Ana Sayfa Blog Sayfa 831

Boğaziçi direnişi sürüyor: 568’inci gün

Boğaziçi Üniversitesi akademisyenleri, bugün de atanmış rektör ve üniversite yönetimine karşı 568’inci kez bir araya geldi.

Yoğun sıcağa karşı şemsiyelerle direnişlerini sürdüren akademisyenler 381’inci kez rektörlük binasına sırt çevirdi.

Fotoğraf: Can Candan

Bugün, Naci İnci’nin Boğaziçi Üniversitesi’ne rektör olarak atanmasının 333’üncü, 30 Temmuz günü gerçekleştirilen destek oylamasında akademisyenlerin yüzde 95 oranında rektör adaylığına karşı olduğu açıklanan İnci’nin Matematik Bölümü tam zamanlı öğretim üyesi Mohan Ravichandran’ı hiçbir gerekçe göstermeden dönem ortasında görevden almasının ise 252’inci gününe gelindi.

Fotoğraf: Can Candan

Boğaziçi Üniversitesi akademisyenleri haftanın her iş günü olduğu gibi bugün de 12:15’te #KabulEtmiyoruzVazgeçmiyoruz diyerek arkalarını 381. kez rektörlük binasına döndüler.

Fotoğraf: Can Candan

Akademisyenler nöbet boyunca ellerinde “Kabul Etmiyoruz” ve “Vazgeçmiyoruz” yazan dövizler taşıdılar.

2022 yazı, Türkiye’de sıcak dalgaları ve orman yangınları bakımından nasıl geçecek?

Gerçekte Türkiye’yi etkilemeye başlayan olasılıkla uzun süreli sıcak hava koşullarını, -ki sıcak dalgasına dönüşme olasılığı da var gelecek günlerde- geçen hafta boyunca “Avrupa’da yaşanan sıcak hava dalgaları ve küresel iklim değişikliği bağlamlarında, çeşitli radyo ve tv kanallarının canlı yayınlarında klimatolojik ve meteorolojik nedenleriyle birlikte önceden öngörmüştüm.

Öyle de oldu ve Türkiye Avrupa’da yaşanan afet boyutunda etkileri olan (sıcak dalgalarından ölümler, geniş alanlı çok sayıda orman, çalılık ve tarım alanlarındaki yangınlar, yangınların yol açtığı hava kirliliği ve sağlık sorunları, kırsal alanların, doğanın, ormanların, kırsal yerleşmelerin, tarihsel-kültürel eserlerin ve biyoçeşitliliğin gördüğü ciddi kayıp ve hasarlar, zararlar, yok oluşlar vb.) sıcak dalgasından yaklaşık iki hafta sonra 23 Temmuz 2022 tarihiyle birlikte uzun soluklu bir sıcak-çok sıcak ve kuru-kurak yaz havasının etkisine girdi.

Bu makalede, yukarıdaki girişte kısaca sözünü ettiğim bu koşulların nedenlerinin yanı sıra, hem sıcak dalgaları ve orman yangınlarının gelecek on günlük öngörüsünü (sonrasında da benzer hava durumu tiplerinin yaşanacağını biliyor ve bekliyoruz) hem de bunlara karşı uyarlarımı ve alınacak önlemleri ele alacağım.

Ne oldu?

Türkiye ve bölgesinde (Doğu Akdeniz ve Orta Doğu’yu içerir) bu tür uzun süreli sıcak-çok sıcak ve kuru-kurak hava durumu tipi devrelerine yol açan sinoptik ölçekli tropikal kökenli çok sıcak ve kuru hava durumu koşulları önceki günden (23 Temmuz 2022) başlayarak Türkiye’de etkili olmaya başladı. Muson alçak basıncının sirkülasyon temelli kuzeybatı uzantısı -yazın tropiklerarası yaklaşma kuşağının (ITCZ) kuzeye kayması ve Tibet platosu dâhil güney Asya’nın mevsim gereği çok ısınması ve termik kökenli bir alçak basıncın o bölgelerde oluşması nedeniyle- Pakistan, İran ve Orta Doğu üstünden, Azorlar yüksek basıncının sıcak dili batı ve güneybatıdan kuzey Afrika‘dan Türkiye’yi etkilemeye, hava sıcaklıklarının hızla yükselmesine ve havanın kurumasına yol açtı.

Bu dönemde, hemen her yaz mevsiminde yaşandığı gibi, Muson alçak basıncının (Türkiye’de Basra alçak basıncı ya da oluğu olarak da adlandırılabiliyor) Türkiye’ye güneydoğudan sokulan alçak basınç oluğu şeklindeki uzantısı, yarattığı kuzeyli hava tipi (yaz poyrazı havası) Torosların, batı ve güneybatı Anadolu dağ ve yüksek platolarının güney ve güneybatı yamaçlarında çok sıcak-çok kuru, basınç gradyanının kuvvetli olduğu yer ve zamanlardaysa kuvvetli ve hamleli rüzgârlı hava koşullarının oluşmasını yönlendirecek ya da tetikleyecektir.

Gelecek 10 güne ve daha sonrasına ilişkin çeşitli hava ve meteoroloji tahmin merkezlerinin kısa ve orta erimli tahmin ürünlerine dayalı öngörüsel hava tipi çözümlemelerimize göre, önümüzdeki en az 10 günlük dönemde Türkiye’nin genel olarak kuzeybatı, batı ve güney bölgelerinde, özellikle Batı Anadolu’da Biga Yarımadası, Ege (çok sıcak ve kuru), Güneybatı Anadolu ve Batı Akdeniz bölümleriyle (çok sıcak ve kuru), Antalya, Adana ve İskenderun yöreleri ve Güneydoğu Anadolu’nun hemen tamamıyla, Doğu ve İç Anadolu’nun batı ve güney bölümlerinde ortalama hava sıcaklıkları uzun süreli ortalamalarına kıyasla yaklaşık 3-6 santigrat derece (°C) daha sıcak geçecektir (Şekil 1a). Bu dönemde, en yüksek (maksimum) hava sıcaklıkları, Güney Marmara’nın güneyi, Ege Bölgesi, Antalya ve Adana-İskenderun yöreleriyle Güneydoğu Anadolu Bölgesi’nin hemen tamamında 40 °C’ye ulaşacak, Ege ve Güneydoğu Anadolu bölgelerindeki bazı yerlerde 40 °C’yi aşabilecektir (örneğin, Aydın, Denizli, Kilis, Şanlıurfa, Diyarbakır, Batman, vb.) (Şekil 1b).

