak adlandıralım.

Adalılar ne istiyor?

Yerel toplum ne istiyor?

Adaların olabildiğince;

  • araç motorlu trafiğinden korunmasını,
  • ekolojik bakımdan ulaşım stratejisinin yaya ve bisiklet ağırlıklı bir planlama yaklaşımıyla ele alınmasını ve korunmasını,
  • adaların tarihsel dokusuna, kimliğine ve doğal biricikliğine zarar verilmemesini,
  • Adaları doğası ve toplumsal dokusu/ kimliği ile koruyan yasalara ziyaretçilerin de uymasına ihtiyaç olduğunun/ bunun bütün İstanbul halkı tarafından da benimsenmesi (ve bu korumanın gerektireceği fedakarlığı ziyaretçilerin de paylaşması) gerektiğinin bilinmesini,
  • eğer kaçınılmaz ihtiyaçlar için motorlu araçlar olacaksa (itfaiye, cankurtaran, çöp toplama ve her hangi bir ihtiyaç-engel nedeniyle yürüme güçlükleri olanlar vb. için) bunların optimum bir düzeyde tutulması ve araç sayısı çoğaltmaktan kaçınan bir tutumun/ politikanın benimsenmesini istiyor

Bunun nasıl gerçekleşeceği konusundaki temel talepleri de şöyle:

  1.  yerel konularda alınacak kararların “yukarıdan”/ tek yanlı ve baskıcı biçimde alınmaması,
  2. yerel toplumun en azından kendi belediyesine ve sivil toplum örgütlerine, sivil inisiyatiflerine ve hiçbir biçimde örgütlenmemiş olsa bile karşı duruşu olan bütün Adalılara danışılarak,
  3. diğer bir deyişle katılımcı demokratik bir sürecin, içeriksiz bir klişe gibi kullanılmadan, gerçekten işe yarayacak biçimde işletilmesi.

Belediye ne yapıyor?

Belediyeler (bu yazı hazırlanan kadar henüz sesini çıkartmaya cesaret edemediği için Adalar Belediyesi ve İBB) ise,

  • UKOME’de 2020’de alınmış kararı uygulamak, tescilsiz elektrikli araçların kullanım süreci dolduğu için yerine tescilli araçların kullanılmasını,
  • bunun için ASELSAN’la yaptığı anlaşma gereği ürettirdiği (yani yatırım yaptığı) minibüslerin (azmanbüs) kullanılmasını ve
  • Adalarda bir kamusal ulaşım sistemi kurulmasını,
  • kamu ulaşım kapasitesini (açık bir biçimde söylenmemiş olsa bile, Adalardaki kamusal ulaşım sisteminin sadece Adalıları düşünerek değil, Adaları ziyaret edecek İstanbulluların sayısını da düşünerek) ziyaretçi nüfusunu da dikkate alarak (yani sadece yerel ihtiyaç ölçeğine göre değil, kentsel ziyaretçi ölçeğini de dikkate alarak) saptamayı ve
  • kamu ulaşım sisteminin kentsel ölçeğin elverdiği oranda temiz enerji ve çevreyi kirletmeme özelliklerine dikkat edilmesini istiyor.

Belediyeler, bunu gerçekleştirme yöntemi olarak da;

  1. teknik kapasitesini ve bürokrasisini kullanarak talep büyüklüğünü saptamayı,
  2. araçların teknik özelliklerini, (mümkün olduğu ölçüde) Adaların ekolojik özelliklerini dikkate alarak belirlemeyi,
  3. tek karar verici olmayı, zamanlama ile ilgili belirlemede kendi önceliklerine göre davranmayı ve
  4. herkesin, mutlak otorite olarak kuruma (İBB ve İETT) kusursuz itaat etmesini ve kararlarını onaylamasını talep ediyor.

Görüldüğü gibi bu yöntemin/ tarzın içinde demokrasi yok; değil “katılımcı demokrasi”, sosyal demokrat olma özellikleri bile yok. Sadece iktidarı ele geçiren bir otoritenin bütün doğruları en iyi kendisinin bildiği ve teknokrasisi ve bürokrasisi ile herkesin yararına olabilecek en doğru kararları verebileceği inancı var. Eğer bunu beğenmiyorsa yerel toplumun da, hırpalanmayı/polis şiddetini ve hapsi göze alması gereken geçici hevesli bir grup olduğunu düşünüyor.

Olguyu nasıl yorumlayabiliriz?

