Ana Sayfa Blog Sayfa 945

Şeffaflık Derneği araştırması: Türkiye’nin dörtte üçüne göre yolsuzluk arttı

Uluslararası Şeffaflık Derneği, “Türkiye’de Yolsuzluk: Neden? Nasıl? Nerede?” adlı araştırmasının sonuçlarını açıkladı. Derneğin 14-17 Ocak tarihlerinde KONDA Araştırma şirketi aracılığıyla gerçekleştirdiği kamuoyu araştırmasına 2 bin 780 kişi katıldı.

Araştırma, Türkiye’de yolsuzluğun hangi kurumlarda ve kamunun hangi alanlarında yaygın olduğu, hükümetin bu konudaki performansı ve seçmen tercihlerine ilişkin temel bulguları içiyor.

‘Güven bunalımının göstergesi’

Çalışmanın bulgularına göre Türkiye’de her dört kişiden üçü son iki yılda yolsuzluğun arttığı görüşünde. Araştırmaya katılanların sadece yüzde 16’sı yolsuzluğun arttığı yargısına katılmıyor.

Araştırmaya göre, yolsuzlukla mücadele edileceği ve bu gidişatın tersine döneceği konusunda da bir umutsuzluk söz konusu. Türkiye’de üç kişiden ikisi gelecek iki yıl içinde yolsuzluğun artacağını düşünüyor.

Çalışmadan çıkan sonuçlar şöyle:

Yolsuzluk seçmen tercihlerinde etkili

Gelecek yıl Türkiye’de seçim olacağını düşünüldüğünde yolsuzluğun seçmen tercihlerine göre dağılımı daha da önem kazanıyor. Toplumun %79’unun partisi hakkındaki yolsuzluk iddialarının oy tercihi üzerinde etkili olacağını belirtmesi göreceli olarak umut vaat eden alanlar arasında.

Çalışmanın bulguları, iktidar ve muhalefet partilerinin seçmenleri arasında  gözle görülür bir farka işaret etse de iktidar ortaklarına oy verenlerin arasında da yolsuzluğun arttığı fikri yaygınlaşıyor. AKP seçmeninin yüzde 44’ü, MHP seçmeninin yüzde 63’ü son iki yılda yolsuzluğun arttığını düşünüyor. Bu oran CHP seçmenleri arasında yüzde 97, İYİ Parti seçmenleri arasında yüzde 91, HDP seçmenleri arasında ise yüzde 92.

Toplumun yüzde 60’ı ise hükümeti yolsuzlukla mücadele konusunda başarısız buluyor. İYİ Parti seçmeninin yüzde 91’i, CHP seçmeninin yüzde 86’sı, HDP seçmeninin yüzde 85’ine göre hükümet yolsuzlukla mücadelede başarısız. Bu oran MHP seçmeninde yüzde 46, AKP seçmeninde ise yüzde 19’a düşüyor. Adı yolsuzluk iddialarına karışmış herhangi bir partiye oy verme eğilimi üniversite mezunlarında oldukça az ancak eğitim seviyesi azaldıkça, hayat tarzı muhafazakârlaştıkça ve dindarlık seviyesi arttıkça bu eğilimde de bir artış ortaya çıkıyor.

10 kişiden sekizi ‘Yolsuzlik iddiası oy tercihimi etkiler’ diyor

Toplumdaki her 10 kişiden 8’i, bir yolsuzluk iddiasının gelecek seçimdeki oy tercihini kısmen veya kesinlikle etkileyeceğini söylerken bu konudaki en büyük kırılım seçmen davranışlarında yaşanıyor. Kararsızlar yolsuzluğa karşı en net tavrı sergileyen seçmen kümesi olarak dikkat çekiyor. Kararsızların %94’ü oy verdikleri parti hakkındaki yolsuzluk iddiasının, oy tercihlerini “kesinlikle” veya “kısmen” etkileyeceğini söylüyor. Liderine güvendiği
partiye oy verenlerin ve büyük bir çoğunluğunu AKP ve MHP seçmeninin oluşturduğu ‘Liderci’ler ise yolsuzluk iddiasından oldukça az etkilenecek gibi gözüküyor.

Z Kuşağı Etkisi

Gençlerin ve öğrencilerin yolsuzluk karşısında tavrı oldukça net. 15-17 yaş arasında bulunan ve henüz oy vermek için sandığa gitmemiş gençlerin %88’i, 18-32 yaş arasında bulunan gençlerin ise %83’ü, oy verecekleri parti hakkında çıkacak olası bir yolsuzluk iddiasının sandıkta verecekleri karar üzerinde kesinlikle veya kısmen etkili olacağını söylüyor.
Yine 18-32 yaş aralığında bulunan gençlerin %76’sı son iki yılda yolsuzluğun arttığını, %67’si önümüzdeki iki yıl içinde artacağını düşünürken, %62’si de hükümeti başarısız buluyor.

Memura hediye-bahşis

Toplumun ortak paydalarda buluştuğu konuların başında ‘Bir devlet memuruna hediye (ya da bahşiş) vermek yolsuzluktur.’ düşüncesi yer alıyor. Toplumun %77’i, ortalama her 10 kişiden 8’i bunun yolsuzluk olduğunu düşünüyor. Eğitim seviyesi arttıkça, hayat tarzı modernleştikçe ve ve dindarlık azaldıkça, bu durumunu yolsuzluk olduğunu düşünenler artıyor.

Yolsuzlukla karşılaşanlar suskun

Toplum genelinde yolsuzluğa dair fikirler ve algılar oldukça fazla olsa da bir şekilde kendisi veya bir tanıdığı usulsüz ödeme yapan veya yapmak zorunda kalan veya dolaylı yoldan böyle bir durumu yaşayıp yaşamadığı sorusuna toplumun %89,5 gibi çok büyük bir bölümü cevap vermiyor. Yolsuzlukla karşılaştığını belirtenlerin oranı ise %11 civarında.

Toplumun bu soruda büyük ölçüde sessiz kalmasının düşünce özgürlüğü üzerindeki baskılarla ilgili olduğu düşünülmektedir. Yolsuzlukla karşılaşmasına rağmen şikâyette bulunmayanların %53’ü yasal şikâyette bulunmanın bir faydası olmayacağını düşündükleri için, %32’si de ihtiyaç duymadıkları için şikâyette bulunmadıklarını söylüyor. Geri kalanların ise
%10’u olumsuz bir tepki almaktan çekiniyor. Bu bize toplumun önemli bir çoğunluğunun, yolsuzluğa ilişkin şikâyet ve itiraz yollarının kapalı olduğunu düşündüğü gösteriyor.

