Ana Sayfa Blog Sayfa 862

İklim değişikliği dünya çapında aşırı hava olaylarını nasıl etkiliyor?

IOP Publishing tarafından yayınlanan yeni bir akademik dergi olan Environmental Research: Climate, bugün yayınlanan ilk sayısında yeni bir çalışmaya dikkat çekiyor: Bilimsel ilişkilendirme çalışmaları, aşırı hava koşullarının ve insan kaynaklı iklim değişikliğinin etkileri arasında bağlantı kurmada büyük ilerlemelere yol açtı; ancak yayınlanan araştırmalardaki büyük boşluklar, iklim değişikliğinin zararlarını hala tam olarak ortaya koymuyor.

Oxford Üniversitesi, Imperial College London ve Victoria University of Wellington‘dan araştırmacılar, beş farklı aşırı hava olayı türünün etkilerini ve bu olayların ne dereceye kadar insan kaynaklı iklim değişikliğine atfedilebileceğini inceledi.

‘İklim değişikliğinin her olayda oynadığı rol, sıcak dalgalarından daha değişken’

Söz konusu çalışma için iklim değişikliğinin belirli hava olaylarında oynadığı rolü belirlemek için hava durumu gözlemlerinin ve iklim modellerinin kullanıldığı, en son Hükümetlerarası İklim Değişikliği Paneli (IPCC) raporlarından ve sayısı hızla artan ilişkilendirme çalışmalarından elde edilen bilgiler bir araya getirildi.

Çalışma, sıcak dalgaları gibi bazı aşırı hava olaylarının, iklim değişikliği ile bağlantısının dünya çapında açık ve net olduğunu ve etkilerin kapsamının sigortacılar, ekonomistler ve hükümetler tarafından hafife alındığını ortaya koydu.

Makale, tropikal siklonlar gibi diğer aşırı hava olayları için, bölgeler arasında önemli farklılıklar olduğunu ve iklim değişikliğinin her olayda oynadığı rolün sıcak dalgalarından daha değişken olduğunu gösteriyor.

‘Aşırı hava olayları tüm dünyadaki insanları etkiledi’

University of Oxford’dan çalışmanın baş yazarı Ben Clarke, “Sıcak dalgaları, kuraklık ve yoğun yağışlar gibi daha aşırı ve yoğun hava olaylarının artışı, son yıllarda çarpıcı bir şekilde artarak tüm dünyadaki insanları etkiledi. İklim değişikliğinin bu olaylarda oynadığı rolü anlamak, onlara daha iyi hazırlanmamıza yardımcı olabilir. Aynı zamanda karbon emisyonlarının hayatımızdaki gerçek maliyetini belirlememize de olanak tanıyor” diyor.

‘Düşük ve orta gelirli ülkelerin verilerine acilen ihtiyaç var’

Yazarlar, iklim değişikliğinin etkilerinin daha güçlü hissedildiği düşük ve orta gelirli ülkelerden daha fazla veriye acilen ihtiyaç olduğunu belirtiyorlar. Ulusal hava durumu verileri kamuya açık olmadığında bu etkilerle ilgili araştırmalar engelleniyor. Örnekler arasında, yolsuzluğun hava durumu raporlama tesislerine fon sağlamayı reddettiği ve büyük veri boşluklarına yol açan Güney Afrika; istikrarsız rejim değişikliklerinin ölçümleri aksattığı kuraklığa eğilimli Somali ve hava durumu verilerinin yalnızca yüksek bir ücret karşılığında elde edilebildiği; bu nedenle genellikle kamusal araştırmaların yapılamadığı Polonya yer alıyor.

Çalışmanın eş yazarı Imperial College London, Grantham İklim Değişikliği ve Çevre Ensitüsü’nden Dr Friederike Otto, “İklim değişikliğinin bugün sahip olduğu etkilere ilişkin kapsamlı bir genel bakışa veya ayrıntılı envantere sahip değiliz” diyor ve ekliyor:

“Ancak artık böyle bir envanter oluşturmak için araçlara ve gelişmiş bir anlayışa sahibiz, ama kanıtların eksik olduğu alanlarda anlama yetimizi geliştirmek için bunların dünya çapında daha eşit bir şekilde uygulanması gerekiyor. Aksi takdirde, ülkelerin kısıtlı fonları en iyi şekilde kullanmasını ve insanların güvenli bir şekilde yaşama ve değişen iklime uyum sağlama şanslarını artırmasını sağlayacak bilgiyi sınırlıyoruz”.

İklim değişikliği ve orman yangınları

Makalede, iklim değişikliği kaynaklı orman yangınlarının küresel ölçekte 3,38 milyon kişiyi etkilediği ve 94,3 milyar dolar hasara sebep olduğu belirtiliyor.

Küresel ölçekte ve Türkiye’de yürütülen ilişkilendirme çalışmaları, aşırı hava koşullarının ve insan kaynaklı iklim değişikliğinin etkileri arasında bilimsel bağlantı kuruyor. Boğaziçi Üniversitesi İklim Değişikliği ve Politikaları Uygulama ve Araştırma Merkezi’nden Prof. Dr. Murat Türkeş, Türkiye’de iklim değişikliğine bağlı sıcak hava olayları ve yangınlar hakkında şunları söylüyor:

“Giderek şiddet ve sıklığı artan sıcak hava dalgaları, kuraklıklar, toprak neminin hızla azalması, bitki örtüsünün yangına daha elverişli hale gelmesi gibi küresel ısınma ve iklim değişikliği koşullarının bu yılda etkili olmasının öngörüldüğü bir durumda, klimatolojik ve meteorolojik olarak 2022 yangın mevsimine giriyoruz”.

“Genel olarak Akdeniz ve Güneydoğu Anadolu bölgelerinde hızla artan hava sıcaklıkları, görece kurak koşullar ve fönlü hava durumu tipi, çıkabilecek herhangi bir yangının özellikle Doğu Akdeniz bölümü ile Güneydoğu Anadolu’da Güneydoğu Toroslarının çalılık ve/ya da ibreli orman alanlarında denetimi zor büyük orman yangınlarına dönüşme olasılığını artırmaktadır” ifadelerini kullanan Türkeş, artık her gün bu bölgelerde çıkabilecek herhangi bir yangının etkileri açısından afet boyutunda büyük yangınlara dönüşebileceği gerçeğiyle, 7 gün ve 24 saat çok dikkatli ve alarm durumunda olmanın zamanı olduğunu belirtiyor.

