Ana Sayfa Blog Sayfa 861

Guterres: Fosil yakıtlara yatırım yapmak bir intihar

BM’nin Okyanus Konferansı sonrası BM Genel Sekreteri Guterres iklim değişikliğinin kontrolden çıkmasından kendi kuşağını sorumlu tutarak ‘Zamanın yenilenebilir enerjiye yatırım yapmış olsaydık fosil yakıt endüstrisinin insafına kalmayacaktık’ dedi. 

Guterres toplantı sonrasında Euronews‘ten Sergio Ferreira de Almeida‘nın iklim değişikliğine ilişkin sorularını yanıtladı.

Fotoğraf: Euronews

‘Zamanında yenilenebilir enerjiye yatırım yapsaydık fosil yakıtın insafına kalmayacaktık’

Almeida’nın aktardığına göre; Guterres, “İklim değişikliğini ve iklim değişikliğiyle mücadeleyi dünyanın gündemine yeniden nasıl getiririz?” sorusuna şöyle yanıt verdi:

“Mümkün olan her şeyi yaparak ve konuyu her yerde mümkün olduğunca çok gündeme getirerek yaparız. Ukrayna’daki savaşa baktığınızda, son yıllarda yenilenebilir enerjiye yatırım yapmış olsaydık bunun ne kadar önemli olacağını gösteriyor. Eğer bu olsaydı, şu an fiyatları aşırı yüksek olan, insanların yaşam kalitesini düşüren ve gelişmekte olan ülkelerdeki durumu kötüleştiren fosil yakıt endüstrisinin insafına kalmayacaktık. Ukrayna savaşı bize yeşil dönüşümü hızlandırmamız gerektiğini yani iklim değişikliğiyle daha etkili mücadele etmemiz gerektiğini gösterdi.”

‘Bu bir intihar’

Fosil yakıtlara yatırım yapan liderin nasıl ikna edilebileceği yönündeki soruya ise Guterres şöyle yanıt veriyor:

“Bu bir intihar ve umarım bu insanlar intihar etmenin gelecekle yüzleşmenin en iyi yolu olmadığını anlayacaklar.”

‘İklim değişikliğine karşı mücadelede kararlı olmak da herkesin çıkarına’

“Yiyecek, enerji problemi yaşayan sıradan insanları iklim değişikliğine öncelik vermeye ikna etmek kolay değil. Bunu nasıl yapabilirsiniz?” sorusuna ise Antonio Guterres en başta çözülmesi gereken sorunun gıda sorunu olduğunu belirterek şunları aktardı:

“Bu yüzden Ukrayna’nın gıda ürünlerinin ve Rusya’nın gıda ile gübrelerinin küresel pazara erişimi, durumun iyileşmesi ve fiyatların düşmesi için koşullar yaratmaya çalışıyoruz. Aynı zamanda enerji fiyatlarıyla ilişkili başka girişimlerin de olduğunu düşünüyorum. Ancak bu durumda, özellikle fosil yakıtların bu denli pahalı olmasıyla, mümkün olduğunca az kullanmak için iyi bir neden var. Bu herkesin çıkarına. İklim değişikliğine karşı mücadelede kararlı olmak da herkesin çıkarına, çünkü bu gelecekte bunun gibi durumlardan, fosil yakıt piyasasının istikrarsızlığına olan bu dramatik bağımlılıktan kurtulmanın tek yolu.”

Bir silah olarak deniz ve okyanuslar: Karadeniz örneği

Deniz ve okyanusların silah olarak kullanıldığının, denizlere erişim örneği üzerinden Karadeniz’e işaret edilmesinin ardından Guterres’in buna karşı nasıl mücadele edilebileceği sorusuna yanıtı ise şöyle:

“Her şeyden önce Ukrayna’nın limanlarından erişim gerek. Türkiye’nin desteğiyle Rusya ve Ukrayna’ya sunulan BM planı tam olarak bunu hedefliyor. Bu üç ülkenin ordusu tarafından, özellikle ikili düzeyde yapılan farklı istişarelere dayanarak, yakın zamanda İstanbul’da bir toplantının mümkün olacağını umuyoruz. Ukrayna’nın tahılını ihraç etmeye izin veren bir anlaşmaya varılacağını da ümit ediyoruz. Aynı zamanda, uluslararası düzeyde ülkelerin Rusya’nın gıda ve gübre ihracatını kolaylaştıracağını da umuyoruz. Gıda ve gübre üzerine herhangi bir yaptırım yok evet ancak nakliye, sigorta ve ödeme gibi konulardaki karışıklığa hitap edilmesi gerekiyor. Bu yüzden, Ukrayna ve Rusya gübre ve gıda ürünlerinin küresel pazara erişimini de içeren bir anlaşma paketi yapabilmek için Avrupa Birliği, Amerika Birleşik Devletleri ve Rusya ile yakın temas halindeyiz.”

‘Tüm ülkeler iklim değişikliğinin öncelikleri olduğunu kabul etmeliler’

Rusya’nın iklim değişikliğiyle mücadelede dünyaya yardımcı olmak için sahneye geri dönmesinin mümkün olup olmadığı yönündeki soruya ise Guterres “Rusya buradaki Okyanus Konferansı’na katıldı. İklim değişikliğiyle mücadelenin tüm insanlık için hayati önem taşıdığını düşünüyorum. Dolayısıyla tüm ülkeler bunun öncelikleri olduğunu kabul etmeliler” yanıtını verdi.

‘Durumun kontrolden çıkmasından benim kuşağım sorumlu’

Antonia Guterres ayrıca gelecek nesillerin iklim değişikliği sonuçları karşısındaki adaletsiz konumlarına değinerek kendi kuşağını sorumlu tuttu ve şunları söyledi:

“Doğayla savaş halinde olmamızdan, iklim değişikliğinden, durumun kontrol altında olmamasından benim neslim sorumlu. Emisyonları önemli şekilde azaltmalıydık. Ve tüm dünyadaki üye devletlerin mevcut taahhütlerine dayanan tahmin, 2030’da emisyonlarda artışa işaret ediyor. Bu intihar anlamına geliyor, baştan sona kabul edilemez. Okyanuslara gelirsek, okyanuslarımızı korumaya yönelik savaşın hâlâ mağlubuyuz. İklim değişikliğinin neden olduğu sıcaklıklar ve asitlilik, mercanların kaybı, biyolojik çeşitliliğin kaybı, aşırı avlanma, plastik kirliliği, diğer toksik formlar, birçok kıyı bölgesini tamamen hayatsız hale getiren kirlilik… Bütün bunlar okyanusları koruma bahsini hâlâ kaybettiğimiz anlamına geliyor. Ve bunu tersine çevirmemiz gerekiyor. Sonuç olarak benim kuşağım bu durum kontrolden çıkarken tespit etmek gerektiğinde bunu ya yapamadı ya da yapmak istemedi.”

Fosil yakıt endüstrisinin ikna çabası

Guterres son olarak şunları dile getiriyor:

“Fosil yakıt endüstrisinin yıllarca sahte bilimle, halkla ilişkiler ve her çeşit lobicilik faaliyetiyle dünyayı iklim değişikliğinin çok önemli olmadığına, fosil yakıtların yarattıkları problemleri yaratmadığına ikna etmeye çalışmak için milyarlar harcadığını unutmayalım.”

‘Liderler bu acil durumun sert önlemler gerektirdiğini anlamaları lazım’

Fosil yakıt endüstrisinin iklim krizini küçümser nitelikte tavırlarının daha önceleri sigarayı özendiren ve sağlığa yararlı olduğunu söyleyen sigara endüstrisinin davranışına benzete Guterres dünya liderlerine sorumluluklarını hatırlatıyor:

“Yani ekonomik liderlerin de büyük bir sorumluluğu var. Siyasi ve ekonomik liderlerin, acil bir durum içerisinde olduğumuzu, bu acil durumun sert önlemler gerektirdiğini anlamaları lazım.”

