Ana Sayfa Blog Sayfa 668

Erkekler 11 ayda 308 kadını öldürdü

Kasım’da erkekler en az 28 kadını öldürdü. Veriler yalnızca basına yansıyan olaylardaki kadın cinayetlerine işaret ediyor.

bianet‘in yerel ve ulusal gazetelerden, haber sitelerinden ve ajanslardan derlediği haberlerle ortaya koyduğu Erkek Şiddeti Çetelesi‘ne göre; Kasım’da kadın cinayetlerinden en az 12’si basına ‘şüpheli ölüm’ olarak yansıdı.

Kasım’da basına yansıyan çocuk cinayeti olmadı. Basına yansımaması olmadığı anlamına gelmiyor.

Erkekler, en az 53 kadına şiddet uyguladı, en az dört çocuğu istismar etti, en az dokuz kadını taciz etti, Erkekler, basına yansıyan verilere göre en az bir kadına tecavüz etti.

Fotoğraf: Gülnaz Bingöl / csgorselarsiv.org

İstanbul ve Van’da iki kadının ölümü basına “faili meçhul cinayet” olarak yansıdı. Şırnak’ta erkekler, bir kadını öldürmekle tehdit etti.

11 ayda 308 kadın öldürüldü

2022’nin ilk on bir ayında erkekler, 308 kadını öldürdü, 140 kadını taciz etti, 209 çocuğu istismar etti, 728 kadına şiddet uyguladı, 26 kadına tecavüz etti.

Erkekler en az 386 kadını seks işçiliğine zorladı.

2022’nin ilk on bir ayında 171 kadının ölümü basına “şüpheli” olarak yansırken, erkekler, yılın ilk on bir ayında en az 36 çocuğu öldürdü.

Erkekler 28 kadını öldürdü

Erkekler, Kasım’da en az 28 kadını öldürdü; geçen yıl aynı ayda bu sayı 34 idi. Ayrıca erkekler, kadınların yanındaki en az iki erkeği de öldürdü. Erkeklerin öldürdüğü iki kadın Irak, biri Suriye, iki kadın da Özbekistan göçmeniydi.

Erkekler, en az altı kadını koruma kararına rağmen öldürdü.

Fotoğraf: Emre Orman / csgorselarsiv.org

Erkeklerin kadınları öldürme bahaneleri: Yemek, ayrılık, cin çıkarmak…

Erkeklerin 18 kadını öldürme “bahanesi” basına yansımadı.

Erkekler sekiz kadını ayrılmak istediği veya barışmak istemediği için öldürdü.

Erkekler bir kadını “yemek yapmadığı” bir kadını da “cin çıkarıyorum” diyerek öldürdü. Erkeklerin 18 kadını öldürme “bahanesi” basına yansımadı.

20 kadını kocası, eski kocası, sevgilisi erkekler, iki kadını babası, bir kadını damadı öldürdü. Beş kadını öldüren erkeklerin yakınlık derecesi basına yansımadı.

Erkekler, 18 kadını ev içinde, dokuz kadını işyeri, araç, sokak gibi ev dışı alanlarda öldürdü. Erkeklerin bir kadını nerede öldürdüğü basına yansımadı.

Fotoğraf: Şehlem Kaçar / csgorselarsiv.org

Kasım’da basına yansıyan kadın cinayetleri

Antalya’da bir yıl önce oturduğu apartmanın altıncı katından düşerek ölen Gamze Y. (29) isimli kadının, “intihar etti”ğini söyleyen kocası A.Y.’nin öldürdüğü ortaya çıktı.

Muğla’da Ö.Ç. (43) isimli erkeğin, hakkında kayıp başvurusunda bulunduğu karısı Sevim Ç.‘yi öldürdüğü öğrenildi. Basına 15 Kasım’da yansıyan ancak 23 Ekim’de gerçekleşen olayda, Sevim Ç. ormanda brandaya sarılı olarak bıçaklanmış halde ölü bulunmuştu.

27 failden yalnızca sekizi tutuklandı

Kadınları öldüren 27 fail erkek vardı. Sadece sekiz erkek tutuklandı. Sekiz fail gözaltına alındı, altı fail intihar etti. İki failin süreci basına “aranıyor, kaçtı”, diye yansıdı. Üç failin hukuki süreci basına yansımadı.

Fotoğraf: Beyza Kural /csgorselarsiv.org

Tecavüz: Gözaltı

Erkekler, Kasım 2022’de en az bir kadına tecavüz etti. Geçen yıl aynı ay erkeklerin tecavüz ettiği kadın sayısı iki idi.

Erkekler, bir kadına ev içinde tecavüz etti. Basına yansıdığı kadarıyla bir kadına, akrabası tecavüz etti. Kadın, zihinsel engelleydi. Fail gözaltına alındı.

Dokuz kadına taciz: Tutuklama yok…

Kasım 2022’de erkekler en az dokuz kadını taciz etti. Bu sayı geçen yıl aynı ay, bu sayı 16 idi.

Erkekler, dokuz kadını sözlü ve fiziki yollarla taciz etti. Kadınlardan biri Azerbaycan göçmeniydi.

Erkekler dokuz kadını ev dışı alanlarda iki kadını ev içinde taciz etti.

İki kadını kurye, bir kadını iş arkadaşı, bir kadını gazeteci, bir kadını da savcı taciz etti. Dört kadını taciz eden erkeklerin yakınlık derecesi basına yansımadı.

Kadınları taciz eden yedi fail erkek vardı. Hiçbiri tutuklanmadı.

Fotoğraf: Şehlem Kaçar / csgorselarsiv.org

Çocuk istismarı: Yalnızca bir tutuklama

Erkekler, Kasım’da en az dört çocuğu istismar etti. Geçen yıl aynı ay bu sayı 11 idi.

Bir çocuğu öğretmeni, iki çocuğu kuran kursu öğretmeni istismar etti. Bir çocuğu istismar eden dört fail erkeğin yakınlık derecesi basına yansımadı.

Erkekler, dört çocuğu da okul, kuran kursu gibi ev dışı alanlarda istismar etti.

Çocukları istismar eden altı fail erkek vardı. Sadece bir fail tutuklandı. Beş failin hukuki süreci basına yansımadı.

53 kadın şiddete maruz kaldı

Erkekler, Kasım’da 53 kadına şiddet uyguladı. Geçen yıl da aynı ay bu sayı, 62 idi.

Erkeklerin şiddet uyguladığı en az dokuz kadın “ağır” hasta olarak hastaneye kaldırıldı. Erkekler en az 12 kadına “koruma kararını” ihlal ederek şiddet uyguladı. Erkeklerin şiddet uyguladığı bir kadın Arabistanlı bir kadın da Suriyeliydi.

En az 41 kadını kocası, sevgilisi erkekler yaraladı. Bir kadını taksi şoförü, altı kadını da akrabaları yaraladı. Beş kadını yaralayan dört erkeğin yakınlık derecesi basına yansımadı.

Fotoğraf: Emre Orman / csgorselarsiv.org

Erkekler, en az 16 kadına boşanmak istediği/barışmak istemediği için şiddet uyguladı. Erkeklerin 37 kadına şiddet uygulama “bahanesi“ basına yansımadı.

Kadınlara şiddet uygulayan 52 fail erkek vardı. Sadece iki fail tutuklandı, 12 fail gözaltına alındı. 22 fail hakkında yasal süreç başlatıldı.

Dokuz failin süreci basına “aranıyor”, “kaçtı” diye yansıdı. Yedi fail intihar etti. On failin hukuki süreci basına yansımadı.

Sinpaş’ın inşaatında bileği kırılan işçi yalnız bırakıldı: Sinpaş’ın mızrağı çuvala sığmıyor

Marmaris Kızılbük’te inşaatı sürdürülen SİNPAŞ GYO projesine karşı ekoloji aktivistleri bir mücadele halinde. Mücadele hem hukuki olarak hem de inşaat önünde tutulan nöbetlerle uzun zamandır sürdürülüyor. Marmaris Ekolojik Mücadele Komitesi,  şirketin hukuksuz, doğayı katleden inşaatına karşı zorlu bir mücadele verdiklerini belirtirken ara verilmeden devam eden faaliyetleri de belgeliyor. Komitenin son açıklamasına göre ise Ömer Faruk Ozan adlı işçi inşaattaki mesaisi sırasında merdivenden düşerek bileğini kırdı ve aradan beş gün geçmesine, hastane raporunda ameliyat endikasyonu yazmasına rağmen tedavi olma hakkını kullanamadı.

Komitenin olaya ilişkin yaptığı açıklamada daha önce çok kez, çalıştırılan personelin sigortasız ya da başka yerde sigortalı gösterildiği, olası bir iş kazasından firma kadar işlem yapmayan kurumların da sorumlu olacağı, yetkili kurum ve kişilerden gereğinin yapılmasının talep edildiği hatırlatıldı.

Uyarılara karşı herhangi bir önlem alınmadığına işaret edilen açıklamada şu ifadelere yer verildi:

“Ayrıca Ömer Faruk Ozan’ın ilettiği belgelere göre, personeli olduğu ‘Üç Ay‘ adlı taşeron firmanın iş yeri adresi olarak Sinpaş/Kızılbük inşaat adresini kullanmakta olduğu da aldığımız bilgiler arasında. Yaşanan bu olay, şirketin bir yandan usulsüz biçimde çalışmalarına devam ederken, bir yandan da Kamuoyu Aydınlatma Platformu’nu yanılttığını teyit ediyor.”

Ayrıca yurttaşlar, “Mahkeme kararıyla durdurulmuş ve belediye tarafından mühürlendiği söylenen bir adreste nasıl olur da bir işçinin sigorta kaydı yapılır” diye sordu.

Tüm bu hukuksuzluk ve usulsüzlük karşısında şirketi koruyan, kollayan ve yasaların emirlerini yerine getirmeyen mülki ve yerel idarecilerin şirketin suçlarına ortak olduğuna ve bu durumun kamu vicdanını yaraladığına değinilen açıklamada, “Bu kazayla da görüldüğü üzere, artık Sinpaş’ın mızrağı çuvala sığmamaktadır. Bu hukuksuzluğun uygulayıcıları olduğu kadar izleyen, susan ve kamunun kendilerine verdiği görevlerini yerine getirmeyen yetkili makam ve kişiler de tarih önünde sorumlu olarak anılacaklardır” denildi.

