Ana Sayfa Blog Sayfa 198

İliç altın madeni derhal kapatılmalıdır

13 Şubat Salı günü büyük çoğunluğumuz için şaşırtıcı olmayan bir ‘kaza’; daha doğrusu ‘bir ekolojik cinayet’  meydana geldi. Uzun süredir tartışmaların odağında bulunan Erzincan İliç’teki altın madeninin atık dağı çöktü. 10 milyon metreküp siyanür ve ağır metallerden zengin yarı akışkan maden atıkları, dünyanın gözü önünde 800 metre ötedeki Fırat Nehri’ne doğru aktı.

Enerji ve Tabii Kaynakları Bakanı Alparslan Bayraktar’ın ‘maden atıklarını kaldırmak için tam 400 bin kamyona ihtiyaç var…’ sözleri felaketin boyutlarını gözler önüne serdi. Üstelik Bayraktar’ın sözleri bununla da bitmedi:  Buradaki şirketin yönetim düzeyi içerisinde bir zafiyet içerisinde olduğunu görüyoruz. Hala söz konusu yabancı şirketin temsilcileri burada değillerNeye olsunlar ki,  yitip giden canlar, yok olan doğa bizim…

Birleşmiş Milletler Çevre Programı’na (UNEP) göre dünyada son 50 yılda yüzden fazla ciddi atık maden barajı kazası yaşandı. Bu kazalarda çok sayıda insan hayatını kaybederken, milyonlarca insan ise uzun bir süre temiz içme suyuna, sağlıklı gıdaya ulaşamadı. Bu kazalardan bazıları şunlardı:

  • 1971; Romanya- Certej Mine: Atık havuzundan 300.000 m³ siyanürlü sıvı atık boşaldı. İlk anda 89 kişi öldü.
  • 1984-2013- Papua Yeni Gine; Ok Tedi Mine: Atık barajından ağır metallerden zengin atığın sızması sonucu çevredeki 120 köy ve 50.000 kişi etkilendi.
  • 1995; Guyana- Omai Mine: Omoi nehrine 3 milyon ton siyanür ve ağır metallerden zengin sıvı atık sızdı.
  • 1996; Filipinler- Mt. Tapian: Drenaj tünelinin patlaması sonucu; yakındaki nehire boşalan tonlarca sıvı atık ekinlerin yok olmasına ve 20 köyün boşaltılmasına neden oldu.
  • 1998; Kırgızistan- Kumtor Gold Mine: Madene 1762 kilo NaCN getiren bir kamyon yakındaki nehire uçtu; kazanın çevreye verdiği zarar net olarak gün de bilinmiyor.
  • 2000; Romanya- Baia Mare: 000 m³ atık su çevreye yayıldı; Tuna nehrine kadar ulaştı. Bu atık suda 50 ton civarında siyanür bileşikleri ve bakır ve kurşun başta olmak üzere ağır metaller bulunuyordu. Kazadan altı ülke etkilendi, ekosistem büyük zarar gördü. Macaristan Tuna’da kaza nedeni ile 1241 ton balığın öldüğünü iddia etti ve tazminat talep etti. Uzun yıllar bölgede tarım ve balıkçılık yapılamadı.

Atık maden kazaları içinde 2000 yılında Romanya-Baia Mare Aurul Altın Madeni’nde yaşanan kazanın önemli bir yeri var. Bu kazada madenin atıklarının depolandığı atık maden barajının çökmesi ile Orta ve Doğu Avrupa’nın en büyük tatlı su felaketi yaşandı. Atık dağının yıkılması ile Tizsa Nehri’ne dökülen siyanür bileşikleri ve ağır metal içeren atık, Tuna Nehri yolu Romanya, Macaristan, Sırbistan ve Bulgaristan sınırlarından geçerek Karadeniz’e kadar yayıldı. Kaza sonrasında sudaki siyanür değeri sınır değerlerin 100 katına ulaşırken, yüzlerce ton deniz canlısı öldü, 2 milyondan fazla insanın içme suyu zehirlendi.

Avrupa’da yasaklanırken, Türkiye’de teşvik

Bu kaza sonrasında siyanürlü madencilik Avrupa’nın birçok ülkesinde ve Avrupa Birliği Parlamentosu’nda tartışmaya açıldı. Bu tartışmaların yasal olarak karşılık bulduğu ilk ülke Çek (Çekya) Cumhuriyeti oldu. Aynı yıl Çek Cumhuriyeti’nde, 2002 yılında Almanya’da, 2009 yılında ise Macaristan’da siyanürlü madencilik yasaklandı. Yasaklamalar ile ekonomik olarak elverişli olmayan düşük tenörlü (bir cevherin içindeki değerli maden miktarı) rezerv alanlarındaki maden faaliyetlerinin de önüne geçilmiş oldu. Avrupa ülkelerindeki gelişmeler Avrupa Birliği Komisyonu’nu da (AB) etkiledi. AB Parlamentosu 2010 yılında AB Komisyonu’na siyanürlü altın madenciliğinin AB topraklarında yasaklanmasını önerdi. Yasaklama önerisi şu gerekçelere dayandırıldı:

  • Siyanür, canlı çeşitliliği, tatlı su varlığı ve insan sağlığını tehdit eden yüksek derecede toksik bir kimyasaldır. Ayrıca bu atıklar siyanür nedeniyle serbest hale gelen büyük oranda kadmiyum, kurşun, arsenik, kobalt, manganez gibi ağır metaller içermektedir.
  • Maden atıklarında canlı sağlığı için belirlenen güvenli limit değerlerin çok üstünde siyanür ve ağır metaller bulunur ve bu nedenle maden atıklarını yönetmek zordur.
  • Siyanürlü maden işletmeleri ortalama 8-16 yıl gibi kısa sürelerde kısıtlı istihdam yaratırken, olası bir kaza sorumlu işletmeler tarafından karşılanmayacak kadar büyük, sınır ötesi yıkımlara neden olabilir.
  • Uzun süreli kaza kayıtları, atık barajı kazalarının görülme sıklığındaki artışa dikkat çekiyor. Bu da teknolojinin baraj kazalarının önüne geçmediğini gösteriyor.

İlk bulgulara göre Erzincan İliç’te yaşanan facia artık kayıtlara dünyadaki en ciddi maden kazalarından biri olarak geçecek. Görünen o ki, ağır metallerinden zengin tonlarca atık Fırat’a karışacak ve çevre yıkımını bu coğrafyada inanılmaz boyuta taşıyacak. Önümüzdeki günlerde bu facianın boyutlarının daha da büyüdüğünü görmemiz kaçınılmaz.

2000 yılında Romanya-Baia Mare Aurul Altın Madeni’nde yaşanan kaza da olduğu gibi Erzincan İliç’te yaşanan facia uluslararası boyut kazanmak üzere… Unutulmamalıdır ki, Fırat da tıpkı Tuna Nehri gibi sınır aşan bir nehir… O nedenle, öncelikle derhal Erzincan İliç altın madenini kapatılmalı, sonra işlenen bu ekolojik cinayetin insan ve ekosistem üzere olan yıkıcı sonuçlarının nasıl onarılabileceğini bilimsel olarak tartışılmalıdır.

Akdeniz’te tropik geceler artıyor

İklim değişikliğiyle ilgili güvenilir bilgileri yaygınlaştırmayı hedefleyen İklim Masası‘yla olan işbirliğimiz çerçevesinde, Doç. Dr. Doğukan Doğu Yavaşlının Akdeniz bölgesindeki gece sıcaklıklarının artışına ilişkin kaleme aldığı makaleyi yayımlıyoruz. 

*

İklim değişikliği nedeniyle Akdeniz Bölgesi’nde yaşanan tropik gecelerin sayısında belirgin bir artış yaşanıyor. 1950 ile 2022 yılları arasındaki 73 yıllık süreci değerlendiren yeni bir çalışmaya göre, ortalama tropikal gece sayısı neredeyse iki katına çıktı. Tropikal sıcaklıkların süresi uzadı; başlangıç tarihleri erkene, bitiş tarihleri ise daha geçe kaydı.