İhaleler ve cezasızlık en önemli neden olarak görülüyor

Yolsuzluğun yaygınlaşmasının nedenleri sorulduğunda, “yolsuzluğun cezasız kalması” %80, “ihale sistemleri” %80, “kamu kurumlarında şeffaflığın ve hesap verebilirliğin olmaması” %77, gibi etkenlerin ilk sıralarda sayılması güven bunalımının en çarpıcı göstergelerinden biridir. Bu oran giderek yaygınlaşmakta olan dokunulmazlık ve cezasızlık kültürünün toplumu sürüklediği güven bunalımına ve umutsuzluğa dair çarpıcı bir veri
olarak göze çarpmaktadır. Büyük yolsuzluk skandallarının soruşturulmaması, aksine bu skandalları gündeme getiren kamu görevlilerinin ya da gazetecilerin cezalandırılması, hukuk devleti ilkesinin önemli ölçüde zedelenmesine ve cezasızlık kültürünün yaygınlaşmasına neden olmaktadır. Aynı şekilde “siyaset ve sermaye ilişkisi” %76, devlet görevlilerinin dokunulmazlıkları” %76, “basın özgürlüğü yetersizliği %71, ve “kamudaki maaşların yetersiz olması” %43, gibi etkenlerin de oldukça yüksek oranlarla sıralanmış
olması güven bunalımının siyaset, iş dünyası, medya ve yargı dörtgeninde yoğunlaştığını göstermektedir.

En çok hangi alanlarda yolsuzluk var?

Toplumun %82 gibi büyük bir çoğunluğu siyasi partilerin yolsuzluğa bulaşmış olduğunu düşünüyor,  bunu yerel yönetimler, kamu kurumları ve medya takip ediyor.

Kamu kurumları sorulduğunda ise toplumun %57’si gümrük ve dış ticareti, %53’ü vergi dairelerini, %53’ü ise ruhsat ve imar işlemi yapan kurumları kamuda en çok yolsuzluk yapılan alanlar olarak işaret ediyor. Bu üç alanı %47 ile tapu daireleri, %44 ile yargı, %43 ile hazine ve para politikaları, %40 ile eğitim takip ediyor.

Toplumun görece daha çok güvendiği alanlar ise dini kurumlar, diyanet, sağlık, emniyet ve iç güvenlik. Toplumun üçte bir bu kurumlar ve alanlarda yolsuzluk yapıldığını düşünüyor. Toplumun sadece yüzde 17’si orduyu, kamuda en çok yolsuzluk yapılan alanlardan biri olarak gösteriyor.

Toplumun %85 i ihaleleri en çok yolsuzluk yapılan işlemler olarak görürken, bunu gümrük işlemleri %83, ve imar ve ruhsat işlemleri, %82 ile takip ediyor.

Sonuç

Şeffaflık Derneği’nin araştırmasında şu sonuca varılıyor:

“Araştırmamızın bulguları Türkiye’deki yolsuzluğun hızla artış eğiliminde olduğu ve temel hak ve özgürlükler ile demokrasinin işleyişine yönelik somut bir tehdit haline geldiğine işaret etmekte. Ülkedeki sosyal, politik ve ekonomik istikrarsızlığın yanı sıra, kamuoyu araştırmalarının da gösterdiği gibi, yolsuzluk hem özel sektör hem de kamuoyu için kritik bir düzeye ulaşmış durumda.”

 

 

Çiftçi sayısı 500 binin altına düştü: Son yılların en düşük seviyesi

Türkiye Ekonomi Politikaları Araştırma Vakfı (TEPAV) İstihdam İzleme Bülteni’nin 116. sayısını yayımladı. Hazırlanan raporda üretim maliyetlerindeki artışın tarıma vurduğu darbe gözler önüne seriliyor. 

Rapora göre, Türkiye’de çiftçi sayısı son yılların en düşük seviyesine geriledi. Sigortalı ücretli çalışanların yüzde 52,5’ini oluşturan üç ana sektördeki istihdam artışları da son bir yıl içinde gerçekleşen en düşük seviyelerde.   bulunuyor. 

Çiftçi azalıyor, esnaf artıyor

SGK ocak ayı verilerine yer verilen raporda, esnaf-çiftçi grubundaki (4/b) değişimin yüzde 4,7 artış yönünde olmakla beraber alt sınıflarda eğilimlerin farklılaştığı belirtildi. Bu dönemde esnaf sayısında yüzde 9,1 (210 bin) artış, çiftçi sayısında ise yüzde 13,2 (75 bin) düşüş görüldü. Raporda söz konusu rakamlara ilişkin “Çiftçi sayısında uzun süreli düşüş eğiliminin yanı sıra, esnaf sayısında son aylardaki yüksek oranlı artışlar dikkat çekmektedir” değerlendirmesi yapıldı.

İnşaat sektörü de hızla geriliyor

Toplam sigortalı ücretli çalışanların yüzde 27,7’sinin imalat, yüzde 15,6’sının toptan/perakende ticaret ve yüzde 9,2’sinin inşaat sektörlerinde istihdam edildiği aktarılan raporda, şu bilgiler şu bilgiler yer aldı:

“Yıllık değişimlere bakıldığında imalatta yüzde 7,4, toptan ve perakende ticaret sektöründe yüzde 3, inşaat sektöründe ise yüzde 0,2 artış gözlenmekle beraber söz konusu artışlar yılın en düşük düzeylerine işaret etmektedir. Özellikle inşaat sektöründe Nisan 2021’den itibaren gözlenen hızlı gerileme eğilimi dikkat çekmektedir. Diğer taraftan, sigortalı ücretli çalışanların yüzde 8,5’ini oluşturan dördüncü ana sektör olan idari ve destek faaliyetindeki istihdam son bir yılın dokuz ayında gerilerken, kasımda başlayan sınırlı artış trendi aralık (yüzde 1,7) ve ocak (yüzde 1,2) aylarında devam etti.

Hizmet sektörleri istihdamında da artışlar göreli olarak sınırlı kaldı. İnsan sağlığı ve sosyal hizmet faaliyetlerinde yüzde 2,8, kamu yönetimi ve savunma; zorunlu sosyal güvenlikte ise yüzde 12,1 yıllık istihdam artışları gerçekleşti.
Konaklama ve yiyecek hizmeti faaliyetlerinde (yüzde 17,1), eğitim (yüzde 14,7) ve ulaştırma ve depolama (yüzde 9,9) sektörlerinde yüksek oranlı istihdam artışları ise devam etti.

