Ana Sayfa Blog Sayfa 830

AB raporu: Fosil yakıt altyapısına yeni yatırımlar olmadan da enerji güvenliği sağlanabilir

Avrupa Birliği’nin (AB) orta vadeli iklim hedeflerine uyarak ve enerji güvenliğini tehlikeye atmadan 2022 kışına ve 2025’e kadar Rusya‘nın gaz arzının tamamen kesilmesiyle nasıl başa çıkabileceğini değerlendiren “İklim Eylemi yoluyla AB Enerji Güvenliğini Sağlamak” başlıklı raporu bugün yayımlandı.

AB, daha önce görülmemiş düzeyde bir enerji güvenliği sorunuyla karşı karşıya. Şu anda tartışılan kısa vadeli önlemler arasında ek gaz ithalatının güvence altına alınması, kömür gibi diğer fosil yakıtların kullanımının geçici olarak artırılması ve tüketici odaklı talep yönlü eylemlerin hızla artırılması yer alıyor.

Raporda ise Rusya’dan doğal gaz arzını kesmeye yönelik bir çözüm olarak ortaya çıkan yeni LNG (sıvılaştırılmış doğal gaz) alyapılarına yatırım yapmanın karlı olmadığının altı çiziliyor.

Rapora göre çözüm, yakın zamanda duyurulan ‘Fit for 55’ ve ‘REPowerEU’ programlarını hızlı ve tam olarak uygulamak.

Bu, yenilenebilir enerji kaynaklarının hızlıca yaygınlaştırılması, enerji verimliliği ve elektrifikasyonun yanı sıra, yeni kara veya borulu gaz altyapı projelerinin inşasına gerek kalmadan önümüzdeki 36 ay boyunca LNG ithalatının geçici olarak artırılmasını içeriyor.

Yüzer LNG terminalleri ek tedarik sağlayabilir ama uzun vadede çözüm yenilenebilir enerji

“Doğal gaz arzının azalması nedeniyle, Avrupa’da geçici olarak kömür kullanımı kaçınılmaz” diyen rapora göre Rus gazı tamamen kesilirse, bu kış hanelere arzı sürdürmek için fabrikaların kapatılması ve personelin izne çıkarılması gerekebilir:

“Gaz talebini azaltmak için birçok araç mevcut olsa da, tam bir kesinti Avrupa’yı enerji ihtiyacını karşılayacak yeterli arzdan yoksun bırakacak.”

Rapor, Rhodium Group, Agora Energiewende, Maryland Üniversitesi ve Ulusal Yenilenebilir Enerji Laboratuvarı araştırmacıları da dahil olmak üzere ECF ve Hewlett Vakfı‘ndan birçok araştırmacının analizlerine dayanıyor.

Raporun Avrupa’nın enerji ihtiyacına yönelik diğer bazı tespitleri şöyle:

  • Doğal gaz altyapısında büyük çaplı yeni yatırımlara gerek yok. Yeni LNG terminalleri, ekonomik açıdan karlı olabilmesi için 10 yıldan fazla süreye ihtiyaç duyar; ancak AB’nin doğal gazı 2030 yılına kadar yaklaşık yüzde 30  azaltma planı olduğu için 2025 yılından sonra bu varlıkların kullanımı elverişsiz hale gelecek.

2022 veya 2025 yılına kadar yerli doğal gaz üretimini artırmak için somut seçenekler yok. Yeni yüzer LNG terminalleri bir miktar ek tedarik sağlayabilir, ancak doğal gaza mecbur kalmamak için süreli sözleşmeler yapılmalıdır.

Enerji güvenliği için her yıl dört kat daha fazla güneş enerjisi kurulumu yapmak zorunda

  • Bununla birlikte, Avrupa ülkeleri yerel, uygun fiyatlı enerjiyi güvence altına almak için her yıl dört kat daha fazla güneş ve üç kat daha fazla rüzgar kurulumu yapmak zorunda kalacak.

Rüzgar enerjisi, güneş enerjisi, elektrifikasyon ve enerji verimliliğine yönelmek, Avrupa’nın bu krizden enerji güvenliği konusunda daha güçlü ve iklim değişikliğiyle mücadelede lider olarak çıkmasına yardımcı olacak.

Rapor, karar vericiler için de altı öneride bulunuyor:

  • Rüzgar ve güneş enerjisi projeleri için hızlandırılmış izin süreçlerinin uygulanması,
  • Enerji verimliliğini artırmak için kamu yararının öne çıkarılması ve finansman programlarından yararlanılması,
  • Sanayide elektrifikasyonun hızlandırılması,
  • Güçlü bir ekipman ve tedarik politikasının hazırlanıp uygulamaya koyulması,
  • Yenilenebilir enerji projeleri ve haneler için ısı pompası kurulumu konularında insan kaynağını geliştirilmesi,
  • Kısa süreli sözleşmelerle, geçici olarak Yüzer LNG Depolama ve Gazlaştırma Üniteleri (FSRU) ile gaz yatırımlarının sınırlandırılması

Uluslararası Enerji Ajansı (IEA) Başkanı Dr Fatih Birol, rapordaki önsözünde şu ifadelere yer veriyor:

Avrupa ve dünya, günümüzün enerji güvenliği krizi ile iklim krizi arasında seçim yapmak zorunda değil. Rusya’dan kaybedilen arzın, bazı durumlarda başka yerlerdeki fosil yakıt üretimindeki kısa vadeli artışlarla değiştirilmesi gerekirken, her iki krize de kalıcı çözüm, enerji verimliliğine, yenilenebilir enerji kaynaklarına ve diğer temiz teknolojilere yapılan yatırımların büyük ölçekli ve hızlı bir şekilde artırılmasıdır.

Avrupa İklim Vakfı‘nın CEO’su Laurence Tubiana da “Yetersiz bir yanıtla karşılaşan bu enerji krizi, toplumsal bir krize yol açacaktır” diyor:

“Yükselen enerji ve emtia fiyatları ile yaşam maliyeti üzerindeki yoğun baskıların birleşimi, Avrupa’daki hükümetler için büyük bir zorluk teşkil ediyor. Bu nedenle, güçlü sosyal politika önlemleri, enerji tepkisi kadar hayati olacaktır: hanehalklarının karşılaştığı artan maliyetlere yanıt vermek ve hedeflenen enerji verimliliği programları aracılığıyla yakıt yoksulluğunu gidermek.”

