Ana Sayfa Blog Sayfa 944

İklim değişikliği: Bazı bölgelerde böcek popülasyonu yarıya indi

İngiltere‘deki University College London‘ın Biyoçeşitlilik ve Çevre Araştırmaları Merkezi’nden Charlotte L. OuthwaitePeter McCann ve Tim Newbold  “Tarım ve iklim değişikliği dünya çapında böcek biyoçeşitliliğini yeniden şekillendiriyor” başlıklı bir makale yayımladı.

Nature’de yayımlanan çalışmada artan sıcaklıkların ve arazi kullanımındaki değişikliklerin dünyanın bazı bölgelerindeki böcek popülasyonlarında yaygın düşüşleri tetiklediği kaydedildi.

Nature’de 20 Nisan’da yayımlanan araştırma kapsamında dünya çapında yaklaşık 20 bin böcek türünü incelendi.

Yüksek yoğunluklu tarım yapılan ve iklim değişikliği nedeniyle hava sıcaklığı hızlı artan bölgelerdeki böcek sayısının, iklim değişikliğinin kaydedilmediği diğer habitatlara kıyasla yüzde 49 daha az olduğu görüldü.

Tropikal ekosistemlerdeki böcek popülasyonlarının insan etkisiyle daha çok etkilendiğini belirten araştırmacılar, düşük yoğunluklu tarım bölgelerinde böcek popülasyonlarındaki kayıpların çok daha düşük olduğunu ortaya çıkardı.

AA’nın aktardığına göre; araştırmanın baş yazarı Dr. Tim Newbold, tarımsal genişleme ve arazi kullanımının böcek popülasyonunu savunmasız hale getirdiğini belirterek tarım alanlarının dikkatli yönetiminin böceklerin hala gelişebilmesine yardımcı olabileceğini kaydetti.

İklim değişikliği ve böcek popülasyonuna etkisi

Daha önce küresel böcek bolluğunu inceleyen kapsamlı bir araştırma yapılmış, son 30 yılda böceklerin neredeyse yüzde 25’inin yok olduğunu ortaya koymuştu. Science dergisinde yayınlanan araştırma 1700 bölgeden toplanan 166 uzun vadeli ankete dayanarak hazırlanmıştı.

Araştırmaya öncülük eden Leipzig’deki Alman Bütünleştirici Biyoçeşitlilik Araştırma Merkezi’nden Roel van Klink, ısı ve yağmurdaki değişikliklerin bazı türlere zarar verirken aynı yerde bile başkalarını güçlendirebileceğini söylemişti. 

İlgili haber: Yeni araştırma: 1990’dan bu yana böcek popülasyonu dörtte bir azaldı

Böceklerin kaybı, habitat yıkımı, pestisit kullanımı ve ışık kirliliğinden kaynaklanıyor. İklim krizinin etkisi, belirgin yerel örneklere rağmen, Klink’in yer aldığı araştırmada net değildi.

Ancak, artan karbondioksit seviyelerinin bitkilerdeki besin maddelerini azalttığını ve ABD, Kansas‘taki çayırlardaki çekirge bolluğunu önemli ölçüde azalttığını gösteren başka bir araştırmaya dikkat çeken van Klink bunun şok edici olduğunu çünkü tüm dünyada gözlemlenebileceğini söylemişti.

İstanbul’da Michelin yıldızlı restoranlar belirlenecek

Fransız markası Michelin bünyesindeki restoran değerlendirme sistemi Michelin Rehberi, İstanbul’daki restoranları değerlendirecek. Seçilen ilk restoranlar 11 Ekim’de açıklanacak.

Bağımsız müfettişler gizliliklerini koruyarak şehrin en iyi restoranlarını belirleyecek. Restoranların kalitesi şu beş kritere göre değerlendirilecek:

  • Ürünlerin kalitesi,
  • Pişirme tekniklerine hakimiyet,
  • Lezzetlerin uyumu,
  • Şefin mutfağındaki karakter,
  • Menüde müfettişlerin ziyaretleri arasındaki tutarlılık.

Sırada Türkiye’den başka şehirler de olabilir

Atatürk Kültür Merkezi‘ndeki basın toplantısında konuşan Michelin Rehberleri Uluslararası Direktörü Gwendal Poullennec, “İstanbul, tarihi, kültürü ve kültürler arası karakteriyle yüzyıllardır dünyanın gözlerini kamaştırıyor. Haliç‘ten Boğaz‘ın iki yakasına uzanan bu medeniyet köprüsü, kıtalar arası diyaloğu kolaylaştırırken, insanların yeni ve eski bilgi birikimlerini gelenek ve tariflerle buluşturuyor” dedi.

Gastronominin de kültürleri bir araya getiren önemli bir etken olduğunu vurgulayan Poullennec, İstanbul’un güzelliklerini överek şehirde bulunmaktan çok memnun olduğunu belirtti.

Poullennec, bir soru üzerine, nİstanbul dışındaki diğer şehirlerde de Michelin Yıldızı alacak restoranların belirlenmesinin mümkün olduğuunu ve bunların kademeli olarak değerlendirilebileceğini kaydetti.

Google Dünya Günü’nü kutluyor: İklim krizi, eriyen buzullar ve yok olan resifler

Google iklim değişikliğine dikkat çekmek için Dünya Günü’nde ‘doodle’ı kullandı.

Bugün Google arama motorunu kullanan kullanıcılar, küresel ısınmanın etkilerinin son yirmi yılda neden olduğu somut görüntülerle karşı karşıya kaldı.

Hızlandırılmış uydu görüntüleri Kilimanjaro Dağı‘nda buzulların geri çekildiğini, Büyük Set Resifi’ndeki mercanların ağarmasını, Almanya‘daki ormansızlaşmayı ve Grönland‘daki buzulların erimesini gösteriyor.

İlgili haber: Büyük Set Resifi’ndeki mercanların yarısı iklim krizi yüzünden yok oldu

Google, kullanıcılarına insanlığın iklim ve çevre üzerindeki etkisini hatırlatmak için eriyen buzulları, geri çekilen kar tabakasını, ormansızlaşmayı ve mercan ağarmasını gösteren hızlandırılmış uydu görüntüleri ile Dünya Günü’nü kutluyor.

2022 Dünya Günü’nde Google’nin doodle’ı, uydu görüntülerinden ve gün boyunca dönecek olan Ocean Agency‘den alınan fotoğraflardan oluşturulan dört Gif’i içeriyor.

Görüntüler, Aralık 1986 ile 2020 arasında Tanzanya‘daki Kilimanjaro Dağı‘nın zirvesinde buzulların geri çekildiğini ve Aralık 2000 ile 2020 arasında Grönland, Sermersooq‘taki buzul erimesini gösteriyorlar.

Diğer görüntüler ise Avustralya‘daki Lizard Island yakınlarındaki Büyük Set Resifi’nde Mart 2016 ile Ekim 2017 arasında gerçekleşen mercan ağarmasını ve Aralık 1995 ile 2020 arasında Almanya, Elend’deki Harz ormanlarındaki ormansızlaşmayı gözler önüne seriyor.

İlgili haber: Dünyada mercan resifinin yüzde 14’ü yok oldu

Guardian’ın aktardığına göre; Sidney‘deki Macquarie Üniversitesi‘nde biyoloji profesörü olan iklim danışmanı Lesley Hughes, Büyük Set Resifi’ndeki mercan ağarma görüntülerinin yankı uyandıracak “çok yüksek etkili bir görsel görüntü” olduğunu söyledi.

Hughes “Fiziksel ve biyolojik dünyamız gözlerimizin önünde dönüşüyor ve bu görüntülerin vurguladığı şey bu ve bu yüzden kesinlikle kaybedecek zaman yok” dedi.

Mart’ta Büyük Set Resifi’nin toplu bir ağarma olayı nedeniyle tahrip olduğu bildirilmişti. Bilim insanları deniz sıcaklıları nedeniyle oluştuğu tahmin edilen tahribatın son altı yılda dördüncü kez bu kadar geniş ve şiddetli olduğunu aktarmıştı.

