Ana Sayfa Blog Sayfa 13

Uzungöl’e HES projesine karşı direniş: Halk alanı geçişe kapattı, nöbet başladı

Trabzon Uzungöl‘de yapılmak istenen hidroelektrik santral (HES) projesi için firmanın dün akşam saatlerinde iş makinelerini Çaykara ilçesine getirmesine, bölge halkı büyük tepki gösterdi. Proje alanını trafiğe kapatan halk nöbet tutmaya başladı. Yolun açılmasını isteyen jandarma ve yolu trafiğe kapatan vatandaşlar arasında gerginlik yaşandı.

Taşkıran mahallesinde gerçekleştirilmesi planlanan HES’e karşı bölge halkı önceki gün bir protesto gösterisi düzenlemişti.

Vatandaşların yanı sıra siyasi parti temsilcileri, muhtarlar, yaşam savunucuları ile Uzungöl’deki STK temsilcilerinin de katıldığı eylemde konuşan Uzungöl Muhtarı Selman Dilek, şunları söylemişti:

“Yerel seçimelerin hemen akabinde, yüklenici firma HES projesine ilk kazmayı Taşkıran’da burada vurmuş, fakat bu haberi alan Uzungöllüler’in Taşkıran’a inmesiyle iş makinesi durdurulmuş, alandan çıkarılmış, kadastro direkleri sökülmüş bu şekilde firmanın bu ilk teşebbüsü el birliğiyle durdurulmuştu. Valilik toplantısı lehimize gelişmişken ve açılan davaların meşruluğu  tarafından kabul edilmişken, nasıl oluyor da yüklenici firma tekrardan teyakkuza geçmiştir? Danıştaydaki karar usulden kabul edilip esas görüşülmeye başlanmışken dava sonuçlarını beklemeden meseleyi oldubittiye getirmek istemektedirler. Bölge ahalisini yakında gerçekleşebilecek gelişmelere karşı uyanık olmaya davet ediyorum.”

Lavc59.13.101

Eylemin ardından dün akşam saatlerinde HES firması Jandarma eşliğinde iş makinelerini Çaykara’ya getirdi. İş makinelerini görüntüleyen bölge halkı, HES projesinin olduğu alana giderek yolu trafiğe kapattı ve nöbete başladı.

Yargı süreci devam ediyor, ÇED yok

Bölgeye çok sayıda Jandarma gelmesinin ardından yurttaşların yolu trafiğe açması istendi. Jandarmanın yolu açmak istemesine yurttaşlar tepki gösterdi. Uzunca bir süre jandarma ile yurttaşlar arasında tartışma yaşandı.

Bölgeye gelen ve ekiplerle tartışan Çaykara Belediye Başkanı Hanefe Tok, ”Bu halk demokratik hakkını kullanıyor HES istemiyor, henüz yargı süreci devam ediyor ÇED süreci tamamlanmamış. Ayrıca burada yapılacak HES projesi yurttaşların arazisinden geçiyor buna müsaade etmiyorlar. Yolu trafiğe açarız ancak şirketin çalışmasına izin vermeyiz” dedi.

Valensiya’da ölümcül sel felaketine geç müdahale protestoları: Krala çamur attılar

Modern tarihinin en ölümcül sel felaketini yaşayan İspanya‘nın Valensiya kentinde hayatını kaybedenlerin sayısı 217 oldu. Binlerce asker temizlik çalışmalarına katılırken, halen kayıp olanlar olduğu bildiriliyor.

Selden en çok etkilenen Valensiya’da yerel halk ise uyarının gecikmesi ve yardım çalışmalarının yavaş ilerlemesi nedeniyle öfkeli.

Valensiya banliyösünde yaşayan yüzlerce kişi, dün bölgeyi ziyaret eden İspanya Kralı Felipe, Kraliçe Letizia ve Başbakan Pedro Sanchez‘i protesto etti, bazıları da üzerlerine çamur fırlattı.

“Katiller, katiller!” sloganları atan göstericiler, yetkililerin sel felaketi konusunda geç uyarılarda bulunması ve ardından acil durum ekiplerinin geç müdahale etmesi nedeniyle birikmiş öfkelerini dile getirdi:

Reuters‘in aktardığına göre, Valensiya halkından Nuria Chisber, protesto sırasında “Ölüler hala garajlarda, aileler yakınlarını ve arkadaşlarını arıyor. Tek istediğimiz uyarılmaktı ve kurtulmuş olurduk” diye bağırırken, bir başka gösterici kargaşaya rağmen halkla konuşmak için kalmakta ısrar eden krala, “Bu biliniyordu ve kimse bunu önlemek için bir şey yapmadı” dedi.

Başbakan Sanchez ise hiç konuşma yapmadan geri döndü.

Yeşil Noktaİspanya’nın Valencia bölgesine bir yıllık yağış bir günde düştü: En az 95 ölü
Yeşil Noktaİspanya benzeri görülmemiş sel felaketinin ardından kayıplarını arıyor

Ölenlerin tamamı Valensiya bölgesinden, hala kayıplar var

Ülkenin modern tarihinde yaşanan en kötü sel felaketinde yaşamını kaybedenlerin neredeyse tamamı Valensiya bölgesinde yaşıyordu. Bunların 60’dan fazlası ise Paiporta‘da idi.

Pazar günkü eylemde, protestocuların bir kısmının, aşırı sağcı örgütlerin sembollerini taşıyan giysiler giydiği görüldü.
.
Başbakan Sanchez, ortaya çıkan büyük hasarı onarma ihtiyacı ve olaylara atıfta bulunarak, “Bazı marjinal eylemlerle yoldan çıkmayacağız,” dedi. Kral Felipe ise ortamı sakinleştirmeye çalışırken, kışkırtıcıların durumu istikrarsızlaştırma girişimlerinden de söz etti.

Eylem sırasında yağmur çiselemeye başlayınca, polis araçları hoparlörlerle kentin etrafında dolaşarak daha yoğun yağmurlar gelebileceği uyarıları yaptı.

Herkes birbirini suçluyor

Merkezi hükümet, nüfusa uyarılar göndermenin bölgesel yetkililerin sorumluluğu olduğunu söylüyor. Ancak Valensiya yetkilileri, kendilerine sunulan bilgilerle ellerinden gelenin en iyisini yaptıkları kanısında.

Alicante Üniversitesi‘nden iklim uzmanı Jorge Olcina, halka zamanında uyarıda bulunulsaydı, birçok ölümün önlenebileceğini vurguladı; ulusal ve bölgesel yetkililer arasındaki koordinasyon eksikliğine de dikkat çekti. Ancak felaketin büyüklüğünün “başa çıkılmasını zorlaştırdığını” da sözlerine ekledi.

Olası herhangi bir ihmalin araştırılacağını belirten Başbakan, trajedi karşısında siyasi birlik çağrısında bulundu.

Protestocuların yuhalamaları ve hakaretleri arasında Paiporta’yı ziyaret eden Valencia’nın bölge lideri Carlos Mazon ise sosyal medya hesabından şunları yazdı: “Halkın öfkesini anlıyorum ve elbette onu karşılamak için kalacağım. Bu benim politik ve ahlaki yükümlülüğüm. Kral’ın bu sabahki tutumu örnek niteliğindeydi.”

Yetkililer, halen onlarca kişiden haber alınamadığını, yaklaşık üç bin haneye ise elektrik verilmediğini söylüyor.

Sel suları sokakları ve binaların alt katlarını yutarken, çamur dalgaları halinde arabalar ve duvar parçaları da sürüklenmişti. Hafta sonunda binlerce asker ve polis, İspanya’da barış zamanındaki en büyük operasyon olan afet yardım ve temizleme çalışmalarına katıldı.

Son sel felaketi 1967’de Portekiz‘de en az 500 kişinin hayatını kaybetmesinden bu yana Avrupa’da tek bir ülkede yaşanan en büyük sel felaketi.

Bilim insanları, iklim değişikliği nedeniyle Avrupa ve diğer yerlerde aşırı hava olaylarının daha sık hale geldiğini söylüyor. Su buharlaşmasını artıran Akdeniz‘in ısınması, ani ve şiddetli yağmurlar getiren fırtınaların daha sık ve yoğun hale gelmesinde önemli bir rol oynuyor.

Niğde barınağı katliamına ‘takipsizlik’, boşaltılan barınaklar yeniden dolduruluyor

“Katliam yasası’nın yürürlüğe girmesinin hemen ardından, ağustos ayında Niğde Belediyesi’ne ait barınakta toplanan yüzlerce köpeğin öldürülmesine ilişkin açılan davada, savcılığın katliamda “sorumlu” bulamadığı ve bu yüzden takipsizlik kararı yazdığı ortaya çıktı

Ankara Barosu Hayvan hakları Merkezi’nden avukatların vahşetle ilgili suç duyurusunda bulunmasının ardından dava açılmış; belediye ise köpeklerin “zoonoz” yüzünden “uyutulduğunu”, gömülen yüzlerce hayvan arasında doğal şekilde ölenlerin olduğunu savunmuştu.