En çok daralan sektör bina ve çevre düzenleme faaliyetleri

Rapora göre, 89 alt sektörün 12’sinde sigortalı ücretli çalışan sayısında azalış oldu. En çok daralan sektör ise 17 binlik istihdam kaybı ile bina ve çevre düzenleme faaliyetleri. Ev hizmetlerinde 10 günden fazla çalışanlar (14 bin), idari danışmanlık faaliyetleri (10 bin) ve bilgisayar ve kişisel ev eşyaları onarımı faaliyetleri (3 bin) de istihdamı çalışan sayısı olarak en çok daralan diğer sektörler olarak öne çıktı.

Oransal olarak bakıldığında ise istihdam en hızlı hanehalkları tarafından kendi ithalat faaliyetleri sektöründe (yüzde 28,5) geriledi. Bu sektörü yüzde 22,2’lik azalışla ev hizmetlerinde 10 günden fazla çalışanlar sektörü ile yüzde 9,8’lik azalışla kiralama ve leasing faaliyetleri sektörleri takip etti. Sinema filmi ve ses kaydı yayımcılığı, suyun toplanması arıtılması ve dağıtımı ve idari danışmanlık faaliyetleri de istihdam kaybı yaşayan diğer sektörler oldu.

Kadın çalışan sayısı düştü

Kadın çalışan sayısı geçen yıla göre yükselirken, aralık ayına göre azaldı. Ocak 2022’de sigortalı kadın çalışan sayısı bir yıl öncesine göre 490 bin artarken, aralık ayına göreyse 4,7 bin azaldı ve 5,1 milyona ulaştı. Kadın çalışanların toplam istihdam içindeki payı da yüzde 32,1’e yükseldi. Sigortalı ücretli kadın çalışan sayısında eylül ayından bu yana devam eden artış trendi son bulurken, kadın istihdamı aralık ayında ulaştığı sayı olarak en yüksek tarihsel istihdam seviyesinin altına indi.

Rapora göre ocak ayında istihdam sayısı en çok İstanbul’da, en hızlı ise Batman’da arttı.

 

Antarktika’da sıcak dalgası: Deniz buzu yüzde 26 azaldı

Ross ve Amundsen denizlerindeki buz seviyesi özellikle düşük olarak tespit edildi.

Mart ayında kıtayı daha sıcak bir hava kütlesi etkisi altına almış ve Concordia araştırma istasyonunda ölçülen sıcaklıkları, bölgenin normali olan ortalama -55 dereceden, yeni bir rekor olan -11,5 derece seviyelerine çıkarmıştı.

İlgili haber: https://yesilgazete.org/hem-guney-hem-kuzey-kutbunda-rekor-sicaklik-olculdu/

Euronews‘in aktardığına göre, Fransa’nın Grenoble Alpes Üniversitesi‘nden iklimbilimci Jonathan Wille, kıtada yaşanan iklim olaylarını şöyle açıkladı: “Antarktika iklimini yakından izliyor ve bu tamamen emsali olmayan bir durum. Kıtaya ilişkin kayıtlarımız  dünyanın geri kalanı kadar eski olmasa da bu, Haziran 2021’de Kuzeybatı Pasifik’te gördüğümüz sıcak dalgasına benzer bir olay. İklim sistemine dair bildiklerimizi yeniden düşündüren türde bir gelişme.”

Antarktika deniz buzu seviyesi anormallikleri. (Görsel: Euronews) 
Amundsen ve Ross denizleri (Görsel: Euronews) 

Alışılmadık yumuşak kar yağışı

Dome Concordia araştırma istasyonu, kıtanın yüksek bir noktasında bulunuyor ve bölge kuru bir havaya sahip. Kıyıdan bin kilometre uzakta ve rakımı üç bin metreden fazla olan alan, normalde donmuş bir çöl şeklinde. Ancak mart ayı ortalarında, bölgede sıcaklıklar eksi 11,5 dereceye kadar yükseldi.

Fransız Kutup Enstitüsü‘nden (Institut Polaire Français) buzbilimci Julien Witwicky,  “Kar, 10 cm birikti. Genelde bir yılda yağan kardan daha fazla. Birkaç gün boyunca, sert bir karın üzerinde yürümek yerine, yumuşak bir kara bata çıka yürüdük. Antarktika’dan çok Fransız Alplerine benzer bir tabloydu” dedi.

Concordia’daki alışılmadık kar yağışı daha geniş bir eğilimin bir parçası olabilir. Yine yüksekte ve iç kesimlerde bulunan Almanya’nın Kohnen istasyonu, kar yağışının son yirmi yılda yüzde 20 oranında arttığını bildirdi.

Geçen yıl da Almanya’ın denizel Neumayer istasyonu ortalamadan yüzde 50 daha fazla kar ölçmüştü. Alfred Wegener Enstitüsü‘nden Profesör Olaf Eisen bu durumu şöyle açıkladı: “Bu küresel ısınmanın bir parçası olarak tahmin edilen bir şey. Atmosfer ısındığında daha fazla nem tutuyor, bu da daha fazla nem daha fazla kar yağışı anlamına gelir.”

‘Antarktika buz kaybetmeye devam edecek’

Geçen ay Roma şehri kadar bir alan kaplayan Conger buz sahanlığı, yıllar süren dengesizliğin ardından çökmüştü. Daha sıcak okyanuslar ve daha sıcak havanın, buz sahanlıklarını incelterek onları daha da dengesiz hala getirmesinden yola çıkarak, genel kanı, Antarktika’nın buz kütlesi kaybetmeye devam edeceği yönünde.

International Polar Foundation Başkanı Alain Hubert, “Sahada çalışan ve burayı 15 seneden fazla süredir izleyen biri olarak şunu söyleyebilirim ki, kıta buzulundan oluşan ve okyanus seviyesine doğrudan etkisi olan tüm bu buz sahanlıkları, artarak devam edecek. Kesin diyorum çünkü su ısınıyor ve önümüzdeki 10 yılda bu değişmeyecek” diyor.

İlgili haber: https://yesilgazete.org/antarktikadaki-deniz-buzlarini-kaybetmek-canliligi-da-kaybetmek-demek/

Copernicus İklim Değişikliği Servisi verilerine göre, dünya genelinde 2022 yılı Mart ayı, 1991-2020 Mart ayı ortalamasından 0,39 derece daha sıcaktı. Bu da geçtiğimiz ayın ölçülen en sıcak beşinci mart ayı olduğu anlamına geliyor.