Araştırmalar bin 200 km’lik bir alanda neredeyse hiç resif olmadığını ortaya koydu.

Öte yandan Yeni Zelanda‘da, devasa ve eski buzullar endişe verici bir oranda inceliyor.

Ulusal Su ve Atmosfer Araştırmaları Enstitüsü (NIWA), 1977 ile 2014 yılları arasında, Güney Alpler‘deki kalıcı kar ve buzun üçte birinin kaybolduğunu tespit etti. NIWA, sıcaklıkların normalin üstündeki seyrinin iklim değişikliği ile alakalı olduğunu aktarmıştı.

Haziran 2021’de Yeni Zelanda’da ortalama sıcaklığın normalden iki derece daha yüksek olduğu ve ülke çapında 24 yerde sıcaklıkların kendi rekor seviyelerine ulaştığı bildirilmişti.

Nisan 2021’de  Zürih Federal Teknoloji Enstitüsü ve Fransa‘daki Toulouse Üniversitesi‘nde buzul bilimci Romain Hugonnet, kaybedilen su hacminin yanında küresel incelme oranlarının da son 20 yılda iki katına çıktığını açıklamıştı.

İlgili haber: Araştırma: Kar ve buz erimesi 15 yılda 31 kat arttı

Diğer yerlerde ise uzun süredir İtalyan Alpleri‘nde gömülü olan eserler, buzlar eridikçe ortaya çıkmaya başladı ve bu da, Birinci Dünya Savaşı sırasında zirvelerde kamp yapan askerlerin geride bıraktığı ekipmanların keşfedilmesine yol açıyor.

Google’nin iklim değişikliğine dair farkındalık yaratmaya çalıştığı eylemin önemli olduğunu belirten Hughes “Bence orta sınıf bir ortamda otururken ve güzel bir gün olduğunda; güneş doğup battığında, iklim sistemimizde iş başında olan daha büyük güçler ve bu güçlerin etkileri konusunda kayıtsız kalmak kolay. Bu yüzden insanlara sadece güzel bir gün olduğu için iklim değişikliğinin ortadan kalkmadığını hatırlatmak gerçekten önemli” diyor.

İlgili haber: Himalayalar’daki buzul erimesi son 40 yılda 10 kat hızlandı

Öte yandan Google arama motorunu işleten şirket olan Alphabet, 2007’den beri karbon nötr olduğunu iddia ediyor ve tüm veri merkezlerini 2030’a kadar tamamen yenilenebilir enerjiyle çalıştırmayı planlıyor.

Şirket, 2020’de çoğunlukla veri merkezlerine güç sağlamak için 15.5 terawatt saat elektrik kullandı. Ayrıca faaliyetlerinden kaynaklanan atığı yüzde 40 oranında azaltarak 28.864 tona indirdi, ancak su tüketimini artırdı.

2021 rakamları henüz açıklanmadı ancak şirket, tüketimini karşılamak için yeterli yenilenebilir enerjiyle emisyonlarını telafi ettiğini söylüyor.

Öte yandan şimdiye kadar, pek çok hakemli bilimsel araştırma, insan faaliyetlerini artan küresel sıcaklıkların bir nedeni olarak tanımladı.

Mercan ağarması ile küresel ısınmanın ilişkisi nedir?

Eko-anksiyete ile nasıl başa çıkılır?

Yok olan doğa, sıcak hava dalgsı, kasırgalar, seller, yangınlar gibi ekstrem afetler gibi iklim değişikliği etkilerini görmezden gelmek çok zor olabilir.

Araştırmalar iklim krizinin yalnızca bedenimizi değil, ruh sağlığımızı da etkilediğini gösteriyor. Özellikle gelecekle iligili kaygı duyan genç kuşakta eko-anksiyete, yani iklim kaygısı çok daha yaygın. Gençler, çevrenin durumu nedeniyle daha sıkıntılı hissedebiliyor.

Deutsche Welle‘den Natalie Muller ve Neil King‘in konuştuğu, ‘İklim Psikologları’ grubunun kurucuları Megan Kennedy-Woodard ve Patrick Kennedy-Williams; eylemsizlik, keder ve öfkeye sebep olabilecek bu kaygıyı eyleme geçme motivasyonuna dönüştürmek için ipuçları veriyor.

Eko-anksiyete nedir?

Eko-kaygı, eko-anksiyete veya solastalji olarak adlandırılan bu duygu, iklim değişikliğinin, küresel ekolojik felaketlerin veya belirli bir aşırı hava olayının etkilerinden çok endişelenmek ve bu tür endişe ve korkuların sürekli veya geçici olarak bunaltıcı olması, günlük hayatı çok fazla etkilemesi olarak tanımlanabilir.

İklim tehditlerinin ve görünürlüğünün artmasıyla dünyada artan sayıda insanda ortaya çıkan eko-anksiyete, tanınmış bir tıbbi durum değilse de anksiyete öyledir ve eko-anksiyete de aynı özelliklerin çoğuna sahiptir.

Öte yandan, ekolojik yas da iklim değişikliğine verilen tepkilerden biri olabilir. bu, doğal çevremizin mevcut ve gelecekteki tahmini kaybını ve iklim değişikliğinin etkileri karşısında duyulan üzüntü ve yas hissini ifade eder. Ekolojik yas (eco-grief) de tıpkı diğer ys süreçleri gibi aşamalardan oluşur ve tıpkı anksiyete ve yasın farklılığı gibi ekolojik ya ve eko- anksiyete de  farklıdır.

Eko-anksiyetede eyleme geçmek bir çare bile olabilir, ancak ekolojik yas ve keder, bir  kabul etme sürecidir ve ileriye dönük yeni yollar bulunmalıdır.

Unutulmamalıdır ki hem eko-anksiyete hem de ekolojik yas, mevcut küresel  iklim sorunlarına verilen geçerli yanıtlardır.

Zor duyguların normal olduğunu kabul edin

Birleşik Krallık Bath Üniversitesi‘nde psikoloji alanında kıdemli öğretim görevlisi olan Liz Marks da bu duygularla başa çıkmanın ilk adımının, bunların varoluşsal bir tehdide doğal ve sağlıklı bir yanıt olduklarını kabul etmek olduğunu söylüyor.

“Eko-anksiyete hakkında konuşurken, onu patolojikleştirmemek önemlidir” Bu tedavi etmemiz ya da kurtulmamız gereken bir şey değil. Daha çok birlikte bizi bunaltmasına izin vermeden nasıl birlikte yaşayacağımızı öğrenmemiz gereken bir şey.”

Marks’a göre bu, ister keder, ister öfke, ister korku ya da endişe olsun, ne hissettiğimizi görmek, kendimize ve diğer insanlara alan vermek ve aynı zamanda bu duyguların gelip gideceğini kabul etmekle mümkün: “En kötü anlardaki duygular bile geçicidir.”

Marks ayrıca, stres veriyor olmasına rağmen, bu duyguların “insan olmanın güzel bir parçası” olduğunun ve kişinin dünyadaki diğer canlıları, doğayı ve insanları derinden umursadığının olumlu bir işareti olduğunun altını çiziyor.

Diğer insanlarla bağlantı kurun

İklim koçluğu psikoloğu Megan Kennedy-Woodard, iklim krizinden bunalmış hissedenlerin, gerçek hayatta veya sosyal medyada topluluklarla tanışmanın ve bu düşüncelerinizi benzer düşünen insanlarla paylaşmanın yardımcı olabileceğini söylüyor

İklim Psikologları grubunun eş direktörü olan Kennedy-Woodard, insanlara “Aslında burada çok fazla şey oluyor. Bunların hepsi benim omuzlarımdaymış gibi hissetmiyorum” veya “Bu kişi de kederden bahsediyor ve ben de bunu hissediyordum. Bu normal ve bunu hissetmemde sorun yok” dedirtebilecek çok fazla mecra olduğunu belirtiyor.