Pınar Gültekin için Muğla’da adalet nöbeti başlatıldı: Dava kadınlar için bitmedi

Menteşe Kadın Platformu, Pınar Gültekin cinayeti davasında katil Cemal Metin Avcı‘ya verilen “haksız tahrik indirimi” kararına karşı Muğla‘daki Sınırsızlık Meydanı’nda Adalet Nöbeti başlattı.

Nöbet, Gültekin’in katledilmesinin yıldönümü olan 16 Temmuz’a kadar sürecek.

Pınar Gültekin cinayetine ilişkin davanın 13’üncü duruşmasında yapılan duruşmasında sanık Cemal Metin Avcı, önce ağırlaştırılmış müebbet hapis cezasına çarptırılmış, ardından da ‘haksız tahrik’ indirimi uygulanarak cezası 23 yıla düşürülmüştü.

 

‣ Pınar Gültekin için 13 duruşmadır beklenen adalet, gelmedi: Katile ‘haksız tahrik’ indirimi, kardeşine beraat

Cinayete yardım ve delilleri karartmaktan yargılanan sanığın kardeşi Mertcan Avcı, eski eşi Eda Karagün, babası Selim Avcı, annesi Ayten Avcı ve iş ortakları Şükrü Gökhan Orhan tüm suçlamalardan beraat etmişti.

‣ Adli Tıp Raporu kesinleştirdi: Pınar Gültekin yaşarken yakılmış
‣ Pınar Gültekin cinayetinde yeni gelişme: Olay yerindeki sigara izmariti failinin annesine ait çıktı
‣ Pınar Gültekin’in katil zanlısı: İstanbul Sözleşmesi’nin iptali iyi oldu

Verilen indirimli hapis cezası kararı büyük tepki görmüş, Muğla Cumhuriyet Başsavcılığı, Aile Bakanlığı ve ailenin avukatı Rezan Epözdemir tarafından karar istinafa taşınmıştı.

‣ Pınar Gültekin kararına çifte itiraz

Kadınların ‘haksız tahrik indirimine’ karşı protestoları sokakta sürüyor.

Mezopotamya Ajansı‘na konuşan Menteşe Kadın Platformu üyesi Dilek Bulut, failin 13 duruşma boyunca “haksız tahrik indirimi” alabilmek için üç kere savunma değiştirdiğine vurgu yaptı:

“Mahkeme pek çok davada göstermediği titizliği bu davada gösterdi. 27 yaşında bir kadının tüm özel hayatı, telefonları, bilgisayarı, ilişkileri ve arkadaşları didik didik edildi. Her aşaması tasarlanmış olan bu cinayet sonunda katil, erkek adaletin koruyuculuğu ile haksız tahrik indirimini kaptı.”

Bu karar ‘nasıl bir vahşetle bir kadını öldürürseniz öldürün, biz sizi koruruz’ demektir.

İstinaf Mahkemesi ve Yargıtay aşamalarında sonuç değişmezse failin indirilmiş cezanın da belli bir kısmını yatacağına, ardından denetimli serbestlik hükümleri ile tahliye edileceğine işaret eden Bulut, “Bir kadının yaşamının, bir erkeğin ‘tahrik’ olmasına gerekçe olamayacağını biliyorlar, biliyoruz. Tüm istinaf ve Yargıtay süresince tüm kadınlar bu davanın takipçisi olacağız” diye konuştu.

Davanın kadın örgütleri açısından bitmediğini belirten Bulut, fail ve ona yardım edenlerin gereken cezayı alana kadar mücadele edeceklerini yineledi.

 

Hemşin taş ocağından kurtuldu, horonlarla kutlandı: Cennetimizi cehennem etmekten kurtardık

Rize‘nin organik tarım havzası Hemşin ilçesi Levent köyünde 99 hektarlık alanda planlanan taş ocağı için verilen ‘ÇED gerekli değil’ kararının iptaline yönelik Rize İdare Mahkemesi‘nin iptal kararı, Danıştay tarafından onandı.

AKP, CHP, MHP ve İYİ Parti ilçe başkanları ile 12 köy ve mahalle muhtarının imzaladığı ortak bildiriyle karşı çıktığı taş ocağı projesi, kestane, kızılağaç, gürgen, çam, ladin, kayın, dağ karayemişi, likapa gibi zengin bitki çeşitliliği bulunan ormandaki ekosistemin tamamen bozulmasına neden olacaktı.

Bölge, Tarım ve Orman Bakanlığı tarafından ‘bal ormanı’ ilan edilen ve nesli tükenme tehlikesi altındaki kırmızı benekli alabalık, su samuru ve su kertenkelesinin yaşadığı dereyi de kapsayan Hemşin Vadisi‘nde yer alıyor.

İptal kararı sevinçle karşılandı ve horonlarla kutlandı.

Umuyoruz ki doğa mücadelesi veren herkes bu mutluluğu yaşar

Yöre halkı, içinden yol bilegeçmeyen ormandaki taş ocağı projesine karşı dört yıldır hukuki mücadele veriyor.

Şirketin toplam ruhsat alanı 99 hektar olan arazide ilk aşamada 24,7 hektarlık alan için yaptığı başvuruda ‘ÇED gerekli değil’ kararı verilmiş, daha önce de HES’e karşı bir araya gelip projeyi iptal ettiren AKP, CHP, MHP ve İYİ Parti ilçe başkanları ile 12 köy ve mahalle muhtarı, bu kez Levent köyünde taş ocağına karşı birleşerek ortak bildiriye imza atmıştı.

2018 yılının Aralık ayında açılan iptal davasında sunulan raporları inceleyen Rize İdare Mahkemesi, ‘ÇED gerekli değil’ kararını iptal etti.

Şirketin temyiz başvurusu üzerine yedi kişilik bilirkişi heyeti, taş ocağı açılmak istenen alanda inceleme yaptı. Raporda projenin fiziksel ve biyolojik çevresel değerlerin ve ekolojik dengenin tahribine ve yok olmasına neden olacağı yönünde karar açıklandı. Bu sonuç sonrası sonrası ‘ÇED gerekli değil’ kararı, yine iptal edildi.

“Orman alanlarının yöresel ekonomiye katkısı olan nektar bakımından zengin kestane, yaban yemişi, ıhlamur üretimi alanı olup flora ve fauna bakımından zengin bakir orman olduğu, madencilik faaliyeti halinde gürültü, çevre kirliliği, aşırı tozlanma nedeniyle bitkilerin zamanla yok olacağı ve endemik türler ile doğal yaşamın doğrudan olumsuz etkileneceği, proje alanı çevresindeki ormanların ‘Doğal Yaşlı Ormanlar’ olmasından dolayı korumaya öncelikli alanlardan olduğu çevresinde yaban hayvanlarının yaşam ortamlarının olduğu görüldü.”

Yeniden temyize gönderilen bu karar, bu kez Danıştay 6’ncı Dairesi‘nce de onandı.

Köylüler kararı kutlamak için yağmura aldırış etmeden, tulum eşliğinde horon oynadı.

Yöre halkından Birgöl Demirci, dört yıldır süren bir mücadelenenin sonunda, içinden yol bile geçmeyen ormanı taş ocağı olmaktan kurtardıklarını söyledi:

“Davamız sonuçlandı. Bunun haklı gurur ve mutluluğunu yaşıyoruz. Biz doğa için verdiğimiz mücadeleyi kazandık. Umuyoruz ki doğa için mücadele veren herkes bu mutluluğu yaşar.”