Tüm Akdeniz Bölgesi’ni etkileyen bu artış, kıyı bölgelerinde ve kentsel alanlarda daha belirgin şekilde gözleniyor ve hem bölgedeki insanların hem de ekosistemlerin sağlığı üzerinde ciddi etkiler yaratıyor. Karşı karşıya olunan durumun temel sebebi ise insan kaynaklı iklim değişikliği. Deniz yüzey sıcaklıklarındaki artış ve kentsel ısı adaları etkisi ise, sıcaklıkların nerede daha çok hissedildiğinde belirleyici oluyor.

Önümüzdeki yıllarda daha da artması beklenen sıcaklıkların toplum sağlığı, tarım, turizm ve enerji tüketimi üzerinde önemli etkileri olması muhtemel. Olumsuz etkileri azaltmak, iklim değişikliğine uyum konusunda iyi planlanmış politikaları devreye sokmayı gerektiriyor.

Tropikal geceler neredeyse iki katına çıktı

Akdeniz Bölgesi, iklim değişikliğinin sıcaklık üzerindeki dramatik etkilerini en yoğun hisseden bölgelerden biri; bilimsel verilere göre küresel ortalamadan yüzde 20 daha hızlı ısınıyor.

Yıllık ortalamanın mekansal dağılımı: (a) frekans, (b) ilk meydana gelme (c) son oluşum, (d) uzunluk, (e) maksimum uzunluk, (f) yoğunluk, (g) Akdeniz bölgesi için 1950-2022   tropik gecenin maksimum yoğunluğu.

Prof. Dr. Ecmel Erlat ile birlikte yayınladığımız bu yeni çalışma ise, bölgedeki sıcaklıkların son yıllarda giderek arttığını ve bu artışın özellikle gece sıcaklıklarında kendini gösterdiğini ortaya koyuyor.

1950-2022 yılları arasında, gece sıcaklığının 20°C’nin altına düşmediği ‘tropikal gecelerin’ özelliklerinde meydana gelen uzun vadeli değişimleri ve eğilimleri analiz eden çalışma, tropik gecelerin hem sayısında hem de mevsim uzunluğunda önemli artışlar yaşandığını gösteriyor.

Bulgularımıza göre bu 73 yıllık zaman diliminde, Akdeniz’de yaşanan tropikal gecelerin ortalama sayısı yüzde 93 oranında arttı. Bu, her yıl ortalama 18 gün daha fazla tropikal gece yaşandığı anlamına geliyor.

Araştırmada kullanılan tropikal gece indeksleri, tropikal gecelerin sıklığının yanı sıra şiddetinin de arttığını ortaya koyuyor. İndekslere göre, tropikal gecelerde kaydedilen en yüksek sıcaklıklarda ve tropikal gecelerin süresinde de artış yaşanıyor.

Tropik geceler ortalama 4,5 saat daha uzun

Çalışma, tropikal gecelerin ortalama uzunluğunun yüzde 45 oranında arttığını, dolayısıyla bir tropikal gecenin ortalama 4,5 saat daha uzun sürdüğünü ortaya koyuyor.

Tropikal gecelerin yaşandığı dönemler de giderek uzuyor; başlangıç tarihleri ortalama 10 gün erkene gelmişken, bitiş tarihleri ise 12 gün daha geçe kaymış durumda. Kısacası, artık Akdeniz’in birçok bölgesinde yaz boyunca tropikal geceler yaşanıyor. Bu artış, tüm Akdeniz havzasında gözlenmekle birlikte, kıyı şeritlerinde ve kentsel alanlarda daha belirgin.

Özellikle deniz yüzey sıcaklıklarındaki artış ve kentsel ısı adası etkisi, bu bölgeleri tropikal gecelere karşı daha savunmasız hale getiriyor. Deniz yüzeyindeki ısınma, kıyı bölgelerinde daha yüksek sıcaklıklara yol açarken, kentsel alanlarda bulunan binalar ve asfalt gibi unsurlar ısıyı hapsederek sıcaklığın artmasına neden oluyor.

Yüksek sıcaklıklar, önemli riskler doğurabilir

Küresel ısınmanın ve iklim değişikliğinin somut bir göstergesi olan bu durum, insan sağlığından tarımsal üretime, enerji tüketiminden ekosistemlerin dengesine kadar pek çok alanda ciddi sonuçlar doğuruyor.

Tropikal geceler, özellikle insan sağlığı açısından risk oluşturabiliyor. Sıcaklık dalgaları ve aşırı sıcaklık olayları, uyku problemlerine, dehidrasyona, kalp-damar hastalıklarına ve solunum problemlerine yol açabiliyor ve ölüm riskini artırabiliyor.

Tropikal gecelerin artması, ayrıca yetersiz gece dinlenmesi anlamına geliyor ve farklı hastalıkların ortaya çıkmasına da neden olabiliyor.

Aşırı sıcaklıklar, tarımsal üretime de zarar verebiliyor, verimin düşmesine ve gıda güvenliğinin tehlikeye girmesine sebep olabiliyor. Bitkilerin gece solunum hızları, minimum hava sıcaklıklarıyla düzenleniyor. Dolayısıyla, gece sıcaklıklarının yüksek seyretmesi, biyokütle birikimine neden olarak mahsul verimini azaltabiliyor. Örneğin, yüksek gece sıcaklıkları, soya fasulyesinde protein ve yağ birikimini etkileyebilir. Buğday gibi önemli tarımsal ürünlerde ise tane dolum döneminde yaşanan kısa süreli yüksek gece sıcaklıkları, ciddi verim kayıplarına yol açabilir.

Akdeniz bölgesindeki tropik gecelerin artışı, ekosistemler üzerinde de önemli etkiler yaratıyor. Gelişmekte olan bu yeni durum, hem bitki ve hayvan türlerinin dağılımının değişmesine hem de üreme ve göç modellerinde kaymalar yaşanmasına neden olabilir. Bunların sonucunda biyoçeşitlilikte azalmalar görülebilir. Doğal dengenin bozulması, besin zincirlerini ve insanların da dahil olduğu ekosistem hizmetlerini olumsuz etkileyerek, ekolojik sağlığın ve istikrarın korunması için kritik öneme sahip olan sistemlerin sürdürülebilirliğini tehdit edebilir.

Artan sıcaklıklar nedeniyle turistlerin bölgeyi ziyaret etmeyi tercih etmemesi ve turizm sektörünü olumsuz etkilemesi; enerji talebinde artışa sebep olarak elektrik kesintilerinin veya enerji fiyatlarının artmasına yol açması da olasılıklar arasında.

Sıcaklık artışının sorumlusu iklim değişikliği

Akdeniz’deki tropikal gece artışının arkasında yatan temel neden ise iklim değişikliği. Başta fosil yakıtların yakılması olmak üzere insan kaynaklı faaliyetler, küresel ısınmaya yol açıyor ve bu ısınma da, özellikle Akdeniz gibi hassas bölgelerdeki sıcaklıkları ciddi şekilde etkiliyor.

Küresel ısınmanın yanı sıra, deniz yüzey sıcaklığındaki artış ve kentsel ısı adası etkisi de tropikal gecelerin artmasına katkıda bulunuyor. Deniz yüzey sıcaklıklarının artması, özellikle kıyı bölgelerinde daha yüksek sıcaklıklara neden olurken, kentsel ısı adası nedeniyle şehirler, kırsal alanlara göre daha fazla ısınıyor.

Tropikal gecelerin artışında iklim değişikliğinin üstlendiği rol nedeniyle bu çalışmada, karşı karşıya olunan sorunun bölgesel olmadığına da dikkat çekiliyor. İklim değişikliği kaynaklı bu sorunlara uyum sağlamak ve olası sonuçlarını hafifletmek, bölge halkı, politika yapıcılar ve uluslararası toplum arasında işbirliğini gerektiriyor.