Orta Doğu ve Kuzey Afrika 2030 temiz enerji hedeflerine yaklaşıyor

Global Energy Monitor‘un yeni çalışmasına göre, Orta Doğu ve Kuzey Afrika‘daki ülkeler, 73 gigawatt’ın (GW) üzerinde yeni şebeke ölçeğinde güneş ve rüzgar enerjisi projeleri planlıyor. Mevcut kapasiteye göre beş kattan fazla bir artış, işletmedeki projelerle birlikte Arap Birliği‘nin 2030 yenilenebilir enerji hedeflerinin yüzde 91’ini oluşturacak.

Yenilenebilir enerji kapasitesinin zirvesine yönelik bu yarış, bazı ülkelerde fosil yakıt gücünden belirgin bir şekilde uzaklaşıldığını gösteriyor. Bölgedeki ilk üç ülke olan Umman, Fas ve Cezayir tarafından yürütülen 39,7 GW’lık güneş ve rüzgar enerjisi projeleri, planlanan yeni doğal gaz yakıtlı projelerin dört katından fazlasını oluşturuyor.

Umman, yalnızca 0,3 GW’lık doğal gaz yakıtlı ve 0,04 GW’lık petrol yakıtlı santrale sahipken, planlama aşamasında veya inşaat halinde 15,3 GW’lık şebeke ölçekli güneş enerjisi projesine sahip.

Fas ise gelecek beş yıl içinde, planlanan doğal gaz projeleri kapasitesinin altı katı olan 14,4 GW’lık şebeke ölçekli güneş ve rüzgar projelerini hayata geçirmeyi planlıyor.

Planlanan şebeke ölçeğinde güneş ve rüzgar kapasitesi artışları açısından bölgenin ilk beş ülkesi:

  • Umman (15.3 GW)
  • Fas (14.4 GW)
  • Cezayir (10.0 GW)
  • Kuveyt (9.6 GW)
  • Irak (5.8 GW)

İşletmedeki şebeke ölçeğinde güneş ve rüzgar kapasitesi açısından ilk beş ülke:

  • Mısır (3.5 GW)
  • Birleşik Arap Emirlikleri (2.6 GW)
  • Fas (1.9 GW)
  • Ürdün (1.7 GW)
  • Suudi Arabistan (0.78 GW)

‘Bu dönüşüm, dünya ülkelerine güçlü bir sinyal göndermeli’

Planlanan 114 güneş enerjisi projesi ve 45 rüzgar projesinin ölçeği oldukça büyük; bölgedeki potansiyel güneş enerjisi tesislerinin ortalama boyutu, dünyanın geri kalanındakilerin dört katından fazla ve ortalama rüzgar santrallerinin boyutu, dünyanın geri kalanındakilerin bir buçuk katından daha fazla.

Küresel Rüzgar Enerjisi Takipçisi (Global Wind Power Tracker) Proje Müdürü Ingrid Behrsin, “Petrol ekonomisinin merkez üssünde yenilenebilir enerji patlaması şekilleniyor. Bu dönüşüm, dünyanın geri kalanına petrol ve gaz üreten ülkelerin bile yenilenebilir kaynakları benimsediğine dair güçlü bir sinyal göndermeli” diyor.

Küresel Güneş Enerjisi Takipçisi (Global Solar Power Tracker) Proje Müdürü Kasandra O’Malia, “Orta Doğu ve Kuzey Afrika, rüzgar ve güneş enerjisi gelişimi için her zaman muazzam bir potansiyele sahipti, ancak bu ülkelerin yenilenebilir enerjiler lehine fosil gazdan kaçındığını ve bu ölçekte olduğunu görmek çok etkileyici” ifadelerini kullanıyor.

Selde kaybolan iki kişi için arama çalışmaları yapılıyor

Batı Karadeniz‘de Kastamonu, Düzce, Bartın gibi illerde kuvvetli yağış nedeniyle sel ve taşkınlar sürüyor.

Son açıklamalara göre iki vatandaş sel sularına kapılarak kayboldu.

İçişleri Bakanı Süleyman Soylu, Twitter hesabından yaptığı açıklamada, sel ve taşkınlar sebebiyle; Kastamonu Küre İkizciler köyünde kaybolan Recep Bakırcı‘yı, ve Düzce Kaynaşlı’da sele kapılan kepçe operatörü Okan Bayrak‘ı arama kurtarma çalışmalarının devam ettiğini açıkladı.

Düzce’de sel bölgesinde çalışma yapan operatör Bayrak, iş makinesinin devrilmesiyle sulara kapıldı.

Karadeniz’de günlerdir süren kuvvetli yağışlarla, geçen sene 82 kişinin hayatını kaybettiği Kastamonu’nun Bozkurt ilçesinden geçen Ezine Çayı yine yükselmiş, sabah saatlerinde Bakan Murat Kurum, afet bölgesine gitmişti.

İnebolu ilçesinden geçen Söke Çayı‘nın taşması sonucu yaşanan afet de sürüyor.

 

Sağlık Bakanlığı haftalık Covid verilerini açıkladı: Vaka sayısı yüzde 50 arttı

Haziranın ilk yarısında 7 bin 500 civarında seyreden haftalık vaka sayılarında, bu hafta yaklaşık yüzde 50 artış hesaplandı.

Türkiye’de ilk Covid -19 vakasının tespit edildiği 11 Mart 2020’den bu yana görülen vaka sayısı 15 milyon 96 bin 696‘ya yükselirken, 99 bin 15 kişi hayatını kaybetti. Bugüne kadar uygulanan toplam aşı miktarı ise 147 milyon 818 bin 598 doza ulaştı.

18 yaş üstünde en az iki doz aşı yaptıranların oranı en yüksek 10 il Osmaniye, Ordu, Amasya, Muğla, Kırklareli, Çanakkale, Eskişehir, Balıkesir, Manisa ve Zonguldak oldu.

En az iki doz aşı uygulananların oranı en düşük iller ise Şanlıurfa, Batman, Siirt, Diyarbakır, Bingöl, Muş, Mardin, Bitlis, Ağrı ve Elazığ olarak sıralandı.

