Ana Sayfa Blog Sayfa 243

People’s Park’ta konut projesine karşı protestolar devam ediyor

ABD‘nin Kaliforniya eyaletinde yer alan Berkeley Üniversitesi‘nin People’s Park‘ta yapmayı planladığı 312 milyon dolarlık konut projesine karşı eylemler sürüyor. Protestocular ve evsizler, tarihi parkın korunması ve alternatif projeler üzerinde çalışılması çağrısında bulunurken, üniversite yönetimi ve güvenlik güçleri parkı kapatma ve inşaat alanını güvenlik altına alma çabalarını artırdı.

NBC‘nin haberine göre, 4 Ocak’ta polisin gece yarısı düzenlediği operasyonla People’s Park’a girerek ağaçları kestiği ve evsizlerin çadırlarını söktüğü bildirildi. Ayrıca, parkın çevresine çift sıra halinde yük konteynerleri yerleştirilerek bir bariyer oluşturuldu.

People's Park
Fotoğraf: Brontë Wittpenn / San Francisco Chronicle AP

People’s Park’ta ne oluyor?

Berkeley Üniversitesi kampüsünde yer alan People’s Park’ta, üniversiteye ait 1,100 yatak kapasiteli öğrenci konut projesi başlatılması isteniyor. Bu proje, halen devam eden bir yasal süreç nedeniyle durdurulmuş durumda ancak üniversite, parkı çevreleyen güvenlik önlemlerini almakta serbest​​​​​​.

ABD’de gençler küresel iklim değişikliğine karşı hukuk mücadelesini kazandı

Aktivistler ve bölge halkı, üniversitenin bu hamlelerinin büyük ölçüde öğrencilerin kış tatilinde olduğu bir zamanda yapıldığına ve bu şekilde geniş çaplı bir protesto tepkisinin önüne geçmeyi hedeflediğine dikkat çekiyor. Ağustos 2022’de üniversitedeki ilk inşaat girişimi sırasında yaşanan geniş çaplı protestolar ve çatışmalar göz önünde bulundurulduğunda, bu stratejik zamanlama manidar.

Üniversitenin ve güvenlik güçlerinin bölgede inşaat başlatılması için aldığı önlemler People’s Park’ın tarihi ve toplumsal önemini vurgulayan bölge halkı ve aktivistler arasında endişe ve öfkeye yol açmış durumda. Parkın yalnızca bir yeşil alan olmasının ötesinde, toplum için bir buluşma yeri olduğu ve evsiz bireyler için önemli bir sığınak sağladığı vurgulanıyor. 

People's Park
Fotoğraf: Brenda Prager / peoplespark.org

People’s Park direnişinin geçmişi

People’s Park, Berkeley California Üniversitesi (UC Berkeley) kampüsünde yer alan ve 1969 yılında gençler, siyahlar, kadınlar, evsizler ve mahalle sakinleri tarafından oluşturuldu. Bu park, 1960’ların gençlik hareketleri ve protesto dalgalarının önemli merkezlerinden biri haline gelmişti. Bianet‘ten Ertan Kardeş‘in aktardığına göre, bu hareketler, toplumsal yaşam algısının değişmesinde ve özellikle ifade özgürlüğü mücadelelerinde etkili oldu.

Parkın yaratılma süreci, “Free Speech Movement” (İfade Özgürlüğü Hareketi) gibi savaş karşıtı politik tavırlar ve siyah hareketiyle, sol sosyalistlerle ve hatta sağ görüşlü gruplarla ortak eylemlere sahne oldu.

People's Park
Fotoğraf: Brenda Prager / peoplespark.org

Parkın oluşturulması, parkın kendisine has yönünü oluşturan toplumsal dönüşümün sembolü haline geldi. Parkta ücretsiz yemek paylaşıldı, ağaçlar ve çiçekler dikildi, ve böylece Berkeley, Oakland, Alameda ve San Francisco‘daki tüm toplumsal dinamikleri kaynaştıran bir deneyime ev sahipliği yaptı.

Ertan Kardeş, People’s Park’ın o dönemde Amerikan politikası tarafından sakıncalı bulunduğunu ve bu yüzden ortamın dağıtıldığını, Ulusal Muhafızlar’ın Berkeley’i kana buladığını ve parkın tel örgülerle çevrildiğini belirtiyor. Ancak, parkın ruhu ve Berkeley halkı ile öğrencilerin mücadelesi devam etti.

Fotoğraf: Brenda Prager / peoplespark.org

Günümüzde People’s Park, evsizlerin ikametgahı ve Berkeley halkının ortak kullanım alanlarından biri olarak hizmet veriyor. Park, demokratik işleyiş ve sorunların demokratik katılımla çözümünün somut bir mekanı olmayı sürdürüyor.

2011 yılında UC Berkeley’nin parka buldozerleri sokması da dahil olmak üzere, hala halk, öğrenciler ve yönetim arasındaki çeşitli çatışmalı süreçler sürüyor . People’s Park’ın, Berkeley halkı ve öğrenciler tarafından “parkın park olarak kalması” için gösterilen mücadeleyle, 60’ların otoriter zihniyetine karşı çıkan özgürlükçü karşı kültürün bir simgesi olmaya devam ettiği belirtiliyor.

İsrail’de binlerce savaş karşıtından Netanyahu’ya: Utanç duy!

Gazze‘de tutulan İsrailli esirlerin geri verilmesi, Başbakan Netanyahu hükümetinin görevden alınması ve Gazze’deki savaşın sona erdirilmesi çağrısında bulunan İsrailliler ülkenin dört bir yanında kitlesel protesto gösterileri düzenledi.

Hamas tarafından 7 Ekim’de kaçırılan İsrailli esirlerin arkadaşları, aileleri ve ailelerini destekleyen binlerce kişi cumartesi günü Tel Aviv‘deki Rehine Meydanı’nda bir araya geldi.

Protestocular, hükümete atfen “Bushah bushah, bushah” yani “utanç, utanç, utanç” diye slogan atarken, göstericilerden bazıları 7 Ekim olaylarından Netanyahu ve diğer yetkilileri de sorumlu tuttu.

Rehinelerin aileleri ve destekçileri, Filistinli İslamcı grup Hamas tarafından 7 Ekim’de düzenlenen ölümcül saldırıda kaçırılan rehinelerin serbest bırakılması için 6 Ocak 2024’te Tel Aviv, İsrail’de protesto gösterisi düzenlerken slogan atıyor. Fotoğraf: Alexandre Meneghini / Reuters

Al Jazeeraın aktardığına göre,  Tel Aviv’den bildiren Al Jazeera muhabiri Sara Khairat, “Bu eşi benzeri görülmemiş bir durum çünkü bu savaşın başlangıcı boyunca, hükümet karşıtı protestocular da dahil olmak üzere herkes, savaşın olduğu ve esirlerin hala Gazze’de tutulduğu bir zamanda birlik olmaları gerektiği konusunda hemfikirdi” ifade etti.

Meydandaki katılımın son haftalara kıyasla çok yüksek olduğunu bildiren muhabir, “Şimdi burada birkaç bin kişi toplanmış durumda. Bu size bazı insanların ne kadar öfkeli olduğunu hissettiriyor” dedi.

Kudüs’te ise İsrail Cumhurbaşkanı Isaac Herzog‘un evinin önünde toplanan halk, Gazze’de halen alıkonulan 100’den fazla rehinenin geri verilmesi talebiyle gösteri düzenledi.

