Ana Sayfa Blog Sayfa 941

Urfa’da çizgili sırtlan ölü bulundu

Haber: Fırat BULUT

*

Urfa, Bozova İlçesi Küçük Tülmen Köyü‘nde yol kenarında nesli tükenme tehlikesi altında olan çizgili sırtlan ölü bulundu.

Çizgili sırtlanın kesin ölüm nedeni öğrenilemezken sırtlanı bulan yurttaşlardan Fatih Çiftçi, “Yolda kan izleri vardı, muhtemelen araç çarpması sonucu ölmüş. Ne zaman olduğunu bilmiyoruz ama kan izlerinden hareketle muhtemelen gece olmuş. Yolda seyir halindeyken fark ettik, fotoğrafta küçük görünüyor ama çok büyük bir hayvan. Nesli tükenme tehlikesi altında olan sırtlan daha önce aynı bölgede Tülmen köylüleri tarafından canlı da görülmüş” dedi.

Dünya Doğa ve Doğal Kaynakları Koruma Birliği (IUCN) kategorilerine göre “Nesli Tükenme Tehlikesi Altında Olan Türlerin Kırmızı Listesi“nde yer alan çizgili sırtlanlar dünyada Kuzey ve Doğu Afrika’da, Asya’da, Kafkaslar’da ve Güney Sibirya’da yaşıyor.  Türkiye’de ise özellikle Akdeniz, Ege, Güney Doğu Anadolu ve Doğu Anadolu bölgelerinde bulunuyorlar. Marmara ve İç Anadolu bölgelerinin belirli yerlerinde de görülüyorlar.

Geçtiğimiz aylarda da nesli tükenme tehlikesi altında olan bir çizgili sırtlan Bozova Karababa Köprüsü mevkiinde ölü bulunmuştu.

Dicle Üniversitesi Yaban Hayvanları Koruma Rehabilitasyon Uygulama ve Araştırma Merkezi Müdür Yardımcısı Alaettin Kaya

Dicle Üniversitesi Yaban Hayvanları Koruma Rehabilitasyon Uygulama ve Araştırma Merkezi Müdür Yardımcısı Alaettin Kaya bölgenin muhtemelen geçiş güzergahı olarak kullanıldığını belirterek, tedbir alınmasını istedi: “Bu tür genelde dağlık, kayalık alanlarda yaşar. Çok mecbur kalmadıkça aç kalmadıkça düz alana inmezler. Büyük ihtimalle o mevki geçit olarak kullanılıyordur. Maalesef yollarda kazalar sonucu çok sayıda kayıp oluyor. Yollarda bu hayvanların geçebileceği bir menfez tünel veya geçit yapılması gerekir. Canlı gördüğümden daha fazlasını bu şekilde yollarda ölü gördüm”

Tehlike altındaki türleri öldürmenin ağır cezası olduğunu da söyleyen Kaya, “Genelde araç çarpması sonucu öldürüldüğü belirtiliyor ancak avcılar öldürüp böylesi kaza şeklinde yansıtıyor da olabilir. Bu türler çok nadir görülmesine rağmen biz insanlar onların özel alanlarına çok fazla karışıyoruz” dedi.

Kaya, yaban domuzlarının artması ve kurt popülasyonun olmaması nedeniyle rekabetin az olması sonucu sırtlanların sayılarında kısmi bir artış yaşanmış olabileceğini ifade ederek türlerin azalması veya bir türün yok olmasının habitatta farklı sonuçlar doğurabileceğine dikkat çekti.

Doğa Koruma Müdürlüğü: Tedbir alıyoruz, siz  merak etmeyin

Çizgili sırtlanın ölümüne ilişkin ulaştığımız Doğa Koruma Müdürlüğü yetkileri konuya ilişkin görüş belirtmek istemedi. Bozova’da daha önce de nesli tükenmekte olan sırtlanın ölü bulunduğunu hatırlattığımız yetkililer, “Biz gerekli tedbir alıyoruz, siz merak etmeyin” cevabını verdi.

Slovenya’da halk ‘normalliği’ seçti: Trump hayranı popülist başbakan seçimi kaybetti

Slovenya‘da pazar günü yapılan parlamento seçimlerini, popülist muhafazakar başbakan Janez Janša’yı kesin bir yenilgiye uğratan liberal Robert Golob kazandı.

Muhalefet Janša’yı 2020’de iktidara geldiğinden beri demokratik kurumları ve basın özgürlüklerini baltalamaya çalışmakla suçluyor.

Golob, Pazar günü geç saatlerde destekçilerine seslenirken,  “Hedefimize ulaşıldı. Bu, ülkeyi özgürlüğe geri götürmemizi sağlayacak bir zafer” dedi.

55 yaşındaki eski elektrik şirketi yöneticisi, seçimleri “demokrasi referandumu” olarak nitelendirerek “normalliği” geri getireceğine söz verdi. Covid-19’a yakalandıktan sonra tecritte olduğu evinden canlı yayın yapan yeni başbakan, “İnsanlar değişiklik istiyor ve bu değişiklikleri getirebilecek parti olarak bize güvenlerini ifade ettiler” diye konuştu.

Ljubljana'da Pazar günü yapılan genel seçimlerin ardından Kovid nedeniyle tecrit edildiği için görüntülü arama yoluyla ekrana gelen Robert Golob, bir konuşma yapıyor.

Siyasi analist Miha Kovac’a göre, Golob’un zaferinde sivil toplum ve özellikle genç seçmenlerin oyu önemli fark yarattı.

Üç milyon nüfuslu ülkede 1,7 milyon seçmenin yaklaşık yüzde 70’i oy kullandı. 2018’deki son parlamento seçimlerinde, seçmenlerin yüzde 52’si sandığa gitmişti.

Sonuçlar,  seçime yeni katılan Özgürlük Hareketi’nin, daha küçük merkez sol gruplarla koalisyon halinde bir sonraki hükümeti kurma olasılığının yüksek olduğu anlamına geliyor.

Janez Janša, Slovenya'da Pazar günü yapılan parlamento seçimlerinin ardından bir konuşma yapıyor.

ABD eski başkanı Donald Trump‘ın hayranı olan 63 yaşındaki Janša, istikrar vaatleri üzerine kampanya yürütmüştü. Macaristan’ın sağcı Başbakanı Viktor Orban’ın da müttefiki olan eski başbakan, yaptığı konuşmada seçimin “göreceli kazananı”nı tebrik etti.

“Yeni hükümetin önünde birçok zorluk var, ancak görev süremiz boyunca barışçıl bir seyir için sağlam bir zemin hazırladık” diyen Janez Janša, Orban tarzında otoriter yönetime kayma suçlamalarıyla karşı karşıya kaldı. Rakiplerine ve kamu medyasına baskı yaptığı, gazetecilere saldırılar düzenlediği ve devlet kurumları üzerinde kontrol sağlamak için kilit pozisyonlara sadık kişiler yerleştirdiği yönündeki haberler üzerine AB’nin incelemesine girdi.

İnsanlık tarihinin yaşamak için en kötü yılı hangisi?

Paul Ratner‘ın Big Think‘te yayımlanan bu yazısı, Yeşil Gazete tarafından çevrilmiştir.

***

Harvard profesörü Michael McCormick, yaşamak için en kötü yılın Milattan Sonra (MS) 536 olduğunu savunuyor.

Güneşi engelleyen volkan patlamaları ve vebanın yayılması nedeniyle korkunç bir yıl olan 536, binlerce yılın en soğuk on yılının ve bir yüzyıl süren ekonomik yıkımın başlangıcıydı.

Geçen yıl, dünyadaki birçok insanın hayatındaki en kötü yıldı. Şiddetli bir salgın, tehlikeli siyasi istikrarsızlık, hava felaketleri ve yaşam tarzında çoğu kişinin hiç yaşamadığı veya hayal bile etmediği köklü bir değişiklik… Ama şimdiye kadarki en kötü yıl olabilir miydi?

Her şey bir patlamayla başladı…

Harvard Üniversitesi Ortaçağ Tarihi Profesörü McCormick‘e göre MS 536, insanlık tarihinin en kötü dönemlerinden birinin habercisiydi.

Orono‘daki Maine Üniversitesi’nden (UM) İklim Değişikliği Enstitüsü‘nden McCormick ve buzulbilimci Paul Mayewski tarafından bir İsviçre buzulunun üzerinde yapılan çalışmaya göre, yılın başlarında İzlanda‘da volkanik bir patlama meydana gelmişti.

Volkan tarafından püskürtülen kül, muhtemelen Avrupa, Orta Doğu ve Asya‘nın bazı bölgelerinde 18 ay boyunca gündüzleri karanlığa boğan bir sise yol açtı.

Bizanslı tarihçi Procopius‘un yazdığı gibi, “Güneş, bütün yıl boyunca ışığını yalnızca Ay kadar bir parlaklıkta verdi.” Procopius ayrıca güneşin her zaman tutulmada gibi göründüğünü aktardı.

Zamanın Romalı bir politikacısı Cassiodorus, güneşin “mavimsi” bir renge sahip olduğunu, ayın parlaklığının olmadığını ve “mevsimlerin birbirine karışmış gibi göründüğünü” yazdı. Daha da ürkütücü olanı, “Öğle saatlerinde bedenlerimizin gölgesini görüyor olduğumuza hayret ediyoruz” cümlesini kullandı.

Karanlık günler, aynı zamanda soğumayı da beraberinde getirdi ve yaz sıcaklıkları 1.5 ila 2.5 derece düştü. Science‘ın haberine göre, mahsullerin tahribatına ve dünya çapında açlığa yol açan bu düşüşle son 2300 yılın en soğuk on yılı başladı.

Bir imparatorluğun vebayla çöküşü

541’de, hıyarcıklı veba, dünyanın sefaletine sefalet ekledi.

Mısır‘daki Roma limanı Pelusium‘dan yayılan ve Justinianus Vebası olarak adlandırılan hastalık, Doğu Roma İmparatorluğu‘nun nüfusunun yarısından fazlasının ölümüne neden oldu.

McCormick, bunun da nihai çöküşünü hızlandırdığını belirtiyor.