Koronavirüs vakalarındaki düşüşün ardından alınan tedbirlerin tamamen kaldırıldığı Türkiye’de vaka sayısında artış gözlemlendiğine dair açıklama yapan Türk Toraks Derneği, uyarılarda bulunarak, yurttaşları rehavete kapılmamaya ve kişisel tedbirlerini almaya davet etti.

Dünyada ölümler artıyor

Türk Toraks Derneği Başkanı Prof. Dr. Oya İtil, yaptığı açıklamada, Dünya Sağlık Örgütü’nün (DSÖ) paylaştığı son verilere dikkat çekerek “Tüm dünyada Covid- 19 toplam vaka sayısının 536 milyona, ölüm sayısının ise 63 milyona ulaştığına vurgu yaptı:

“Haftalık vaka sayısı 3 milyonu aştı, ölüm sayısı ise 8 bin civarında seyrediyor. Almanya, Brezilya, en çok vaka artışı olan ülkeler. Almanya’da yüzde 10’luk, Fransa’da ise yüzde 33’lük artış varken, Fransa’da yoğun bakıma yatış oranları yüzde 17 ‘ye yükseldi. Özellikle ABD, Çin, Brezilya, Rusya ve İtalya’da ölümler artıyor.”

Varyantlar akciğer üzerinde etkili

Omicron’un alt varyantları olan BA. 4 ve BA.5’in daha hızlı yayıldığı ve akciğerler üzerinde özellikle etkili olduğunun altını çizen Prof. İtil, “Omicron’un BU alt varyantları şimdiye kadar oluşan varyantlardan daha hızlı yayılma gücünde. DSÖ, geçtiğimiz Nisan ayında yaptığı bildirimde bu varyantların yakından izlendiğini açıklamıştı. Vaka sayısının azalmasının tehlikenin geçtiği anlamına gelmediğini belirterekbu iki varyantın akciğerler üzerinde etkili olduğu uyarısında bulunmuştu” dedi.

Avrupa’da görülen vaka artışı ülkemize de yansımaya başladı

Avrupa Hastalık Önleme ve Kontrol Merkezi’nin (ECDC) geçen hafta, BA.4 ve BA.5 varyantlarının baskın hale geleceği ve vakalarda bir artışa yol açacağı konusunda uyardığını anımsatan Prof. İtil, açıklamasında özetle şu ifadelere yer verdi:

“Son 4 hafta içinde varyantların dağılımı şöyle:

  • 62 ülkede BA.5 yüzde 25;
  • 58 ülkede BA.4 yüzde 9;
  • 69 ülkede BA2.12.1 yüzde 17 oranında görülmüştür.

“Avrupa’da görülen vaka artışları ülkemize de yansımaya başlamıştır. Son dört haftada Avrupa’da olgu sayılarının artışı, uluslararası hareketliliğin test ve maske tedbirsiz koşullarda sürmesi nedeniyle şu anda nerede olduğumuzu da dış ülkelerde oluşan ciddi olgu sayısının bize nasıl yansımakta olduğunu da bilmiyoruz. Öte yandan dünyada zengin ülkelerdeki aşılanma oranları, yoksul ülkelerden hala 8 kat fazla.

“BA4 ve 5’in aşıdan daha çok kaçtığı bilinmektedir. Bu nedenle risk gruplarında pekiştirme doz ve Omicron varyant aşısı önemli hale gelmiştir. Şu anda ülkemizde de kliniklerde Covid-19 vakalarında hareketlilik gözlenmektedir.”

Dünya ülkeleri önlemleri tekrar gözden geçirmeye başlamışken, biz de pandemi bitmiş gibi davranamayız.

22 Nisan 2022’de toplu taşımada maske zorunluluğu, 5 Mayıs 2022 tarihi itibariyle, ameliyat/ girişim yapılacak hastalarda işlem öncesi PCR zorunluluğu kaldırıldığını hatırlatan İtil, test sayısını ve sonuçlarını bilmediklerini vurguladı:

“Sadece semptomlu kişilere PCR testi yapılmakta ve pozitif sonuç veren kişilerde izolasyon uygulanmaktadır. Öte yandan yapılan hızlı antijen testleri kayda geçmediği için gerçek rakamları bilmiyoruz. Hangi varyanta bağlı vakalar artmaya başladı? Ayrıca test sayılarını bilmiyoruz. Toplumun risk algısı azalmıştır. Düğünler, bayramlar, kutlamalar gibi salgını yayabilecek etkinlikler kısıtlamasız devam etmektedir. Önümüzde tatil ve bayram var. Sonbahar aylarında yeni bir pikle karşılaşmamak için, önlemlerimizi yeniden gözden geçirmeliyiz.

Öneriler

Türk Toraks Derneği Merkez Yönetim Kurulu Üyesi Dr. Filiz Çağla Uyanusta Küçük ise, derneğin önerilerini şöyle sıraladı:

  • Test sayısı da dahil olmak üzere pandemi verilerinin epidemiyolojik analiz yapmaya izin verecek biçimde günlük olarak kamuoyuna açıklanmalıdır.
  • Sağlık Bakanlığı Covid-19 Bilimsel Danışma Kurulu’nun toplantıya çağırılmalıdır.
  • Toplu ulaşım başta olmak üzere kapalı mekanlarda N95 maske kullanımının zorunlu hale getirilmesi gereklidir.
  • Kamu ve özel tüm sağlık kurumlarında yakınmadan bağımsız olarak herkese haftada bir kez olmak üzere isteğe bağlı hızlı test ve/veya PCR inceleme hakkı tanınmalıdır.
  • Üst solunum yolu yakınması olan kişiler hızlı test ve/veya PCR testine yönlendirilmeli, günlük yapılan test sayısı hızla yükseltilmelidir. Test pozitifliği oranlarının açıklanmalı ve yapılan test sayısı açıklanmalıdır. Günlük PCR test sayısının en az yüzde 3’üne genomik analiz yapılarak varyant izlemi yapılmalıdır.
  • Ameliyat ya da girişimsel işlemler öncesi hastalara PCR testi yapılmalıdır.
  • Covid-19 tanısı alan kişiler özlük hak kaybına uğramadan 10 gün süreyle izole edilmeli / idari izinli sayılmalıdır.
  • Aşı konusunda var olan ulusal verilerin analiz edilerek aşı koruma oranına göre riskli gruplardan başlamak üzere hatırlatma doz aşı planlaması yapılmalıdır. 5 yaş-12 yaş arası çocuklar aşılama programına dahil edilmeli, okullar açılıncaya kadar bağışık yanıtın sağlanması için hızla aşılanmalıdır.
  • Omicron varyant aşısının temin edilmesi konusunda Pfizer/BioNTech ve Moderna şirketleri ile temasa geçilmeli ve aşı tedarik planı yapılmalıdır.
  • Covid-19 pandemisinin geldiği aşama konusunda Sağlık Bakanlığı tarafından topluma bilgilendirilme yapılmalıdır.
  • Pandeminin izlenmesi ve gerekli planlamaların görüşülmesi için ilgili uzmanlık dernekleri ve meslek örgütleri ile işbirliği yapılmalıdır.