Komite üyeleri daha önce Çevre, Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanlığı, Muğla Valiliği, Kaymakamlık, Muğla Büyükşehir Belediyesi ve Sinpaş hakkında suç duyurusunda bulunmuş, kurumlara görevlerini yerine getirmeleri için dilekçeler vermişti.

Seslerini duyuramadıklarını ifade eden aktivistler yasaların Sinpaş’ı bağlamadığını söyledi:

“[…] hepimizi bağlayan yasalar konu Sinpaş olunca yok sayıldı, işletilmedi, durum görmezden gelindi.  İnşaat mühürlü olmasına rağmen, bırakın bina içi çalışmalar yapılmasını, binaların dört bir yanı iskele ile çevrilip kat çıkıldı.”

Ne olmuştu?

Marmaris’in İçmeler Mahallesi Kızılbük mevkiinde Emin Hattat tarafından 30 yıl önce inşaatı başlatılan otel, 2009’da Sinpaş Holding’e satıldı. 1988 yılında Hattat Ailesi tarafından Hema-Que Otel Yatırım A.Ş. adıyla, 150 dönümü ormandan tahsisli toplam 310 dönümlük denize sıfır araziye beş yıldızlı otel yapılması için inşaat başladı. Fakat 550 oda, 1100 yatak kapasiteli otel bitirilemedi. Emin Hattat, 2006’da iflas edince de inşaat tamamen durdu.

Sinpaş Holding, 2010 yılı başında iki koyu içine alan otel inşaatının bulunduğu bu araziye bin 400 lüks konut yapmak için o dönem belde olan İçmeler’de belediyenin fen işleri müdürlüğüne başvurdu.

Belediye konut yapımına izin vermedi ancak Muğla Valiliği , 27 Temmuz’dan 8 Ağustos’a kadar devam eden büyük orman yangınlarından beş gün sonra, devam eden Kızılbük Wellness Resort inşaatı için 13 Ağustos 2021’de ‘ÇED gerekli değildir’ kararı verdi. Kararın iptali için Eylül ayında Marmaris Kent Konseyi Yürütme Kurulu üyelerince, Muğla 3’üncü İdare Mahkemesi’nde dava açıldı.

Açılan dava kapsamında hazırlanan bilirkişi raporunda, Valiliğin kararının yasalara aykırı olduğu; projenin kıyıya, denize, bölgedeki endemik türlere ve ekolojik bütünlüğe zarar verdiği tespit edilmişti.

Marmaris Kızılbük koyunda bilirkişi keşfi: Yaşanan tahribatı gözlerimizle gördük

Konsey’in Ekolojik Mücadele Komitesi, Sinpaş inşaatı ile ilgili davada Marmaris Belediyesi’nin mahkemeye gönderdiği yazılı beyan sebebiyle Marmaris Belediye Başkanı Mehmet Oktay, İmardan sorumlu Belediye Başkan Yardımcısı Burak Demirtaş ve İmar Müdürü için “görevi kötüye kullanma” nedeniyle suç duyurusunda bulunmuş, Belediye’ye , Kızılbük Thermal Wellness Resort Otel/Devre mülk projesi için düzenlediği İmar Durum Belgesi ile 56 adet yapı ruhsatının iptali talepli dava açmıştı.

 Çevre aktivistlerinden Sinpaş’a izin veren Marmaris Belediyesi hakkında suç duyurusu

Sinpaş’ın ‘ÇED gerekli değildir’ kararına açılan davayı kamuoyuna anlatan çevre aktivisti Marmaris Kent Konseyi nedeniyle Halime Şaman’a açtığı 300 bin liralık haksız rekabet davasının ikinci duruşması nedeniyle 8 Mart Dünya Kadınlar Günü‘nü adliyede kutlayan Şaman, “Umuyoruz ki halkı hakları konusunda bilinçlendirmenin karşılığı tazminat olmayacak” açıklamasını yapmıştı.

 Sinpaş’ın çevre aktivistine açtığı 300 bin liralık davada ikinci duruşma
Kızılbük’te dinamitler patlıyor: Marmaris’ten imdat çığlığı!
Kızılbük’e giden HDP’li Çepni: Burada devlet eliyle suç işleniyor, ‘Sinpaş devlettir’ deyin o zaman

Projeye verilen ‘ÇED gerekli değildir’ kararının iptali için açılan dava 6 Temmuz’da görülmüş, duruşma öncesi adliye önünde bir açıklama yapan Marmaris Kent Konseyi Başkanı Ufuk Beytekin şunları söylemişti:

“Marmaris’te Sinpaş’a ait bir inşaat yapılıyor. Biz Marmaris Kent Konseyi olarak bu inşaat hakkında iki dava açtık. Biri ‘ÇED gerekli değildir’ kararının iptali diğeri de verilen imar durum belgesi ve ruhsatların iptali için. Adalete güveniyoruz çünkü bir ülkeyi ülke yapan unsurlardan biride adalet sistemidir. Milli park alanında dinamit patlatıyor olabilirler, inşaat yasağına rağmen şu son yangında dahi çalışıyor olabilirler, bu gücü kendinde görüyor olabilir bu şirket. Arkası kuvvetlidir veya belediyeyle iş birliği içindedir. Bu mücadele sonunda adalet mekanizmasının bizim lehimize karar vereceğine kalben inanıyorum”

Musk’ın ‘beyin çipi’ üreten şirketine hayvan deneyleri soruşturması

Twitter’ın yeni sahibi Elon Musk’ın yönettiği ve beyin çipi üreten şirket Neuralink’e hayvanlar üzerinde yaptığı deneylerde gereksiz acı ve ölümlere sebep olduğu gerekçesiyle federal soruşturma açıldı.

2016’da kurulan ve Musk’ın da kurucuları arasında bulunduğu Neuralink beyin aktivitelerini eş zamanlı olarak kaydedip uyaran bir çip geliştiriyor. Çipin ağır omurilik yaralanmaları ve nörolojik bozuklukların tedavisi için kullanılması amaçlanıyor.

Reuters’ın ulaştığı belgelere göre ve tanıklıklara göre, şirketin çalışanları Neuralink hakkında, Musk’ın baskısı yüzünden hayvan deneylerinin aceleye getirildiği ve hayvanların gereksiz acı ve ölümlerine neden olduğu suçlamasıyla şikayette bulundu. Bunun ardından geçtiğimiz aylarda bir federal savcının talebi üzerine ABD Tarım Bakanlığı Genel Müfettişi tarafından potansiyel “hayvan refahı ihlalleri”gerekçesiyle soruşturma açıldı.

Musk,2020’de insan deneylerine başlamayı planladığını duyurmuş, daha sonra bunu 2021’e çekmişti. 2021 sonundaysa, 2022’de insanlara çip takmaya başlayacaklarını açıkladı. Son olarak geçen hafta  Neuralink tarafından geliştirilen beyin çipinin, altı ay içinde insan klinik denemelerine başlamasını beklediğini söyledi.

ABD’li milyarderin ‘hedefi tutturmak’ için çalışanlara ‘hızlanmaları’  konusunda baskı yaptığı ve bu nedenle hayvan ölümlerinin ve başarısız deneylerin sayısının da hayvanların duyduğu acının da arttığı belirtiliyor. Soruşturma da bu nedenle açılmış durumda.

‘Hayvan deneyleri ne meşru ne de etik’
Kozmetik ürünlerde hayvan deneyleri hakkında temel bilgiler
[2021’in ardından] Hayvan deneyleri yapanlara bir mektup

1500 hayvanı ‘deney yaparken’ öldürdüler

Reuters tarafından incelenen kayıtlara ve Neuralink’in hayvan testi operasyonları hakkında doğrudan bilgi sahibi olan kaynaklara göre, şirket 2018’den bu yana yapılan deneylerin ardından 280’den fazla koyun, domuz ve maymun da dahil olmak üzere yaklaşık 1500 hayvanı öldürdü. Kaynaklar, şirketin test edilen ve öldürülen hayvan sayısına ilişkin kesin kayıtlar tutmaması nedeniyle bu rakamı kaba bir tahmin olarak nitelendirdi.

Hayvan ölümlerinin toplam sayısı, Neuralink’in düzenlemeleri veya “standart araştırma uygulamalarını” ihlal ettiğini göstermiyor. Pek çok şirket, insan sağlığı hizmetlerini geliştirmek için deneylerde rutin olarak hayvanları kullanıyor ve deneyler tamamlandığında onları öldürüyor. Neuralink çalışanlarının aktardığına göre Musk’ın baskısından dolayı hayvan ölümleri, bu şirketin uygulamalarında çok daha fazla.

Sıçan, fare ve domuzlar da deneylerde kullanılıyor

Neuralink ayrıca sıçanlar ve fareleri de araştırmalarında kullanıyor. Nöroteknoloji şirketi, beyni doğrudan bilgisayarlarla bağlantılı hale getiren arayüzler geliştirmeyi amaçlıyor. Ara yüzün nörolojik sorunları olan kişilerin telefonlarını ve bilgisayarlarını zihinleriyle kontrol etmelerini sağlayacağı düşünülüyor.

Neuralink 2020’de beynine bozuk para büyüklüğünde bir çip takılmış olan dişi bir domuzu ve 2021’de beyninde çip olan ve Pong oynabildiği iddia edilen bir maymunu tanıtmıştı. Şirket daha sonra bu maymunun öldüğünü doğrulamış ancak hayvan refahı düzenlemelerini ihlal ettiği iddialarını reddetmişti.

Reuters’a göre son yıllarda yapılan ve 86 domuz ile iki maymunun kullanıldığı dört deneyde insan hataları yapıldı. Mevcut ve eski çalışanlardan üçü, hataların deneylerin araştırma değerini zayıflattığını ve deneylerin tekrarlanmasını gerektirerek daha fazla hayvanın öldürülmesine yol açtığını söylüyor.