540 ve 547’de  büyük volkanik patlamalar, çevresel felaketler ve vebanın yol açtığı yıkım yüzünden Avrupa, 640’ta gümüş madenciliğiyle canlanana kadar gelecek yüzyılın neredeyse tamamında ekonomik bir gerileme içindeydi.

Tarihin en kötü zamanı mıydı?

Elbette tarihin mutlak en kötü zamanı, kim olduğunuza ve nerede yaşadığınıza göre değişir.

Yerli Amerikalılar, İspanyolların getirdiği çiçek hastalığının milyonlarca yerli insanı öldürdüğü 1520’yi kolayca buna örnek gösterebilir. 1600’e gelindiğinde, Amerika nüfusunun yüzde 90’ı (yaklaşık 55 milyon kişi) Avrupa’dan gelen çeşitli patojenler yüzünden yok oldu.

Her şeyde oldugu gibi, “gelmiş geçmiş en kötü yıl” tanımı da, tarihin neresinden baktığınıza bağlı.

Urfa’da çiftçiler 12 yıldır su bekliyor

Haber: Fatma KEBER

*

Urfa, Güneydoğu Anadolu Projesi ( GAP) Eylem Planı kapsamında, Devlet Su İşleri (DSİ) tarafından Urfa’nın Karaköprü İlçesi’ne bağlı Akziyaret Köyü‘nde sulama kanallarının yapımı için 2009’da ihale gerçekleştirildi. 2012’de su bırakılacağı açıklanan sulama kanalı projesinin yıllardır tamamlanmaması nedeniyle mağdur olduklarını ifade eden Akziyaret köylüleri, ekinlerinin kurumaya başladığını belirterek tepki gösterdi.

Su verilmeyen sulama kanalının yanında toplanan köylülere Cumhuriyet Halk Partisi Haliliye İlçe Başkanı Av. İbrahim Halil Alagöz de destek verdi. Köylülerle ortak açıklama yapan Alagöz, sulama kanalı ihalesinin 2009’da yapıldığını hatırlatarak geçen süreye rağmen su verilmemesini eleştirdi.

Alagöz, ‘‘Ekinler kuraklıktan dolayı kuruma aşamasına geldi. Bir hafta on güne kadar yağmur yağmazsa çiftçilerin bütün emekleri, masrafları boşa gidecek. Buradan hükümete sesleniyoruz, bu çiftçilerimize, köylülerimize yaptığınız zulme artık son verin. Madem on yıldır milli serveti buraya döktünüz neden on yıl geçmesine rağmen projeyi tamamlamadınız’’ diye sordu.

Cumhuriyet Halk Partisi olarak çiftçilerin, köylülerin yanında olmaya devam edeceklerini belirten Alagöz sözlerine şu şekilde devam etti:

“Gönül ister ki bölgenin her yerine su bırakılsın. Hiçbir bölgeye de üvey evlat muamelesi yapılmasın. Harran bölgesinde 1994’te su bırakıldı, aradan 28 yıl geçti, mevcut iktidar 20 yıldır iktidar olmasına rağmen bir türlü bu projeyi bitirmedi. Çiftçilere gerekli destek verilseydi biz şu an Rusya’dan buğday ithal etmezdik.”

Alagöz projenin bir an önce tamamlanarak çiftçilerin mağduriyetinin giderilmesini istedi.

‘Bir hafta dediler, on yılı buldu’

Akziyaret Köyü muhtarı Osman Kaya ise kendilerine, kanalın 2012’de tamamlanacağı sözü verildiğini belirterek ‘‘Bize eski Bakan Faruk Çelik söz verdi. 2022’ye girdik şu an hala bir çalışma yok. Birisi dedi ‘kanal patlamış’, birisi dedi ‘bir hafta sonra’, birisi dedi ‘bir ay sonra’ ama bu süreç on yılı buldu. Zaten gözle görülüyor, kimsenin sürümü kaldıracak gücü kalmamış. Biz sahipsiz olduğumuz için mi böyle yapılıyor? Bir müdür geliyor diyor ‘bir hafta sonra su bırakıyoruz’ bir yıl sürüyor. On yıl geçti biz herhangi bir çalışma görmedik. Millet zor durumda’’ sözleri ile kanala su verilememesine tepki gösterdi.

‘Biz AKP’ye oy verdiğimiz için buna layığız’

Çiftçilerden Mustafa Çatak, yetkililerin çiftçilere yaptığı “Gidin tarlanızı sürün’’ çağrısını hatırlatarak, ‘‘Üç ay önce ben tarlamı kaldırırken bir litre mazot yedi TL iken bugün 22 liraya gelmiştir. Sadece mazot değil, gübre 14 TL’ye yükseldi. Hangisini söyleyelim. Tabii bu bizim ayıbımız, yıllarca AKP’ye oy verdiğimiz için bugün bizim başımıza gelenler, biz buna layığız. Yani ben bunun için isyan etmiyorum çünkü ben buna layığım’’ ifadelerini kullandı.

‘Birkaç gün içerisinde deneme suyu bırakılacak’

Konuya ilişkin telefonla ulaştığımız DSİ 151. Şube Müdürü Kadir İslamoğlu sulama kanalı projesine ilişkin bütün aksaklıkları gidermek için çalışmaların süratle devam ettiğini belirtti.

Projenin 10 yıl önce başladığını hatırlatan İslamoğlu, “Kanalda ne tür sorunlar var, bunu dışardan gözlemlemek mümkün değil, üzerinden 10 yıl geçmiş. Oradaki duruma göre bir gecikme olmazsa 2022 içerisinde tamamlamayı planlıyoruz” diyerek sulama kanalı projesi hakkında bilgi verdi.

Çiftçi Mustafa Çatak

‘109 bin 580 dekar arazi sulanması hedefleniyor’

Devlet Su İşleri (DSİ) Bölge Müdürlüğü de 23 Nisan’da deneme suyu verilmesi öncesi yaptığı açıklamada Bozova Pompaj Sulaması 2. Kısım çalışmalarında sona geldiğini duyurmuştu. Bölge Müdürlüğü açıklamasında şu ifadelere yer verildi:

Bozova Pompaj Sulaması 2. Kısım Şebeke 1. Ünite Yapım İşi ile Bozova-Hilvan-Karaköprü sınırları içinde kalan 109 bin 580 dekar arazi modern tarım yöntemleri ile sulanması ve yıllık 52 milyon TL gelir artışı hedeflenmektedir.”

[Ankara’nın iklim gündemi-2] DEVA Partisi: Türkiye’nin en önemli iklim ve çevre sorunu rant ve umursamazlık

Röportaj: Hilal KÖYLÜ 

*

AKP iktidarının iklim değişikliği ve beraberinde gelen çevre sorunları için yeterince mücadele etmediğini düşünen muhalefet partileri, yeni eylem planlarıyla halkın karşısına çıkıyor. O partilerden biri de AKP’den kopan Ali Babacan liderliğinde kurulan DEVA Partisi. DEVA Partisi Doğa Hakları ve Çevre Politikaları Başkanı Evrim Rızvanoğlu. kamuoyuna yakında açıklayacakları “Çevre ve İklim Değişikliği Eylem Planı”nın ana hatlarını ve hedeflerini Yeşil Gazete’ye verdiği röportajda açıkladı.

Rızvanoğlu; iktidara geldiklerinde Paris İklim Anlaşması’nı bütünüyle uygulamaya geçireceklerini, enerji açığı yaratmadan kömürden çıkacaklarını, “ulusal güvenlik sorunu” olarak gördükleri iklim değişikliği ile mücadelede bilim insanları ve çevre aktivistleriyle birlikte çalışacaklarını söylüyor.

‘Kaybedecek vaktimiz yok’

Hilal Köylü: Türkiye’nin en önemli iklim ve çevre sorunu sizce nedir, çözümleriniz neler? 

Evrim Rızvanoğlu: Türkiye’nin en önemli iklim ve çevre sorunu rant. Ne yazık ki rant, iklim ve çevrenin karşısındaki en büyük tehdit. Orman yangınlarından, zeytin ağaçlarına, müsilajdan, termik santrallere kadar her konuda bu sorunu görüyoruz.

İkinci önemli sorun da umursamazlık. Sanki iklim ve çevre konuları önemsizmiş gibi bir bakış açışı var. İklim ve çevre konularının ne kadar önemli olduğunu, insanların bu sorunlardan dolayı öldüğünü, sağlık sistemimizin milyonlar harcadığını, bazı doğal güzelliklerimizin bir daha geri gelmemek üzere yok olduğunu göz ardı ederek “ileriki bir tarihte nasılsa bu işler çözülür” diye düşünen bir bakış açısı.

Oysa ki iklim krizi günümüzün çok önemli sorunlarından biri. ‘Hükümetlerarası İklim Değişikliği Paneli Raporu’na göre Akdeniz havzasındaki ülkemiz bu krizden en çok etkilenecek ülkeler arasında yer alıyor.

İklim kriziyle beraber ayrıca fosil yakıtlardan dolayı meydana gelen hava kirliliği, denizlerimizin ve toprağın kirletilmesi, yanlış su yönetimi, atıkların ayrıştırılmadan ve yeterince geri kazanılmadan sokağa atılması, her yıl yanan binlerce hektarlık ormanlarımız da en büyük çevre sorunları arasında.

Biz, hem gelişmiş ülkelerin refah seviyesine ulaşmak için atılım yapmak istiyoruz hem de gelişmiş ülkelerin iklim ve doğa alanlarındaki sorumlu politikalarını benimsiyoruz. İktidara geldiğimizde ‘Çevre ve İklim Değişikliği’ eylem planımızı uygulayacağız. İklim ve doğa konularında kaybedecek vaktimiz yok.

‘Çevre ve şehircilik bakanlıklarını ayıracağız’

İktidara gelmeniz halinde, ilk 100 gün için çevre ve iklim alanında hangi politikaları hayata geçirmenin sözünü veriyorsunuz?

Çevre ve iklim konuları maalesef popülist siyaset için arkasında hiçbir çalışma olmadan, rahatça söz verilebilen bir alan. Bu, gerçekten çok üzücü.

“Çevre ve İklim Değişikliği Eylem Planımızı” önümüzdeki aylarda açıklayacağız. Şunu söyleyebilirim ki tüm eylem planımız Avrupa Birliği standartlarına uyum çerçevesinde hazırlandı.