Olguyu anlamaya çalıştıkça asıl sorunun, Adalar’daki kamusal ulaşım sisteminin teknik/ yönetimsel özelliklerinden çok (çünkü bunlar bağdaştırılması imkansız ilkeler/ istekler-öneriler değil), bu sistemin siyasi özelliklerinin ne olacağı, nasıl kurulacağı ve işletileceği, nasıl denetleneceği konusundaki karar alma süreçlerinin ele alınış biçimi/ demokrasisi üzerinde olduğunu anlıyoruz.

‘Çürüyen’ temsili demokrasiye vs katılımcı demokrasi

Yerel toplum açıkça katılımcı demokratik bir yöntemin geçerli olmasını istiyor. Belediyeler ise, (hangi parti iktidarda olursa-olsun, merkezi yönetimden farksız bir biçimde) kararlarını otoriter bir biçimde, kamunun yararının ne olduğunu tek seçici olarak belirleyerek ve işini kimseyi karar sürecine katmadan, bildiği gibi yapmak istiyor.

Siyasetin niteliği de tam burada beliriyor: Yerel halkın siyaseti özgürlükçü ve demokratik bir siyaset. Belediyelerin siyaseti ise teknokratik, bürokratik ve despotik bir siyaset. Oysa Belediyeler, “demokrasi”/ “sosyal demokrasi”/ hatta “katılımcı demokrasi” sözü vererek toplumu temsil etme yetkisini elde ettiler. İktidar sözünü tutmayabilir ve bunu da bir “siyaset” olarak benimseyebilir. Ancak burada, toplumu aldatıcı/ doğru olmayan, hatta çürümüş olan bir durum var. Hamlet’in Danimarka Sarayı için söylediği gibi…

Neden bu sorun oluşuyor?

Belediyeler demokrasi sözü veriyorlar ve belki gerçekten de demokratik bir yönetim uygulamayı istiyorlar. Ama bunu nasıl yapacaklar? Belediye demokrasiyi nasıl uygulayacak? Bunun için bilinen (ve daha ötesinin düşünülmesinde olağanüstü tembelce davranılan) yöntem, dört ya da beş yılda sandık kurmak, siyasa parti propagandası yapmak, halktan oy istemek ve iktidara gelirse de işine kimseyi karıştırmadan/ istediği kararları alarak ve kurumsal denetimler ne kadar etkiliyse ona razı olarak, gelecek sandık dönemini beklemek… Bunun adı “temsili demokrasi”. Temsilcilerimiz bizim yerimize kararlara katılıyorlar. Ancak bu yeterli mi? Temsilcilerimiz bizi iyi temsil edebiliyorlar mı? Kararlar etkin bir biçimde ve toplumun çeşitli kesimleri için hakça ve adaletli biçimde alınabiliyor mu? Yanıt eğer “hayır” ise “katılımcı demokrasiye” ihtiyacımız var demektir.

Peki, toplum, yerel toplumlar/ halkın farklı kesimleri, demokrasiyi istiyor mu? Yanıt “evet” ise o zaman katılımcı demokrasinin ne olduğu, nitelikleri, ilkeleri,  işleyiş yöntemleri/ özellikleri ve gerektiğinde kurumsal (bunun her zaman “resmi” olması gerekmez) yapısının belirmiş olması, üzerinde tartışmalar yapılması ve sürekli olarak bu demokratik yöntemin geliştiriliyor olması gerekiyor.

Bu zor bir iş.

Zor işi (eğer sandık dönemimde verdikleri sözler samimi ise) belediyelerin ve sivil toplumun, sivil toplum örgütlerinin, birlikte ortaya koyması gerekiyor. Ama belediyelerin ne kadar güvenilir olduklarını/ iktidarı elde ettiklerinde bir despot olup olmayacaklarını bilemediğimiz için, bizlerin sivil toplumun bir parçası ya da örgütleri olarak katılımcı demokrasiyi çeşitli ölçeklerde ve çeşitli toplumsal durumlar bakımından nasıl tanımlayabileceğimiz/ nasıl tanımlamak istediğimiz üzerinde birçok tartışma yapmış olmamız ve bu tartışmayı giderek alevlendirmemiz gerekiyor.

Katılımcı demokrasiyi kendi bakımımızdan, bulunduğumuz yer ve durumdan doğru nasıl düşündüğümüzü ortaya koymak ve tartışmak için gösterdiğimiz çabanın her şeye rağmen göz alıcı olmakla birlikte, yeterli olduğunu söyleyebilmek zor… Bunu belediyelerden bekleyemeyiz. Bunu devletten hiç bekleyemeyiz. Ama kendimizden bekleyebiliriz. Sivil toplumun kararlılığı ve yaratıcılığı, hem istediği demokrasinin ne olduğu, bunu çeşitli farklı durumlar/ ölçekler bakımından nasıl somutlaştıracağı ve siyasetin bu anlamda kurulmasının nasıl tartışılacağını eğer biz belirlemezsek demokrasi alanında bir gelişme sağlamak da çok zor/ hatta imkansız olacaktır.