Üç kişi, bu hataları yoğun baskı ortamında çalışan bir deney ekibinin hazırlık eksikliğine bağladı. Reuters tarafından görülen bir e-postada, bir Neuralink çalışanı, meslektaşlarına kızgın bir şekilde, aceleye getirilmiş programın, çalışanların son teslim tarihlerine yetişebilmek için aşırı stres altında çalışmalarına neden olduğunu söylüyor. Çalışan, bu durumun ameliyatlardan önce son dakika değişiklikler yapılmasına neden olarak hayvanlar açısından riskleri arttırdığını belirtiyor.

Diğer çalışan ifadelerine göre, önlenebilecek hayvan ölümlerine yol açan hatalar arasında 2021’de yapılan bir çalışmada 60 domuzdan 25’inin kafalarına yanlış boyutta cihazlar takılması ve bunun sonucunda ölmeleri bulunuyor. Şirketin bu deneyi 36 koyunla tekrarladığı ve hayvanların tamamının öldüğü belirtiliyor.

Konuyla ilgili bilgi sahibi iki kaynağa ve Reuters tarafından incelenen belgelere göre, diğer iki implant operasyonu sırasında, personel Neuralink cihazını iki farklı domuzun yanlış omurgasına yerleştirdi.

Habere göre, bir diğer şirket içi yazışmada Neuralink CEO’su Musk, bu yıl başında çalışanlara felçli birinin tekrar yürümesini sağlayan bir elektrikli implant geliştiren İsviçreli araştırmacılar hakkında bir haber makalesi gönderdi. Musk 8 Şubat tarihinde yerel saatle sabah 6:37 ve 6:47 arasında gönderdiği mesajda, “İnsanların günlük hayatta tekrar ellerini kullanmasını ve yürümesini sağlayabiliriz! Genel olarak, yeterince hızlı hareket etmiyoruz. Bu beni deli ediyor!” dedi.

Aktarılan çalışan ifadelerine göre Musk, Neuralink’te insanlara başlarına bir bomba tutturulmuş gibi çalışmalarını söyleyerek ya da ilerleme sağlayamazlarsa kendisinin bir “piyasa başarısızlığını” tetikleyeceğini belirterek onları baskı altına alıyordu.

İran’da üç günlük genel grev ülkeyi felç etti

İran‘da Mahsa Amini‘nin “ahlak polisi” tarafından gözaltına alındıktan sonra hayatını kaybetmesiyle başlayan ve üç aydır dinmeyen protestolara eklenen üç günlük genel grev, özellikle İran Kürdistanı‘nda karşılık buldu. Diğer kentlerde de greve büyük ölçüde uyuluyor.

Yönetim karşıtı sloganlar atılan sokak gösterileri ise ülkenin dört bir yanında devam ediyor.

Ülkede Amini’nin ölümü nedeniyle başlayıp ‘molla rejimi’ karşıtı bir harekete dönüşen protestolar, 1979 devriminden bu yana İran İslam Cumhuriyeti’ne karşı en güçlü meydan okumalardan biri olarak görülüyor.

Protestolar grevle birlikte yükselirken, İran Devrim Muhafızları Ordusu (DMO) göstericileri tehdit etti; İran hükümeti ise haklarında idam kararı verilen göstericilerin cezalarının infaz edileceğini duyurdu.

Tahran’daki dükkanlar, Kasım ayındaki son protestolardan sonra kapatıldı. Fotoğraf: Wana News Agency/Reuters

İranlı gençler ise, sosyal medyada, özellikle twitter’da başkent Tahran‘daki Kapalı Çarşı (Bazar-e Bozorg) gibi büyük ticaret merkezlerinin yanı sıra Kerec, İsfahan ve Şiraz gibi diğer büyük şehirlerde dükkanların kepenk kapattığını gösteren videolar yayınladı. Reuters‘a konuşan görgü tanıkları, çevik kuvvet polisi ve Besic Gücü milislerinin Tahran’ın merkezinde yoğun bir şekilde konuşlandırıldığını söyledi.

İran’ın yarı resmi haber ajansı Fars, yetkililerin, İranlı futbol efsanesi Ali Daei’nin sahibi olduğu bir kuyumcu dükkanını, üç günlük genel greve katılma kararının ardından mühürlediklerini aktardı. Geçen eylül ayına kadar Portekizli futbolcu Cristiano Ronaldo‘nun bu rekoru kırdığı uluslararası liglerde 109 golle uluslararası futbol tarihinin en çok gol atan oyuncusu olan
Daei, geçtiğimiz hafta  Amin’nin ölümü üzerine başlayan protesto gösterilerini desteklemesinin ardından tehditler aldığını açıklamıştı. Futbolcu,  1998 yılında İran’ın ABD’ye karşı 2-1’lik bir skorla Dünya Kupası‘nda tarihi bir zafer kazandığında İran Milli takımındaydı ve İranlı yetkililerin protestoculara karşı aşırı güç kullanması nedeniyle Dünya Kupası için Katar‘a gitmeme kararı aldığını açıklamıştı.

Fotoğraf: Majid Asgaripour/WANA (West Asia News Agency) Reuters

Bucnurd, Kirman, Sabzivar, Ilam ve Erdebil gibi daha küçük ilçelerde dükkanların kepenk kapattığını gösteren görüntüler de internet ortamından dünyaya yayıldı.

Hengaw İnsan Hakları Örgütü, İran Kürdistanı’ndaki 29 kentin genel greve katıldığını duyurdu.

Rojnews Haber Ajansı’nın haberine göre de İran şehirlerinin büyük bir kısmı greve ve boykota  katıldı. Ajansın Kirmanşah şehrinden yerel kaynaklardan aktardığına göre dükkanlar kepenk kapatırken Arak, Şiraz, Turez, Kazerun, Kirman ve Sistan-Belucistan‘da da vatandaşlar ve esnaf genel greve uydu.

Eylemciler, İran bankacılık para dolaşımının önlenmesi amacıyla vatandaşlardan önümüzdeki üç gün boyunca alışveriş yapmalarını da istiyor.

Grev çağrısı İran Genel Başsavcısı Muhammed Cafer Muntazeri’nin, Ahlak Polisi Birimi’nin kapatıldığını duyurmasının ardından yapıldı. Ancak İran hükümeti bu bilgiyi net bir şekilde doğrulamadı. Gözlemciler de Muntazeri’nin duyurusunu, daha ziyade bu üç günlük genel grev çerçevesinde protestocuları yatıştırma girişimi olarak görüyor.

‣İran’da protestolar sürüyor: İdamı istenenlerden bazılarının cezaları onaylandı

Şiraz Tıp Bilimleri Üniversitesi’nden öğrencilere destek

Bu arada Şiraz Tıp Bilimleri Üniversitesi’nden 209 öğretim görevlisi de yayımladıkları bildiriyle, protesto düzenleyen öğrencilere destek verdiklerini açıkladı. Açıklamada, “Tutuklanan öğrencilerin koşulsuz serbest bırakılması, disiplin kurulu kararlarının iptal edilmesi, üniformalı güvenlik güçlerinin ve polislerin kampüse girmesinin engellenmesi” talep edildi.

Tahran’daki Şehid Beheşti , Zehra ve Allame Tebatebayi üniversitelerinin öğrencileri de boykot ve grevlere destek verdilerini duyurdu.

Bir halkın özgürlük mücadelesi: İran’da zorunlu başörtüsü yasası gözden geçirilecek 

Devrim muhafızlarından tehdit

Öte yandan DMO, emniyet güçlerinin ‘isyancılara, haydutlara ve teröristlere’ merhamet göstermeyeceğini söyledi. İran’ın yarı resmi Mehr Haber Ajansı’nın dünkü haberine göre DMO açıklamasında, ‘İran Yargı Erki’nin İsrail ajanlarına yönelik yasal ve adli soruşturma çerçevesinde aldığı kararlı tedbirlere ve İsrail istihbarat teşkilatıyla işbirliği yapma ve insan kaçırma suçlamasıyla yargılanarak idama mahkum edilen dört kişinin cezasının infaz edilmesine’ övgüde bulundu. Açıklamada, ‘bu tür adımların genellikle caydırıcı ve faillere adil ve ciddi şekilde davranılacağına dair kamuoyu güvenini artıran umut verici gelişmeler olduğu’ belirtildi. Açıklamada ayrıca son dönemde ‘sabotaj, terör ve bölücülük faaliyetlerine karışmakla’ suçlananlarla kararlı ve süratli bir şekilde ilgilenilmeye devam edilmesi genel bir talep haline geldiği ve Yargı Erki’nin de bununla ilgileneceği kaydedildi.

‘İdam cezaları infaz edilecek’

İran’ın Şark gazetesinin haberine göre ise Yargı Erki Başkanı Gulam Hüseyin Muhsini Ejei protestolarla ilgili tutuklanan bazı protestocuların yargı sürecinin kısa sürede sonuçlandığını belirtti. Ejei, bu kapsamda gösteriler sırasında “terör, cinayet, kamu düzenini bozmak” gibi suçlamalarla yargılanan kişilerin idama ya da uzun süreli hapis cezalarına mahkum edildiğini hatırlattı.

Başkan Ejei, “Bozgunculuk yapan ve devlete karşı savaşa girişen, ateşli silahlar ve soğuk silahlarla cinayet işleyen ve güvensizlik yaratan bazılarının cezaları da onaylandı ve bunlar yakında infaz edilecek” ifadelerini kullandı.

Gösteriler sırasında binlerce kişi gözaltına alınırken Yargı Erki Sözcüsü, 8 Kasım’da yaptığı açıklamada, gösteriler sırasında çıkan olaylarla bağlantılı 1024 kişi hakkında iddianame hazırlandığını duyurmuştu.

İran’da yaklaşık 3 aydır devam eden gösterilerle bağlantılı olarak şu ana kadar 6 kişi idama mahkum edildi. İdam kararlarının Yüksek Mahkeme tarafından onaylanması gerekiyordu.

Sokakta ve mahkemede Cengiz Holding’e karşı mücadele: Yedi gözaltı

Başta Kazdağları olmak üzere Türkiye’nin çeşitli bölgelerinde ekokırıma yol açan projeleriyle bilinen ve muhalif kesim tarafından ‘beşli çete‘ olarak adlandırılan şirketlerden Cengiz Holding‘in ekokırım faaliyetlerine karşı, şirketin İstanbul, Altunizade’deki ofisi önünde basın açıklaması okumak isteyen vatandaşlar gözaltına alındı.