Her alanda detaylı çalışmalar yaptık; gerek bakanlığın yapısı, gerekse bütçeleme konularına kadar her türlü detayı analiz ettik. Bütüncül bir bakış açısı ile sorunlara yaklaştık ve çözümleri de yine aynı şekilde bulduk.

Çok basit bir örnek vermek gerekirse mesela mevcut bakanlığın adı her ne kadar Çevre, Şehircilik ve İklim Bakanlığı olarak değiştirilmiş olsa da bizler Çevre ve Şehircilik alanlarının birbirinden çok farklı uzmanlıklar olduğuna ve farklı ele alınması gerektiğine inanan bir partiyiz. Çevre ve İklim Değişikliği Bakanlığı’nın münferit olması, sadece çevre konularına odaklanan ve Avrupa Birliği standartlarına göre kurallar ve politikalar oluşturan, denetime önem veren bir bakanlık olmasını hedeflemekteyiz.

Paris’e tam uyum sözü

İmzalanan Paris İklim Anlaşması’nı tam anlamıyla hayata geçirecek misiniz?

Paris İklim Anlaşması’nı hayata geçirmek bizim gelecek nesillere verdiğimiz bir söz. Bu söz “ama”sız “fakat”sız bir söz. Partimiz bu anlaşmanın imzalanması ve gerekenin yapılması konusunda kamuoyu oluşmasında çok uğraş verdi.

Paris Anlaşması’nı iklim politikalarımızın merkezinde yer alan bir yapı taşı olarak görüyoruz. İklim değişikliğine uyum ve iklim değişikliğinin etkilerini azaltmaya yönelik yaklaşımımızı Paris Anlaşması’nın kurduğu temeller etrafında şekillendiriyoruz ve anlaşma kapsamında belirtilen raporlamalar dahil olmak üzere tam olarak uygulanacağının taahhüdünü veriyoruz.

Kömürden çıkışta Almanya modeli

Avrupa ülkeleri birer birer kömürü terk ediyor, siz bu konuda ne düşünüyorsunuz? İktidara gelmeniz halinde kömürlü termik santralleri kapatacak ve kömürden çıkacak mısınız? Belli bir tarih ve geçiş yönteminiz var mı? Doğal gaz bağımlılığını sona erdirecek bir temiz enerji projeksiyonu oluşturdunuz mu?

Gelişmiş ve gelişmekte olan ülkelerin birçoğunun kömürden çıkış için adım attığı bir çağda, ülkemizin hala kömüre dayalı bir ekonomi içerisinde olmasını bizim kesinlikle kabul etmediğimizi ve gerçekçi bir plan ile kömürden çıkmak için çalıştığımızın altını çizmek isteriz.

Geçtiğimiz yıl itibariyle, toplam 324 termik santralin yarısı ya kapatıldı ya da 2030 yılına kadar emekliye ayrılacak. Ülkemize baktığımızda, Paris İklim Anlaşması’nın TBMM’de onaylanmasını takiben çalışılmaya başlanan 2053 emisyon hedeflerinden ve geçtiğimiz aylarda toplanan İklim Şurası’ndan maalesef kömürden çıkışa dair somut bir hedef veya planın ortaya konulmadığını görüyoruz.

DEVA Partisi, Türkiye‘de enerji açığı yaratmadan kömürden çıkışı hedefleyen bir anlayışa sahip. Bu bağlamda ülkemizin kömürden çıkış stratejisini oluşturarak, yıllar içerisinde kademeli olarak termik santrallerimizin yerine güneş ve rüzgâr başta olmak üzere, depolama teknolojilerini de içeren, yenilenebilir enerji santrallerinin kurulumunu hızlandıracağız. Burada yeni istihdam modelleri ve adil geçiş en çok önemsediğimiz konuların başında geliyor. Bu stratejinin oluşturulmasında özellikle AB ülkelerinden elektrik üretim profili ülkemize benzeyen ülkelerin uygulamalarını örnek alıyoruz.

Almanya’nın 2030 yılına kadar tamamen kömürden çıkacağı yol planının ülkemiz için de kullanılabilecek bir plan olduğunu düşünmekteyiz. Ayrıca ülkemiz STK’larının bu konu üzerine yapmış olduğu çalışmaları da ekip olarak çok önemsiyor ve detaylı analiz ediyoruz. İlgili STK’larla bir araya gelip yol planımız üzerine fikir alışverişi yapıyoruz. Kömür ekonomisine dayalı illerimizin yeşil ekonomiye geçmeleri için gerekli altyapı ve teşviklerin sağlanması üzerine de bir çalışma yapıyoruz.

Paris İklim Anlaşması’nı da göz önünde bulundurarak, fosil yakıtların azaltılması için kömürden kademeli çıkış planına paralel olarak enerji arz güvenliğinin sağlanması ve ekonomik aktivitenin devamı için kesintisiz elektrik üretiminin devam etmesi şart.

Nükleer enerjiyle ilgili partinizin tavrı nedir? Temiz enerji olduğunu düşünüyor musunuz? Akkuyu Nükleer Santrali’nin inşasına devam edecek misiniz?

Bu konu hakkında istişarelerimiz devam ediyor. Şimdilik bilgiye ve araştırmaya dayalı net politikalarımızı oluşturmadan bu soruya cevap vermeyelim.

‘İklim değişikliğine karşı gerekli mücadele verilmiyor, endişemiz derin’

Avrupa, Yeşil Mutabakat ile net sıfır karbon emisyonunu hedefini 2050 olarak belirledi; enerji sektörünün karbondan arındırılması, çevre dostu teknolojilere yatırım yapılması, üretimde inovasyonun teşvik edilmesi, kaynak kullanımına bağlılığının sona ermesi için çalışacak. Avrupa’nın bir parçası olan Türkiye, bu alanlarda nasıl bir performans gösteriyor, siz olsanız neyi değiştirir, nasıl yaparsınız? Hali hazırdaki iktidarı mutabakata uyması için nasıl, hangi araçlarla zorlamayı ve/veya teşvik etmeyi düşünüyorsunuz?

Bu sorunuza bağımsız bir rapordan istatistikler ile cevap vereceğim. Türkiye, her yıl yayımlanan İklim Değişikliği Performans Endeksi’nin 2022 versiyonunda 50.53’lük puanı ile “düşük” performanslı ülkeler arasında yer aldı. Endeks, Avrupa Birliği dahil olmak üzere 60 ülkeyi değerlendirerek küresel emisyonların %92’sini kapsıyor; yani oldukça kapsamlı bir analiz. İlginç bir şekilde, endeks ilk üç sırada hiçbir ülkeye yer vermiyor! Sebep olarak, ilk üç sıraya denk gelen “çok yüksek” seviye performansı hak edecek bir ülkenin bulunmaması belirtiliyor. Dünya olarak ihtiyacımız olan bakış açısı tam da bu! Boş sıralamalar dahil edildiğinde, Türkiye 64 sıra içinde 41. ülke olarak “düşük” performanslı sınıfına alınıyor.

Endeks kategorilerine göre Türkiye’nin performansı; sera gazı salımında “düşük”, yenilebilir enerji kullanımında “yüksek” enerji tüketiminde “çok düşük” ve iklim politikalarında da “çok düşük” ülkeler arasında belirtiliyor. Böylesine uluslararası bir raporda iklim politikaları kategorisi dahil olmak üzere “çok düşük” performanslı ülkeler arasında yer almamızı, varoluşsal bir tehdide karşı gereken mücadelenin verilmediğinin kanıtı olarak görüyor; dolayısıyla derin bir endişe duyuyoruz.

‘İklim değişikliği ulusal güvenlik sorunu’

Biz DEVA Partisi politikalarını iklim değişikliğini hesaba katarak oluşturduk ve DEVA Partisi iktidarında ülkemizi iklim değişikliği ile mücadeleyi merkeze alarak yöneteceğiz; çünkü bunu aynı zamanda bir ulusal güvenlik sorunu olarak görüyoruz. Dolayısıyla, öncelikle çevremize rant gözlükleriyle bakan iktidardaki zihniyetin değişmesi gerektiğini düşünüyoruz.

İklim değişikliği ile mücadelede siyasi irade başta gelir. Genel Başkanımız Sayın Ali Babacan, 2010’lu yıllarda Birleşmiş Milletler Eski Genel Sekreteri Ban Ki-moon’un dünyanın farklı yerlerinden göreve getirdiği 20 kişiden biri ve Türkiye’den tek kişi olarak “Sürdürülebilir Kalkınma Amaçları“nın temelini atan çalışmaya imza attı. Bu nedenle gönülden söyleyebiliyorum ki bu siyasi irade Ali Bey başta olmak üzere partimizin kılcal damarlarında akıyor.

Şu anki iktidarın, Yeşil Mutabakat ve net sıfır geleceği doğrultusunda kendisini konumlandırmamasının, kendilerine ve ülkemize son derece ciddi sonuçları olacaktır. Somut örnek vermek gerekirse Yeşil Mutabakat kapsamında önümüzdeki yıllarda devreye girecek olan Sınırda Karbon Düzenleme Mekanizması, doğrudan ihracatçımızı ve ülkemizin finansallarını etkileyecek.

Net sıfır konusunda ise enerji güvenliğinin ve fosil yakıtların ne kadar ciddi sonuçlara yol açabileceğinin belki de en iyi örneklerinden birini bu yıl canlı olarak yaşıyoruz. Bu gerçekleri dile getirerek, ülkemizin çıkarlarının ancak iklim değişikliği ile etkin mücadele verilerek korunabileceğini örnekleri ve kanıtları ile kamuoyuna sunarak, 2 yıldır devam eden ciddiyetimizle iletişimlerimize devam edeceğiz.

Şu bilinsin isterim ki, Türkiye’de ve yurt dışında bulunan ve bize Doğa Hakları ve Çevre Politikaları birimimize katkı sunan dürüst ve ehil kadrolarımızla ülkemizi en yakın zamanda hak ettiği çevre performansına kavuşturacağız. Bunu bilimi dinleyerek ve ortak akıl ve istişare ile başaracağız.

Nesiller arası adalet

Partinizin Doğa Hakları ve Çevre Politikaları Başkanlığı, iklim adaletinin öncelikli olarak ele alınacağını açıkladı. İklim krizinden en çok etkilenen yoksullar, kadınlar, çocuklar ve yaşlılar için ürettiğiniz ya da üreteceğiniz iklim politikaları neler?