Şırnak’ta kesilen ağaçlar, ‘önce vatan’ yazılı tırlarda batı illerine taşınıyor

Şırnak’ın Besta, Cudi ve Gabar bölgelerinde iki yılı aşkın bir süredir asker gözetiminde koruculara kestirilen ağaçların, “Önce vatan” yazılı tırlarla başka illere taşınması görüntülendi.

Şırnak’ta özellikte Besta bölgesindekesilen ağaçlar, her gün onlarca tıra yükleniyor.

Şırnak-Cizre yolunda Kayseri, Tekirdağ, Adana, Çorum plakalı çok sayıda tırın, kesilen ağaçları genellikle batı illerine taşıdığı görüntülendi.

‣ Şırnak’ta korucular eliyle ağaç kıyımı sürüyor
‣ Şırnak’ta ‘güvenlik gerekçesi’yle binlerce ağaç kesiliyor!

Mezopotamya Ajansı‘nın aktardığına göre, bir traktör yükü kadar ağaç 200 TL ile 300 TL arası ücret karşılığında kestiriliyor ve bir tonu yaklaşık bin liraya satılıyor.

İldeki ağaç kıyımına karşı hem ekoloji örgütleri hem vatandaşlar hem de hukukçuların mücadelesi sürüyor.

Şırnak Barosu Çevre Komisyonu, kentte ‘güvenlik’ gerekçesiyle yıllardır sürdürülen ağaç kıyımına karşı iki kez suç duyurusunda bulunmasının ardından, geçen haftalarda Kamu Denetçiliği Kurumu‘na şikayet başvurusu yapmıştı.

Çevre ve Kent Komisyonu Eş Sözcüsü Avukat Fadıl Tay, büyük bir doğa katliamı yaşandığını belirterek, “Bütün kamuoyu bu durumu sahada incelemeli ve tahribatı bizzat görmeli” çağrısında bulunmuştu.

‣ Şırnak’ta ağaç katliamı: Sessizliği tarih affetmeyecek

Askerlerin gözetiminde korucular tarafından yaklaşık beş yıldır büyük miktarda kesilen ağaçlar Haziran sonunda bir kez daha Meclis gündemine getirilmişti.

HDP Şırnak Milletvekili Hasan Özgüneş, ağaç kıyımlarının ardından hangi faaliyetlerin gerçekleştirildiğinin ve bu yıkımlardan kimlerin sorumlu olduğunun aydınlatılması için TBMM’ye araştırma önergesi vermişti.

Şırnak’ın Merkez, Cizre, Uludere, İdil, Beytüşşebap ve Silopi ilçelerindeki 22 ayrı bölgede ise geçen yıl Çevresel Etki Değerlendirme (ÇED) raporuna gerek görülmeden maden arama izni verilmişti.

Aydın Söke’de 50 hektar yandı: Soğutma çalışmaları sürüyor

Aydın‘ın Söke ilçesi Argavlı Mahallesi‘nin üst kesimindeki ormanlık alanda henüz belirlenemeyen bir nedenle çıkan yangında ilk belirlemelere göre, 50 hektarlık alan zarar gördü.

Yangına Orman İşletme Müdürlüğü ve itfaiye ekiplerinin müdahalesi sürerken sabah saatlerinde helikopter ve yangın söndürme uçakları da çalışmaya başladı. 

Yangının kısmen kontrol altına alındığını açıklayan Aydın Valisi Hüseyin Aksoy, 11 uçak, 18 helikopterin yanı sıra karadan da müdahelenin devam ettiğini söyledi.

Aksoy dün yaptığı açıklamada şiddetli rüzgar nedeniyle yangının kontrol alınmasında güçlük çekildiğini belirtti ve gece görüşlü helikopterlerin de devreye gireceğini söyledi: “Şu anda tahminen 50 hektarlık bir alanın zarar gördüğü değerlendiriliyor.  Temennimiz yangını kontrol altına almak ve zarar gören alanları yeniden yeşillendirmek, yeniden ormanlık vasfına kazandırmaktır.”

‣ 2022 yazı, Türkiye’de sıcak dalgaları ve orman yangınları bakımından nasıl geçecek?
‣ Yangınlarla hayvanların evlerine de ateş düşüyor: Peki onlara nasıl yardım edebiliriz?
‣ Orman yangınları giderek artacak: Dumanı ciddi sağlık riskleri taşıyor

Yangın sezonu

Akdeniz havzasındaki ülkemizde yükselen hava sıcaklıkları ve düşük bağıl nem sebebiyle yangın riski sürüyor.

Bu hafta Manisa, Adana, Muğla, Aydın, Mersin Kütahya, Uşak ve Bingöl‘de de ormanlık ve makilik arazilerde yangınlar çıktı.

Mersin’de Akkuyu Nükleer Güç Santrali’nin (NGS) inşaatında çalışan işçilerin konaklama alanı olan Büyükeceli’de  ormanlık alanda yangın çıkarken, Manisa Akhisar Hasköy Mahallesi‘nde çıkan yangın nedeniyle  40 kişi tahliye edildi.

Çoğu bölgede etkili olan şiddetli rüzgar, yangına müdaheleyi zorlaştırdı ve yangının büyümesine neden oldu.

 

 

 

 

 

Resmi Gazete’de bugün: 36 yeni fakülte kuruldu, 16’sı kapatıldı

Resmi Gazete‘de bugün yayımlanan Cumhurbaşkanı Kararı ile 22 üniversiteye 36 yeni fakülte, enstitü ve yüksekokullar kurulurken 16 fakülte kapatıldı.

Kapatılan fakültelerin çoğu Fen Edebiyat Fakülteleri olurken, yeni açılan fakültelerin çoğu da İnsan ve Toplum Bilimleri Fakültesi oldu.

Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan imzasıyla yayımlanan karara göre;

Bilecik Şeyh Edebali, Çanakkale Onsekiz Mart, Acıbadem Mehmet Ali Aydınlar, Fatih Sultan Mehmet Vakıf, İzmir Bakırçay, Kahramanmaraş Sütçü İmam, Kastamonu, Eskişehir Osmangazi, Marmara, Mersin, Ondokuz Mayıs, Pamukkale, Sakarya, Zonguldak Bülent Ecevit ve Aydın Adnan Menderes Üniversitelerinde “İnsan ve Toplum Bilimleri Fakültesi” kurulurken, ayrıca 12 yeni Fen Fakültesi de kuruldu.