Hükümete destek azalıyor

Ülkede son dönemde yapılan anketler, Netanyahu’nun liderliğini yaptığı Likud Partisi’nin oylarının yarı yarıya düştüğünü gösteriyor.

Likud’un 120 sandalyeli İsrail parlamentosunda hal hazırda 32 sandalyesi bulunuyor. Ancak 31 Aralık’ta Kanal 13 televizyonu‘nun yaptığı kamuoyu yoklamasında, seçimlerin bugün yapılması durumunda Netanyahu’un partisinin  parlamentoda ancak 16 sandalye alabileceğini; aşırı sağcı ve Ortodoks partilerden oluşan bloğun da sadece  45 milletvekili çıkarabildiğini gösterdi. Bu, hükümeti kurabilmek için gerekli olan 61 rakamının çok gerisinde kalıyor.

İsias Otel davasında ara karar çıktı, mahkeme ertelendi

6 Şubat’taki Kahramanmaraş merkezli depremler sonrasında Adıyaman‘da yıkılan İsias Otel davası, 6 Ocak’ta önemli bir aşamaya ulaştı. Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’nden (KKTC) sporcu, öğretmen ve tur rehberlerinin de aralarında bulunduğu 72 kişinin yaşamını yitirdiği otele ilişin hazırlanan iddianamede, sanıklar hakkında ‘bilinçli taksirle birden fazla kişinin ölümüne ve yaralanmasına neden olma‘ suçundan iki yıl sekizer aydan 22 yıl altışar aya kadar hapis cezası isteniyor. Duruşmada mahkeme, 26 Nisan’a ertelendi ve tutuklu sanıkların tutukluluk hallerinin devamına karar verildi.

Davada, otelin sahibi Ahmet Bozkurt ve ailesi dahil olmak üzere 11 kişi yargılanıyor. DHA’nın haberine göre Adıyaman 3. Ağır Ceza Mahkemesi‘nde görülen davada, sanıkların ifadeleri alındı. Ahmet Bozkurt, otelin inşası sırasında tüm yasal prosedürlere uyulduğunu ve kaliteli malzemeler kullanıldığını savundu. Ancak, otelde yakınlarını kaybeden aileler ve müştekiler, malzemenin kalitesizliği ve inşaat sırasındaki usulsüzlükler konusunda şikayetlerini dile getirdiler.

İsias otel davası
Fotoğraf: DHA

‘Deprem 7,2 şiddetinde olsaydı otel yıkılmayacaktı’

Ahmet Bozkurt, savunmasında şu ifadeleri kullandı:

“Tek tip demir kullanıldı denilmesini kabul etmiyorum. 18’lik, 22’lik, 12’lik ve 8’lik demirlerim var. En ince demirlerim de 8’lik demir. Hep kum üzerinde duruldu. Bütün yapılarda, imar kanunlarına göre tavan tabyalarında aspolen kullanılıyor. Bu malzeme çok hafif, dolayısıyla herhangi bir darbede de o aşağı düştüğü zaman yaranmaya sebebiyet vermemesi için hafif bir malzemedir. Tavanlarda da kullanılır. Bizim kolonlarımız ortada benim kolon ve kirişlerimden örnekler, numuneler alınmış. Bugünün değerlerini bile karşılayacak düzeyde ben belgelerle konuşuyorum. Dolayısıyla bana ve evlatlarıma atılan suçlamaların hiçbirini kabul etmiyorum.”

Ahmet Bozkurt, şöyle devam etti: “Ben işimi düzgün yaptım. Eğer 7.2 şiddetinde deprem olmasaydı binam yıkılmayacaktı. Binam şu anki yönetmeliklerde 7.2 şiddetine dayanacak düzeyde. Eğer deprem 7.7 yerine 7.2 şiddetinde olsaydı binam yıkılmayacaktı. Daha önce bölgede olan 7.2 şiddetinde bir depremde benim binamda sıva bile çatlamamıştı. Ben otelimde nasıl malzeme kullandığımı biliyorum. Benim mühendislerim binayı en sağlam şekilde yapmışlardır. Eğer bir tek İsias yıkılmış olsaydı, enkazın başına gider, hayatımı sonlandırırdım.”

Depremde yıkılan İsias Otel davası başladı: 72 kişi hayatını kaybetmişti
İsias Otel davası sürüyor: ‘Bu bina 72 cana sebep olan bir suç aleti’
Deprem sonrası tutuklanan müteahhitlerin sayısı 133’e çıktı

Mahkeme süreci, yoğun güvenlik önlemleri altında gerçekleşti. İlk duruşmada, sanıklar SEGBİS üzerinden katılırken, bu durum yakınlarını kaybeden aileler tarafından sert tepkiyle karşılandı. Ayrıca, Kuzey Kıbrıs’tan gelen ailelere, bakanlar ve gazetecilerin de aralarında bulunduğu yüz kişilik bir grup eşlik etti.

Duruşmanın üçüncü gününde, İsias’ta görev yapan tanıkların ifadeleri alındı ve müştekilerin avukatları, bir sonraki duruşmada sanıkların mahkeme salonuna getirilmesini talep etti. Otelde yakınlarını kaybeden aileler, sanıkların mahkemeye getirilmemesine büyük öfke ve üzüntüyle tepki gösterdiler.

‘Adalete olan güvenimiz devam edecek’

Adıyaman’da, 6 Şubat’taki depremlerde yıkılan ve 72 kişiye mezar olan İsias Otel’e ilişkin 5’i tutuklu 11 sanığın yargılandığı dava duruşmasının 4’üncü gününde verilen ara karar sonrası mahkeme çıkışında konuşan Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti (KKTC) Başbakan Yardımcısı ve Turizm Kültür, Gençlik ve Çevre Bakanı Fikri Ataoğlu, “Ara karar az önce okundu. 26 Nisan tarihine sabah saat 10’a ertelendi. Dolayısıyla yine aynı şekilde birlik ve beraberlik içerisinde şampiyon meleklere vermiş olduğumuz sözümüz devam edecek. Adalete olan güvenimiz devam edecek” dedi.

Tutuklu sanıklardan Ahmet Bozkurt, Fatih Bozkurt, Efe Bozkurt, Erdem Yıldız ve Halil Bağcı’nın tutukluluğunun devamına, tutuksuz yargılanan sanıkların ise tutuksuzluk halinin adli kontrol ile devamına, sanıkların mahkemeye getirilmesi talebinin reddine karar verildi.

Mahkeme heyeti ayrıca, mobese kayıtlarının istenmesine, kamu görevlilerinin dosyasının akıbetinin savcılığa sorulmasına, farklı cezaevine gönderilmemelerine yer olmadığına ve tanıklardan Mustafa Murat Ahmet Kuştepe’nin zorla duruşmaya getirilmesine karar verdi.

Duruşma, 26 Nisan 2024’e ertelendi.

Geri dönüştürülmüş plastikler, sağlığınızı daha fazla tehdit edebilir

Birleşmiş Milletler (BM) verilerine göre, dünyada her yıl 500 milyar plastik poşet kullanılıyor. 13 milyon plastik ise okyanuslara atılıyor. Dakikada 1 milyon plastik şişe satılıyor. Ayrıca plastik üretimi için yılda 17 milyon varil petrol harcanıyor. Uzmanlarsa uyarıyor; plastik kullanımının zararı uzun vadede kansere kadar varan çeşitli hastalıklara neden olabiliyor.