 Ulusal ölçekte iklim değişikliğinin yoksullar, kadınlar, çocuklar ve yaşlılar olmak üzere kırılgan kesimleri en fazla etkilediği açık. Genel Başkanımız Ali Babacan’ın sürekli tekrarladığı “nesiller arası adalet” kavramı özellikle çocuklarımız için büyük önem taşımakta. Afetlerde daha fazla etkilenen yoksullar ve kadınlar; endüstriyel ve hava kirliliği gibi zayıf çevresel şartlardan daha fazla etkilenen yaşlılar da dahil olmak üzere, kırılgan kesimler için iklim adaletini sağlayacak çözümlerimiz, Çevre ve İklim Değişikliği Eylem Planımız ve Afet Yönetimi ile Şehircilik Eylem Planlarımızın desteği ile gerçekleşecek. İklim değişikliğine etkin uyum ve doğru mücadele, isabetli afet yönetimi ve çevre anlayışının entegre edildiği adil şehircilik anlayışı ile kırılgan kesimleri koruyacağız.

‘Sürdürülebilir tarım ve su politikamız hazır’

İklim değişikliğine bağlı olarak önümüzdeki dönemin en büyük sorunlarından biri yeterli gıda ve temiz suya ulaşım ve iklim göçü olacak. Bu konularda hazırlığınız var mı?

Birleşmiş Milletler, 2050’ye kadar 200 milyondan fazla insanın iklim değişikliğinin etkileri sonucu ülkeleri içinde veya ülkeler arası göç edebileceğini belirtiyor. Yanı başımızdaki savaştan ötürü gerçekleşen göçlerin ölçeği ve Avrupa başta olmak üzere dünya dinamiklerini etkilediğini düşünürsek, 200 milyon kişinin göç etmek durumunda kaldığı senaryoyu eminim hiçbir ülke yaşamak istemeyecektir.

Bir tarım ülkesi olarak tarımı tekrar ayağa kaldırmanın reçetesi hazır. Coğrafi bazda ve lokasyon özelliklerine uygun, dijital imkanların kullanıldığı ve kaynakların israfsız kullanıldığı, çiftçinin desteklendiği bir bütüncül tarım politikasıyla tarımımızın tekrar şahlanacağını düşünüyoruz. Büyük resimde iklim değişikliği ile mücadele politikamızın başarısı, tarım politikalarının başarıya ulaşmasını mümkün kılacak. Başarılı bir iklim ve tarım politikası, rekolte kaybının önüne geçip erişilebilir ve düşük maliyetli üretimi tetikleyerek yeterli gıdaya ulaşımı sağlayacak.

Temiz suya erişimin ülkemizin en ciddi sorunlarından biri olması bekleniyor. Halihazırda üçte ikisi kurak ve yarı kurak alanlardan oluşan ülkemiz, bulunduğu coğrafya özelinde bu yüzyıl içinde en yüksek su stresi yaşayacak ülkeler arasında yer alıyor. Dolayısıyla su yönetimi ve su tüketimi verimliliği konusunda çözüm odaklı adımlar atacağız.

Uyum için Yeşil AR-GE

İklim değişikliğine uyum ve iklim finansmanı için hangi araçları kullanmayı, ne yapmayı planlıyorsunuz?

İklim değişikliğine uyuma yönelik bölgesel incelemelere ve çalışmalara önem veriyoruz çünkü Türkiye’nin çeşitli bölgelerinde iklim değişikliğinin etkileri çok farklı. Bölgesel çalışmaların yanı sıra ulusal bir uyum planı geliştirilmesi gerektiğini de düşünüyoruz. Bu planları hazırlarken sivil toplum kuruluşları ile istişare içerisinde olmak çok önemli ve biz bunu çok sıklıkla yapıyoruz. Öte yandan bu plan adil dönüşümü sağlamalı, şeffaf bir sürece dayanmalı ve cinsiyet eşitliğini de dikkate almalı.

Hazırladığımız politikalarda en fakir ve iklim değişikliğine en hassas bölgelere öncelik veriyoruz. Her bir bölge ve şehir için risk analizleri yapılması gerektiğini düşünüyoruz. Bu alanda veri toplama ve bunların uzmanlarca incelenmesi çok önemli.

Elbette bütün bu süreçte gerekli olan takip ve denetim mekanizmalarının da oluşturulması gerekiyor. Bütün bu süreçler için gerekli kurumların oluşturulması ve bağımsız bir şekilde yönetilmesi gerekiyor. Kamu-özel sektör işbirliğine büyük bir görev düşüyor. Uyum politikalarının başarılı olmasında şirketlerin de çok büyük bir payı olduğunu ve hem vatandaşların hem de şirketlerin uyuma yönelik çabalarını desteklememiz gerektiğini düşünüyoruz.

İklim finansmanı konusuna gelince; iklim değişikliği ile alakalı inovasyonlara gerekli ARGE harcamaları için hem finansal hem de teknik desteği verebilmek çok önemli. Bu bağlamda şirketlere AR-GE teşvik koşullarını kolaylaştırmak istiyoruz.

Ekonomi Eylem Planımızda da belirttiğimiz üzere Kalkınma ve Yatırım Bankası’na, yeşil girişimlere ve yeşil AR-GE faaliyetlerine daha fazla ve öncelikli finansman sağlama konusunda performans kriterleri getirecek ve gerekli imkanı sağlayacağız.

Karbon piyasasını oluşturmak çok önemli. Karbon piyasasından toplanacak gelirleri de özellikle dar gelirli kesimler ve bölgeler için iklim değişikliğine yönelik harcamalarda kullanmak istiyoruz. İlaveten sigortacılık ve bankacılık sektörlerinin rolü iklim finansmanında çok önemli. Bu açıdan hükümetin de bu sektörlerle işbirliği yapması ve kredi koşullarını iklim değişikliği ile ilgili konularda kolaylaştırması gerektiğini düşünüyoruz.

Yeşil tahviller çıkarmak çok önemli. Bunun için de ekonomi politikaları başkanlığımız ile koordineli çalışıyoruz. Ayrıca finansal sektöre de yeşil yatırımlar konusunda vergi teşvikleri oluşturmak istiyoruz.

‘Yeni bir Su kanunu çıkartacağız’

 Sürdürülebilir su politikalarınızı paylaşır mısınız? 

Su yönetiminin çok karmaşık olduğu ve hemen hemen her kurumun yetkili olduğu ülkemizde, su politikalarının tek elden yönetimi çok önemli ve sürdürülebilirliği için yeni bir Su Kanunu çıkartmak şart. Söz konusu kanunla suyun havza bazında yönetilmesi, bütçelendirilmesi, izlenmesi ve denetiminin daha rasyonel ve ekonomik bir şekilde yapılmasını sağlayacağız.

Su tasarrufunu sağlayacak önlemleri dikkate almamız gerektiğini düşünüyoruz. Su tüketimini azaltan hane halkı, çiftçi ve iş dünyasına yönelik ödül mekanizmaları (düşük tarife, bedelsiz kullanım günü gibi) ile tasarrufu hedefliyoruz.

Su güvenliği önceliğimiz kapsamında olup, su kaynaklarının hem miktarının hem kalitesinin korunması için yeni düzenlemeler yapacağız. Atık su arıtması olmayan bütün belediyelerde ve organize sanayi bölgelerinde bölgenin coğrafik durumuna göre münferit veya ortak atık su arıtma tesisi yapılması sağlayacağız. Amacımız, merkezi yönetim ve belediyelerin içme suyu ve atık su projelerinde yapacağı ortaklıklarda belediyelerin proje geliştirme, finansman ve işletme kapasitesini güçlendirmek. Bu doğrultuda projelendirme, yapım ve işletme aşamaları için alternatif ortaklık modelleri (yap işlet devret) ve ödüllendirmeye dayalı mekanizmalar geliştireceğiz.

Yangınlarla mücadelede AB ile diyalog

Türkiye’nin de içinde bulunduğu Akdeniz, orman yangınlarıyla boğuşuyor. Yangın çıkmadan öncesine ilişkin projeksiyonunuz var mı?

Orman Genel Müdürlüğü verilerine göre 2021 yılında tarım alanları ile birlikte yangınlardan zarar gören alan 180 bin hektara yaklaştı. Şu an orman yangınları mevsimine dört ay gibi kısa bir süre kaldı ve biz ne yazık ki hükümet tarafından yeterli hazırlıkların yapılmadığını görüyoruz.

“Havadan Erken Müdahale ve Kurtarma Milli Filo”muzun kurulması elzem. Bugüne kadar Orman Genel Müdürlüğü çıkan orman yangınlarını büyümeden söndürme şeklinde bir strateji uyguladı.  Ancak iklim değişikliğinin de etkisiyle artık müdahale edilinceye kadar yangınlar hızla büyümekte ve mega yangına dönüşmekte. Bu nedenle yangın çıkmasını engelleyecek şekilde bir strateji izlenmeli.

Orman yangınlarının söndürülmesinde yer ekipleri havadan müdahaleye göre çok daha fazla etkili. Yer ekiplerinde yer alan orman yangın işçilerinin sayısı arttırılmalı, yangın mevsimi öncesinde eğitimleri tamamlanmalı.

Ormanlarda izin verilen maden, elektrik nakil hattı, yol gibi ormancılık dışı uygulamalar orman yangınlarının artmasına yol açmakta. Bu nedenle verilen izinler sınırlandırılmalı, orman içinde yapılacak her türlü tesis için yangın risk değerlendirmesi yapılmalı.

1 Mayıs-1 Kasım olarak kabul edilen yangın mevsimi tüm yıla genişletilmeli. Yangınla mücadelede en son teknolojiler takip edilmeli ve ARGE yatırımlarında bu konu göz önünde bulundurulmalı.