İstanbul Bilgi ve Marmara Üniversitelerinde Uygulamalı Bilimler Fakültesi; Nişantaşı Üniversitesi‘ne Sağlık Bilimleri Fakültesi eklendi.

Kapatılan 16 fakültenin 15’i Fen Edebiyat Fakülteleri oldu, Bolu Abant İzzet Baysal Üniversitesi‘nde ise Teknoloji Fakültesi kapatıldı.

Kararla ayrıca Çukurova Üniversitesi Karataş Turizm İşletmeciliği ve Otelcilik Yüksekokulu‘nun adı, Turizm İşletmeciliği ve Otelcilik Yüksekokulu olarak değişti.

Kilis 7 Aralık Üniversitesi İslami İlimler Fakültesi’nin adı İlahiyat Fakültesi ve Kilis 7 Aralık Muallim Rıfat Eğitim Fakültesinin adı Kilisli Muallim Rıfat Eğitim Fakültesi olarak değiştirildi.

 

Orman yangınları giderek artacak: Dumanı ciddi sağlık riskleri taşıyor

İklim krizi koşullarında birçok ülkede orman yangınlarının sıklığı ve yoğunluğu artıyor.

Daha sık orman yangını, insanların da yangın dumanına daha sık maruz kalacağı anlamına geliyor.

Hava kirliliğinden daha zehirli olan orman yangını dumanı, havada haftalarca kalabiliyor ve yüzlerce kilometre yol kat edebiliyor. Kimyasallar ve partikül madde içeren bu dumanlar ciddi sağlık riskleri taşıyor. 

California Üniversitesi Sağlık ve Çevre Merkezi Direktörü Kent Pinkerton, orman yangınlarının sadece bitkisel materyalleri ve ağaçları değil; aynı zamanda şehirleri, içindeki araçları ve binaları da yaktığını hatırlatıyor.

Pinkerton, laboratuvar deneylerinin, belirli bir miktarda orman yangını dumanının, aynı miktarda hava kirliliğinden daha fazla iltihaplanma ve doku hasarına neden olduğunu gösterdiğini de ekliyor.

Ne gibi sağlık riskleri biliniyor?

Reuters‘ın aktardığna göre insanlar üzerinde yapılan araştırmalar, orman yangını dumanını daha yüksek kalp krizi, felç ve kalp durması oranları; astım ve diğer solunum rahatsızlıkları için acil servis ziyaretlerinde artış ve zayıflamış bağışıklık sistemiyle ilişkilendiriyor.

Bzı bölgelerde COVID-19 bulaşındaki artış da virüsün orman yangını dumanındaki partikül madde üzerinde yayılmasına bağlandı.

Hamilelikte orman yangınına maruz kalınmasını, düşük, daha düşük doğum kilosuve erken doğum ile ilişkilendiren çalışmalar var. Orman yangınları ayrıca göz tahrişi ve kaşıntılı cilt, kızarıklıklar ve diğer dermatolojik problemlerle de ilişkilendirildi.

İtfaiyeciler üzerinde yapılan araştırmalar, bu dumana  ağır maruz kalan işçilerde kanser için daha yüksek riskler olduğunu belgeliyor ancak halk için kanser riskleri hakkında daha az şey biliniyor.

Mayıs ayında The Lancet Planetary Health‘de yayımlanan bir araştırmada Kanadalı araştırmacılar, büyük şehirlerin dışında ve son on yılda bir orman yangınının 50 kilometre  yakınında yaşayan insanların, orman yangınına maruz kalmayan insanlarla karşılaştırıldığında yüzde 4,9 daha yüksek akciğer kanseri ve yüzde 10 daha yüksek beyin tümörü riskine sahip olduğunu belirtti.

İklim değişikliğinin vücudumuzdaki 10 etkisi

UC Sağlık ve Çevre Merkezi’nden Keith Bein, “Tekrarlanan maruziyetlerin hastalıklara neden olma olasılığı daha yüksektir, ancak insanların kaç yangına maruz kalacağı, yangınların ne kadar süreceğini veya dumanın ne içereceğini söylemek zor olduğu için tahmin yapmak zor” diyor.

Mevcut araştırmalar duman partiküllerinin su kaynaklarında, mahsuller veya çiftlik hayvanları üzerindeki; çocukların nörolojik gelişimi ve solunum sonuçları üzerindeki etkilerine de odaklanıyor ve orman yangını dumanının aşırı sıcak havanın olumsuz etkilerini artırıp artırmadığınıu da inceliyor.

AKP’nin tarihindeki ilk çevreci eylemi yaptılar!

Haber: Abidin YAĞMUR

*

Mersin’de Özgecan Aslan Barış Meydanı’ndaki ağaca yapılan saldırı AKP tarihinin ilk çevreci eylemine de neden oldu. Bugüne kadar çevre için yapılan eylemlerin karşısında duran, çevrecileri “dış güçler tarafından desteklenmekle” suçlayan AKP’liler, ilk çevreci eylemlerini Mersin’de gerçekleştirdiler.

Özgecan Aslan Barış Meydanı’ndaki kauçuk ağacının matkapla delinmesi ve köküne zehir enjekte edilmesi suretiyle kurutulmak istenmesi Mersin kamuoyunda tepkilere neden olmuştu.

Meydandaki yalnız ağaca saldırı: Dibine delik açıp kimyasal döktüler

Polis, ağaca zehir enjekte eden kişinin Mersin Büyükşehir Belediyesi çalışanı Yusuf S. olduğunu, belediyede çalışanı ve aynı zamanda CHP Toroslar İlçe Gençlik Kolları Başkanı olan Oğuzhan Ç.’nin ise yaptığını açıklamıştı.

Polis yetkileri, Mersin Büyükşehir Belediyesi Tarımsal Hizmetler Daire Başkanı Serdar G.’nin de adı geçen şüphelilere talimat verdiğini ileri sürmüştü.