Ramiz Demirci de , “Tüm siyasi partilerin, tüm muhtarların desteklediği bir süreci yaşadık. İnandık, doğaya sahip çıktık; derelerimizi, sularımızı ve orman içinde yaşayan yaban hayatını, derelerimizdeki nesli tükenmekte olan kırmızı benekli alabalıklarımızı, su samurlarımızı kurtardık” dedi ve ekledi:

“Aslında hep birlikte yöremizin geleceğini kurtardık. Bize bu şekilde teslim edilmişti, umarım biz de gelecek nesillere orman tahrip olmadan, yok olmadan teslim ederiz. Arıcılık kurtuldu. Arıcılıkla geçimini sağlayan köylülerimizin geleceği kurtuldu. Hukukun tecelli etmesi hepimizi çok mutlu etti. Sevinçliyiz, birlik ve beraberliğimizi sürdüreceğiz. Bu güzel doğanın keyfini çıkaracağız”

Sevim Bayraktar da durumu,”Hukuk mücadelemizi verdik, sonunda kazandık. Cennetimizi cehennem etmekten kurtardık” sözleriyle özetledi.

İklim Şurası kararları sessiz sedasız açıklandı

Çevre, Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanlığı tarafından Konya’da 21-25 Şubat’ta düzenlenen İklim Şurası’nın Sonuç Bildirgesi dün yayımlandı.

21 Haziran’da Çevre, Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanı Murat Kurum’un katılacağı gösterişli bir törenle açıklanması planlanan bildirge dün sessiz sedasız yayımlandı.

2022 İklim Şurası, Emisyon Ticaret Sistemi ve Adil Geçiş

Bildirgede alınan kararlar enerji, ulaştırma, sanayi, tarım, arazi kullanımı, arazi kullanım değişikliği ve ormancılık (AKAKDO), atık, bina, bilim ve teknoloji gibi başlıklar altında sıralandı. Bakanlık tarafından sonuç bildirgesi şu sözlerle duyuruldu:

“İklim Şurası’nda, 3 ay süren yoğun çalışmalar sonucu iklim değişikliğiyle mücadelede 2053 net sıfır emisyon ve yeşil kalkınma hedefleri doğrultusunda 217 yeni karar alındı.”

İklim Şurası Politika Tavsiye Kararları’na şerh: Neden hayır oyu verdim?

İklim Uyumlu Şehirler, İklim Dostu Tarım, Kuraklık Eylem Planı, Çevreci ve Temiz Ulaşım Ağı, Yeşil Enerji, Yeşil Ekonomi ve İklim Eğitimi, alınan kararların öne çıkan başlıkları arasında bulunuyor.

217 kararın 76’sını ulaştırma, sanayi, tarım, yutak alanlar, atıkların azaltılması; 34’ünü bilim ve teknoloji; 21’ini yeşil finansman ve karbon fiyatlama; 20’sini iklim değişikliğine uyum; 24’ünü yerel yönetimler; 42’sini de sağlık, eğitim, adil geçiş, iklim adaleti ve iklim göçü oluşturuyor.

CHP’li Gök’ten İklim Şurası önergesi: Fosil yakıttan çıkışı öncelemeyen yol haritasıyla iklim krizi nasıl aşılacak?

Bakanlıkça, alınan kararların Türkiye’nin iklim değişikliği konusundaki taahhütlerini hukuki zeminde güçlendirecek “İklim Kanunu”nun hazırlanmasında da önemli bir referans kaynağı olma özelliği taşıdığı belirtiliyor.

İklim Şurası’nın en çok eleştirildiği konulardan bazıları nükleer, kömür ve doğal gaza ilişkin yaklaşımlardı. Paris İklim Anlaşması’nın imzacısı olan Türkiye’nin kömürden çıkışa dair adım atmanın ötesinde kömür kaynaklı enerji ve nükleer enerji konusunda ısrarı ayrıca bir eleştiri konusu.

İklim Şurası hayal kırıklığıyla sona erdi: Katılımcılık sağlanamadı, fosil yakıta devam

Ayrıca kömürden elektirik üretiminden çıkış yerine karbon yakalama, kullanım ve depolama teknolojilerine odaklanılarak emisyonun düşürülmesi için arz güvenliği, makro ekonomik ve sosyal etkileri içeren çalışmalar yapılması gerektiği belirtiliyor.

Kömürden çıkışa ilişkin ise Adil Geçiş başlığı altında şu ifadelere yer veriliyor:

“Türkiye’nin 2053 net sıfır hedefi, ülkenin tabi olacağı uluslararası düzenlemeler bağlamında geçişe konu olacak sektörler tedarik zincirleri de gözetilerek belirlenmeli; kömür madenciliği ve kömüre bağlı elektrik üretim sektörü, tarım ve sınırda karbon düzenlemesi açısından önceliklendirilmiş 5 sektör olan çimento, elektrik, gübre, demir- çelik ve alüminyum gibi sektörler başta olmak üzere sürdürülebilir, adil ve eşitlikçi bir geçiş için etki değerlendirmesi çalışmaları yapılmalı, destek mekanizmaları bu kapsamda yapılandırılarak geliştirilmelidir.

‘Nükleer ve doğal gaz üretim faaliyetleri artırılmalı’

Sonuç Bildirgesi’nde nükleer ve doğal gaz üretim faaliyetlerinin artırılması gerektiği belirtiliyor:

  • 2053 Net Sıfır Emisyon Hedefleri doğrultusunda kaynak çeşitliliği ve enerji arz güvenliği perspektifinden emisyon azaltıcı alternatif yakıtlardan (doğalgaz, nükleer vb.) elektrik üretiminin artırılması değerlendirilmelidir.

Bununla birlikte doğalgaz ve nükleer emisyon azaltıcı alternatif yakıtlar arasında sayılıyor.

‘Yeni nesil küçük modüler reaktör teknolojileri’

Bildirgede nükleer enerjiye dair “yeni nesil küçük modüler reaktör teknolojileri”eden bahsediliyor:

“Temiz ve güvenli nükleer enerji teknolojilerinde çığır açıcı yaklaşımlardan olan yeni nesil küçük modüler reaktör teknolojiler geliştirilmeli; küçük modüler reaktörlerin yenilenebilir enerji kaynakları ile entegrasyonu; elektriğin yanında diğer faydalı çıktıları (ısı, temiz su, hidrojen, alternatif yakıtlar vb.) üretebilecek entegre sistem teknolojilerinin ve nükleer atık yönetim teknolojilerinin geliştirilmesi sağlanmalıdır.”

Öte yandan enerji başlığı altında 2053 Ner Sıfır Emisyon Hedefi doğrultusunda Uzun Dönemli Enerji Planı Birleşmiş Milletler İklim Değişikliği Çerçeve Sözleşmesi 27. Taraflar Konferansı öncesine kadar
hazırlanması gerektiği ifade ediliyor. Söz konusu konferans Kasım’da Mısır’da gerçekleştirilecek.

Yenilenebilir enerji kaynaklarının kullanımı

Yenilenebilir enerji kaynaklarının en üst düzeyde kullanımının sağlanmasına vurgu yapılan bildirgede, daha fazla yenilenebilir enerji kapasitesinin sisteme entegrasyonun sağlanması için çalışmalar yapılması gerektiği bildiriliyor.