Su temini sorunlu olan bölgelerde yangınlarla mücadele için su depolama göletlerinin sayısı artırılmalı. Yangın riski yoğun olan bölgelerde vatandaşlarımızın orman yangınları konusunda ivedilikle eğitim programlarına alınması gerekiyor. Afet anı ve sonrası bilgilendirme kitapçıkları acilen oluşturulmalı ve vatandaşlara dağıtılmalı. Ek olarak bu bölgelerde yangın tahliye planları oluşturulmalı. Komşularımız ve bölge ülkeleri ile yangınlarla mücadele konusunda diyalog kurulmalı ve iş birliği geliştirilmeli. Yeşil Mutabakat kapsamında orman yangınlarıyla mücadele tedbirler alan AB ile bu konuda diyalog kurulması ve bilgi alışverişinin sağlanması gerektiğini düşünüyoruz.

Ulusal akıllı kentler programı

Sürdürülebilir kentler, yerleşim yerleri, temiz enerji ve temiz hava politikalarınızı oluşturdunuz mu? Öyleyse nasıl tarif edersiniz?

Kentlerimizin yaşanabilir, refah seviyesi yüksek, temiz, huzurlu, güvenli, üretken, verimli, sürdürülebilir, tarihi ve kültürel değerleri korunan, dirençli, teknolojik ve çağdaş kentler olmasını hedefliyoruz.

Yerel yönetimlerin özellikle altyapı ve imar planları için rehber olacak nitelikte uzun vadeli yatırım ve kalkınma stratejik planlarını oluşturacağız. İmar planlarına aykırı yapılaşmaya ve kentleşmeye kesinlikle izin vermeyeceğiz. İmar ve çevre mevzuatına aykırılıklara uygulanan cezaları arttıracağız.

Geniş yolları, engelli dostu kaldırımları ve geçitleri, parkları, anlaşılır yönlendirme işaretleri, yayaya, bisiklet kullanımına ve toplu taşımaya öncelik veren caddeleri ile insanı merkeze alan her türlü düzenlemenin yerel yönetimlerce gerçekleştirilmesini sağlayacağız.

Belediyelerin yönetişim kapasitesini desteklemek, akıllı kent yatırımlarının finansmanını kolaylaştırmak ve akıllı kent çözümleri üreten bir ekosistem oluşturabilmek amacıyla, Ulusal Akıllı Kentler Programı’nı tasarlayıp uygulayacağız.

Binalarda enerji verimliliği ve Enerji Kimlik Belgesi düzenlemeleri ile çevre dostu inşaat süreçlerinin ve yöntemlerinin geliştirilmesi için çaba sarf edeceğiz. Bu çerçevede, çevreye duyarlı malzemelerin kullanımını teşvik edecek, yeşil çatı uygulamalarını, enerji verimliliğini esas alan ve çevreyi kirletmeyen çalışmaları destekleyeceğiz.

Kaliteli su yönetim anlayışını güvence altına alacak, su kaynaklarını koruyacak ve içme suyu havzalarında suyu kirletecek hiçbir yapıya izin vermeyeceğiz. Büyük kentlerde atık su arıtma merkezlerinde, yeni teknolojileri kullanarak doğrudan kullanılabilir nitelikte su çıktısı üreten sistemleri kullanmaya başlayacağız.

Kentlerde yayaların daha rahat ve güvenli şekilde yürümesini, bisiklet kullanabilmesini sağlayacak çözümler geliştireceğiz. Çevre dostu elektrikli araçların kullanımını desteklemek amacıyla araç şarj istasyonlarının ülke genelinde yaygınlaşmasını destekleyeceğiz.

‘Bilim insanları ve aktivistlerle çalışmanın önemine inanıyoruz’

Çevre, iklim ve doğa politikalarınızı hayata geçirirken, bilim insanları, uzmanlar, çevre aktivistleriyle birlikte çalışacak mısınız?

Çevre, iklim ve doğaya yapılacak en büyük ihanet; içi boş popülist söylemler. Biz DEVA Partisi olarak ortak akıl ve istişarenin domino taşının sivil toplum örgütleri olduğunu düşünüyoruz. Sadece son dokuz ayda 35 STK ile görüş alışverişinde bulunduk. Bu STK’ların ilgilendikleri konular üzerinde yıllarca çalıştıklarını biliyoruz. Bizim görevimiz bu çalışmaları politikalara dönüştürmek. Ekibimizde Türkiye, İngiltere, Fransa, İspanya, Kanada ve Belçika’da çalışan uluslararası düzeyde uzmanlarımız var. Herhangi bir konuda görüş açıklamadan önce o konu hakkında yayınlanan bilimsel makaleleri tarayan bir ekibimiz mevcut.

Açıkladığımız politikaların finansal maliyetini ve fizibilitesini gözden geçiren bir uzmanlar ekibimiz de var. Partimiz liyakate, bilime ve uzmanlığa inanıyor. Çevre, iklim ve doğada güvenilirliği sürdürmemiz için bilim insanları, uzmanlar, çevre aktivistleri ile ortak çalışmamız gerektiğinin bilincindeyiz ve onlarla birlikte çalışıyoruz.

‘Sokakta yaşayan hayvanlar için kısırlaştırma ve koruma, yasak türler için sahiplendirme’   

Hayvan Hakları Yasası çıktı, ancak kadük kaldı. “Yasaklı ırk” kapsamına alınan çok sayıda hayvan, ömürlerinin sonuna kadar dar bir kafeste yaşamaya mahkûm edildi. Sokakta yaşayan hayvanlara yönelik şiddet arttı, belediye barınaklarından her gün bir katliam haberi alınıyor. Yasaklı ırk olarak tarif edilen hayvanların rehabilite edilip yeniden sahiplendirilmesi, hayvan cinayetlerinde ya da kötü muamele durumlarında cezaların ağırlaştırılması, barınaklarda gönüllüler ve sivil toplumla birlikte çalışılması gibi yasayı reforme edecek bir planınız/yol haritanız var mı?

Ülkemizde hem sokakta yaşayan hayvanlar hem de evlerde beslenen hayvanlar bakımından düzenlemelerin yetersiz olduğunu düşünüyoruz. Sokaklarda yaşayan canlılara ilişkin olarak çip sistemi ve mahalle muhtarlarına sorumluluk verilerek online takip edilebileceği bir sistem projemiz var. Bu proje ile evine hayvan alamayan çocuklar ve aileler sokaklardaki canları isimlendirip onlara sahip çıkabilecek hem hayvan sevgisi artan nesiler yetişecek hem de canlar takip altında korunacak.

Yaptırımlar konusunda daha somut adımlar atacağız ve cezaların daha caydırıcı hale getirilmesi ve infaz sırasında bu cezaların uygulanması konularının takipçisi olacağız. Geçici bakım evi olarak adlandırılan barınaklara sivil toplumun erişimini artıracağız. İki haftada bir çevre konusunda sivil toplum kuruluşları ve gönüllüler ile bir araya geliyoruz. Bunların arasında hayvan gönüllüleri de var ve barınaklara erişimde yaşadıkları sorunları dinledik ve çözüm üretmek adına hem erişimlerini kolaylaştıracak hem de kamera sistemi ile daha güvenli alanlar yaratacağız. Tabii sokaklarda özellikle köpeklerin saldırısına uğrayan vatandaşlarımız ve özellikle ciddi zarar gören çocuklarımız olduğunun farkındayız. Veteriner istihdamının kamuda artırılmasını da kapsayan bir çözüm paketi ve teşviklerle kısırlaştırma ile hem insan hem de canlılar için uygun olmayan sokaktaki yüksek sayıdaki hayvan popülasyonunu azaltacağız.

Yasaklı ırklar konusunda da bunların merdiven altı üretimleri ile ciddi bir mücadelenin şart olduğunu düşünüyoruz. İktidara geldiğimizde barınaklarda bulunan bu ırkların rehabilitasyonu ve sahiplendirilmesi için sistemler kuracağız. Sadece bu ırklar değil geçici barınma evlerinde bulunan hayvanların tamamı için sahiplendirme çalışmalarını artıracağız. Ayrıca hayvan sahibi olmak isteyenlere denetim, eğitim gibi programlar ile sokağa terk etme gibi sorunların da önüne geçmek için çalışacağız. Hali hazırda terkin takibi pek yapılmıyor ve bu da sokak hayvanı sayısının ciddi şekilde artmasına yol açıyor. Kısırlaştırma ve terklerin önüne geçilme olmadan bu sorunun çözülmesi mümkün değil.

‘Yurt dışından atık gelmesini yasaklayacağız’

Çöp ithalatını sürdürecek misiniz?

Sürdürülebilir üretim ve tüketim kuralları içinde üretimin her aşamasında girdi kayıplarının önlenmesi ve tasarrufun sağlanması, son kullanıcıya ulaşan ürünün atıklarının (ambalaj atıkları dahil) bertarafında “yaşam boyu yönetim” anlayışı gerçekleştirilerek, her kademedeki üretici-tüketici sorumluklarını belirleyeceğiz.

Bu çerçevede, atıkların geri dönüşümünü hızlı bir şekilde artırarak hem çevreyi hem de ekonomiyi destekleyeceğiz. Özellikle başta plastik atıklar olmak üzere yurtdışından gelen atıkların bir takvime bağlanarak sektör paydaşları ile istişare edilerek yasaklanmasını sağlayacağız.

Kendi atıklarımızın değerlendirilmemesi ülkemiz için bir milli servet kaybı. Ülkemizde üretilen atıkların geri dönüşüm oranını hızlı bir şekilde artırarak ithalatın önüne geçmiş olacağız. Bildiğiniz gibi, mevcut iktidar plastik atıkların ithalatı ile alakalı önce yasaklama kararı getirdi, daha sonra da U dönüşü yaparak kararından vazgeçmiş oldu. Biz DEVA Partisi olarak, mağduriyetlerin önüne geçebilmek için önemli kararların zamana yayılarak ortak akıl ve istişare ile alınması gerektiğini düşünüyoruz.

‘Kanal İstanbul ısrarı anlaşılamaz’

Kanal İstanbul ile ilgili partinizin tavrı nedir?

Çevresel felaket riski, kanal inşasının iklim değişikliğine muhtemel etkileri, yeni şehirleşme ile yapılacak tahribatlar, yok olacak arkeolojik alanlar, dış politika ve güvenlik risklerine rağmen iktidarın Kanal İstanbul Projesinde ısrarcı olması anlaşılamaz.

Kanal İstanbul Projesi’ni ülkemizi çeşitli noktalarda felakete sürükleyecek bir proje olarak görüyoruz. Proje hayata geçerse; Marmara Denizi’nin tamamen oksijensiz kalması, canlı fay hatlarının bulunduğu bölgede nüfus yoğunlaşmasına neden olarak deprem ve tsunami risklerinin artması ana gündem maddelerimiz olacak.