Bugün Cengiz Holding’in Kazdağları’nda hayata geçirmek istediği Halilağa Bakır Madeni projesine karşı açılan üç ayrı davanın duruşması görüldü. Ekoloji aktivistleri de bu duruşma öncesinde İstanbul’dan kamuoyunda farkındalık yaratmak ve Cengiz Holding‘in faaliyetlerine tepki göstermek adına basın açıklaması yapmak istedi.

Basın açıklamasını kaydeden gazeteci ve açıklamaya yapmak isteyen yurttaşlara açıklamanın ilk cümlelerinin ardından müdahalede bulunan polis, yedi kişiyi gözaltına aldı.

Basın açıklamasını engelleme girişimi sırasında polislere anayasal haklarını kullandıklarını ifade eden yurttaşlar, gözaltının ardından serbest bırakıldı.

Çevre avukatı İsmail Hakkı Atal, konuya ilişkin yaptığı açıklamada, “Yapılan tamamen hukuksuz ve yasaya aykırı. Herkes önceden izin almaksızın basın açıklaması yapma hakkına sahiptir. Anayasal haklarını kullanan yurttaşlara kanunsuz emir uygulayarak gözaltı yapan, yaptıran tüm kamu ( parti) görevlilerini ve Mehmet Cengiz’i Savcılığa şikayet ettikten sonra verilecek takipsizlik kararını Anayasa mahkemesine taşıyarak gelecekte hepsinin yargılanmasını sağlayacağız. O [Gözaltı emrini veren] amir 5’li çeteyle birlikte yargılanacak” dedi.

Duruşma görüldü

Cengiz Holding’in Bayramiç ve Çan köylerinde açmak istediği ‘Halilağa Bakır Ocağı Kapasite Artışı, Cevher Zenginleştirme Tesisi ve Atık Depolama Tesisi’ projesine karşı açılan üç ayrı davanın duruşması Çanakkale 1. İdare Mahkemesi’nde görüldü.

Duruşma öncesi Kazdağları Ekoloji Platformu adına davacılardan Ayşe Bor tarafından aşağıdaki bağlantıda yer alan basın açıklaması okundu.

Basın açıklamasının ardından başlayan duruşmaya davacılarla birlikte yaklaşık yüz kişi katıldı. Bireysel davacılar, Kazdağı Doğal ve Kültürel Varlıkları Koruma Derneği, Gülpınar Ekolojik Yaşam Derneği davacı köylülerin beyanlarından sonra TEMA Vakfı avukatı Ömer Aykul, Çan Çevre Derneği avukatı Ümran Aydın ve KEP Bileşenleri ile bireysel davacıların avukatı Burcu Özaydın beyanlarını verdi ve ‘ÇED Olumlu‘ kararının iptalini talep etti. Davadan çıkacak kararın daha sonra açıklanacağı bildirildi.

Enerji ve maden şirketlerine karşı mücadele

Kazdağları Ekoloji Platformu tarafından bugün görülen duruşmaya ilişkin yapılan basın açıklamasında “Kazdağları’nda Cengiz Holding’e geçit yok” denildi. Açıklamada şu ifadelere yer verildi:

“Dünya üzerinde biyolojik çeşitliliği ile sayılı ekosistemlerden biri olan Kazdağları’nın ne yazık ki yüzde 79’u madenlere ruhsatlandırılmış durumda. Yörede yaşayan bizler bereketli yaşam alanlarımızı, her türlü meyve ve sebzenin yetiştiği tarım topraklarımızı, kurdu kuşu sincabıyla Kazdağları’nda yaşayan canlıların yaşam hakkını korumak için enerji ve maden şirketlerine karşı mücadele veriyoruz.”

Cengiz Holding’in Kazdağları ekosistemi içinde devasa bir alanda yıkıma sebep olacağının hatırlatıldığı açıklamada, “200 metre derinliğinde ölüm çukurları açacak, üç köyü haritadan silecek ve kimyasal zehirlerle yakınındaki diğer köyleri de yaşanmaz hale getirecek, su kaynaklarımıza el koyacak 87513 ruhsat nolu Halilağa Bakır Madeni projesindeki ısrarına devam ediyor. Halkın tüm itirazlarına, toplanan binlerce imzaya ve bilim insanlarının olumsuz görüşlerine rağmen projeye geçtiğimiz yıl bakanlık tarafından ÇED [Çevresel Etki Değerlendirmesi] olumlu kararı verilmişti” denildi.

Proje ile ilgili açılan ilk dava yörede yaşayan 81 yurttaşla Kazdağı Doğal ve Kültürel Varlıkları Koruma Derneği, Çanakkale Tabip Odası, İnsan Hakları Derneği Çanakkale Şubesi, Ayvalık Tabiat Derneği, Ege ve Marmara Çevreci Belediyeler Birliği, Gülpınar Sürdürülebilir Yaşam Derneği tarafından açılmıştı.

İkinci dava Tema Vakfı ve Çan Çevre Derneği tarafından açılmıştı.

Diğer dava ise Çevre Mühendisleri Odası ve Ziraat Mühendisleri Odası tarafından açılmıştı.

Söz konusu davalarla ilgili bilirkişi keşfi, TEMA ve Çan Çevre Derneği davası üzerinden yürütülmüştü.

Bilirkişiler, projenin doğal ve kültürel varlıklar üzerinde geri dönüşsüz tahribata neden olacağı ve ‘ÇED Olumlu’ kararının hukuka aykırı olduğu yönünde görüş verdi.

Görüş sonucunda, Çanakkale 1. İdare Mahkemesi TEMA davasında ve meslek odaların açtığı davada 17 Haziran 2022 tarihinde yürütmeyi durdurma kararı verdi.

81 yurttaş ve altı kurumun açtığı davada ise, daha önce mahkemeye sunulduğu halde tüzük, tapu vb isteme gibi nedenlerle süreç uzadı ve beklenen yürütmeyi durdurma kararı ancak 20 Ekim 2022’de verildi. Dernek yönetim kurulunca yapılan açıklamada dava sürecine ilişkin şunlar belirtildi:

“Ne yazık ki bu davada, halkın sağlıklı bir çevrede yaşaması için mücadele eden Tabip Odası ve İHD ile üç yurttaş hukuksuz yere dava açmaya ehliyetsiz sayıldı. Ancak şirket, 2009/7 sayılı genelgeden yararlanarak yürütmeyi durdurma kararına mesnet olan bazı hususlarla ilgili ÇED raporunda revizyon yaparak Çevre, Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanlığı’na yeniden başvurdu ve söz konusu proje için 13 Ekim 2022’de yeniden İnceleme Değerlendirme Komisyonu toplantısı yapıldı.”

Bugün, üç davanın da duruşması da görüldü ve ekoloji aktivistleri, iklim krizine işaret etti:

“İklim krizinin etkilerini gördüğümüz, kuraklık çekmeye başladığımız ve gıda güvenliğimizin tehlikeye girdiği bu dönemde sağlıklı bir çevrede yaşama hakkı, bir şirketin kazancı için feda edilemez. Kazdağları’nın korunması, gelecek kuşaklara, çocuklarımıza ve bu topraklarda yaşam hakkı olan tüm canlılara borcumuzdur.
Şirketin ÇED raporunda, bölgede yer alan sayısı metalik madencilik projelerinin sebep olacağı kümülatif etkilere değinilmemiştir.”

Ayrıca, ÇED raporu içinde maden için su alması planlanan Hacıbekirler 1 ve 2 Göletleri’nin projelerine ve çevre etkilerine yer verilmediğine işaret edilen açıklamada “Göletler için DSİ ile protokol hazırlığı içinde olduğu ve Çevre Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanlığı’nın da göletler için kapsam dışı kararı verdiği bilinmektedir. Oysa ÇED bir bütündür ve tüm projeyi kapsamalıdır. Ayrıca mahkemenin yürütme kararına rağmen şirketin söz konusu göletleri en kısa zamanda inşaa etme konusunda ısrarcı davrandığı görülmektedir” denildi ve eklendi:

“Yürütmeyi durdurma kararı, Kazdağı Doğal ve Kültürel Varlıkları Koruma Derneği tarafından Çanakkale Valiliği, Çevre Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanlığı ve DSİ’ye gönderilmiş olup söz konusu proje ile ilgili tüm işlemlerin durdurulması, protokollerin iptal edilmesi istenilmiştir. Bölgede ciddi bir su sıkıntısı yaşanıyor. Köylerin içme suyu kaynakları proje alanında kalıyor. Ayrıca, söz konusu göletlerin bölgenin tarım arazileri için kullanılması gerekmekte iken Cengiz Holding tarafından el konulmak isteniyor.”

“Söz konusu göletler için su temin etmek amacıyla Kocabaş Çayı’ndan derivasyon kanalı ile su alınmasının planlandığı bilinmektedir” denilen açıklamada son olarak şu ifadelere yer verildi:

“Kocabaş Çayı nesli tehlike altındaki su samurlarının yaşam alanı ve 55 köyün de su kaynağı. Halihazırda Odaş Çan 2 Termik Santrali de pompa kurarak Kocabaş Çayı’ndan suyu çekiyor. Çekilen suyun miktarı çok fazla ve yöre halkına su kalmıyor. Geçtiğimiz 2021 yılı yazında Çan ilçemiz büyük bir su krizi yaşamıştır. Kocabaş Çayı’na enerji ve maden şirketlerince el konulması kabul edilemez. Bilirkişilerin raporlarında belirttiği gibi projede kullanılacak su miktarı yörede ciddi bir kuraklık yaratacak.”

Küresel Plastik Anlaşması için müzakerelerde neler konuşuldu?

Bir önceki hafta da bahsetmiştik. Plastik anlaşması için küresel müzakereler Uruguay’ın Punta del Este şehrinde geçen hafta itibariyle tamamlandı. Zorlu geçen ancak herkesin acemiliğe sahip olduğu bir ilk müzakereler oldu denilebilir. Katılımcı ülke heyetlerinin önemli bir kısmı, üstünkörü hazırlanılmış halde gelip hali hazırda yaptıklarını anlatıp anlaşma konusunun isabetli olduğundan bahsetti.