Enerji ve emisyon azaltımına ilişkin olarak önce çıkan maddeler şöyle:

  • Tüm sektörlerde enerji verimliliği uygulamaları ve destekleri yaygınlaştırılmalı, termik santral ve endüstriyel işletme kaynaklı atık ısı potansiyelinden etkin şekilde yararlanabilmek için ilgili ısı mevzuatı geliştirilmeli ve teşvikler tanımlanmalıdır.
  • Emisyon azaltımına yönelik enerji sektörü dönüşümünün geçiş sürecinde doğalgaz arama ve üretim faaliyetleri artırılmalı, ulusal ve uluslararası iletim altyapısı geliştirilmelidir.
  • 2053 Net Sıfır Emisyon Hedefi doğrultusunda Ulusal Enerji Verimliliği 2030 Vizyonu ve Stratejisi 2022 yılı sonuna kadar, Ulusal Enerji Verimliliği Eylem Planı (2024-2030) 2023 yılı ortasına kadar hazırlanmalıdır.
  • Yeşil hidrojeni önceliklendiren Hidrojen Stratejisi ve Yol Haritası 2022 yılı sonuna kadar hazırlanmalıdır.
    Isıtma ve soğutmada emisyon azaltımı için ısı pompası, bölgesel ısıtma (jeotermal, biyokütle vb.) ve güneş kollektörlü ısıtma uygulamaları yaygınlaştırılmalıdır.

Karbon fiyatlandırma ve emisyon ticaret sistemine ilişkin ise şu maddelere yer verildi:

  • Avrupa Birliği tarafından Sınırda Karbon Düzenlemesi Mekanizmasının (SKDM) takvimi göz önünde bulundurularak, Emisyon Ticaret Sistemi (ETS) pilot uygulaması 2024 yılında başlamalı, pilot uygulama dönemi en az 1 yıl olarak tasarlanmalıdır. 
  • Emisyon Ticaret Sistemi (ETS) uygulamaları göz önünde bulundurularak ve mevcut vergiler yeniden değerlendirilerek ilgili vergilerin karbon vergisine dönüştürülmesi konusu ele alınmalı, vergi tutarının belirlenmesi amacıyla ekonomik, sosyal ve mali analizler yapmak suretiyle, kurumlar/kuruluşlar arası kurulacak ortak bir sistem ile ulusal koşullara uygun yol haritası 2025 yılına kadar oluşturulmalıdır. Çifte karbon fiyatlandırmalarından kaçınılması için gerekli önlemler alınmalıdır. 
  • Emisyon Ticaret Sistemi kapsamında elde edilecek ihale gelirlerinin tamamı Ulusal Katkı Beyanı gözetilerek ve yeşil kalkınma hedefi doğrultusunda düşük karbonlu ekonomiye adil geçişi de güvence altına alacak şekilde kullanılmalıdır. Bahse konu gelirlerin en az %50’si, reel sektörün yeşil dönüşümünü hedefleyen başta modernizasyon ve inovasyon odaklı faaliyetler olmak üzere sera gazı emisyonlarının azaltımına yönelik faaliyetlerinin desteklenmesine aktarılmalıdır. 
  • Emisyon Ticaret Sistemi kapsamında denkleştirme kullanımı için denkleştirme mevzuatı, Paris İklim Anlaşması 6. Madde, gönüllü sertifika uygulamaları, diğer ülkelerdeki ulusal denkleştirme uygulamaları ve ulusal gönüllü piyasa koşulları dikkate alınarak 2024 yılına kadar kurgulanmalıdır. 
  • İçme ve kullanma suyu şebekesi iletim ve dağıtım hatlarındaki kayıp ve kaçak oranı ortalaması 2030 yılına kadar %25 seviyesine indirilmelidir. 
  • Tarım ve sanayi başta olmak üzere sektörlerde suyun verimli kullanılması sağlanmalı, drenaj suları ve arıtılmış atıksular gibi kullanılmış suların yeniden kullanım oranı 2030 yılında %15’e çıkarılmalıdır. 

Ne olmuştu?

İklim Şurası komisyon toplantılarına katılan uzmanlar fosil yakıt kullanımı sınırlandırılmadan iklim hedefine ulaşılamayacağı yönünde uyarılar yapmıştı. Ancak sonuç bildirgesinde yine nükleere, doğal gaza ve kömüre destek veren kararlara yer verildi.

Şubat’ta gerçekleştirilen şura süresince sera gazı azaltımına yönelik alınan kararlarda, elektrik üretiminde kömürden çıkışın bildirgede yer almaması ve doğal gaz ile  nükleer kaynakların payının artırılması, eleştirileri de beraberinde getirmişti.

Sivil toplum ve düşünce kuruluşları, komisyonlarda katılımcı bir süreçle alınan politika önceliklerinin, Şura sonucunda ortaya çıkan tavsiye kararlarına yansımadığını ve komisyonlar üzerinden iletilmeyen yeni kararların da son metne eklendiğini belirtmişti. 

Doğalgaz aramalarının artırılması hiçbir şekilde komisyonlarda görüşülmezken, Şura’nın nihai tavsiye kararlarında yer almıştı. 

Komisyon başkanları tarafından, katılımcılarla üzerinde uzlaşılan maddelere son gün ekleme yapılmayacağı veya üzerinde oynayamayacağı garantisi verilmiş, sadece önceliklendirme yapılacağı belirtilmişti. Ancak kararlar, bunun aksi yönünde. Komisyonlarda yer alan iklim uzmanları yaşadıkları hayal kırıklığını şöyle ifade etmişlerdi:

Sabancı Üniversitesi İstanbul Politikalar Merkezi,  İklim Değişikliği Çalışmaları Koordinatörü Dr. Ümit Şahin, İklim Şurası’nın  sunulan önemli politika önerilerine rağmen, kömürden çıkış konusunda yanlış bir tutum alması ve doğal gaz ile nükleer gibi yanlış çözümleri ön plana çıkaran kararlar nedeniyle başarısız olduğunu bildirmişti.

Sürdürülebilir Ekonomi ve Finans Araştırmaları Derneği (SEFİA) Direktörü Bengisu Özenç de İklim Şurası’nın Türkiye’nin uzun dönemli iklim politikalarına yön vermesini bekledikleri ve bu anlamda da önemsedikleri bir mekanizma olmasına rağmen alınan kararların yarattığı hayal kırıklığını dile getirmişti. 

WWF-Türkiye (Doğal Hayatı Koruma Vakfı) İklim ve Enerji Programı Müdürü Tanyeli Sabuncu da İklim Şurası’nın Türkiye’nin iklim politikasının 1.5 derece hedefi ile uyumlu hale getirilmesi için çok önemli bir fırsat sunduğunu ancak bu fırsatın değerlendirilmediğini kaydetmişti: 

“Son anda kömürden çıkışın kararlardan çıkarılması, doğalgaz ve nükleerin kararlara dahil edilmesi ülkemiz açısından yenilenebilir enerji dönüşümünde tarihi bir fırsatın kaçırılmasına yol açacak bir tercih olarak şekillendi.”

Sivil toplum kuruluşları da İklim Şurası kararlarının gözden geçirilmesi gerektiğini belirterek eleştiriler sunmuştu. Kömürden elektrik üreten yeni termik santralların kurulmaması; kömür madeni açma ve maden genişletme faaliyetlerinin durdurulması istenirken bu yönde herhangi bir karar alınmadı. Kömür başta olmak üzere fosil yakıtların teşvikinin sonlanması talep edilmişti; karşılanmadı. 

Avrupa’daki kanser vakalarının yüzde 10’unun müsebbibi kirlilik

Avrupa Çevre Ajansı‘nın yayımladığı son rapora göre, radyoaktif radon gazı, ultraviyole radyasyon, asbest ve benzeri bazı kimyasallar, Avrupa‘daki kanser vakalarının yüzde 10’undan fazlasına neden oluyor.

Her yıl üç milyondan fazla kişinin bu nedenlerle hastalandığı belirtilen raporda, kirliliğin neden olduğu kanserden 1,3 kişinin öldüğü kaydedildi.