 Ara verin

Çevre sorunlarıyla ilgilenen biriyseniz, sosyal medyanız tür kaybı ve doğal afetler hakkında kasvetli haberlerle dolu olabilir.

Liz Marks, iyi ollmanıza öncelik vermenin ve sıkıntıya neden olan bu medyalara ara vermenin önemli olduğunu söylüyor:

“Bu, meselede tamamen uzaklaşmakla ilgili değil. Haberdar olmak  isteyebilirsiniz, ancak belki de iklim krizi hakkında okumaya harcadığınız zamanın sıklığını ve miktarını azaltmak ve endişede büyük bir artışa neden olmayacak güvenilir bilgi kaynakları seçmeye çalışmak çözüm olabilir.”

Farkındalık ve meditasyon gibi çalışmalar, iklim değişikliği için bir çözüm olmasa da, sakin hissetmenizi ve başkalarıyla bağlantı kurmanızı sağlayan düzenli egzersiz ve aktivitelerle birlikte stresi hafifletmeye yardımcı olabilir.

İklim Psikologlarının diğer eş direktörü klinik psikolog Patrick Kennedy-Williams, öz bakımın hayati olduğu konusunda hemfikir:

Hepimiz uzun vadede bu işin içindeyiz ve bu krize rağmen hayatımızdan doyum ve keyif alabilmemiz gerekiyor… Eğlenmekte sorun yok.

Kaygı günlük olarak hayatınızı, işinizi ve ilişkilerinizi etkileyecek bir noktaya gelirse, profesyonel yardım almanızı da tavsiye ediyor.

Kaygıyı eyleme dönüştürün

Araştırmalar, eko-endişenin genç insanlarda daha yaygın olduğunu ve çoğunun önceki nesillerin ve hükümetlerin iklim krizine yanıt vermede başarısız olduğunu düşündüğünü gösteriyor.

Marks, örneğin çevresel tahribatla mücadele etmek için küçük de olsa önlemler almanın, birçok gencin karşılaştığı güçsüzlük duygusunun üstesinden gelmeye yardımcı olabileceğini ifade ediyor:

“Bu konuda bir şeyler yaptıklarını hissettiklerinde, eko-kaygıları daha az ezici oluyor. Sizin işe yarayacak bir yol ne olabilir mesela? Bazı insanların çok az zamanı, çok az kaynağı var ama yine de bir fark yaratabiliyorç Bu, geri dönüşüm gibi yeşil davranışlardan milletvekillerine mektup yazmaya kadar her şey olabilir.”

Kennedy-Williams, eko-kaygısı olan çocukların ebeveynlerine, “temizlik günü” gibi aile etkinlikleri planlamalarını öneriyor:

“Çocuklarda  korku ve endişe yaratan şey belirsizliktir. Üstlerine düşeni yaptıklarını hissetmeleri endişeyi çok ciddi biçimde gideriyor.”

Sadece olumsuz gelişmelerden ziyade olumlu, çözüme dayalı iklim haberlerini hayatınız katmak  da yardımcı olabilir: Ozon tabakasındaki deliği kapatmaya, CFC’leri (klorofluorokarbon) yasaklamaya vb. başlamak için nasıl harekete geçtiğimize bakın. Harika örnekler var.”

Her üç psikolog da, umutlu ve iyimser olmanın önemi olduğunu vurgulasa da, iklim krizinin krizinin tek tek bireylerden kaynaklanmadığını vurguluyor – bu, kendi içinde çok daha fazla suçluluk ve endişe uyandırabilecek bir yüke dönüşebiliyor.

Kennedy-Woodard, “Bu bireyin sorunu değil. Hepimiz, yarattığımız sistemin parçasıyız. Bunu yaratan, bu daha geniş sistemler” eklemesini yapıyor.

 

Sinop Nükleer Santrali’nin ÇED davası Danıştay’a taşındı

Nükleer Karşıtı Platform (NKP) bileşenleri, Sinop Nükleer Güç Santralı (NGS) için verilen Çevresel Etki Değerlendirmesi (ÇED) olumlu kararının iptali için açılan davanın 30 günlük inceleme süresi dolmadan reddedilmesi üzerine kararı Danıştay’a taşıdı.

Elektrik Mühendisleri Odası’nın (EMO) sekretaryasını üstlendiği NKP, Sinop ve Ayancık Belediyeleri ile Sinoplular; Merkez ilçesi Abalı Köyü, İnceburun’da EUAS International ICC Merkezi Jersey Adaları Türkiye Merkez Şubesi tarafından yapılması planlanan, Çevre, Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanlığı’nın 11 Eylül 2020’de onayladığı Sinop NGS projesi nihai ÇED raporunun iptali istemiyle mahkemeye açılan davada talebin reddedilmesi üzerine temyiz talebiyle 19 Nisan’da Danıştay’a başvurdu.

İlgili haber: Sinop’ta nükleer santral davasında karar bir ay sonra açıklanacak: Yaşamak istiyoruz!

‘Hukuka Aykırı ve Kasıtlı Değerlendirmeler Yapıldı’

Danıştay 6. Dairesi’ne sunulan dava dilekçesinde, mahkemenin Türkiye’de şu ana kadar bir ÇED davasında sunulan en kapsamlı bilirkişi raporundaki değerlendirmeleri yok sayarak ret kararı verdiği dile getirildi.

Mahkemece görevlendirilen 15 kişilik bilirkişi heyetine resen alt başlıkları ve içerikleriyle 210 soru sorulduğu ve bu sorulara verilen yanıtlarda dava konusu işlemin dayanağı olan ÇED raporu ile ilgili 276 iptal gerekçesi ve eksikliklerin ortaya konulduğunun vurgulandığı dilekçede şu ifadelere yer verildi:

“Davamızın haklılığını açık seçik ortaya koyması nedeniyledir ki bu bilirkişi raporu, davalı idare ve davalı yanında davaya katılanların yoğun itirazlarına uğramıştır. Sinop’ta nükleer santral yapılamayacağı ve dava konusu işlemin açıkça hukuka aykırı olduğu fazlasıyla kanıtlanmış olmasına rağmen davanın reddine karar verilmiştir. Samsun 3.İdare Mahkemesi, davanın bilimsel-teknik ve uzmanlık gerektiren boyutunu bir yana bırakarak davalı idarelerden de ileri giderek bilirkişi raporundaki tespit ve değerlendirmelere karşı açıkça taraflı yorumlar yapmıştır. Mahkeme üyelerinin açıkça hukuka aykırı ve kasıtlı değerlendirmelerle hareket etmeleri nedeniyle tarafımızdan ayrıca Hakimler ve Savcılar Kurulu’na şikayet başvurusu yapılacaktır.”

İlgili haber: Sinop’ta nükleer santral davası: Nükleeri değil, yaşamı savun

‘Adil yargılama yerine hukuki vasıf kazandırılma çabasına girildi’

Davanın 2 Ekim 2020’de açılmış olmasına ve İYUK 20/A kapsamında ivedi yargılama usulüne tabi olmasına rağmen 8 Nisan 2022 tarihinde davanın esası hakkında karar verildiğine işaret edilen dilekçede, “Bu kadar geç bir sürede karar verilirken yürütmeyi durdurma talebimiz konusunda karar verilmemiş ve bilirkişi raporuyla ilgili taraf itirazları doğrultusunda ek rapor alınmamıştır. Gerek bilirkişilerden ek rapor alınmaması gerekse yürütmeyi durdurma konusunda karar vermemiş olması, mahkeme heyetinin dava ile ilgili peşin hükümlü tutumunu en baştan beri koruduğunu göstermektedir” denildi.

