Manşetİklim KriziKöşe YazılarıYazarlar

İklim Şurası Politika Tavsiye Kararları’na şerh: Neden hayır oyu verdim?

0

Çevre, Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanlığı tarafından Konya’da düzenlenen Türkiye’nin ilk İklim Şurası‘nda, Sera Gazı Azaltım-1 (SGA-1) Komisyonu ve genel kurul üyesi olarak görev yaptım. Üyesi olduğum komisyon “Enerji, Ulaştırma ve Sanayi” alanlarında sera gazı azaltımı sağlayacak politika önerileri geliştirmek üzere 6 Ocak’ta çalışmaya başladı. Düzenlenen tam günlük dört çevrimiçi toplantının ardından çalışmalarımıza 21-23 Şubat tarihlerinde Konya’da devam ettik. Ben de, bakanlıklardan ve kamu kurumlarından, sektör kuruluşlarından, sivil toplumdan ve akademiden çok sayıda komisyon üyesiyle birlikte çevrimiçi ve fiziksel toplantıların tamamına katılarak katkıda bulunmaya çalıştım.

Konya’da yapılan komisyon toplantılarının üçüncü günü olan 23 Şubat akşamı son hali verilen Sera Gazı Azaltım -1 Komisyonu (Enerji – Ulaştırma – Sanayi) Taslak Politika Kararları, her komisyon için ayrı ayrı kurulan ilgili Yuvarlak Masa’ya iletildi ve 24 Şubat günü Yuvarlak Masa üyeleri tarafından son hali verilen kararlar 25 Şubat günü İklim Şurası’nın kapanış oturumunda açıklanarak genel kurulun oyuna sunuldu.

Hazırlanan taslağa tümüyle ters tavsiye kararlarına şerh

Oylamada, hazırlanmasına katkı verdiğim, ancak Yuvarlak Masa’da yanlış ve Şura’nın amacına ve özüne aykırı müdahalelerle bütünlüğü ve mantığı zedelenen kararların bütününe “Hayır” oyu verdim. Hayır oyu verme gerekçelerimi belirterek İklim Şurası Politika Tavsiye Kararlarına aşağıdaki şerhi düşüyorum.

*

1- SGA-1 Komisyonu Politika Tavsiye Kararları Madde 5 ile ilgili

İklim değişikliğine neden olan sera gazlarının en önemlisi olan karbondioksitin başlıca kaynağı fosil yakıtlardır (kömür, petrol ve doğal gaz). Sera gazı azaltımını sağlayacak enerji, ulaştırma ve sanayi politikalarının özü fosil yakıtların kullanımını azaltmaya dayanır. Türkiye’nin 2053’te net sıfır emisyon hedefi, sera gazı, özellikle de karbondioksit emisyonlarının yaklaşık 30 yıl içerisinde net sıfır düzeyine indirilmesi, dolayısıyla bu alanlardaki fosil yakıt kullanımının da net sıfır düzeyine ulaşmayı mümkün kılacak şekilde büyük ölçüde azaltılması anlamına gelmektedir.

Özellikle enerji sektöründeki rolü nedeniyle iklim politikalarında ele alınan en önemli fosil yakıt olan kömür, Türkiye’de elektrik üretiminin yaklaşık üçte birinden ve 140 milyon tonla toplam karbondioksit emisyonlarının yaklaşık %27’sinden sorumludur. Emisyonlardaki payının bu kadar belirleyici olması nedeniyle, kömürün elektrik üretiminden çıkarılmasını içermeyen bir iklim politikası 2053’te Net Sıfır hedefiyle uyumlu değildir. Gelecek 30 yılda emisyonları net sıfır düzeyine indirmek, özellikle toplam sera gazı emisyonlarının %72’sinden sorumlu enerji sektörü emisyonlarını ve toplam karbondioksit emisyonlarının %35’inden sorumlu elektrik sektörü emisyonlarını en kısa zamanda azaltmaya başlamayı ve 2030’a kadar belli bir oranda mutlak azaltım yapmayı gerektirir.