İklim değişikliğiyle mücadele ve uyum eş zamanlı ilerlemeli

Araştırma bulguları, Akdeniz’de tropikal gecelerin gelecekte daha da artacağına işaret ediyor. Bu durum, Akdeniz’i yaşanmaz hale getirebilir. Bu nedenle, küresel ısınmanın önlenmesi ve tropikal gecelerin olumsuz etkilerinin azaltılması için acil önlemler alınması gerekiyor.

Bu doğrultuda alınabilecek en önemli önlem, iklim değişikliğiyle etkin olarak mücadele etmek. Bu, sera gazı emisyonların azaltılması anlamına geliyor.

Tropikal gecelerin artışındaki bir diğer önemli etmen olan kentsel ısı adası etkisini azaltmak ise sürdürülebilir kentsel planlama gerektiriyor. Bu doğrultuda, yeşil alanların artırılması, binalarda enerji tasarrufu sağlayacak önlemler alınması ve toplu taşımanın teşvik edilmesi gibi adımlar atılabilir.

Mevcut duruma uyum sağlamak ve olumsuz etkilerini hafifletmek için ise erken uyarı sistemleri geliştirilebilir. Böylelikle, sıcaklık dalgaları ve aşırı sıcaklık olayları söz konusu olduğunda halk önceden uyarılabilir. Toplumun tropikal gecelerin riskleri ve bu riskler karşısında alınabilecek önlemler konusunda bilinçlendirilmesi de büyük önem taşıyor.

*

Kaynak Makale: Tropical nights in the Mediterranean: A spatiotemporal analysis of trends from 1950 to 2022

 

 

 

 

 

 

Yerel kentsel kültürel süreçler/ politikalar ve yerel yönetimler

Seçimlerle yerel yönetimlerde belki bir yenilenme olamayacak belki olma atılımları boğulacak veya kent soygunları/ kentli haklarının gasp edilmesi vb. bakımlarından ortaya çıkacak sonuçlar durumu daha da vahim hale getirecek.

Yine de her dolayım bize ne istediğimizi ve istemediğimizi daha net bir biçimde yeniden düşünmek ve söylemek için bir fırsat sunuyor. Yapabileceğimiz bir şeyler var: Yaşanabilir kentler, yurttaşlık- kentli hakları üzerinde, demokrasi ve bunların giderek uzaklaşan hayali üzerinde yeniden düşünmek ve yeni fikirler, uygulama olanakları belki kestirme-hızlı yollar icat etmek ve uygulama fırsatları kollamak… Bunları hepimiz yapabiliriz. Yapmalıyız.

Evet, merkezi yönetim yerel yönetimleri eziyor ve siyasi olarak rakip gördüğü belediyeleri yörenin halkıyla birlikte cezalandırıyor. Ama pek çok belediye de kendi halklarını eziyor veya onlardan yanaymış gibi görünerek ya da yerel toplumu umursamayarak/ temsili demokrasinin sınırlayıcı özelliklerini uygulayarak kişisel-partizanca otorite uyguluyor.

Neyi istemiyoruz?

Düş kuralım, düş ya da ütopya üzerine düşünelim ama bugünün dünyasının somutundan, ülkenin giderek kızgın bir demir kafese dönüşen gerçeğinden kopmadan ya da ona rağmen yurttaş/ kentli hakları alanını nasıl geliştirebileceğimize dair tartışmayı, karşı çıkışı ve direnci canlı hatta sıcak tutalım.

Yerel yönetim seçim sonuçları hiçbir şeyi değiştirmeyecek olsa bile düşüncemizi, aklımızdaki programı ve taleplerimizdeki ısrarı/ ama daha da çok isyanı keskinleştirebilir. [Rıza Türmen, Demokrasi için Birlik’in (DiB) düzenlediği Yerel Demokrasi Konferansında, “Böyle bir rejimi güçlendiren halkın sessizliğidir” diyor.] Neyi kabul etmeyeceğimizi güçlü bir biçimde göstermek için her dolayım bir fırsat, yeniye/ ileriye açılan bir pencere olabilir.

Bütün kentlerde, daha güçlü biçimde,

  • Neden yerel ve katılımcı bir demokrasiyi/ her kentin kendi özelliklerine uygun demokratik katılım mekanizmalarının geliştirilmesini istemeyelim; yerel demokrasinin her yerleşmenin kendi demosu eliyle keşfedilmesini/ oluşturulmasını/ olgunlaşmasını deneyimlemeyelim?
  • Neden kentte yarattığımız rantın tekrar kamusal yarar, yani bütün kentlilerin/ hepimizin yararı için kullanılmasını talep etmeyelim?
  • Herkes için ücretsiz kamu taşımacılığını, yeşil yaya ve bisiklet yollarının çoğaltılmasını, kentlerde otomobillerin azaltılmasını neden istemeyelim?
  • Neden her belediyenin kendi yazdığı iklim değişikliği programlarına göre davranması için bastırmayalım?
  • Neden özellikle yoksullar ve az gelirliler için yaşanabilir ve bakımlı-temiz ama belki oldukça sade kiralık konutların üretimi için büyük kaynaklar yaratılmasını talep etmeyelim?
  • Neden çeşitli afet olasılıklarına ve olası yıkıma karşı bir planlama, programlama ve hazırlık egzersizleriyle deneyimli bir toplumsal duruş/ dinginlik yaratmayalım ve neden resmi kurumları bu alandaki hazırlıklılarının saydam ve denetlenebilir olmasına doğru zorlamayalım?
  • Neden şebeke suyunun temiz ve içilebilir olmasını (pet sularına gerek kalmamasını), kentin havasının bizi zehirlememesini, gürültüsüzlüğü, trafiğin insan yaşamının önemlice bir bölümünü çalmamasını, çocuklarının yürüyerek ulaşabileceği mesafede bir okulu olmasını ve mahalle parklarını/ oyun alanlarını istemeyelim?

Listeyi uzatabiliriz bildiğiniz gibi…

Ama bu yazıda daha önce değinmediğimiz kültürel yaşam, her kentin kendisine özgü kimliğini ve yerel kültürünü yaşama biçimleri/ değişen dünyanın geleceği için kültürel değişme örüntüsünde özgün ve özgür, tahakkümsüz-baskısız ve alabildiğine çeşitlenmeler ve renklenmelerle dolu esnekliklere ulaşabilme olanakları üzerinde durmak yararlı olabilir.

Toplumun talebi/yönetimin arzı

Bu konuda güncel sayılabilecek iki gelişme var. Birincisi, İzmir Belediyesi’nin aday olamayan Tunç Soyer tarafından geçtiğimiz kasım ayında duyurulan “İzmir Kültür Fonu”  (İzKF) ve “Sanatsal ve Kültürel Proje Fikri ve Proje Yarışması”. Bu iki gelişmeyi gazete haberlerinden izlemek olası. Ancak irdelemeyi ilerideki başka bir yazıya bırakarak, burada sadece, “Kültürel Denge” teması çerçevesinde düzenlenen iki aşamalı yarışmayı ve ilk bölümünün sonuçlanmış olduğunu duyurmakla yetineceğiz.

İkincisi ise, İKSV’nin Ocak 2024’de yayınladığı “Türkiye’de Yerel Kültür Ekosistemi” raporu. Rapor, ülkede yerel yönetimler veya sivil toplum örgütleri/ sivil girişimler ve bireyler bakımından kültürel süreçlerle ilgilenme, yaratıcı etkinlikler düzenleme, eylemler yapma ve kentin kültürel yaşamına katılma ve onu besleme/ yenileme, ya da başka süreçlerle (belki özellikle, gündelik yaşamı çeşitlendirmeyle, politik bağlantılarla vb.) ilişkilendirme çabaları bakımından zengin ipuçları sağlıyor.