İliç’teki siyanür sızıntısıyla ilgili Bakanlık ve şirket yöneticilerine suç duyurusu

Erzincan İliç’teki Çöpler Altın Madeni yıllar önce uzmanların uyarılarına rağmen kapasite artışıyla birlikte faaliyetlerine devam ederken siyanür sızıntısı nedeniyle ülke gündemine oturdu. Sızıntı nedeniyle Çevre, Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanlığı ve şirket yöneticileri hakkında suç duyurusunda bulunuldu.

Bölgede yıllardır Anagold’un sahip olduğu maden tesisine karşı mücadele veren Sedat Cezayirlioğlu, bugün İliç Cumhuriyet Başsavcılığı’na Çevre, Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanlığı yetkilileriyle Çevre Denetimi Daire Başkanı Barış Ecevit Akgün hakkında  “görevi kötüye kullanma, suç delillerini gizleme, değiştirme ve yok etme, temel milli yararlara karşı faaliyette bulunmak üzere yarar sağlama, çevrenin kasten kirletilmesi”; Anagold Madencilik A.Ş. Yönetim Kurulu üyeleri hakkında “çevrenin kirletilmesi, içme suyuna zehirli madde katma, temel milli yararlara karşı faaliyette bulunmak üzere yarar sağlama” suçlamalarıyla ayrı ayrı suç duyurusunda bulundu.

İlgili haber:  Anagold Madencilik, Erzincan İliç’teki siyanür sızıntısını doğruladı

Suç delillerini yok etme, gizleme veya değiştirme, görevi kötüye kullanma suçlarından…

ANKA Haber Ajansı’nın aktardığına göre; suç duyurusu dilekçesinde, “Çevre ve Şehircilik Bakanlığı yetkilileri su akışının olduğu dereyi kasten kuru dere olarak göstermek suretiyle TCK 281. madde ‘Suç delillerini yok etme, gizleme veya değiştirme’ suçunu işlemişlerdir. Böylece sudan analiz yapılmasını ve su alıcı ortamındaki siyanür ve diğer zehirli maddelerin ortaya çıkmasını engellemeye çalışan kamu görevlileri suç delillerini gizledikleri gibi, görevi kötüye kullanma suçu da işlemişlerdir” denildi. 

İlgili haber: Erzincan halkı siyanür soluyor

‘Ceza devede tüy bile değil’

Cezayirlioğlu’nun avukatı İsmail Hakkı Atal ise Anagold Madencilik’e kesilen 16,4 milyon liralık para cezasını hatırlatarak, “Bu ceza şirket için hiçbir şey ifade etmiyor. Zira bu şirketin geçen yıl Erzincan Valiliği’ne yaptığı bağış 50 milyon lira. Erzincan Üniversitesi’ne yaptığı bağış 30 milyon lira. Bu şirketin Türk halkını zehirleyerek ürettiği altın karşılığında bu kesilen ceza devede tüy bile değil” dedi.

İlgili haber: Erzincan halkının siyanür soluduğu İliç’te bilirkişi keşfi

Atal, Bakanlık yetkililerinin siyanürün aktığı iddia edilen dere hakkında “Kuru dere” diye rapor tuttuğunu, ancak bu derenin aktığını dile getirdi. Atal, Çevre Bakanlığı yetkililerinin “suç delillerini gizlediğini” ileri sürdü.

İlgili haber: HDP’li Kenanoğlu Bakanlığa Erzincan’da siyanür saçan madeni sordu

Şirketin hisseleri düştü

 Öte yandan Bloomberg’den Taylan Bilgiç Erzincan’daki Çöpler Altın Madeni tesisindeki faaliyetlerin dün Bakanlık kararıyla durdurulmasının ardından, Anagold’un sahibi SSR Miting hisselerinin Toronto borsasında yüzde 21 değer kaybettiğini duyurdu. 

Çay üreticileri eylemde: Çay yasası geri çekilsin

AKP’nin TBMM’ye sunduğu Çay Kanunu Teklifi Rize’ye bağlı Pazar ilçesinde çay üreticileri tarafından protesto edildi. Çay üreticileri adına basın açıklamasını okuyan Halil Üst, teklifin yaş çay üreticisi için idam fermanı olduğunu vurguladı.

Üst, AKP ve tek adam iktidarının her zaman olduğu gibi halkın talep ve ihtiyaçları doğrultusunda karar almadığını belirterek “Sermaye ve bir avuç yandaşın taleplerini, onların mutluluğunu tahsis ediyor. Hazırladıkları Çay Kanunu da aynen böyle olmuştur” şeklinde konuştu. 

Çiftçi-SEN: Çay üretmini şirketlerin kontrolüne veren yasa geri çekilsin

Çiftçiler Sendikası Yürütme Kurulu tarafından konuya ilişkin bir açıklama yapılarak “Çay üretimini şirketlerin kontrolüne veren çay yasası geri çekilsin” denildi. 

İktidarın tarımla ilgili her kararının çiftçileri üretemez duruma düşürürken şirketlerin önünü açtığının belirtildiği açıklamada Ocak 2018’de Cargill’in hazırladığı raporla AKP iktidarı şeker fabrikalarını yok pahasına özelleştirdi. Çiftçiler şeker pancarı üretiminden giderek vazgeçmeye başladı veya sözleşmelerle şirketlere bağlandı. Şeker fiyatları yükselirken şirketlerin kârları arttı, marketlerde şeker kuyrukları oluştu, Cumhurbaşkanlığı Kararı ile 400 bin ton şekerin gümrüksüz ithalatı için düğmeye basıldı. Çiftçiler ve tüketiciler kaybederken kazanan şirketler oldu” ifadeleri kullanıldı. 