Doğada yok olması yüzlerce yılı bulan plastikler nedeniyle her yıl 100 bin deniz canlısı yaşamını yitiriyor. Şişe sularının yüzde 90’ında, musluk sularının ise yüzde 83’ünde plastik partiküller bulunuyor.

İnsan kaynaklı atıkların yüzde 10’unu plastikler meydana getirirken, plastiklerin yüzde 50’sini tek kullanımlık plastikler oluşturuyor.

‣Plastik şişelerin yaşam döngüsünün her aşaması insan sağlığına zarar veriyor 
Plastik kirliliğiyle mücadele anlaşmasının müzakereleri, anlaşmazlıklarla gölgelendi
‣ Plastik Anlaşmasının 3. tur görüşmeleri başladı: Bilim insanları ne diyor-1
mikroplastik
EC – Depo Photos

13 plastik geri dönüşüm tesisinde araştırma

Göteborg Üniversitesinden Profesör Bethanie Carney Almroth öncülüğünde bir grup bilim insanı tarafından Afrika, Güney Amerika, Asya ve Doğu Avrupa‘daki 13 ülkede bulunan plastik geri dönüşüm tesislerinden alınan peletler üzerinde bir çalışma gerçekleştirildi. Araitırma sonucunda peletlerin üzerinde 600’den fazla zehirli kimyasal tespit edildi. Peletlerde bulunan 491 organik ve 170 geçici bileşik, pestisit, farmasötik, endüstriyel kimyasal ve plastik katkı maddesi gibi sınıflara ayrıldı.

AA’dan Yeşim Yüksel’in aktardığına göre; plastiklerdeki 13 binden fazla kimyasalın yüzde 25’i zararlı olarak nitelendirilirken, plastiklerin kullanım esnasında diğer kimyasalları adsorbe ettiği, bu nedenle hiçbir plastiğin güvenli kategoride sınıflandırılmayacağı sonucuna ulaşıldı.

‘Geri dönüştürülen plastikler, yeniden kullanıma uygun değil’

Çalışmada, plastiklerdeki zehirli kimyasalların, plastiklerin geri dönüşümünü ve bertarafını zorlaştırdığı dolayısıyla geri dönüştürülmüş plastiklerin hiçbir alanda yeniden kullanımının uygun olmadığı tespitinde bulunuldu.

Plastiklerdeki zehirli kimyasallara ilişkin değerlendirmede bulunan TEMA Vakfı Bilim Kurulu Üyesi ve İstanbul Teknik Üniversitesi Mühendislik Fakültesi Çevre Mühendisliği Bölümü emekli Öğretim Üyesi Prof. Dr. İlhan Talınlı, polimer bir madde olan plastiğin üretimi esnasında kimyasal olarak nitelendirilen çözücüler, stabilizanlar ve katkı maddeleri kullanıldığını söyledi.

‘Bu kimyasallar geri dönüşümle daha tehlikeli oluyor’

Plastikteki tüm maddelerin tek başına olmasa bile başka kimyasallarla bir araya geldiğinde zehirli etki oluşturduğunu belirten Talınlı, “Plastiğin içindeki bu kimyasallar geri dönüşümle daha tehlikeli oluyor. Bu da geri dönüşüm sürecinde yapılan işleme bağlı. Polietilen tereftalatları diğer atıklardan ayrı bir yerde topladığınızı varsayalım. Bunları toplayan endüstri, sadece polietilen tereftalatın peletlerini yeniden üretir fakat bu esnada geri kazanmak üzere solventler kullanıp farklı maddeler eklerse hem kendi endüstrisi kirletici olacak hem de ürettiği yeni plastik artık mesela su şişesi olmayacak da oyuncak olarak çocuklar için tehlikeli olacak. Bu kimyasallar, geri dönüşümlü plastiklerin özelliklerini kazansa bile kullanım açısından birincil plastiklere göre daha tehlikelidir” dedi.

Tanıl, geri dönüşümün, plastik atıkların önüne geçmek için yetersiz bir çözüm, geri dönüştürme mantığıyla plastik kullanmaya devam edilmesinin de yanlış bir düşünce olduğunu ifade etti.

‘Plastik kimyasalların hepsi tehlikeli’

Plastik üretiminin sınırlandırılması, petrol ithalatının durdurularak çevreye dost rüzgar ve güneş enerjisi sistemlerine geçiş yapılması tavsiyesinde bulunan Talınlı, şunları kaydetti:

“Plastik kimyasalların hepsi tehlikelidir. Bu plastikleri toprağa gömdüğünüzde 100-200 yıl çözünmüyor. Bunun üzerine plastiklerin yüzde 5’inin içine biyobozunur plastikler yapılması için nişastalar konuldu ama yüzde 95’i kaldı. Aynı plastik kimyasalların sıvı olanları suya karıştığında yer altı sularını kirletir, oradan bu kimyasallar biyobozunur olmadıkları yani dirençli kimyasal oldukları için suyu kirletirler. Yer altı ve yer üstü suları, yağmurlar, nehirler, göller, giderek artan şekilde çevreyi kirleterek toksik ve kanserojen özellikler gösterebilirler.”

‘Vücutta yarılanma ömürleri yedi yıl’

Hacettepe Üniversitesi Tıp Fakültesi Dahili Tıp Bilimleri Bölümü Halk Sağlığı Ana Bilim Dalı Öğretim Üyesi Doç. Dr. Cavit Işık Yavuz, tüm canlılar için tehdit oluşturan plastik atıkların bertarafı esnasında kullanılan bazı yöntemlerin hava, su ve toprak kirliliğine yol açarak doğrudan ve dolaylı yollarla insan sağlığını etkilediğini bildirdi.

Mikroplastiklerdeki zararlı kimyasalların gıda zinciri, plastik atıkların yakılması esnasında havaya salınan dioksin ve furanlar gibi kansere neden olabilecek maddelerin de solunum yoluyla insanlara geçebildiğini aktaran Yavuz, “Bunların vücutta yarılanma ömürleri yedi yıl. Plastikler hem atık yükleri nedeniyle risk oluşturuyor hem de onları gündelik hayatımızda çok çeşitli alanlarda kullanmamız nedeniyle özellikle gıda ve içecek kaplarındaki plastiğin yapısında kullanılan kimyasal maddelerin bir kısmı bu gıdalara ve içeceklere geçiyor ve bu yolla da biz kimyasalları alıyoruz” diye konuştu.

 

Kansere kadar varan zararlı etkiler

Plastiklerin, insan vücudundaki zararlı etkilerini uzun vadede göstermeye başladığını vurgulayan Yavuz, şu bilgileri verdi:

“Hormon sistemiyle ilişkili olduğu için şeker hastalığı ya da metabolik bozukluklar nedeniyle ortaya çıkabilecek vücutta şeker düzenlemelerine bağlı bozukluklar görebiliriz. Hormonların etkili olduğu üreme sistemi sorunları ortaya çıkabiliyor. Bebeklerde ve çocuklarda çeşitli gelişim sorunlarına yol açabilir, bu hem sinir hem de hormon sistemleri ile ilgili gelişim problemleri olabilir. Yine bu hormonların işin içinde olduğu kanser türlerinin de artabildiğine ilişkin endişeler söz konusu çünkü bazı kanserler hormonlarla da ilişkili. Aynı zamanda bu hormon bozucu kimyasalların obeziteye de zemin hazırlayabileceği görüşü mevcut.”