Şekil 1: 2 m’deki (a) günlük ortalama hava sıcaklıklarının uzun süreli ortalamalarından (1979-2000) farklarını (anomalilerini) ve (b) günlük en yüksek (maksimum) hava sıcaklıklarının 10 günlük ortalama öngörüsel hava durumu tiplerini gösteren haritalar (24 Temmuz – 2 Ağustos 2022). [Orijinal Harita Kaynak: ClimateReanalyzer.org.]

Ne yapmalı?

Bu yüzden, tropikal Afrika, Güney Asya ve Orta Doğu kökenli uzun süreli sıcak ve çok sıcak hava koşulları, bazı merkezlerde sıcak hava dalgalarına dönüşebilecektir. Bu nedenle hemen bugünden başlayarak sıcak ve çok sıcak hava koşullarının yaşanabileceğinin öngörüldüğü ya da beklendiği yerlerde (bölge, il, ilçe, köy, vb.), günün 11:00-17:00 saatleri arasında Güneş altında ve sıcakta kalmamaya çalışın. Günün bu saatlerinde yüksek enerji isteyen ve aşırı su kaybına yol açacak fiziksel etkinliklerden, şiddet derecesine göre -en düşükten en yükseğine doğru- sırasıyla ısı krampından, ısı bitkinliğinden ve yaşamsal tehlikeli sıcak çarpmasından (çok yüksek sıcaklıklarda şiddetli sıcak çarpması) ve susuz kalmaktan kaçının

Özetle, “GÜNÜN ÖNERDİĞİMİZ 11:00-17:00 SAATLERİ ARASINDA GÜNEŞ ALTINDA KALMAMANIZI, AĞIR FİZİKSEL ETKİNLİK VE ÇALIŞMA YAPMAMANIZI VE BOL BOL SERİN SU, AYRAN, EV YAPIMI MEYVE SUYU, ŞERBET, LİMONATA VE ÇOK SICAK OLMAYAN ÇAY (KOLA VE DİĞER GAZLI İÇECEKLER DEĞİL) İÇEREK VÜCUT SICAKLIĞINIZI KONTROL ALTINDA TUTMANIZI, ARTIYORSA BUNU YAKINLARINIZDAN YARDIM ALARAK YA DA SAĞLIK KURULUŞLARINA BAŞVURARAK ÖNLEMENİZİ, BUNLARI YAPARAK İKLİM KONFORUNUZU YÜKSELTMENİZİ VE HER KOŞULDA SU GEREKSİNİMİNİZİ KARŞILAMANIZI ÖNERİYORUM!”

Ayrıca, yukarıdaki 10 günlük hava durumu öngörümüze göre, Türkiye’nin Güney Marmara, Ege ve Akdeniz bölgelerinde yangın tehlikesinin artacağını da açıkça bir kez daha ve güçlü bir biçimde vurgulamam gerekiyor.

Sonuç olarak, bugünle birlikte kez daha olasılıkla önümüzdeki en az 10 günlük dönemde zaman zaman kuvvetli ve hamleli esebilecek olan kurutucu rüzgârlar ve sıcak hava, patlamaya hazır birer yanıcı maddeye dönüşmüş olan, ormanlar, çalı ve makilikler, çayır ve meralar, anızlar, kuru tarla ve bahçelerin vb. daha da kurumasına neden olacaktır, yani yangına daha elverişli hale getirecektir.

Burada saydığım arazilerde, piknik yerleri, anız ve yerleşim alanlarının çevrelerinde yüksek alarm durumunda olunması gerekir.

Hangi nedenle olursa olsun bu günlerde çıkabilecek küçük bir yangın yönetilmesi ve denetlenmesi zor olacağı için büyük yangınlara dönüşebilir.

 

Homofobik saldırıya uğrayan LGBTİ+’lar: Mahallelerimiz, sokaklarımız, şehirlerimiz, hepsi bizim

İstanbul, Kadıköy’e bağlı Yeldeğirmeni’nde 21 Temmuz’da LGBTİ+’lar evlerine giderken homofobi saldırılan hedefi oldu. Dört LGBTİ+’ya boruyla saldırılmaya çalışılırken, nefret söylemiyle birlikte hakaretler edildi. 

Olayla ilgili daha sonra bir açıklama yapmak isteyen LGBTİ+’ların basın açıklaması da engellendi. Nefret saldırısına uğrayan LGBTİ+’lar basın açıklamalarını ancak yazılı bir şekilde yapabildi. LGBTİ+’lar “Mahallemiz bizim” diyerek diğer lubunyalara destekte bulundu ve birlik mesajı verdi.

Homofobik saldırılar ve tehditler nedeniyle basın açıklaması yapmaları engellenen LGBTİ+’lar evlerinin yolunda uğradıkları saldırıları şöyle anlattı:

Kadıköy’de nefret suçu: Tekmeler, yumruklar, hakaretler…

“Kadıköy Yeldeğirmeni’nde 21 Temmuz saat akşam 21.00’da, dört lubunya evlerimize doğru ilerlerken, tanımadığımız bir erkeğin gözlerini dikerek bize yöneldiğini gördük. Kişi, kısa süre sonra bizim beraber yürüdüğümüz kaldırıma geçip, üzerimize doğru bir hamle yaptı. Bir arkadaşımızın ona neye baktığını sorması üzerine saldırgan üzerimize yürüyüp, bizim varlığımıza açtıkları savaşı; ettiği küfürlerle ve bütün mahalleye duyurduğu tehditlerle açıkça gösterdi. ‘İbnelerin hepsini yok edeceğim’ ettiği tehditlerden yalnızca bazıları oldu. Hemen ardından bir binanın su gider borusunu kopartıp bizlere onunla vurmaya kalkıştı. Kıvrak bir şekilde elindeki boruyu ondan almamıza rağmen etraftan gelen sözde mahalle arkadaşları sayıca üstünlük kurup, dört bir yandan bizlere saldırmaya, yumruklamaya, tekmelemeye başladılar” denildi.