Çay üreticileri protesto etti

ANKA Haber Ajansı’ndan Uğur İstanbullu’nun aktardığına göre; AKP’nin 2008’de hazırladığı Çay Kanunu Taslağı’nın çay üreticilerinin tepkisi üzerine geri çekmek zorunda kaldığını hatırlatan Halil Üst, “Ulusal Çay Konseyi, tam da bu tarihte oluşturulmuştur. O yasada açıkça, kuru çayın dünya borsasında oluşacak fiyat üzerinden yaş çaya da fiyat verileceği belirtilmiştir. Bugün bu yasanın satır aralarında açıkça söylenmekte olan, bunun yine böyle olacağının işaretlerini görmekteyiz. Bugün önümüze Çay Kanunu diye getirilen metin, AKP’nin kendi karanlık dehlizlerinde gizlice hazırlanmış, pişirilmiş, kamuoyu ile paylaşılmamış, Meclis’e indirilene kadar kendileri dışında başka kimsenin haberi olmamıştır” dedi. 

‘Sözleşmeli tarım demek, bugün sahip olduğumuz topraklarda yarın kiracı, işçi ve gündelikçi olarak çalışacağız demek’

“Kamuoyu öğrenmesin diye özel bir çaba sarf ettiklerini biliyoruz” diyen Halil Üst, kanunda geçen “bitki kalitesini artırmak için yaş çay işleyen fabrikaların sözleşmeli tarım ile üretim sürecine dahil olmasına ihtiyaç duyulmaktadır” cümlesine dikkat çekerek şunları söyledi:

“Biz, sözleşmeli tarımın ne olduğunu ve neler getirdiğini şeker pancarından, buğdaydan, hayvancılıktan ve diğer tarım ürünlerinden çok iyi biliyoruz. Tarım ürünlerinin alıcısı olan devlet bu alandan elini çektiğinde ve özelleştirildiğinde, bugün tarım ürünlerinde yaşadığımız darboğazı ve dışarıya bağımlılığı yaşayacağız. Bu yasa, bölgemizde yapılan çay tarımını özel şirketlere teslim etmektedir. Sözleşmeli tarım demek, bugün sahip olduğumuz topraklarda yarın kiracı, işçi ve gündelikçi olarak çalışacağız demektir. Yarın biz farkında olmadan şirketler topraklarımıza el koyacak, bunun örneklerini dünyada gördük ve ülkemizde de ne yazık ki yaşayacağız.”

‘Yaş çay üreticisi için tuzaklarla dolu’

Çaydaki sözleşmeli üreticiliğin yaş çay üreticisi olarak özel şirket ya da ÇAYKUR’a her yıl çayın tümünün verileceğinin, hatta ne kadar çay verileceğini taahhüt edilmesi anlamına geldiğini belirten Üst, “Sözleşme dışında çayınızı başkasına satamazsınız” dedi ve ekledi:

“Üretici satarsa cezai karşılığı vardır. Taahhüt ettiğiniz kadar çay satmazsanız da kanun üreticiye ceza vermekle yükümlüdür. Kanun, toplam 15 maddeden oluşmaktadır. Ve tek bir maddesi üreticiyi korumamaktadır. ‘Çayı ıslah etme, kaliteyi artırma ve geliştirme’ adı altında üçüncü maddede, yaş çay üreticisi için tuzaklarla dolu bir metin vardır. Böylesine engebeli, zor ve dik bir coğrafyada toprağın kazılması, çayın tekrar sökümünün ve dikiminin yapılması herhangi bir şeye bağlanmamıştır. Dördüncü madde, yaş çay işleyen, paketleyen ve pazarlayan şirketleri A, B, C şeklinde bölümlere ayırmıştır. Ülkemizde üretilen çayın yüzde 10’u kadar ithalat serbest hale getirilmiş. Bu maddede, ithal edilecek çayın ileride artırılmasına engel bir durum yoktur.

ÇAYKUR, çay işletmesi yapan sıradan şirketler statüsünde, A kategorisinde değerlendirilmiş. yani ÇAYKUR’un bugüne kadar bölgemizdeki çay tarımına ait sorumlulukları ve belirleyiciliği elinden alınmaktadır. ÇAYKUR’un çay piyasasındaki düzenleyici ve denetleyici yapısı ortadan kaldırılmıştır. Beşinci madde ise kanun içerisindeki en çok tartışmaya açık olan maddedir. Kanunda, ‘Yaş çay alım fiyatı, arz ve talep durumuyla üretim maliyetleri dikkate alınarak her yıl hasat dönemi başlamadan önce belirlenir’ denmektedir. Arz ve talep durumuna göre yaş çayın fiyatının belirlenmesi çok sakıncalı bir maddedir. Kanunun devamında, ‘Yaş çay bedelini, 2008 yılında kurulan Ulusal Çay Konseyi belirler’ diyor. AKP’lilerin sadece bu maddeye muhalefet ettiklerini biliyoruz. Ama bu yeterli değil. Kanun tümüyle sakıncalı ve yaş çay üreticisinin aleyhinedir. ‘Çay fiyatının belirlenememesi durumunda da Vergi Usul Kanunu’nun 298. maddesi hükümleri uygulanır’ diyor. Maddenin bu bendi çok sakıncalı, tartışılır ve ucu açık bir maddedir. Çayın fiyatının belirlenememesi ne demektir? Bir bölgenin geçim kaynağı olan ürüne değer biçilememesi olamaz.”

Çiftçi-SEN: Yasalaşırsa şekerde yaşananların daha ağırı çayda yaşanacak

Teklifin yasalaşması durumunda şekerde yaşananların daha ağırının bu kez çay üretimi ve tüketiminde yaşanacağının belirtildiği Çiftçi-SEN açıklamasında şunlara yer verildi:

“Doğu Karadeniz Bölgesi’nin ana geçim kaynağı olan çay tarımı 201 bin üretici tarafından yapılmaktadır, ÇAYKUR ve özel çay fabrikalarında çalışan işçilerle bu sayı daha da artmaktadır. Çay; üretimi ve tüketimi açısından Anadolu halkının vazgeçilmezidir. Yasa Tasarısı’nda ‘çay tarımının küçük aile tarımı olduğu, üreticilerin yüzde 80’inin sahip olduğu çay bahçesinin arazi büyüklüğünün 5 dekar ve altında olduğu, bu üreticilerin sahip olduğu arazinin toplam çay alanlarının yüzde 56’sını oluşturduğu’ belirtilmiş ve bu durum engel olarak görülerek ‘Uluslararası çay ticaretinde daha fazla yer alabilmek, marka ürünler oluşturarak dünya piyasasında rekabet edebilecek bir konuma gelebilmek’ asıl hedef olarak belirtilmiştir. Çayın üretimini ve pazarlanmasını şirketlerin kontrolüne vermeye yönelik bir yasa tasarısı artık meclistedir. Yasallaşırsa, ‘Tütün Yasası’nda, ‘Şeker Yasası’nda, Tekelin, şeker fabrikalarının özelleştirilmesinde olduğu gibi sadece Doğu Karadeniz halkının değil, çaya düşkün bütün Anadolu halkının yaşamını olumsuz etkileyecektir.”