Rapor, Türkiye çapında bir örnekleme göre 30 farklı kentte, farklı tekniklerle yapılan alan araştırmalarına dayandığı için oldukça ilginç. Belki en ilginç bulgulardan biri, kent toplumlarının kültürel çabaları nasıl önemsemiyor oldukları; bu konulardaki talepsizliği ve sığlığıyla ya da biraz daha nezaketle söyleyecek olursak az ve klişe, gösteriş ve propaganda kokan, aldatıcı basitliklere razı oluşuyla ilgili… Kent toplumları bu kadar isteksiz olunca, yerel yönetimlerin/ belediyelerin, kültürel konulardaki bönlüğü ve bulanıklığı, bu konulara bütçe ayırmayı gereksiz bulması ve yerelin kendi kimliğini eğer bazı kültürel süreçlerle ifade etmek istiyorsa bunu hiçbir resmi kurumla ilişkilenerek yapmak istememesi vb., bir bakıma “normalleşiyor”.

Bu da, hem Osmanlı’nın son dönemlerindeki hem de Cumhuriyet’in 100 yılındaki deneyimleriyle, ideolojik baskılar ve yönlendirmelerle, becerisizliklerle ve zaten yerel topluma değer vermek yerine onu her zaman çocuk yerine koyan, onun “cahilliğini” ortadan kaldırmayı amaçlayan (aslında onun yerel kültürel özelliklerini ve kimliğini inkar eden) politikalar nedeniyle böyle gelişti.

Seçimlere katılacak bütün belediye başkan adaylarının/siyasi partilerin programlarında neler olduğunu bilemesek de bugüne kadar kentsel kültürel süreçlere ciddiyetle ve demokratik-özgürlükçü bir yaklaşımla eğilen programlar/ projelerin pek hazırlanmadığını biliyoruz. (Belki İzKF hariç?)

Oysa kentsel yaşamın can damarlarından biri/ can damarı sayabileceğimiz yerel kentsel kültürel etkinlikler/ eylemler ve kentin kimliğini ören kültürel süreçler daha fazla üzerinde durulmayı, irdelenmeyi ve inceltilmeyi, özeni, yaratıcılığı ve özgür yaklaşımı hak ediyor… Belediyeler belki en önemli sorumlusu değil, kentlerin yerel kültürel niteliğini/kimliğini geliştirememesinin yine de yerelde yapabileceğimiz pek çok zorlayıcı ortak etkileşim ve eylem var. Yerel toplulukların kendi kentleri/ kendi demosları için yapamadıkları, yakında “turizm endüstrisinin”, “gösteri toplumunun”, “tüketim ve gösteriş” ekonomisinin, “yapay ve plastik kopyacılığın”/ “mış gibiciliğin”, “yalan dünyanın” en sıradan mallarına veya kentsel yaşam kiplerine dönüşecek.

Turistik bir kurvaziyer gemisi gibi, kentleri yara-yara ilerleyecek…

13 adanın hikayesi

Zihninizde nasıl bir imge oluşuyor “Ada” deyince? Bir açıklık mı, yoksa kapalılık hali mi? Sınırları olan mı, sınırsız, uçsuz bucaksız bir yer mi yoksa?

Hadi biz biraz hayallere düşe duralım, Türkiye’deki 13 adadan 13 yazarın kendi adalarını anlattığı Ada Rüzgârı kitabının ikincisi Bozcaada, Mendirek Yayınları  tarafından yayımlandı.

Mustafa Dermanlı ve H. Can Yücel’in birlikte hazırladığı kitapta Kınalıada, Burgazada, Büyükada, Büyükada, Marmara adası, Avşa adası, Koyunadası, Paşalimanı adası, Ekinlik adası, Bozcaada, Gökçeada, Cunda adası ve Uzunada’ya dair yazılar yer alıyor.

Kendi adalarını kaleme alan Kaya Budak, Günay Yurdakul, Çiğdem Kayaoğlu, Derya Tolgay, Gönül İlhan, Osman Tamanoğlu, Nilay Çınar, Nihan Aydar, Alişan Şahin, Mert Gülle, Uluç Hanhan, Leyla Tilav, Gönül Karabolu’nun öyküleri; Öykü Akın LeVillain’in kapak tasarımı, Yaprak Aydın’ın düzeltileri ile herkesin kalemine sağlık.

Bu öykülerden küçük paraflarla sizi bu 13 adaya misafir olmaya davet ediyorum. Yazının sonunda davet içeriğine ulaşabilirsiniz.

Avşa Adası.
  • AVŞANIN KAYA ORMANLARI: “Köpek Kayası”, “Goril Kayası” ve “Gizemli Kadın Yüzü Kayası”; her biri heykeltıraş elinden çıkmışçasına, rüzgâr, yağmur, kar,  dolu ve dalgalar tarafından işlenmiş- aşınmış, yüzlercesi doğa marifetiyle oluşturulmuştu.  Evet dostlar ben böyle hayal ettim Avşa Adası’nı… (Kaya Budak/Avşa Adası)
Burgazada.
  • ADAYA DÖNEBİLMEK: Toprağın sahibi yoktur, seveni vardır. Peki, huzur ve mutluluk neresinde bu adanın? Yaptığımız işte uğraşlarımızda, yaşadığımız ilişkilerde buluruz huzuru ve mutluluğu. Heredot bile söylemiş “Tanrı Bozcaada‘yı insanlar uzun ömürlü olsun diye yaratmış.” … (Günay Yurdakul/Bozcada)
  • ŞEN KAL BURGAZADA, ŞEN KAL: 80’li yaşlarına gelmiş yaşlı bir ada yazlıkçısı olan arkadaşımın annesi, hayata veda etme zamanının geldiğini düşündüğü son ayında şehre dönerken, adaya tekneden uzun uzun bakmış ve “Şen kal Burgazada, şen kal” demiş. İşte Burgazada böyle bir yer… (Çiğdem Kayaoğlu/Burgazada)
  • ZAMANIN YAVAŞLADIĞI YERDE: Üzerinde yaşadığım Prens Adaları benim için yaşayan bir varlık, nefes alıp veren, bizim gibi. Onu düşündüğümde zihnimde sözcüklerden önce müzik çalmaya başlıyor. Johann Pachelbel’in “Canon D”si. Major etkisiyle insana en olmadık yerde neşelendiren, bize o güzelim doğayı çağrıştıran, sizi çıplak ayakla çimlerde, kumsalda koşturan, hayal kurduran, orman ve toprak kokusunu duyumsatan o güzelim müzik… (Derya Tolgay/Büyükada)
Cunda.
  • EVE GELMİŞ GİBİYİM: Beynimde sıkışıp kalan rakamlar tek tek suya atlayarak uzaklaştı ve ben unuttum muhasebeci olduğumu. Tanıdık, tanımadık insanların, benim olan hayatı şekillendirmeye niyet eden sesleri de rüzgârın peşi sıra uçup gitti. İşte o an kendimle başbaşa kaldım. Cunda’ya ilk gelişimdi. Martı yağıyordu Midilli ve İlyosta adalarına. 1980’li yıllarda oyalanıp duruyordu zaman… (Gönül İlhan/Cunda)
  • EKİNLİKLİ YAĞLI OSMAN: Ada insanı denizsiz yaşayamaz, bütün gün ne yaparsa yapsın akşama duşunu alır tertemiz giyinir akşam güneşine yetiştirir sofrasını, balık gibi iki cimcik bir şeyler içmeden de olmaz o sofralar. Müzeyyen söyler biz dinleriz… Bir yudum mutluluk işte, başka ne bekler ki insan hayattan, nihayetinde bir avuç toprak olmak sonumuz… (Osman Tamanoğlu/Ekinlik Adası)
Ekinlik.
  • SAHİ NEYDİ SEVMEME SEBEP: Burada doğup büyüyen ve terk etmek zorunda kalsa bile her Rum vatandaşı için büyülü bir vatan İmroz. Hikâyeler, gelenekler, efsaneler ve masallarla dolu. Bu zenginlik Türkiye’ye ait hikaye oluşturan mozaiğin bir parçası. Gidenlerle kalanların ortak öyküsü İmroz, yani şimdiki adıyla Gökçeada’nın tüm sokakları tarih kokuyor… (Nilay Çınar/Gökçeada)
  • EN GÜZEL HALİNLE KAL HEYBELİADA: Heybeliada‘da yaşamak hem masallardaki gibi dillere destan bir büyüyle güzel hem de adanın doğal ve kültürel değerlerinin gördüğü tahribata her gün tanık oldukça duyduğum endişe, üzüntü, yürek sızısıdır. Cennette cehennem kaygısıyla yaşamaktır Heybeliada(Nihan Aydar/Heybeliada)
Kınalıada.
  • KINALIADA: İSTANBUL’DA FİLDİŞİ KULE: Kınalıada’ya bir diğer güzellik katan yollar boyunca her adımda var olan yolları adeta örten ağaçların varlığı idi. Ormanda kekik, çam ve yol boyunca ağaçları, hanım elleri, akşam sefası, mimoza kokuları; onların güzellikleri yanında onlara kendi güzellikleriyle eşlik eden begonvil, sardunya ve benzeri gibi çiçekler… Yolları yürünür ve eşsiz güzellikte kılan bir bütün olarak bunlardı…  (Alişan Şahin/Kınalıada)
  • POPÜLERLİKTEN UZAK BİR ADA: İlk gelişinde sıkılan ve nasıl zaman geçireceğini bilemeyen pek çok kişi tekrar tekrar gelmek istediğine göre bu sakinliği seven yalnızca ben de değilim. Türkiye’deki hemen hemen her adaya gitmiş biri olarak söyleyebilirim ki 21 km karelik yüzölçümü ile popülerleşmemiş ve oldukça bakir kalan tek ada… (Mert Gülle/Paşalimanı Adası)