‘Kalplerindeki nefrete, gözlerinde boşu boşuna yanan öfkeye aşinayız’

Kavgayı ayırmaya gelen esnaf ve mahalleliden; saldırganları ve yaptıklarını “mahallenin belalı çocukları” olmaları gibi sebeplerle aklamaya çalışanlar olduğunu vurgulayan LGBTİ+’lar, “Hedeftekiler LGBTİ+ olunca soğukkanlılıkla, kılını dahi kıpırdatmadan izleyen, gözünün önündeki acıyı gözardı etmeye çalışan, insanlıktan nasibini almamış esnafları ve mahalleliyi gördük. Yardımımıza koşan esnaflar oldu; onları da, saldırganların yanına katıp bizlere vuran mahallelileri biliyoruz. Kalplerindeki nefrete, gözlerinde boşu boşuna yanan öfkeye aşinayız” denildi ve eklendi:

“Olayların ardından mahalledeki sokaklara, bizleri tek yakalamak için saklanan bu çete üyelerine karşı çözümümüz birlik olmaktı. Bu çözüm, görüyoruz ki altından geçtiğimiz kara bulutların içinden bizi kurtarabilecek yegane varoluştur.”

‘Kendi yaşamlarını sürdürmektense bize saldırıyorlar’

“Bu mahlukların, bunların mensup olduğu çetelerin ve üç maymunu oynayan mahallelinin nereden destek aldığı çok açık” denilen açıklamada, şunlar aktarıldı:

“İktidarın, yaşam alanlarımıza Esay Eryaman’da, Bayram Sokak’ta ve Türkiye’nin her yerinde nasıl bir öfkeyle saldırdığı ortada. İstanbul Sözleşmesi’nden çıkan, kadınların ve LGBTİ+ların varlığına savaş açan, faillerimizi koruyan bu iktidarın her yerinden fışkıran nefret, bu mahalle çeteciliği oynayanlara da vuruyor, bu aldıkları güç, nefretlerini perçinleniyor; kendi yaşamlarını sürdürmektense, bizlere saldırıyorlar.”

‘Basın açıklaması düzenlemek istedik, yüzlerce polis ve çevik kuvvet mahalleye doluştu’

Saldırının ertesi günü açıklama yapmak isteyen ancak bu da engellenen LGBTİ+’lar olayı şöyle anlattı:

“Tüm bu olayların üzerine, 22 Temmuz günü bir basın açıklaması düzenlemek istedik. Baktık ki yüzlerce polis, çevik kuvvet mahalleye doluştu. Bu polislerin etrafında ise dünkü ‘mahalle çocukları’ konuşlanmış, yanlarından geçen kadın ve LGBTİ+lara ağza alınmayacak küfürler ve tehditler ediyorlardı. Hem devletin hem de faşist çetelerin mahallede yaşayan LGBTİ+lar için oluşturacağı risk, alınan kararlar neticesinde eylemi iptal etmek için yeterince büyük görüldü ve dağıldık. Biz dağılsak da tıpkı HDP binalarının etrafına, tıpkı Hisarüstüne yapıldığı gibi, burada da polis yoğunluğu arttırıldı.”

‘Mahallelerimiz, sokaklarımız, şehirlerimiz, hepsi bizim’

Açıklamada Türkiye’de yaşanan baskıcı ortam ve tehditvari açıklamalarla hedef gösterilen lubunyalara şöyle seslenildi:

“Duyun lubunyalar: mahallelerimiz, sokaklarımız, şehirlerimiz, hepsi bizim. Bizi yok etmeye çalışanlara karşı, zaman birbirimize sıkıca kenetlenme zamanı. Mahallemizde, sokağımızda, okulumuzda örgütlenmek; hak mücadelelerimiz, özgürlüğümüz için kol kola girmek, yapabileceğimiz en önemli şey, hem de bugün, hemen şimdi.”

 

Avustralya’dan Marmara Gölü’ne ekosistemler çöküyor

Geçtiğimiz haftalar içinde Nature’de yayınlanan bir makale, doğal yaşam alanlarıyla ünlü Avustralya kıtasında ekosistemlerin hızla çöktüğünü göstermesi açısından ilginçti. Avustralya’da her beş yılda bir düzenli olarak ve hükümet desteği ile kıtanın ekosistemlerinin son durumları ile ilgili bir araştırma yapılıyor.  Son araştırmanın sonuçları, makaleye göre geçtiğimiz günlerde kamuoyuna sızdı ve beklenenden daha korkutucu sonuçlar ortaya koydu. İklim değişikliğinin etkileri, habitatların kaybı, istilacı türlerin çoğalması, artan çevre kirliliği ve vahşi madencilik koca kıtanın ekosistemlerini adeta bitirmiş. Üstelik araştırma Avustralya hükümetinin ekosistemleri yıkımdan korumak için yeterli çabanın gösterilmediğinin de altını çiziyor.

Avustralya’nın 2000 sayfalık son ‘Çevrenin Durumu’ raporunda can alıcı noktalar ise şunlar;

  • Koca kıtanın 19 büyük ekosistemi çöküşün eşiğinde,
  • Avustralya’da artık yerli olanlardan daha fazla yerli olmayan bitki türü var.
  • Avustralya’da diğer tüm kıtalardan daha fazla tür yok oldu
  • İncelenen her çevre kategorisinin tümü, 2016’dan beri daha da kötüleşmiş ve yarısından fazlası şu anda ‘kötü veya çok kötü ‘ durumda.

Araştırmaya göre Avustralya’ya özgü bir canlı olan koala bir önceki araştırmanın yapıldığı 2016 yılından bu yana türü yok olma tehdidi artan 200 canlıdan sadece biri… Yine büyük orman yangınları, yaşanan şiddetli kuraklıklar ve seller Avustralya’nın simgelerinden olan büyük set resifinde (Great Barrier Reef) mercanların yarısının kaybına yol açmış. Küresel iklim değişikliğinin etkisi ile sürekli ısınan deniz mercan kayalarını beyazlatmaya devam ediyor.  Avustralya Çevre Bakanı Plibersek araştırma sonuçlarından sonra “‘ekosistemlerin bu hızla yok edilmesine devam edilirse, ev denilince aklımıza gelen değerli yerler, manzaralar, hayvanlar ve bitkiler çocuklarımız, torunlarımız için burada olmayabilir” demiş.