Elektrik üretiminde kömürün payını azaltmayan herhangi bir emisyon patikasının toplam emisyonları azaltması mümkün olmadığından, “enerji sektöründe kömürden kademeli çıkış” iklim politikalarının temelini oluşturur. Bu çıkışın kaç yıl içinde ve ne hızla yapılacağı yenilenebilir enerji ve enerji verimliliği yatırımlarının hızı ve enerji arz güvenliği göz önüne alınarak bilimsel çalışmalarla belirlenmelidir. Bu konuda yakın zamanda yayımlanan iki çalışma, Türkiye’nin elektrik üretiminde kömürü 2030-2035 arasında terk edebileceğini öngörmektedir.[1],[2] Ancak bu tarihin kesinleşmesi için başka çalışmalar da yapılmalı, Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanlığı da kendi yaptığı elektrik sistemi modellerine dayanan enerji projeksiyonlarında, kömürün orta vadede kademeli olarak terk edileceğini öngörmelidir.

Bu konu “kömürden kademeli çıkış” kavramı çerçevesinde uluslararası iklim müzakerelerinde de en çok tartışılan konulardan biridir. Paris Anlaşması’nın 2. maddesi sıcaklık artışını 1,5 derecenin altında tutmayı öngördüğü ve 4. maddesi de 2050’den sonra insan kaynaklı emisyonlarla yutaklar arasında bir denge (net sıfır emisyon) öngördüğü için, Hükümetler Arası İklim değişikliği Paneli (IPCC), 2018’de 1,5 Derece Özel Raporu’nu yayımlamış ve 1,5 derece hedefiyle uyumlu bir azaltım patikasını küresel düzeyde emisyonları 2030’da 2010 seviyesinin %45 altına ve 2050’de net sıfır düzeyine indirmek olarak belirlemiştir. Bu hedef, 2021’de Glasgow’da toplanan COP26’nın çerçeve kararı olan Glasgow İklim Paktı’nda bütün ülkeler tarafından kabul edilmiştir.[3] Aynı kararda kömürün enerji üretimindeki payının kademeli olarak azaltılması da bütün ülkeler tarafından kabul edilmiştir. Türkiye de Glasgow’da yaptığı kapanış konuşmasında bu kararı benimsediğini ilan etmiştir.

Fotoğraf: Greenpeace.

Kömürden kademeli çıkış pek çok ülkenin sera gazı azaltım politikalarının da temelini teşkil etmektedir. Avrupa’da aralarında Almanya, İspanya, İtalya, Hollanda gibi büyük ekonomilerin de olduğu pek çok ülke kömürden 2030’a kadar çıkma planını açıklamıştır. Amerika Birleşik Devletleri de, “kömürden çıkış” kavramını kullanmasa da, 2035’e kadar elektrik sektörünü karbonsuzlaştırma hedefine Ulusal Katkı Beyanı’nda yer vermiştir. Uluslararası Enerji Ajansı da (IEA), Nisan 2021’de yayımladığı 2050’de Net Sıfır Patikası Raporu’nda karbon yakalama ve depolama teknolojisi kullanmayan bütün kömürlü termik santrallerin gelişmiş ekonomilerde 2030’a, bütün diğer ülkelerde 2040’a kadar kapatılmasını net sıfır için kilit önemde politika önceliği olarak duyurmuştur.[4]

Bütün bu gerekçelerle İklim Şurası’nda enerji kaynaklı sera gazı azaltımı için kömürden kademeli çıkışın bir politika önceliği olması gerektiği, komisyonumuzun hem çevrimiçi hem de fiziksel toplantılarında derinlemesine tartışılmış ve Yuvarlak Masa’ya gönderilen metinde bu politika önceliği bir konsensüs metni olarak aşağıdaki şekilde yer almıştır:

“5- Kalkınma hakkına engel olmadan kömürden kademeli çıkışın ve karbon yakalama, kullanım ve depolamanın da değerlendirileceği şekilde elektrik üretiminin karbonsuzlaştırılması senaryoları doğrultusunda arz güvenliği ve makro-ekonomik etkileri içeren çalışmalar yapılmalı ve bir yol haritası belirlenmelidir.”