Projenin 20 -60 milyar dolar arasında maliyeti olacağı tahmin ediliyor. Bu kaynağın, İstanbul’un olası bir depreme hazır hale getirilmesi, iklim değişikliğine uyumlu ve yaşanabilir bir şehre dönüştürülmesi gibi öncelikli sorunlar için harcanması yerine bu projeye ayrılması kabul edilebilir değil.

Kanal İstanbul projesine DEVA Partisi olarak Nisan 2021 tarihinde İstanbul Valiliği Çevre ve Şehircilik İl Müdürlüğü’ne itiraz dilekçemizi vermiştik ve konuyu takip etmeye devam ediyoruz.

 

TOKİ ve Millet Bahçesi ihalesine karşı: Aydos bahçe değil, ormandır

İstanbul Anadolu yakasında, Kartal ile Sultanbeyli ilçeleri arasında uzanan Aydos Ormanı’nda yapılması planlanan millet bahçesi projesine karşı doğa mücadelesi devam ediyor.

Orman için mücadele etmek üzere bir hafta kadar önce Aydos Ormanı Savunması kuruldu. Savunma tarafından dün orman içinde yapılan basın açıklamasında Aydos Ormanı’nda yapılması planlanan Millet Bahçesi’ne karşı ‘Muhafaza Ormanı’ talebinde bulunuldu:

‘Millet Bahçesi değil, Muhafaza Ormanı’

“Birinci derece sit alanı olan Aydos Ormanı’nın bütünlüğüne zarar verecek her girişime karşı ormanın sesi olmak zorundayız. En büyük karbon yutaklarından biri olan ormanlar olmazsa bizler de yokuz. Aydos Ormanları Savunması olarak Millet Bahçesi değil Muhafaza Ormanı diyoruz”

TOKİ’ye ihale edilen bölgedeki inşaat alanında yapılan açıklamaya yurttaşlar, Kuzey Ormanları Savunması, Aydos Ormanı Savunması ve Türkiye Ormancılar Derneği‘nden üyeler katıldı. Türkiye Ormancılar Derneği Marmara Şubesi Başkanı Sezai Kaya şu ifadeleri kullandı:

Aydos Ormanı’nda kafe, büfe, kıraathane, kreş…

TOKİ tarafından ihalesi yapılan Millet Bahçesi projesi ile 25 hektarlık alanın, ormanın bütünlüğünü kaybetmesine yol açarak yerini betona ve restoran, kafe, büfe, kıraathane, kreş gibi yapılara terk etmesi planlanıyor.

Aydos Ormanı Savunması tarafından yapılan açıklamada “Aydos Ormanı sahipsiz değildir” sloganları atıldı ve konuya ilişkin olarak da Anadolu Cumhuriyet Başsavcılığına suç duyurusunda bulunuldu. Basın açıklamasında iklim krizine, küresel ısınmaya, bir karbon yutak alanı olarak orman varlığının önemine şu sözlerle değinildi:

“İklim krizinin giderek tırmandığı, küresel ısınma nedeniyle her yıl yüzlerce orman yangınına yenilerinin eklendiği, doğal yaşamın ciddi tehdit altında olduğu günlerdeyiz.

Tüm bu şartlarda İstanbul’un güneyindeki Kuzey ormanlarından, parçalana küçüle varlığını sürdürmeye çalışan Aydos Ormanı’ndan sesleniyoruz sizlere.

Bizleri sadece sizler dinlemiyorsunuz, yaşayabilmeleri bu ormanın mikroklimasına , bütünlüğünün korunmasına bağlı Türk meşesi, mazı meşesi, doğu gürgeni, geyik dikeni, kuş üvezi, çiçekli dişbudak, çakal eriği, muşmula; kocayemiş, akçakesme, ateş dikeni, İspanyol katırtırnağı, boyacı katırtırnağı, katran ardıcı , çam ağacı, eşsiz güzellikteki İstanbul çiğdemi de dinliyor. Balıkçıllar, yaban ördekleri, göçmen kuşlar yuvamıza dokunmayın, “ya hep beraber ya hiç birimiz“ diye haykırıyor. Çünkü onlar bizden daha iyi biliyor: Orman çalısıyla, ağacıyla, börtü böceğiyle, tüm hayvanlarıyla, yosunuyla, mantarıyla, toprağıyla orman.

Aydos Ormanında Millet Bahçesi yapılma projesine karşı adli süreci başlatmış bulunuyor ve tüm halkımızı bu süreçte yanımızda olmaya davet ediyoruz.”

CHP’li Sezgin Tanrıkulu hakkında ‘soykırım’ soruşturması

Halkların Demokratik Partisi’nden (HDP) Garo Paylan’ın 22 Nisan’da Türkiye Büyük Millet Meclisi’ne (TBMM) ‘Ermeni Soykırımı tanınsın’ teklifi sunmasının ardından iktidar ve muhalif partilerden yoğun tepkiler gelirken konu açılan bir soruşturma ile gündemde yer almaya devam ediyor. Cumhuriyet Halk Partisi (CHP) İstanbul Milletvekili Sezgin Tanrıkulu hakkında 24 Nisan 1915’in yıldönümünde yapmış olduğu ‘Ermeni Soykırımı’ paylaşımları dolayısıyla soruşturma başlatıldı.

CHP’li Sezgin Tanrıkulu dün sosyal medya hesabından “107 yıl önce 24 Nisan 1915’te yüzlerce Ermeni aydını İstanbul’da gözaltına alınıp, Çankırı, Ayaş, Ankara‘ya sürüldü ve zorla kaybedildi. Kötülüğün miladı ile olan bu tarihle yüzleşmeden gerçek adalet sağlanamaz” paylaşımında bulunmuştu.

‘Türkiye Cumhuriyeti devletinin manevi şahsiyetini aşağılama’

Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı, Sezgin Tanrıkulu hakkında “Türkiye Cumhuriyeti devletinin manevi şahsiyetini aşağıladığına” dair somut deliller bulunduğundan Türk Ceza Kanunu’nun (TCK) 301. maddesi gereğince soruşturma başlattı.

Halkların Demokratik Partisi’nden (HDP) Garo Paylan 22 Nisan’da Türkiye Büyük Millet Meclisi’ne (TBMM) ‘Ermeni Soykırımı tanınsın’ teklifi sundu. Paylan’a söz konusu önerisinin ardından yoğun tepki geldi.

TBMM Başkanı Şentop: Provokatif

Paylan’ın teklifi TBMM Başkanı Mustafa Şentop teklifi iade ettiklerini belirterek “Bizim tarihimize hakaret edilmesine hele  TBMM çatısı altında asla müsaade etmeyiz. İade ettik. Böyle bir davranışın iyi niyetli olmadığını provakatif olduğunu söyleyebilirim” dedi. Şentop şöyle konuştu:

“Türkiye’de böyle bir kanun teklifini vermek, verebilmek Türkiye içerisinden değil Türkiye dışarısından bir desteğin cesareti olabilir. TBMM’de aziz milletimize ve bizim tarihimize hakaret edilmesine asla müsaade etmeyiz. Bununla ilgili hukuken yapılabilecek şeyler, metnin içeriğiyle ilgili, hukukçuların savcıların yapacağı çalışmalarla ortaya çıkabilir.”

‘Yedi yıldır yanı teklifi veriyorum, böyle llince maruz kalmadım’

Paylan teklifin iade edilmesi ve yoğun tepkilerle karşılaşmasının ardından BBC’dem Ayşe Sayın’a şu açıklamada bulundu:

“Ben 2015’te milletvekili oldum ve milletvekili olduğumdan bu yana yedi yıldır aynı teklifi veriyorum. Güncelleme anlamında sadece yılı güncelliyorum. Yedi yıldır böyle bir lince maruz kalmadım. Çünkü bu meseleler konuşulabiliyordu Türkiye’de ve her yıl Cumhurbaşkanı’nın taziye dilediği bir konuyla ilgili benim tanımlamam bu şekilde oluyor.

Ben değişmedim, demek ki Türkiye değişti. Geçmişle yüzleşmeyle ilgili pek çok adımlar atılıyordu. Ama şimdi geçmişle yüzleşme defterini de kapatmış Türkiye. Eşit, adil bir gelecek defterini de kapatmış demek ki.”

Paylan’ın teklifine iktidardan yoğun tepki geldi

AKP Sözcüsü Ömer Çelik, teklifi “ahlaksız” şeklinde nitelendirdi.

Adalet Bakanı Bekir Bozdağ ise “TBMM; milletimize, ecdadımıza, devletimize ve tarihimize iftiraları içeren kanun teklifinin görüşüleceği bir yer değildir” dedi.

‘Hadsizlik’

Cumhurbaşkanlığı İletişim Başkanı Fahrettin Altun kanun teklifinin “gaflet, dalalet ve hatta hıyanet” olduğunu söyledi. Kanun teklifini “hadsizlik” olarak tanımlayan Altun, teklife hukuki süreçle yanıt verileceğini belirtti.

‘Hiçbir kirli ajanda bu gerçeği değiştiremez’

İYİ Parti Genel Başkanı Meral Akşener de Paylan’ın teklifini kınadı ve “Büyük Türk Milleti’nin, gurur duyulacak bir tarihi vardır. Bizler burada oldukça, hiçbir kirli ajanda bu gerçeği değiştiremez” dedi.

‘Türk Milleti’ne karşı ‘soykırım’ iddiasını şiddetle reddediyorum’

Demokrat Parti Genel Başkanı Gültekin Uysal da  “102. kuruluş yıldönümünü dün kutladığımız TBMM üyesi bir HDP milletvekili tarafından insanlığın yüzünü kızartacak zulüm ve soykırımlara maruz kalmış Türk Milleti’ne karşı ‘soykırım’ iddiasını şiddetle reddediyorum” şeklinde paylaşımda bulundu.

‘Siyasetçinin görevi yasayla tarihten husumet çıkarmak değildir’

CHP Sözcüsü Faik Öztrak “Tarihte nelerin yaşandığına siyasetçiler değil; tarihçiler karar verir. Siyasetçinin görevi yasayla tarihten husumet çıkarmak değil; geleceği inşa etmektir” paylaşımında bulundu.