Avustralya hükümeti tarafından resmi olarak yayınlanması önümüzdeki yıl mayıs ayında yapılacak seçimlerin sonuna bırakılan rapor hükümetin kıtanın ekosistemlerini korumak için verdiği sözleri tutmadığını ve bunun için ayırdığı bütçeyi de yıldan yıla sürekli düşürdüğünü de gösteriyor. Avustralya hükümetinin 2030 yılına kadar 2005 yılına oranla sera gazı emisyonlarını %43 düşürme sözü vermesine karşın bu konuda şu ana kadar somut bir adım da atmadığı biliniyor.. Avustralya halen dünyanın beşinci büyük kömür üreticisi ve en önemli ihracatçılarından… Başta kömür madenleri olmak üzere koca kıta hala madenciler tarafından delik deşik ediliyor.

‘Zaman kalmadı’

Avustralya geldiğimiz ürkütücü noktayı göstermesi açısından güzel bir örnek, diğer kıtalardan uzak, dev bir ada olan bu bölgenin istilacı bitki ve hayvan türleriyle işgali, bu kıtaya özgü türlerin neslinin hızla yok olması, küresel iklim krizi nedeniyle resiflerinin tükenmesi, koca kıtanın madencilik nedeniyle her tarafının delik deşik edilmesi insanın maddi çıkarları uğruna ekosistemleri nasıl umarsızca tükettiğinin trajik bir örneği… Aslında bu durum dünyanın her tarafında yaşanıyor. Tek fark Avustralya’da hükümetin her beş yılda bir bağımsız bilim insanlarına yaptırdığı araştırma ile bu durumu somut olarak ortaya koyması… Ülkemizde meslek odalarının çabası ile yapılan birkaç bölgesel küçük örneği dışında ekosistemlerin giderek çöküşünü gösteren bu tip çalışmalar yapılmıyor, yapılamıyor. Yapılmak istenilen çalışmalar da engelleniyor. Ancak artık mızrak çuvala sığmıyor.

Geçtiğimiz hafta içinde Manisa’dan kamuoyuna yansıyan bir haber bunun bir örneğiydi. Manisa’nın güneyinde yer alan Gölmarmara sınırları içindeki kuruyan Marmara Gölü ile ilgiliydi; bu haber… 2017 yılında “Ulusal öneme haiz sulak alan” olarak tescillenen Marmara Gölü son on yıllık dönemde yanlış sulama politikaları sonucu önce küçüldü, son iki yıl içinde ise tamamen kurudu. Gölü besleyen bütün derelerin, tüm uyarılara rağmen önleri kesildi, bölgede yanlış tarımsal sulama politikaları uygulandı. Birçoğu endemik türlerden olan sucul kuşlar ve balıklar yok oldu. Gölden balıkçılık yaparak geçinen çevresindeki yedi köy halkı şimdi kuruyan, yok olan bu ekosistemin üzerinde tarla açma savaşında… Bu savaş geçtiğimiz hafta silahlı çatışmaya kadar gidince şimdi kuruyan göl yatağında Jandarma nöbet bekliyor.

Uygulanan yanlış tarımsal sulama politikalarına yapılan bilimsel eleştirilere yıllarca kulaklarını tıkayan merkezi yönetim, şimdi Bozdağ’dan bölgeye su getirerek gölü yeniden canlandırma peşinde… Daha öncede Gediz nehrinden göle su taşınması düşünülmüş, Gediz nehrindeki kirlilik nedeniyle vazgeçilmişti. Ancak uzmanlar Bozdağ’dan su taşımanın da kesin çözüm olmadığını belirtiyor. Evrensel’den Özer Akdemir’e konuşan Süleyman Demirel Üniversitesi (SDÜ) Su Ürünleri Fakültesinden Emekli Öğretim Üyesi Doç. Dr. Erol Kesici gölün çevresi ile korunması gerektiğine dikkat çekiyor ve taşıma suyla gölün doldurulamayacağını söylüyor. Göle gelen derelerin önünün yıllardır kesik olduğuna dikkat çeken Kesici her şeyden önce bunun giderilmesi gerektiğinin altını çiziyor.

Avustralya’dan ülkemize, ekosistemler para hırsı ile daha çok sömürülüyor, doğal kaynaklar yok ediliyor. Avustralya’da yapılan çalışma son beş yıl içinde bu doğa sömürüsünün sonuçlarının daha da ölümcül olmaya başladığını gösteriyor. İnsanın ekosistemin eşit bir parçası olduğunu anlayabilmesi için Avustralya’daki çalışmanın da net olarak gösterdiği gibi artık zaman kalmadı.

 

Aktivistler hayvanat bahçesi önünden seslendi: Soykırım kamplarına izin vermeyeceğiz

Haber: Mehmet TEMEL

*

Doğanın Çocukları tarafından İstanbul, Çekmeköy Hayvanat Bahçesi önünde eylem gerçekleştirildi.

Hayvanlar üzerindeki sömürüyü eğlenceleştiren sisteme karşı Doğanan Çocukları tarafından yapılan basın açıklamasına saldırı girişiminde bulunuldu.

Dün Hayvanat Bahçesi önünde yapılan basın açıklamasıyla hayvan hapisanelerinde canlıların sistematik sömürüye maruz kaldığına işaret edilerek şiddet aracılığıyla bir eğlence aktivitesi olarak nesneleştirilen hayvanlara dikkat çekildi.

Fotoğraf: Mehmet Temel

Eylemi gerçekleştiren Doğanın Çocukları’nın basın açıklamasında şu ifadeler kullanıldı:

“Rant ve talan uğruna ekokırım suçu işlenerek ormanların bahçeleştirilmesine, biyoçeşitliliğin baskı altına alınmasına, soykırım kampları kurulmasına izin vermeyeceğiz.”