Avrupa’da 2022 yılı Mart ayı sıcaklık ortalaması ise 1991-2020 ortalamasından 0,43 derece daha düşük. Copernicus 2022 Mart’ının son 10 yılın üçüncü en soğuk mart ayı olduğunu belirtiyor.

Geleceğin habercisi

Modellemeler, büyük ölçekli iklim modellerinin giderek daha değişken hale geldiğini gösteriyor. Bu, görünüşte tek seferlik olan bu sıcak hava dalgalarının iklim değişikliğinin de etkisiyle geleceğin habercisi olabileceği anlamına geliyor.

Özellikle Kuzey Kutbu, dünyanın geri kalanından iki kat daha hızlı ısınıyor. Bunun nedeni, eriyen deniz buzunun altından çıkan karanlık okyanus suyunun daha fazla ısıyı emmesi.

Hükümetler Arası İklim Değişikliği Paneli (IPCC), Kuzey Kutbu deniz buzunun mevcut geri çekilmesine devam etmesini ve 2050’lerde buzsuz yazların yaşanmasını öngörüyor.

İlgili haber: https://yesilgazete.org/ipcc-3uncu-calisma-grubunun-raporu-aciklandi-1-5c-siniri-icin-firsat-penceresi-kapanmak-uzere/

 

 

AYM, Seçim Kanunu’na itirazı esastan görüşecek

Anayasa Mahkemesi (AYM), CHP’nin Seçim Kanunu’nun bazı maddelerinin iptali istemiyle yaptığı başvuruda ilk incelemeyi tamamladı. Başvuruda eksiklik görmeyen Yüksek Mahkeme, iptal istemini esastan görüşme kararı aldı.

AKP ve MHP’nin Meclis’e getirdiği seçim kanununda değişiklikleri içeren kanun teklifinin kabul edilmesinin ardından CHP itirazını yüksek yargıya taşımıştı.

CHP’nin itirazları

CHP’nin Anayasa Mahkemesi’ne yaptığı başvuruda; il ve ilçe seçim kurullarının oluşumu, kurul başkanlığının kıdemli hakimler yerine birinci sınıf hakimler arasından kura çekimiyle belirlenmesi ve üç ay içinde seçim kurullarının yeniden oluşturulmasının anayasaya aykırılık taşıdığı gerekçesiyle yürütmesinin durdurulması ve iptali talep edilmişti.

CHP’nin iptal edilmesini talep ettiği bir diğer madde ise, Cumhurbaşkanını’nı propaganda yasakları dışında tutan düzenlemeye ilişkin.

Faturasını ödemeyen Kılıçdaroğlu’nun evinin elektriği kesildi

Elektrik zammı geri alınana kadar faturasını ödemeyeceğini açıklayan CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu, evinin elektriği bugün (21 Nisan) itibariyle kesildiğini açıkladı.  Sosyal medya hesabından açıklama yapan Kılıçdaroğlu, elektrik zammına maruz kalan milyonlar için yola çıktığını belirterek, “Bu eylemim bir sivil itaatsizlik çağrısı değildir. Bir direniştir. Eylemim ülkenin karanlıkta kalan ailelerine, çocuklarına ses olmak içindir” dedi.

CHP lideri, 9 Şubat’ta “Erdoğan 31 Aralık’ta imzaladığı zamları geri çekinceye kadar ben, bugünden itibaren gelecek hiçbir elektrik faturamı ödemeyeceğim” demişti.

‘Enerjiye yapılan zam üç yılda yüzde 400’ü aştı’

Kılıçdaroğlu, sosyal medya hesabından paylaştığı video mesajında, son üç yılda enerji zamlarının yüzde 400’ü aştığını belirterek, şunları söyledi:

“Eşimden az önce bir haber geldi. Bugün elektriğimizi kesmişler. Hepinizin malumu. Milletimiz çok zor günlerden geçiyor. Hanelerin belini büktüler. Enerjiye yaptıkları zamlar, 3 yılda yüzde 400’ü aştı. Tam yüzde 400. Geri çekin zamları dedim geri çekmediler. Oysa enerji temel bir insan hakkıdır. Ekmek gibidir, su gibidir, hava gibidir. Hakkındır elektrik ey halkım.

‘Geçen yıl dört milyona yakın abonenin elektriği kesildi’

Şimdi gelelim can alıcı soruya. 2021’de kaç abonenin elektriği kesildi derseniz. 2021 yılında toplam 3 milyon 449 bin 344 abonenin elektriği kesildi. 4 milyon abone yahu abone. Kişi değil. Kaç kişi demek, bunun hesabını varın siz yapın. Çektiğimiz, size çektirdiğimiz çileye bakın Allah aşkına. Et ve Süt Kurumu’na yatağa aç giren çocuklar için gitmiştim. Oysa zavallı yoksul çocuklarımız hem aç hem de ışıksız giriyorlar yataklara. Bu eşkıya düzenine karşı faturamı ödemeyeceğimi söyledim. Ödeyemeyeceğimden değil, ödeyebilirim ama bu nasip kısmet uğruna verilen kavgada yerimiz belli olsun istedim. Halil İbrahim sofrasına ben de oturmak istedim, ödemedim. Ödeyemeyenlerin sesi olmak istedim. Bundan sonraki süreci konuşmak üzere tüm halkımızı akşam 21.00 sularında ekranları başına davet ediyorum.”

Uzun süre seks yapmamanın yan etkileri var mı?

Zawn Villines‘in Medical News Today’de yayımlanan bu yazısı, Yeşil Gazete tarafından derlenerek çevrilmiştir.

*

Bir kişinin seks sıklığı, yaşamı boyunca değişebilir. Doğru miktarda seks yoktur ve uzun süre seks yapmamanın olumsuz yan etkileri olmak zorunda değildir.

Seks yapma sıklığı yaşa, cinsel dürtüdeki dalgalanmalara ve ilişki durumuna bağlı olarak zaman zaman doğal olarak değişir. Pek çok insan seks yapmadan da dolu dolu ve tatmin edici bir hayat yaşar.

ABD’de 17 bin 744 kişi üzerinde yapılan bir çalışmada, erkeklerin yüzde 15.2’si ve kadınların yüzde 26.7’si geçen yıl seks yapmadığını; erkeklerin  yüzde 8.7’si ve kadınların %17.5’i 5 yıl veya daha fazla zamandır seks yapmadığını belirtti.

Araştırmada, seks yapmayanlar,  cinsel açıdan aktif olanlara çok benzer mutluluk seviyeleri bildirdi.