Yeşil NoktaNiğde Belediyesi’nden toplu köpek mezarıyla ilgili açıklama: Kanuna ve vicdana uygun

T24’ten Ceren Bala Teke’ye konuşan avukatlar, barınakta çalışan üç işçinin hayvanları nasıl öldürdüklerine dair beyanlarına rağmen takipsizlik kararı verildiğini bizzat savcılıktan öğrendiklerini söyledi. Henüz Cumhuriyet Başsavcısı’nın onayını vermediğini öğrendilerini belirten avukatlar, soruşturma aşamasında keşif kararı çıkartılmadığını ve kamera görüntülerinin incelenmediğini de kaydetti.

‘Hayvanlar kan kusarak öldü’

Katliam haberinin duyulmasının ardından suç duyurusunda bulunan Ankara Barosu Hayvan Hakları Komisyonu Başkanı Av. Tuğba Gürsoy şunları anlatmıştı:

“Gönüllülerin baktığı köpekler ortadan kayboluyor, sonra toplu mezarlara atılmış halde bulunuyorlar. Buralara sürekli yeni hayvan atılıyor. Barınağa girin süslü püslü, inanılmaz bir vitrini var, hayvan sayısı 20’yi geçmez ama mezarlar tıka basa dolu. Geçen sene kaç yasaklı ırk vardı dedik, 60 dediler. Dün barınağı gezdik sadece 2 kalmış. Üstelik henüz toplama yapmadık dediler. Sokaklarda kedi köpek kalmamış. 3-5 günlük iş değil bu! Bütün mezarların açılmasını ve yaklaşık ölüm tarihleri ile sebeplerinin tespitini talep ediyoruz.”

Şüpheli beyanlarına göre hayvanların enjeksiyon yöntemiyle katledildiğini de doğrulayan avukatlar, “İçeriğini bilmedikleri bir ilacı padoklara girerek rastgele hayvanlara enjekte ettiklerini, enjeksiyonun ardından köpekler ağzından burnundan kan gelerek can vermiş” dedi.

Niğde ve Ankara adliyeleri önünde eylem

Barınakta katliamın sürdüğünü ve dosyanın kapatılmak istendiğini belirten hak savunucular ve hukukçular geçen cuma Niğde Adliyesi önünde bir eylem gerçekleştirdi ve katliam yasasına karşı herkesi ses çıkarmaya davet etti.

Katliamı  itiraf eden barınak çalışanlarına rağmen sorumlularının soruşturulmasına bile izin vermeyip dosyayı kapatmaya çalışan yargıya karşı hafta sonunda da Ankara’da Adalet Bakanlığı önünde toplanan hayvan hakkı savunucuları “Barınakları denetleyin, katilleri yargılayın! Cezasızlığa son verin, hayvan katliamlarını durdurun!” dedi.

Boşaltılan Gebze Barınağı’na yeni hayvanlar getiriliyor

Aralarında yavru kedi ve köpeklerin de olduğu 43 hayvanın 10 Ekim’de öldürülerek poşetlere doldurulup çöpe atılmasının ardından hayvanseverlerin boşalttığı Gebze barınağına ise sokaktan toplanan yeni hayvanlar getiriliyor.

Hayvanseverler katliamın ardından sağ kalan hayvanları barınaktan almış ve güvenli mekanlara taşımıştı.

Yeşil NoktaGebze’de katliam: Barınağa götürülen 30 köpek ve 13 kedi zehirlenerek öldürüldü
Yeşil NoktaGebze’deki vahşete Türkiye’nin her yerinden tepki yağıyor: Yasayı geri çekin!
Yeşil NoktaGebze Belediyesi’nden tanıdık ‘katliam’ açıklaması’: Dışarıda ölmüş hayvanları topladık
Yeşil NoktaGebze katliamı’nı protesto eden hak savunucularına gözaltı, darp
Yeşil NoktaGebze Belediye Başkanı’ndan dava: Hayvanlarımızı çaldılar, mamaları gaspettiler, geri getirin
Yeşil NoktaGebze Belediye Başkanı, katliamdan kurtarılan hayvanların barınağa iadesini istedi
Yeşil NoktaGebze Kitap Fuarı’nda hayvan hakları savunucularından protesto

Barınak önünde halen nöbet tutan hak savunucuları, boşalttıkları barınağın yeniden köpeklerle doldurulmaya başlandığını duyurdu. Getirilen hayvanların barınağa girmesine engel olmaya çalışırken saldırıya uğradıklarını ve gözaltına alındıklarını anlatan hak savunucuları, “Bu hukuksuz müdahaleleri ve barınaktaki canların yaşamını tehdit eden bu kararı kınıyoruz. Hayvanların yaşam hakkına yapılan bu ihlallere karşı mücadelemizi sürdüreceğiz. Tüm duyarlı vatandaşları, sesimize ses katmaya davet ediyoruz” dedi.

Ümraniye Barınağı önündeki nöbete taciz ve saldırı

Gebze Barınağı’ndaki katliamdan iki gün sonra Ümraniye Belediyesi‘ne ait Hekimbaşı Barınağı‘na giden hak savunucuları ve hayvanseverler, kafeslerde ölü yavru kediler, dışkı ve idrar içinde korkudan paralize olmuş köpekler ve çok sayıda tarihi geçmiş mama bulmuştu.

Yeşil NoktaÜmraniye barınağında vahşet: Görüntü alan gönüllülere bıçak çekildi

Kısmen boşaltılan barınak önünde o günden bu yana nöbet tutan hak savunucuları, barınak görevlilerince sürekli taciz edildiklerini, ancak talepleri karşılanana dek nöbeti sürdüreceklerini açıkladı.

Barınak önünde nöbet tutanlar 20 Ekim’de de bir kişi tarafından tehdit edilmişti. Nöbet tutan yurttaşların yanına giden bir kişinin “Hapisten yeni çıktım” diyerek saldırı girişiminde bulunması ve tehdit etmesinin ardından yaşam savunucularının tepkisi de kameralara yansımıştı.

[COP16] Biyoçeşitlilik Zirvesi hayal kırıklığıyla sona erdi

Gelişmekte olan ülkeler, zengin ülkelerin taahhütlerini yerine getirmemesine tepkili.

Doğa tahribatının durdurulması için düzenlenen küresel zirve, cumartesi günü kargaşayla sonuçlandı; bazı ilerlemeler kaydedildi ancak temel sorunlar çözülemedi. Doğa tahribatını durduracak etkili bir sistem yine oluşturulamadı. Katılan ülkeler önceki hedeflere ulaşma konusunda yol haritası çizemedi.

Uzmanlar muğlak ifadelerin başarısızlığa yol açtığını söylüyor.

Temel konularda fikir birliğine varılamadı, görüşmeler askıya alındı

Anlaşmaya taraf olan hükümet temsilcileri, Dünyadaki yaşamın insan kaynaklı yıkımını durdurmak için 2022 Anlaşması’ndan bu yana ilk kez bir araya gelmişti. İki haftalık zirvede Dünya’nın yüzde 30’unun doğa için korunması ve küresel finans sisteminin çevreye zarar veren kısımlarının reformu gibi önemli hedefler konusunda ilerleme kaydedilmesi umuluyordu.

Görüşmelerin cuma akşamı bitmesi gerekiyordu ancak yaklaşık 12 saatlik toplantıların ardından, zirve cumartesi sabahı kargaşa halinde sona erdi. Hükümetler doğa fonlaması ve bu on yılın hedeflerinin nasıl izleneceği gibi temel konularda bir fikir birliğine varamadı. Birçok kişi uçuşları yakalamak için görüşmeleri erken terk etmek zorunda kaldı ve ülkelerin yarısından azı hazır olduğu için toplantı yeter sayısı sağlanamadığından görüşmeler askıya alındı.  Ülkelerin görüşmelere gelecek yıl Bangkok‘ta yapılacak ara toplantıda devam etmesi gerekecek.

Guardian‘ın aktardığına göre, özellikle gelişmekte olan ülke temsilcileri görüşmelerin uzaması ve son anda önemli konuların karara bağlanmadan sonuçlandırılması nedeniyle tepkilerini dile getirdi.