28 Kasım itibariyle başlayan BM Hükümetler arası müzakere toplantıları aslında ilk olarak 26 Kasım’daki çok paydaşlı oturum ile başladı. Bu oturumda benim de dâhil olduğum SNEPT yani Plastik Anlaşması İçin Bilim İnsanları girişiminden ve BFFP yani Plastikten Kurtul girişiminden çok sayıda katılımcı da yer aldı. Bu oturumun amacı, ülkeleri, endüstriyi ve sivil toplumu çeşitli konularda tartışmaya dâhil etmekti. Açılış oturumunda birçok ülke müzakereleri karşılıklı toplantılar yoluyla ileri götürmekten bahsetti. Ancak burada temel eleştiri, 26 Kasım’da düzenlenen paydaş forumunun, müzakerelerde yer alma ile veya katılımla eşdeğer olarak kabul edilmesi ve “ee siz zaten katıldınız işte” diyerek diğer paydaşların asıl önemli olan toplantıların dışında tutulması anlamına gelmesiydi. Ayrıca endüstri temsilcilerinin sanki sorunun kaynağı kendileri değillermiş gibi tüm masalara yerleştirilmiş olması ve söylenen sözlerin bir kısmını veto edebilecek düzeyde katılım sağlaması da ciddi eleştiriye konu oldu. Hatta müzakerelerin diğer günlerindeki tartışmalarda özellikle Suudi Arabistan ve Amerika gibi ülkelerin bazı masalardaki müzakereleri aşırı teknik detaylarla boğması ve çıkmaza sokma girişimi de endüstri karakterli büyük petrol üreticisi ülkelerin de ciddi bir blokaj oluşturabileceği konusunda sinyaller vermekteydi.

Gelişmekte olan ülkelerin damgası

Bu eleştirilerin dışında çok paydaşlı oturumda birçok önemli konunun kürsüden söylenme fırsatı bulduğunu belirtmek gerekiyor. Özellikle geri dönüşüm, sigara izmaritleri, kimyasal katkı maddeleri, yeni plastik üretimi ve daha birçok farklı konu birinci ağızdan tüm katılımcılara aktarıldı.

Müzakerelerin ilk gününde ülkeler işin nasıl ilerlemesi gerektiğine dair açılış konuşmaları yaptılar. Tabii burada açılış konuşmalarına, küçük ada ülkeleri, Latin Amerika ve Afrika ülkelerinin damga vurduğunu belirtmek gerekiyor. Ayrıca UNEP tarafından hazırlanan bir broşüre SNEPT’in önerilerinin girdiğini görmek de ayrıca sevindirdi. Bazı önemli noktalara ilk günden yüksek seviyede değinildiğini belirtmek gerekiyor. Örneğin, plastik üretiminin azaltılması gerekliliği (ki bu bu anlaşmanın en kritik noktası olacak), insan sağlığının korunması gerekliliği, tedbir alma & ,”kirleten öder” ilkelerinin güçlü bir çerçevede değerlendirilmesi, bazı özel hükümler ve gereksinimler olduğu (yaşam döngüsü analizi, plastik kirliliği nedir, kim ne kadar sorumlu vb.) yaklaşımı ve bir de insan hakları temelli bir yaklaşımın olması zaruriyetine sıklıkla atıfta bulunuldu. Bunun yanında bazı anlamsız ve bir işe yaramadığı kanıtlanmış olan konular da konuşulmadı değil. Örneğin Paris İklim Anlaşması‘nın fiyaskoyla sonuçlanmasının da nedenlerinden biri olan zorunlu yükümlülükleri olmayan Ulusal Eylem Planları meselesi burada da gündeme geldi. Plastik Anlaşması’nın böyle bir aksa oturtulması önemli bir tehlike barındırıyor. Çünkü gönüllü taahhütle bir arpa boyu yol almanın mümkün olmadığını biliyoruz. Oysa ki bunun yerine CFC’lerin elimine edilmesinde son derece işe yarayan Montreal Sözleşmesi gibi ya da tehlikeli kimyasalların ve bazı özel kodlu maddelerin sınırı aşan dolaşımını engelleyen Basel Konvansiyonu gibi kesin tarihleri olan özel protokollerin konuşulmasına ihtiyaç var! Bilemiyoruz belki ilerleyen müzakerelerde konuşulacaktır.

Geri dönüşüm ve gönüllü taahhüt riski

Yine uygulanabilir bir çözüm olarak kimyasal geri dönüşümün öne sürülmesi de oldukça problemli bir yaklaşımdı. Çünkü bu ve benzeri öneriler üst perdeden dile getirilirse plastik üretiminin sınırlandırılması gibi daha birincil ihtiyaçlar geri plana itilme riskiyle karşı karşıya kalacaktır. Bir başka şey de artık bir trajediye ve yalana dönmüş olan endüstri tarafından gönüllü taahhütler meselesi var. Bu da hak ettiği gibi konuşulmadı. Her ne kadar insan sağlığının gözetileceği konuşulmuş olsa da plastiklerin insan sağlığına olan etkileri konusundaki yanlış bilgilendirme meselelerine dair pek bir ses çıkmadı denilebilir. Konu çok tabii hepsinin bir anda gündeme gelmesi beklenemez. Ancak şunu da belirtmeliyim ki, ilk gün Yeni Zelanda‘nın, fosil yakıtları ve plastik üreticileri için yapılacak sübvansiyonların, plastik krizinin ana itici gücü olduğunu belirten ve Küresel Kuzey’de aslında sübvansiyona değil daha dramatik müdahalelere ihtiyaç olduğuna vurgu yapan bir müdahale ile son buldu. Bu oldukça heyecan verici bir gelişmeydi çünkü bu tür müdahaleler aslında müzakerelerin geleceğini belirlemesi açısından da oldukça önemli.

Burada bir de SNEPT neler yaptı kısmına değinmek lazım. SNEPT üyeleri birçok masada aslında oldukça belirleyici müdahalelerde bulundu. Ayrıca SNEPT üyeleri birden fazla delegasyonla görüşerek özellikle müzakerelere başkanlık eden Peru ve Ekvator delegasyonuyla görüşerek daha fazla bilim insanı katılımı konusunda söz aldılar. Çünkü onlar ve diğer bazı üye devletler de daha fazla bilimsel girdi talep ediyorlar. Bu görüşmeler sonrası özellikle Latin Amerika ve Afrika ülkelerine yönelik özel bir oturum organize edildi. Çünkü az sayıda bilim insanının olduğu bir müzakereden bir hayır çıkmayacağı aşikâr! Bu ihtiyaca binaen SNEPT üyeleri, UNEP nezdinde daha fazla konuşma şansı bulmak için girişimlerde bulundular ki bir sonraki müzakere maratonunda bilimin öncülüğü söz konusu olabilsin. Aslında SNEPT’in amacı INC-2 için şimdiden ön almak. Çünkü asıl belirleyici olacak olan müzakereler INC-2’de başlayacak. Eğer orada daha fazla söz hakkını garanti ederlerse işte o zaman işe yarar bir anlaşma çıkması için gerekli müdahaleler yapılmış olunacak.

Türkiye’nin düşük seviyede ve hazırlıksız katılımı

Peki, bu müzakerelerde Türkiye’nin rolü ne oldu? Öncelikle Türkiye delegasyonunun çok düşük seviyede ve üstünkörü bir hazırlıkla katıldığını gördüğümüzü söyleyebilirim. Yapılan konuşmalarda çoğunlukla 25 kuruş olan poşet parası ve sıfır atık ile ne kadar plastik çöp toplandığına dair bilgilerin merkezde olduğu bir çerçeve söz konusuydu. Bunlar gösteriyor ki daha önce katılınan toplantıların notları derlenip katılım sağlanmış. Türkiye’nin müzakere konuşmalarında iki şeyin dikkat çektiğini söyleyebilirim. Bunlarda biri maddi kaynak ve desteğe ihtiyaç duyulduğunun belirtilmesiydi. Ancak bunun birincil gündem olması anlaşılır değildi. Çünkü ihtiyaç duyulan maddi kaynak zaten mevcut ve bu da devasa petrokimya yatırımlarına aktarılıyor.

Bunun yanında çöp ithal eden firmalara yönelik olarak verilen hibe destekleri de cabası. Sadece bunlardan yapılacak kesintilerle ülke genelinde çok ciddi adımlar atılabilir ancak gelin görün ki asıl istenen bu değil. Biliyorsunuz sadece Mersin-Hatay arasında yaklaşık 7-8 milyon ton üretim kapasiteli plastik ham madde üretim fabrikaları kurulması ön görülüyor. Bir diğer dikkat çeken ve önemsenmesi gereken söylem de bölgesel olarak plastik anlaşması için gerçekleşecek olan bir girişime öncülük etmek isteğinin belirtilmesiydi. Ancak her ne kadar bu talep önemli olsa da eldeki veriler bu liderliğin hangi şartlarda gerçekleşeceği hakkında çok da umut vaat etmiyor.

Türkiye bildiğiniz gibi Akdeniz’in en kirli sahillerine sahip ve Akdeniz ile Karadeniz’e de en fazla plastik çöp döken ülke. Bunun yanında atık yönetim alt yapısı da sıfıra yakın. Bununla da sınırlı değil, Avrupa’dan en çok plastik çöp ithal etmenin yanında en çok plastik üreten de ikinci ülke. Şimdi, Akdeniz’in en kirli olan sahillerine, orayı restore edecek yaklaşımlar yerine milyon tonluk petrokimya tesisleri kurma girişimi durumun vahameti hakkında ve endüstrinin çevre politikalarındaki belirleyiciliği hakkında önemli doneler veriyor.  Oysa Türkiye’nin sahilleri sadece kendi plastik çöpüyle değil diğer benzer ülkelerden gelen çöplerle de tehdit altında. Dolayısıyla plastik anlaşmasında yaptırım içeren taahhütleri desteklemesi, bölgesel bir işbirliğine gitme şansı bile verebilir. Türkiye yeni petrokimya tesisi kurmaktan vazgeçmelidir. Hele ki plastik anlaşmasının plastik üretiminde sınırlama getirmesinin söz konusu olduğu bir ortamda, bu yatırımlar ölü yatırıma dönüşme ihtimaline sahip. Hem de oldukça yüksek bir ihtimalle. Çünkü plastik üretimine getirilecek bir sınırlama ülkelerin muhtemelen plastik kirliliğine dair performansları üzerinden şekillenecek ki bizim performansımız oldukça kötü.