Fotoğraf: Mehmet Temel

Laboratuvarlardan hayvan hapishanelerine, çiftliklerden mezbahalara, akvaryumlardan sirklere ve petshoplara kadar tüm hayvanların bulunduğu merkezlerin mevcut yasalar tarafından korunduğuna dikkat çeken Doğanın Çocukları bu işkence düzenine karşı mücadelelerine devam edeceklerini bildirdi.

Fotoğraf: Mehmet Temel

Basın açıklaması okunduğu sırada görevlilerden biri basın açıklamasına saldırı girişiminde bulundu. Görevlinin bütün engelleme, saldırı girişimine karşın basın açıklaması tamamlandı ve sloganlar eşliğinde eylem sonlandırıldı.

Yasaklara bir yenisi eklendi: Kozlu Müzik Festivali iptal edildi

Zonguldak‘ın Kozlu ilçesinde 28-31 Temmuz tarihleri arasında bu yıl ikincisi düzenlenecek müzik festivali, ilçe kaymakamlığı tarafından iptal edildi.

Festival organizasyonu, yaptığı iptal duyurusunda,“Bu yıl ikincisini düzenlemek üzere büyük özveri ile uzun süredir çalışmalarını sürdürdüğümüz ve siz değerli müzikseverlerin yoğun ilgi gösterdiği Kozlu Müzik Festivali etkinliğimizi, festivali ruhuna uygun bir şekilde yapamayacağımız için, ilan ettiğimiz 28-31 Temmuz tarihleri arasında gerçekleştiremeyeceğimizi üzülerek bildiriyoruz” denildi.

Festivalde üç gün boyunca Yeni Türkü Manga, Emre Aydın, Pinhani, Hayko Cepkin, Ogün Sanlısoy, Niyazi Koyuncu gibi birçok sanatçının sahne alması planlanıyordu.

Etkinliğin, alkollü içecek tüketimi nedeniyle ‘hedefte olduğu’ belirtiliyordu. AKP‘li Kozlu Belediyesi Başkanı Ali Bektaş, daha önce yapılan ‘alkol tartışması’ ile ilgili, “alkolsüz olacak ama alkolün dışarı satımına da karışamam” açıklamasında bulunmuştu.

Cumhuriyet‘in haberine göre belediye, iptal nedenine ilişkin resmi açıklamanın daha sonra yapılacağını belirtti. CHP Zonguldak Merkez İlçe Başkanı Ebru Uzun, şöyle dedi:

” Gençlerin ve halkın heyecanla beklediği bir festivaldi bu. Mevzuatla açıklanabilecek bir şey değil aslında. Akşam 22.00 ve sabah 06.00 saatleri arasındaki alkol satışının yasak olması ve gece 12’den sonra müzik yasağı gibi gerekçelerle iptal ettiler. Geçen sene de yapılmıştı aynı sponsorlarla ve hiçbir sorun yaşanmamıştı. Kozlu halkı da çok mutlu olmuştu, eğlenmişti. Geçtiğimiz bir ay içerisinde Çaycuma, Devrek, merkez ve şu an Ereğli‘de belediyelerimizin düzenlemiş olduğu festivaller var. Bu mevzuat oralarda yok muydu diye bu kaymakam beye sormak lazım. Bu sene Kozlu için verilen bu kararı tamamen insanların yaşam tarzına müdahale olarak görüyoruz. Kozlu Kaymakam vekilinin kraldan çok kralcı bir tavırla göze girme çabası olarak değerlendiriyoruz.”

Gülşen konseri de iptal edildi

Türkiye‘de aylardır konser ve etkinlikler iptal ediliyor.

Sahnede giydiği kıyafetlerle bir süredir hedef gösterilen sanatçı Gülşen‘in 23 Temmuz’da Şile‘de vereceği konser de kaymakamlık tarafından iptal edildi.

Geçtiğimiz hafta da Dersim‘de düzenlenecek olan Munzur Festivali, Valilik tarafından yasaklanmıştı.

Daha önce Melek Mosso gibi kadın sanatçılar hedefe oturtularak konserlerine izin verilmemiş; Kürt müzisyenler Aynur Doğan ve Mem Ararat‘ın konserleri iptal olmuş, Niyazi Koyuncu ve Apolas Lermi’ye de izin verilmemişti.

Eskişehir’de Anadolu Fest, Ankara’da ODTÜ, İstanbul’da Yıldız Teknik Üniversitesi festivali gibi pek çok etkinlik de art arda yasaklanmıştı.

Seri konser yasakları devam ediyor: Melek Mosso’ya ‘ahlaksızlık’, Mem Ararat’a ‘güvenlik’ bahanesi
 ODTÜ ve YTÜ konserleri iptal edildi

 

İkizdere’deki 10 yalan Kadıköy’den haykırıldı: Verdiğiniz zararların vebalinden kaçamayacaksınız

Rize İkizdere’de Eskencidere Vadisi‘nde halkın yılardır süren itirazları, davalar ve bilirkişi raporuna rağmen süren Cengiz Holding‘in taş ocağı çalışmaları bu kez de Kadıköy’de protesto edildi.

İkizdere Çevre Derneği tarafından düzenlenen eylemde vatandaşlar “Direniş varsa umut da vardır” ve “Cengiz defol, ormanlar çocuklarındır” sloganları attılar.

Dernek tarafından yapılan basın açıklamasında“Doğu Karadeniz Bölgesi Dünya Doğayı Koruma Vakfı (WWF) tarafından dünyada biyolojik çeşitlilik açısından korumada öncelikli 200 ekolojik alandan biri olarak belirlenmiştir. Bölgeye bu özelliğini kazandıran ise binlerce bitki türü ve yaban hayatına ev sahipliği yapan Fırtına, Şeniz, Hemşin, Çağlayan, Arılı ve İkizdere gibi vadilerimizdir. İkizdere Vadisi doğal sit alanı Çevre, Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanlığı 13 Ağustos 2020 tarihli ve 170536 sayılı olur ile kısmen Doğal Sit- Nitelikli Doğal Koruma Alanı ve kısmen Doğal Sit- Sürdürülebilir Koruma ve Kontrollü Kullanım Alanı olarak tescil edilmiştir. Bölge halkının ve ileri gelenlerin yıllardır süren uğraşmaları sonucu Kültür ve Turizm Bakanlığı tarafından İkizdere Vadisi’nin bölgenin yeni turizm destinasyon alanı olması projede mevcuttur. Bütün bunlara rağmen halkımız taş ocaklarına karşı her türlü hukuki ve meşru mücadelesini vererek bir an önce bu yanlışlıktan geri dönülmesini haykırdı” denildi.