Ajans, son zamanlarda yapılan çalışmaların partiküllere uzun süreli maruz kalma ile lösemi arasında bir bağlantı bulduğunu da kaydetti.

Avrupa Komisyonu hava kirliliğinden kaynaklanan kanseri, sağlık alanındaki temel önceliklerinden biri haline getirmeyi kararlaştırmış durumda. Birliğin yönetim organı, insanların çevresel kanser risklerine maruz kalmasını azaltmak amacıyla hava ve su kirliliğinin azaltılmasına yönelik yasa tekliflerini teşvik ediyor.

Avrupa Çevre Ajansı Başkanı Hans Bruyninck, “Çevremizdeki kirliliğin Avrupa vatandaşlarının sağlığı ve yaşam kalitesi üzerindeki etkisini görüyoruz ve bu nedenle kirliliğin önlenmesi refahımız için çok önemli” dedi.

‣ ‘Kirlilik, doğurganlığı azaltıyor, penisleri küçültüyor’

AB 2015 yılında hava kirliliğiyle mücadele için yasal olarak bağlayıcı hava kalitesi standartları belirlemişse de Avrupa nüfusunun büyük çoğunluğu hala Dünya Sağlık Örgütü‘nün uluslararası hava kalitesi sınırının üzerinde kirlilik konsantrasyonlarına maruz kalıyor.

AB hava kalitesi kurallarını uygulamadıkları gerekçesiyle 18 üye devlet aleyhine de devam eden 29 ihlal prosedürü bulunuyor. Birlik ülkelerinde hava kirliliğinin DSÖ tarafından tavsiye edilen seviyelere düşürülmesinin her yıl 51 binin üzerinde erken ölümü önleyebileceği tahmin ediliyor.

Kanser ve iklim değişikliği

Binalardaki zehirli radon emisyonuna maruz kalma, kanser vakalarının yüzde ikisi ile ilişkilendirilirken, çoğunlukla güneşten yayılan ultraviyole radyasyonun Avrupa’daki tüm vakaların yüzde dördüne neden olduğu tahmin ediliyor.

Avrupa’da son on yılda artış gösterdiği belirlenen bir tür cilt kanseri melanoma bağlı vakaların da Norveç, Danimarka, İsveç, Hollanda ve Almanya’da  2020 yılında kıtada en yüksek sayısına ulaştığı tespit edildi.

‣ Kimyasal kirlilik, insanlık için güvenli sınırı geçti

Çevre Ajansı’nın listesinde ayrıca, asbest ve pestisitler gibi bazı kimyasallara maruz kalmak da kansere yol açan risk faktörleri arasında.

AB,  2005 yılında asbesti yasaklamış olsa da, bina yenileme ve yıkım işlerinde çalışan pek çok işçi bu kanserojen maddelere yüksek düzeyde maruz kalıyor. Asbestin işle ilgili tüm akciğer kanserlerinin yüzde 55 ile 88’ine neden olduğu düşünülüyor.

G7 Zirvesi sona erdi: İklim vaatleri ve enerji güvenliği taahhütleri geçerli mi?

Almanya’da üç gündür devam eden G7 Zirvesi, temiz enerjiyi ve iklim değişikliğine karşı dayanıklılığı artırmak için gelişmekte olan ülkelerle yakın iş birliğine yönelik yeni bir teklifle son buldu.

Bu önemli gelişmenin yanı sıra, Rusya’nın Ukrayna‘daki savaşı karşısında, Almanya Başbakanı Olaf Scholz başkanlığındaki liderlerin enerji güvenliği adına doğal gaz yatırımlarına alan açma kararı da dikkat çekti.

Liderler, yaşadıkları enerji krizi karşısında “artan sıvılaştırılmış doğal gaz (LNG) akışlarının oynayabileceği önemli rolü vurgulamayı ve mevcut krize yanıt olarak bu sektöre geçici yatırımın gerekli olduğunu kabul etmeyi” seçti.

G7 bloğunun, bu hareketin geçici niteliğini vurgulamasına rağmen, Avrupa’nın kısa vadeli enerji ihtiyaçlarını karşılamak için bu uzun soluklu yola girip iklim taahhütlerini tehdit altına sokarak on yıllar boyunca emisyonlara mecbur bırakabilir.

Öte yandan, İtalya‘nın petrol için tavan fiyat önerisi başarılı olmadı.

Fosil çağı sona ermek üzere

Almanya İklim ve Ekonomi CEO Birliği (KlimaWirtschaft) CEO’su Sabine Nallinger, “Ciddi bir jeopolitik kriz döneminde, G7 devlet başkanları önemli bir sinyal gönderiyor: İklim-nötr bir ekonomiye dönüşüm kilit bir öncelik olmaya devam ediyor” değerlendirmesini yapıyor ve “Fosil çağı sona ermek üzere” diyor.

Gelecek, temiz, güvenli ve güvenilir enerji, altyapı ve ulaşım yatırımlarına ait.

Ancak, her şey uygulama ile ilgili olacak.

“Enerji verimliliğinin güçlendirilmesi, yenilenebilir enerjinin ve yeşil hidrojenin ölçeklendirilmesi, endüstri dönüşümünün işe yaraması için kilit olacaktır. Alman hükümeti örnek olmaya hazır mı? Almanya’nın G7 Başkanlığı’nın kalan ayları ve Petersberg İklim Diyaloğu‘nun bunu kanıtlaması gerekecek.”

Fotoğraf: Susan Walsh / REUTERS

Liderler, özel olarak kömürden çıkış taahhüdünde bulunmasa da 2035 yılına kadar enerji sektörünü tamamen veya ağırlıklı olarak karbondan arındırma sözü verdi.

IEA’nın 2050 yılına kadar net sıfır hedefine göre, 2035 yılında karbonsuzlaşma, açık bir kilometre taşı olarak 2030’da kömürden çıkış anlamına geliyor. Buna ek olarak G7, “2030 yılına kadar yüksek oranda karbondan arındırılmış karayolu ulaşımı” taahhüdünde bulundu.

, Mevcut gıda kıtlığını gidermek için insani bir taahhütte bulunan G7 liderleri  küresel gıda sistemini şoklara karşı savunmasız hale getiren sorunların üstesinden gelmek için toplu bir plan oluşturmaktan isegeri kaldı.

Gıda sisteminde reform yapma konusunda ise anlaşmaya varılmadı.

İtalyan düşünce kurluşu ECCO’nun Direktörü Luca Bergamaschi, zirveyi şu sözlerle değerlendirdi:

“Sınırlı istisnalar dışında kağıt üzerinde 2022’nin sonuna kadar uluslararası fosil yakıtlara desteğin sona erdirilmesine ilişkin COP26 taahhüdünden geri dönüş yok. Ancak nihai sonuç, G7 ülkelerinin önümüzdeki haftalarda ve aylarda yapacakları gerçek yatırım seçimlerinde yatıyor. Ayrıca, yeni doğal gaz projelerine bağlı geçici koşullar, temiz alternatiflerden gelen rekabetle birlikte, yeni gaz için yatırım potansiyelinin çok az olduğu veya hiç olmadığı anlamına geliyor: Yapay olarak sübvanse edilmediği sürece.”

We Mean Business Koalisyonu Direktör Yardımcısı Gillian Nelson, “İş dünyası, bugün dünya liderlerinin tehlikeli ve istikrarı bozan fosil yakıtlara olan toplu bağımlılığı azaltma konusunda ciddi olduklarını gösteren yatırım ve politikaları görmek istiyor” diyor:

“Araştırmamız, yeşil enerjinin yaygınlaşmasını hızlandırmak için tasarlanan politikaların, hanelerin enerji faturalarında binler seviyesinde tasarruf sağlayacağını ve dünyanın en büyük ekonomilerinde milyonlarca iş yaratacağını gösterdi. G7 liderleri bu yolu tamamen benimseme şanslarını kaçırmış görünüyor.”

