Hafta SonuKöşe YazılarıManşetYazarlar

Yerel kentsel kültürel süreçler/ politikalar ve yerel yönetimler

0

Seçimlerle yerel yönetimlerde belki bir yenilenme olamayacak belki olma atılımları boğulacak veya kent soygunları/ kentli haklarının gasp edilmesi vb. bakımlarından ortaya çıkacak sonuçlar durumu daha da vahim hale getirecek.

Yine de her dolayım bize ne istediğimizi ve istemediğimizi daha net bir biçimde yeniden düşünmek ve söylemek için bir fırsat sunuyor. Yapabileceğimiz bir şeyler var: Yaşanabilir kentler, yurttaşlık- kentli hakları üzerinde, demokrasi ve bunların giderek uzaklaşan hayali üzerinde yeniden düşünmek ve yeni fikirler, uygulama olanakları belki kestirme-hızlı yollar icat etmek ve uygulama fırsatları kollamak… Bunları hepimiz yapabiliriz. Yapmalıyız.

Evet, merkezi yönetim yerel yönetimleri eziyor ve siyasi olarak rakip gördüğü belediyeleri yörenin halkıyla birlikte cezalandırıyor. Ama pek çok belediye de kendi halklarını eziyor veya onlardan yanaymış gibi görünerek ya da yerel toplumu umursamayarak/ temsili demokrasinin sınırlayıcı özelliklerini uygulayarak kişisel-partizanca otorite uyguluyor.

Neyi istemiyoruz?

Düş kuralım, düş ya da ütopya üzerine düşünelim ama bugünün dünyasının somutundan, ülkenin giderek kızgın bir demir kafese dönüşen gerçeğinden kopmadan ya da ona rağmen yurttaş/ kentli hakları alanını nasıl geliştirebileceğimize dair tartışmayı, karşı çıkışı ve direnci canlı hatta sıcak tutalım.

Yerel yönetim seçim sonuçları hiçbir şeyi değiştirmeyecek olsa bile düşüncemizi, aklımızdaki programı ve taleplerimizdeki ısrarı/ ama daha da çok isyanı keskinleştirebilir. [Rıza Türmen, Demokrasi için Birlik’in (DiB) düzenlediği Yerel Demokrasi Konferansında, “Böyle bir rejimi güçlendiren halkın sessizliğidir” diyor.] Neyi kabul etmeyeceğimizi güçlü bir biçimde göstermek için her dolayım bir fırsat, yeniye/ ileriye açılan bir pencere olabilir.

Bütün kentlerde, daha güçlü biçimde,

  • Neden yerel ve katılımcı bir demokrasiyi/ her kentin kendi özelliklerine uygun demokratik katılım mekanizmalarının geliştirilmesini istemeyelim; yerel demokrasinin her yerleşmenin kendi demosu eliyle keşfedilmesini/ oluşturulmasını/ olgunlaşmasını deneyimlemeyelim?
  • Neden kentte yarattığımız rantın tekrar kamusal yarar, yani bütün kentlilerin/ hepimizin yararı için kullanılmasını talep etmeyelim?
  • Herkes için ücretsiz kamu taşımacılığını, yeşil yaya ve bisiklet yollarının çoğaltılmasını, kentlerde otomobillerin azaltılmasını neden istemeyelim?
  • Neden her belediyenin kendi yazdığı iklim değişikliği programlarına göre davranması için bastırmayalım?
  • Neden özellikle yoksullar ve az gelirliler için yaşanabilir ve bakımlı-temiz ama belki oldukça sade kiralık konutların üretimi için büyük kaynaklar yaratılmasını talep etmeyelim?
  • Neden çeşitli afet olasılıklarına ve olası yıkıma karşı bir planlama, programlama ve hazırlık egzersizleriyle deneyimli bir toplumsal duruş/ dinginlik yaratmayalım ve neden resmi kurumları bu alandaki hazırlıklılarının saydam ve denetlenebilir olmasına doğru zorlamayalım?
  • Neden şebeke suyunun temiz ve içilebilir olmasını (pet sularına gerek kalmamasını), kentin havasının bizi zehirlememesini, gürültüsüzlüğü, trafiğin insan yaşamının önemlice bir bölümünü çalmamasını, çocuklarının yürüyerek ulaşabileceği mesafede bir okulu olmasını ve mahalle parklarını/ oyun alanlarını istemeyelim?

Listeyi uzatabiliriz bildiğiniz gibi…

Ama bu yazıda daha önce değinmediğimiz kültürel yaşam, her kentin kendisine özgü kimliğini ve yerel kültürünü yaşama biçimleri/ değişen dünyanın geleceği için kültürel değişme örüntüsünde özgün ve özgür, tahakkümsüz-baskısız ve alabildiğine çeşitlenmeler ve renklenmelerle dolu esnekliklere ulaşabilme olanakları üzerinde durmak yararlı olabilir.