İlgili herkes açıkça rıza gösterdiği sürece, cinsel duyguları ifade etmenin doğru ya da yanlış bir yolu yok. Hiç kimse kendini seks yapmak zorunda hissetmemeli.

Seksten kaçınmak kişinin sağlığına zarar vermez ve hatta sağlıklı bile olabilir.

Vücut üzerindeki etkileri

İnsanlar uzun süre seks yapmamayı bekarlık veya yoksunluk olarak adlandırır. Oysa birisi aylarca veya yıllarca seks yapmadığında, sağlığı üzerinde herhangi bir olumsuz fiziksel yan etki görmesi pek olası değil.

Bununla birlikte, seksin sağladığı bazı faydalar da var.

Araştırmalar, düzenli seks yapmanın, bağışıklık sistemi işlevini iyileştirme, kan basıncını düşürme, stres düzeylerini düşürme ve daha az kardiyovasküler hastalık riski dahil olmak üzere belirli sağlık yararları ile sonuçlanabileceğini gösteriyor.

İnsanlar, cinselliğin stresi azaltmak gibi fizyolojik faydalarından bazılarını mastürbasyonla da elde edebilirler.

Erkeklerde prostat sağlığı, ister başka biriyle ister tek başına olsun, sık boşalmadan fayda görebilir. 2016 yılında yapılan bir araştırma, ayda en az 21 kez boşalan erkeklerin, ayda 4-7 kez boşalan erkeklere kıyasla prostat kanseri riskinin daha düşük olduğunu buldu.

Kadınlar için, partnerle veya solo olarak sık cinsel aktivite, mesaneyi destekleyen pelvik taban kaslarını güçlendirebilir, mesane fonksiyonunu iyileştirebilir, inkontinans ve sızıntıyı azaltabilir.

Akıl sağlığı üzerindeki etkileri

Düzenli seks yapmanın bir kişinin duygusal sağlığının önemli bir parçası olduğu konusunda yaygın bir fikir var. Bu bazı insanlar için geçerli olsa da, herkes için geçerli değildir.

Cinsel perhiz istem dışı olduğunda kişiler ruh sağlıkları üzerinde olumsuz etkiler hissedebilirler. Tersine, cinsel istek duymayan insanlar da aksi duyguları rahatsız edici bulabilir.

Bir ilişkideyken seks yapmamak, kişinin güvensiz veya endişeli hissetmesine neden olabilir. Bu duygular hakkında konuşmak, herhangi bir rahatsızlık hissini ortadan kaldırmaya yardımcı olabilir.

Bazıları içinse seksten kaçınmak iyi bir ruh sağlığı için önemlidir. İnsanlar, örneğin düşük bir cinsel dürtüye sahip oldukları, aseksüel oldukları veya sadece cinsel ilişkiye girmemeyi seçtikleri için pek çok nedenden dolayı seksten kaçınabilir.

Bireye ve durumuna bağlı olarak cinsel ilişkiden kaçınmak cinsel yolla bulaşan enfeksiyon riskinden kaçınmak, seks hakkındaki olumsuz duyguları üzerinde çalışmak için vakit ayırabilmek, dini inançlarıyla tutarlı şekilde yaşamak veya bir endişe kaynaından kaçınmak gibi potansiyel faydaları içerebilir.

Bununla birlikte, araştırmalar, seksin stresi azaltmak için iyi bir yol olduğunu ve bunun da kişinin zihinsel sağlığını artırabileceğini bildiriyor.

Bazı insanlar, mastürbasyonun da ruh halinin yükselmesini sağlayan hormonları salmasıyla stres ve kaygıyı azalttığını denyimleyebilir.

İlişkiler üzerindeki etkileri

Birçok insan, sık cinsel ilişkiye girmediği halde tatmin edici romantik ilişkilere sahiptir. Bazıları için de düzenli seks, ilişkinin sağlığını iyileştirebilir.

2015 yılında yapılan bir araştırma,  ilişki içindeki cinsel sıklığın yalnızca iyi oluş halinin bir göstergesi olduğunu gösteriyor. Buna göre haftada bir  seks yapmak ve daha yüksek ilişki doyumu arasında bir korelasyon buldular. Bu memnuniyet, seks sıklığı haftada birden fazla arttığında değişmedi.

Bazı insanlar için seks, iletişimi ve yakınlık duygularını artırabilir. Yeterince seks yapmadıklarını hisseden insanlar, ilişkilerinde bir sorun olduğundan endişelenebilir veya partnerlerinin artık kendilerine ilgi duymadığından korkabilirler.

Bu durumlarda, insanlar iletişimi ve yakınlığı geliştirmek için başka yöntemler deneyebilirler. Sarılma, öpüşme, sevecen jestler ve birbirlerine açılma, cinsel aktivite içerip içermediğine bakılmaksızın bir ilişkinin sağlığını iyileştirebilir.

Aseksüellik, bir kişinin çoğunlukla veya hiç cinsel çekim yaşamaması ve seks yapmak için hiçbir istek duymaması anlamına gelir. Aseksüel bir kişi yine de tek başına veya bir partnerle cinsel aktivitede bulunabilir.

Bazıları ise belirli bir süre veya sonsuza kadar cinsel ilişkiden kaçınabilir, bu bir tercihtir.

Aseksüellik bir seçim olmasa da, cinsellikten kaçınma (celibacy) bir seçim veya koşulların ürünü olabilir.

Aseksüellik bir kimliktir ve bir spektrumdur. Bazı aseksüel insanlar cinsel çekim hissetmezken, diğerleri ara sıra bu hislere sahiptir. Başka bir ayrım, demiseksüelliği içerir – demiseksüel insanlar, başka bir kişiye duygusal bir bağ kurduktan sonra çekim hissederler.

Bazı aseksüel insanlar romantik duygular ve romantik bir ilişki arzusu yaşarken, diğerleri yaşamaz. Bu arzuya sahip olmayan kişi “aromantik”tir.

Aseksüellik bir cinsel yönelimdir. Bazı insanlar travmanın veya zihinsel sağlık durumunun buna yol açtığına inanır ancak buna dair bir kanıt yoktur.

Aseksüellik bir “tedavi” gerektirmez. Hiç kimse başka birine seks yapması için baskı yapamaz.

Düşük cinsel istek veya seyrek cinsel ilişkinin ilişkileri üzerindeki etkileri konusunda endişe duyan herkes bunu bir doktor veya terapistle konuşabilir. İlaç tedavisi, terapi, yaşam tarzı değişiklikleri, gelişmiş iletişim ve diğer birçok strateji yardımcı olabilir.