Brezilyalı müzakereci Maria Angelica Ikeda, kaynak seferberliği tartışmaları kesilmeden kısa bir süre önce, “Cop’un sonunda böylesine önemli bir konuyu tartışmanın meşruiyet eksikliğini gerçekten sorguluyoruz. Bu konuları en baştan tartışmaya başlamalıydık… İhtiyacımız olan kaynaklara sahip olduğumuzu garanti eden kararlarımız olmalı” diye konuştu.

Fiji müzakerecisi Michelle Baleikanacea da uçuş planlarını değiştirmek için bütçeleri olmayan birçok gelişmekte olan ülkenin toplantıyı terk etmek zorunda kaldığını belirtti; “Ne yazık ki Fiji, bu zirvedeki tek Pasifik ada ülkesi – 10 kişilik bir heyet olarak geldik ve geriye kalan tek kişi benim. Paramız olmadığı için uçuşları değiştirmeyi göze alamayız” dedi.

Genetik veriler ve yerli temsiliyeti konularında ilerleme

Zirvede, hükümetler birkaç önemli karar da alabildi: Doğadan elde edilen genetik veriler kullanılarak üretilen ürünlere küresel bir vergi uygulanması konusunda anlaşma sağlandı. Bu da potansiyel olarak dünyanın en büyük biyolojik çeşitlilik koruma fonlarından birini yaratabilir.

Ayrıca müzakerecilerin yerli temsiliyeti için “dönüm noktası” olarak tanımladığı bir şekilde, yerli toplulukları BM biyolojik çeşitlilik sürecinin resmi karar alma sürecine resmen dahil ettiler.

Ancak “dijital dizi bilgisi” (DSI) fonu planı toplantıda kabul edilirken, oylamayı resmileştirmek için hala yeterli sayıda ülkenin mevcut olup olmadığı belirsizdi. Bu durum kesinleştirilmezse ülkeler daha sonraki bir tarihte kararın meşruiyetini sorgulayabilir.

Çok sayıda ülke hedefler için hiç ilerleme kaydetmedi

Gözlemciler, anlaşmalara rağmen COP16’nın doğal dünyadaki krizi durdurmak için gerekenin gerisinde kaldığını, birçok hükümet ve BM yetkilisinin gereken aciliyetle hareket etmediğini söylüyor. Sadece iki yıl önce bu on yılın hedefleri konusunda anlaşmaya varılmasına yardımcı olmakta öncü rol oynayan AB, Çin, Kanada ve diğer gelişmiş ülkelerin liderlik eksikliği eleştiriliyor.

Zirvede, birçok ülkenin çevreye zararlı sübvansiyonların reformu, korunan alanlar ve hatta hedeflere ulaşmak için ulusal planların sunulması gibi hayati öneme sahip hedeflerde zayıf ilerleme kaydettiği veya hiç ilerleme kaydetmediği de ortaya çıktı.

Düşünce kuruluşu Common Initiative‘in direktörü Oscar Soria, “Daha zengin ülkelerden, özellikle Avrupa Birliği ve Fransa, Kanada, İsviçre, Japonya, Birleşik Krallık ve ayrıca Çin‘den yetersiz liderlik gördük. BM biyolojik çeşitlilik sözleşmesinin yürütme sekreteri de oldukça hayalet gibiydi” diye konuştu.

Campaign for Nature direktörü Brian O’Donnell da çok fazla ülke ve BM yetkilisinin aciliyet ve ihtiyaç duyulan hırs seviyesi olmadan Cali’ye geldiğini söyledi: “Dünyanın her zamanki gibi iş yapmaya vakti yok. Herhangi bir mutabakata varılmış finans stratejisi olmadan zirvenin askıya alınması endişe verici.”

Fauna & Flora Küresel Politika Direktörü Catherine Weller ise şu değerlendirmeyi yaptı.  “Doğanın genetik bilgilerinden kar elde etmek için bir fon oluşturma konusunda zorlukla elde edilen atılım ve doğa için finansmanı artırmanın aciliyeti hakkında devam eden söylemlere rağmen, doğanın iyileşmesini nasıl finanse edeceğimiz konusunda önemli bir ilerleme kaydedilmedi veya küresel düzeyde ilerlemeyi nasıl izleyeceğimiz konusunda netlik sağlanmadı. İki yıl sonra, Montreal’de kararlaştırılan doğa hedeflerinin büyük çoğunluğu ne yazık ki hala kağıt üzerinde finanse edilmemiş kelimeler gibi hissettiriyor.”

Kazanımlar-ortada kalanlar

Hayal kırıklığı yaratan COP16’daki kazanımlar ve

Doğanın genetiğinden elde edilen ticari keşiflerden elde edilen kârların şirketler tarafından paylaşılmasına ilişkin anlaşma

Dijital Dizi Bilgisi olarak bilinen doğadan gelen genetik veriler, ticari ilaç ve ürün keşiflerinde önemli rol oynuyor.  Bu bilgilerin çoğuna şimdiye kadar milyarlarca dolar gelir elde etmesine rağmen küresel veri tabanlarında ücretsiz olarak erişilebiliyordu ve bu durum, verilerin geldiği doğa zengini ülkeleri çileden çıkarıyordu.

Zirvede alınan karara göre, üç kriterden ikisini karşılayan şirketler (50 milyon doların  üzerinde satış, 5 milyon doların üzerinde kâr ve 20 milyon dolar toplam varlık)  DSI fonuna kârlarının yüzde 1’i veya yüzde 0,1’ini katkıda bulunmak zorunda kalacak.

Anlaşma gönüllülük esasına dayanıyor ve ulusal hükümetlerin kuralları ülke içinde yürürlüğe koyması gerekecek. Ancak fonun doğa koruma için yılda 1 milyar sterlinden fazla gelir sağlayabileceğini tahmin ediliyor.

Toplanan paranın en az yarısı yerli topluluklara aktarılacak ve bir kısmı da gelişmekte olan ülkelerin faydalanmasını sağlamak için kullanılacak.

Namibyalı eski müzakereci ve DSI uzmanı Pierre du Plessis, “Bu önemli bir ileri adım. Ancak, [finansa] yönelik çok daha iddialı bir yaklaşım etrafında birleşmek için önemli bir fırsatı kaçırdığımızı hissetmekten kendimi alamıyorum” dedi.

Yerli ve yerel toplulukların biyolojik çeşitlilik karar alma süreçlerinde kalıcı bir role sahip olması

Yerli halklar ve yerel topluluklar, 20 yıldan uzun süredir BM biyoçeşitlilik sürecinin bir parçası olarak gayrı resmi bir çalışma grubuna sahipti. Bu, kalıcı bir organa yükseltildi. böylece hükümetlerin iyi niyetine güvenmeden müzakerelere katkıda bulunabilecekler.

Uluslararası Yerli Biyoçeşitlilik Forumu‘nun (IIFB) baş müzakerecisi Jennifer “Jing” Corpuz, bunu “çok taraflı çevre anlaşmalarının tarihinde bir dönüm noktası” olarak nitelendirdi.

Yerel topluluklar, yaşadıkları toprak veya suyla uzun süreli bir bağa sahip insan grupları olarak tanımlanıyor ve metinde, çoğunlukla kölelik sonucu Amerika’da yaşayan Afrika kökenli insanların haklarından da söz ediliyor.

Doğa korumayı finanse etmek için yılda 200 milyar dolar toplama stratejisi yok

COP16’nın önceliklerinden biri doğa korumayı finanse etmek için para toplama stratejisi belirlemekti. 2022’de ülkeler, 2030’a kadar yılda 200 milyar dolar toplamayı taahhüt etmişti; buna eklenen 20 milyar dolar daha zengin ülkeler tarafından 2025’e kadar gelişmekte olan ülkelere aktarılacaktı. Bu konuda bir ilerleme sağlanamadı.

WWF‘de küresel savunuculuk lideri Bernadette Fischler Hooper, ilerleme eksikliğinin “gerçekten hayal kırıklığı yarattığını” söyledi: “Gerçekten hayal kırıklığı yaratan bir durum. Üç haftadır buradayım ve zirve bir nevi küçük bir toz bulutuyla sona erdi.”

Sierra Leone Çevre ve İklim Değişikliği Bakanı Jiwoh Abdulai, zirvenin ne ek fonu sağladığını ne de bunu şeffaf ve acil bir şekilde üretmek için birlikte çalışacaklarına dair güven verdiğini kaydetti: “Hükümetler, pandemiler veya savaşlar için olsun, istedikleri zaman ihtiyaç duydukları fonları sağlayabileceklerini defalarca gösterdi. Öyleyse neden karşı karşıya olduğumuz en büyük varoluşsal tehdit ile mücadele etmek için bunu sağlayamıyorlar?”