İlgili haber: Nükleer tehditler altında Fukuşima’nın 11. yıl dönümü

Davanın reddi kararının, keşfe katılmayan, bilirkişilere sorulacak soruları hazırlamayan hakimlerce verildiğine dikkat çekilen dilekçede, Mahkeme’nin, davada adil yargılama yapmak yerine dava konusu işleme hukukilik vasfı kazandırma çabasına girdiği, bununla da yetinmeyerek nükleer santral projesini, son derece uzmanlık gerektiren teknik konularda dahi savunmaya çalıştığı kaydedildi.

‘Somut verilere rağmen mahkeme öznel değerlendirmede bulundu’

Dava dilekçesinde; çevre hukuku, jeoloji bilimi, flora, fauna ve korunan alanlar, orman ekosistemi, deniz ve karadaki sulara olumsuz etkileri, meteoroloji bilimi, radyoaktif atıklar, halk sağlığı, işçi güvenliği ve sağlığı ile kaza riski, fayda-maliyet analizi, enerji ihtiyacı, çevre düzeni planları açısından iptal nedenleri özetlendi.

Bilirkişi raporunun ilgili kısmında yenilenebilir enerji kaynaklarının tümünün devreye girmesi halinde dahi ülkenin enerji ihtiyacının karşılanamayacağının belirtilmesine rağmen mahkemece dayanaktan ve bilimsel verilerden yoksun bu saptamanın da hükme esas alındığına dikkat çekilen dilekçede, bu durumun açıkça haksız ve hukuka aykırı olduğunun altı çizildi.

‘Davanın haklılığı bilirkişi raporuyla kanıtlandı’

İvedi yargılama usulü kapsamında dava konusu işlem hakkında doğrudan iptal kararı vermesi ve yürütmenin durdurulmasının talep edildiği dilekçede, bilirkişi raporunun, davanın haklılığını kanıtladığına vurgu yapıldı.

Bilirkişi raporunda da belirtilen telafisi imkansız zararların daha fazla yaşanmaması için bilirkişi raporunun somut yürütmeyi durdurma gerekçesi olan kısımlarına özellikle dikkat çekildiği kaydedildi. Belirtilen gerekçelerle bir an önce yürütmenin durdurulması kararının verilmesinin istendiği de ayrıca ifade edildi.

İklim değişikliği Irak’ın tarihsel mirasını yok ediyor

Irak‘ta artan tuz konsantrasyonları kerpiçleri tüketirken ve daha sık görülen kum fırtınaları antik harikaları aşındırıyor; dünyanın en eski yapılarından bazıları iklim değişikliği nedeniyle yok oluyor .

Uygarlığın beşiği olarak bilinen ve Irak’ın da yer aldığı Mezopotamya,  çivi yazısının geliştirildiği ve Sümer başkenti Ur gibi dünyanın en eski şehirlerinden bazılarının inşa edildiği bir bölge.

Dicle ve Fırat arasında kalan Mezopotamya, toprakta ve yeraltı sularında doğal olarak bulunan tuz (Sümerce mun ) bakımından zengin. Çivi yazılı metinler, tuz toplayıcılığı mesleğinden bahsediyor ve gıdaların korunmasından sağlık hizmetlerine ve ritüellere kadar her şeyde tuzun kullanımını tanımlıyor. Hayatın temel ihtiyaçlarının ekmek ve tuz olduğunu söyleyen bir Sümer atasözü ise şöyle: “Fakir bir adam öldüğünde onu diriltmeyin. Ekmeği varken tuzu yoktu. Tuzu varken ekmeği yoktu.”

Binlerce yıllık miras su kıtlığı, tuz ve kuma yeniliyor

Guardian‘ın aktardığına göre, Cambridge Üniversitesi’nde Mezopotamya arkeolojisi profesörü Augusta McMahon, ülkede “Paleolitik dönemden İslami dönemlere kadar on binlerce yerleşim yeri” bulunduğunu söylüyor:  “Efsanevi Babil gibi yerlerin zarar görmesi, insanın evrimi, ilk şehirlerin gelişimi, imparatorlukların yönetimi ve İslam döneminin siyasi ortamındaki dinamik değişiklikler hakkındaki bilgimizde boşluklar bırakacaktır.”

 

Jeoarkeolog Jaafar Jotheri’ye de göre, topraktaki tuz bazı durumlarda arkeologlara yardımcı olabilir, ancak aynı mineral aynı zamanda yıkıcı da olabilir ve çivi yazılı tabletleri de yapıları da yok edebilir.

Tuzun yıkıcı gücü, Türkiye ve İran tarafından yukarı havzada inşa edilen barajların neden olduğu su kıtlığı ve Irak’ta su kaynakları ve tarımın yıllarca yanlış yönetilmesi nedeniyle konsantrasyonun giderek artmasından kaynaklanıyor.

Irak’taki nehirlerde nehirlerindeki suyun kalitesini inceleyen inşaat mühendisi Ahmad NA Hamdan, “Şattül Arap nehrindeki tuzluluğun 90’lı yıllardan itibaren artmaya başladığını anlatıyor. Hamdan’ın gözlemlerine göre, Dicle Fırat’ın birleşmesi ile oluşan nehir, özellikle de Güney Basra ilinde 2018’de yaşanan bir kuraklık sırasında “acı suyun”en az 118.000 kişinin hastanelik olmasından bu yana her yıl testlerde düşük veya çok düşük kaliteli olarak çıkıyor. 
Samarra Ulu Camii’nin minaresi de kum fırtınası yüzünden aşınıyor.

İklim krizi de sorunu daha da büyütüyor, zira Irak giderek ısınıyor ve kuruyor. Birleşmiş Milletler, 2050 yılına kadar yıllık ortalama sıcaklıkların 2°C artacağını ve 50°C’nin üzerindeki aşırı sıcaklıkların yaşanacağı gün sayısının artacağını, yağışlı mevsimde yağışların %17’ye kadar düşeceğini ve kum ve toz fırtınalarının sayısının yılda 120’den 300’e çıkacağını, yani iki katından fazla olacağını tahmin ediyor. Bu arada, yükselen deniz suyu Irak’ın içine bir tuz hançeri sokuyor. 30 yıldan daha kısa bir süre içinde güney Irak’ın bazı kısımlarının sular altında kalabileceği belirtiliyor.

Al-Qadisiyah Üniversitesi‘nde arkeoloji profesörü ve Irak-İngiliz Nahrein Ağı’nın Irak mirasını araştıran eş direktörü Jotheri, “Önümüzdeki 10 yıl içinde sitelerimizin çoğunun tuzlu su altında olacağını hayal edin” diyor: “Yaklaşık on yıl önce tarihi mekanlarda tuzun zararlarını fark etmeye başladı.”

Babil tehdit altında, kuş cenneti Sawa Gölü artık yok

Tuzun büyük hasara uğrattığı en önemli noktalardan biri de 2.600 yıllık kerpiç tuğlalarla kaplı, Babil İmparatorluğu’nun başkenti Babil.  UNESCO’nun Dünya Kültür Mirası listesinde yer alan antik kentte, Sümer aşk ve savaş tanrıçası İştar‘a adanmış tapınağın duvar temelleri , kristalleşen ve tuğlaları parçalayan kum nedeniyle yer yer yıkılıyor.

Çölün yuttuğu Beyaz Tapınak.

Etkilenen diğer yerler arasında, kum fırtınaları tarafından aşındırılan sarmal minaresi ile İslam dönemi başkenti Samarra ve çöl tarafından yutulan Beyaz Tapınak, saray ve mezarlığı ile Umm al-Aqarib de bulunuyor.

Irak bu yıl kültürel mirasının önemli bir parçasını kaybetmişti. Babil’in 150 km güneyindeki çölün kenarındaki bir zamanlar Sawa Gölü olan tuz yatağı; beslendiği su kaynağı sayesinde gri balıkçıl ve neredeyse tehdit altındaki demirli ördek de dahil olmak üzere en az 31 kuş türüne ev sahipliği yapıyordu. Şimdi, çevredeki çiftlikler tarafından aşırı su kullanımı ve iklim değişikliği nedeniyle tamamen kuru. Yeraltı suyu kullanımına ilişkin düzenlemelerin uygulanmaması, çiftçilerin özgürce kuyular açabilecekleri ve tozlu çöl manzarasında yeşil bir patlama halinde buğday tarlaları ekebilecekleri anlamına geliyor.