Savcılık da soruşturmasını benzer iddialarla yürütmüş ve şüphelileri tutuklanmaları istemiyle mahkemeye sevk etmişti. Ancak mahkeme üç kişiyi serbest bırakmıştı.

 

Konu Mersin Büyükşehir Belediye Meclisi’nde gündeme geldi. CHP’li Başkan Vahap Seçer, suçlamaları kabul etmedi ve “Bizim iç soruşturmamız devam ediyor” dedi.

Bu meclis toplantısından kısa süre sonra Tarımsal Hizmetler Daire Başkanı görevden alındı.

İşte AKP’lilerin, partilerinin tarihindeki ilk çevreci eylemi bu gelişmelerin ardından meydana geldi.

AKP Mersin İl Başkanlığı saldırıya uğrayan ağacın altında bir basın açıklaması yaptı. Açıklamaya AKP il başkanı Cesim Ercik’in yanı sıra Mersin Milletvekili Hacı Özkan, Akdeniz Belediye Başkan Yardımcısı Aydın Eğin, Kadın Kolları Başkanı Aysel Mavioğlu Öner de katıldı.

AKP Mersin İl Başkanı Cesim Ercik, burada yaptığı açıklamada, “Yenişehir ilçemizdeki Özgecan Aslan Barış Meydanı’nın simgesi olan yarım asırlık ağaca zehir verilerek kurutulmasına kayıtsız kalmamız mümkün değil. Bu olayın sorumlularını, talimatı verenleri, bu kişileri hala barındıran CHP’li Mersin Büyükşehir Belediyesi’ni esefle kınıyoruz” dedi.

Açıklamasında, CHP Mersin Büyükşehir Belediyesi’ni hedef alan Ercik, saldırıyı yaptığı iddia edilen kişilerden birinin belediye işçisi olduğunu, birinin CHP Toroslar İlçe Gençlik Kolları Başkanı olduğunu ve bu kişilerin Tarımsal Hizmetler Daire Başkanı’ndan talimat aldığını iddia etti.

AKP Mersin İl Başkanı Cesim Ercik açıklamasında şu ifadeleri kullandı:

“Her ortamda çevreci olduklarını ifade eden CHP görüyoruz ki çevre ve yeşillikten uzak bir tutum sergilemektedir. Buna rağmen konuyla ilgili sesi çıkmayan CHP’li Mersin Büyükşehir yönetimini göreve davet ediyoruz. 2023’e kadar Türkiye genelinde 1,5 milyar fidanı toprakla buluşturmayı hedefleyen, dikilecek bir fidanla geleceğe bir nefes bırakmayı amaç edinen genel başkanımız ve Cumhurbaşkanımız Sayın Recep Tayyip Erdoğan iklim değişikliğinin yol açtığı sorunların da önüne geçebilmek için var gücüyle çalışırken gerçekleştirmiş olduğunuz bu çirkinliğin mantıklı hiçbir açıklaması olamaz. Doğal koşullar altında çıkan yangınları hükümetimize karşı kullanıp halkımıza yanlış lanse ederek suçlayanların, yarım asırdır ayakta kalmış bir ağaca yaptıklarına tepkisiz kalmamız mümkün değildir. Bu çirkin eylemi kamuoyunun vicdanına bırakıyor ve AK Parti Mersin İl Başkanlığı olarak kınıyoruz”

Mersin’deki ağaç zehirleme olayının ardından AKP’lilerin yaptığı eylem sosyal medyada çok sayıda yurttaş tarafından esprili bir dille değerlendirildi.

Mersin kamuoyunun günlerdir konuştuğu olayla ilgili çevre örgütlerinden ise hiçbir açıklama yapılmadı.

Olayla ilgili sadece siyasetçiler açıklamalar yapınca yerel basın “Ağaçtan siyaset çıktı” manşeti attı.

Pet shoplar Kasaplar Odası’na mı bağlandı?

Türkiye Kasaplar, Besiciler, Et ve Et Ürünleri Esnaf ve Sanatkârları Federasyonu Başkanı Osman Yardımcı, pet shopların Kasaplar Odası‘na bağlandığını açıklamasıyla gündeme geldi.

Yardımcı, gelen kamuoyu tepkisi sonrasında, açıklamalarına ekleme yaparak durumu şöyle anlattı:

“Bu bir yıl önce, tamamen esnafı korumak için yapılmış bir uygulama ama görüyorum ki yanlış anlaşılmışız. Pet shop’lardan canlı hayvan satanlar eğer odalaşamadıysa, karma oda olarak Kasaplar Odası içinde yer alıyor. Yem satanlar ise fırıncılar odasının çatısı altında toplanıyor. Düzenli ve sağlıklı şekilde hayvan satışı yapılıyordu. Bence pet shop’larda canlı hayvan satışı yapılmadır.”

İstanbul Barosu Hayvan Hakları Komisyonu’ndan Avukat Deniz Tavşancıl Kalafatoğlu ile konunun boyutlarını konuştuk.

Kalafatoğlu, öncelikle durumu şöyle özetliyor:

“Özünde, pet shopların bağlı olduğu bir oda yok ve belediyeye ruhsat için başvurduklarında, bir odaya yönlendiriyorlar; manav, kasap, şoförler odası gibi herhangi bir esnaf odasına. Kasaplar Odası da, üyesi olan birkaç pet shopu kastederek, ‘bize bağlandılar’ şeklinde sansasyonel bir çıkış yaptı.Böyle bir şey söz konusu değil; yasal bir mevzuat yok.”

Zaten pet shoplarla alakalı ruhsat iptallerini hep İlçe Tarım Müdürlükleri (yani Bakanlık birimleri) karar veriyor. Belediyeden alınacak ruhsatla ilgili bir prosedür kısmı var, NACE kodu. Bu prosedürü bir Oda kanalıyla yapmaları gerekiyor. Şunu talep edebiliriz; pet shopçuların kendilerine ait bir Oda’ları olmalı. Eğer olmuyorsa da mutlaka Veteriner Hekimler Odası altında olmalılar.”

Legal olmayan şey, illegal olur; yok olmaz

-Hayvanların pet shoplarda sergilenmesi yakın zamanda yasaklandı. Neler getirecek bu düzenleme? Yardımcı’nın da söylemindeki gibi pet shoplarda hayvan satılması, daha mı iyiydi? İnternet üzerinden satış uygulaması akıllara bu soruyu da getirdi…

14 Temmuz 2022’den itibaren, sadece kedi ve köpeklerin pet shopta sergilenmesi yasaklandı, kuşların, balıkların satışı devam edecek.