Toplantıda bazı ilginç ayrıntılar da var. Örneğin Japonya plastiğin çok da zararlı olmadığını belirten bir konuşma yaptı. Peru, plastik kirliliğinin insan hakları ve cinsiyet eşitliği etkisi boyutu olduğundan bahsetti. Gana açıkta çöp yakmanın zararlarından ve bunun hava kalitesine olan etkisine parmak bastı. Ürdün plastiğin kendisiyle değil yarattığı kirlilikle mücadele edilmesi gerektiğini belirtti. Samoa, Pasifik adalarını temsilen yaptığı konuşmada musluğu kapatmamız lazım dedi. Sri Lanka plastiğin zehirli kimyasallarının yarattığı tehditten bahsetti. Meksika atık toplayıcılara, STK’lara, yerlilere, kadınlara ve gençlere odaklanılması gerektiğinden bahsetti. Katar da bizimkine benzer bir konuşma yapıp, dünya kupasının karbon nötr olduğundan bahsetti. Cook adaları temsilcisi ise “Başkalarının atıklarının yeni kolonileriyiz” dedi.

 

PEC: Türkiye, iklim hedeflerinde geride kaldı

Ulusal Katkı Beyanları’nın (NDC) hakemli tek isteklilik değerlendirmesi olan Paris Equity Check‘in (PEC) güncel versiyonuna göre Çin, Rusya, Suudi Arabistan, Türkiye, Vietnam ve İran hala +5°C küresel ısınmayla ilişkili iklim planları olan ülkeler arasında yer alıyor.

170’ten fazla ülkeyi kapsayan değerlendirmeler sunan Paris-Equity-Check.org, ülkelerin Ulusal Katkı Beyanlarını (sera gazı azaltım hedeflerini, NDC) değerlendiriyor.

Çalışma, ilk olarak 2018’de Nature Communications dergisinde yayınlanan ve yeni iklim planları ülkelerinden gelen verilerle güncellenen hakemli metodolojiye dayanıyor.

‣Yeni Ulusal Katkı Beyanları’nda iklim taahhütleri daha güçlü
COP27 sona erdi: Kayıp-hasarda ‘tarihi’ kazanım, fosil yakıttan çıkışta hayal kırıklığı
WWF Türkiye: COP27’deki iklim hedefleri dünyayı kurtaramaz

Gelişmiş ülkelerin çoğu hedeflerin hala çok uzağında

En son değerlendirmesinde, gelişmiş ülkelerin çoğunun, son 18 ay içinde hedeflerini yükseltmelerine rağmen, Birleşmiş Milletler (BM) tarafından kabul edilen 1,5°C ısınma sınırına uygun planların hala çok uzağında olduklarını ortaya koyuyor.

Özellikle ABD, Kanada, Avustralya, AB, Almanya ve İspanya 2.1°C- 3,4°C ısınma aralığına uygun planlar üzerinde çalışıyor.

Kasım’da yayınlanan COP27 Sharm El-Sheikh Uygulama Planı, küresel olarak daha iddialı emisyonlar için işbirliğini hızlandırmanın temel bir ön koşulu olan 1,5°C sınırına ulaşma ile kayıp ve zarar finansmanı sağlama ihtiyacının altını çiziyor.

Dünyanın en yoksul ülkelerinin çoğunluğu 1,5°C sınırını karşılama yolunda ilerliyor, ancak yeterli düzeyde mali destek olmadan 2020’ler ve 2030’lar boyunca karbon yoğun kalkınma yollarını izleyebilir ve “şu anda adil” 2030 hedeflerinden sonra adil emisyon seviyelerini aşabilirler.

Sivil toplum daha fazla eylem istiyor: COP27, iklim krizinin sonuçlarını ele aldı, krizin temel nedenini değil
[COP27] Paris Antlaşması’nın 1.5-2 derece hedefi, yüzyılın sonuna ya da bir başka yüzyıla kaldı!
[Şarm El-Şeyh’ten COP27 Notları-5] Sonuç zafer mi yenilgi mi?
Taahhüt Edilen Isınma haritası, başlıca emisyon yayıcıların mevcut iklim planlarını gösteriyor ve bu planları, söz konusu hırs düzeyiyle ilişkili bir sıcaklık artışıyla derecelendiriyor.

PEC, BM’nin IPCC (Hükümetlerarası İklim Paneli) 5. Değerlendirme Raporunda sunulan üç ilkeye dayanarak hedeflerin adilliğini ve iddiasını derecelendiriyor:

  • Bir ülkenin daha hızlı sera gazı azaltımı sağlama ‘kabiliyeti’
  • Kişi başına düşen tarihsel ‘sorumluluk’ emisyonları
  • Kalan karbon alanına erişimde ‘eşitlik’.

Ulusal Katkı Beyanları’nın ana bulguları ise şöyle:

  • AB Ulusal emisyon hedefleri: İlk kez ele alınan ulusal emisyonlar, Danimarka için 1,4°C ile Macaristan için 3,7°C arasında değişiyor. Fransa ve Portekiz 2,4°C, Almanya 2,1°C ve Litvanya 2.9°C.
  • Zengin ülkeler: AB’nin Ulusal Katkı Beyanı 3,2°C’den 2,3°C’ye; ABD‘ninki 4°C’den 3,4°C’ye, Avustralya’nınki 4,5°C’den 3,2°C’ye, Yeni Zelanda’nınki 5°C’den 3,3°C’ye, Kanada‘nınki 5°C’nin üstünden 3,1°C’ye düştü.

Bu aktörler, 1,5°C’nin çok daha gerisinde, 2°C’nin çok altına uyum sağlamak için çok daha fazla çaba sarf edilmesi gerektiğine dair önemli bir ilerleme gösterdi.

  • En az gelişmiş ülkeler: Bu ülkelerin çoğunun NDC’leri 1,5°C’ye oldukça yakın. Bu, düşük mevcut ve geçmiş emisyonlarının yanı sıra kişi başına düşen düşük gayri safi yurtiçi hasılalarını (GSYH) yansıtıyor. Azaltım için zorluklar 2030’dan sonra görülmeye başlanacak, ancak yatırımlar ve uluslararası destek acil olarak gerekiyor.
  • Orta gelirli ülkeler: Rusya, Çin, Tayland, Vietnam ve Orta Doğu ve Kuzey Afrika‘daki çoğu ülkenin Ulusal Katkı Beyanları ciddi bir çaba eksikliği gösteriyor.

Paris Equity Check Baş Araştırmacısı Yann Robiou de Pont, adilliğin ulusal iklim hedeflerinin iddiasını ve küresel ısınmayı sınırlamak için gereken küresel çabaya katkılarını değerlendirmede bir ölçüt olduğunu belirterek şu ifadeleri kullandı:

“Ülkeler, Paris Anlaşması’nın gerektirdiği gibi ‘adil ve iddialı’ hedefleri, yurtiçi azaltım ve adil hedeflerinin ötesinde azaltım yapabilecek diğer yoksul ülkelerde daha düşük maliyetle emisyonların azaltılmasına yönelik desteğin bir kombinasyonu yoluyla uygulayabilirler.

Bu değerlendirme, Küresel Güney’in Kuzey ülkelerinin karbon yoğun ekonomik kalkınmasından kaçınabilmesi için uluslararası destek ve iş birliğinin önemini göstermektedir. Küresel Kuzey’in önündeki zorluk, hızlı azaltım seçenekleri geliştirip uygulamak ve yeterli ve adil destek sağlamaktır. Küresel Güney’in önündeki zorluk ise 2030’un ötesinde yeşil kalabilmektir”.

Gana Climate Vulnerable forumun (En Kırılgan Ülkeler Forumu) Başkanlık Özel Temsilcisi Henry Kokofu ise küresel emisyonların ezici çoğunluğundan sorumlu olan başlıca kirletici ülkelerin, bu on yıl içinde kirlilik seviyelerini düşürmek ve gelişmekte olan ülkelere iklim felaketlerine uyum sağlamaları, kayıp ve hasarı ele almaları ve yenilenebilir enerjiye yapılan yatırımların artırılması da dahil olmak üzere küresel ölçekte azaltımı hızlandırmaları için uluslararası destek sağlaması ve üzerlerine düşen adil payı yerine getirmesi gerektiğini vurguluyor.

Kokofu, “Paris hakkaniyet kontrolü, bu ülkelerin kimler olduğunu ve yıkıcı küresel hasarı önlemek için göstermeleri gereken ilave çabayı ortaya koymaktadır” diyor.

IPCC’nin aşırı ‘teknik iyimserlik’ odaklı İklim Değişikliği Savaşımı Raporu da yayımlandı
1.5C sınırı için ‘fırsat penceresi’ kapanmak üzere
COP27’nin iç yüzü: Takım elbiseli beyaz erkekler ve pes etmeyen sivil toplum

IPCC’de 1,5°C’nin üzeri için uyarıda bulunulmuştu

BM’nin IPCC iklim bilimi paneli, 2022 ikinci çalışma grubu (WG2) değerlendirmesinde 1,5°C’nin üzerindeki ısınmanın hasat sorunlarına, yaşanmaz topraklara, sessiz baharlara ve çökmüş ekonomilere yol açabileceği uyarısında bulundu. Şu anda dünya, ülkelerin mevcut 2030 taahhütlerine sadık kalmaları halinde 2,4°C’lik sıcaklıklara ulaşma yolunda ilerliyor.

Climate Action Tracker analistlerine göre, ülkeler mevcut politikalarına bağlı kalırlarsa 2,7°C’ye ulaşma yolunda ilerleme kaydediliyor.