Katılımcı demokrasiyi Türkiye’nin sivil toplumları tartıştıkça ve bu tartışmaları giderek ağlaştırdıkça ve güçlendirdikçe, katılımcı demokratik işleyişten beklediklerimizin ne olduğunu belediyelere de,devlete öğretmek için büyük bir adım atmış olacağız…

Adalar “azmanbüsü” tam karşımızda duruyor. Bu örnek olayda siyaseti nasıl kuracağız?

Sanırım bunu en iyi “Adalılar” biliyor. Direndikleri ve mücadelesini verdikleri katılımcı demokrasi üzerine düşüncelerini somut bir biçimde ortaya koymaya en yakın sivil toplum kesimi Adalılar… Ve bizler…

Katılım düşüncesine nasıl can vereceğiz?

 

 

 

 

 

 

 

 

İyi hissetmenin tüketimi

Bayramıyla babalar günüyle, dokuz günlük tatil geride kalırken özel günlerin ve tatil zamanlarının tüketimle ilişkisine göz gezdirmenin tam zamanı.

Eski bayramlar, güzel günler olarak anılır, çocukken yaşanan bayramlık giysilerin heyecanı, aileyle geçen güzel vaktin nostaljisine karışır, özlemle hatırlanır. 30-40 yıl öncesinde tüketim, giyim alışverişinin bugünlerdeki gibi olmadığı düşünüldüğünde bu nostalji anlam kazanıyor. Muhtemelen yeni bir giysi almak için bir sebep gerektiği, bayram gezmelerinde temiz, yeni kıyafetlerin giyildiği, önemli günlerin dışında bugünlerdeki kadar alışverişin yapılmadığı zamanlarda bayramlık giysilerini bir gece önceden hazırlayan, rugan ayakkabılarını düşünmekten uyuyamayan çocukların heyecanı da anlaşılır. Bu hikâyelere sık sık yeni giysi almaya ekonomik durumu yetmeyen insanın, bayram vesilesiyle yeniye kavuşabilmenin hüznü de eşlik eder tabii.

Günümüze gelindiğinde ise sadece bayramlarda değil her gün yeni giysiler alabilmenin kolaylığı, tek tıkla kapıda, hop tıkla geri yollanan binlerce çeşit ürün, alışverişin kolaylığı ve ucuzluğu öne çıkarılarak pazarlanıyor. Bir alışveriş sitesinin verilerine göre plaj giysileri satışları geçen yıl bayram öncesi yüzde 500 artmışken, Birleşmiş Markalar Derneği (BMD) Bankalararası Kart Merkezi (BKM) verilerine göre bu bayram kredi kartı harcamalarının 120 Milyar TL’ye çıkmasını beklediğini açıkladı.

Bayram kombini, tatil kombini

Hayatın insanları sıkıştırdığı yerde, mutsuzluk, umutsuzluk, yaşam ve çalışma koşullarının gün geçtikçe zorlaştığı, izin günlerinin azlığı, hayatın ve tatilin pahalılığı, tatile gidilmese de eğlenmenin bedeli düşünüldüğünde dokuz günlük bayram tatilleri biraz olsun rahatlama, eğlenme, seyahat etmek için çok uygun zamanlara dönüştü. Birçokları için gittikçe azalan “iyi hissetme” fırsatları en iyi şekilde değerlendirilmek isteniyor. Görülmek istenen yerler, arkadaşlarla geçirilen vakit, yakınları görmek, güzel görünmek, iyi fotoğraflar çekinmek, anılar biriktirmek için bu dokuz günlük bayram tatilleri iyi bir fırsat sunuyor.

İyi hissetmek, iyi anılar biriktirmek için bu fırsatları değerlendirirken tüketimin bu anıların merkezinde, adeta iyi hissetmenin ön şartı gibi durduğunu görmezden gelemeyiz. Tatilden, anılardan, deneyimden keyif almanın, iyi hissedebilmenin, hissedilen tüm güzellikleri başkalarına da gösterebilmenin ön şartı neden tüketim?