Paylan “Ermeni Soykırımı’nın 107 yıldır inkar edildiğini” söyleyerek şu ifadelere yer vermişti:

“24 Nisan 1915 tarihinde 250’ye yakın Ermeni aydının tutuklanması ile başlayan sürgün ve katliamlar, 27 Mayıs 1915 tarihinde çıkarılan Geçici Tehcir Kanunu‘yla Ermeni halkının topyekün kadim topraklarından sürülmesi ve büyük çoğunluğunun yaşadıkları yerlerin civarında ve göç yollarında katledilmesiyle sonuçlandı.”

HDP tarafından 1915 olaylarının yıldönümünde “107 yıllık acıları ve yası paylaşıyoruz” başlığıyla yazılı bir açıklama yapıldı:

“Coğrafyamızı çoraklaştıran utançlarla yüzleşmeyi ertelemek, toplumsal barışa ve hakikatlerin konuşulmasına hizmet etmemektedir.”

Cengiz’in icraatleri devam ediyor, yurttaşlar kendi arazilerine alınmıyor

Çevre aktivistleri 22 Nisan’da İstanbul Kadıköy’de bir araya gelerek Cengiz İnşaat‘a karşı doğayı savunmak üzere Rize İkizdere’ye hareket etti.

Doğa savunucuları İkizdere’de şirketin çalışmalarını sürdürdüğü ve doğada hem bitki örtüsü hem de yaban hayatı açısından tahribatlara sebep olduğu taş ocağına karşı tepkilerini göstermek için bölgedeki sorunlara dikkat çekerek protestolar gerçekleştirdi.

Cengiz İnşaat çalışıyor, vatandaş kendi arazisine alınmıyor

İkizdere’deki Eskencidere Vadisi’nde Cengiz İnşaat’ın taş ocağı çalışmasının bölgedeki arıları öldürdüğü belirterek boş kovanlar gösterildi. İkizdereliler İstanbul’dan gelen doğa savunucularına ölen arıları anlattı ve taş ocağının sebep olduğu sorunlara dikkat çekti.

Yurttaş soruna dikkat çekmek için kovanlarını yaktı. Arıların öldüğü kovanda kalması ve yerini terk etmemesi gibi doğa savunucuları da Eskencidere Vadisi’ni, kendi topraklarını terk etmeyeceklerini, direnişe devam edeceklerini söyledi.

Yüzlerce kovan arı ölümüne sebep gösterilen taş ocağında çalışma yapılan bölgedeki arazilerine girmek isteyen çevreciler jandarmanın engeliyle karşılaştı.

Cengiz İnşaat’ın çalışma yaptığı bölgedeki arazilerine girmek isteyen yurttaşlar jandarma tarafından engellenirken alanda kısa süreli arbede yaşandı.

Çevreciler jandarma komutanına alanın şantiye olmadığını, tapulu ve kendi arazileri olduğunu söyleyerek tepki gösterdi. Bölgede bulunan şirketin güvenlik görevlilerinin arazilerinden çıkmasını isteyen doğa savunucuları güvenliklerin alanı terk etmelerini istedi:

“Siz de şu an bizim arazimize giremezsiniz. Kişi olarak değil, o firmada çalıştığınız için bu arazimize giremezsiniz. Defolun, ayrılın buradan, bizim işimiz jandarmayla. Kimsenin malı değil burası, bizim babamızın malı. Bu nedir ya arazimize de mi giremeyeceğiz!”

Cengiz’in icraatleri her şeye rağmen devam ediyor

Rize İkizdere’de, doğa tahribatı yaratacağı bilirkişi raporuyla belgelenmesine rağmen yürütmeyi durdurma kararı verilmeyen Cengiz Holding inşaatı hem bölgedeki bitki örtüsünü hem de canlıları olumsuz yönde etkilemiş durumda.

İlgili haber: İkizdere için verilen bilirkişi raporu 180 gündür ‘yok hükmünde’: Cengiz Holding kırıma devam ediyor

Vatandaşlar şirkete karşı doğa için direniyor

Rize İkizdere‘de bilirkişi raporuna rağmen yürütmeyi durdurma kararı verilmeyen Cengiz Holding‘in bölgeye yıkım getirdiğini belirten İkizdereliler ise direnişlerini sürdürüyorlar.

İkizdereliler projenin yaban hayatı ve hayvanlar da dahil ekosisteme zarar verdiğini, hayvanların kaçtığını belirtmişlerdi.

Bilirkişi raporunda da proje alanı çevresinde yaban hayvanlarının yaşam ortamlarının olduğu, projenin gerçekleşmesi durumunda tozuma ve gürültüden dolayı yaban hayvanlarının ortamdan uzaklaşabileceği bildirilmişti.

İlgili haber: Cengiz Holding’in İkizdere’deki yıkımı yeniden gözler önüne serildi

‘Arı varsa hayat var’

İkizdere’de direnişe devam eden vatandaşlarla bir araya gelen doğa savunucuları “Arı varsa hayat var” ve “Arıların değerini bal gibi öğreneceğiz” sloganlarıyla bir panel gerçekleştirdi.

Bilirkişi raporunda bugün yaşanan sorunlara işaret edilmişti ancak proje sürdürüldü

İkizdere’nin bilirkişi raporunda taş ocağının usulsüz olduğu belirtilmiş doğaya vereceği zararlar şöyle sıralanmıştı:

  • Heyelana duyarlılık ve izleme çalışmalarına ilişkin olarak dava konusu Proje Tanıtım Dosyası (PTD) incelendiğinde ise söz konusu PTD’de konu ile ilgili herhangi bir çalışmaya yer verilmiyor. 
  • Kazı çalışmalarının yamaç stabilitesini olumsuz yönde etkilemesi olası.
  • Beşeri heyelan olaylarının yaşanabilir.
  • Bölgede çalışmalar dolayısıyla meydana gelen tozlanma nedeniyle köy halkının geçim kaynağı olan çay yetiştiriciliği olumsuz etkilenecek.
  • Arıcılık etkilenecek.
  • Tozlanma nedeni ile döllenemeyen çiçeklerde nektar miktarındaki azalma o yıl balın verimini etkileyebileceği gibi, sonraki yıllarda çiçek popülasyonlarında azalmaya neden olacak.
  • Toz oluşumunun tarımsal ve hayvancılık faaliyetleri ile ormancılık açısından bölgenin coğrafi yapısı dikkate alındığında oldukça fazla olumsuz etki oluşturacağı, bölgenin orman yapısı nedeniyle oluşan tozların rüzgar etkisiyle çok geniş alana yayılma ihtimali var.
  • Sızmanın azalması ve akışın artması gibi su miktarının değişimi yanında yüzey örtüsü (Üst toprağı) alınmış bir alandan şiddetli yağışlar esnasında artan yüzey akışının kontrolünün daha zor olması nedeniyle faaliyet alanının hemen yakınındaki İkizdere yan koluna rüsubat taşınımı da artacak.
  • Su kaynakları zarar görecek. Su kalitesine etkisi için ön çalışma yapılmış değil. 
  • Keşif günü yapılan başta jeolojik değerlendirmeler proje alanındaki hammadde (bazaltık-andezitik tipte volkanik kayaçlar) rezervinin oldukça geniş bir alana yayılmış olduğunu gösteridi. Benzer özellikteki hammaddenin geniş bir bölgede varlığı proje alanı olarak belirlenmiş dava konusu alan için ‘proje alternatiflerinin’ su kaynakları (yüzey-yer altı), orman alanları, toz, gürültü başta yerleşim alanlarından uzak olması, tesis sahasının görüş ve etki alanı içinde yerleşim yerlerinin mevcudiyeti ve mesafesi olarak çevresel etkileri yönünden yeterince değerlendirilmediğini, PTD’nin proje alternatiflerinin dayanımı yüksek bazalt cevheri yerlerinin tespit edilmemesi ve irdelenmemesi yönünden de ciddi eksiklikler içeriyor. 
  • Proje alanı çevresi yaban hayvanlarının yaşam ortamı, proje gerçekleşirse tozuma ve gürültüden yaban hayvanları ortamdan uzaklaşabilir.
  • PTD’de yer alanların dışında kızılçam gibi PTD’de yer almayan 20’nin üzerinde yapraklı ağaç türünün de bulunduğu yöre halkının yaşam alanı ve geçim kaynağı konumundaki proje alanı içerisindeki orman alanını tahrip edecek. 

Danıştay, zeytinlikleri madenciliğe açan yönetmeliği durdurdu: Kanuna ve kamu yararına aykırı

Danıştay 8. Dairesi, Enerji ve Tbii Kaynaklar Bakanlığı‘nın yayınladığı zeytinlik alanlarda maden faaliyetine açan tartışmalı Maden Yönetmeliği hükmünün yürütmesini durdurdu.

3573 sayılı Zeytinciliğin Islahı ve Yabanilerinin Aşılattırılması Hakkındaki Kanun‘a ve kamu yararına aykırı olduğu gerekçesiyle verilen yürütmeyi durdurma kararı ile, açılan karşı dava karara bağlanana kadar yönetmelik uygulanamayacak ve zeytin alanlarında madencilik faaliyeti yapılmasına izin verilmeyecek.

İlgili haber: Zeytinlikleri maden işletmelerine açan yönetmeliğe dava yağıyor
İlgili haber: Zeytin üreten illerin CHP’li vekilleri Danıştay’a yürütmeyi durdurma çağrısı yaptı

Siyasi partiler, yönetmeliğin yürütmesinin durdurulması için Danıştay’a başvurularda bulunmuş, pek çok ekoloji ve sivil toplum örgütü yönetmeliğin iptali için dava açmıştı.

Ne olmuştu?

Resmi Gazete’de 1 Mart’ta yayımlanan yönetmelikle birlikte tapuda zeytinlik olarak kayıtlı olan alanlarında madencilik faaliyetlerinin önü açıldı. Yönetmelik, İkizköy’deki Akbelen Ormanı‘nda açılmak istenen kömür ocağı için yapılan bilirkişi keşfi öncesinde değiştirildi. İkizköylülerin avukatı Arif Ali Cangı yönetmelikle ilgili olarak “Sanki bizim keşfimizi bekler gibi yönetmelik değişti” demişti.