Gelişmekte olan ülkeler -özellikle Afrika grubu ve Brezilya- biyolojik çeşitlilik finansmanını dağıtmak için yeni bir “finans mekanizması” talep etmişti. Ülkeler Küresel Çevre Fonu‘nun (GEF) içinde yer alan mevcut fonun erişiminin çok zor olduğunu ve zengin ülkeler tarafından kontrol edildiğini savunuyor. Bu konu da çözümsüz kaldı.

Toplantıda ayrıca Biyolojik Çeşitlilik Sözleşmesi’nin önümüzdeki iki yıla ait bütçesinin onaylanması için de süre doldu.

Hükümetler, zirve öncesinde önemli bir öncelik olarak vurgulanan Cop16’da bu on yılın hedeflerinin nasıl izleneceğini onaylamakta da başarısız oldu. İki yıl önce Montreal’deki Cop15‘te 23 hedef ve dört amaç üzerinde anlaşmaya varıldıktan sonra, bunlara ulaşma yolundaki ilerlemenin resmi olarak nasıl takip edileceği kararlaştırılamadı.

COP nedir?

COP, Taraflar Konferansı anlamına geliyor ve BM Biyolojik Çeşitlilik Sözleşmesi’nin en yüksek karar organı. İlk kez 1994’te Bahamalar’da gerçekleştirilen zirve için her iki yılda bir düzenli olarak toplanılıyor. Dünya genelinde 196 ülke bu sözleşmeye taraf.

COP toplantıları biyolojik çeşitliliğin korunması için kritik kararlar alıyor. 2022’deki COP15’te ülkeler 2030’a kadar yeryüzünün yüzde 30’unu koruma altına alma hedefi belirlemişti.

Her COP’ta alınan kararlar bir sonraki toplantıda gözden geçiriliyor. Sözleşmenin temel amacı doğal yaşamı ve biyolojik çeşitliliği korumak.

Greenpeace: Türkiye plastik ithalatında lider

Greenpeace Türkiye, Avrupa ülkelerinden plastik atık alan ülkeler arasında Türkiye’nin son beş yıldır ilk sırada olduğunu duyurdu.

Örgüt, 1 Aralık tarihlerinde gerçekleşecek Küresel Plastik Anlaşması (KPA) öncesi  “Avrupa’dan Türkiye’ye plastık atık gönderimi son bulsun” çağrısında bulundu.

Türkiye’yi plastik atık alan ülkelerin en üst sırasına taşıyan süreç, Ocak 2018’de Çin’in plastik atık ithalatını yasaklamasıyla başlamıştı. Malezya, Tayland ve Vietnam gibi ülkeler de plastik atık ithalatına kısıtlamalar getirince, Türkiye’ye yönelen atık miktarı kontrolsüz şekilde arttı.

2023’te Avrupa Birliği ülkelerinden ve İngiltere’den 456.507 ton plastik atık Türkiye’ye gönderildi. Bu miktar günde 125 çöp kamyonu plastik atığa eşdeğer.

Türkiye, Avrupa’nın çöplüğü haline geldi

Greenpeace Türkiye Plastik Kampanya Sorumlusu Nihan Temiz Ataş Küresel Plastik Anlaşması’nın, Türkiye’nin plastik atık ticaretini durdurmak için elimizdeki en büyük fırsat olduğunu söyledi. Temiz Ataş, bu anlaşmanın yeterince güçlü olması halinde plastiğin üretiminden bertarafına kadar her aşamada kirliliğini önleyecek somut adımlar atılmasını sağlayabileceğine dikkat çekti:

“Çünkü plastik atık ticareti, kirliliğin kaynağında çözülemediğinin ve gelişmiş ülkelerin kendi sorumluluklarını üstlenmek yerine yüklerini kırılgan ve gelişmekte olan ülkelere yıkarak bir nevi çöp sömürgeciliği yaptıklarının göstergesi! Türkiye, son beş yıldır Avrupa’nın plastik çöplüğü haline geldi ve bu yükü daha fazla taşıyamaz. Plastik atık ihracatı tamamen yasaklayan bir Küresel Plastik Anlaşması istiyoruz,”

Greenpeace’in derlediği verilere göre Türkiye’ye plastik atık ithalatı 2004’ten bu yana 196 kat arttı:

  • 2019 yılında 582.296 ton
  • 2020 yılında 656.960 ton,
  • 2021 yılında 391.022 ton,
  • 2022 yılında 342.332 ton,
  • 2023 yılında 456.507 ton sadece AB ülkelerinden ve İngiltere’den Türkiye’ye gönderildi.

En fazla plastik atık gönderen İngiltere’yi, Avrupa Birliği ülkelerinden Almanya, Belçika, Hollanda, İtalya takip ediyor.

Plastik çöpler havayı, suyu, toprağı zehirledi

Eurostat (Avrupa İstatistik Ofisi) ve Birleşmiş Milletler (BM) Comtrade veritabanından derlenen verilere göre 2023’te;

  • İngiltere: 140.907 ton,
  • Almanya: 87.109 ton,
  • Belçika: 74.141 ton,
  • İtalya: 41.580 ton,
  • Hollanda: 27.564 ton plastik atığı Türkiye’ye gönderdi.

Plastik atıkların bu uzun yolculuğunun vardıkları ülkede insan sağlığı ve çevre üzerinde yarattığı etkiler, Greenpeace’in 2019 yılında Adana’daki yasadışı plastik atıklar üzerine yaptığı araştırmada ortaya konmuştu. Araştırma kapsamında toplanan kül, su ve nehir çamuru örneklerinde Türkiye’de bugüne kadar kaydedilen en yüksek seviyede, kanserojen olduğu bilinen dioksin ve furanlar tespit edilmişti.

Nihan Temiz Ataş, “Bugüne dek yaptığımız saha araştırmaları, plastik atık ithalatı nedeniyle Türkiye’nin toprağı, havası ve suyunun geri dönülmez bir şekilde kontamine olduğunu ortaya koydu. Bu atıkların bugüne kadar çevre ve insan sağlığına verdiği zararlardan her ne kadar geri dönülmüş olmasa da tam bir yasak ile bundan sonraki tehlikenin en aza indirilmesi mümkün” dedi.

Greenpeace Türkiye başlattığı imza kampanyasıyla Avrupa’nın bu atıklarını Türkiye’ye göndermesine son vermesini ve güçlü bir Küresel Plastik Anlaşması sağlanmasını talep ederken başta Çevre, Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanlığı olmak üzere ilgili tüm bakanlıkları ivedilikle adım atmaya çağırıyor.

 

Açık Radyo’dan mesaj var: Buradayız, hazırız, neşemiz daim!

Açık Radyo’nun Karaköy’deki binasının küçük avlusundayız.

Yaşadığı Adalar’ı rant saldırısından koruma mücadelesi yürüten Açık Radyo programcısı, dostum Derya Tolgay’la birlikte, yayın yönetmeni sevgili Ömer Madra ve radyonun uzun yıllardır yayın koordinatörlüğünü yürüten canım Didem Gençtürk’le buluşmamıza 15 dakika erken geldik.

Kapıda bizi karşılayan genç arkadaşlarımız, biraz beklememizi rica ediyor. İçeride program kaydı varmış. Birileri giriyor binaya, diğerleri çıkıyor. Sürekli bir hareketlilik hali. Bekliyordum desem abartı olur, ama seviniyorum da.

Radyo ekibinin binanın hemen önünde güpgüzel bir ev yaptıkları kedi ailesiyle vakit geçiyoruz beklerken. Güzel bir sonbahar güneşinin ısıttığı küçücük avluda bebeklerin koşuşturması, anne kedinin dikkatlice izlediği ilk özgür adımlar… Tüm canlılığı ve inadıyla “kainatın tüm seslerine, renklerine ve türlerine” açık kapılar, “kapattık, bitti” diyenlerin erken sevincini kursaklarında bırakacağını nasıl da haykırıyor.

Tam zamanında biten kaydın ardından önce bütün heyecanı ve telaşesiyle çalışan ekiple merhabalaşıyoruz: Soru-cevap formatı için birbirlerine danışan gencecik radyocularla selamlaşıp, Internet sitesini güncelleyen, kurgu masasına gömülmüş ekip üyelerine el salladıktan sonra bizi karşılayan Madra ve Didem’le hasbıhal zamanı.

Madra her zamanki titizliği ve çalışkanlığıyla koltuğunun altında onlarca dosyaya oturuyor masaya. 30 yıl boyunca anlattıklarına ek daha ne çok anlatacağı var.

‘Dükkan açık’, hazırlıklar tam gaz, ziyaretçiler eksilmiyor

“Nasılsınız” sorumuza ilk yanıt, “çok yoğunuz” oluyor.