‘Plastik kaplarda yiyecek ısıtılmamalı’

Polikarbondan yapılan plastiklerdeki bisfenol grubu kimyasallara damacana, metal içecek kutuları, yiyecek ve içecek saklanan plastik kaplarda rastlanabileceğinin ve sıcağa maruz kalan plastiklerdeki bu maddelerin kolaylıkla suya veya gıdaya bulaşabileceğinin altını çizen Yavuz, plastik kaplarda yiyecek ısıtılmaması ve bu kapların bulaşık makinesinde yıkanmaması gerektiğine değindi. Son olarak Yavuz, vatandaşlara şu önerilerde bulundu:

“Her şeyden önce zorunlu değilsek plastik ürün kullanmamalıyız. Çocukları ve bebekleri plastiklerde satılan gıda ve içeceklerden uzak tutmaya çalışalım. Yemek hazırlarken cam, metal ya da porselen kullanmaya çalışmak, paketli ürünleri paketiyle birlikte değil, olabilirse cam veya porselende ısıtmaya çalışmak da önemli bir konu.”

AKP’nin İstanbul Belediye Başkan adayı eski Çevre Bakanı Murat Kurum oldu

Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, dün (7 Ocak) AKP’nin İstanbul Büyükşehir Belediye Başkan adayının eski Çevre, Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanı Murat Kurum olduğunu resmen açıkladı.

11 büyükşehir ile 15 il belediye başkanı adaylarının açıklandığı toplantıda Erdoğan’ın, İstanbul’umuz Muradına kavuşacak’’ diye işaret ettiği Kurum, adaylığı bildirildikten sonra ilk açıklamasını sosyal medya hesabından yaptı.

Açıklamasında, “Yeni dönemde bu güzel şehir, tecrübesini Türkiye’den sonra sadece İstanbul’a odaklayan bir yönetime sahip olacak” diyen Kurum, İBB Başkanı Ekrem İmamoğlu’na gönderme yaparak, “Biz kollarımızı boş yere sıvamayız. Motivasyonumuz sadece İstanbul olacak’’ dedi.

6 Şubat deprem felaketleri sonrası yıkılan binaların enkaz haline gelmesinin nedenleri arasında gösterilen imar barışından sorumlu olan en yetkili isim  Kurum, sosyal medyada yer alan videoda “İstanbul’da tek bir riskli yapı kalmayıncaya kadar çalışacağız” diye konuştu.

6 Şubat’ta meydana gelen ilk depremde yıkılarak 35 kişinin hayatını kaybettiği Ezgi Apartmanı’nın sorumlularından eski Kahramanmaraş MÜSİAD Başkanı Sami Kervancıoğlu ile Murat Kurum’un fotoğrafı. Deprem sonrası kayıplara karışan Kervancıoğlu hala firari durumda.
‣ İTÜ’den Maraş depremi raporu: İmar affına son verilmeli

Murat Kurum kimdir?

Murat Kurum 1976 yılında Ankara’da doğdu. Konya Gazi İlkokulu’nda eğitim hayatına başlayan Kurum, Konya Selçuk Üniversitesi, İnşaat Mühendisliği bölümünden mezun oldu, yüksek lisansını kentsel dönüşüm alanında yaptı.

1999-2005 yılları, Türkiye’nin farklı bölgelerinde şantiyelerde çalıştı.

2005 yılında, TOKİ’de Uygulama Daire Başkanlığı’nda uzman olarak görev yaptı.

2006-2008 yılları, TOKİ İstanbul Uygulama Daire Başkanlığı Avrupa Yakası Uygulama Şube Müdürü oldu.

2009-2018 yılları, T.C. Başbakanlık Toplu Konut İdaresi Başkanlığı İştiraki Emlak Konut GYO AŞ Genel Müdürü görevinde bulundu.

2018 yılında Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi‘ne geçildikten sonra, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın açıkladığı ilk kabinede Çevre ve Şehircilik Bakanı olarak göreve başlayan Kurum, 2021 yılında bakanlığın adının “Çevre, Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanlığı” olarak değiştiğini açıkladı.

Bu dönemde Türkiye, Avrupa‘nın plastik çöpünü en çok alan ülke oldu ve bu durum özellikle İngiltere, İsrail ve Kanada‘dan gelen çöplerin Adana‘ya yığılmasıyla tepki çekti. Kurum çöplerin varlığını reddetmemiş, sadece adını “ham madde” olarak düzeltmişti.

‣ Seyhan kenarında İsrail atıkları bulunmuştu: MÜSİAD yöneticisi İsrail’den plastik çöp ithal ediyormuş
‣ Kaldırılmayan çöplere insan zinciri: Adana’da ithal çöp istemiyoruz

Bakanlık sürecinde, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın “çılgın proje” diye ifade ettiği Kanal İstanbul Projesi‘ni savunarak, projenin Türkiye’yi dünyada lider ülke yapacak bir girişim olduğunu belirtti. Ayrıca, “Kanal İstanbul Türkiye’nin en çevreci şehircilik projesidir” ifadelerini kullandı.

‣ TMMOB’den “Kanal İstanbul” raporu: Yaşamsal bir yıkım ve felaket!

Bakanlık döneminde hayata geçirilen “Türkiye’nin Maldivleri” olarak adlandırılan Salda Gölü‘ne “Millet Bahçesi” projesi çevrecilerin ve muhalefetin tepkisini çekti.

‣ Maldivler’den Millet Bahçesine: Salda Gölü

Kurum, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın 14 Mayıs seçimlerinde tüm kabine üyelerini milletvekilliğine aday gösterme kararı alması üzerine İstanbul’dan milletvekili adayı oldu.

Seçim kampanyası sürecinde, deprem riskine karşı alınacak önlemler kapsamında İstanbul’daki kentsel dönüşüm projelerine odaklanan Kurum, İstanbul’da 379 bin bağımsız bölüm için 66 bin binanın başvuruda bulunduğunu ve 5 yıl içinde dönüşümü tamamlayacaklarına dair bir vaatte bulundu.

‣ Yeni kentsel dönüşüm yasası çıktı: Rezerv yapı alanındaki tanım değişikliği ne anlama geliyor?

6 Şubat depremlerinin ardından bölgede bulunan Murat Kurum, 11 ildeki 5 milyon 919 bin bağımsız bölümün yerinde incelemesini gerçekleştirdiklerini, en iyi mimarlarla çalıştıklarını ve deprem bölgesindeki kültür, demografik yapı, doğa, iklim ve çevreyi dikkate alarak konutları inşa edeceklerini iddia etti.

‣ [Yeşil Gazete Deprem Bölgesi’nde- 5] Hatay hala moloz altında, halk toprağının, evinin peşinde…

Evli ve 3 çocuk babası olan Murat Kurum, TBMM Çevre Komisyonu Başkanlığı görevini yürütüyor.