Hayvanlar kontrolsüz satılıyordu. Herkes hayvan satın alıyor ve üç gün sonra sokağa bırakıyor, kısırlaştırma yapılmıyor. Bu nedenle tabii ki hayvan satışları yasaklansın. En azından pet et shoplar yasaklansın, o  zaman hayvanlar toprakta olsun, çiftliklerde, iyi bir yerde kendine uygun standartlarda olsun diyorduk. Düzenlemeyle artık hayvanlar üretim çiftliklerinden katalog üzerinden satılıp pet shoplara getirilecek.

Üretim çiftliklerin standart ve koşullarıağırlaştırıldı; yani yeni üretim çiftliklerinin açılması zorlaştı, hatta olanların da belki kapatılması gerekecek. Böyle bakıldığında ne ala değil mi? Standartlar yükseldi, artık üretim ve satışı azalacak diye düşünüyor insan.

Ama başka tehlikeler doğuyor.

-Nedir tehlikeler?

Legal olmayan her şey illegal olur. Bu kadar net. Şimdi bu, merdiven altına kayacak.

O nedenle hep söylediğimiz gibi, yasaklamaya değil yasal düzenlemeye ihtiyaç var: Devletin gözünün önünde, kayıtlı, denetimli olsun. Öteki türlü, kaçacak. Merdiven altı üretim, internetten kaçak satışlar… Bunların hepsiyle kaçakçılıkla mücadele eder gibi mücadele edilmesi lazım. Yoksa bir anlamı yok, böyle daha iyi olmaz, daha beter olur.

İnternetten ya da merdiven altı kaçak satışların -zaten önü çok açıktı- korkunç boyuta ulaştığını gözlemledik. Yani şu anda artık bu iş, kaçak yapılacak. ‘Eğer legalize olmazsa yok edebiliriz’ mantığı çalışmıyor.

Yasaklarsak biter olmuyor. Yasakladığınız şeyi, görmediğiniz ortamlarda yapılır hale getiriyorsunuz.

Yani yok etmiyor; olanı görmezden geliyorsunuz. O var olmaya devam ediyor, hem de kontrolsüz şekilde.

Bunu; ancak yasallaştırıp, denetleyip kayıt altına almak çözebilir.

-Burada yasallaştırmaktan kasıt, aslında denetime tabi tutmak değil mi?

Aynen öyle. Yasal düzenlemesini yapıyor, çerçevesini çiziyor, kayıt ve devlet denetimi altına sokuyorsunuz. Yasallaşma budur.

Öteki türlü yasaklayarak görmezden geliyor olsun.

Bir de şu var: Şimdi internet üzerinden hayvan siparişi vereceksiniz. Bir can alıyorsunuz, göz göze bile gelmeden. Bu internetten tişört almaya benzer mi? Hayvan kimbilir hangi koşullarda gelecek? Belki iki üç hafta sonra kanlı ishalden kaybedecekler hayvanı.

Bize böyle çok kişi geldi, pet shoptan satın alınan hayvanı dört beş hafta sonra kaybetmişler hastalıktan. Çocukla bağ kuran bu hayvan ölmüş. Bunları da yaşamak zorunda kalabiliyorsunuz.

-Öte yandan elbette ideal olan, satılmaması. Hukuk ne diyor?

Şu var: Aktivist olarak satın almaya elbette karşıyız, ama hukukçu gözüyle bakıldığında, satın alma gerçeğinin var olduğunu kabul etmeniz gerekiyor. İdeali, herkesin birlikte yaşamak için hayvanı bakımevinden sokaktan, ormandan sahiplenmesi. Ama eğer hala satın alma yoluna giden insanlar varsa, realite buysa, gözümüzü kapatıp yok sayamayız çünkü bunu yasal bir düzenlemeye ihtiyacı var.

Legal olmayan şey illegal şekilde sürdürülür, legal olmayınca yok olmaz. Bunu anlamamız lazım. Yasak dendiğinde kim uyuyor? Yasağa uyan vatandaş yok, herkes bir şekilde yolunu tutturabildiği için. Bu yüzden bunun doğru bir düzenleme olmadığını düşünüyorum.

-Üretim çiftliklerine yönelik neler değiştirildi?

Üretim çiftliği kurmanın ve işletmenin koşulları ağır: Kuyu suyu bile kullanılamıyor, metrekare bazları çok sıkıntılı. Bunların bu kadar ağırlaşmasına gerek yok; önemli olan hayvanın sağlıklı ve koşullarının iyi olması. Sağlıklı bireylerden, rahme düştüğünde kayıt altına alınarak, gelip denetlenerek, aşıları yapılarak yapılması lazım. Ama hu hiçbir yerde böyle olmuyor.

-Kanunla hayvan satışı yasaklanabilir mi? Bir çözüm olsaydı, bu ne olurdu?

Toptan yasaklamak hiçbir zaman mümkün olmayacak. Bence ideal olan, üretim çiftliklerini yetkili kılmak ve koşullarını kolaylaştırmak. Ancak kolaylaştırma derken yanlış anlaşılmasın, ‘her önüne gelen üretim çiftliği açsın’ anlamında değil.

Mesela pansiyonlar: Birsürü kaçak pansiyon var hayvanlar için. Siz yasalara uygun bir pansyon açmak istediğinizde, çoğunlukla açamıyorsunuz çünkü çok aşırı koşulları sağlamak zorundasınız ve bunu kimse sağlayamıyor. Yasal yollardan açamayınca da kaçak yollarla yapıyorlar. Diyoruz ki, o koşullar böyle izafi belirleneceğine, iş yasa dışılığa itileceğine, yasal olacak şekilde düzenleyin ki, denetleyin!

İnsanların bıraktığı hayvanlar ölüyor pansiyonlarda. Çünkü zaten pansiyon baştan kaçak.

Bu üretim çiftlikleri için de böyle: Makul, sağlanabilir standartlarda -zaten bunun uluslararası standartları var- getirilsin ve her şey yasalara uygun olsun. Her şeyi devlet görsün, hepsi kayıtta olsun. Yasal olmayan şey kaçağa düşüyor.