Türkiye’nin beş katı büyüklüğünde orman artık yok: Fidan dikerek iklim kriziyle mücadele edemeyiz

İstanbul Üniversitesi Cerrahpaşa Orman Fakültesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. Doğanay Tolunay, dünyada 1990’lardan itibaren 30 yıllık dönemde 420 milyon hektar, yani Türkiye yüz ölçümünün yaklaşık beş katı kadar orman varlığının yok olduğunu söyledi.

Buna göre her yıl 10 milyon hektara yakın orman yok oluyor.

Birleşmiş Milletler (BM) Tarım ve Gıda Organizasyonu, ormansızlaşmayı, “en az 10 yıl süreyle bir orman alanının niteliğini kaybetmesi” olarak tanımlıyor.

Ormansızlaşma iklim değişikliğini tetikliyor

Ormanlar, iklim değişikliğinin önlenmesinde “doğal yutak alanları” olarak kritik bir önemde bulunuyor: Atmosferdeki karbondioksiti alarak küresel ısınmanın azaltılmasına katkıda bulunuyor.

AA‘ya konuşan Tolunay ormansızlaşmanın nedenlerine dair şunları kaydediyor:

Ormansızlaşmanın nedenlerinin başında yeni tarım ve hayvancılık alanları kazanmak geliyor: Ormanlar kesilerek palmiye ağaçları dikiliyor, kakao ağaçları dikiliyor ya da hayvan çiftliklerine dönüştürülüyor.

Bir diğer sebebi ise madencilik faaliyetleri, bu özellikle Afrika’daki ormanlara çok zarar veriyor.

Öte yandan tropikal ormanların ağaçları çok değerli, piyasada çok para ediyor. Özellikle az gelişmiş ülkeler bu odun geliri için ormanları azaltıyor.

Kaybolan 420 milyon hektar ormanın büyük çoğunluğu, dünyanın en önemli ekosistemleri olan tropikal yağmur ormanlarıydı, özellikle de Afrika ve Güney Amerika‘daki yağmur ormanlarında ciddi azalma yaşandı.

İlgili haber: İklim krizi: Amazon yağmur ormanları kritik eşiğe yaklaştı

İlgili haber: Brezilya’da binlerce kişi Amazon’u madenciliğe açan yasa tasarısını protesto etti

Türkiye 50 yılda Artvin ili kadar orman kaybetti

Resmi rakamlara göre Türkiye’de 22,9 milyon hektar orman alanı bulunduğunu söyleyen Tolunay, “2020 sonuna kadar 748 bin hektar kadar orman alanı, ormancılık dışı faaliyetlerle orman niteliğini kaybetti” diyor.

1970’li yıllardan 2020 sonuna kadar kaydedilen bu kayıp Artvin ilinin yüz ölçümüne denk geliyor.

İlgili haber: İstanbul için iklim krizi ve ormansızlaşma depremden daha büyük tehlike
İlgili haber: Ormancılıkta 150 yıllık gerileme: Devlet ormancılığından mültezim ormancılığına U dönüşü
İlgili haber: Yasalar elimizde, yönetmelikler cebimizde

Doğal ekosistemlerin varlığı afetleri önlüyor

Prof. Dr. Tolunay, iklim değişikliği kaynaklı aşırı hava olaylarındaki artışın altını çizerek doğal ekosistemlerin sel, kuraklık ve dolu gibi afetleri önleme etkisine de dikkat çekiyor:

“Ormanlar şiddetli sağanak yağışlarda tepeleriyle yağışın hızını kesiyorlar. Yağmur toprağa damlayarak düşüyor. Ayrıca yapraklar humus gibi suyu toprağa sızdırıyor. Kuraklık açısından suyun toprağa sızması da çok önemli çünkü yer altı sularını besliyorsunuz. Aynı zamanda su toprağın içine girdiği için sellere neden olmuyor.

İlgili haber: Ormansızlaşma ve biyoçeşitliliğin azalması salgınları neden daha olası hale getiriyor?

Şu anda insanlık olarak iklim değişikliğiyle mücadele edebilmek için elimizdeki en önemli araçlar aslında ormanlar.

Canlıların nesli tehlikede

Ormansızlaşma, biyolojik çeşitliliğie de zarar veriyor. Ormansızlaşma nedeniyle türlerin göç etmek zorunda kalan türler, göç yolları üzerinde çeşitli engellerle karşılaşabiliyor ve su kaynaklarıyla bağlantıları kopabiliyor.

İlgili haber: Gittikçe tükeniyoruz!

Tolunay, ormansızlaşmanın habitatları parçaladığını, canlıların kendi türlerinden olan diğer bireylerle iletişime geçemedikleri için çok küçük popülasyonlar halinde yaşamak zorunda kaldığını da vurguluyor:

“Bu, türlerin neslinin tehlikeye düşmesine neden oluyor. Bilim camiası bu sebepler yüzünden 2100 yılına kadar canlı türlerinin üçte ikisinin yok olma riskiyle karşı karşıya kalabileceğini söylüyor.”

Yeni ormanlar, ormansızlaşmayı telafi etmez

Ülkelerin orman kaybını durdurma konusunda taahhütleri bulunmasına rağmen uluslararası sözleşmelerde buna yönelik bir yaptırım olmadığını söyleyen Tolunay, “Ülkeler, ‘elimizden geleni yapacağız’ diyorlar ama çok fazla bir şey yapılmadığını da görüyoruz. Son yıllarda ormansızlaşmada azalma olsa da tamamen durdurulmadığını da görüyoruz.

İlgili haber: [COP26] 100’den fazla ülke ormansızlaşmayı durdurmayı taahhüt etti

 

Önceden orman olmayan alanlar ağaçlandırılıyor ama bu yeni ormanlar ormansızlaşmayı telafi etmiyor.

Fosil yakıt ve aşırı tüketimle artan sera gazı emisyonlarını işaret eden Tolunay, sözlerini şöyle noktalıyor:

Hem kişiler hem şirketler hem de ülkeler, sera gazı emisyonlarına karşılık ağaç dikerek iklim değişikliğini önleyebileceğini düşünüyor.

İlgili haber: Orman yok etmenin karşılığı ağaçlandırma değil

Ağaçların o kadar karbon depolama şansı yok. Fidan dikerek iklim değişikliğiyle mücadele edemeyiz. Bu nedenle öncelikli olarak yapmamız gereken başta fosil yakıt tüketimini azaltmak.