Sözleşmeli üretim köleleştirmektir’

Söz konusu Çay Kanun Teklifi’nin ilk temellerinin 2009’da atıldığının belirtildiği açıklamada “ÇAYKUR’un da bir şirket olarak yer alacağı bir çay borsası önerilmiş, şirketlerin gıda sisteminin en önemli yöntemlerinden olan, çiftçilerin çiftçilik bilgisini yok sayan, tarlalarını, üretim araçlarını, ailelerinin ve kendilerinin emek güçlerini sosyal güvencesiz bir şekilde kiralamayı amaçlayan bir sistem olan ‘Sözleşmeli Üretim”i zorunlu kılma hedeflenmişti. Ancak 2009’daki tepkiler bu yasanın geriye çekilmesini sağlamıştı. Aradan geçen zamanı ve çay üreticilerinin örgütsüzlüğünü fırsat bilen AKP  iktidarı hazırladığı yasa tasarısı ile  yeniden çay üretiminde ‘Sözleşmeli Üretim’i zorunlu kılma hamlesi yapmaktadır. Teklifin 5’inci maddesi açıkça ‘Çay üreticileri borsada yer alan bir firma ile sözleşme yapacak, yapamazsa çay satamayacak’ demektedir. Yani çok yıllık bir bitkinin üretimini ve satışını yapabilme  koşulu üretici şirkete bağımlı hale gelirse mümkün kılınmaktadır. Yasaya göre üreticiler firmalarla sözleşme yapmadığı zaman çok yıllık bir bitki olan çay tarımını yapamayacak, çay bahçelerini sökmek zorunda kalacak, tarımsal üretimi bırakıp ‘ucuz ve güvencesiz işçi’ olarak çalışmak üzere  göçe zorlanacaktır” denildi.

‘Süreç Bakanlığın insafına bırakılıyor’

Sendika yasa tasarısındaki maddeleri ayrı ayrı değerlendirdi:

  • “3. maddede de; Yenilenecek çay bahçeleri olarak ilan edilen alanların da ‘fiziki büyüklük, coğrafi konum ve arazi ulaşım imkânları değerlendirilerek , Bakanlık tarafından belirleneceği  ve ilan edileceği hüküm altına alınmaktadır’ denilerek,  Bakanlığın; ‘çay tarım alanı’ olarak  belirlediği alanda olsa bile ‘fiziki büyüklük, coğrafi konum ve arazi ulaşım imkânları değerlendirilerek’ yenileme işlemine olur vermeyebileceği, bu nedenle de çay üreticilerinin üretim yapamayacağı, bu alanlardaki çay bahçelerini sökmek zorunda kalacakları ima edilmektedir. Süreç şirketlerin istemine göre Bakanlığın insafına bırakılmaktadır.
  • 4. maddede ‘üretimi standardize etme‘ adı altında ‘izlenebilirliğin sağlanması, kontrol ve denetimlerin etkin olarak yapılabilmesi ve fason üretimin önlenmesi için çay sektöründe faaliyet gösteren işletmeler A, B ve C grubu işletmeler olarak gruplandırılarak işletmelerin yapabilecekleri faaliyetler net bir şekilde ortaya konulmuş’, yaş çay alımını sadece A ve B lisanslı firmaların sözleşmeli üretimle yapabileceği  belirtilmiştir. Bu durumda ortaklarının yaş çayını işleyip satan kooperatiflerin durumunun ne olacağı belirsizdir. Çay Kanunu Teklifi’nde Çay üretici Kooperatiflerine dönük hüküm yoktur. Ancak şu bir gerçek ki; bazı sermaye gruplarına imtiyazlar tanınacağı aşikardır.
  •  5. madde ile ÇAYKUR’un yaş çay alım fiyatını belirleme işlevi ortadan kaldırılmış, yaş çay alım fiyatını belirleme  yetkisi 2008’de kurulan, sermaye gruplarını temsil eden, Ulusal Çay Konseyine verilmiştir. Ulusal Çay Konseyi Yönetim Kurulu toplamda 9 üyeden oluşmaktadır. Bu kurulda 1 bakanlık temsilcisi, 2 ÇAYKUR temsilcisi, Rize Ticaret ve Sanayi Odası, ÇAYSİAD, Rize Ticaret Borsası, Okumuş Çay ile birlikte Rize Pazar ve Güneysu Ziraat Odaları temsilcileri yer almaktadır. Ziraat Odası temsilcilerinin de çay üreticilerini temsil etmediğini, göstermelik olarak yer verildiğini düşündüğümüzde, bu madde ile kamu fiyat belirleme de tamamen devre dışı kalmış, örgütsüz çay üreticileriyle örgütlü sermaye kuruluşları baş başa bırakılmıştır. Böylelikle çay üreticileri yaş çayını istediği yere satabilecek bir konumdan çıkartılarak sermaye gruplarına tamamiyle bağımlı hale getirilmek istenmektedir.

‘Teklif hazırlanırken şeffaf olunmadı’

Çiftçi-SEN açıklamasında son olarak şunlara yer verildi:

“Çay Kanun Teklifi hazırlanırken şeffaf olunmamıştır. Teklifin hazırlanma sürecinde çay üreticilerinin ve tüketicilerinin görüşleri alınmamış, çay şirketlerinin istemlerine uygun davranılmıştır.Bu nedenle de bütün maddeler sermayeyi koruyan çay üreticilerini şirketlerin eline korumasız teslim eden, dünya çay tüketiminde birinci sırada yer alan halkının çaya erişim hakkını korumayan bir yasadır.