Mesela, radyonun 30 yıllık yayın hayatı boyunca ondan esinlenerek ya da kendi yayınlarından oluşan 32 kitap yayımlamışlar şimdiye kadar. “Arada unuttuklarımız vardı” diyor Didem, “Şimdi bunların hepsini kayda alıyoruz. Internet sitemizdeki eksik kitaplarımızı tamamlamaya çalışıyoruz.”

Madra, kendi yazdığı ilk kitabı bile unutup gittiğini anlatıyor araya girerek. Arşiv şart, hepsini yeniden düzenliyorlarmış. Internet sitesi her gün güncelleniyor. 15 yıl önce yayımladıkları Açık Kitap’ı da şimdi dijital hale getiriyorlar: “Açık Radyo sadece radyo değil, yazılı içerikleri, kitapları, diğer etkinlikleriyle bir kültür kurumu. Şimdi buna daha çok odaklanıyoruz.”

‘Dükkan’ da her gün ‘açık’. 21 kişilik ekip kendi vardiyalarında her gün işlerinin başında:

“Dışarıya yayın yapamıyoruz ama radyonun sessizliğine alışkın olmadığımız için kapalı devre yayın başlattık. Her gün mutlaka yayın yapıyoruz. Şimdilik kendimiz için olsa da bu, bizi tekrar yayına başlayacağımız gün için de hazır tutacak.”

Bir de günlük tutmaya başlamışlar: “Açık Bülten”. Açık Radyo’nun sitesinde her gün yayımlanan bültende, o gün radyoda neler olup bittiğine, gelen ziyaretçilere ilişkin küçük notlar, müzik listeleri, bir şiirden alınma bir paragraf,  bazen komik anlar, ekipten küçük dedikoduları yazıyorlar. Linki şurada, canlı yayından -şimdilik- mahrum kalanlar buradan bir nebze hasret giderebilir.

13 Kasım, Açık Radyo’nun 30. yaş günü. Çoktan kutlama hazırlıklarına başlamışlar, lisans iptali bu hazırlıkları aksatmak bir yana hızlandırmış. Heyecan ve sevinçle şimdi çok daha büyük ve eğlenceli bir kutlama için çalıştıklarını anlatıyorlar. Ajandalarınıza not almanızı hararetle tavsiye ediyorum.

Gelen yüzlerce mailin yanıtlanması, seri toplantıların dışında radyonun susturulduğu ilk andan beri radyoya akın eden ziyaretçiler ise en önemsedikleri, en sevindikleri meşguliyetleri.

Bizim gittiğimiz günün sabahında Fransa ve Almanya’dan 40 radyocu destek ziyaretine gelmiş örneğin. Bizden sonra da genç sivil toplum çalışanlarıyla bir araya geleceklermiş. İsveçli iklim aktivisti Greta Thunberg’den CHP lideri Özgür Özel’in de aralarında bulunduğu çok sayıda siyasetçiye; Türkiye’nin önde gelen yazarları, çizerleri, sivil toplum temsilcileri, sanatçıları, ulusal ve uluslararası medya mensupları, hukukçulardan yüzlerce dinleyiciye kadar her yaştan, cinsiyetten, kesimden yüzlerce kişinin her gün radyo binasına gelip “sesiniz sesimiz, sözünüz sözümüz” demesi, geçen 30 yılda nasıl bir anlam dünyası, dayanışma ve kültür yarattıklarının en güzel nişanesi değil de ne?

Madra’nın gözleri ışıl ışıl:

“Kapatılma kararına karşı bir tepki bekliyorduk ama bu kadar büyük bir destek bizi de şaşırttı. İlk günden beri okur, dinleyici, yazar çizer arkadaşlarımız hep yanımızdaydı.

16 Ekim saat 13.00’ten hemen önce, son yayını yaptığımız sıralarda radyo binasına akın edenler, gün boyunca avluya sığmayıp ara sokaklara, caddelere yayıldı. Devasa bir kalabalıktı, burası herhalde bu kadar büyük bir kalabalık görmemiştir.”

Bir arkadaşının kalabalığı aşıp kendisine ulaşamayınca, “Açılın ben doktorum” diyerek aradan sıyrıldığını, aynı evde yaşayan bir çiftin radyo önüne ayrı ayrı gelip birbirlerine ulaşamayınca evlerine yine yalnız döndüklerini anlatıyor gülerek.

Medyanın ilgisine, 69 uluslararası medya örgütünün ortak açıklama yaparak yanlarında yer almasına da çok sevinmiş.

Doğumunu elleriyle gerçekleştiren bir ebeveyn olarak, binlerce kişinin el vermesiyle dünyanın en afili yetişkinine dönüştürdüğü çocuğuna bakarken, nasıl da gururlu ve müteşekkir…

Didem araya girerek, ekoloji mücadelesi veren yerel grupların, ilk günden bugüne verdikleri büyük desteği de hatırlatıyor. Ekoloji ve iklim örgütlerinin, aktivistlerinin hayat damarlarından en önemlisinin kesilme çabasına karşı tepki büyük. Açık Radyo’nun sadece onların değil, Akbelen’deki bir ağacın, Kazdağları’nda akan bir derenin, Kuzey Ormanları’nda yaşayan bir atmacanın, Adalar’ın atlarının, Diyarbakır’ın, Siirt’in, Sinop’un; Türkiye’nin her bölgesindeki dağın, taşın, kurdun kuşun, börtü böceğin sesi olduğuna 30 yıldır tanıklar zira. Sadece temiz hava solumak, temiz suya erişmek isteyenler, sıcak dalgalarına ve sellere kurban olmak/vermek istemeyenler değil, hakkını arayan madenciler, işsiz kalan gençler, savaş karşıtları, hak savunucuları, şiddet mağduru kadınlar ve hatta çocuklar da biliyor; Açık Radyo hepsine, her zaman açık….

O yüzden ilk günden beri neredeyse her gün, her saat sosyal medya paylaşımları, kampanyalar, protesto etkinlikleri, hatta bugünkü gibi mitinglerin yapılması, radyolarına yeniden kavuşana kadar mücadele etme kararlılıkları şaşırtıcı değil.

Ama Madra’nın 30 yıldır hiç eskimeyen şaşkınlığı ve dehşet içindeki hayreti baki. Hiç bıkmıyor, vazgeçmiyor, anlatıyor: İklim krizi çok büyük, sürreal bir durum. Gezegenimiz uçurumun kıyısında ve her geçen gün aşağıya doğru bir adım daha atıyoruz. Türkiye medyasında, bizimle birlikte Yeşil Gazete’den başka yeryüzünün şimdiye dek karşılaştığı en büyük tehlikenin vahametini anlatmaya, göstermeye çalışan, bıkmadan usanmadan yokoluşun önüne geçmek için yapılabilecekleri dile getiren başka medya organı yok.”

Açık Radyo neden açık kalmalı sorusunun tek cevabı olsa, herhalde bu olurdu.

Kapatma kararı tamamıyla art niyet

Bundan sonraki süreçle ilgili planlarını da soruyoruz son olarak. Yargı ayağı nasıl gidiyor, her duruma uygun senaryolar oluşturuldu mu?

Artık biliyorsunuzdur; 24 Nisan’da Açık Gazete’de bir konuğun “Ermeni soykırımı” ifadesi kullanması ve programcılar Madra ve Özdeş Özbay’ın onu uyarıp ifadeyi “düzeltmemesi” nedeniyle, 25 Mayıs’ta RTÜK radyoya beş gün yayın durdurma ve üst sınırdan para cezası verdi.

Bu tür kararlar, tuhaf şekilde artık elektronik ortamdan yayımlanıyor, taraflara fiziksel olarak tebliğ edilmiyor. Ancak elektronik ortamdaki tebligatların hepsi de her zaman tam olarak açıl(a)mıyor, bütün ayrıntılar görülmüyor.

Açık Radyo’nun başına gelen de tam da böyle bir durum. Tebligattaki para cezasını görmüşler, taksitlendirerek ödemeye de başlamışlar. Ancak yayın durdurma kararının bulunduğu sayfa, teknik bir sorundan ötürü açılmadığı için bunun yürürlük tarihine ulaşamamışlar.

Bir kez daha denediklerinde fark edince, başvurup yayın durdurma için yeni bir tarih belirlenmesini talep ediyorlar. Başvurdukları İdare Mahkemesi de bunun için “yürütmeyi durdurma” kararı veriyor. Hatta RTÜK’ün itirazını da reddediyor.

Açık Radyo, beş günlük yayın durdurma için yeni bir tarih beklerken ve bu arada yayınını sürdürürken, aynı mahkeme bu kez kendi verdiği yürütmeyi durdurma kararını iptal ediyor. Neden? Ne değişti? Kimse bilmiyor. İktidarın “ibret” kılıcı RTÜK de hemen vaziyet alarak, yayınlar durdurulmadığı için karasal yayın lisansını ve buna bağlı internet yayıncılığı lisansını iptal ediveriyor.