Bu maddeyle, aralarında ilgili bakanlık ve kamu kurumu temsilcilerinin de olduğu komisyon üyeleri, kömürden kademeli çıkış ve elektrik üretiminin karbonsuzlaştırılması hakkında, kalkınma hakkına engel olmamak ve ileri etki çalışmalarının gereğini kabul etmek gibi ihtiyat paylarını da bırakarak, uzlaşmışlardır. Ne var ki bu madde Yuvarlak Masa’da aşağıdaki şekilde değiştirilmiştir:

“5- 2053 Net Sıfır Emisyon Hedeflerine yönelik Türkiye’nin iktisadi ve sosyal kalkınma hakkına engel olmadan kömürden elektrik üretiminde karbon yakalama, kullanım ve depolama teknolojilerinin de değerlendirileceği şekilde elektrik üretimi kaynaklı emisyonun düşürülmesi doğrultusunda arz güvenliği, makro-ekonomik ve sosyal etkileri içeren çalışmalar yapılmalı ve bir yol haritası belirlenmelidir.”

Maddenin bu son halinin içeriği ve mesajı komisyonun önerdiği taslaktan tamamen farklıdır. Komisyonun üzerinde uzlaştığı madde, enerji üretiminde kömürden kademeli çıkış için bir yol haritası belirlemeyi önerirken, ilan edilen öneride kömürden enerji üretiminin devam edeceği, ancak elektrik üretiminden kaynaklanan emisyonların azaltılması için karbon yakalama, kullanım ve depolama (KYKD-CCUS) teknolojilerinin değerlendirileceği öngörülmektedir. Oysa iklim ve enerji politikalarını takip eden herkesin bildiği gibi KYKD teknolojileri henüz ticari kullanıma girememiş, pahalı ve uygulanması zor teknolojilerdir. Bu teknolojilerin, gelecekte kullanılabilir hale geldiğinde de, çok büyük miktarlarda emisyona neden olan kömürlü termik santrallerden ziyade, tesis bazında emisyonları daha sınırlı olan ve alternatif enerji kaynaklarının kullanımının daha zor olduğu yüksek enerji yoğunluklu sanayilerde (demir-çelik gibi) kullanılması öngörülmektedir.

Dünyanın bu teknolojiyi geliştiren ülkelerinde dahi henüz kullanılmayan KYKD’nin, Türkiye’nin kömürden elektrik üretiminden kaynaklanan emisyonlarını düşürmesi beklenemez. Bu öneri kömürün elektrik üretiminde belirsiz bir geleceğe kadar bugün olduğu gibi, hatta belki daha fazla kullanılmasının, dolayısıyla yeni termik santrallerin önünü açabilir. Olası yeni kömür yatırımlarının, kurulacak yeni tesislerin ekonomik ömrü (yaklaşık 40 yıl) nedeniyle yaratacağı karbon kilitlenmesi, emisyonları 30 yıl içinde net sıfır düzeyine indirmeyi engelleyecektir. Bu haliyle, bu madde bir iklim politikası değil, bir iklim politikasının tam karşıtıdır. Öte yandan bu maddenin öngördüğü, günümüz için uygulanabilir olmayan bir teknolojinin kullanılması olasılığının yol haritası da çizilemez. Dolayısıyla maddenin bütünü kendi içinde çelişiktir.

Sera Gazı Azaltım-1 komisyonu tarafından açıklanan bu politika önceliği Türkiye’nin iklim politikaları için gerekli enerji dönüşümünü zorlaştıracaktır. Uluslararası Enerji Ajansı’nın Net Sıfır Raporunda belirttiği gibi, bu yıldan itibaren tek bir yeni kömürlü termik santralin dahi yapılmaması enerji sektörünün emisyon azaltılması için birinci şarttır. İklim Şurası tavsiye kararları arasında yer verilen yukarıdaki 5. madde, enerji sektörüne ve yatırımcılara yanlış mesaj vermekte ve ileride sera gazı azaltım politikalarında yapılması olası bir değişiklik halinde batık yatırımların oluşması ve maliyetlerin artması riskini büyütmektedir. Üstelik Türkiye Kasım 2022’de yapılacak olan COP27 öncesinde ilan edeceği Ulusal Katkı Beyanı’nda (UKB-NDC) bir azaltım hedefi ilan edeceği için, kömürden kademeli çıkış öngörülmediği sürece, 2030’a kadar sera gazı azaltım yükünün daha büyük kısmı enerji dışındaki sektörlerin, özellikle de sanayi ve ulaştırma sektörlerinin üzerine binecektir. Ayrıca kömürden çıkışın öngörülmediği bir ekonomide sera gazı azaltımı sağlayacak daha ileri teknolojik ve yenilikçi girişimlere, enerji verimliliğine ve yenilenebilir enerjiye geçişe olan inanç ve güven sarsılacaktır.