Yasaklanan ırklarla da ilgili aynı şeyi yaşıyoruz, bu ikisinin özü aynı: Yasaklandığı zaman ne oldu? Hala pitbull satışı da var, birsürü bebek de var ve o bebekler doğduğunda hepsi yasa dışı oldu. Ne günahları vardı?

Sokak hayvanları için yapılan bakımevleri, yasaklı ırklarla doldurulup kilitlendi, sokak hayvanlar kısırlaşmıyor, imkan yok, alacak yer yok. Bu sebeple de sokak hayvanlarının sayıları artıyor, sonra vatandaş şikayetleri artıyor. Böyle abuk bir kısırdöngü içinde debeleniyoruz getirilen yasaklarla. Halbuki, hep söylediğimiz gibi: Bu hayvanları ruhsatlı yap, mesela silah ruhsatı verir gibi, kontrolünü yap, kaçak olamasın.

İnsanlar sahiplendirmeye özendirilmeli

-Çiftliklerde üretilen hayvanların neredeyse hepsi safkan ırklar ve ‘cins’ oldukları için üretiliyor ve bunun için satın alınıyorlar. Fakat onların doğuştan sakatlık, hastalık, hayatı boyunca acı çekeceği bir sorunla doğmaihtimali yüksek. Bu yüzden iyi koşullarda yetiştirmek bile fayda etmeyebiliyor.

Eğer zaten doğru, denetlenerek bir üretim yapılsa, hasta bir anne ve babadan üretim yapılmaz. Doğru üretim bu demek, her hayvanın üretilmemesi gerekiyor. Röntgen çekiminde iskelet yapısında sorun olan hatta bir gözü mavi olan hayvanın bile üretilmemesi gerek.

Özen gösterilmesi gereken şey bu; metrekare başına su kullanımı, elektrik kullanımı gibi dış standartları zorlaştırmak yerine, sağlıklı anne babadan yavru alınması gerekliliğini yerleştirmek daha önemli. Evlerde de insanlar hayvanlarını çiftleştirip satıyor, bunu vatandaş bile yapıyor. O bile çoğu yerden daha düzgün bakıyor, en azından yılda sekiz kez çiftleştirmiyor…

İnsanlara ‘görüntüsü hoş gelen’ ama steril ortamlarda genetik yapıları değiştirilerek üretilen Scottish Fold gibi hayvanların üretiminin tümden yasaklanması gerekir. Bunlar eklem ağrıları olan, problemler yaşayan hayvanlar.

‘Evde az hareket eder’ diye alınacağı için eklem ağrılı hayvan üretmek, etik olabilir mi?

 -Öte yandan sokakta bunca hayvan sahiplenebilecekken neden satış diye de sorulabilir…

Bizim gibi gelişmekte olan ekonomilerde bir şeyleri yerleştirmek o kadar zor ki. Bu bir kültür meselesi ve bunu geliştirmek gerekiyor. Örneğin ABD gibi pek çok ülkede, evlat edinmek, bir insan çocuğunu sahiplenmek, kendi doğurmasa bile kendi evladı edinmek yaygın.

Çabalamamız gerekiyor: Hayvanı hayvan olduğu için sevmek, bir ırka mensup olduğu için sevmek. Çoğu insan evimde hayvan baktığı için  kendini hayvansever olarak tanımlasa da sokakta o köpeğini gezdirirken örneğin, diğer sokak hayvanlarına vuruyor. Bu hayvan sevmek değil, elindekine shaip çıkmak sadece.

Bakımevindeki hayvanın ‘pis hayvan ‘olmadığını; evde ‘baş belası olduğu için’ değil, insanların sorumsuzlukları yüzünden terk edildiğini, bakımevindeki hayvanın da çok güzel bir hayvan olduğunu, safkan ırkların esasında daha çok hastalığa sahip olduğunu, melezleştiklerinde, kırma bir hayvan olduğunda sağlık açısından güçlendiklerini kültürel olarak öğrenmeli ve sahiplenmeyi özendirmeliyiz.

İnsanların önyargıları kırılmalı. İnsanlar bakımevine düşen hayvanı ‘pis, sağlıksız, davranışı bozuk’ sanıyor.

Sokağa terk edilenler, kötü hayvan oldukları, yaramaz oldukları için değil; insanların sorumsuzlukları yüzünden terk ediliyorlar. Bunu hep anlatmak lazım. Bu eğitimden, algıyı düzeltmekten, kültürü yerleştiremekten geçiyor.

Tek başına yasaklamayla olmaz. Zamanla talebin azalması gerekiyor. Biz her şeyi kestirme yoldan yapmaya çalışıyor, tek boyurtlu düşünüyoruz, bugünden yarına çözülsün istiyoruz.

Örneğin tehlike arz eden ırkların yasaklanması için de bunu defalarca söyledik: Daha büyük problemlere sebep olacak diye. Sokaklara terk edildiler, para cezası ödememek için insanlar tarafından sokaklara atıldılar.

O kadar anlamsız bir kaosun içine sokuyoruz ki kendimizi, halbuki daha kültürel başka şeylere çalışmamız lazım. Bakımevlerinde, hayvanların eğiticiler eşliğinde sahiplendirilmesi, televizyonlarda insanların bakımevinden, sokaktan sahiplenmeye özendirilmesi lazım. Bakımevlerinden çıkan hayvanların yeni evlerindeki görüntüleri kamuyla paylaşılmalı yayınlanmalı, insanlar bunu görmeli.

Tek başına hiçbir yasak ve yasal düzenleme çözüm olmaz.

Son üç günde üç çocuk işçi hayatını kaybetti

Mardin, Mersin ve Samsun’da üç çocuk işçi çalışırken hayatını kaybetti. Mardin’de mevsimlik tarım işçilerini taşıyan minibüsün devrilmesiyle 15 yaşındaki Furkan Kalemli hayatını kaybetti.

Mersin’de keçi otlatan 12 yaşındaki Muhammet Ongun kayalıklardan düşerek can verdi. Samsun’da ise 13 yaşında bir çocuk, hayvan otlatırken fenalaşarak hayatını kaybetti.