Açık Radyo ekibinin açtığı davalar sürüyor. “Yürütmeyi durdurma”nın kaldırılmasına da itiraz edildi.

Her ikisi de “olumlu” bir karar çıkacağından, hiç ayrılmadıkları mikrofonlarının başında tekrar seslerini Türkiye’ye duyuracaklarından umutlu.

Düşünmek istemesek de ya olumsuz bir karar çıkarsa?

B-C-D planları hazır. Internet üzerinden yayın yapmaya devam etmek için başvurularını yapmışlar. Altyapı da tamam. Yayın lisansını kaybederlerse yeni bir isimle devam edecekler ama ne gam. Milyonlarca dinleyici ve okurlarının desteğiyle eski mahallelerinde yeni bir dükkan açmaları an sürmez. Biliyorlar….

Genç ekiplerinin de katkısıyla dijital medyanın yepyeni olanaklarını da kullanmak için hazırlar.

O kadar hazırlar ki; her durumda yayınlanacak programlar şimdiden kaydedilmiş;  ilk programda çalacakları  ilk şarkıya, kuracakları ilk cümleye kadar belirlenmiş.

Merhaba kainat

Ömer Madra, kendi deyimiyle “iflah olmaz” bir 68’li. Mücadeleyle geçen bir ömrün, neşeyle eğlenceyle örülebileceğine en güzel örneği, bundan tam 30 yıl önce, geçen yıl kaybettiği oğlu Cem Madra ile başlattığı benzersiz bir yolculukla vermeyi başarmış bir genç ruh.

1995’in haziran ayında yayımladıkları ilk manifestoları “Eğlenemiyoruz” diye başlıyordu:  “Radyo, televizyon, gazete, dergiler sıkıcı ve vasat. Hepsinden öylesine kuru bir gürültü çıkıyor ki sonuçta bir kakofoniden başka bir şey doğmuyor.”

Mottosunu hatırlatıyor: “Yar bana bir eğlence, medet!”

Memleket insanı olarak son 30 yıldır hiç “eğlenemiyoruz” hakikaten. Kuraklaşmış, çoraklaşmış, baskı ve korku ikliminde sadece çıkarlarını muhafaza edenlerin saldırısına karşı tarihimizi, kültürümüzü, kentlerimizi, hayatlarımızı muhafaza etmeye çalışmaktan, kriz üzerine kriz yaşamaktan, ayakta kalmayı geçip hayatta kalma çabasından bitap düşmüş milyonlar, kesilmeye çalışılan nefes borusundan vazgeçmemesi biraz da bu yüzden. Bırakın Türkiye’yi dünyada eşi benzeri olmayan radyolarından, binlerce insanın katıldığı “sürekli parti”lerinden vaz geçmeyecekler, biliyoruz.

Bu şenlikli yolculuğun bir inat, mücadele azmi, inanmışlık ve adanmışlık hikayesi olarak nice 30 yılları devireceğine ne bizim ne de ekibin şüphesi var.

Açık Radyo, açık kalmalı. Sadece bizim için değil, tüm gezegenin hayrı için de. Bunun için desteklerinizi ve dayanışmanızı yükselterek sürdürmeniz çok önemli.

Son cümle, en kısa zamanda yeniden 95.0 frekansından duymayı umut ettiğimiz Madra’nın açılış cümlesi olsun: Tekrar Merhaba Kainat!

Kazdağları, yeniçeriler, madenler: Enter! – Gizem Kastamonulu

Cengiz Holding Kazdağları’nda ağaç kıyımına başladı.

Cengiz holding ağaç kıyımına Kazdağları’nda da başladı.

Kazdağları’nda Cengiz holding de ağaç kıyımına başladı.

Ayrı yazılan de’nin gözünü seveyim.

Bir milyon hafsalamızın alabileceği bir sayı değil. Ağaç olarak düşündüğünüzde de ne kadarlık bir kütleye tekabül ediyor hayal etmek güç. Ama bir ekosistemden 1 milyon ağacı kesmenin neye sebep olacağını, düşünme yetimizi kullanarak listeleyebiliriz. Hatta bunun dolaylı sonuçlarına bile ulaşabiliriz.

Ormanlar bize temiz su, temiz hava, dengeli bir iklim ve çeşitli bir ekosistem sağlar. Bunu da sanırım 6 yaşındaki bir çocuk bile bilebilir. Ormanı yok ederseniz, suyunuz biter, havanız kirlenir, iklim değişikliğini hızlandırırsınız ve ekosistemdeki çeşitlilik azalır.

Orman o bölgede yaşayan birçok canlının yaşam alanıdır ve buna insanlar da dahildir. Evet orman köylerinde yaşayan insanlar da orman ekosisteminin bir parçasıdır. Ona zarar vermek kadar, devamlılığına ve hatta gelişmesine destek de olabilir.

Orman köylüsünden ormanı alırsan, geriye ne kalır?

Kazdağları’nın pek çok köyü orman köyüdür. Yakacak odununu ormandan alır, küçükbaş hayvanlarını ormanlarda otlatır, ormanın sağladığı suyla yaşar, eker, biçer. Toplayıcılık yapar, şifalı bitkiler, mantar, kestane toplar. Derelerinde alabalık yetiştirir. Arı kovanlarını o dağ senin bu tepe benim gezdirir. Ormanında büyür, yer, içer ve ölür. Ölüler dev çam ağaçlarının altında dinlenir, mezar taşlarına ağaç resmi çizilir burada.

Ve aslında yine bu insanlar, şehirde ve kasabalardaki semt pazarlarında dolana dolana aradığımız o besin değeri yüksek ve lezzetli köy ürünlerini üreten, yani bizi besleyenlerdir.

Kazdağları’nda her gün yüzlerce ağaç zaten kesiliyor. Yüzlerce kısmını uydurmuş olabilirim zira böyle sayılara ulaşmak ülkemizde epey zor. Ama yaşadığımız köyden dağa çıkan yoldan geçen içleri koca koca kesilmiş ve traşlanmış ağaçlarla dolu tırları sayabiliyor gözlerim. Bu sadece bir orman yolu. Aslında buralar zaten devletin bir tür ticarethanesi, kereste fabrikası gibi görünüyor. Ama bizim bu kereste ticaretiyle uğraşmaya, milli park alanının genişletilmesi için kampanya yapmaya, kaçak kesimleri kovalamaya pek fırsatımız olmuyor. Çünkü asıl mesele hep madenler oluyor.

Yüzde 79’u maden arama ruhsatı verilmiş bir bölgeden bahsediyoruz.

TEMA’nın 2020’de yayınladığı Kazdağları Yöresinde Madencilik Raporu’ndaki ruhsat haritası gerçekten akıllara zarar bir görüntü ortaya koyuyor.  Rapora göre:

MAPEG’den elde ettiğimiz IV. Grup ruhsatların (Bknz: Tanımlar) alansal dağılımına göre çalışma alanının yüzde 79’u (aktif ruhsatlar ve ihale alanları) ruhsatlandırılmıştır. Bu ruhsatların yüzde 41’i aktif ruhsatlardan oluşur. Aktif ruhsatların yüzde 57’si arama, yüzde 43’ü ise işletme ruhsatı safhasında bulunur. Ruhsatların yüzde 38’i ise ihale alanı olarak ruhsatlandırılmıştır. Tüm çalışma alanının sadece yüzde 21’i herhangi bir IV. Grup maden ruhsat sahası olarak tanımlanmamıştır”

Yani biyolojik çeşitlilik, oksijen cenneti, kültürel miras diye öve öve bitiremediğiniz bir coğrafyanın sadece yüzde 21’ini ruhsat alanlarının dışında bırakan bir oksimoron cennetinde yaşıyoruz.

Cengiz İmparatorluğu’nun yeniçerileri, kendi halkına karşı

Birkaç hafta önce, Halilağa maden ruhsat alanındaki işaretli ağaçları görmek için bölgeye gittiğimizde, şantiye alanını da ziyaret ettik. Şantiye alanına giden devasa, kilit taş döşeli, ülkede daha iyisini az gördüğüm yol, bize Anıtkabir’in aslanlı yolunu anımsatmıştı. (Merak etmeyin buradan bir analoji çıkarmayacağım şimdi) Onlarca konteynırın yerleştirildiği şantiye alanı, yollarıyla birlikte ormanın içinde bir delik açmıştı bile.