Paris Anlaşması kapsamında yaklaşık 200 ülke, küresel ısınmayı sanayi öncesi seviyelere kıyasla 1,5°C’yi hedefleyerek 2°C’nin çok altında sınırlama hedefiyle her beş yılda bir yeni iklim planları sunmayı taahhüt etti. COP26 2021 Glasgow İklim Paktı kapsamında, bu ülkeler 1,5°C ile uyumlu hedeflere yönelik çalışmaları hızlandırmayı kabul etti.

[İnsan kaynaklı çevre yıkımlarında bugün] Halifax patlaması kıranı

Tarihin birçok büyük felaketi gayet mütevazı şekilde başlar. Sonra bir aksilik diğerini tetikleyerek trajedinin boyutunu büyütür” Samuel Henry Prince, Halifax’ın tek bir olayla nerdeyse bütün afetleri beraber yaşadığını yazıyor: “Savaş, sel, yangın, deprem, fırtına ve kıtlık…Büyük felaketler sonrası hayat metal erimesi gibi olur. Gelenekler sallanır.”…

Kazadan tam 20 dakika sonra Halifax infilak etti…Patlamanın sebep olduğu su dalgaları şehrin sahil mahallelerinin bazısını yuttu. Her taraf tutuşup yanmaya başladı.”(1) Süleyman Emre Özcan

*

Norveç bandıralı Imo adlı boş yük gemisi ile Avrupa’ya taşıyacağı yüksek dereceli patlayıcıyla yüklü Fransız bandıralı Mont Blanc adlı gemi, 105 yıl önce, 6 Aralık 1917 günü saat 8:40’ta, Kanada’nın Halifax limanın, Halifax ile Darmonth arasındaki Narrows (darlık) adlı en dar yerinde çarpıştı.  (bkz.: Harita resim)(Google Earth ölçümlerime göre darlığın genişliği 400-600 metredir. İstanbul Boğazı’nın en dar yeri 698 m, Çanakkale Boğazı’nın en dar yeri ise 1200 m genişliğinde olduğunu hatırlatıp karşılama yapabilmek için resmi maçlar yapılan bir futbol sahasının boyunun 105, eninin 68 m olduğunu söylemeliyiz).

ABD’nin kuzey doğu sınırına ve New York limanına yakın olan, Kanada’nın doğu eyaletlerinden Yeni İskoçya (Nova Scotia) eyaletinin başkenti olan Halifax, iç göl gibi derin bir körfezi (Bedford Basin) (Bedford Çanağı) Atlas Okyanusu’na bağlayan dar bir doğal kanalın iki yakasında kurulmuştu. Halifax Limanı’nın doğu kıyısında nüfus yoğunluğu daha az olan Dartmouth, batı kıyısında daha kalabalık nüfusa sahip Halifax bölgeleri yer alıyordu. 1. Dünya Savaşı’nın sürdüğü dönemde Halifax/Dartmouth’un nüfusu 1917’de 60.000 ila 65.000 kişiye yükseldi ve limandan geçen malların ağırlığı dokuz kat arttı (2). Alman denizaltı saldırılarına karşı, ticaret gemilerini ve şehri; kaleler, top bataryaları ve denizaltı engeli ağlarla büyük bir ordu garnizonu koruyordu. Kuzey Amerika limanlarına bağlı tüm tarafsız gemilerin teftiş için Halifax’a rapor vermesi gerekiyordu. New York’tan Belçika’ya yardım malzemesi götürmek için tarafsızlık denetlenmesi yaptırmaya Halifax Limanına uğrayan gemilerden biri de Imo idi.

Çarpışma nasıl oldu?(2)

Savaştan önce tehlikeli yük taşıyan gemilerin limana girmesine izin verilmezdi, ancak Alman denizaltılarının oluşturduğu riskler, düzenlemelerin gevşemesine neden oldu. Kanalda seyreden gemilerin kanalın kıyısını sağ (sancak) taraflarına yakın olarak ve karşıdan gelen gemilerin ise birbirlerini sol (iskele) taraflarında tutarak yol almaları beklenirdi. Gemilerin hızı liman içinde 5 deniz mili (9,3 km/s) ile sınırlıydı. Deneyimli kılavuz kaptan Francis MackeyMont-Blanc’a, kanal girişini yapmadan bir gün önce (5 Aralık 1917 akşamı)  binmiş ve Mont-Blanc’ın yükü göz önüne alındığında, ‘koruma gemisi’ gibi bir “özel koruyucu önlem” alınmadığını görmüştü.

Okyanusa çıkması için Bedford Basinden ayrılma izni verilen Imo gemisi, kömür yakıtını yüklerken yaşanan gecikmesini telafi etmek amacıyla Narrows‘a, limanın hız sınırının çok üzerinde girdi ve önce, Dartmount ile Halifax arasında, boğazın orta bölümünde, limanın yanlış (batı) tarafında (Halifax) seyreden Amerikan düzensiz ticaret gemisi SS Clara ile karşılaştı. Kaptanlar (bu yüzden iskele-iskele yerine) sancak-sancağa geçmeyi kabul ettiler. Bu nedenle kısa süre sonra Imo, Bedford Basin yönünde ilerleyen Stella Maris römorkörünü geçtikten sonra Dartmouth kıyısına doğru daha da yakından gitmek zorunda kaldı.  Karşıdan, beklenen yönden (Dartmouth kıyısını sağına almış) gelen Stella Maris’in kaptanı, Imo’nun ters yönden aşırı hızla yaklaştığını gördü ve bir kazayı önlemek için gemisine batı (Halifax) kıyısına yaklaşma emri verdi.

Kanalda doğru yönde (Dartmount kıyısına yakın) seyreden Mont-Blanc’daki kılavuz kaptan Mackey, kendi üzerine doğru gelen Imo‘yu, yaklaşık 1,21 kilometre uzaktayken ilk gören  kişiydi ve sanki kesecekmiş gibi Mont-Blanc’ın sancak (sağ) tarafına doğru gidiyor gibi göründüğü için endişelendi. Mackey, geçiş hakkına sahip olduğunu belirtmek için gemisinin işaret düdüğünü kısa bir süre çaldı. Imo, iki kısa düdükle beklenen yolu ver(e)meyeceğini gösterdi. Bunun üzerine Kaptan, Mont-Blanc’a motorlarını durdurmasını ve çarpışmadan kaçınmak için dümenciye, Narrows’un Dartmouth tarafına daha yakın olan sancak tarafına hafifçe açı vermesini emretti. Diğer geminin de aynı şekilde sancak tarafına geçeceğini umarak düdüğünü bir kez daha çaldı ama yine çift düdükle karşılaştı.

Yakındaki gemilerdeki denizciler bu, bir dizi sinyali duydular ve bir çarpışmanın yakın olduğunu fark ederek, Imo, Mont-Blanc’a doğru ilerlerken izlemek için toplandılar. Her iki gemi de bu noktada motorlarını durdurmuştu, ancak kazanılmış hızları (momentumları) onları yavaş bir hızda birbirlerine doğru taşıdı. Yükünü patlatacak bir şok korkusuyla gemisini karaya oturtamayan Mackey, Mont-Blanc’a sertçe iskeleye dönmesini emretti ve böylece kafadan çarpışmayı önleyerek, son saniyede Imo‘nun pruvasından (geminin ön ucu) kurtuldu. Imo, aniden geminin motorlarını tersine çevirdiğini belirten üç sinyal patlaması gönderdiğinde, iki gemi neredeyse birbirine paraleldi. Yüksüz Imo’nun sudaki yüksekliği ve sağ pervanesinin enine itişi, geminin kafasının Mont-Blanc’a doğru sallanmasına neden oldu. Imo’nun pruvası, sağ (sancak) tarafındaki Mont Blanc’ın 1 numaralı ambarına doğru itildi ve sabah 8:45’te çarpışma oldu.

Çarpışma zayıf sayılırdı, hatta Bedford Basin’den Okyanus yönüne çıkmakta olan Ima gemisi yoluna devam etti. Mont Blanc’daki hasar da ciddi değildi, ama gemi tamamen yüksek derecede patlayıcı TNT ve pikrik asit ile yüksek derecede yanıcı yakıt benzol ve guncotton ile doluydu. Çarpışmada güvertesindeki benzol varil kargosu devrilince kırılarak açıldı. Bu yüzden güverteyi, hızla ambarın içine akan yüksek derecede yanıcı ve parlayıcı benzol ile doldurdu. Imo, motorlarını tekrar çalıştırınca motorları kıvılcımlar çıkararak devre dışı kaldı. Kıvılcımlar Mont-Blanc’ın güvertesine dökülen benzol buharlarını parlattı. Su hattında başlayan yangın hızla geminin yan tarafına yayıldı. Etraf yoğun siyah dumanla çevrilince geminin anında patlayacağından korkan kaptan, mürettebata gemiyi terk etmelerini emretti.

Bu arada giderek artan sayıda Halifax’lı, olağanüstü yangını izlemek için kıyıda toplandı veya evlerinin ve işyerlerinin pencerelerine çıktı. Mont-Blanc’ın çılgın mürettebatı, bindikleri iki cankurtaran sandalından diğer bazı gemilere, gemilerinin patlamak üzere olduğunu haykırdı, ama kargaşanın gürültüsünden kimse onları duymadı. Cankurtaran sandalları limandan Dartmouth kıyısına doğru ilerlerken, terk edilmiş Mont-Blanc, kendi kendine sürüklenerek Halifax tarafında, Richmond Caddesi’nin başlangıcı yakınlarında, patlamadan az önce karaya oturdu.

Patlama ve sonrası (2)

Çarpışmadan yaklaşık 20 dakika sonra sabah 9:04’te Mont-Blanc patladı ve tamamen parçalandı. Patlama, o yıllara kadar olan insan yapımı en büyük patlamaydı ve kabaca 2,9 kiloton TNT’ye (12 TJ) eşdeğer enerji açığa çıkardı. Patlamaya,  5.000 ° C sıcaklık ve binlerce atmosferlik basınç eşlik etti. Akkor demir parçaları Halifax ve Dartmouth’un üzerine düştü. Mont-Blanc’ın 90 mm’lik bir topu namlusu erimiş halde, patlama sahasının yaklaşık 5,6 km kuzeyine ve çapasının yarım ton ağırlığındaki sapı 3,2 km güneyde Armdale‘e  düştü.