Gıda Egemenliği halkların kendi kültürüne uygun gıdayı üretme ve tüketme hakkının olmasının yanısıra, halkların; devletlerin tarım politikalarının oluşumunda,  neyin, nasıl üretileceğini ve tüketileceğini belirlemede, karar verme hakkıdır da. Ekonomik, sosyal, kültürel problemler yaşanmaması ve çay üretiminin devam edebilmesi için çay üreticileri ve tüketiciler dahil edilerek  demokratik katılımcı bir çay yasası hazırlanmalıdır. 

 Çay tarımının başlaması ve sanayisinin kurulmasıyla birlikte gelir kaynağı sınırlı olan Doğu Karadeniz Bölgesinin kaderi değişmiş, var olan sosyal ilişkilerin ve iş bölümünün değişmesine yol açmış, bölgede yaşanan işsizlik, göç ve ekonomik sorunlar çözüme  ulaşmıştır. Bu yasa tasarısı ise bu süreci tersine çevirmek hedeflenmektedir, derhal geri çekilmelidir.”

İşte Kentsel Yaban Hayatı Fotoğraf Ödülleri’nin 2022 kazananları

Urban Wildlife Photography Awards (Kentsel Yaban Hayatı Fotoğraf Ödülleri) 2022 sonuçları belli oldu. Bu yıl, yarışmaya fotoğraf platformu Picfair ev sahipliği yaptı.

Kazanan fotoğraflar, hayvanları beklenmedik yerlerde ve diğer canlılarla etkileşime girerken gösteriyor.

Bozkurt’ta sel kontrol projesi, haftalar önce ‘ödenek yetersiz’ diye iptal edilmiş

Geçen yıl büyük bir taşkın felaketiyle yıkılan ve 82 kişinin hayatını kaybettiği Kastamonu’nun Bozkurt ilçesi, günlerdir Batı Karadeniz‘i etkisi altına alan kuvvetli yağışlar yüzünden yine risk altında.

Çevre, Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanı Murat Kurum, bölgeye giderek açıklamalarda bulundu.

Öte yandan, Orman Genel Müdürlüğü Kastamonu Bölge Müdürlüğü‘nün 16 Mayıs’ta, “Kastamonu İli Bozkurt İlçesi Ambarcılar ve Yaylatepe Köyleri Yukarı Havza Sel Kontrol Projesi Islah Sekisi Yapım İşi” isimli ihaleyi, felaketten tam 21 gün önce iptal ettiği ortaya çıktı.

BirGün‘den Mustafa Bildircin‘in haberine göre sel kontrolü sağlayacak projenin iptal nedeni, “Bütün tekliflerin alıma ayrılan ödeneğin/yaklaşık maliyetin çok üzerinde olması” şeklinde açıklandı.

Kastamonu 2019 Yılı Çevre Durum Raporu‘na göre, kentteki projeler için toplam 28 karar alınırken bu kararların tamamına yakınında, “ÇED gerekli değildir” sonucuna ulaşıldı.

MHP‘li Kastamonu Belediyesi‘nin 2019 ve 2020 yıllarına yönelik faaliyet raporlarına göre,  ‘Taşkınların önlenmesi’ için 2019 yılında hiçbir adım atılmazken “Yeni İmarlı Yerlerde Yağmur Suyu Drenaj Hattı Yapılması” projesinin de yüzde 57’sini tamamlanabildi.

İlgili haber:Bozkurt’ta sel felaketinin ardından: Hayal kırıklığı, iklim adaletsizliği ve alınmayan dersler
İlgili haber: Bozkurt’ta selin ardından: ‘Zaten borç içindeydik, şimdi her şeyimizi kaybettik’

Bir kişi kayıp

İki gündür süren kuvvetli yağışlarla, 2021’de felakete neden olan Ezine Çayı‘nın su seviyesi yükselmiş, çevredeki vatandaşlara ‘üst katlara çıkın’ uyarısı yapılmıştı.

Sabah saatlerinde afet bölgesine giderek açıklamalar yapan Bakan Kurum bölgede arama-kurtarma faaliyetlerinin başladığını söyleyerek, bir vatandaşın kayıp olduğunu, 118 köye yolların kapanması sebebiyle ulaşılamadığını, 130 kişinin de tahliye edildiğini açıkladı.

Kurum, selden etkilenen bölgelere nakdi yardım yapılacağını söyleyerek, “Hasar gören yerlerin tespitlerinin yarın Yapı işleri Genel Müdürlüğümüz koordinesinde yürütüyor olacağız. Yeni imalatların yapımına yarın itibariyle başlayacağız ve tüm belediyelerimize bu noktada nakdi yardımlar yarın itibariyle hesaplarına geçecek.  Şu an itibariyle 15 milyon lira bir nakdi yardımı il ve ilçelerine göndermiş bulunuyoruz” dedi.

Kastamonu Valisi Avni Çakır da dün taşkın nedeniyle Bozkurt’ta geçici bir köprüyü yıkmak zorunda kaldıklarını belirterek “Şu an su büyük oranda dere yatağında akıyor. Şehrin dereye yakın kesimlerinde su sızması oldu. Arkadaşlarımız, kanal açarak suyun tahliyesi için uğraşıyor. Şu aşamada herhangi bir can kaybı ya da kayıp ihbarı yok. Özellikle İlişi köyünde dere duvarı aştı ve su köyün ortasında çoğaldı” açıklamasını yaptı.

Onur Yürüyüşü’nde yüzlerce LGBTİ+’ya hak ihlali: Fiziksel ve psikolojik şiddet ve diğerleri…

30. İstanbul LGBTİ+ Onur Haftası ve 20. İstanbul LGBTİ+ Onur Yürüyüşü Komiteleri düzenledikleri basın toplantısıyla 26 Haziran günü gerçekleştirilen Onur Yürüyüşü’nde yapılan polis saldırıları ve gözaltılar hakkında açıklama yaptı.

İnsan Hakları Derneği (İHD) İstanbul şubesinde gerçekleşen açıklama öncesinde İHD’nin sokağına çok sayıda polis ekibi ve çevik kuvvet gönderildi.

Gözaltılar, fiziksel ve psikolojik şiddet

Komite tarafından yapılan açıklamada yürüyüşü yasaklayan ve yürüyüşün yapıldığı Sıraselviler’e metro çıkışlarını kapatan İstanbul Valiliği ve İstanbul Emniyeti’nin LGBTİ+’ları işkenceyle gözaltına aldığına ve alandaki pek çok LGBTİ+’ya da fiziksel ve psikolojik şiddet uygulandığına değinildi.