İki kadın aday açıklandı

Erdoğan’ın dün açıkladığı oiğer belediye başkan adayları ise şöyle:

  • Aydın: Mustafa Savaş
  • Balıkesir: Yücel Yılmaz
  • Bursa: Alinur Aktaş
  • Denizli: Osman Zolan
  • Erzurum: Mehmet Sekmen
  • Eskişehir: Nebi Hatipoğlu
  • İstanbul: Murat Kurum
  • Kocaeli: Tahir Büyükakın
  • Muğla: Aydın Ayaydın
  • Ordu: Mehmet Hilmi Güler
  • Samsun: Halit Doğan
  • Artvin: Mehmet Kocatepe
  • Bingöl: Erdal Arıkan
  • Bitlis: Nesrullah Tanğlay
  • Çankırı: Hüseyin Filiz
  • Çanakkale: Julide İskenderoğlu
  • Düzce: Faruk Özlü
  • Edirne: Belgin İba
  • Elazığ: Şahin Şerifoğlulları
  • Giresun: Aytekin Şenlikoğlu
  • Isparta: Şükrü Başdeğirmen
  • Kastamonu: Tahsin Babaş
  • Rize: Rahmi Metin
  • Sinop: Yakup Üçüncüoğlu
  • Tokat: Eyüp Eroğlu
  • Yalova: Mustafa Tutuk

AKP kalan illerin adaylarını ise 15 Ocak’ta Ankara’da yapacağı aday tanıtım toplantısında duyuracak.

Ege, Akdeniz ve Marmara’dan fırtına görüntüleri: Deniz taştı, evleri su bastı, çatılar uçtu

Dün (7 Ocak) Marmara, Ege ve Akdeniz‘i fırtına ve şiddetli sağanak yağış vurdu. Meteoroloji’nin uyarıda bulunduğu yurt genelinde etkili olan etkili olan bu durum hayatı olumsuz etkiledi.

DHA‘nın aktardığına göre, bir çok şehirde meydana gelen şiddetli yağış ve fırtına; ev ve iş yerlerini sular altında bırakırken, çatıları sürükleyip götürdü, ağaçlar köklerinden söküldü ve deniz kıyıları taştı.

Meteoroloji 4. Bölge Müdürlüğü‘nün fırtına ve yağmur uyarısı verdiği Antalya’da gece saatlerinden itibaren etkisini göstermeye başlayan sağanak ve fırtına, kentte hayatı olumsuz etkiledi.

antalya sel

Fırtına nedeniyle Konyaaltı Sahili‘nde dev dalgalar oluşurken rengi ise turkuaz, mavi ve kahverengiye dönüştü.

Gece boyunca etkili olan fırtınanın hızı 80 kilometreye kadar çıkarken fırtına nedeniyle Bodrum’un güney sahillerine dev dalgalar karaya vurdu. Yetkililer balıkçılara ‘denize açılmayın’ uyarısı yaptı.

bodrum deniz taşması tekne

Bitez, Gümbet ve Kumbahçe koylarında demirli 10’dan fazla amatör balıkçı teknesi su aldı. Tekne içerisindeki malzemeler sahile dağılırken, fırtına nedeniyle sahil kenarındaki çöp bidonları dalgalarla yerinden çıkıp denize sürüklendi.

İzmir‘in Karaburun ilçesinde, dün geceden itibaren etkili olan sağanak yağış ve şiddetli fırtınadan dolayı, çok sayıda ev, araba, tarla ve bahçeler zarar gördü.

Hava koşullarından en çok etkilenen bölgelerden biri olan Küçükbahçe Mahallesi‘nde hasar gören Küçükbahçe İlkokulu‘nda, üç gün süreyle eğitim öğretime ara verildi.

Kocaeli‘nin İzmit ilçesinde sağanak ve fırtına nedeniyle deniz taştı. Bazı yollar su altında kaldı.

İzmit ilçesi Ömerağa Mahallesi‘nde yollar ile sahil bandındaki açık otopark, su altında kaldı.

Bursa’da hızı saatte 80 kilometreye ulaşan fırtına nedeniyle inşaat halindeki binaların dış cephe kaplamaları uçtu, köklerinden koparak devrilen ağaçlar, park halindeki araçlara zarar verdi.

Kentte, rögarların taşması ile yollarda çökme meydana gelirken, özellikle Yıldırım ilçesindeki sokaklar göle döndü.

Bursa’da fırtına sonrası başlayan sağanak nedeniyle su baskınları yaşandı.  Maltepe Mahallesi 1. Çinko Sokak‘taki 3 katlı binanın bodrum katını su bastı.

Floransa’daki otomobil fabrikası işçilerinin ekolojik dönüşüm mücadelesi

İklim krizine dair mücadele dünyanın pek çok ülkesinde sürüyor. Ancak iklim değişikliğine uyum çalışmaları ve hali hazırda kirletici sektörlerde çalışanlara yönelik “adil geçiş” kapsamında yapılacak politika değişiklikleri henüz başlangıç aşamasında.

Buna rağmen işçilerin doğayı bir bütün olarak ele aldığı, sömürü ve aşırı tüketimin hakim olduğu sistemin değişmesi için mücadele ettiği örnekler de yok değil.

Bunlardan birini de İtalya‘nın Floransa kentinin banliyösündeki fabrika işçileri hayata geçiriyor. Driveline GKN adlı otomotiv parçaları üreten şirketin, fabrikasında çalışan işçileri 2021 yılında  işten çıkarma planının ardından başlatılan eylem dizisi, fabrikanın işgal edilmesiyle başlayıp bir ekolojik dönüşüm planına evrildi.

 

Fabrika işçileri, iki yıldır tesisin kapatılmasına karşı ve fabrika sahiplerinin 1 Ocak 2014’te 185 işçiyi işten çıkarma isteğine karşı örgütleniyordu. Floransa yakınlarındaki Campi Bisenzio‘daki, eski GKN fabrikasının otoparkında toplantılar ve gelecek planları yapmaya devam ettiler. Onları bir araya getiren bir kolektif de kurdular: “Collettivo di fabbrica.”  Kolektif toplantılarının en önemli gündem maddesi ise işçilerin çıkarılması ve tesisin kapatılmasının yanı sıra ekolojik dönüşüm için verdikleri mücadeleydi.

Bu kapsamda, akademik dünyadan gelen çağrıları ciddiye aldılar ve uzmanlardan tesisin yeniden dönüştürülmesine yönelik bir plan hazırlamalarını istediler. Çevre örgütleri de işçilerin başlattığı seferberliği benimseyerek, emeği sağlık ve çevresel kaygılarla karşı karşıya getirmeye çalışan çabalara meydan okudu ve onlara destek verdi.

Ayrıca bölgedeki tiyatro yönetmenleri ve oyuncuları ile Associazione Ricreativa Kültürel Italiana‘dan (ARCI) aktivistler, Toskana gibi “kırmızı bölgeler”de bulunan eski Komünist Parti’ye yakın çevreler ve sendika temsilcilerinin yanı sıra konut komiteleri, her yaştan öğrenciler dayanışmaya destek verdi; kendisi de işçi sınıfından gelen yazar Alberto Prunetti rekor bir sürede sürecin  belgelerini bir kitaba dönüştürdü. Umberto Terracini tarafından Direniş’ten sonra kurulan Demokratik Hukukçular Derneği  ve sosyalist Lelio Basso, fabrikanın kapanmasına karşı bir yasa tasarısı hazırlamak üzere işçilerle bir araya geldi.

Fridays for Future ve Extinction Rebellion gibi iklim örgütleri de işçileri yalnız bırakmadı. Çevresel yıkıma karşı mücadele eden sayısız örgütle birlikte  işçi önderliğindeki seferberliğe destek verdiler.

İşçiler destekçileriyle birlikte geçtiğimiz ekim ayında Roma’da toplanan G20’ye karşı birlikte bir yürüyüş gerçekleştirdi.