Mardin’de mevsimlik tarım işçisi taşıyan minibüs devrildi: 15 yaşındaki çocuk işçi öldü

Bianet’in aktardığına göre; Mardin’de 23 Temmuz Cumartesi günü mevsimlik tarım işçilerini taşıyan minibüsün devrilmesi sonucu 15 yaşındaki Furkan Kalemli ve 20 yaşındaki Hasret Kuş hayatını kaybetti.

Saat 05.00 civarında Urfa Ceylanpınar’dan Mardin Kızıltepe’ye çalışmak için giden tarım işçilerinini taşıyan araç, şarampole devrildi, araçta bulunan tarım işçileri yola savruldu. Kazada 17 kişi de yaralandı.

Mersin’de keçi otlatan çocuk işçi hayatını kaybetti

Mersin’in Erdemli ilçesinde ise keçi otlatırken kayalıklardan düşen 12 yaşındaki Muhammet Ongun yaşamını yitirdi. Ongun eve dönmeyince akşam saatlerinde ailesi ve köylüler çocuğu aramaya başladı. Aramada Ongun’un cesedi 50 metre yükseklikteki kayalıkların dibinde bulundu.

İşçi Sağlığı ve Güvenliği (İSİG) Meclisi’ne göre son dokuz yılda en az 556 çocuk çalışırken hayatını kaybetti:

Samsun’da 13 yaşındaki çocuk hayvan otlatırken hayatını kaybetti

24 Temmuz’da ise 13 yaşındaki çocuk, hayvan otlatırken fenalaşarak hayatını kaybetti. Çocuğun ölümü şüpheli bulundu.

Samsun’un Alaçam ilçesinde meydana gelen olayda Alaçam ilçe jandarma Komutanlığı ekipleri, Uzunkıraç Mahallesi’ne ait yaylada S.Y’nin ölü bulunduğu ihbarı üzerine bölgeye gitti.

Ekipler, çocuğun babası Ş.Y, ağabeyi S.Y. ve babaannesi H.Y. ile yaylada hayvan otlatırken fenalaşması sonucu olay yerinde hayatını kaybettiğini tespit etti. Obeziteye bağlı aşırı kilolu olduğu belirlenen çocuğun cansız bedeni otopsi için Samsun Eğitim ve Araştırma Hastanesi’ne götürüldü.

 

Ormanlara gözümüz gibi bakmalıyız

Son haftalarda Avrupa’nın özellikle batısında ve güneyinde görülen sıcak hava dalgaları ve buna bağlı olarak yaşanan orman yangınları iklim krizine karşı savaşta ormanlarımızın kıymetini bir kez daha gözler önüne serdi. Ormanlar bizi serinletmenin ve bize huzur vermenin ötesinde atmosferden emdikleri karbondioksit ile insanlığın yarattığı kötü etkileri azaltmakta önemli bir rol oynarlar.

Yetişmiş bir ağaç atmosferden senede yaklaşık 20-25 kilogram karbondioksit (CO2) emerek bunu kendi yapısına katar. Bu ağacı yakmadığımız ya da çürümeye bırakmadığımız sürece bu karbondioksit artık atmosferden çekilmiş ve iklim krizine katkı yapmıyor sayılabilir. Avrupa Birliği (AB) sınırları içindeki orman alanının 1,8 milyon km2’den fazla olduğu biliniyor. Bu orman alanının bugün için atmosferden senede 360 milyon ton CO2 emdiği düşünülüyor. Benzer bir hesapla ülkemizdeki yaklaşık 230 bin km2 orman alanının da 80 milyon ton CO2 emdiği kabul ediliyor.

Ormanların CO2 emme kapasitesi sonsuz değil

Paris Anlaşması bağlamında verilen taahhütler çerçevesinde AB ülkeleri 2050, Türkiye ise 2053 yılında net sıfır karbon salan ülkeler olmayı hedefliyor. Bunun anlamı şu: AB içinde yapılan tüm sera gazı salımının 2050 yılında 360 milyon ton CO2 eşdeğerine, ülkemizden yapılan toplam sera gazı salımının da 80 milyon ton CO2 eşdeğerine düşmesi gerekiyor. CO2 eşdeğeri kavramını metan ve nitröz oksit gibi diğer sera gazlarının sera etkisini de CO2 bazında hesaba katmak için kullanıyoruz.

Burada karşımıza ormanlarla ilgili önemli bir sorun çıkıyor. Öncelikle geçen sene orman yangınlarında 1700 km2 orman alanını kaybettik. Bu kayıp ilk bakışta yüzde birden az gibi görünse de her sene orman yangınlarına aynı oranda orman alanımızı kaybedecek olursak 2053 yılındaki hedefimizi tutturmamız oldukça zorlaşır. Bunun ötesinde hava ısındıkça ormanların da CO2 emebilme yetenekleri azalır, yani sıcak havada ormanlar da strese girip normal işlevlerine ara verirler. Buna bir katman daha eklersek, ormandaki ağaçlar da yaşlanır ve sürekli olarak yenilenmeleri gerekir. Ormanların görevlerini düzgün biçimde yerine getirebilmeleri için bizim desteklememiz gerekir.

Tüm bu unsurları AB için ele alan bir çalışma geçen ay Biogeosciences dergisinde yayımlandı. AB hedeflerinin tutulabilmesi için orman alanlarının CO2 emebilme kapasitesinin senede 360 milyon tondan 2050 yılında 450 milyon tona çıkması gerekiyor. Oysa bugünkü ormancılık faaliyetleri devam edecek olursa (Business as Usual – BaU) 2050 yılında ormanların kapasitesinin 250 milyon tona, 2100 yılında da 80 milyon tona düşmesi bekleniyor. 

İklim değişikliği hesaba katılacak olursa elimizdeki resim oldukça değişiyor. En iyimser senaryo olan RCP2.6’ya göre orman kapasitesi 2050 yılında 100 milyon ton ile 400 milyon ton arasında değişebilir. Burada alt sınır kötü ormancılık faaliyetlerine, üst sınır da en ideal çabaya denk geliyor. Nispeten daha orta yolu gösteren RCP6.0 senaryosuna göre ise bu sayılar 100 milyon ton ile 300 milyon ton arasında değişiyor.