Dernek Kadıköy’de, haklı tepkiyi susturmak ve İkizdere halkını yatıştırmak için bölgeye gelen Ulaştırma Bakanı ve bürokratların köylülere verdikleri sözleri hatırlattı ve eyleme katılan vatandaşlar bunların birer yalan olduğunu haykırdı. Verildiği belirtilen sözler ve vatandaşların söz konusu sözlere yanıtları şöyle:

https://twitter.com/ikizdere_icder/status/1550919902810316806?t=k5m4_GmUezdCo8LoxStOnw&s=08

  1. Verimli toprak depolanacak: Yalan, toprak denize dökülüyor. Depolanıyorsa depolama görüntüleri halkla paylaşılsın.
  2. Toz olmaması için düzenli sulama yapılacak: Yalan, hiçbir sulama görüntüsüne tanık olmadık, tozdan nefes alamaz haldeyiz. 
  3. Sular çamurlu akmayacak: Yalan, taş ocağı başladığından beri içme suyumuz çamurlu akıyor hayvanlarımız dahi içemiyor. İçme sularımızı marketten temin ediyoruz. 
  4. Sürekli hava ve gürültü ölçümleri yapılacak: Nefes alamadığımız bir ortamda hava ölçümleri yapılıyorsa sonuçları halkla ve basınla paylaşılsın. 
  5. Vadide ikinci bir ruhsat verilmeyecek: Yalan, şu anda iki ocak çalışıyor ve ihtiyaca göre yenileri eklenecek.
  6. Limanda 8 bin kişi çalışacak: Yalan, Trabzon Artvin ve Rize limanlarında sadece 500 kişi çalışırken burada nasıl 8 bin kişi çalışacak
  7. Taş ocağı alanı 13,5 hektar olmayacak: Yapılan limanın yüzde 5’i bitirildiği halde ormanın yarısı yok edilecek
  8. Çay bahçelerine dokunulmayacak: Taş ocağının yanında bulunan çay bahçeleri sahiplerine sorulmadan acil kamulaştırılıp elinden alınmıştır.
  9. Doğa tahrip olmayacak: Yaban yaşamı yok olmuştur. Binlerce yıldır var olan ağaçlar diplerinden sökülerek geri dönüşü olmaz tahribatlar oluşmuştur.
  10. Depolanan verimli toprak iş bitiminde taşınacaktır: Verimli toprak kamyonlarla denize dökülüyor. Bir basını açıklamasında 10 yalan fazla değil mi sayını bakan?

https://twitter.com/ikizdere_icder/status/1550920444278104064?t=VFQ0yP_9xdhFl3o5JMUt8g&s=08

Son olarak yapılan açıklamada şu ifadelere yer verildi:

“Ormanların ve doğal yaşam alanlarının korunması artık vazgeçilmez bir sorumluluktur. Taş alarak doğaya ve yaşam alanlarına verdiğiniz zararların vebalinden kaçamayacaksınız.

https://twitter.com/ikizdere_icder/status/1550921052796108800?t=8GOBHbeulzmTMuWGRLpPMQ&s=08

Bugünden itibaren ülke çapında sıcaklıklar artacak

Meteoroloji Genel Müdürlüğü (MGM), Marmara‘nın batısı ve Akdeniz kıyılarında mevsim normalleri üzerinde seyreden hava sıcaklıklarının, hafta ortasından itibaren iç ve doğu kesimlerde de artacağı uyarısını yaptı.

Kıyılarda yağış ve nemin de azalması, ve rüzgarın etkisini artırması bekleniyor.

Avrupa‘yı haftalardır etkisi altına alan sıcak dalgasında pek çok ülkee hayat durmuş, bine yakın sıcak nedeniyle ölüm kaydedilmişti.

‣ Aşırı sıcaklar iklim kriziyle mi ilgili?
‣ Sıcaklık ‘mevsim normallerinde’: Peki ya normal, normal değilse?

Meteoroloji uzmanı Kerem Ökten, özellikle İzmir, Aydın ve Muğla‘yı uyardı:

“Dikkat! Salı’dan itibaren İzmir, Aydın ve Muğla uzun süre 40 derecenin üzerinde seyredecek. Aydın’ın Temmuz sıcaklık rekoru 2 Temmuz 2017’de 44.8 dereceydi. 30 Temmuz’da rekor kırabilir. İzmir’de 9 Temmuz 2000’de 42.6 derece, Muğla’da 27 Temmuz 2007’de 42.1 ölçülmüştü…”

‣ Çok sıcak ne kadar sıcak?

 

Marmaris’teki yunus parkında bir yunus hayatını kaybetti: Bu dördüncü

Muğla’nın Marmaris ilçesinde faaliyet gösteren Marmaris Onmega Dolphin Park’ta Splash adlı yunusun hayatını kaybettiği açıklandı.

Edinilen bilgilere göre bu ölüm, tesiste kısa bir zaman diliminde gerçekleşen dördüncü yunus ölümü vakası.

Yunuslara Özgürlük Platformu’nun sosyal medya hesaplarından paylaştığı ölüm haberinde, tesis hakkında suç duyurusunda bulunulacağı, çeşitli rahatsızlıkları olduğu bildirilen kalan üç yunusun da zaman kaybetmeden deniz memelisi uzmanı veteriner hekimler tarafından sağlık kontrolünden geçirilmesi için başvuru yapılacağı belirtildi.

Platformun açıklamasında, “Elimize geçen kanıt niteliğindeki diğer fotoğraf ve videoları da kullanarak yunus parkına dava açılması için çabalayacağız. Splash ile birlikte diğer tutsak hayvanlar için adalet ve özgürlük talep ediyoruz” denildi.