Toplumun talebi/yönetimin arzı

Bu konuda güncel sayılabilecek iki gelişme var. Birincisi, İzmir Belediyesi’nin aday olamayan Tunç Soyer tarafından geçtiğimiz kasım ayında duyurulan “İzmir Kültür Fonu”  (İzKF) ve “Sanatsal ve Kültürel Proje Fikri ve Proje Yarışması”. Bu iki gelişmeyi gazete haberlerinden izlemek olası. Ancak irdelemeyi ilerideki başka bir yazıya bırakarak, burada sadece, “Kültürel Denge” teması çerçevesinde düzenlenen iki aşamalı yarışmayı ve ilk bölümünün sonuçlanmış olduğunu duyurmakla yetineceğiz.

İkincisi ise, İKSV’nin Ocak 2024’de yayınladığı “Türkiye’de Yerel Kültür Ekosistemi” raporu. Rapor, ülkede yerel yönetimler veya sivil toplum örgütleri/ sivil girişimler ve bireyler bakımından kültürel süreçlerle ilgilenme, yaratıcı etkinlikler düzenleme, eylemler yapma ve kentin kültürel yaşamına katılma ve onu besleme/ yenileme, ya da başka süreçlerle (belki özellikle, gündelik yaşamı çeşitlendirmeyle, politik bağlantılarla vb.) ilişkilendirme çabaları bakımından zengin ipuçları sağlıyor.

Rapor, Türkiye çapında bir örnekleme göre 30 farklı kentte, farklı tekniklerle yapılan alan araştırmalarına dayandığı için oldukça ilginç. Belki en ilginç bulgulardan biri, kent toplumlarının kültürel çabaları nasıl önemsemiyor oldukları; bu konulardaki talepsizliği ve sığlığıyla ya da biraz daha nezaketle söyleyecek olursak az ve klişe, gösteriş ve propaganda kokan, aldatıcı basitliklere razı oluşuyla ilgili… Kent toplumları bu kadar isteksiz olunca, yerel yönetimlerin/ belediyelerin, kültürel konulardaki bönlüğü ve bulanıklığı, bu konulara bütçe ayırmayı gereksiz bulması ve yerelin kendi kimliğini eğer bazı kültürel süreçlerle ifade etmek istiyorsa bunu hiçbir resmi kurumla ilişkilenerek yapmak istememesi vb., bir bakıma “normalleşiyor”.

Bu da, hem Osmanlı’nın son dönemlerindeki hem de Cumhuriyet’in 100 yılındaki deneyimleriyle, ideolojik baskılar ve yönlendirmelerle, becerisizliklerle ve zaten yerel topluma değer vermek yerine onu her zaman çocuk yerine koyan, onun “cahilliğini” ortadan kaldırmayı amaçlayan (aslında onun yerel kültürel özelliklerini ve kimliğini inkar eden) politikalar nedeniyle böyle gelişti.

Seçimlere katılacak bütün belediye başkan adaylarının/siyasi partilerin programlarında neler olduğunu bilemesek de bugüne kadar kentsel kültürel süreçlere ciddiyetle ve demokratik-özgürlükçü bir yaklaşımla eğilen programlar/ projelerin pek hazırlanmadığını biliyoruz. (Belki İzKF hariç?)

Oysa kentsel yaşamın can damarlarından biri/ can damarı sayabileceğimiz yerel kentsel kültürel etkinlikler/ eylemler ve kentin kimliğini ören kültürel süreçler daha fazla üzerinde durulmayı, irdelenmeyi ve inceltilmeyi, özeni, yaratıcılığı ve özgür yaklaşımı hak ediyor… Belediyeler belki en önemli sorumlusu değil, kentlerin yerel kültürel niteliğini/kimliğini geliştirememesinin yine de yerelde yapabileceğimiz pek çok zorlayıcı ortak etkileşim ve eylem var. Yerel toplulukların kendi kentleri/ kendi demosları için yapamadıkları, yakında “turizm endüstrisinin”, “gösteri toplumunun”, “tüketim ve gösteriş” ekonomisinin, “yapay ve plastik kopyacılığın”/ “mış gibiciliğin”, “yalan dünyanın” en sıradan mallarına veya kentsel yaşam kiplerine dönüşecek.

Turistik bir kurvaziyer gemisi gibi, kentleri yara-yara ilerleyecek…

More in Hafta Sonu

You may also like

Comments

Comments are closed.