Olmazsa olmazlar

Tüketim toplumunda her an her şey yeni bir alışverişin sebebi olabiliyor. Tatile gitmek bir plaj giyim alışverişi sebebi olduğu gibi tatilden dönmek bronz teni patlatacak beyaz elbisenin, özel günler özel bir ayakkabının, yeni kombin bu yazın modası renklerin giyilme zamanına işaret edebilir. Sadece ihtiyaç doğrultusunda alışveriş yapılıyor gibi romantik düşüncelere kapılmak anlamsız olur, rengi, kokusu, can sıkıntısı her an her şey çok acil bir alışverişin sebebi olabilir. Hâl böyle olunca 30-40 sene önce bayramlık rugan ayakkabılarını düşünmekten uyuyamayan çocuğun nostaljisinin de pek bir romantikliği kalmıyor. Güçlü bir reklam kampanyası ya da bir gece ansızın başlayacak bir Tiktok akımıyla rugan ayakkabı yeniden moda olup nostaljik hikayelerden vitrinlere her an yerleşebilir.

Kapitalizm, gereklilik kavramını doyasıya esnetebilme özgürlüğü iken alışveriş her zaman gerekli ve makbul sayılıyor. Sonuçta her yılın tatil fotoğrafları aynı kombinlerle olmaz, Kaş’ta giyilenler Kazdağları’nda olmaz, birlikte gidilen arkadaşlardan geri kalmak olmaz, yaş ilerliyor eskide kalmak olmaz, geçen yılın modası olmaz, bu aksesuarlarla bu kombin olmaz, olsa da bu ayakkabıyla olmaz… İhtiyaçlar devamlı yenilenirken tüketme ihtiyacı hep orada.

Tüketerek iyi hissetmek

Tatillerin, özel günlerin açtığı pencerede vadettiği tüketerek mutluluk bir şeylere yetmiyor olsa ki tüketim hızla devam ediyor. Devamlı yeni şeyler tüketilirken hiçbir eşya çocukluktaki ayakkabı kadar yer doldurmuyor.

EPA, World Resources Institue ve Apparel Impact Institue’nin sunduğu verilere göre küresel olarak her yıl 100 milyar giysi üretiliyor ve 92 milyar da atık sahalarına gönderiliyor. The Circularity Gap Report 2024’teki verilere göre 2016-2021 arasında, tüm yüzyılda yapılan tüketimin %75’ine eşdeğer tüketime ulaşıldı.

O eski bayramların yalnızca bayramlık sevinci değil, havası, suyu, toprağının da kalmadığını söyleyebiliriz. İklim krizi, yer altı suları kirliliği, plastik ve diğer atıklar da tüketim hızıyla birlikte artıyor. Oysa daha az tüketme kararları vererek buna karşı harekete geçmek, karar alıcıları ve endüstrileri baskı altına almak mümkün.

AP seçimlerinde aşırı sağın kazanımları iklim hedefleri açısından ne anlama geliyor?

Haziran ayı başında yapılan Avrupa Parlamentosu seçimlerinde Avrupa Yeşilleri büyük kayıplarına uğrarken, aşırı sağ partiler büyük kazanımlar elde etti. Merkez sağ Avrupa Halk Partisi (EPP) ise parlamentodaki en büyük parti olarak yerini korudu.

Seçimlerin sonucu, yaşam pahalılığı krizi, göçmen sorunu ve Rusya‘nın Ukrayna’yı işgali gibi sorunların seçmen üzerinde etkili olduğu gösteriyor. Artık Avrupalı seçmen için iklim değişikliği çok daha düşük bir öncelik… Buna karşın bazı bilim insanları yeni Avrupa Parlamentosu’nun her şeyine rağmen temel iklim hedeflerini ortadan kaldırmasının pek mümkün olmadığını iddia ediyor.

Seçim sonuçlarından sonra Almanya‘nın Bonn kentinde bulunan Stockholm Çevre Enstitüsü‘nden, iklim politikası araştırmacısı Richard Klein, “Yeşil Anlaşma’dan tamamen vazgeçmeye yönelik bir istek olacağını düşünmüyorum” diyor. Bilindiği gibi Avrupa Komisyonu tarafından ilk kez 2019’da önerilen Avrupa Yeşil Anlaşması, 2030 yılına kadar Avrupa Birliği‘ndeki sera gazı emisyonlarını 1990 seviyelerine göre % 55 oranında azaltmayı ve 2050 yılına kadar net sıfır emisyona ulaşmayı amaçlayan bir dizi politika belgesinden oluşuyor.