Bianet‘ten Evrim Kepenek‘in haberine göre; Onur Yürüyüşü’ndeki hak ihlalleri şöyle sıralandı:

  • 20. İstanbul LGBTİ+ Onur Yürüyüşü’nde aralarında avukatların da bulunduğu toplam 373 kişi hukuksuz bir şekilde gözaltına alındı.
  • Taksim Sıraselviler Caddesi’nde saat 17.00’da yapılmak istenen basın açıklaması öncesi insanlar oturdukları kafelerden, yürüdükleri sokaklardan işkence ile gözaltına alındı. Taksim adeta ablukaya alındı, toplu taşıma seferleri iptal edildi, yayaların yürüyüş yolları dahi kapatıldı, insanlar evlerinden çıkamaz ve evlerine giremez hale getirildi.
  • Gözaltında saatlerce havasız otobüslerde tutulanlar, ters kelepçeli halde araç içlerinde polis şiddetine ve tacizine maruz kaldı.
  • Gözaltına alınırken hakaret ve cinsiyetçi küfürlere, tecavüz tehditlerine maruz kalan LGBTİ+’lara yönelik bu sistematik saldırı, gözaltı boyunca aç ve susuz bırakılma uygulamalarıyla sürdürüldü. Bunun yanı sıra avukatlarımız uzun süre müvekkilleriyle görüştürülmediler, Vatan Emniyet Müdürlüğü‘ne girişleri engellendi, polis tarafından darp ve taciz edildiler.
  • Gözaltındaki arkadaşlarımızın güvenli bir şekilde serbest bırakılması için orada bekleyen aileleri ve LGBTİ+’ları yeniden polis ablukası altına almaya çalışarak hukuksuzca gözaltı yapmaya çalıştılar. Eylemler sona erdikten sonra bile ara mahallelerde keyfi gözaltı uygulamalarını ve polis ablukasını ve şiddetini sürdürdüler.
  • Devletin sahip olduğu yasal ve yasadışı her türlü aracıyla hedef aldığı onur yürüyüşümüz ve dolayısıyla lubunya hareketinin meşruluğu gene devlet ve hükümet tarafından kriminalize edilmeye çalışıyor, onur yürüyüşü üzerinden tüm LGBTİ+’lar ve egemenin makbul vatandaş kabul etmedikleri hedef gösteriliyor, bunlara karşı nefret dili besleniyor.

Son yedi yılın toplamının üç katından bile fazla gözaltı

  • 2015-2021 arasında İstanbul Onur Yürüyüşlerinde 103 kişi gözaltına alınmıştı. Bu yıl geçtiğimiz 7 yılın toplamının 3 katından fazla insan gözaltına alındı.
  • Son yıllarda gerçekleşen eylemlerde gözaltına alınan sayısında Onur Yürüyüşü’müzün tüm eylemler arasında rekora sahip olmasının bir rastlantı olmadığının farkındayız.
  • İstanbul’da yaşanan şiddetin benzerinin İzmir ve Antalya’daki LGBTi+’ların da maruz kaldığını, hukuksuz gözaltıların ve engellemelerin yaşandığını gördük.

‘Çetelerle rica minnet konuşan Valilik LGBTİ+’ları gözaltına aldı’

  • Biz bu hırsı, kini, hıncı gerici ve islamo-faşist çetelerin sırtını sıvazlayıp, kamuoyuna da yansıyan ‘‘biz bunların icabına bakıcaz’’ sözlerinden tanıyoruz. Bu çetelerle rica minnet konuşan İstanbul Valiliği ve İstanbul Emniyeti LGBTİ+’ları işkenceyle gözaltına aldı, alandaki pek çok LGBTİ+’ya da fiziksel ve psikolojik şiddet uyguladı.
  • Buradan toplumsal muhalefetin her kesimine seslenmek istiyoruz: lubunya hareketi sahiplendiği ilkelerle ve pratikleriyle herkesin özgür ve eşit yaşayabileceği bir dünya için verilen mücadelenin en temel unsurlarından biridir. Hükümetin ve işbirlikçi islamo-faşist çetelerinin bizimle olan dertlerinin asıl nedeni de budur.
  • Dün maruz bırakıldığımız ve yasal kılıfa sokulmak istenen hukuksuz şiddetin nedeni de budur. Nefret dili örgütlenerek dışlanmaya, suçlulaştırmaya ve görünmez kılınmaya çalışılan bu harekete sahip çıkmak, devlet eliyle örgütlemek istenen linç kültürüne yüksek sesle itiraz etmek ve yaşamın her alanında ötekileştirilen lgbti+ları savunmak, gasp edilen anayasal haklarımızın iadesi ve eşit yurttaşlık ilkeleri doğrultusunda haklarımızın koruma altına alınması için acilen harekete geçmeye çağırıyoruz!
  • Ve bir kez daha duyuruyoruz: Lubunyalara boyun eğdiremeyeceksiniz. Bizim birbirimize taşıdığımız umut, cesaret ve direniş sizin yasaklarınızı aşar. Varlığımızı her gün, her alanda, ve her yıl Onur Yürüyüşlerimizde göstermeye devam edeceğiz! çünkü biz sandığınızdan daha örgütlü, daha zırıl, daha dönmeyiz.
  • RAK RAK RAK geldik, buradayız ve hiçbir yere gitmeye niyetimiz yok. Her gün binbir zorlukla başa çıkan lubunyalar olarak her yerde, her alanda direnmeye, yaşam hakkımızı savunmaya, eşit yurttaşlık haklarımızı alana kadar devam edeceğiz.

İstanbul için fırtına ve sel uyarısı

İstanbul Büyükşehir Belediyesi (İBB), bu akşam 17.00 sularından itibaren kentte etykili olabilecek fırtına ve kuvvetli yağışa karşı vatandaşları uyardı.

Afet Koordinasyon Merkezi‘nin (AKOM) verilerine göre sağanak yağışın sabaha kadar etkili olması bekleniyor.

Belediye, ani yağışlardan etkilenenlerin ALO 153 Çözüm Merkezi’ni araması gerektiğini hatırlattı.

AKOM, öğle saatlerinde İstanbul’un kuzeyinde etkili olan yağışın, akşam itibriyle il genelinde sağanağa dönüşebileceğini belirtiyor.