  • UZUNADA’NIN BİR ASIRLIK DEĞİŞİMİ: Bundan yüz sene önce, adalıların Yunanistan’a gönderildikleri dönemde, hayatlarını sıfırdan başlamak zorunda kaldılar. Oradaki örf ve adetlerini, yaşam ve düşünce tarzlarını da yanlarında götürdüler. Vatanlarından koparıldıkları andan itibaren, bu acıya rağmen, mücadeleci olup yeni bir yaşam kurmak için çok çaba sarf ettiler. Çocuklarına ve hatta torunlarına bile bu değerleri aşılamaya çalıştılar. Uzunada’nın o zamanlar adalı bir halkı varmış, bizim adada yaşadığımız dönemde ise asker aileleri vardı, şimdilerde adada sadece asker var.  Bu dönüşüm yaklaşık bir asırda gerçekleşmiş oldu… (Uluç Hanhan/Uzunada)
  • LEYLA TİLAV’IN KOYUNADADI ANILARI: Tilav ailesi ada havasını Altınoluk’un havasına benzetirdi. Kapıdağ Yarımadası’nın zeytinliklerle kaplı dağlarını aşıp gelen poyraz rüzgârı, denizin iyot kokusuyla harmanlanarak adara ulaşır, bol oksijenli havasıyla şehirden hasta vaziyette iki büklüm gelenleri bile iki günde kendine getirir adeta diriltirdi. Öyle ki, Adnan Bey’in ağabeyi 104 yaşındaki vefatından iki sene evveline kadar adaya gelerek çok uzun bir süre Koyunadası’nda yaşamıştı. Yanında yardımcısı olsa da evin çatı tamiratını dahi hep kendi yapardı tıpkı. Tıpkı Leyla Hanım’ın 85 yaşındayken evin son çatı tamiratını kendi yapışı gibi…  (H. Can Yücel)/Koyunadası)
Marmara Adası.
  • GÜL KADININ DOĞA ANLAYIŞI: Sis indiğinde, gökyüzüyle denizin farkı olmadığı anda, şaşkınlıkla “biliyor musun gökyüzünde de yüzebiliyoruz” diyebiliyorum. Denizden çıkıp gökyüzüne kulaç atabilecekken doğanın renkleri belirginleşiyor. Denizde büyüyen küçük bir adalıysanız denize dalıp çıkınca problemleri bir kenara bıraktığınızı düşünebilirsiniz. Patikalarında yüzerken de keçileri, inekleri, böğürtlenleri, koca yemişleri ve isimsiz dokunuşlaryla tüm diğer var olanlarla sohbete dalıyoruz. Marmara Ada’sının doğası pek aktör arasındaki ilişki olarak canlanıyor… (Gönül Karabolu/Marmara Adası)

Tüm öyküleri okuduktan sonra, aklıma National Geographic’in  araştırmacı kaşiflerinden ve New York Times yazarı, uzun yaşam uzmanı Dan Buettner’ın dünyada insanların sağlıklı ve en uzun yaşadığı yerlerle ilgili uzun seneler araştırma yaparak hazırladığı  “Blue Zone” (Mavi bölgeler) adını verdiği çalışması geldi.  Bunların çoğu da ada idi… Ve bulguları şöyleydi;

Heybeliada.

“Dünyanın neresinde uzun yaşama rastlarsanız rastlayın buralarda hep aynı yaşam şartlarının olduğunu görürsünüz. Yürürler, bahçe işleri yaparlar, toprakla uğraşırlar, toprağı ellerler, çıplak ayakları ile toprağa basarlar, doğal yaşam sürdürürler, doğal beslenirler. Doğanın döngüsü ile yaşadıkları için stresi yönetebilirler, huzurludurlar. Aile ve sosyal bağları güçlüdür. Doğru arkadaşlara sahiptirler. Doğaya saygılı ve duyarlıdırlar.  Böylece ömürlerini kısaltacak hastalıklara yakalanmazlar.” [1]

Öykülerin daha bir çok ortak özelliğini yazabilirim, ama en önemli unsurlardan biri, bu küçük adalarda; adalardan gidenler, gitmeye zorlananlar, yerine yerleştirilenler olsa da hafızanın, ekosistemin, yavaş ve sağlıklı yaşamın halen korunuyor olması. Hafıza mekanları ise hayatımızı, bizleri var eden en önemli yerler. Mekanlar üzerinden hatırlayabiliyoruz.  Geçmişi hatırlayabilirsek, bugünü anlayıp yorumlayabilir ve geleceği sağlıklı planlayabiliriz. Bu hatırlamayı, bu hafızayı kayda almamızı sağlayan Mustafa Dermanlı’ya bu vesile ile bin şükran.

*

(Gelin isteseniz,  Kadıköy’ün en samimi kafesi; Kibrit Kutusu Cafe‘nin hüzünlü kapanışından önceki günde; saat 17.00-20.00 arası Ada Rüzgarı-2’nin imza gününde birlikte hafızalarımızı tazeleyelim. Çay, kahve, soğuk içecek ve tostumuz olacak… Kadıköy Boğa heykelinden Bahariye‘ye girdikten sonra soldaki ilk sokak içerisinde yer alıyor. Adı gibi ufacık, tefecik bir yer. Biz bize olacağız, hem de mekanın son günlerinde ona böyle bir etkinlikle veda edeceğiz.)

Yerel seçime doğru Adalar’da manzara-i umumiye: Adalılar ne istiyor? – Yeşil Gazete

 

[Yeşil Tarifler] Işık hızından birazcık daha uzun sürede hazırlanabilen krep!

Yeşil Tarifler‘de şefimiz Tomris Karakartal‘ın bu haftaki tarifi, sadece ve sadece dört malzeme ile ışık hızından birazcık daha uzun sürede hazırlayabileceğiniz nohut unundan krep.

Çay demlemek kadar kolay hazırlayacağınız, hem tuzlunun, hem de tatlının yanına çok yakışan bu tarife akıtma mı yoksa krep mi desek bilemedik ama tadını hepimiz çok sevdik.

İster kahvaltı sofralarınızda, ister çayınıza atıştırmalık olarak eşlik edebilen krepi biz nohut unuyla yaptık.

Bu haftanın tarifiyle uygun fiyatı sayesinde hem cüzdanınız üzülmeyecek, hem de alternatif lezzetler arayan damak zevkiniz yarım kalmayacak. Beğenerek tüketeceğinizden emin olduğumuz bu tarifi yaparken aman aşırıya kaçmayın, azı yarar, çoğu zarar.