İşten çıkarma planları ters tepti

Bütün bunlara rağmen önceden planlandığı gibi 1 Ocak 2024’te 185 işçi işten çıkarıldı. Ancak eylül 2021’de, işçilerin başvurduğu mahkemeler ihraç  kararını bozdu. Üç ay sonra İtalyan bir girişimci, fabrikayı yeniden canlandıracağına söz vererek satın alsa da fabrika bir türlü yeniden faaliyete geçemedi. Hatta satıştan bir yıl sonra, işçilere sekiz ay boyunca ödeme yapılmayınca, çalışanların yarısından fazlası istifa etmek zorunda kaldı. Geçen Şubat ayında, fabrikanın yeni sahibi, işgalin fabrikanın yeniden faaliyete geçmesini engellediği gerekçesiyle tasfiye edileceğini duyurdu.

Alınan darbelere rağmen işçiler mücadele ve örgütlenmeye devam etti: Zor durumda olan arkadaşları için bir yardım topluluğu oluşturdular. Bazıları hikayelerini anlatmak için ülkeyi dolaştı. Diğer fabrikalardaki işçilerle iletişime geçildi. Farklı sosyal ve ekolojik örgütlerle bağlar güçlendirildi.  LGTBQ + hakları, ekolojistler gibi hareketlerle yakın ilişkiler kuruldu.

Bütün bu çalışmaları sonucunda Ekim 2022’de Fridays For Future ile binlerce insanı Bologna sokaklarına çıkarmayı başardılar. Geçen kasım ayında bölgelerinde yaşanan sel felaketinin ardından mağdurların yardımına ilk koşanlar arasında onlar da vardı. 3 Aralık Pazar günü bir işçi grubu, İtalya Başbakan Yardımcısı Matteo Salvini‘nin düzenlediği Avrupa aşırı sağ zirvesine karşı gösteri yapmak için Floransa’nın merkezine yürüdü.

Kirletici kamyonlardan çevreci bisikletlere, fotovoltaik panellere… 

Eski GKN işçileri, bütün bu organizasyon ve eylemleri yapmakla yetinmedi. Kendilerini destekleyen bir grup araştırmacının yardımıyla iki proje oluşturdu: Birincisi, malların taşınması için çevreyi kirleten kamyonetlerden farklı bir hareketlilik sunma arzusuyla oluşturulan “kargo bisikleti” imalatı oldu.

Halihazırda kargo bisikleti üreten kişilerle bir araya gelip fabrika için gerekli becerileri planlarken, Floransalı bir teslimat kooperatifiyle de görüştüler ve kendileri için bu bisikletlerden birini üretmesini istediler. Proje, terk edilmiş bisikletlerden çevreci ulaşım ağı” sunma amacını da güdüyordu. Buna ilham olan ise bölgedeki son sel felaketinden etkilenenlere su, yiyecek ve bot götürmek için kullanılmış olmalarıydı. O dönem otomobillerin geçemediği yerlerde ulaşım bu bisikletlerle sağlanmıştı.

Fabrika çalışanlarına yönelik yeniden sanayileşme planının kalbi ise esas olarak fotovoltaik güneş panellerin imalatı oldu. Fikir bu ürünlerin lityum, silikon ve kobalt kullanılmadan üretilmesine olanak tanıyan düşük karbon teknolojisinin patentini alan bir İtalyan-Alman şirketinden geldi. Böylece Güney ülkelerindeki toprakların sömürülmesini de önlenmesini amaçlıyorlar.

İşçilerin birlik ve dayanışmasıyla yaratılan ortaya çıkan ibu ilham verici örneğin, başka işçi örgütlerine ve gruplarına örnek olmasını da çok istiyorlar. Emek ve ekoloji mücadelesinin ortaklaşalığıyla sürdürdükleri mücadelelerine devam etme ve doğayla dost ürünler üretme kararlılıkları ise sürüyor.

Yeşil Tarifler’de bugün: Kış çorbası ve evde deodorant yapımı

Artık yılın ilk haftasını geride bıraktık. Kutup soğuklarının beklendiği günlerdeyiz. Özellikle her yerden öksürük ve hapşırık seslerini duyduğumuz bugünlerde sağlığımıza dikkat etmemiz oldukça önemli. Yeşil Tarifler’de bu hafta tam da bu havalara uygun bir tarif var: Kış çorbası!

Tomris Karakartal’ın mutfağında bu hafta mevsim sebzeleri ağırlandı. Turuncusundan yeşiline göz kamaştıran renkleriyle mevsim sebzeleriyle içinizi sıcacık tutacak kış çorbasını oldukça kısa sürede hazırlayabilirsiniz.

Elbette bununla sınırlı kalmadık. Bu hafta aynı zamanda evinizde içeriğini kendi ellerinizle, oldukça uygun fiyatlara oluşturabileceğiniz bir ürünümüz daha var: Deodorant!

Hem sıvı hem de katı deodorantı yapmak yalnızca beş dakikanızı alacak. İyi seyirler!

 

‘Su Gezegeni’ Dünya’da Güneş’in etrafında bir kez daha…

Dünya, evrende bildiğimiz kadarıyla suyun üç faz halinde aynı anda bulunduğu tek gezegen. 2023’e veda ederken karbondioksit yoğunluğu 420 ppm’i aşan atmosferimizdeki iklimsel değişimler ve hava olayları aslında gezegenimizin su döngüsü ile doğrudan bağlantılı. Güneş sistemimizde, Satürn‘ün ayı Enceladus ve Jüpiter’in ayı Europa yüzeyaltı okyanuslara sahip ama güneşten uzak olmaları sebebiyle bu su havzaları kalın bir buz tabakasının altında.

NASA Goddard Space Flight Center’dan bilim insanları, diğer yıldızların yörüngesindeki binlerce ötegezegenden (exoplanet) Dünya’ya benzer hacme sahip olan yaklaşık 50 gezegenin sadece dörtte birinin sıvı suya sahip olabileceğini, ancak Europa ve Enceladus’taki gibi suyun yeraltı okyanuslarında saklı olduğunu tahmin ediyor. Yani Dünya, yüzeyinde sürekli sıvı su kütleleri bulunduran ve suyun aynı zamanda gaz, sıvı ve katı halde bir arada olduğu bilinen tek gezegen. Peki bu neden önemli?

Satürn’ün Ayı Buzla Kaplı Enceladus. Kaynak: NASA

Gezegenimizde yaşamın kolayca yeşerebilmesi ve evrimleşebilmesinin sebebi, Dünya’nın güneş sistemimizde sıvı suyun var olabildiği, ne çok sıcak ne de çok soğuk olan “yaşanabilir bölge”de olması. Yaşam için gerekli olan sıvı halindeki suyun yanı sıra, Dünya yüzeyindeki sıcaklık değişimleri suyun buza ve buhara dönüşebilmesini de mümkün kılıyor.

‘Yaşanabilir bölge’ için suyun üç fazının anlamı

Suyun bu üç fazda olabilmesi Dünya’nın ikliminin dengesi için önemli bir rol oynuyor. Sıvı su, yaşam için hayati öneme sahip olan ve ısı rezervuarları görevi görerek iklimi düzenleyen okyanusları, gölleri ve nehirleri oluşturur. Suyun buhar hali ise, atmosferdeki ısıyı hapseden ve gezegenimizde yaşamı destekleyecek kadar sıcak tutan doğal sera etkisinde önemli bir rol oynayan bir sera gazıdır. Buz ve kar da güneş ışığını yansıtarak (Albedo etkisi) Dünya’nın sıcaklığının düzenlenmesine yardımcı olur. Bu su dengesi Dünya’nın iklim sistemiyle yakından bağlantılı olup hava olaylarını, okyanus akıntılarını ve hatta gezegenimizdeki “yaşanabilir bölge”lerin dağılımını doğrudan etkiler.