Şantiyenin etrafındaysa boynuna kırmızı idam halatları geçirilmiş ağaçları gördük.(Kusura bakmayın  bu benzetmeyi yapmak zorundaydım). Köylü teyzeler kınalı elleriyle ağaçlara da sarıldı, sloganlar da atıldı, pankartlar da açıldı. Protestomuz biraz neşeli olsun diye şarkılar bile söylendi. Basın olmasa bizi oradan hemen kovalayacağa benzeyen, kimin paralı askeri olduğu bariz, ismiyle münhasır Yeniçeri güvenlik şirketi çalışanları geldiler bizi izlemeye, sakin, zaten muhtemelen buraların çocukları, kendi topraklarını kendi memleketlisinden koruyor. Cengiz İmparatorluğu’nun yeniçerileri ve karşısında, onlarca köylü ve ağaçlar.

ÇED toplantıları sayesinde gezi programı gibi pek çok Kazdağı köyünü ziyaret etme şansı elde etmiştik (bkz: yerel çevre aktivisti olmanız için bir neden daha.)

Çünkü gün geçmiyor ki Kazdağları’ndan yeni bir ihale, Çed başvurusu haberi gelmesin.  Kanadalı Alamos şirketi Kirazlı’dan aktivistlerin inatçı nöbetleri, büyük mitingler, sanatçı ve politikacıların destekleri ama en önemlisi de Türkiye’nin her yerinden duyulan ‘Kazdağları’nda maden istemiyoruz’ sesleri sayesinde gönderilebildi. Alamos arkasında ne ağaç ne toprak bıraktı, rehabilitasyon sözleri tutulmadı. Ama o maden Kirazlı’ya yapılmadı.

Şimdi de hukuka kırk takla attırmayı başaran ve aslında artistik jimnastikte madalyalık  hukuk sistemimiz sayesinde bunda çok zorlanmayan Cengiz Holding, Halilağa bakır madeni projesi için ağaç kesimine başladı. Hukuksal mücadelenin devam ettiğini söylemeye gerek yok, ancak şu anda hukuku da yanlarına aldılar ve hızla projeyi ilerletmeye çalışıyorlar. Bizim de bu kıyımı durdurmak için elimizde Kirazlı’daki sesi yeniden yükseltmekten başka çaremiz yok.

Kazdağları’nda maden olmaz ceviz olur, zeytin olur, elma olur, kestane olur, sincap olur.

Cengiz Holding Kazdağları’nda kıyıma başladı: 1 milyon ağaç yok edilecek

Dün başlayan kesim işlemlerini durdurmak için köylülerle birlikte alana giden CHP Çanakkale Milletvekili Özgür Ceylan, Truva Madencilik’in yeni genişletme başvuruları aracılığıyla Kazdağları’ndaki faaliyet alanını 10 kat büyüttüğünü söyledi:

“Burada Halilağa Bakır Madeni Projesi adıyla 600 dönümlük maden alanını 6 bin dönüme çıkarıp büyük bir ağaç katliamı yapacaklar. Firma 240 bin ağaç diyor ama gövdesi 8 santimden az olan ağaçları ağaçtan saymayarak sayıyı düşürüyor. Bayramiç ilçesine bağlı Yanıklar, Söğüt, Hacıbekirler, Halilağa, Muratlar, Osmaniye, Yaylacık köylerinin olduğu arazide ağaç katliamı yapılacak.”

Çanakkale Belediye Başkanı Muharrem Erkek de Kazdağları’nın binlerce yıl insanlığa hizmet edecek çok önemli bir ekosistem olduğuna dikkat çekti ve asıl sorumlunun iktidar olduğunu vurguladı: “Bu izinleri neden veriyorsunuz? Kazdağları’nın Balıkesir tarafı milli park iken Çanakkale tarafı milli park değil. Bu nedenle böyle fütursuzca hareket ediyorlar. O kadar çok ruhsat var ki. Sonuna kadar mücadelemizi sürdüreceğiz, halkımızla birlikte doğamızı koruyacağız”

Çanakkaleliler nöbete başladı

Kesimleri durdurmak isteyen köy halkı ve çevre savunucuları dün jandarma müdahalesi ve engellemesiyle karşılaşmıştı. Tepkiler ve eylemler bugün de devam ediyor.

Çanakkale halkı, Kazdağları Ekoloji Platformu, Çanakkale Emek Barış ve Demokrasi güçleri Kazdağları’ndaki Hacıbekirler köyü yakınındaki şantiye alanında eylemini sürdürüyor.  Bugün başlangıcı verilen eylemler kesim işlemleri durdurulana dek devam edecek. Sosyal medyadan destek çağrıları da sürüyor.

‘Yürütme’ bir türlü durdurulamıyor

Cengiz Holding’in sahibi olduğu Truva Bakır A.Ş. firması 2012’de verilen “ÇED Gerekli Değildir” kararı ile çalışma izni almıştı. “Halilağa Bakır Ocağı Kapasite Artışı, Cevher Zenginleştirme Tesisi ve Atık Depolama Tesisi” projesi için 2020’de başlatılan proje kapsamında tüm itirazlara rağmen projeye 2021 yılında “ÇED Olumlu” kararı verildi.

Karanın iptali için 90 davacı tarafından üç ayrı dava açıldı.

Bilirkişi raporlarında, söz konusu alanda yapılacak projenin doğal ve kültürel varlıklar üzerinde geri dönüşsüz tahribata neden olacağının belirtilmesi üzerine “ÇED Olumlu” kararı iptal edildi, karar itiraz yolu kapalı olmak üzere Danıştay tarafından da onaylandı.

Bu süreçte şirket, ÇED Raporunda değişiklikler yaptı. Eski proje ruhsat alanına bir ruhsat daha eklenerek, ruhsatlar birleştirildi, yeni bir ruhsat alındı ve projenin adı değiştirildi.

Yeniden başlatılan ÇED süreci sonrası, şirket tekrar “ÇED Olumlu” kararı aldı. Karara karşı bu kez 95 davacı tarafından 2023’de yeniden dava açıldı. Dava süreci halen devam ediyor. Davada yürütmeyi durdurma talebi yerine getirilmedi ve henüz bilirkişi keşfi için de bir karar verilmedi.

Yürütmeyi durdurma kararı verilmemiş olması nedeniyle mevcut “ÇED Olumlu” kararına dayanarak şirketin faaliyete başlamasının önünde de yasal bir engel bulunmuyor.

Yeşil NoktaCengiz Holding’in Çanakkale Yanıklar’daki maden keşfinde köylü isyanı: Yallah Cengiz!
Yeşil NoktaYüzlerce Çanakkaleli vahşi madenciliğe karşı bir araya geldi
Yeşil NoktaKirazlı’dan sonra şimdi de Halilağa: Kazdağları yine hedefte
Yeşil NoktaJandarmaya rağmen halk Halilağa madeni için düzenlenen ÇED toplantısını iptal ettirdi
Yeşil NoktaÇED kararı öncesi çağrı: Halilağa Bakır Madeni Projesini istemiyoruz
Yeşil NoktaHalilağa Bakır Madeni’ne karşı dava açıldı: Proje yapılırsa Kazdağları yok olacak
Yeşil NoktaHalilağa bakır madeni davasında bilirkişi keşfi protestolar eşliğinde yapıldı
Yeşil NoktaCengiz Holding’e Halilağa’da geçit verilmedi: Hiçbir maden projesi Kaz Dağları’ndan daha değerli değil
Yeşil NoktaMahkemeden Cengiz Holding’in Halilağa bakır madeni için yürütmeyi durdurma kararı
Yeşil NoktaHalilağa’da Cengiz Holding’in bakır madenine verilen ÇED olumlu kararı iptal!
Yeşil NoktaKazdağları’nda Halilağa madeni için bilirkişi ‘kamu yararı yok’ dedi 
Yeşil NoktaHalilağa’da son durum: Revize ÇED raporu eksik, usulsüz ve tutarsız

Ormanlar, tarım alanları yok olacak, yeraltı suları kirlenecek, köyler haritadan silinecek

Maden ruhsat alanı 5995,74 hektar (ha), ÇED Alanı 580,21 hektar ve üç poligondan oluşuyor. 580,21 ha’lık ÇED alanının 513,80 ha’lık kısmı orman arazisi; 66,41 ha’lık kısmı ise orman sayılmayan alan içerisinde yer alıyor.

Projenin adında “bakır” olsa da aslında “ÇED Olumlu” kararı verilen işletme kapsamında “yeraltı ocağı altın madeni de” yer alıyor ve hem “altın” hem de “bakır” elde edilmesi bekleniyor. Proje Süresi, iki yılı inşaat dönemi olmak üzere 15 yıl işletme dönemi ve iki yıl kapatma dönemi olmak üzere toplam 19 yıl olarak planlanmış, işletme Yöntemi ise patlatmalı açık ocak işletmeciliği olarak belirtilmiş.