31 Mart’ta  İkizköy’ün Işıkdere mevkinde YK Enerji 17 zeytin ağacını dozerlerle sökmüş, karşı çıkan çevreciler darp edilerek gözaltına alınmıştı. Avukat İsmail Hakkı Atal, “YK Enerji ve Limak’a özel çıkarılan yönetmeliğin uygulanma kabiliyeti yoktur” demişti.

İlgili haber: İkizköylülerden zeytin ağaçları için dilekçe: Yönetmelik değişikliği burası için yapılmış

Karara imza atan Enerji ve Tabi Kaynaklar Bakanlığı daha sonra  61 ilde 344 maden sahası için ihale açmıştı.

İlgili haber: Zeytinlikleri madenciliğe açan yönetmeliğin ardından yüzlerce maden sahası ihaleye açıldı

Resmi Gazete’de yayınlanan ‘Maden Yönetmeliğinde Değişiklik Yapılmasına Dair Yönetmelik “zeytin sahasında madencilik faaliyetleri yürütülmesine ve bu faaliyetlere ilişkin geçici tesisler inşa edilmesine” Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanlığı tarafından izin verilebilmesini sağlıyor Yönetmelik şöyle:

“Ülkenin elektrik ihtiyacını karşılamak üzere yürütülen madencilik faaliyetlerinin tapuda zeytinlik olarak kayıtlı olan alanlara denk gelmesi ve faaliyetlerin başka alanlarda yürütülmesinin mümkün olmaması durumunda madencilik faaliyeti yürütecek kişinin faaliyetlerin bitiminde sahayı rehabilite ederek eski hale getireceğini taahhüt etmesi şartıyla Genel Müdürlük tarafından belirlenen çalışma takvimi içerisinde zeytin sahasının madencilik faaliyeti yürütülecek kısmının taşınmasına, sahada madencilik faaliyetleri yürütülmesine ve bu faaliyetlere ilişkin geçici tesisler inşa edilmesine kamu yararı dikkate alınarak Bakanlıkça izin verilebilir.”

Atık su bazlı epidemiyolojik çalışmalar ve Covid-19

Yaklaşık iki yıl önce bu köşeden, ülkemizde de yapıldığını yazdığım atık sularda Covid-19’un izlerinin araştırıldığı çalışmanın detayları ve sonuçları bir kitap halinde açıklandı.

Aslında bugüne kadar atık su bazlı epidemiyolojik çalışmalar biliniyor ve dünyanın birçok ülkesinde uygulanıyordu. Son iki yıldan bu yana yaşanan Covid-19 pandemisi, bu tip çalışmaların önemini bir daha unutulmamacasına bize hatırlattı. Bu kapsamda yapılan atık su tarama çalışmaları SARS-CoV-2 virüsünün izlerinin sürülmesi toplumdaki enfeksiyon dağılımı ve eğilimlerini ortaya koyarak halk sağlığı açısından karar vericilere sağlık örgütünü organize etmeleri açısından maliyet etkin bir erken uyarı imkanı sağlıyor. Atık sular o bölgedeki toplumun ayak izi gibi; bir bölgedeki atık suların taranması semptomatik veya asemptomatik o toplumdaki tüm vakalar hakkında bilgi verebiliyor, artış veya azalış eğimlerinin en az dört-beş gün önceden görülebilmesini sağlıyor. Covid-19 pandemisinin ortaya çıkmasından hemen sonra başta Hollanda ve Avusturalya olmak üzere çeşitli ülkelerde özellikle pandemi ile ilgili olarak birkaç önceden vaka artış ve azalış eğilimleri ile  asemptomatik vakaların yoğunluğunun görülebilmesi için ‘atık su bazlı epidemiyolojik çalışmalar’ (WBE) başlatıldı. Elde edilen bilgilerin salgına karşı sağlık örgütünün organizasyonu için kullanılabilmesi çok önem taşıyordu. Aynı çalışmalar Türkiye Su Enstitüsü koordinasyonunda ülkemizde de yapıldı. Projeye Tarım ve Orman Bakanlığı’nın ilgili birimleri, Devlet Su İşleri Genel Müdürlüğü, Gıda ve Kontrol Genel Müdürlüğü ve Su Yönetimi Genel Müdürlüğü destek ve katkı sağlıyor. Projede, Marmara Üniversitesi Çevre Mühendisliği Bölümü proje yürütücüsü ve bilimsel danışman olarak görev alıyor. Marmara Üniversitesi Çevre Mühendisliği Bölümünden Doç. Dr. Bilge Alpaslan Kocamemi ve Doktor Öğretim Üyesi Esra Erken tarafından pandemi boyunca yapılan çalışmaları hazırlık aşamasından başlayarak Şubat 2022’de kitaplaştırdı. Nisan 2020’de başlatılan ve halen sürdürülen çalışmanın sonuçları alındıkça diğer ülkelerle de anında paylaşılmış.

Türkiye 22 Pilot Şehir, 7-8 Nisan 2022. Kaynak: https://covid19.tarimorman.gov.tr/

WBE çalışmalarının sistematik ve sürdürülebilir işleyişinde çalışma adımlarının lojistiğinin oluşturulması ise önemli ve zorlu bir süreç. Bu süreçte planlanması gereken üç temel adım sırasıyla; numune alma ve transfer, ön hazırlıklar, analiz ve raporlama… Bu adımlar uygulanırken çalışmaların sağlıklı işleyişi açısından önemli bazı noktalar daha var: Numune transfer olanakları, biyogüvenlik seviyesi 2-3 laboratuvarlar, cihazlar (soğutmalı santrifüj, RT-qPCR cihazları vb), kalifiye iş gücü (moleküler analizler ve yorumlanması konusunda uzman ekip, laboratuvar teknisyenleri, virologlar/mikrobiyologlar/moleküler biyologlar/çevre mühendisleri vs.), sarf malzemelerinin temin ve kullanım süreleri gibi… Ayrıca WBE çalışmalarının tüm ülke genelinde yürütülmesi planlanıyor ise merkezi yönetim desteği kesinlikle şart.

İstanbul, o4-10 Nisan 2022. Hafta: 1 2022. Kaynak: https://covid19.tarimorman.gov.tr/

‘Türkiye Covid-19 Yayılımının Atıksularda WBE ile Takibi Projesi’ kapsamında Haziran 2020’den bu yana İstanbul’da haftalık ve Türkiye genelinde tüm coğrafi bölgelerde belirlenen 21 pilot ilden, 15 gün aralıklarla  rutin analizler gerçekleştiriliyor. Bu analizler ile iki haftalık süreçlerle Türkiye genelinin %42’si (yaklaşık 33 milyon kişi), haftalık olarak ise İstanbul nüfusunun %20-70’i (yaklaşık 3-11 milyon kişi) Covid-19 yayılımı anlamında taranmış oluyor. Buna göre, yüksek vaka, orta vaka, düşük vaka ve çok düşük vaka renk skalasıyla hazırlanan yayılım haritaları yayınlanıyor.

Çalışmalar gelecek risklere hazırlıklı olunmasını sağlayacak

Proje ile ilgili kitaptan, çalışmayı yürüten ekibin 2020 Nisanından bu yana ülkemiz genelinde sürdürülen WBE çalışmaları kapsamında İstanbul, Ordu, Diyarbakır, Muğla gibi pek çok ilde vaka sayısı artışını atıksu örneklerinde 1-2 hafta önceden tespit edilebildiğini görüyoruz. Ülkemizde Ocak 2021’de başlayan aşılama çalışmalarından sonra da WBE çalışmaları sürdürülmüş. Aşı, hasta semptom göstermese dahi Covid-19 virüsünün idrar ve dışkıda bulunmasına mani olmadığından, WBE çalışmaları aşılama sonrasında toplumdaki Covid-19 yayılımının gerçek durumunun takibi açısından daha da önem kazanmış.

Covid-19 pandemi süreci bize unuttuğumuz birçok şeyi hatırlattı. Bunların başında da atıksuların salgının boyutları hakkında en az dört-beş gün önceden bize önemli ipuçları sağlayacağı ve pandemi ile mücadelede çok değerli zaman kazandıracağı gerçeğiydi. Artık pandemi sürecinde yürütülen WBE çalışmalarından elde edilen deneyimler hiç unutulmayacak ve gelecekte yaşanması muhtemel yeni pandemi tehlikelerine karşı hazır olunmasını sağlayacak. Ayrıca bu proje ile hatırladığımız başka şeyler de var: Atıksularda virüs ve patojenlerin yanı sıra antibiyotik kalıntıları, uyuşturucu maddeler, tarım ilaçları, endüstriyel kimyasalların takibinin de kullanılabileceği gerçeği gibi…

Yine hepimizin çok iyi bildiği gibi Covid-19 pandemisi sonucu dünya genelinde ulusal ve küresel düzeyde insan, hayvan ve çevre sağlığını tek bir yapıda toplayarak küresel sağlık güvenliğinin gelişimini hedefleyen ‘Tek Sağlık’ yaklaşımının önemi daha da iyi anlaşıldı. Bu yaklaşım ile zoonotik hastalıklar, gıda güvenliği, sürdürülebilir tarım, antibiyotik direnci ile mücadele temel hedeflerimiz olmalı. Artık içinde başta halk sağlıkçılar olmak üzere, sağlık, veterinerlik, ziraat, çevre gibi disiplinlerin yer aldığı  çok disiplinli yeni bir organizasyona gereksinimimiz var. Bu temel hedefler doğrultusunda da atıksularda WBE çalışmalarının bize çok değerli bilgiler sağlayabileceğini hiç unutmamalıyız.

Marmara Üniversitesi Çevre Mühendisliği Bölümü’nün desteği ile Türkiye Su Enstitüsü koordinasyonunda gerçekleştirilen ‘Atıksu Bazlı Epidemiyoloji Çalışmaları ile COVID-19 Yayılımının İncelenmesi Projesi’nin’ yeni sağlık tehditlerine ve gelecekteki salgın tehditlerine karşı bize nasıl organize olmamız gerektiğini açık ve net olarak gösteriyor. Büyük bir bilimsel birikim ve emeğin sonucu olarak ortaya çıkan projeden ve çıktılarından umarım gerekli sonuçları çıkarabiliriz.