Haftanız kahvaltı sofraları kadar neşeli geçsin, afiyet olsun!

 

Cemalettin Küçük: Suçu birkaç çalışana yıkmak istiyorlar, madeni kapatmaktan bahseden yok!

Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanı Alparslan Bayraktar, bugün (16 Şubat’ta) büyük bir faciaya sahne olan İliç’deki Çöpler Altın Madeni’nde yaptığı incelemelerden sonra yaklaşık 400 bin kamyonla kaldırılabilecek bir yığının olduğu alanda çalışmaların sürdüğünü ifade etti ve “Emniyetli bir şekilde çalışıyoruz” dedi.

Alanda rehabilitasyon çalışmalarına başlayacaklarını belirten Bakan, kayan tonlarca yığın liçin kaldırılması ve uygun şekilde depolanmasının da uzun vadeli bir plan olduğunu söyledi.

Ancak Metalürji Mühendisi Cemalettin Küçük, bakanla aynı fikirde değil. Küçük, şu anda alınan numunelerin tehlikenin boyutunu anlamamıza yetmeyeceğini ifade ediyor.

Bayraktar’ın konuşmasının ardından Yeşil Gazete’nin sorularını yanıtlayan Küçük, “şu anda ‘siyanürle çalışan bütün madenleri kapatıyoruz’ demedikleri sürece, yaptıkları açıklamaları tartışmanın bir anlamı yok” diyor.

Ona göre yaşanan felaketin çevreye ve insan sağlığına zarar vermemesi imkansız.

AKP’yle birlikte büyüyen facia: İliç’teki tek zehir, siyanür değil
İliç’teki altın madeninde kayan siyanürlü yığının iki kattan fazla artması istenmişti
DEVA Partisi’nden İliç’le ilgili soru önergesi: Madenin çalışma ruhsatını askıya alacak mısınız?
Bir suç duyurusu da TMMOB’dan: Çöpler Altın Madeni derhal kapatılmalı

‘İliç’te şu anda yapılan çalışmalara güvenmemiz mümkün değil’

“Güven unsuru ortadan kalkmıştır” diyen Cemalettin Küçük, bu bölgede bir kayma yaşanacağıyla ilgili 10 sene önceden uyarı yaptıklarını anlatıyor:

“İliç’teki madende bir kayma yaşanacağını, siyanürün havadan nasıl yayıldığını ve bu bölgeye nasıl zarar verdiğini yıllardır anlatıyoruz. Şimdi kendi standartlarına göre ölçüm yapıyorlar, biz bu standartları doğru bulmuyoruz, kendilerine göre belirledikleri standartlar bizi karşılamaz.”

Enerji Bakanı daha dün ‘Madencilik bizim için hayati öneme sahiptir’ dedi. Enerji Bakanının orada ne işi var? Sağlık Bakanlığının, Çevre Bakanlığının konuya el atması gerek. Devletin kurumlarının vermiş olduğu raporlarla burası bugüne kadar işletildi. Artık bu devlet raporlarına güvenemiyoruz çünkü bilimsellikten uzaklaştırılmış, bilim dışı akademik unvanlarla gelen hocaların raporlarıyla hazırlanan bilirkişi raporları var. Bunun nesine güveneceğiz? Bu iş bitti.”

İliç
Metalurji Mühendisi Cemalettin Küçük, on yıldır Çöpler Altın Madeni’nin kapatılması gerektiğini savunan uzmanlardan.

‘Suçu birkaç kişinin üzerine yıkacaklar’

Cemalettin Küçük, bölgede yapılacak tüm keşiflerin bağımsız olarak, demokratik kitle ve meslek örgütlerinin katılımıyla yapılması gerektiğinin altını çizerken, “Ama öncelikle madenleri kapatmakla başlamak lazım. Siyasi irade lazım. Siyasi irade çıkıp da ‘evet bu oldu, bu şimdi başka yerlerde de olabilir, bütün bu işletmeleri durduruyoruz’ demediği müddetçe bu tartışmaları yapmamız anlamsız olacak” diye konuşuyor.

Alparslan Bayraktar’ın “tüm sorumluları tespit edip gerekli işlemleri yapacağız” sözlerini de değerlendiren Küçük, şunları dile getiriyor:

“Bu işi teknik boyuta taşıyıp üç dört tane sorumlu mühendis, işçi, teknik eleman, iş güvenliği uzmanına bu işi yükleyip, siyanürlü madenciliği devam ettirmek istiyorlar. Konunun kapasitesinden fazla yığın liçi yüklenmesiyle ilgisi yok, bunu şimdi üç dört tane genç elemanın üstüne yıkacaklar, hatta toprak altında kalanların üstüne de yıkabilirler. Bu işte sorumlular oradalar. Bu tartışma doğru bir tartışma değil, bu yöntem en başından beri hatalıydı”

İşkenceyle öldürülen kedi Eros için, hafta sonu beş ilde sokaklara çağrı: Pankartını al gel!

Hayvan hakları savunucuları, İstanbul Başakşehir‘deki  Ağaoğlu My World Europe sitesinde asansörde sıkıştırdığı kedi Eros‘u darp eden, kaçan hayvanı yakalayıp dakikalarca işkence ederek öldüren İbrahim Keloğlan‘ın tutuklanması için başlattıkları eylemleri Türkiye’nin dört bir yanına yayıyor.

Bu hafta sonu, İstanbul, Ankara, İzmir, Antakya ve Alanya‘da protesto eylemleri düzenlenecek. Yaşam İçin Yasa Platformu aktivistleri, Eros’un ve adaletten mahrum edilen tüm hayvanların haklarını savunmak üzere herkese yaptıkları çağrıda şunları dile getirdi:

 “6 dakika boyunca tekmelenerek öldürülen Eros’un katili dışarıda, Eros toprağın altında, biz isyandayız. Adaletten mahrum bırakılan tüm hayvan dostlarımız için bir araya geliyoruz. Eros ve hakları ihlal edilen tüm hayvanlar için, katilleri serbest bırakan adaletsizliğe karşı isyandayız; yurdun dört bir yanında eylemdeyiz! Doğup büyüdüğü sitede ailesiyle yaşayan, sevenleri tarafından özenle bakılan bir kediyi işkenceyle öldürdü, serbest bırakıldı ve hala tutuklanmadı” .

Eylemlerin tarihleri ve yerleri şöyle:

  • 17 Şubat Cumartesi 17.00 –  Ankara Sakarya Caddesi
  • 18 Şubat Pazar 14.00 – İstanbul Beykoz
  • 18 Şubat 19.30 – İzmir Alsancak Vestel önü
  • 18 Şubat 13.00 – Antakya Esenlik Pazarı
  • 18 Şubat 14.00 – Alanya Atatürk Anıtı

Hayvan düşmanı partilere oy yok

Aktivistler, eylemlerde yürürlükteki 5199 sayılı Hayvanları Koruma Kanunu’nun 6. maddesini ihlal ederek yasadışı söylemler geliştiren, sokakta yaşayan hayvanların kitleler halinde toplatılıp öldürülmesini ve/veya ömür boyu hapsedilmesini seçim vaadi olarak sunan siyasilere hep birlikte sesleneceklerini de belirtti:

“Artık nefret kültürüyle beslenen ve insanı hayvana düşmanlaştıran rant peşindeki siyasilere oy vermeyeceğimizi haykıracak, barış odaklı ve hak temelli çözümler üreterek bütüncül toplumsal adalet için çabalayan, doğaya ve yaşam hakkına duyarlı adaylar görmek istediğimizi yüksek sesle dile getireceğiz. “

Başakşehir'de "Eros" adlı kedinin öldürüldüğü sitenin sakinlerinden eylem

Site sakinleri Eros için toplandı

Eros’un öldürüldüğü Ziya Gökalp Mahallesi’ndeki Ağaoğlu My World Europe sitesinin sakinleri de bugün, site bahçesinde bir protesto eylemi yaptı.