Sonuç olarak kömürden kademeli çıkışı İklim Şurası’nın politika önceliklerinden çıkartan ve bütün kararların bütünlüğünü zedeleyen bu madde kabul edilemez.

2- SGA-1 Komisyonu Politika Kararları Madde 6 ile ilgili:

Doğal gazın bir fosil yakıt olarak, nükleer enerjinin ise yenilenebilir olmayan, riskli ve maliyeti yüksek bir enerji üretim biçimi olarak iklim politikalarında yeri yoktur. Paris Anlaşması’nda ve uluslararası iklim müzakerelerinde doğal gaz ve nükleer enerji, iklim dostu ve temiz enerji kaynakları olarak kabul edilmemektedir. Bazı ülkeler doğal gazı “geçiş yakıtı” olarak, nükleer enerjiyi de fosil yakıtlar yerine kullanılmasının emisyonları sınırlayacak olması gerekçesiyle savunsalar da, her iki durumda da bu ülkelerin yerleşik enerji sisteminden ya da tarihsel enerji politikalarından kaynaklanan özellikler belirleyicidir.

Komisyonumuza tartışma amacıyla sunulan ve 21 Şubat’ta tartışılan ilk taslakta yer verilen bir maddeyle, sera gazı emisyonlarının azaltılması için enerji sektöründe doğal gaz ve nükleer enerjinin payının artırılması önerisi getirilmiştir. Ancak uzun tartışmalar ve yapılan bir oylama sonucunda bu madde taslaktan çıkarılmıştır. Ardından 23 Şubat günü komisyonumuzun son toplantısında bu kez sadece nükleer enerjinin “uzun vadede değerlendirilmesini” içeren bir öneri daha sunulmuş, ancak bu öneri de komisyon üyeleri tarafından kabul görmeyerek taslağa alınmamıştır. Dolayısıyla komisyonumuzun Yuvarlak Masa’ya sunduğu politika öncelikleri arasında doğal gaz ve nükleer enerjiye referans veren herhangi bir madde bulunmamaktadır.

Ne var ki Yuvarlak Masa’da komisyonumuzun önerisi olmayan aşağıdaki cümlenin 6. madde olarak tavsiye kararları arasına eklendiği görülmektedir:

“6- 2053 Net Sıfır Hedefleri doğrultusunda kaynak çeşitliliği ve arz güvenliği perspektifinden emisyon azaltıcı alternatif yakıtlardan (doğal gaz, nükleer vb.) elektrik üretiminin artırılması değerlendirilmelidir.”

İlk olarak, uzun tartışmalar sonrasında reddedilmiş bir önerinin Yuvarlak Masa tarafından eklenmesinin, İklim Şurası’nın katılımcılık esasını zedelediğini söylemek gerekir.

Ancak bundan daha önemli olan, tavsiye kararının içeriğinin dayandığı yanlış varsayımlardır. Doğal gaz, Türkiye’nin mevcut enerji kaynakları arasında bulunan ve elektrik üretimindeki payı zaten yüksek olan bir fosil yakıttır. Ancak Türkiye’nin uzun dönemli enerji planları doğal gazın payının azaltılmasına yöneliktir, zira tamamına yakını ithal ve fiyatı giderek yükselen bir kaynak olan doğal gaz Türkiye’nin cari açığının önemli bir kalemidir. Şu anda elektrik üretiminde doğal gazın payı %25’in üzerindedir ve toplam karbondioksit emisyonlarının yaklaşık %22’si doğal gaz yakılmasından kaynaklanmaktadır. Türkiye’nin cari açığının da yaklaşık %85’i de enerji sektörü kaynaklıdır ve doğal gaz da bunun önemli bir parçasıdır. Bu nedenle bir fosil yakıt olan doğal gaz kullanımının artırılması “emisyon azaltıcı alternatif yakıt” olarak görülemez ve bir iklim politikası olarak önerilemez.