Çöl bitkileri bir zamanlar suyun olduğu yerde büyüyor ve Sawa’nın kaderi de bir başka kum fırtınası kaynağı olmuş durumda.

Change.org’dan ‘İklim için Kampanyacılık Rehberi’

Change.org Türkiye tarafından hazırlanan İklim için Kampanyacılık Rehberi iklim krizi ile mücadele için harekete geçmek isteyen kurum veya kişiler için,“Nereden başlamalıyım? Kampanyam etkili olur mu? Olursa nasıl olur? Nasıl yaygınlaştırabilirim? Sorunu çözecek kişi veya kurumlara nasıl ulaşabilirim?” gibi sorulara cevap veriyor.

Rehberde, kampanya hakkında yol haritası çıkarmak isteyenlere yönelik iletişim stratejisinin belirlenmesi, hikaye anlatımı, hedef kitleye ulaşma ve mesajı yaygınlaştırmaya dair detaylı ipuçları yer alıyor.

2020 yılında platformda başlatılan doğa koruma alanındaki başarılı kampanyaların sayısı ikiye katlandı. 2021 yılında en çok imzalanan beş iklim kampanyasından ikisi başarıya ulaştı.

Change.org Türkiye İklim Programı Yöneticisi Yaz Güvendi, son yıllarda iklim ve çevre konularında başlatılan birçok kampanyanın, iklim krizine neden olan kömürlü termik santraller ve kömür madenlerinin planlandığı Çanakkale, Muğla, Adana, Kütahya, Kahramanmaraş, Tekirdağ, Çanakkale, Denizli ve Eskişehir gibi illerde yaşayan kişilerin başlattığı kampanyalar olduğuna dikkat çekiyor:

“Yıllardır çevre ve iklim alanında yürütülen çalışma ve kampanyaların değişim yarattığını görebilmek çok sevindirici. Ormanların korunmasına yönelik hem kurumlar hem de bireyler tarafından başlatılan kampanyalar yüksek sayıda imzaya ulaştı ve bir kamuoyu yarattı.

Bu rehberin iklim alanında daha çok kampanyanın başlatılmasına ve başarıya ulaşmasına destek olacağını umuyoruz.”

2021 yılının en çok imzalanan kampanyaları

2021 yılında Youth for Climate Türkiye hareketinin, okullarda sürdürülebilirlik ve iklim değişikliğinin okullarda öğretilmesi için başlattığı İklim Krizi Müfredata Eklensin imza kampanyası, destek veren ünlülerle birlikte 33.000 imzayı geçti ve başarıya ulaşanlardan biri oldu.

Türkiye’de aşırı hava olaylarının en çok görüldüğü yıl olan 2020’de Türkiye’nin, iklim krizinin çözümü için 191 ülkenin bir araya geldiği Paris İklim Anlaşması’nı onaylaması için 48 sivil toplum kuruluşu bir imza kampanyası yürüttü. Anlaşma, Ekim 2021’de Meclis‘te onaylandı.

Dünya Doğayı Koruma Birliği’nin (IUCN) Kırmızı Listesi’ne göre “tehlike altında” bulunan deniz kaplumbağalarının yumurta bıraktığı Adana Sugözü kumsalında inşaatı devam eden Hunutlu kömürlü termik santralinin iptal edilmesi için 18 sivil toplum kuruluşu Adana’ya Temiz Hava kampanyasını başlattı. Yüz binden fazla kişinin imzaladığı imza kampanyası sürüyor.

2021 yılında kömür madeni yapmak için yok edilmek istenen Akbelen Ormanı, İkizköy Direniyor komitesi tarafından tutulan nöbet sayesinde kesimden kurtarıldı ve ünlülerin de katılımıyla ulusal çapta ses getirdi.

Mart 2022’de ise zeytin yönetmeliğinde yapılan bir değişiklik ile İkizköy’deki zeytinlerin kesilmesinin yolu açıldı. Akbelen Ormanı ve İkizköy’ü kömüre feda edecek projenin iptali için yüz binden fazla kişi imza attı ve “Akbelen Ormanını Vermeyeceğiz” nöbeti hala devam ediyor.

İklim krizinden en çok etkilenecek nesil olan Z Kuşağı Genç İklim Aktivistleri, 2021 yılında karar vericilerden karbonsuz bir gelecek için “İklim Acil Durumu ilan edilmesini talep ettikleri bir imza kampanyası başlattı. Altı gençlik ekibinin yürüttüğü kampanyanın imza sayısı 30 bini buldu.

 

Marmara Kültürleri Ağı: Marmara, müsilaj ve yok olan balıklar adına mücadele

Marmaralı sivil toplum kuruluşlarını, uzmanları, bilim insanlarını ve sanatçıları bir araya getiren Marmara Kültürleri Ağı, bugün çevrimiçi düzenlenen açılış etkinliğinde Marmara Denizi‘ni korumak için adım atmak isteyen herkese çağrıda bulundu.

Marmara Denizi yüzyıllardır kıyılarında çok sayıda medeniyete ev sahipliği yapan, sularında ise birbirinden farklı balık ve canlı hayatını barındıran dünyanın en özel iç denizlerinden birisi.

Böylesi doğal ve kültürel bir zenginliğin kaynağı olan deniz, günümüzde insan kaynaklı kirlenmenin ve aşırı kullanmanın sonucu sahip olduğu değerleri birer birer yitiriyor ve tüm deniz varlıklarıyla ölüme doğru sürükleniyor. Marmara Kültürleri Ağı’nın açılış etkinliğinde de tam olarak gündem noktası bu oldu.

‘Benim Marmara’m termik santrallerle kuşatılmamalı’

Moderatörlüğünü Gazeteci ve televizyoncu Aslı Öymen’in yaptığı toplantıda İstanbul Bilgi Üniversitesi’nden Ağ Kurucu Gönüllü Danışmanı Asu Aksoy, Ağ Koordinatörü ve Koruma Uzmanı Mimar Süreyya Topaloğlu, İstanbul Üniversitesi ve Şehir Plancıları Odası’ndan Ağ Gönüllü Danışmanı Pelin Pınar Giritlioğlu, İstanbul Üniversitesi’nden ve TÜDAV Başkanı, Ağ Gönüllü Danışmanı Bayram Öztürk ile Yazar, Açık Radyo Kurucusu ve Radyo Programcısı Ömer Madra söz aldı. 

Toplantı Marmara Denizi’ni anlatan yurttaşların ifadelerine yer verilen “Benim Marmaram” videosu ile açıldı. Videoda “Marmara’m termik santrallerle kuşatılmamalı” gibi cümlelerle yurttaşlar nasıl bir Marmara hayal ettiklerini anlattı.

Marmara Denizi’ni savunma mücadelesi

Asu Aksoy, oluşumun nasıl ortaya çıktığını kısaca anlatarak müsilajla birlikte aslında Marmara’daki kirliliğin ana gündem maddeleri haline geldiğini belirtti: 

“O zaman aslında biz bu denizi kaybetmek üzere olduğumuzu kavradık. Ağ çalışmasına Şubat’ta başladık. Marmara Denizi’nin savunuculuğunun yapılması hedefiyle yola çıktık.”

‘Kaybedecek zaman yok’

“Kaybedecek zaman yok, dayanışma ile Marmara Denizi’ni kurtarabilir ve iyileştirebiliriz” diyen Marmaralı sivil toplum kuruluşları, uzmanlar, bilim insanları ve sanatçılar “Adaları ve Boğazları ile Marmara Kültürleri Ağı” etrafında bir araya gelerek karşı karşıya olunan bu çevre ve yaşam krizi konusunda kamuoyunun bilgilendirilmesini ve Marmara Denizi’nin kurtarılması için çabaların çoğalmasını hedefliyor.