London School of Economics and Political Science‘dan çevre ekonomisti Aurélien Saussay de Avrupa’da iklime dair pek fazla şüpheciliğin kalmadığı kanısında. Ancak insanların iklim değişikliğiyle nasıl başa çıkılacağı konusunda anlaşamadıklarını da ekliyor. Ona göre “zorluk o zaman başlıyor; önlemler insanların yaşam standardını, geçim kaynaklarını ve günlük alışkanlıklarını etkilediğinde, bu da iklim politikalarının kabul edilebilirliğini etkiliyor.”

Sonuçta 6-9 Haziran tarihlerinde yüz milyonlarca Avrupalı, AB yasalarını ve politikalarını şekillendiren Avrupa Parlamentosu’nun 720 üyesini seçmek için oy kullandı. Geçtiğimiz beş yıl boyunca parlamento, merkez sağ EPP, merkez sol Sosyalist ve Demokratlar İlerici İttifakı ile Liberal Parti Yenileme Avrupa‘dan oluşan bir çoğunluk tarafından yönetilmişti. Bu dönemde parlamento Avrupa’nın iklim değişikliğine tepkisine, araştırma ve yenilik planlarına öncülük etti. Fakat son seçimlerde daha güçlü iklim eylemi çağrısında bulunan Yeşiller toplamda 18 sandalye kaybetti. Yeşillerin kayıpları, çiftçilerin yakıt sübvansiyonlarını kesmeyi, pestisit ve gübre kullanımını kısıtlamayı planlayan çevre politikalarına karşı aylardır süren yaygın protestolarının ardından geldi. Seçimden önce protestolar, AB’nin tarım sektöründe pestisit kullanımını 2030 yılına kadar yarıya indirme planı da dahil olmak üzere bu tür politikaların geri almasına yol açmıştı. Genel olarak kötü bir performansa rağmen Yeşiller Danimarka, İsveç ve Polonya‘da sandalyeleri elinde tuttu veya kazandı.

Yeşillerin Avrupa Parlamentosu’ndaki geçmişe göre zayıf varlığı, Avrupa Komisyonu tarafından önerilen, net sera gazı emisyonlarının 2040 yılına kadar 1990 seviyelerine kıyasla % 90 oranında azaltılması hedefiyle ilgili müzakereleri etkileyebilir. Ancak Richard Klein, her şeye rağmen 2040 hedefinin tamamen iptal edileceğini düşünmüyor: “Belki bu tür önlemlere ayrılacak bütçeler azalacak, ancak iklim politikasının tamamen elden geçirildiğini düşünmüyorum.”  Yine de gelecekte daha iddialı iklim hedefleri üzerinde anlaşmaya varılmasının pek mümkün olmadığını söylüyor.

Bilindiği gibi yeni Avrupa Parlamentosu üyelerinin ilk görevlerinden biri, Avrupa Komisyonu’nun bir sonraki başkanını seçmek olacak. Aurélien Saussay, başkan ve iklim eylemiyle ilgili bir sonraki komisyon üyesi seçilene kadar AB’nin iklim eyleminin önümüzdeki birkaç yıl içinde nasıl sonuçlanacağını kesin olarak söylemenin zor olduğunu söylüyor. Merkezi İspanya-Barselona‘da bulunan, Avrupa’daki iklim araştırmalarını savunan EU-LIFE‘ın Genel Müdürü Marta Agostinho ise seçilen parlamentonun bilimsel araştırma finansmanına öncelik vereceğine hala inandığını söylüyor: “Avrupa Parlamentosu araştırma ve inovasyonu çok destekliyor ve genel anlamda bunlara yatırım yapmanın kritik değerini anlıyor. Gördüğümüz seçim sonuçlarına göre, durumun böyle olacağı konusunda hâlâ umutluyum.”

Sonuçta, Avrupa Komisyonu tarafından uzun görüşmeler sonucu, üye ülkelere 2019’da önerilen Avrupa Yeşil Anlaşması, son seçimden sonra, uygulanması ciddi olarak tehlikeye girdi.  Bazı bilim insanlarının yeni Avrupa Parlamentosu’nun her şeyine rağmen temel iklim hedeflerini ortadan kaldırmasının pek mümkün olmadığını iddia etmesine rağmen, yeni parlamentonun başka öncelikleri olduğu görülüyor. Artık 2030 yılına kadar Avrupa Birliği’ndeki sera gazı emisyonlarını 1990 seviyelerine göre % 55 oranında azaltmayı ve 2050 yılına kadar net sıfır emisyona ulaşmayı amaçlayan bir dizi politika belgesi son seçim sonuçlarından sonra, çoğunluğu sağlayan sağ ve aşırı sağın gündemden en azından şimdilik çıkmış denilebilir.