2035 yılına kadar enerji sistemlerini karbondan arındırma ve kömürü aşamalı olarak kaldırma taahhütlerini yenilediler. Ancak dünyanın en büyük şirketlerinin çoğu, daha da ileriye ve daha hızlı gitmeleri için haykırıyor.

 

‘Erken sıcak dalgası Japonya’da: Hükümet elektrik tasarrufu istedi

Erken sıcak dalgası dünyanın pek çok bölgesinde olduğu gibi Asya‘nın da  tamamını etkiliyor: Yağış sezonu sona eren Japonya‘nın başkenti Tokyo‘da da hafta sonunda sıcaklık 35 santigrat derecenin üzerine çıktı. Kentin kuzeybatısındaki Isesaki kentinde ise sıcaklık rekor derecede artarak 40,2 dereceye ulaştı. Bu şimdiye kadar ülkede haziran ayında kayıtlara geçen en yüksek sıcaklık.

Japonya’da yazın başladığı haziran ayında sıcaklıklar genellikle 30 derecenin altında seyrediyor.

‣Pakistan ve Hindistan aşırı sıcaklarla mücadele ediyor: Cehennemde yaşıyoruz

‣ Hindistan’da sıcak dalgasıyla termometreler 49’u gördü: Ne anlama geliyor?

‣ İklim krizi: Avrupa’da erken sıcak dalgası, orman yangınları; Asya’da sel

Japon hükümeti, ülkeyi etkisi altına alan sıcak dalgası yüzünden aşırı artması beklenen enerji talebi nedeniyle Tokyo ve çevre bölgelerde yaşayanlardan daha az elektrik kullanmalarını istedi.  Enerji Bakanlığı bir açıklama yaparak gereksiz ışıkların söndürülmesini ancak sıcak çarpmasına karşı klima kullanımına devam edilmesi tavsiyesinde bulundu.

Ekonomi, Ticaret ve Sanayi Bakanlığı’nın açıklamasında Tokyo ve çevresindeki sekiz kent için elektrik üretimi fazlasının bu öğleden sonra yüzde 3,7’ye düşmesinin beklendiği belirtildi. Hükümet ise saat 15.00’den sonra gereksiz ışıkların söndürülmesini istedi

Uyarının yapıldığı bölgede 37 milyon kişi yaşıyor.

‣ Kanada’da son 134 yılın sıcaklık rekoru kırıldı

Nükleer santrallerde üretime ara

İstikrarlı bir elektrik arzı için, tampon işlevi gören bu oranının yüzde üçün altına düşmemesi gerekiyor. Bakanlığın açıklamasında enerji şirketlerinin üretimi artırmaya çalışmasına karşın, sıcaklık artışı nedeniyle durumun “öngörülemez” olduğu belirtilerek,  “Talepte artış olması ve arzda sorun yaşanması halinde rezerv enerji oranı yüzde 3’ün altına düşebilir” denildi.

Ülkenin kuzeydoğusunda meydana gelen depremin ardından bazı nükleer santrallerin devre dışı bırakılmasıyla enerji arzı üzerindeki baskı arttı. Fosil yakıtla çalışan bazı santraller de karbon emisyonlarını azaltmak için kapatılmıştı.

‣ Fransa ve İspanya sıcak dalgasının pençesinde, ABD’de aşırı sıcak 100 milyon kişiyi etkileyecek

Bu arada Japonya Devlet Televizyonu (NHK) Tokyo’da sıcak çarpması nedeniyle 46 kişinin hastaneye kaldırıldığını duyurdu. NHK ayrıca Kawagoe kentinde 94 yaşındaki bir kişinin sıcaklar nedeniyle hayatını kaybettiğini belirtti.

Avustralya‘nın New South Wales eyaletinde de sıcaklar nedeniyle geçen hafta halka benzer bir çağrı yapılmıştı. Ülkenin en büyük kenti Sidney‘in de yer aldığı eyalette enerji krizi nedeniyle gereksiz ışıkların söndürülmesi istenmişti.

 

 

 

Yeşil dönüşüm, 2030 yılına kadar Türkiye’de 300 bin yeni istihdam yaratabilir

Birleşmiş Milletler Kalkınma Programı (UNDP) ve Uluslararası Çalışma Örgütü (ILO) tarafından Ankara’da bugün yayımlanan ortak analizin bulgularına göre, Türkiye fosil yakıtlara bel bağlamak yerine yenilenebilir enerjiye yatırım yaparak 2030 yılına kadar GSYH’sini yılda 8 milyar ABD doları daha artırabilir.

Ayrıca, 300 bini aşkın yeni iş yaratabilir ve sera gazı salımını 2019 düzeyine göre yüzde 8 azaltabilir.

Gelecekteki enerji ihtiyaçlarının karşılanması için rüzgar ve güneş enerjisine yatırım yapılması ise çevre yararının yanı sıra büyüme, istihdam yaratma ve ticaret dengesi bakımından güçlü ekonomik kazançlar getirebilir.

Yeşil enerji bir kazan-kazan senaryosu

UNDP Türkiye Temsilcisi Louisa Vinton, “İklim politikalarıyla ilgili tartışmalar maliyetlere odaklanma eğiliminde ve bu da gezegeni korumak ve ekonomiyi muhafaza etmek arasında tercih yapmak gerektiği algısını yaratıyor” dedi:

“Bu çalışma ise bunun çok büyük bir yanılgı olduğunu gösteriyor. Yenilenebilir enerjiye yatırım yapmak ve hidrokarbonlardan uzaklaşmak, istihdamda büyük bir net artış da dahil olmak üzere kapsamlı ekonomik kazanımlar getirecek. Yeşil enerji bu nedenle bir kazan-kazan senaryosu ve analize dayanarak, ülkedeki liderlerin çok daha iddialı politika kararları almaları için bir alan görüyoruz.”

enerji yenilenebilir rüzgar

ILO Türkiye Direktörü Numan Özcan ise, “İklim aktivizmi ancak ve ancak, çevreye ilişkin yararlar hakkında güçlü bir sosyal adalet duygusunun var olduğu adil geçişi sağlayabilirsek başarıya ulaşır. Analizimiz, yeşil ve düşük karbon politikalarının hızla uygulanmasının Türkiye ekonomisinin karşı karşıya olduğu birçok yapısal sorunu çözebileceğini gösteriyor. Yeşil ekonomi, Türkiye’nin yüksek gelirli, müreffeh bir ülke olma vizyonuna ulaşması için ihtiyaç duyduğu model olabilir” açıklamasını yaptı.

Norveç’teki araştırma şirketi SINTEF, bugün açıklanan raporda, ILO için geliştirilen ve bugüne dek 15 ülkede uygulanmış olan “yeşil işler değerlendirme modeli” adlı makro-ekonomik simülasyonu uyguladı.

Bu simülasyonda, Türkiye için “aynı tas aynı hamam” senaryosu ile “yeşil” senaryo karşılaştırılarak, tüm yeni enerji yatırımlarını (çoğunluğu ithal edilen) kömür, doğalgaz ve petrolden güneş ve rüzgâr enerjisine kaydırmanın yaratacağı olası sonuçlar araştırıldı. Önemli bir nokta olarak, araştırma, ekonomiye ek yük getirmeksizin, aynı düzeyde yatırım yapıldığını varsaydı.