Bir Avrupa Birliği projesi olan CultureCIVIC: Kültür Sanat Destek Programı tarafından finanse edilen bu ağ kapsamında, 2022 boyunca Marmara Denizi’ni iyileştirmek için önlemlerin acilen alınması gerektiği konusunda uyarılarda bulunan bilim insanları ve uzmanlarla sanatçıları, yazarları, çevre örgütlerini, sivil toplum kuruluşlarını ve yerel halkı buluşturacak etkinlikler gerçekleştirilecek.

‘İş sınırı aşan bir boyuta doğru gidiyor’

Toplantıya katılan bilim insanlarından Prof. Dr. Bayram Öztürk Marmara Denizi, Ege Denizi, Karadeniz ve Akdeniz’in birbirleriyle ilişkisini açıklayarak Marmara’nın kirlenmesiyle diğer denizlerin de kirleneceğini anlattı.

Öztürk, “İş sınır aşan bir boyuta doğru gidiyor. Bu sorun daha önce de konuşuldu. Dolayısıyla sorunun ne olduğunu biliyoruz. Konunun bir başka tarafı da şu: Altı bin tür Türkiye denizlerinde yaşıyor. Bunlar mikroskopik, üç bin tür Marmara’da yaşıyor. Zavallı Marmara’dan bahsediyoruz. Yüzün üzerinde tür de acil korunmayı bekliyor” dedi.

‘Arıtma meselesini halledersek 1990’ların sonundaki Marmara’sına dönebiliriz’

Öztürk “Marmara’nın bütüncül olarak korunması gerekiyor. Esasen iş devletin işi. Burada anahtar sözcük arıtmadır. Arıtma meselesini halledersek beş altı yıl sonra Marmara 1990’lı yılların sonundaki Marmara’ya dönebiliriz. Bu belli balık türlerinin hala görünebilir olması demek” ifadelerini kullanarak Marmara Denizi’nin içerisinde bulunduğu sorunu gözler önüne serdi.

‘Çöküş küresel’

“Bu çöküş küresel. Bunun da farkındayız” diyen Prof. Dr. Öztürk, “Bugün dünyadaki 130 milyon ton balığın yarısı üretim balığı. Bu gidiş iyi bir gidiş değil. Koruma alanları oluşturmamız gerekiyor. Bakanlıktan haber aldık Marmara Denizi koruma alanı oldu. Peki ne oldu şimdi, ne değişti? Arıtma işini hallettiniz mi? Yeni bir finansman modeline gerek var” şeklinde konuştu.

‘Marmara’nın ihtiyacı olan şey yatırım’

Marmara’nın ihtiyacının yatırım olduğunu söyleyen Öztürk, “Biz yurttaşlar olarak bu parayı veriyoruz zaten. Bizden bunu arıtma bedeli olarak belediyeler alıyorlar. Ne kadar paraya ihtiyacımız olduğunun söylenmesi ve arıtma meselesinin halledilmesi lazım. Aksi takdirde Marmara daha da kötüye gidebilir. Saroz Körfezi‘nde başlayan balık göçü, Marmara’ya, oradan Karadeniz’e geçer. Mayıs’a kadar devam eder. Burada sistem biyolojik bir koridor görevi görür, bunun devam etmesi lazım” şeklinde konuştu.

Kamuoyunda ekolojik yıkım bilinci

Ek olarak toplantıda ağın şu konular üzerinde duracağı ifade edildi:

“Marmara Denizi ve karşı karşıya olduğu ekolojik yıkım tehlikesi ile ilgili bilgiler kamuoyu ile paylaşılacak, sanatçıların çalışmalarıyla Marmara Denizi’nin önemi, biyokültürel çeşitliliği ve bu denizin doğasıyla denge içinde yaşamayı başarmış yerel kültürlerden çıkarılacak dersler üzerinde durulacak. Bu çalışmalar uzun vadeli bir sürdürülebilir deniz ekolojisi ve deniz kültürleri savunuculuğunun ilk adımı olarak hayata geçiriliyor.”

Ağın hedefi: Farkındalık

Marmara Kültürleri Ağı, Marmara’yı yazan, çizen, düşünen, seven, korumaya çalışan ve “Benim Marmaram tertemiz sularıyla hayat dolmalı!” diyen herkesi bir araya getirmeyi amaçlıyor. Marmara Kültürleri Ağı’nın hedefleri şöyle:

“Marmara Denizi’nin tüm değerlerinin altını çizerek sahiplenme bilincini ve üzerimize düşenleri yapma farkındalığını hep birlikte yaygınlaştırmalıyız. Deniz bize güzelliğini, balığını, bolluğunu, manzarasını, kokusunu ve rengini verirken, bizler karşılığında onu çöplerimizle, atıklarımızla kirletiyor ve aşırı balıkçılıkla hor kullanıyoruz. Marmara’nın hayat verdiği yerleşimler bugün onun canına geri dönüşü olmayan zararlar veriyor.”

“Marmara sayısız canlı çeşidini, adaları, boğazları, yerleşimleri ve çeşitli deniz kültürlerini kucaklayacak ve besleyecek kadar engin ancak milyonlarca kişinin ve yüzlerce sanayinin kirliliğini saklayıp yutacak dipsiz bir çöp kovası değil” diyen ağ bileşenleri bu sebeple Marmara Kültürleri Ağı’nın insanın doğaya karşı hoyratlığının önüne geçmek, saygılı ve dengeli bir ilişki kurabilmek için Marmara Denizi’ne çevresinde yaşayanlar olarak nasıl sahip çıkabileceklerini ve denizi kollamayı başarmış kültürlerden neler öğrenebileceklerini birlikte ele almaya çağırıyorlar.

‘Arıtma meselesi paraya, kararlılığa ve denetime bağlı’

Öte yandan toplantıya katılanların sorular da yanıtlandı. Arıtma tesisinin maliyetlerine ilişkin gelen soruya Prof. Dr. Bayram Öztürk “Arıtma meselesi yönelmemiz gereken bir sorun. Bu iş paraya, kararlılığa ve denetime bağlıdır. Adriyatik Denizi‘nde de müsilaj oldu. Kuzey Denizi‘nde salyalar vardı. Azotu, fosforu azaltarak salyayı azalttılar. Her sene artık salya olmuyor. Bunu azaltmamız lazım, bu da yatırımla oluyor” şeklinde yanıt verdi.

Ömer Madra ise Öztürk’ün yanıtına ek olarak IPCC‘nin emisyonların önlenmesi için verdiği süreyi hatırlatıp “Sera gazı emisyonlarını 2030’a kadar yarıya indirmemiz gerekiyor. Yani bekleyecek zaman yok” dedi.

Siyaset ve medya

Siyasetçilerin Marmara’nın kirliliğine ilişkin herhangi bir sorunu ağızlarına dahi almadıklarını belirten topluluk isimleri bu konuyu toplu bir şekilde Ankara‘da gündeme getirmeleri gerektiği yönünde ortak bir fikir beyan ettiler.

Aynı zamanda medyada bu konunun tam manasıyla yer almadığı da ifade edildi. Bunun üzerinden sosyal medya platformlarında konunun gündeme getirilmesi ve yaygınlaştırılması gerektiği belirtildi.

‘Marmara Denizi’ni kaybetmenin maliyeti paha biçilemez’

Marmara Adası’ndan katılan Hüseyin Semirci özeleştiri yaparak “Çok konuşuyoruz ama eylemsizlik en ciddi problemimiz. Müsilaj kirliliğin bir sonucu ama buna neden olan o odağı ortaya çıkarmak önemli. Odağı belirginleştirmek ve kararlı olmak sivil toplumun yapacağı en önemli işlerden biri bu. Bizler karar vericiler değiliz. Marmara Denizi’ni kaybetmenin maliyeti paha biçilemez. Nasıl yöneleceğimize karar vermeliyiz. Ağın odağını bulanık gördüğümü söylemek zorundayım” dedi. 