Arazi, orman ve şahıs arazileri üzerinde yer alıyor. Maden için ormanlık alanlarda orman kullanım izinleri alınacak, şahıs arazileri için ya sahiplerinden satın alınacak ya da devlet tarafından kamu yararı gösterilerek acele kamuştırma yapılıp şirkete tahsis edilecek.Tarım arazileri ise tarım dışı alan olarak belirlenecek.

Proje sonucunda 773 futbol sahası büyüklüğünde orman, mera ve tarım toprağı yok edilecek, üç köy haritadan silinecek, su sıkıntısı çekilen köylerde yeraltı suları ve dereler maden şirketine tahsis edilecek.

Cengiz Holding’in Cennet Koyu’ndaki oteli için yedi dalgakırana bakanlık onayı

Çevre, Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanlığı, Cengiz Holding’in Bodrum’daki Cennet Koyu‘nda itirazlara ve tartışmalara neden olan oteliyle ilgili yeni bir karar daha aldı.

Mayıs ayında üçüncü derece doğal ve arkeolojik statüsündeki alanda inşa edilen otel için kapasite artışına ‘ÇED gerekli değildir’ kararı veren bakanlık, şirketin deniz kıyısına yedi adet dalgakıran yapmasını da onayladı. Buna göre, 3 bin 171 metrekare alana beton bloklarla dalga kıranlar dikilecek.

Yeşil NoktaCengiz Holding, Cennet Koyu’na şimdi de yedi dalgakıran yapmak istiyor: Deniz çok dalgalıymış!

Amaç, ‘denizden faydalanmak’mış

Proje tanıtım dosyasında kayalıktan oluşan ve eğimli bir araziye sahip olan kıyının düzenleme yapılmadan kullanıma uygun olmadığı ifade ediliyordu. Bunun önüne geçmek için dalgakıranlar inşa etmek istediğini belirten şirket amacını da “etkin rüzgarlardan korunmak ve sahil kesiminden ve denizden daha iyi yararlanmak” olarak yazmıştı.

ÇED dosyasında yer alan bilgilere göre planlama alanı “Aydın- Muğla-Denizli Planlama Bölgesi 1/100 bin ölçekli Çevre Düzeni Planı”na göre ‘Kültür ve Turizm Koruma ve Gelişim Bölgesi/Turizm Merkezi’ ile ‘Önemli Doğa Alanı’ statüsünde bulunuyor. Dalgakıranların dikilmek istendiği alan ise ikinci derece doğal sit statüsüne sahip.

Proje alanı ayrıca “Aydın- Muğla 1/50 bin Ölçekli Bütünleşik Kıyı Alanları Planı”nda, Akdeniz Foku Yaşam Alanı içerisinde yer alıyor.

Ruhsatı 2022’de iptal edilmişti

Bodrum’un Gölköy Mahallesi’ndeki Cennet Koyu’nda koruma altında olan 678 bin metrekarelik arazide Cengiz İnşaat’ın yapmak istediği otel için Çevre, Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanlığı ilk olarak 2022’nin aralık ayında Bodrumluların ve yaşam savunucularının itirazlarına rağmen ‘ÇED gerekli değildir’ kararı verdi.

Yeşil NoktaCengiz İnşaat, Cennet Koyu’ndaki otel projesi için kapasite artışı başvurusunda bulundu
Yeşil NoktaCHP, Cennet Koyu’nun Hazine’ye devri için başvuru yaptı: Yasal bir zorunluluk
Yeşil NoktaYargıdan Cengiz Holding’e Cennet Koyu için yeşil ışık: Otel inşaatına devam!
Yeşil NoktaCennet Koyu’nda yargı kararlarına rağmen devam eden Cengiz Otel inşaatına tepkiler büyüyor
Yeşil NoktaCengiz İnşaat’ın Cennet Koyu’na yapmak istediği tesis için ‘ÇED gerekli değil’ kararı çıktı
Yeşil NoktaBodrumlulardan yapılaşmaya açılan Cennet Koyu için destek çağrısı
Yeşil NoktaCengiz Holding, Cennet Koyu’ndan vazgeçmiyor: Otel ve villa projesi için anlaştı

Bunun ardından Bodrum Belediyesi, Cengiz İnşaat‘a verilen ruhsatın iptal edildiğini açıkladı. Ancak, 678 bin metrekarelik araziyi Özelleştirme İdaresi’nden satın alan Cengiz İnşaat, Bodrum Belediyesi’nin ruhsatı iptal etmesini mahkemeye taşıdı. Muğla İdare Mahkemesi de ruhsat iptaline yürütmeyi durdurma kararı verdi.

Alanda inşaat sürerken Cengiz İnşaat bu kez kapasite artışı talep etti. Bu talep de geçen mayıs ayında kabul edildi. Bu artışla birlikte turistik tesisin 440 kişilik kapasitesi 556’ya çıkarıldı. Cengiz İnşaat’ın otelinin yanı başındaki 9 bin metrekarelik park alanı yapılan imar planı değişikliği ile otopark alanına çevrildi. Bu alan da “adrese teslim” ihaleyle 10 yıllığına 10 milyon TL karşılığında Cengiz İnşaat’a kiralandı.

‘1,2 milyar insan iklim değişikliğinden dolayı yüksek risk altında’

Dünya Bankası’nın son raporu göre, 1,2 milyar insan, sıcak dalgaları, sel, kasırgalar ve kuraklık gibi en az bir kritik iklim tehlikesine maruz kalarak hayatlarını değiştirecek risklerle karşı karşıya.

Bankanın “Zorluklara Karşı Yükselmek: İklim Uyumunu ve Dayanıklılığını Sağlamak İçin Başarı Hikayeleri ve Stratejileri”  başlıklı raporu, aynı zamanda daha hızlı kalkınmanın ve sürdürülebilir ekonomik büyümenin iklim değişikliğiyle ilişkili ekonomik ve yaşam kalitesi kayıplarını nasıl azaltabileceğini özetliyor. Çalışmada, insanları ve toplumları daha iyi korumak için daha iyi kalkınma modellerinin, hedefli uyum müdahalelerinin şart olduğu savunuluyor.

Geliri artırmak ve iklime duyarlı politikalar geliştirilmeli

Dünya Bankası uzmanları, ekonomik büyümenin ve iklim değişikliğine karşı dayanıklılık oluşturmanın el ele gittiğini, kişi başına düşen GSYİH’da yüzde 10’luk bir artışın en savunmasız insan sayısını yaklaşık 100 milyon azaltacağını tahmin ediyor. Bu nedenle geliri iyileştirmenin önemli olduğuna,  ancak ülkelerin insanların dayanıklılığını oluşturmak için bir dizi iklime duyarlı politikayı yürürlüğe koymalarının gerektiğine dikkat çekiliyor.

Rapora göre, yüksek gelirli ülkeler, iklim felaketlerinden etkilenmesi muhtemel büyük nüfuslar barındırıyor ancak yüksek risk altındaki insanların çoğu Güney Asya ve Sahra Altı Afrika’da yaşıyor.  Bunun nedeni olarak bu ülkelerin temel altyapı ve sosyal hizmetlere erişim eksikliğiyle açıklanıyor.

Rapor ayrıca politikaların her ülkenin özel durumuna göre uyarlanmasının önemini vurguluyor. Örneğin, daha zengin ülkeler mevcut altyapılarını yükseltmeye öncelik vermeli, altyapının büyük bir kısmının hala geliştirildiği daha düşük gelirli ülkeler ise bunu en başından itibaren sürdürülebilir bir şekilde inşa etme fırsatına sahip.

Dünya Bankası Kıdemli Genel Müdürü Axel van Trotsenburg, “Gerçek şu ki, her ülke iklim değişikliğinden etkilenebilir, ancak bu zorluk dünyanın en yoksul ülkeleri için en ciddi risklerin başında geliyor” dedi.

İlk kez, hesap verebilirliğin bir ölçütü olarak kullanılacak; yaşanabilir bir gezegende aşırı yoksulluğu sona erdirme ve paylaşılan refahı artırma misyonunu nasıl yerine getirdiğini ölçecek olan yeni bir Kurumsal Puan Kartı’nın parçası olarak iklim müdahalelerindeki ilerlemeyi ölçen Dünya Bankası Grubu, 60’tan fazla ülkeyi kapsayan Ülke İklim ve Kalkınma Raporları aracılığıyla da ülkelerin temel iklim risklerini ve hayati kalkınma kazanımlarını koruyacak çözümleri çalışıyor.

Adaptation çalışmalarıyla da hem kamu hem de özel sektörde, daha geniş çapta benimsenebilecek önemli ilerlemeler kaydedildiğine dikkat çekiliyor.