Öte yandan doğal gazın bir birim elektrik üretimi yaparken neden olduğu karbondioksit emisyonu kömürden bir birim elektrik üretmenin neden olduğu emisyonun yaklaşık yarısı kadardır. Bu nedenle bazı ülkeler (özellikle ABD), doğal gazı kömürün payı azaltılırken bir “geçiş yakıtı” olarak görmektedirler. Ancak doğal gazın “geçiş yakıtı” olabilmesi için her şeyden önce geçici bir süre için kullanımının öngörülmesi ve kalıcı bir karbon kilitlenmesi (ya da bağımlılık) yaratmaması gerekir. Oysa İklim Şurası kararlarında bir önceki maddede belirtildiği gibi kömürden kademeli çıkışın bir politika önceliği olarak önerilmesinden vazgeçilmiştir, bu da (Şura kararlarında zaten kullanılmayan) geçiş yakıtı kavramını boşluğa düşürür.

Kömürden kademeli çıkışı ve yenilenebilir enerjinin sisteme entegrasyonunun artırılmasını içeren bir enerji dönüşümü, şebeke esnekliğine yardımcı olacağı için doğal gaz kullanımını bir süre kendiliğinden artıracaktır. Ancak bu durum bir fosil yakıtın kalıcı olabilecek şekilde artırılmasını öngören bir politika önceliği benimsemeyi gerektirmez. Zira elektrik piyasasında doğal gaz kullanımı ihtiyaca göre yeni kurulu güç gerektirmeden veya çok az gerektirerek artıp azalarak kendi yolunu bulacaktır. Yapılan çalışmalarda da ilk birkaç yıl artacak doğal gaz kullanımının sonraki yıllarda düşmeye başlayacağı görülmektedir. Politika önceliği yapılarak kalıcı bir şekilde artırılacak doğal gaz kapasitesi ise hem yeni doğal gaz santralleri hem de olası yeni doğal gaz boru hatlarıyla karbon kilitlenmesi yaratarak sadece batık yatırımlara ve artan maliyetlere neden olmakla kalmayıp, artan enerji ithali nedeniyle dışa bağımlılığı da artırabilir.

Nükleer enerji kullanımını artırmak ise çeşitli nedenlerle iklim politikalarının özüne aykırıdır. Fransa, Finlandiya gibi ülkelerde elektrik üretiminde nükleer enerjinin payı tarihsel tercihler nedeniyle yüksektir. Bu gibi ülkelerde bugün nükleer enerjinin emisyon azaltımı için zorunlu görünmesi, elektrik sistemi kömüre bağımlı ülkelerde (örn. Polonya) kömürden çıkışın zor bulunmasına benzetilebilir. Yerleşik sistem altyapısını değiştirmenin zor görülmesi, enerji verimliliği ve yenilenebilir enerjiye dayalı gerçek bir iklim politikasını geciktirmektedir. Oysa Türkiye’nin enerji sisteminde nükleer enerjinin yeri yoktur ve Türkiye, Fransa gibi yerli nükleer teknolojiye sahip bir ülke de olmadığı için, nükleer enerjinin sera gazı azaltımı gerekçesiyle önerilmesi enerji politikalarıyla ilgili gerekçelerle desteklenemez. Yapılan çalışmalar, bugün yapılmakta olan Akkuyu Nükleer Santrali’nin dört ünitesi de devreye girdiğinde, nükleer enerjinin elektrik üretimindeki payının 2050’de %5’in altında kalacağını göstermektedir. Aynı büyüklükte bir nükleer santral daha yapılsa bile bu pay %10’u geçemez.