Bu işletmeler hayvan haklarına, hukuka ve bilime aykırı

Yapılan açıklamada; “hayvan hapishaneleri” olarak tanımlanan yunus parkları gibi işletmelerde meydana gelen hayvan hakları ihlalleri vurgulanırken, aynı zamanda ulusal ve uluslararası mevzuatın da çiğnendiğine dikkat çekildi:

“Doğalarından kopardıktan sonra deniz memelilerini aç bırakmak suretiyle ceza-ödül sistemi ve zorla besleme uygulamalarıyla insana bağımlı hale getiren; ömür boyu esaret altında tutarak hayvanlara fiziksel ve psikolojik şiddet uygulayan bu hayvan hapishaneleri, en temelde hayvanların özgürce ve sömürüden uzak yaşama hakkını ellerinden alırken, diğer taraftan açıkça ulusal ve uluslararası mevzuata ve uzman sağlık kuruluşlarının görüşlerine de aykırı hareket ediyor.”

Tesisteki hayvanlar geçen yıldan beri hasta

Yunus parklarının kapatılması için yıllardır incelemeler yapan, Türkiye’de ve yurtdışında kamuoyu farkındalığı yaratmaya çalışan ve son yunus ölümüyle ilgili olarak Platform ile ayrıntıları paylaşan Media On Taiji Ocean Defenders adlı hayvan hakları örgütünün kurucusu, hayvan hakları aktivisti Tracey Özdemir, dünya çapında yunus parklarının tek tek kapatıldığını belirterek “Türkiye gibi doğal ve kültürel güzelliklerle dolu bir ülkenin zamana ayak uyduramayıp hayvan esareti konusunda bu kadar geri kalması, bu zalim endüstriye halen izin vermesi beni üzüyor” şeklinde konuştu.

Hayvana şiddetin ‘eğlenceli’ bir tarafı olmadığının ve yunusların okyanuslara ait olduğunun altını çizen Özdemir, “Marmaris yunus parkındaki hayvanlar geçen yıldan beri hasta. İçinde hapsedildikleri deniz suyunun kirliliği hem hayvanlar hem insanlar için sağlık riski oluşturuyor.

Çok kısa bir süre zarfında tesiste dört yunus hayatını kaybetti. Nedenleri gizlendiği gibi, nekropsiler de bağımsız deniz memelisi uzmanı veteriner hekimlerce yapılmıyor; her seferinde ‘doğal ölüm’ olarak yazdırılıyor. Sadece bu ölümlerin bile yetkilileri harekete geçirmesi ve bağımsız bir denetlemeyle hayvanların koruma altına alınması gerekiyor.

Tüm yunus parkları bir an önce kapatılmalı ve yunusla terapi adı altında sürdürülen, bilimsel ve etik düzeyde bilim camiasınca kabul görmeyen ticari faaliyetler acilen Sağlık Bakanlığı tarafından yasaklanmalı.

Yunus parkları kapatılmadı

Hayvanları Koruma Kanunu’nda geçtiğimiz yıl yapılan değişikliklere de değinilen açıklamada, yetkili kurumlar da hayvan ölümlerinden sorumlu tutuldu.

Yaygın kanının aksine Türkiye’de yunus parklarının kapatılmadığını ve hayvan gösterilerinin yasaklanmadığını belirten Yunuslara Özgürlük Platformu sözcüsü Öykü Yağcı, “Aksine, bu ticari işletmeler meşrulaştırılarak hayvan sömürüsü üzerinden elde ettikleri gelirlerin ve ticari faaliyetlerinin 10 yıl daha devamına izin verildi” dedi.

Yağcı, kanunnda 2021’de yapılan son değişikliklerin hayvanların yararına olmadığını ifade etti:

“2010 yılından bu yana TBMM komisyonlarına ve hükümet temsilcilerine sunduğumuz etik, hukuki ve bilimsel tüm dayanaklar siyasi ve ekonomik çıkarlar uğruna yok sayıldı. Yıllardır görüşmelerimiz sırasında ve resmi başvurularımızda paylaştığımız hayvan ve insan sağlığı açısından bulaşıcı hastalık ve kaza/ölüm risklerine dair sağlık kuruluşlarının, sivil toplum kuruluşlarının ve akademisyenlerin uzman görüşleri görmezden gelindi.

Diğer yunus parklarında gerçekleşen ve platformumuzca bildirilen hayvan ölümlerine karşı hiçbir yaptırım uygulanmadı. Kanundaki son değişikliler, neredeyse bütünüyle hayvan sömürüsünden gelir elde eden ticari işletmelerin ve hayvan düşmanlarının yararına tasarlanmış durumda.”

Tüm bunlara rağmen yunus parklarının kapatılmaması, hayvan esaretinin ve gösterilerinin yasaklanmaması; hayvan haklarının, hukukun ve bilimin alenen nasıl çiğnendiğini, kamuoyu tepkisinin bir kez daha nasıl görmezden gelindiğini gösteriyor.

Mühürlenen yunus parkı yeniden açılmıştı

2020’nin Temmuz ayında Marmaris Belediyesi, ruhsatla ilgili bir sorun sebebiyle yunus parkının satış ofisine ve gösteri merkezine kilit vurmuş, tesisi mühürlemişti. Ancak tesis daha sonra bilinmeyen bir nedenle tekrar açılmıştı.

Geçtiğimiz yıllarda bölgede faaliyet gösteren Mahakder ve Muğla Doğa ve Hayvan Hakları Platformu üyeleri, iki kez ilçede “yunuslara özgürlük” eylemi yapmış, tesisin kapatılması için Muğla Barosu Doğal Yaşamı Koruma ve Hayvan Hakları Komisyonu’nun desteğiyle Marmarislilerden imza toplamıştı.

Marmaris Çevrecileri Derneği de, yunus parkı çevresindeki deniz kirliliğini kayda almış ve deniz içinde hapsedilen yunusların gösteri ve terapiye zorlandığı tesisin kapatılması için dönemin Çevre ve Şehircilik Bakanlığı’na başvurmuştu.

Lapseki’deki ikinci altın madeninin ÇED toplantısı: Zehirlenen topraklardan sizin de çocuğunuz şeftali yiyecek!