TTB: Salgın, Sağlık Bakanı ‘bitti’ dediğinde bitmiyor

Türk Tabipler Birliği’nin (TTB) Merkez Konseyi, Pandemi Çalışma Grubu, Sağlık Bakanı Dr. Fahrettin Koca’nın geçen hafta koronavirüs sürecine dair yapmış olduğu “En kötü günlerimiz geride kaldı” yönündeki açıklamalarına tepki gösterdi.

Koca geçen hafta Sakarya Valiliği’nde yapmış olduğu konuşmada Bilim Kurulu’nun bu hafta içerisinde yapılacağını ve en önemli toplantılardan biri olacağını söylemişti. Ancak dün Koca, söz konusu Bilim Kurulu toplantısının 27 Nisan’a ertelendiğini duyurdu.

‘Salgın ciddiye alınmıyor’

TTB tarafından yapılan açıklamada Koca’nın yaz döneminde maske kullanılmayacağı mesajını içeren konuşmasına ilişkin olarak “Toplantı konusunun toplantı yapılmadan kamuoyu ile paylaşılması, salgının ciddiye alınmadığının önemli bir göstergesidir. Alınacak kararlar konusunda toplantı sahibi kamu otoritesinin böylesine emin olduğu bir toplantıyı neden yapacağı ayrıca sorgulanması gereken bir durumdur” denildi ve şunlar aktarıldı:

“İktidar; bilimsel verileri şeffaflıkla paylaşarak, aşılamada istenilen tablodan çok uzak olan durumun giderilmesi için toplumu aşılamaya teşvik etmek yerine yurttaşların haklı bıkkınlığını dayanaksız müjdelerle gidermek istemektedir. Oysa bu süreçte kamuoyunun pandemi sürecine dair bilimsel gerçeklerle bilgilendirilmesi gerekmektedir.”

‘Bilim Kurulu ekonomik ve siyasi kaygı içeren oyunlara alet olmamalı’

Pandemi döneminde siyasal iktidarın uyguladığı politikaların, salgınla bilimsel mücadeleyi geri plana ittiğinin, ekonomik ve siyasi kaygıları öne çıkardığının dile getirildiği açıklamada, “Bilim Kurulu; böyle oyunlara yeniden alet olmamalı, bilimsel veriler üzerinden hareket etmelidir” sözlerine yer verildi.

‘İktidar salgını yönet(e)medi, politikalarıyla önlenebilir ölümlere neden oldu’

Öte yandan iki yılın ardından mevcut duruma dair değerlendirme yapan TTB Pandemi Çalışma Grubu, Sağlık Bakanlığına “Süreç içinde paylaştığımız pek çok raporun son halkası olarak TTB web sitesinde erişime açıktır. Pandemide ikinci yılın sonunda ortaya konan soru ve sorunlar hakkında Sağlık Bakanlığı; önünü görebileceği projeksiyonlar ve çeşitli senaryolar için yeterli, tatmin edici yanıtlar vermekle ve toplumu aydınlatmakla yükümlüdür. Geldiğimiz aşamada iktidar salgını yönet(e)memiş, uyguladığı politikalarla önlenebilir ölümlere neden olmuştur” eleştirilerini yöneltti.

‘Salgın bitmedi, devam ediyor’

Pandemi sürecinin bu evresinde Sağlık Bakanlığı’nı halk sağlığını gözetmeye, bilimsel ve gerçekçi sorumlulukla hareket etmeye davet eden TTB’nin açıklaması şöyle devam etti:

“Sağlık Bakanlığı’na ve Bilim Kurulu’na salgının bitmediğini ve devam ettiğini tekrar hatırlatıyoruz. Maske, temizlik ve mesafe gibi kişisel koruyucu önlemlerin devam etmesinin yanı sıra havalandırma ve kapalı ortamlarda fazla kalınmaması gibi birçok tedbiri günlük yaşamımızdan bir süre daha çıkarmamamız gerektiğini belirtiyoruz. Tam aşı oranlarımızın düşük olduğunu, olası bir varyant değişikliği ihtimalinin bulunduğunu ve bu nedenle aşı konusunun daha fazla önemsenmesi gerektiğini savunuyoruz.”

‘Salgın Sağlık Bakanı ‘bitti’ dediğinde bitmiyor’

Sağlık Bakanı Fahrettin Koca’nın 29 Ocak’ta yapmış olduğu “Artan vaka sayılarının sizi ürkütmemesini Sağlık Bakanınız olarak en yüksek sesle söylüyorum. Endişe etmeyiniz, hastalık eski günlerde ki gücünde değil” konuşmasına işaret edilen TTB açıklamasında 30 Ocak’tan 19 Nisan’a kadar kadar resmi rakamlara göre COVID-19 nedeniyle 11 bin 565 kişinin öldüğü belirtilerek tablonun vahametine dikkat çekildi.

“Ne yazık ki salgın, Sağlık Bakanı ‘bitti’ dediğinde bitmemektedir” ifadelerinin dile getirildiği açıklamada son olarak şunlar aktarıldı:

“Unutulmamalıdır ki, ‘Her birimizin sağlığı, hepimizin sağlığına bağlıdır’ Sağlık Bakanlığı’nın öncelikle yapması gerekenler; özellikle riskli kişilerin tam aşılanmasının sağlanmasıyla,  toplumun yeni ölümcül varyantlara karşı yeterli derecede korunabileceği mekanizmaları oluşturmak ve pandemi dönemindeki 300 bine yakın önlenebilir fazladan ölümün hesabını vermektir.”

Netflix’in abone sayısı ilk kez azaldı: Hesap paylaşımına sınırlama gündemde

Dijital yayın platformu Netflix‘in abone sayısı, 10 yılı aşkın bir zamandır ilk kez azaldı. Şirket, yaptığı açıklamada 2022’nin ilk çeyreğinde 200 bin abone kaybetti.

Firmanın yılın ilk üç ayındaki geliri ise geçen yılın aynı dönemine göre yüzde 9,8 artarak 7,8 milyar doları aştı. Kârı ise yüzde 6’dan fazla düşüşle yaklaşık 1,6 milyar dolar azaldı. Yatırımcılara yapılan açıklamada, ikinci çeyrek itibarıyla iki milyon abonenin daha ayrılmasının beklendiği belirtildi.

Netflix’in hala dünya genelinde 220 milyon abonesi bulunuyor.

Netflix, Ukrayna‘yı işgali sebebiyle Rusya‘dan çekilmiş; pek çok ülkede de abonelik ücretlerini yükseltmişti. Rusya’dan çekilme kararının 700 bin aboneye mal olduğu belirtildi.