Ayrıca nükleer enerji her şeyden önce yüksek maliyeti ve uzun yapım süresi nedeniyle gerçekçi bir alternatif değildir. Günümüzde ortalama bir nükleer reaktörün inşaatı yapım kararı alınmasından işletmeye geçmesine kadar yaklaşık 15 yıl sürmektedir. Finlandiya’daki Olkiluoto-2 gibi inşaatının başlamasından itibaren 17 yıl geçmesine rağmen yapımı bitmeyen reaktörler bulunmaktadır. Akkuyu Nükleer Santrali’nin de ilk ünitesi 2023’te işletmeye alınırsa yapım süresi yapım kararının alınmasından itibaren 13 yılı bulacaktır. Yenilenebilir enerji santralleri ise yapım kararı alındıktan 2-5 yıl sonra işletmeye alınabilmektedir. Buna nükleer enerjinin seviyelendirilmiş elektrik maliyetinin bütün alternatifler arasında en yüksek düzeyde olduğu da eklenmelidir. Bu yüksek maliyetler nedeniyle, örneğin Birleşik Krallık’ın bugün inşa etmekte olduğu tek yeni nükleer reaktör dahil olmak üzere bütün yeni nükleer santraller yüksek oranda devlet desteğiyle yapılabilmektedir ve enerji sektörünün serbest piyasa kurallarına uygun işlemesi politikasına aykırıdır. Benzer bir şekilde Akkuyu Nükleer Santrali de hiçbir uluslararası şirketin ihaleye girmemesi nedeniyle devletler arası anlaşma yoluyla, santral alanı uzun yıllar boyunca Rusya’ya tahsis edilerek ve yüksek bir sabit fiyat garantisiyle yaptırılabilmektedir. Bütün bu gerekçelere uranyumun temiz, yerli ve sürdürülebilir bir kaynak olmaması, çözülemeyen radyoaktif atık sorunu, nükleer kaza riskinin hiçbir zaman sıfırlanamaması ve diğer riskler de eklenmelidir. Bu nedenlerle, 30 yıl içinde net sıfır emisyon hedefine ulaşılabilmesi için kısa sürede başarılması gereken bir enerji dönüşümünde nükleer santrallerin yeri yoktur.

3- SGA-1 Komisyonu Politika Kararları Madde 8 ile ilgili:

Komisyonumuzdan çıkan politika öncelikleri arasında 8. madde olarak yer verilen aşağıdaki maddenin birinci kısmı, Sera Gazı Azaltım-1 Komisyonu’nun hiçbir toplantısında tartışılmamış ve herhangi bir aşamadaki taslaklarda yer almamıştır. Dolayısıyla bu madde komisyonumuz tarafından Yuvarlak Masa’ya sunulan öneriler içinde yoktur:

“8- Emisyon azaltımına yönelik enerji sektörü dönüşümünün geçiş sürecinde doğal gaz arama ve üretim faaliyetleri artırılmalı, ulusal ve uluslararası iletim altyapısı geliştirilmelidir.”

Komisyon çalışmalarında gündeme gelmeyen doğal gaz arama ve üretim faaliyetlerinin artırılmasının, sonradan komisyonda tartışılmış gibi kararlar arasına eklenmesi doğru değildir. Bu sadece İklim Şurası’nın katılımcılık anlayışını değil, çalışmanın iklim değişikliğiyle ilgili olduğu gerçeğini, dolayısıyla iklim değişikliğiyle mücadelenin özünü de zedelemektedir. Zira yeni fosil yakıt aramalarına uluslararası iklim müzakerelerinde de, herhangi bir ülkenin ulusal iklim politikalarında da yer verilmemektedir. Tam tersine fosil yakıt aramalarının durdurulması, mevcut maden ve kuyuların kapatılması ve fosil yakıtların yerin altında bırakılması iklim politikalarının en çok tartışılan temel unsurları arasındadır.

Dolayısıyla, Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanlığı’nın 2019-2023 Stratejik Planı’nda bulunan öncelikli bir politikayı İklim Şurası kararlarında zikretme kaygısı güdülerek eklenmiş olabilecek bu politika önerisi de bir iklim politikası değildir ve kararların bütününü zedeleyeceği için yanlıştır.

Sonuç olarak İklim Şurası Politika Tavsiye Kararları hem katılımcı komisyon çalışmasının sonuçlarını ve meselenin özünü derinden etkileyen değişiklikler yapılması hem de yukarıda sayılan nedenlerle Türkiye’nin gelecekteki iklim politikalarına zarar vereceği için kabul edilemez.

*

[1] Şahin, Ü., Tör, O.B., Kat, B. (2021). Türkiye’nin Karbonsuzlaşma Yol Haritası: 2050’de Net Sıfır. İstanbul Politikalar Merkezi. 
[2] APLUS Enerji. (2020). Karbon Nötr Türkiye Yolunda İlk Adım: Kömürden Çıkış 2030. Europe Beyond Coal, CAN Europe, SEFİA, WWF Türkiye, 350, İklim Değişikliği Politika ve Araştırma Merkezi. 
[3] UNFCCC. (2021). Glasgow Climate Pact. United Nations Climate Change. https://unfccc.int/documents/310475
[4] IEA. (2021). Net Zero by 2050. 

More in Manşet

You may also like

Comments

Comments are closed.