İstihdamda elde edilecek çarpıcı sayısal kazanca ek olarak, bu değişim birtakım başka olumlu sonuçlar da doğuracak:

  • İstihdam kazançları oldukça yaygın olacak, kazanımlar Türkiye’deki 66 ekonomik sektörün 3’ü hariç hepsinde görülecek;
  • Yenilenebilir enerji, yüksek nitelikli işler için daha büyük talep yaratacak, bu da becerilere yatırım yapılmasını gerektirecek;
  • Yeşil enerji daha ucuz olduğundan, yenilenebilir kaynakların kullanılması, enerji verimliliği gibi diğer alanlara finansman tahsis edilebilmesine olanak tanıyacak;
  • Yenilenebilir enerjiye yatırım yapılması, Türk ürün ve hizmetlerine talebi artıracak;
  • Çeşitlenme, Türk elektrik sistemini iklim ve fiyat şoklarına daha dirençli kılacak.

Bu süreçte başlıca kaybeden taraf ise fosil yakıt sektörü olacak. Bu da sektörde çalışanların “adil geçiş“leri için hazırlıklar yapılması gerektirecek. Ancak analizin ulaştığı genel sonuç, “yeşil işler”in görünümü açısından çok sağlam bir güvenoyu anlamı taşıyor.

Analiz ayrıca, geçişi kolaylaştırmak amacıyla, teknik ve mesleki eğitim sistemlerinin, yenilenebilir teknolojiler için gereken becerileri sağlayacak biçimde modernize edilmesini tavsiye ediyor.

Kömür gibi düşüşteki sektörlerden ayrılan işgücünün yeni sektörlere kaydırılması için sosyal koruma sistemlerinin de uyarlanması gerekecek.

Rapor, bu önlemleri finanse edebilmek için, karbon-yoğun hanelere konulacak vergilerle bir “adil geçiş fonu” oluşturulmasını öneriyor.

 

Erzincan ve Manisa’da yaşananlar bir ekokırımdır

Geçtiğimiz hafta içinde Erzincan’ın İliç ilçesinde bulunan ve siyanür liçi yöntemi ile üretim yapılan altın madeninde meydana gelen siyanür sızıntısı ve Manisa’nın Yunusemre ilçesinde üç fabrikanın siyanür ve sülfürik asit atıklarını bölgedeki sulama kanallarına boşaltması ülkemizde işlenen çevre suçlarının bir ekokırım boyutuna geldiğini gösteriyor. Artık adeta ‘sözün bittiği’ noktadayız.

Ülkemizde, siyanür liçi yöntemi ile çalışan altın madenlerinin sayısı 1990’lardan bu yana her geçen yıl sürekli olarak artıyor.  İzmir-Bergama‘da açılan ilk madeni sırasıyla Uşak-Kışladağ, Gümüşhane-Mastra, Erzincan-Çöpler, İzmir- Efemçukuru, Eskişehir-Kaymaz, Niğde-Bolkardağ, Kayseri-Himmetdede, Ordu-Altıntepe ve Sivas-Bakırtepe madenleri izledi. Bir ton cevherden sadece 0.7-1.1 gram arası altın elde edilebilen tüm bu düşük tenörlü altın madenleri siyanür liçi yöntemi ile çalışıyor. Bu madenler sadece cevherin çıkarıldığı klasik anlamda maden işletmeleri olarak değil, aynı zamanda çıkarılan ve kırma işlemine tabii tutulan cevherin siyanür liçi yöntemi ile işlendiği, elde edilen eriyikteki altın ve gümüşün kazanıldığı ve geride kalan tonlarca ağır metallerden zengin tehlikeli atıkların depolandığı birer endüstriyel tesis…

Çıkarılan cevher, kırma işleminden sonra ya kapalı tank içinde veya açık alanda yığın liçi olmak üzere iki temel yöntem kullanılarak siyanür ile işlemden geçiriliyor. Başta Erzincan İliç ilçesindeki altın madeninde olmak üzere yığın liçi uygulanan altın madeni işletmelerinde cevher açık alanda 3 ile 15 metre kalınlıkta bir tepe olarak hazırlanıyor ve üzerine yağmurlama usulü  %0.05-0.1’lik NaCN çözeltisi veriliyor. Yığının dibinden toplanan çözeltideki altın ve gümüş rafine edilerek kazanılırken, bölgenin mineralojik yapısına bağlı olarak cevherde bulunan bakır (Cu), çinko (Zn), nikel (Ni), demir (Fe) ve kobalt (Co) gibi metalleri içeren mineraller de çözünerek, çeşitli siyanür-metal komplekslerini oluşturuyor. Oluşan bu kompleksleri içeren atık siyanür çözeltileri ise bu işlemin sonunda atık havuzlarında toplanıyor.

Çevre açısından çok tehlikeli olan bu atıklar, atık havuzunda veya atık depolama alanında oluşabilecek herhangi bir yıkılma, deprem gibi afetlerle zarar görme veya atık havuzu altında geçirgenliği ortadan kaldırmak için kullanılan geomembran tabakanın delinmesi veya yırtılması sonucu doğaya karışıyor. Bu durum özellikle ağır metaller ve siyanür bileşikleriyle yeraltı ve yer üstü su kaynaklarının, toprağın, havanın kirlenmesi sonucunu ortaya çıkarıyor.

40 yılda 11 büyük çevre felaketi

1971 ile 2015 yılları arasında dünyada siyanür liçi yöntemi ile çalışan altın madenlerinin neden olduğu 11 büyük çevre felaketi yaşandı. Bu felaketler sonucu siyanürlü atıkların karıştığı göl ve nehirlerde yaygın balık ölümleri yaşandı ve tarım alanlarının siyanür bileşikleri ve ağır metallerle kirlenmesi sonucu yıllarca üretime kapatılması gereği ortaya çıktı.

Atık havuzlarından sızıntı başlangıçta yüksek siyanür derişimleri bozuluncaya kadar akarsu ve göllerde balıkların, kuşların ve diğer canlıların ölümlerine neden olurken, yayılan ve yeraltı, yer üstü su kaynaklarını kirleten ağır metal bileşikleri de tarım ve hayvancılık yolu ile besin zincirine girerek insanlara ulaşıyor. Zaman içinde de ortaya çıkan sağlık sorunlarına neden oluyor. Ağır metaller; düşük derişimlerde bile toksik etki gösterebilen elementler olup insanlar tarafından ağız, solunum ve deri yolu ile alınır ve çoğu boşaltım yolları ile (böbrek, karaciğer, barsak, akciğer, deri) atılamazlar. Bu nedenle ağır metallerin büyük bir bölümü, organizmada birikirler. Bu birikim sonucu, yoğunlaşan bu metaller, etkili dozlara ulaştıklarında, endokrin hastalıklar, nörolojik hastalıklar, kanserler, otizm gibi ciddi hastalıklara neden olabilirler.

Bugün Erzincan’ın İliç ilçesinde bulunan altın madeninde yaşananlar, Manisa’nın Yunusemre ilçesinde sorumsuz üç fabrikanın siyanürlü atıklarını bir gece yarısı sulama kanalına boşaltması ülkemiz için bir ilk değil… 2011 yılında Kütahya’da gümüş tesislerinde; geçtiğimiz yıl Giresun Şebinkarahisar’da, Gördes’de nikel madeninde meydana gelen ve büyük miktarda ağır metallerden zengin atığın, atık havuzlarından çevreye yayıldığı ve ‘kaza’ diye nitelendirilen olayları hiçbirimiz unutmadık. Üst üste gelen bu olaylar kapitalist sistemin ekosistemleri sadece daha yüksek kar için sömürüsünün ve canlı yaşamını hiçe saymasının aslında tabii bir sonucu…

Artık ülkemizde siyanür liçi yöntemi ile çalışan madenlerin neden olduğu bu ekosistem yıkımları, ülkemiz için ekokırım boyutlarına ulaştı. Belirli bir doğal çevrenin tehlikeli insan faaliyetleriyle yok edilmesini anlatmak için kullanılan ekokırım; keyfi yapılan, ağır sonuçları olan, geniş çaplı ve uzun vadeli zararları olan ekosistem yıkımlarını tanımlıyor. Bugün siyanür liçi yöntemiyle çalışan madenler nedeniyle ortaya çıkan tablo tüm bu tanımlara uyuyor. Yani olanlar para uğruna yapılmış gerçek anlamda bir ekokırımdır.