“Eros için adalet” sloganları atan grup, kedinin sürekli oynadığı bahçedeki alana çiçek bıraktı.

Hayvan Hakları Platformu üyesi ve site sakini Büşra Öztürk, “Hepimizin amacı, sokak canlarımıza destek olup yanlarında olduğumuzu hissettirmek. Tüm dünyada artık bu vahşete ‘dur’ demek istiyoruz. Savcılık itirazı zaten gerçekleştirdi. Platformumuzdan avukat Merve Hanım da gerekli itirazlarda bulundu. Gönüllüler ve site sakinleri olarak süreci takip edeceğiz.” diye konuştu.

Ne olmuştu?

1 Ocak sabaha karşı apartmanın asansörüne binen İbrahim Keloğlan, orada gördüğü Eros’u tekmelemeye başlamış, kaçan hayvanı takip ederek yakaladığı hayvanı 6 dakika boyunca işkence ederek öldürmüştü. Zanlının Eros’u işkenceyle öldürdüğü anlar sitenin güvenlik kamerasına yansıdı. 16. Asliye Ceza Mahkemesi‘nde görülen davada, Keloğlan suçlu bulundu ve 1 yıl 6 ay ceza aldı. Mahkeme iyi hal indirimi uygulayarak cezayı üç ay daha indirdi. Hükmün açıklamasını da geri bırakıldı. İbrahim Keloğlan, beş yıl boyunca suç işlemez ise ceza düşecek.

Kediyi öldüren katile iyi hal indirimine tepkiler yağıyor

Davanın savcısı ise tahliyeye itiraz etti. Keloğlan’ın İstanbul’daki evini terk ettiği, babasının yaşadığı Hatay‘da olduğu tahmin ediliyor.

8. Yargı Paketi Meclis’te: ‘Yatarı olmayan’ mahkumiyete de hapis cezası geliyor

65 maddeden oluşan ve 22 farklı kanunun 105 maddesinde değişiklik yapılması öngörülen 8. Yargı Paketi TBMM Başkanlığı’na sunuldu.

AKP‘li milletvekillerinin hazırladığı değişikliklerin kabul edilmesi halinde denetimli serbestlik kriterlerinde değişikliğe gidilecek, yatarı bulunmayan mahkumiyetlerde de artık hapis cezası olacak. Hapis cezası bir ay bile olsa yüzde 40 oranında infaz, cezaevinde geçecek. Adli para cezaları artırılacak. Manevi tazminat talepleri Anayasa Mahkemesi yerine tazminat komisyonuna yapılacak.

Taslakta yer alan düzenlemeler özetle şöyle:

Bir ay cezaya 12 gün cezaevi

  • İnfaz süresine göre, yatarı bulunmayan mahkumiyetlerde de artık hapis cezası olacak. Suçlu, 1 ay hapis cezası almış olsa bile cezasının en az yüzde 40’nı yani 12 gününü cezaevinde geçirmesi gerekecek. Böylece denetimli serbestlik, 1 yıl uygulanmak yerine cezayla orantılı olacak.
  • Anayasa Mahkemesi’nin iptal gerekçeleri dikkate alınarak Türk Ceza Kanunu‘nda yapılan değişiklikle, örgüte üye olmamakla birlikte örgüt adına suç işleme fiili “müstakil bir suç” olarak düzenleniyor. Buna göre, örgüte üye olmamakla birlikte örgüt adına suç işleyen kişi, ayrıca 2 yıl 6 aydan 6 yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılacak. İşlenen suçun niteliğine göre verilecek ceza yarısına kadar indirilebilecek. Bu hüküm sadece silahlı örgütler hakkında uygulanacak. Örgüt adına suç işleyen kişi, hem işlediği suçtan hem de örgüt adına suç işleme cürümünden ayrı ayrı cezalandırılacak.
  • Kesinleşmiş hapis cezasının infazı amacıyla ceza infaz kurumunda bulunan ergin bir kişi, isteği üzerine kısıtlanacak veya kendisine kayyım atanacak.
  • Anayasa Mahkemesi kararı bağlamında Türk Medeni Kanunu‘nda yapılan değişikliğe göre, resmi sağlık kurulu raporunun alınabilmesini temin amacıyla kişinin vücudundan kan veya benzeri biyolojik örneklerle kıl, tükürük, tırnak gibi örnekler alınabilecek. Kişiye gerekli tıbbi müdahaleler yapılabilecek ve gerektiğinde kişi, hekim ön raporu üzerine en fazla 20 gün süreyle sağlık kuruluşuna yerleştirilebilecek. Yapılan itiraz, kararın icrasını durdurmayacak.

‘Hakaret suçu’na ön ödemeli ceza

  • Adli para cezalarında ön ödemenin taban limiti 30 liradan 100 liraya yükselecek ve üst sınır 500 lira olacak. Hapis cezasının para cezasına çevrilmesindeki miktar, 100 lira ile 500 lira arasındaki bir rakamın gün ile çarpımıyla belirlenecek. Doğrudan verilen adli para cezalarında kesinlik sınırı 3 bin TL’den 15 bin TL’ye çıkarılacak.
  • İtiraz, istinaf ve temyiz kanun yollarına başvuru süreleri 7 günden iki haftaya çıkarılacak.
  • Hakaret suçunun sesli, yazılı veya görüntülü bir iletiyle işlenmesi hali, uzlaştırma kapsamından çıkarılarak ön ödeme kapsamına alınacak. Şikâyete tabi olan hakaret suçunda şikâyet süresi 1 yılı geçmeyecek.
  • Ağır ceza mahkemesinin tazminat istemlerine ilişkin verdiği kararlara karşı istinafa başvuru yapılabilecek. Bölge adliye mahkemesi tarafından bu konuda verilen kararlar kesin olacak.

Kadınlar için soyadı düzenlemesi, manevi tazminatlar komisyona havale

  • Mevcut durumda iki soyadı kullanabilen kadınlara, 1 Ocak 2024 tarihi itibarıyla soyadı değişikliği yapmama, yani sadece evlilik öncesindeki soyadını kullanma hakkı tanınacak.
  • Ceza hukuku kapsamındaki soruşturma ve kovuşturmalar ile özel hukuk ve idare hukukundaki yargılamaların makul sürede sonuçlandırılmadığı iddiasıyla yapılacak manevi tazminat talepleri Anayasa Mahkemesi (AYM) yerine, Tazminat Komisyonu’na yapılabilecek.

Kıdemliye sınavsız arabuluculuk

  • Mesleğinde 20 yıl kıdeme sahip hukukçular, sınavsız olarak arabulucu olabilecek.
  • Bölge adliye mahkemesinin kaldırma kararı üzerine ilk derece mahkemesince verilen kararlar ile Yargıtay’ın bozma kararı üzerine yeniden verilen kararlara karşı, ilk karar tarihinde geçerli olan parasal sınırlara göre istinaf ve temyize başvurulabilecek.

 

İliç’te işçiler maden sahasındaki çatlakların fotoğrafını çekmiş

Erzincan İliç‘te, Anagold Madencilik tarafından işletilen Çöpler Altın Madeni‘nde 13 Şubat’ta yaşanan felaketin öncesinde, maden sahasında meydana gelen çatlakların işçiler tarafından fotoğraflandığı ortaya çıktı. İşçilerin aileleri ve Bağımsız Maden İş örgütlenme uzmanı Başaran Aksu tarafından maden sahasındaki çatlaklar konusunda uyarılarda bulunulduğu da ifade ediliyor.

Çalık Holding‘in ortağı olduğu Anagold Madencilik, Çöpler Altın Madeni’nde 13 Şubat’ta yaşanan siyanürlü devasa yığın liçinin kayması, 9 işçiyi göçük altında bıraktı. İşçilerin aileleri ve bağımsız uzmanlar, “facia önlenebilirdi” diyor.