İnsan ile doğa ilişkisi

Ömer Madra insan ile doğanın ilişkisine dikkat çekerek küresel ısınmaya değindi ve bu konuların medyada yer bulmadığını ifade ederek şöyle konuştu:

“Bunların konuşulmaması durumundan dolayı zihnimizin dönüşmesi sağlanamıyor. En büyük suç ortağı da petrol ve kömür şirketleriyle onları finanse edenlerse belki de onlar kadar suçu olan onların hizmetindeki milyarder medya. O yüzden Marmara gözlerimizin önünde ölebiliyor; farkında bile olunmuyor. Çünkü medya satılmış, tamamen güçlü zenginlerin elinde.”

Madra, Greta Thunberg’e, iklim aktivisti gençlere ve antroposen çağına değinerek insan eliyle sebebiyet verilen aşırı hava olaylarına neden olan iklim değişikliğine işaret ederek tüm bu sorunların çözümü olarak mücadeleyi işaret etti:

“Devletin bütün kademelerini zorlamamız lazım.”

Deniz doğasındaki çöküntü ve balık türleri

Öte yandan deniz doğasında yaşanan çöküntünün ekolojik, sosyal ve kültürel sonuçlarının zincirleme bir şekilde yaşam değerlerine kadar uzandığının ifade edildiği ağ açıklamasında şu sözlere yer verildi:

“Bundan sadece elli yıl önce Marmara ekosisteminde yer alan balık türlerinin neredeyse hiçbirine bugün rastlanmıyor. Müsilajın henüz bugünlerde görülmüyor olması rahatlık sağlayacak bir durum değil, zira denize bırakılan atık su kirliliğinin önüne geçmek için hala somut adımlar atılmış değil. Bilim insanları, yıllar içinde Marmara Denizi’ne giren aşırı azot ve fosfor atığı nedeniyle dip sularında oksijenin büyük kısmının kaybedildiği ve bunun büyük bir ekolojik tehdit anlamına geldiğini söylüyor.

DHA

Oksijenin azalmasıyla birlikte deniz canlıları da birer birer ölmeye başlıyor. Marmara’nın canını kaybetmiş bir denize dönüşmemesi için bu gerçeklerin bilinmesi ve denizi kurtaracak önlemlerin acilen alınması amacıyla bir araya gelen Marmara Kültürleri Ağı kurucuları, Marmara Denizi’ni korumak için kendisini sorumlu hisseden herkesi ağa katkı vermeye çağırıyor.”

Marmara Kültürleri Ağı’ndan destek çağrısı

Bugün 11.00’da çevrimiçi düzenlenen açılış etkinliğiyle tanıtımı yapılan Marmara Kültürleri Ağı “Marmara için, #benimmarmaram için” diyen herkesi çalışmalara davet ediyor.

Ağın ikinci etkinliği ise 27 Nisan’da gerçekleşecek “Yaman Koray Eserlerinde Marmara Kültürleri” başlıklı söyleşi olacak. Marmara Kültürleri Ağı yurttaşlara şöyle sesleniyor:

“Marmara için tüm çabaların ortak bir sese dönüşmesini sağlamak, sanatsal ve yaratıcı çalışmalarla Marmara’yı koruma gündeminin güçlenmesini ve daha geniş kamuoyuna ulaşmasını başarmak için hep birlikte olalım!”

Macron ve Le Pen’in tartışma masasında iklim yine çok az yer buldu

Fransa‘da pazar günü yapılacak seçimden önce ikinci tura kalan adaylar Marine Le Pen ve Emmanuel Macron, geleneksel canlı yayın münazarasında karşı karşıya geldi.

Yaklaşık üç saat süren münazarada iklim konusunun 18 dakika kadar tartışılması ve konunun enerjiye indirgenmesi, eleştiri konusu oldu.

Seçim kampanyasında bu zamana kadar iklim konusunun yeterince yer almaması eleştiri toplamış, ülke çapında protesto eylemleri düzenlenmişti.

İlgili haber: Fransa’da Cumhurbaşkanlığı seçimleri öncesinde iklim protestoları: Look Up!
İlgili haber: Paris’in kalbini işgal eden Kaçınılmaz İsyan: Dünya ölüyor
İlgili haber: Fransa’da dejavu: Macron ve Le Pen ikinci turda

‘İklim şüphecisi’ne karşı ‘iklim ikiyüzlüsü’

Münazarada seçimin belirleyici konuları olan ekonomi, göç, Ukrayna-Rusya savaşı gibi konulaırn yanı sıra iklim krizi tartışması, genel olarak enerji ekseninde döndüve karşılıklı kelime atışmalarıyla yapıldı.

Le Pen, iklim krizinin başlıca nedenlerinden birinin küresel serbest piyasa olarak görüyor ve projesini her şeyin Fransa’da üretileceği bir “yerelcilik” üzerine inşa ediyor.

Çevre konusunda, “gezegeni öldüren serbest ticarete dayalı ekonomik modelin sorgulanması” çağrısında bulunarak Fransa’nın karbon ayak izinin neredeyse yarısını temsil eden ithalatı kınayan Marine Le Pen, projesini Fransız ürünlerini üretmek ve tüketmek için “yerelcilik” ve “ekonomik vatanseverlik” etrafında tasarladığını münazara sırasında da beyan etti.

Macron ise bunun mantıklı olmadığını söylüyor. Fakat o da  fosil yakıtlar küresel ısınmaya büyük katkıda bulunduğunu kabul etmesine rağmen benzin ve dizelde KDV’yi düşürmeyi teklif ediyor.

The Shifters ve franceinfo‘nun analizine göre Marine Le Pen, aslında programında bu “yerelcilik” çözümünde eksik kalıyor. RN adayı, serbest ticaret anlaşmalarını gözden geçirmeyi teklif etse de iklim hususlarının bir kriter olup olmayacağını belirtmiyor. Halihazırda yurtdışında yapılan üretimlerin taşınmasını da destekliyor fakat ithalata çevre standartlarını dayatacak herhangi bir mekanizma önermiyor.

Ayrıca planında, kamu veya özel sektör aktörlerinin  karbon ayak izini değerlendirmek için önlemler de eksik.

Emmanuel Macron, Avrupa Birliği sınırlarında bir karbon düzenleme mekanizmasının kurulmasını öneriyor. Ulusal oyuncuları karbon ayak izlerini sınırlamaya teşvik etmek için, büyük şirketlerin yöneticilerinin ücretlerini hedeflere, özellikle de çevresel hedeflere göre endekslemeyi planlıyor.

Fakat küresel karbon fiyatlandırmasını göz ardı etmesi ve uluslararası anlaşmaları müzakere ederken iklim boyutundan bahsetmemesi, onu rakibine göre daha iyi yapsa da bu kapsam konusunda “sınırlı” bırakıyor.

İlgili haber: AB ülkeleri karbon vergisi konusunda anlaştı

Münazara sırasında Le Pen, Macron’u cezalandırıcı bir ekoloji programı yürütmekle suçladı: Uluslararası anlaşmaları, Paris İkilm Atlaşması ve IPCC raporlarına aslen karşı çıkmayan Le Pen, ekolojik geçişin “Fransızlara dayatılandan çok daha yavaş” olması gerektiğini savundu ve Macron’un, parası yetmeyen insanları elektrikli araba aldırmaya zorladığını söyledi.

Ayrıca Macron’un, zaman zaman tatil yaptığı Pas-de-Calais‘in bir beldesi Le Touquet‘in önü hariç “her yerde deniz üzeri rüzgar türbinleri planlamakla” suçladı.