Orman, sadece yutak alanı değil

Ormanların geleceği açısından bakıldığında iklim krizi son derece önem taşıyor. Geleceği öngörmemize yardımcı olmak için hazırlanan RCP senaryo setleri bizim iklim krizini son derece ciddiye alıp hayatımızı ona göre düzenlememizle (RCP2.6), aynen böyle devam etmemiz (RCP8.5) arasındaki gelecekleri kapsıyor. Şu anda insanlığın gidişi ne RCP2.6 kadar iyimser ne de RCP8.5 kadar kötümser. Yalnız böyle deyince aklınıza “o zaman RCP5.5 gibi bir yolda gidiyoruz, bu durumda RCP6.0 makul bir beklenti” düşüncesi gelmesin. Şu anda RCP8.5 ile RCP6.0 arasında bir gelecek bizleri bekliyor. Glasgow’da verilen tüm sözler tutulacak olsa yolumuz biraz daha RCP6.0’a benzer, tutulmayacak olursa da RCP7.0 gibi bir yöne dönecek. Bu geleceklerin ikisi de aslında kötü sonuçlar içeriyor.

RCP6.0 gibi bir gelecekte, elimizden gelenin en iyisini yapsak bile şu anda yutak kapasitesi 360 milyon ton olan ormanlar 2050 yılında 300 milyon ton CO2 emme kapasitesine gerilemiş olacak. Bu da en iyi ormancılık becerisi ve orman yangınlarını hayatımızdan uzak tutmamız şartıyla. Oysa yeryüzü şu andaki gibi ısınmaya devam edecek olursa Avrupa’nın güneyi sayılan Portekiz, İspanya, İtalya ve Yunanistan neredeyse tüm ormanlık alanını yangınlara kaybetmeye başlayacak. Geçtiğimiz senelerde İsveç gibi kuzey ülkelerinde gördüğümüz orman yangınları da gelecekte kuzey ülkelerinin de bu probleme karşı bağışıklıklarının olmadığını açıkça ortaya koyuyor.

Ülkemizdeki ormanların da bu bağlamda ne derece kıymetli olduğunu bir kez daha anlatmamıza gerek yok sanırım. Burada sadece iklim taahhütleri açısından ormanların yutak kapasitelerinden bahsediyor olsak da ormanlar biyoçeşitliliğin başta gelen yuvasını oluşturuyor. Ormanları kaybetmek sadece bir yutak alanını kaybetmenin çok ötesinde bir zarara neden olacağından ormanlarımıza gözümüz gibi bakmak zorundayız. 

Peri Vadisi Çevre Platformu: Yıkılmak istenen bölgede hayallerimiz var, yıkamayacaksınız

Peri Vadisi Çevre Platformu, Bingöl Metal Madencilik şirketinin faaliyetlerine ve ÇED olumlu raporu verilmesine ilişkin Kadıköy İskele Meydanı’nda basın açıklaması yaptı.

Bingöl Metal Madencilik tarafından gerçekleştirilmesi istenen madencilik faaliyetinin bölgenin ekolojik dengesini bozacağına dikkat çekilen eylemde, “Ekolojik kırıma hayır. Sen kar edeceksin, çeri çöpü bize kalacak. Yağma yok”, “Toprağın üstü altından daha değerlidir, doğamızı yok etmeyin” yazılı pankartlar açıldı.

ETHA’nın aktardığına göre; eyleme HDP, EMEP, Yeşil Sol Parti, Halkevi, Validebağ Savunması, Rize İkizdere Çevre Derneği, Tüm Tokatlılar Derneği, TUHAD-DER, Anarşist Vegan ve çok sayıda çevre aktivisti katıldı.

Bingöl Barosu, Doğu ve Güney Doğu Platformu‘nun da aralarında bulunduğu 81 kitle örgütü ve derneğin imzacı olduğu basın metnini, Arçuv Derneği Başkanı İbrahim Kudiş okudu.

Kudiş, Bingöl ili Kiğı ve Adaklı ilçelerinde çok sayıda köy ve mezrayı etkileyecek 464 bin hektarlık alanda kurşun-çinko-gümüş madenciliği faaliyeti yürütecek Bingöl Metal Madencilik şirketine ÇED olumlu raporu verildiğini söyledi.

Halkın proje hakkında bilgilendirilmediğini, görüş ve önerilerinin alınmadığını söyleyen Kudiş, yapılan göstermelik toplantıya yöre halkının katılımının sağlanmadığına dikkat çekti.

Madencilik faaliyetinin yürütüleceği bölgede Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kanunu kapsamında tescilli çok sayıda tarihi yapı bulunduğu bilgisini veren Kudiş, tarihi yapıların ne şekilde korunacağı bilgisinin verilmediğini söyledi.

Kudiş, havzada, endemik flora ve fauna türleri bulunduğunu da söyleyerek “Alanda araştırma ve inceleme yapıldığında bahsi geçen türler tespit altına alınabilecektir. Havzada yaban keçisi türleri, keklik, vaşak, bozayı, kurt gibi nadir fauna türleri bulunmaktadır. Bahsi geçen fauna türleri ülkemizin de taraf olduğu Avrupa’nın Yaban Hayatı ve Yaşama Ortamlarını Koruma Sözleşmesi (Bern Sözleşmesi) kapsamında koruma altındadır” hatırlatmasında bulundu.

Peri Vadisi ve civarında son 20 yılda yatırım adı altında yapılanların bölgenin habitatına dönüşü olmayan zararlar verdiğine dikkat çeken Kudiş, “İklimimiz, havamız, suyumuz, su ürünlerimiz, ormanlarımız, börtü böceğimiz, yaban hayvanlarımız, tarım, hayvancılık, arıcılık ve tabi ki insanlarımız, doğrudan etkilenmiştir” dedi.

Maden çıkarma faaliyetiyle bölgenin zehirlendiğini, sermayenin rant ve yağmasına açıldığını vurgulayan Kudiş, “Biz, yaşanılabilir bir çevrede ve tüm değerlerimizin koruma alanında olduğu bir çevrede yaşamak istiyoruz. Maden çıkarma faaliyeti ile bölgemizin değerlerinin zehirlenmesini, doğal yaşamın yok olmasını istemiyoruz. Yıkılmak istenen bölgede hayallerimiz vardır, hayallerimizi yıkamayacaksınız. Buna asla izin vermeyeceğiz” diye vurguladı.