İşçilerin çektiği ve ANKA‘nın ulaştığı fotoğraflar, liç yığınında meydana gelen yarılmaları gözler önüne sererken, maden sahasındaki risklerin bilindiğini ancak önlem alınmadığını ortaya koyuyor.

Facianın yaşanmasına yol açan faktörler arasında, liç yığınının aşırı büyüklüğü, toprağa verilen solüsyon miktarının artırılması ve her gün saat 12.00’de düzenli olarak dinamit patlatılması gibi etkenlerin bulunduğu belirtiliyor.

İliç faciası: İstanbul Barosu’ndan Murat Kurum, şirket yetkilileri ve bilirkişiler hakkında suç duyurusu
Enerji Bakanı Bayraktar: İşçilerin lokasyonlarıyla ilgili arama alanımızı daralttık
MAPEG, Anagold’un ruhsat süresi uzatma taleplerini bir bir onaylamıştı
İliç’teki maden faciasında Kanadalı yönetici vekili de gözaltına alındı

İlçede etkili olan yağmur, toprağın balçığa dönüşmesine neden olurken, bu durum arama kurtarma çalışmalarını da zorlaştırıyor. İşçilere ulaşmanın artık mucizelere bağlı olduğu belirtiliyor. Maden sahasında oluşan çatlakların herkes tarafından bilindiği, bazı taşeron firmaların işçilerini çektiği ancak Anagold’un çalışmaya devam ettiği ifade ediliyor.

Ayrıca, madende yerdeki titreşimleri gösteren sinyal sisteminin bozuk olduğuna dair uluslararası bir denetim firması tarafından hazırlanan raporun, Kanadalı şirket dahil tüm yetkililere iletildiği ortaya çıktı. Bu bilgiler, maden sahasındaki güvenlik önlemlerinin yetersizliğine dair ciddi endişeleri gündeme getiriyor.

Enerji Bakanı da çatlakları doğruladı

Enerji ve Tabii Kaynaklar bakanı Alparslan Bayraktar bugün (16 Şubat’ta) konuyla ilgili yaptığı açıklamada toprak altında kalan dokuz  kişinin, çatlakları  kontrol amacıyla alana gittiklerinde olayın meydana geldiğini doğrulamıştı.

DHA‘nın aktardığına göre Bayraktar, “Bu yönde bize de iletilen bir bilgi var. Bu bölgedeki işçilerin tahliye edildikleri doğru. Sonra bu bölgedeki dokuz  arkadaşımızın tekrar kontrol amaçlı olay yerine dönülmesi sonrası yani burada normalde çok daha fazla işçi çalışıyordu. Döndükleri esnada hadiseye yakalandıkları maalesef doğru” dedi.

Olayın sebebiyle ilgili soruşturma ve teknik çalışma bitmeden bir şey söylemenin doğru olmayacağını ve ilgili kurumların araştırmasının sürdüğünü ifade eden Bayraktar, şunları söyledi:

“Bu işin gizlenecek ve üstü kapatılacak bir durumu yok. Birçok farklı ihtisas sahibi kurumumuz, akademisyenlerden oluşan grupla çok yoğun şekilde çalışıyoruz. Hiçbir endişeye mahal yok. Soruşturmanın neticesinde bütün sorumlular ortaya çıkacak. İnşallah böyle bir hadiseyi Türkiye‘de bir daha yaşamayız. Hakikaten çok üzgünüm. Bir taraftan onu araştırırken önce kurtarma beraberinde rehabilitasyon süreci devam ediyor. DSİ güçlü bir ekiple burada. Onlar da zararlı maddelerin halk sağlına ve çevreye zarar vermeyecek şekilde toplanması, kontrol altına alınmasıyla alakalı planı çalıştılar. İnşallah onu hızlı bir şekilde hayata geçireceğiz.”

 

Madrid’de doğa koruma alanında dev havai fişek gösterisi yapılacak, hak grupları kızgın: Anlaşılır gibi değil!

İtirazı görüşen yargıç, itiraz karşısında Meclis’e kendini savunması için süre verdi.

Tüm etkinlikler arasında en çok zarar vereni

Yakın zamana kadar Manzanares, durgun bir su parçası gibiydi ancak Madrid’in kalbinden geçen nehir ve çevresi, 2016’da başlatılan temizlik programı sayesinde kuşlar ve diğer canlıların nehre geri dönmesiyle canlandı. Nehirde o zamandan bu yana ak balıkçıllar, kır tavuğu, misk ördeği ve yaban ördeği dahil olmak üzere 134 kuş türü sayıldı.

Manzanares aynı zamanda çok sayıda balık, amfibi ve su samuru da dahil olmak üzere küçük memelilere de ev sahipliği yapıyor. 

İspanyol ekoloji aktivistleri, konseyin seçebileceği tüm etkinlikler arasında en az 300 kg barut kullanılan  mascletà’nın vahşi ve evcil hayvanlara akustik açıdan en fazla zarar veren etkinlik olduğunu ve işitme kaybı yaşayabileceklerini, savunmasız insanlarda strese neden olabileceğini söylüyorGeçen yıl yapılan bir araştırma , havai fişeklerin yabani kuş popülasyonları üzerinde uzun vadeli olumsuz etkileri olduğunu göstermişti. 

Kanada‘daki Huron Üniversitesi Koleji‘nde hayvan etiği konusunda otorite olan Prof Kendra Coulter,  Guardian‘a şunları söyledi: “Havai fişekler tüm hayvanları korkutuyor ve onlara zarar veriyor. Evcil hayvanların çoğu bu beklenmedik gürültü karşısında dehşete kapılıyor. Yabani hayvanları incelemek daha zor ancak kuşların gökten düşüp öldüğü, korkudan açık denize doğru uzun mesafeler uçtuktan sonra karaya canlı olarak dönemedikleri durumlar oldu.” 

Amerikan Hayvanları Koruma Derneği ise bu tür kutlamalar sırasında ortadan kaybolan evcil hayvanların beşte birinin bunu havai fişekten kaynaklanan yüksek seslerin bir sonucu olarak yaptığını tahmin ediyor.

‘Bu ancak cehaletten yapılabilir’

Coulter, “Bölgede otizm spektrumunda yer alan ve etkilenecek insanlar da olabilir ama en azından onları uyarabiliriz. Ancak hayvanlar için hiçbir uyarı olamıyor” diyor: “Kuşlar uçup gidecek ve eğer yuva yapmaya başlamışlarsa bazıları yuvalarına geri dönüş yolunu bulamayacaktır. Bir tür olarak, mümkün olan en az şekilde ve ideal olarak diğer türlere zarar vermeden olayları kutlamak için çeşitli yollar bulma ve kutlamanın daha saygılı yollarını bulma konusunda oldukça yetenekliyiz”

Hayvan Hakları Hukuk Bürosu‘ndan María Dolores García ise şunlara dikkat çekiyor: “Mascletà’yı bu şekilde ve bu alanda kutlamayı seçmeleri gerçekten anlaşılmaz. Bu ancak cehaletten olabilir.” 

Büronun, Puente del Rey çevresinde önerilen alanın İspanya’nın miras yasaları kapsamında korunan bir alan olduğu gerekçesiyle plana itiraz ettiğini söyleyen Garcia, “Doğal mirasımız, yaşayan mirasımız, ona zarar verebilecek her türlü olaydan öncelikli olmalıdır” diyor. 

Mascletà’lar, Valensiya toplululuğunun havai fişek geleneğinin bir parçası. Adını bir çizgi veya havai fişek gösterisi oluşturacak şekilde bir fitile bağlanan  maskletlerden (çok gürültülü havai fişekler) alıyor. Kentteki mahallelerin en muhteşem muhteşem maskletleri yaratmak için yarıştığı bir festival olan Las Fallasın bir parçasını oluşturuyor ve festivalin sonunda tüm maskletler ateşe veriliyor.

Valensiya belediye başkanı María José Catalá, Pazar günkü mascletà‘yı eleştirenleri “ahmaklar” olarak nitelendirdi.