ABD ve Kanada’da da 600 bin abonenin fiyat artışlarıyla birlikte aboneliklerini durdurduğunu söyleyen Netflix, bunun beklendiğini ve fiyatlardaki artışın abone kaybına rağmen firmaya daha fazla para kazandıracağını söyledi.

Şifre paylaşımı engellenebilir

Şirket daha büyük kayıpların olabileceğini de belirtirken kullanıcılar arasında hesap paylaşımının da önüne geçmeyi hedefliyor.

Netflix CEO’su Reed Hastings şifre paylaşımı uygulamalarını alışılması gereken bir şey olarak nitelendirmiş, hesap paylaşımının Netflix’in daha fazla kullanıcıya ulaşmasını sağlayarak büyümesini hızlandırdığını söylemişti.

BBC‘nin haberine göre, Hastings salı günü yaptığı açıklamada ise şifre paylaşımının bazı ülkelerde yeni abone kazanmayı zorlaştırdığını, artık bunun üzerine daha sıkı çalıştıklarını ifade etti.

Firma, Latin Amerika‘da şifre paylaşımını engellemek için denediği ek ücret uygulamasının diğer ülkelerde de getirilebileceğini söyledi.

 

Her on hastadan biri ‘post-Covid’ sendromu yaşıyor: Tanı net, tedavi değil

İzmir Katip Çelebi Üniversitesi Atatürk Eğitim ve Araştırma Hastanesi Enfeksiyon Hastalıkları Ana Bilim Dalı Öğretim Üyesi ve Bilim Kurulu üyesi Prof. Dr. Alper Şener, Omicron varyantının yaygınlaşıp, takip sürecinin uzamasıyla her on hastadan birinde ‘post Covid’, diğer adıyla ‘long Covid’ sendromları gördüklerini söyledi.

Buna göre Covid-19 hastası olup iyileştikten sonra 12 haftadan daha uzun süre aynı bulguları taşıyanlar, PCR testi negatif olmak şartıyla ‘post Covid’ ya da ‘long Covid’ sendromu olarak adlandırılabiliyor.

Dünya Sağlık Örgütü’nün (DSÖ) de koronavirüs sonrası hasta grubuna odaklanmaya başladığına dikkat çeken Şener, 6 Ekim 2021’den beri bunun bir sendrom olarak kabul edildiğini ve tıpkı Covid-19 gibi tanı kriterleri olduğunu belirtti.

Bu sendromu yaşayanların bazılarında çok ciddi dirençli kas, eklem ağrısı, uykusuzluk, çarpıntı hissi, yüksek tansiyon atakları, nefes darlığı, yol yürümede güçlük görülebiliyor. Hastaların bazıları da eskisi gibi olmadığını söylüyor.

Ağır atlatanlarda yüzde 80 ortaya çıkıyor

‘Post Covid’ sendromu cinsiyet ve yaş ayrımı gözetmiyor, belirli bir yaş grubunda kümelenmiyor. Prof. Dr. Şener, çocuklarda da yaşandığını söyledi.

 DHA‘ya konuşan Şener, şunları kaydetti:

“Ayaktan hastalarda yüzde 10 ila 30, ağır atlatanlarda ise yüzde 80 oranında rastlanıyor. Genelde Covid-19’u ağır geçiren hasta grubunda daha fazla görüyoruz. Hele yoğun bakımda yattıysa daha sık rastlanıyor ama bazen de hafif atlatanlarda devam eden eklem ağrıları geçmeyen bel ağrılarını görüyoruz.”

Multidisipliner ele alınmalı

Sendrom ile ilgili tıbbi literatürde çok fazla çalışma olmadığını vurgulayan Şener, bu hastaların farklı uzmanlık branşlarıyla multidisipliner ele alınıp incelenmesi gerektiğini söyledi.

Şener, “Bu hasta grubu tek başına enfeksiyon hastalıkları hekimini ilgilendirmiyor. Bu hastalar fizik tedavi uzmanları, kardiyolog, nörolog ya da kulak burun boğaz uzmanlarına da gidiyor. Nefes darlığı ile göğüs hastalıkları uzmanına gidiyorlar.Tanı net ama tedaviyle ilgili bir netlik yok” dedi.

Psikolojik sanılabiliyor

Hastaların ciddi kesimi ise sendromu, kişinin duygu durumunu da bozduğu için sinirlilik, uykusuzluk ve depresyon gibi algılayabiliyor. Şener, kas eklem ağrılarnın yarattığı uykusuzluğun bunu desteklediğini belirtti ve semptomları azaltmak için ilaç tedavileri, yaşamsal öneriler sunulabileceğini, hafif atlatmanın sağlanabileceğini vurguladı.

Post Covid Sendromu’nun belirtileri nedir?

DSÖ, post covid veya long-covid sendromunu, Covid-19 geçirdikten sonra bazı uzun vadeli semptomlar olarak tanımlıyor. Genellikle Covid-19’un başlangıcından itibaren üç ay içinde gelişiyor  ve  semptomları ve etkileri en az iki ay sürüyor.

Buna göre Covid-19 geçiren çoğu insan tamamen iyileşirken, bazı insanlar yorgunluk, nefes darlığı ve bilişsel işlev bozukluğu (örneğin, kafa karışıklığı, unutkanlık veya zihinsel odaklanma ve netlik eksikliği) gibi çeşitli orta ve uzun vadeli etkiler geliştiriyor.

En yaygın semptomlar ise,

  • Tükenmişlik,
  • Nefes darlığı veya nefes almada zorluk,
  • Hafıza, konsantrasyon veya uyku sorunları,
  • Kalıcı öksürük,
  • Göğüs ağrısı,
  • Konuşmada sorun,
  • Kas ağrıları,
  • Koku veya tat kaybı,
  • Depresyon veya anksiyete,
  • Ateş

olarak görülüyor. Kişiler günlük yaşamda işlev görmekte zorluk çekebiliyor. Durumları, iş veya ev işleri gibi günlük aktiviteleri gerçekleştirme yeteneklerini etkileyebiliyor.Bazı insanlar ayrıca durumun bir parçası olarak psikolojik etkiler de yaşıyor.

Bu semptomlar ilk hastalıklarından itibaren devam edebiliyor veya iyileştikten sonra gelişebiliyor. Gelip gidebiliyor ya da zamanla tekrarlayabiliyor.

DSÖ’ye göre, post covid sendromuna alınabilecek bir önlem yok. En iyi önlem Covid-19’a yakalanmamak için yapılanlar.