Macron da, Le Pen’in planındaki halihazırda inşa edilmiş rüzgar santrallerini sökme ve gelecektekileri yasaklama önerisine değinerek, “Projenizde tek bir ekolojik öneri yok” dedi ve “Siz bir iklim şüphecisisiniz (klimatoseptiksiniz)” cümlesini kullandı.

Hızlıca karşılık veren Le Pen, “Ben kesinlikle iklim konusunda şüpheci değilim, öte yandan siz iklim ikiyüzlüsüsünüz” dedi.

Konu yine nükleer

Macron, LePen’in projesine dair “Uzmanlar çok net bir şekilde projenizin sürdürülebilir olmadığını söylüyor. Tamamen nükleerden geçen bir proje ve fosil yakıtlardan çıkış stratejisi yok. Mümkün değil, mevcut yenilenebilirleri nükleerle değiştiremezsiniz” dedi.

Le Pen, ise daha önce kapatılan Fessenheim nükleer santralini yeniden açma sözünü verdi. Hiçbir güvenlik gerekçesinin bunu  haklı göstermediğini söyleyerek Macron’u suçladı ve “Fessenheim’ı kapatarak göreve başladınız” eleştirisini getirdi.

New York Times‘ın yorumuna göre Macron, karbonsuz bir geleceğe geçişte kendisini Avrupa lideri olarak konumlandırmaya çalışsa da, Fransa’nın rüzgar ve güneş enerjisi kapasitesi, nükleer enerji üretimindeki açığı kapatmak için henüz yeterli değil.

Fotoğraf: Bob Edme/Associated Press

Macron, Fransa’nın en az 50 açık deniz rüzgar çiftliği kurmaya çalışarak ve Fransa’nın karadaki rüzgar enerjisi kapasitesini ikiye katlayarak bu güç kaynaklarını artıracağını söyledi. Buna göre Fransa ayrıca 2030 yılına kadar 100 gigawatt’ın üzerinde enerji üretmek için güneş enerjisi kapasitesini on kat artıracak.

Öte yandan Macron, net sıfır emisyon ve enerji bağımsızlığına geçişi hızlandırmak için nükleer enerjiyi destekliyor. Paris İklim Anlaşması’nın güçlü bir savunucusu olan Macron, karbon emisyonlarını azaltmanın bir yolu olarak nükleer enerjiyi ikiye katlama kararıyla birçok Fransız ekolojistini hayal kırıklığına uğrattı.

Mevcut planı, ülkenin Avrupa’nın en büyük atom enerjisi üreticisi konumunu güçlendirmeyi ve Électricité de France’ı (EDF) büyüyen küresel nükleer enerji pazarında Çin ve Amerikan şirketlerine karşı daha agresif bir şekilde rekabet edecek şekilde konumlandırmayı amaçlıyor. Çevre grupları, Macron’un Parlamentoya veya Fransız vatandaşlarına danışmadığını söylüyor ve nükleer girişimini kınıyor.

Greenpeace Fransa‘nın enerji geçiş politikası başkanı Nicolas Nace, “Bu, nükleer tesislerin ürettiği tehlikeli atıklar açısından Fransa’yı yüzyıllarca meşgul edecek çok önemli bir karar. Bununla ilgili gerçek bir demokratik tartışma olmadı – sadece fırsatçı açıklamalar yapan bir aday var” yorumunu yapıyor.

İklim değişikliği ve nükleer endüstrinin bu konudaki potansiyel rolü, Fransa’nın yaklaşan cumhurbaşkanlığı seçimlerinde merkezi bir konu haline gelmişti. Fransa’nın Yeşiller partisi dışındaki adayların çoğu, iklim hedeflerine ulaşmak için nükleer enerjiye ihtiyaç olduğunu belirtmişti.

Putin hamlesi

Macron, seçimin en belirleyici meselelerinden biri olan Rusya-Ukrayna savaşı tartışması sırasında Le Pen’i, 2014 yılında bir Rus bankasından  o zaman adı Front National (Ulusal Cephe) olan partisinin finansmanı için 9,4 milyon avroluk bir kredi aldığını hatırlatarak sıkıştırdı ve şöyle dedi:

Siz Rus gücüne ve Bay Putin‘e bağımlısınız. Rusya’dan bahsettiğinizde aslında bankerinizden bahsediyorsunuz, Madam Le Pen.”

Kredi hala geri ödenmedi ve 2016 yılında bankanın çöküşüye birlikte şimdi Rus ordusuyla bağları olan bir şirket tarafından tutuluyor.

Le Pen, Ben tamamen özgür bir kadınım” diye karşılık verdi ve “özgür bir Ukrayna”yı desteklediğini söyledi. Ayruıca Rus yetkililerle herhangi bir gizli anlaşma da imzaladığı iddialarına karşı çıktı.

Fransız bankalarının kendini finanse etmeyi reddetmesi karşısında “yurt dışına çıkıp kredi vermeye zorlandığını” söyleyen Le Pen, “Biz fakir bir partiyiz ama bu onursuzluk değil” diyerek kendini savundu.

Rusya’nın Ukrayna’yı işgalinden önce 2014’te Kırım‘ın ilhakını onaylayan Le Pen, uzun yıllardır Putin’in güçlü bir destekçisi olarak biliniyor.

Fotoğraf: Mikhail Klimentyev / SPUTNIK / AFP)

Öte yandan Ukrayna Devlet Başkanı Volodimir Zelenski tartışmadan hemen önce Fransız televizyon kanalı BFM’ye verdiği bir röportajda şunları söyledi:

“Ülkenizin seçimlerine dair bir beyanda bulunmam ama Emmanuel Macron ile iyi ilişkimizi bunu kaybetmek istemem. Le Pen ise bir hata yaptığını anlarsa onunla da ilişkimiz değişebilir”

Jadot: Macron’a tereddütsüz oy verin

Öte yandan, seçimlerin birinci turunda elenen ama beklenenin üzerinde oy alan Fransa Yeşiller Partisi Başkanı Yannick Jadot, bugün Le Monde‘da yazdığı yazıda, “Macron’a hiç tereddüt etmeden, hiç ikilemde kalmadan oy verin” dedi.

“Marine Le Pen’in projesi, benzeri görülmemiş bir ekolojik gerileme projesidir” diyen Jadot, Le Pen’in ikinci turu kazanma ihtimalinin olduğunu vurgulayarak şöyle yazdı:

“Hiç kimse, demokrasimiz, sivil barış, iklim, dayanışma ve haysiyet için ölümcül olacak bir Marine Le Pen zaferi riskini küçümsememelidir. İktidardaki bir aşırı sağ, hayal ettiğimiz ve inşa etmek istediğimizin tam tersi bir dünyadır.

Çekimser olmak, boş veya geçersiz oy kullanmak Marine Le Pen’in zaferini mümkün kılmaktır. “

Yolcu otobüsünde 63 sincap yavrusu bulundu: Cezası 327 bin lira

Anadolu Otoyolu’nun Bolu kesiminde jandarma tarafından durdurulan yolcu otobüsünde 63 sincap yavrusu bulundu.

Dörtdivan yakınlarındaki dinlenme tesisinin önünde yol kontrolü yapan jandarma ekipleri, Batman’dan İstanbul’a giden yolcu otobüsünü durdurdu.

Otobüste yapılan aramada iki tel kafes içinde 63 sincap yavrusu bulundu. Ekiplerin, hayvanların göndericisi ve alıcısını belirlemek için başlattığı çalışma sonucu sincap yavrularını İzmit’te ve Gebze’de alacak iki kişi tespit edildi.

Doğal alana bırakılacaklar

Sincapları gönderen ve alacak üç kişiye ilgili kanun maddesi gereğince 327 bin lira idari para cezası uygulandı.

Yolcu otobüsünde bulunan sincap yavruları, Jandarma HAYDİ ekiplerince Bolu Doğa Koruma ve Milli Parklar görevlilerine teslim edildi. Sincap yavruları, incelemelerin ardından doğal yaşam alanlarına bırakılacak.