Çevre, Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanlığı yaptığı açıklama ile Erzincan İliç’teki altın madeninin faaliyetlerini ‘bölgede yapılan analiz sonuçları’ çıkıncaya kadar durdurulduğunu açıkladı. Eğer yapılmıyorsa; bugüne kadar bu izlemlerin yapılmaması, kamuoyu ile paylaşılmaması ve yaşanan olaydan sonra kamuoyu tepkisi ortaya çıkıncaya kadar günlerce sessiz kalması ise büyük bir hata…

Kaza kelimesi ile açıklanamayacak bu olayların ülkemizi yönetenler tarafından bir kez daha düşünmek açısından bir fırsata çevirerek; tüm canlıların yaşamına ve ekosistemlere saygılı çevre politikalarına dönülmesini beklemek fazla bir hayalcilik mi olur?

 

130 yıllık menü: İklim değişikliği yediklerimizi nasıl etkiledi?

Ian Rose‘un Hakai Magazine‘de yayımlanan bu haberi, Yeşil Gazete’nin de parçası olduğu küresel gazetecilik ağı Covering Climate Now (CCNow)‘un başlattığı ‘Gıda ve Su haftası’ işbirliğinin bir parçasıdır.

*

Kanada Vancouver‘daki British Columbia, bir deniz ürünleri cennetidir.

Eskiden somon bakımından zengin Fraser Nehri‘nin ağzında yer alan şehir, batıda Vancouver Adası’na ve bunun da ötesinde Pasifik Okyanusu‘na bakmaktadır. Bir derin su limanına sahip olmadan çok önce burası, sularına yemek için olduğu kadar kültürel ve manevi olarak da bağımlı olan Musqueam, Squamish ve Tsleil-Waututh halkları için önemli bir balıkçılık alanıydı.

Bugün dünyanın her yerinden turistler, taze somon ve pisi balığı gibi yerel favorileri tatmak için geliyor. Ancak işler değişiyor.

İklim değişikliği, Vancouver yakınlarında yaşayan deniz türleri ve onlara bağımlı olan halk için giderek görünür olan bir gerçek. Yeni çalışmalarında, British Columbia Üniversitesi’nden (UBC) bir ekip, iklim etkilerinin günlük hayatımızda nasıl tezahür ettiğinin daha önce bakılmamış bir örneğini gösteriyor: Termometrelere veya buz çekirdeklerine değil, restoran menülerine bakıyorlar.

UBC’de balıkçılık biyoloğu ve çalışmanın yazarlarından biri olan William Cheung, “Bir menüyle, zaman içinde karşılaştırabileceğiniz fiziksel ve dijital bir kaydınız olur” diye açıklıyor.

Cheung, kariyerini iklim değişikliğini ve dünya okyanusları üzerindeki etkilerini incelemekle geçirdi. Birleşmiş Milletler Hükümetlerarası İklim Değişikliği Paneli’nin (IPCC) önemli raporlarından birkaçına da katkıda bulunan Cheung, UBC’de lisans öğrencisi olan John-Paul Ng ile birlikte, bu değişiklikleri hem incelemek hem de iletmek için farklı bir yol denemek istedi.

Özellikle Vancouver’da pek çok insan restoranlara gidiyor ve deniz ürünleri tüketiyor, bu yüzden iklim değişikliğinin restoranların sunduğu deniz ürünlerini etkileyip etkilemediğini görmek istedik.

Ekip, çalışmaları için şehirdeki yüzlerce restoranın yanı sıra Anchorage, Alaska ve Los Angeles’taki restoranlardan menüler topladı.

Mevcut menüleri bulmak kolaydı, ancak Vancouver’ın deniz ürünlerinin tarihini araştırmak biraz daha zor oldu.

Olağandışı veri setlerini derlemek için yerel müzelerden, tarihi topluluklardan ve hatta araştırmacıların restoran menülerinin bir asırdan fazla geriye giden kayıtlarına sahip olduğunu öğrenince belediye binasından yardım aldılar. Toplamda, 1880’lere kadar uzanan menülere ulaşmayı başardılar.

Kayıtları kullanarak, menüdeki türlerin sevdiği su sıcaklığını yansıtan Restoran Deniz Mahsullerinin Ortalama Sıcaklığı (MTRS) adlı bir endeks oluşturdular.

British Columbia’daki Vancouver Oteli’nin Haziran 1888’deki menüsü – City of Vancouver Archives

Araştırmada önemli veriler sunan restoranlardan biri tarihi Hotel Vancouver olurken, bir dieğri şehrin finans bölgesinde limandan 10 dakikalık yürüme mesafesinde bulunan restoranı Notch8’di. Araştırmacılar buradan, 1950’ler, ’60’lar, ’80’ler, ’90’lar’daki otel menülerinden örnekler bulabildi.

David Baarschers, Hotel Vancouver’ın yönetici şefi. Vancouver’da doğup büyümüş olan Baarschers, yemek tutkusunun çoğunu, zengin çeşitlilikteki British Columbia deniz ürünleri ile çevrili büyümesine borçlu.

“Lisedeyken babasının balıkçı teknesi olan bir arkadaşım vardı. Somon mevsiminden döndüklerinde, her zaman çok miktarda karidesleri de olurdu. Onları teknede bir tencere suda pişirirdik. İlk defa bir karidesi emdiğimde, yemekle yapabileceğiniz çok şey olduğunu fark ettim. Olağanüstü bir andı.”

Baarschers, kendisi ve restoran personeli hangi deniz ürününü menüye koyacaklarına edeceklerine karar verirken, stok ve müşteri zevki arasında bir denge kurmaları gerektiğini söylüyor: “Genellikle tedarikçilerimizle konuşuyoruz: ‘Bu sezon ne geliyor? Bunu menümüze koymamıza yetecek
miktarda tedarik edebileceğimiz ne var?”

Küresel sıcaklık arttıkça,, menülere girecek kadar bol olan türler değişiyor. Cheung ve Ng’nin çalışmalarının sonucunda bulduğu gibi, sockeye somonu gibi yerel soğuk su türleri, Vancouver menülerinde azalmaya devam edecek.

2019’da British Columbia, 70 yılı aşkın süredir en düşük somon balığı varlığıyla karşılaştı.

Eskilerin yerine ise güneyli türler geliyor.

Yeni gelenlerin en dikkate değerlerinden biri ise bir balık değil. Hem balıkçı ağlarında hem de şehrin dört bir yanındaki restoranlarda görünmeye başlayan Humboldt kalamarı.

Bir şefin bakış açısından Baarschers, bir şef bakış açısıyla değişikliklerin kompleks olduğunu belirtiyor. Yeni tür deniz ürünleri ile çalışmak heyecan verici olsa da, eski türlere mal oluyor.

“Bazılarını tanıyorsunuz ve azaldıklarında,artık aynı balığı etrafta görmediğinizde, bu biraz üzücü” diyor.

Müşteriler de belirli türleri tabaklarında beklediği için, değişiklikler Vancouver’ın büyük turizm endüstrisini de etkileyebilir.

Baarschers, “Herkes halibut mevsiminin gelmesini bekliyor” diyor. “Ve eğer menüde halibut yoksa, insanlar nedenini soruyor.”