Nurol Holding‘e ait TÜMAD Madencilik, Çanakkale‘nin Lapseki ilçesindeki siyanür liçli altın madenini, yaklaşık 480 hektarlık alanda daha genişletmek istiyor.

Halk ve çevre örgütleri, Kazdağları‘nda yüz binlerce ağacın daha kesilmesine sebep olacak, halkın kullanım ve içme suyu havzası olan Umurbey ve Bayramdere Barajları‘nı; şeftalinin, çileğin yetiştiği toprakları zehirleme tehlikesine sokacak bu projeye uzun süredir karşı çıkıyor.

Projenin ÇED süreci için Ankara‘da gerçekleştirilen İnceleme Değerlendirme Toplantısı’na katılan Avukat İsmail Hakkı Atal‘la, firmanın vaatlerini, siyanür liçli altın madenciliğinin halka bedellerini konuştuk.

Bize halkı ‘nasıl zehirlemeyeceklerine’ dair yalan söylediler

Atal, projenin Çevre Etki Değerlendirme Raporu’nu sunan Mikto Danışmanlık firmasının, su kullanımı, siyanürün arkasında bırakacağı felaketler, bölgedeki kanser oranları ve daha pek çok konudaki sorulara yanıt veremediğini anlatıyor:

“2004 yılından bu yana AKP hükümetinin orman ve madencilik ile ilgili mevzuatlarda yıllardır yapılan değişikliklerin hiçbirinin uygulanabilirliği yok, çünkü hem Anayasa‘ya hem uluslararası sözleşmelere hem de kendinden önceki kanunlara aykırı. Ama ÇED toplantılarında firmalar, bakanlık yetkilileri tarafından hep ‘mış gibi‘ yapılıyor: Her şey yasaya, kuralına uygun’muş’ gibi, herkes görevini yapıyor’muş’ gibi…

Giresun Şebinkarahisar‘ı, İliç‘i denetleyebildiniz mi? Hayır. Bakın Çevre ve Şehircilik Bakanı Kurum, Kastamonu Bozkurt’a ikinci kez gitti. Bozkurt’ta ikinci kez sel oluyor. Neden? Siz ağaçları kestiğiniz için! Oraya gidip ‘ah vah’ edeceğinize, vermeseydiniz ÇED onaylarını!”

Bir ayda iki maden felaketi: ÇED Olumlu raporlarını kim imzalıyor?
ÇMO: Ayvalık ve Şebinkarahisar’da ekolojik yıkım suçu işlendi

Siz kaynakları tükenmez mi sanıyorsunuz?

Siyanür liçli altın madeninin, hele de iklim krizi koşullarında toprağa ve çevreye nasıl zararlar verdiğini, yarattığı ağır metal kirliliğini anlatan Atal, bölge halkının TÜMAD’ın halihazırda işletilen altın ve gümüş madeni nedeniyle tarımdan nasıl verim alamadığını anlatıyor:

“Şeftalilerden eskisi kadar verim alamadığını anlattı çiftçi arkadaşımız o toplantıda. Siz o ağır metalleri doğaya salar, toprağı, suyu kurutursanız, tabii ki verim düşer. Açtığınız altın madeniyle asit yağmuru gibi riskleri artırıyorsunuz. O ağır metaller, kirlilik, toprağa, hidrolik döngüye karışıyor, yağan yağmurla şeftaliye, çileğe düşüyor; hepimizin içtiği suya, yediği besine, hayvanlara bulaşıyor.

Bakanlık İliç’te Mart’ta yaptığı denetime işaret edip ‘siyanür yok’ dedi

Toplantıda o firmanın yetkililerine sordum: Bu topraktan sizin kendi çocuğunuz da meyve yiyecek, süt içecek. Siz Ay’da mı yaşıyorsunuz? Türkiye’de besinlerde etiketlerde ‘zehirli/zehirsiz topraktan geldi’ diye etiket mi var? Kaldı ki zehirlenmemiş kaç ekosistem kaldı ülkemizde? Bu bir akıl tutulması.

Halka ne kadar su kalacağını hesap ettiniz mi?

Yasalarda su kullanımının bir sıralamayla belirlendiğini hatırlatan Atal, birinci ve ikinci önceliğin halkın içme ve kullanma suyu olduğuna, üçücüncüde tarım ve hayvancılık, dördüncüde su ürünleri üretiminin geldiğine ve beşinci sırada sanayi ve enerjinin geldiğine altını çiziyor:

“Yani bütün bunlardan arda su kalırsa, siz bunu madeniniz için kullanabilrisiniz diyor . Siz iklim krizi koşullarında, bütün bu öncelikelri sağlayabilecek kadar su kalacağını hesapladınız mı?

TTB siyanürün etkilerini anlattı: Yaşananlar kapitalist sistemin doğayı kâr için sömürüsünün sonucudur

İş verdiğiniz her kişi için altı kişiyi işinden ediyorsunuz

Atal, altın madenciliğinin, halka ‘istihdam ve kazanç yaratacağı’ savunusuyla sunulduğundan da bahsederek bu argümanı, altın madenleriyle çevrili ama halkın sokaklarda aç gezdiği Gana‘da yapılan ve ‘altın madenciliğinin istihdam ettiği her kişiye karşılık, sağlığından edilerek iş gücünden yoksun bırakılan, tarım ve arazilere verilen zarar yüzünden işlerini yapamaz hale gelen insanlarla hesaplandığında, madenin iş kazandırdığı her insan için altı kişiyi işinden ettiği’ sonucuna varılan bilimsel çalışmayla çürütüyor.

Atal’a göre Türkiye’nin kökten bir değişime ihtiyacı var:

“Madencilik gibi bir sektörü, kar hırsıyla hareket eden bir özel sektörün eline asla ama asla bırakamayız. Çözüm, bu konuda neoliberal, kapitalist politikaların terk edilmesi ve devletin de, yalnızca ülke ihtiyacını karşılayacak kadar, az üretimle bu işi devralması. İklim krizi koşullarında, böyle bir lüksümüz yok; dünyanın daha fazla aşırı üretim ve tüketimi kaldırabilecek gücü yok.”