Su Gezegeni Dünya. NASA bilim insanları birden fazla uydu görüntüsünü birleştirerek, kutup deniz buzullarından okyanuslara, atmosferdeki buhardan bitkilerin ve klorofilin yansıttığı ışığa kadar detaylarıyla su gezegeni dünyanın bu detaylı fotoğrafını hazırladı.

Gezegenimizdeki yaşanabilir bölgeler de iklim ve su döngüsü ile beraber değişir. Bu değişim bir insan hayatı boyunca hızlı gibi gözükmese de jeolojik zaman açısından artık çok hızlı bir şekilde gelişiyor. Atmosfere daha fazla karbondioksit ve sera gazı salarak, gezegenimizin etrafında hareket eden su buharının enerji alışverişini arttırarak daha güçlü fırtınalar, daha şiddetli yağışlar ve kuraklıklara sebep olduğumuzu gözlemliyoruz. Temel termodinamik ilkeler, daha sıcak bir dünyada küresel yağışların artacağını ancak önemli bölgesel farklılıklar olacağını ve su açısından zengin bölgelerin daha da zenginleştiğini ve kurak bölgelerin daha kuraklaştığını açıklıyor.

Suya yakın şehirleri ne bekliyor?

2023’te El Nino hava akımının etkileri dünyada rekor deniz ve okyanus sıcaklıklarına sebep oldu. Hawaii ve Rodos’ta benzeri görülmemiş orman yangınlarından, sonbaharda İstanbul ve Karadeniz’deki pek çok şehri etkileyen konvektif yağışlara ve fırtınalardan ötürü deniz kabarması ile sel altında kalan kıyı bölgelerine şahit olduk. Dünya’nın pek çok kentinde bu tip ani yağışların yol açtığı sel durumlarına iklim bilimcileri ve plancılar “bulut patlaması” (cloudburst) adını veriyor.

New York şehri, örneğin, bu tip yağışlar için yeni bir Cloudburst Stratejisi geliştirdi. Yaşadığımız şehirleri, modern hayatımızı mümkün kılan altyapıyı, tarımı, turizmi ve hayatımızın pek çok yönünü etkileyen bir değişim bu.

New York’tan Londra‘ya, Mumbai‘den İstanbul‘a kadar dünyanın en büyük şehirlerinin su yollarıyla karmaşık bir şekilde büyümesi de tesadüf değil. Zamanla insanlar suya, nehirlere ve kıyılara daha da yaklaşmaya başladı. Eski medeniyetlerin mesafe koyduğu kıyı şeritlerini bazen tamamen betonla kaplayarak yeniden yarattık. Örneğin bu yüzyılın en büyük nükleer felaketinin yaşandığı Fukushima‘da orta çağda kıyı şeridine taş tabletler yerleştirilmiş ve gelecek nesillere tsunami uyarısı görevi görmesi için açıkça “evlerinizi bu noktanın altına inşa etmeyin” denilmişti. Japonlar elbette atalarının sözlerine diğer halklar kadar kayıtsız değiller, ama yine de nükleer santral kurma hatasını yapmışlar. Her kültürde ve dinde, kıyametler, doğal felaketler ve seller gibi imgeler bulunsa da milyonlarca insanın tehlikeli yerlere göç etmesi ve bu bölgelerin şehirleşmesi nasıl oldu?

İklimdeki değişiklikler, zaman kavramımızı da değiştirdi

Suya olan erişim özünde ticaret ve taşıma ile bağlantılı olsa da Dünya’daki doğal kaynaklar üzerindeki kontrol duygumuzla ilgili olan kibir duygusu Aydınlanma ve Endüstrileşme çağlarına kadar uzanıyor. Kibirin yanı sıra tabi bir de hafıza kaybını eklemek gerekir. Özellikle de günümüzde çevremize karşı olan farkındalığımızın azaldığı, sosyal medya ile algımızın iyice kısaldığı ve kısa vadeli kazançların en çok ödüllendirildiği bir ekonomik sistemde yaşıyor olmamız da bu kısa hafızalılığı tetiklemekte.

İznik Gölü’nde bulunan Aziz Neophytos Kilisesi. Fotoğraf: Sera Tolgay

Fakat yazar Jenny Odell’in de bu sene çok ilgi gören “Zamandan Tasarruf: Saatin Ötesinde Bir Hayatı Keşfetmek” kitabında dediği gibi “Bu gezegendeki çoğu canlı varlık ve sistem açıkça takvim saatine göre yaşamıyor.” İklim değişikliği ile beraber zaman kavramımız da değişiyor. Atmosferde bu kadar karbondioksitin olduğu son seferde Güney Kutbu’nda ağaçlar vardı. Geçen yıl, aşırı kuraklık sebebiyle kuruyan Tiber Nehri’nde antik Roma kalıntıları ortaya çıktı. Benzer bir şekilde aşırı su kullanımı ve kuraklık sebebiyle su seviyelerinin azaldığı İznik Gölü’nde arkeologlar 4.yüzyıl’da inşa edildiği tahmin edilen Aziz Neophytos adına inşa edilen bir kilise buldu.

Maalesef bu durumda bırakın gelecekteki felaket senaryolarını, şehirlerimiz geçmiş felaket olaylarına bile henüz adapte değil. Dünya’da bu konuya ciddi yatırımlar yaparak projeler hayata geçiren şehirlerin sayısı çok az. Bu yazı serisi ile umudum gezegen ve iklim biliminin günlük yaşamımızı ve şehirlerimizi nasıl yakından etkilediğini sürekli güncellenmekte olan bilimsel araştırmalar ve dünyadaki kentsel projeler örnekleri üzerinden sizlerle paylaşmak.

Amacım evrende nadir bulunan bir su gezegeni olan Dünyamızı daha iyi anlamak ve yaşadığımız gezegenin dinamikleri ile nasıl daha uyumlu bir yaşam sürebileceğimizi sorgulamak.

 

Mickey ve Minnie kamu malı oldu

Miki’nin ya da “Mikifare”nin kamu malı olması tuhaf bir durum. Zaten bütün kamunun, dünyanın bütün çocuklarının, hatta büyüklerin tanıdığı sevdiği veya ilgisini bir veya diğer şekillerde çekmiş olan, düşündürmüş veya güldürmüş olan bu çizgi film kahramanı şimdi mi kamunun malı oldu?

Bir sanatçı veya bir firma (veya her ikisi birden) tarafından üretilen bir çizgi karakter kimin malı olmalıdır? Bu çizgi karakterin kamunun malı olmasının anlamı nedir? Özel mal olması ne anlama gelir? Kamu malı olsa ne olur, olmasa ne olur?

Önce “Kamu malı/ kamusal mal nedir?” sorusu üzerinde duralım.

Kamu malı kısaca,

  • hiç kimsenin özel mülkiyetinde veya tekelinde olmayan ama kamunun bütüne ait olan,
  • kolektif veya bireysel olarak tüketilebilen,
  • tüketimi için hiç kimsenin ayrıca bir ödeme yapmadığı ve eğer varsa maliyeti kamusal bir kaynaktan karşılanan,
  • her hangi bir tüketicinin bu kamusal malı (veya hizmeti) tüketmesinin diğer bir tüketicinin (veya kamunun diğer parçalarının) zararına olmadığı (diyelim ki bir tüketici Mikifare’yi izliyorken, diğer bir tüketicinin de izlemesiyle, ilk tüketicinin sağladığı doyumun azalmadığı), yeni tüketicilerin bu alana girmesinin veya çıkmasının diğer kullanıcıları etkilemediği

bir mal veya hizmet türüdür.

Düşünmeye devam edelim: Çizgi film kahramanı olan Mickey ve Minnie’nin kamu malı olmasını neden önemsiyoruz ve bu dünya kamuoyunu neden ilgilendiriyor?

Kamusal mal ‘ilerlemeye’ engel mi?

Mal veya hizmetin [bu bir kentsel arsa da olabilir, kent içinde bir noktadan diğer noktaya ulaşım veya sanatsal bir sunuş/ bilimsel bir katkı (özellikle sağlığı ilgilendiren alandaki teknikler, aşılar- ilaçlar) vb.] özel mülkiyetini/ tekelini elinde tutan kişi veya firma, bunu hak olarak elinde bulundurmaya devam etmek ister. Böylece bunu tüketicisine ödetebilecek ve özel kar ve kazanç sağlamaya devam edebilecektir. Eğer bu mal veya hizmet tekel konumundaysa, burada aşırı (ya da tekelci) karlar da, (dolayısıyla haksız/ hak edilmemiş kazançlar da) söz konusu olabilecektir.

Kamusal ve mal ve hizmetlerle ilgili tartışma oldukça eskidir ve yeni durumlar belirse de bugün hala devam etmektedir. Ama savları kabaca şöyle özetleyebiliriz:

Kamusal maldan yana olan sav: Kamu mal ve hizmetlerde bütün kamunun yaralanacağı/ yararlandığı bir durum söz konusu olduğu için mülkiyet de kamuya ait olmalıdır. Bu üretimin kamusal maliyetinin nasıl karşılanacağını kamu kendi bulduğu yöntem veya teknikle belirleyecektir. Bu tür mallar için kimsenin özel çıkar elde etmesine izin verilemez ve kamunun özellikle bu mala/ hizmete gereksinim duyan kesimin yapmak zorunda kalacağı harcamayla zor durumda kalmasını kabul edemez.

Kamusal mala karşı olan sav: Kamusal yarar sağlayacak bir gelişme, buluş/ katkı veya keşif, özel bir firma veya kişi tarafından, bu alanda yatırım yaparak sağlamasaydı, bu katkı için bazı fedakarlıklar yapmasaydı mal ortaya çıkmayacaktı ve kamu zaten bu mal/ hizmeti hiç elde etmemiş olacaktı. Bu durumu önemseyen girişimciler bu konuda yaptıkları fedakarlıkların karşılığını almalıdır. Zaten bu karşılık olmazsa bir daha kimse böyle bir çaba göstermeyecek ve ilerlemeler de sağlanamayacaktır.

Görüldüğü gibi her iki savın da doğru olan/ olabilecek yönleri olduğu gibi, tartışılması gereken yönleri de bulunuyor. Karşı savdaki vurgu, yaratıcılığı/ yaratıcı düşünce ve eylemi korumak ve her durum karşısında yeni buluşları taze tutma arayışında.

Bu iki bakış açısı, biraz sosyalizm ve kapitalizm arasındaki tartışmayı da anımsatıyor olabilir. Ancak kapitalist ekonomilerde çok sayıda kamu malı da var, sosyalist ekonomilerde de özel mallar (vardı)…

Hacivat ve Karagöz’e karşı Miki fare ailesi

Mickey ve Minnie’nin kamu malı olması üzerinde özel olarak düşünebiliriz ama önce genel olarak kamu malları alanı (ya da anlayışını) olumlayan düşünceyi, genişletelim: İklim değişikliği, kentlerdeki ekolojik sorunlara karşı geliştirilecek kamusal projeler ve genel olarak tüketimin (ve gösteri) çağının sonsuz yıkımına karşı yeni alanlar kazanabilmek için kamu mal ve hizmetleri, yeni olanaklar sağlayabilir. (Montpellier örneğindeki gibi)

Özel olarak ise, sanat eserleri üzerindeki “copyright”/ telif hakkı ne anlama geldiğine ve bunun kentlerle ilgisine eğilelim: “Mikifare” figürleri nasıl bir ilham veriyor bize? Mickey ve Minnie’yi bir fare olarak değil, içimizden biri olarak görüyoruz, doğruları ve yanlışlarıyla ve güçleri ve güçsüzlükleriyle… Eğlendiriyorlar bizi. Kendi dünyamızın sorunlarını, [bazen başka bir zamanda (modern öncesi), bazen başka bir yer / kültür (Karagöz ve Hacivat gibi) üzerinden ortaya çıkmış] bu tür figürler üzerinden tartışıyoruz.

Peki, neden Karagöz ve Hacivat, kendiliğinden “kamu malı” oluyor da “Mikifare” olmuyor? Çünkü ikincisi kapitalist bir pazarda kar elde edebilmek için, birincisi ise doğrudan kamusal alanda bir tartışmaya ve eğlenceye zemin olsun diye yaratılmış. O zaman Mikifare’nin özel mülkiyet alandan çıkarılarak kamusal alana geçmesi, belki de yeni/ başka tür bir buluşçulukla, kamusal alanda yeni esinler için tartışmanın bir paçası olacak? Bir de şöyle sorabiliriz: “Karagöz ve Hacivat varken neden ‘Mikifare’ye gerek duyulsun ki? Belki, Miki hem çok daha modern ve hem de çok daha evrensel ve belki davranma ve değerlendirme biçimleri bakımından, çok daha esnek ve kalıplanmamış olduğu için…

“Mülkiyeti/ karı önemsemeden üretim/ yaratıcılık neden olmasın?” sorusunu da sorabiliriz. Kültür alanında, doğrudan kamusal yarar veya kamu için de sanatsal yaratılar söz konusu olabilir. Bansky, bunun bir örneği. Onun üretiminden/ sanatından kamusal olarak yararlanmak için 95 yıl beklemek zorunda değiliz.

Ancak kamusal alanın genişlemesi, kamusal mal ve hizmetlerin çeşitlenmesi ve artması bir yandan kenti gönendirir, renklendirir ve hareketlendirirken bir yandan da, belki (özellikle Türkiye’de) şöyle bir korku yaratıyor olabilir: Kamu olarak tanıdığımız devlet, öylesine bir çürüme ve kokuşma içinde ki kamu alanın genişlemesi insanı korkutuyor bile olabilir.

Ama kamusal alan, devlet anlamına gelmiyor; kamu, sivil yurttaşlar/ hemşeriler veya kentliler ve onların örgütlenmesi anlamına geliyor. Devlet veya belediye de, kamusal alanda olabilir ve uyumlu bir etkileşim de söz konusu olabilir elbette. Ama neden kamusal alan/ kamusal alanda yaratmak dediğimizde, “genel olarak birbirimiz için, ya da kent halkının bir bölümünün diğer bölümünün yararı/ çıkarı için, karşılıksız katkıda bulunması isteği olabileceğini neden düşünmeyelim?” yanıtı verilebilir. Bu düşünce, hala ütopik olabilir, ama buna bütün kentlerin buna ihtiyacı var.

Bu nedenle, Mikifare ile Montpellier arasındaki olası ilişikleri, gelecek yazıda daha çok tartışmalıyız.