Patlama, 207 km uzaktaki Cape Breton ve 180 km uzaktaki Prince Edward Adası’na kadar hissedildi. 1,6 km2’den büyük bir alan tamamen yok oldu ve yer değiştiren su hacmi liman zeminini bir an için açığa çıkardı. Suyun kabarmasıyla bir tsunami oluştu ve limanın Halifax tarafında su seviyesini 18 metreden fazla yükseltti. Imo, tsunami yüzünden Dartmouth’ta karaya oturdu. Dartmouth sahili de ciddi şekilde hasar gördü. Patlama, balina avı teknelerindeki biri hariç herkesi ve Dartmount sahilinde ciddi biçimde hasar görmüş olarak duran Stella Maris’teki 26 kişiden 21’ini öldürdü. Patlama nedeniyle ambarın içine savrulan kaptanın oğlu Birinci Kaptan Walter Brannen, diğer dört kişi gibi ve Mont-Blanc mürettebatının biri hariç hepsi hayatta kaldı.

Patlama anında, tsunamide ve binaların çökmesinde 1.600 kadar insan hemen öldü; 9.000 kişi yaralandı, 300’den fazlası daha sonra öldü. Patlama ve yangınlarda, 2,6 kilometrelik bir yarıçap içindeki bütün binalar etkilendi. 1.630 ev yıkıldı ve 12.000 ev ağır hasar gördü; kabaca 6.000 kişi evsiz kaldı ve 25.000 kişi evini kullanamadı. Patlama dalgası önlerindeki camları paramparça edince yangını evlerinden izleyen yaklaşık 5.900 kişide göz yaralanması oluştu ve 41 kişi görme yetisini kalıcı olarak kaybetti. Devrilmiş sobalar ve lambalar, Halifax’ta özellikle  tüm şehir bloklarının yandığı ve sakinleri evlerinin içinde hapsolduğu North End’de yangınlar başlattı.

Acadia Şeker Rafinerisi gibi 6. İskele yakınlarındaki büyük tuğla ve taş fabrikaları, işçilerinin çoğunu öldürerek tanınmaz hale gelen moloz yığınları arasında kayboldu. Patlamadan 1,5 km uzakta bulunan Nova Scotia pamuk fabrikası, yangın ve beton zeminlerinin çökmesi nedeniyle yok oldu. Richmond Demiryolu depoları ve istasyon yıkıldı, 55 demiryolu işçisi öldü. 500’den fazla vagon tahrip oldu veya hasar gördü. Kanada’nın en işlek istasyonlarından biri olan North Street İstasyonu ağır hasar gördü. Ölen bir bekçiye ait olan, patlamanın son cesedi iki yıl sonra, 1919’da Halifax’ın Sergi Binası’nda bulundu. Nova Scotia Arşivleri ve Kayıt Yönetimi’nin resmi bir veri tabanı 1.782 kurban tespit etti. Şehrin sanayi sektörü büyük ölçüde ortadan kalktı, yaralılar arasındaki birçok tersane işçisi öldü ve tersane ağır yara aldı. Afete bağlı gerçek ölüm sayısı bilinmiyor.

Daha fazlası (2)

Patlamanın meydana geldiği 6. İskeleden yaklaşık 230 metre uzaktaki demiryolu bahçesinde çalışan Sömürgelerarası Demiryolu memuru Patrick Vincent (Vince) Coleman ve iş arkadaşı William Lovett, yanan Mont-Blanc’ta patlayıcı yük olduğunu bir denizciden öğrendi ve kaçmaya başladılar. Coleman, Saint John, New Brunswick‘ten gelen bir yolcu treninin birkaç dakika içinde istasyona gireceğini hatırlayarak tek başına görevine döndü ve tren(ler)i durdurmak için acil telgraf mesajları göndermeye başladı. Atlantik Denizcilik Müzesi’nde sergilenen mesajlarının birinde: “Treni bekletin. Patlayıcı gemisi limanda 6. İskele’ye gitmek üzere alev aldı ve patlayacak. Sanırım bu benim son mesajım olacak. Elveda çocuklar.”  yazmıştı. Halifax çevresine gelen tüm trenlerin durdurulması Coleman’ın mesajları sayesinde oldu. Saint John’dan gelen gece treninin uyarıyı dikkate aldığına ve Rockingham’daki patlamadan güvenli bir mesafede durarak yaklaşık 300 demiryolu yolcusunun hayatını kurtardığına inanılıyor. Coleman, görevi başındayken patlamada öldü.

Halifax patlaması, Inuit ve Métis olmayan Yerli Kanada halklarından Mi’kmaq topluluğunu yok etti.

Bedford Havzası’nın batı ucundaki Rockingham’dan sonra demiryolu geçilmez hale geldi. Yaralılara ulaşmak için ilk trenlerle gelen kurtarma personeli, ordunun sokakları boşaltmaya başladığı bir noktaya gelene kadar harap olmuş şehrin bazı kısımlarından akşam karanlığında yürümek zorunda kaldı. Patlama akşamı başlayan ve ertesi gün Halifax’ı 41 cm kalınlığında karla kaplayan kar fırtınası yardım çabalarını engelledi, ama yangınların söndürülmesini kolaylaştırdı. Kanada’nın diğer bölgelerinden ve ABD’den gelen yardım malzemesi vb. trenleri kar yüzünden şehre giremedi ve patlamanın ardından aceleyle onarılan telgraf hatları yeniden yıkıldı. Halifax fırtına tarafından esir alındı ve kurtarma komiteleri hayatta kalanları aramayı askıya almak zorunda kaldı.

İlk adli soruşturma, felaketten Mont-Blanc’ın sorumlu olduğunu buldu, ancak daha sonra yapılan bir temyiz, her iki geminin de sorumlu olduğunu belirledi. Yıkımın maliyeti günümüz hesaplarıyla yaklaşık 464 milyon ABD doları olarak hesaplandı.

Günümüzün görece barış ortamında yaşayan bizim gibi gelişmekte olan ülkelerin yönetici, bilirkişi ve yargıç kuşakları: (Çevresel Etki Değerlendirme ÇED ve Sağlık Etki Değerlendirme -SED=Gayrı Sıhhi Müessese-  UYGUN RAPORU gerektiren), büyük yatırımlarının taşıdığı riskleri sadece barış koşulları için değerlendiriyor. Oysa Halifax Patlamasında gördüğümüz gibi insan kaynaklı çevre yıkımları, bu etki ve risk değerlendirmelerinin ‘normal işletme’ ve ‘büyük kaza’ hallerine ve hem barış, hem de savaş koşullarına göre ayrı ayrı yapılması gerektiğini öğretiyor. Çünkü, Prince’ın dediği gibi, tek bir olayla nerdeyse bütün afetler beraber yaşanabilir: Savaşta kaza, doğal afetlerde (sel, yangın, deprem, fırtına) kaza ve kıtlıkta kaza! Halifax ve ondan 94 yıl sonra 2011’deki Büyük Japonya Depremi sonrasında oluşan dev tsunami ve Fukişima nükleer santralı kazalarında olduğu gibi.

Kıssadan hisse: Sizce, İstanbul ve içinden karayolu ve demiryolu geçen kent merkezlerimiz depremlerden başka hangi riskten de korkmalıdır? Ya Montrö ve Kanal İstanbul hakkında ne düşünmeliyiz?

Kaynaklar

  1. https://portal.dpu.edu.tr/semre.ozcan/makale_oku/70/felaketlerde-kimler-nicin-hayatta-kalir 03.12.2022 tarihli erişim.
  2. https://www.wikiwand.com/en/Halifax_Explosion 03.12.2022 tarihli erişim.

Her beş çalışandan biri şiddet ve tacize uğruyor

Birleşmiş Milletler (BM) Uluslararası Çalışma Örgütü‘nün (ILO) yeni raporuna göre; çalışma yaşamında her beş kişiden biri şiddet ve tacize uğruyor.

Çalışma yaşamında şiddet ve taciz deneyimlere ilişkin yapılan ilk küresel araştırma olan ILO‘nun çalışmayla karmaşık ekonomik, sosyal ve kültürel faktörlere dayanan bir sorun hakkında daha kapsamlı şekilde bilgi sahibi olmak ve farkındalığın artırılması hedefleniyor.

Uluslararası Çalışma Örgütü (ILO), Lloyd Sicili Vakfı (Lloyd’s Register Foundation, LRF) ve Gallup tarafından yapılan ve türünün ilk örneği olan yeni bir ortak analize göre, çalışan her beş kişiden birden fazlası (yaklaşık yüzde 23) çalışma yaşamında fiziksel, psikolojik veya cinsel şiddet ve tacize uğruyor.

‘Çalışma yaşamında şiddet ve taciz deneyimleri: İlk küresel araştırma’  adlı rapor, sorunun büyüklüğü ve farklı biçimleri hakkında fikir veriyor. Ayrıca insanların bu konudaki deneyimleri hakkında konuşmalarını engelleyebilecek utanç, suçluluk duygusu veya kurumlara güvensizlik veya böyle kabul edilemez davranışların “normal” görülüyor olması gibi faktörleri de irdeliyor.

Raporun bulgularına göre; mağdurların yalnız yarısı bu deneyimlerini, genellikle de şiddet ve tacizin birden çok biçimini yaşadıktan sonra, başka birilerine anlatıyor.

Açığa vurmama veya başkalarına anlatmamanın en yaygın nedenleri “zaman kaybı” ve “itibar kaybı kaygısı” olarak veriliyor.

Kadınların deneyimlerini paylaşma oranı, erkeklere göre daha yüksek (kadınlarda yüzde 60,7, erkeklerde yüzde 50,1).

Dünya genelinde çalışan kadınlar ve erkeklerin yüzde 17,9’u psikolojik şiddet ve tacize, yüzde 8,5’i fiziksel şiddet ve tacize uğradığını bildiriyor; ayrıca erkeklerde fiziksel şiddet ve tacize uğrama oranı kadınlardan daha yüksek. Anketi cevaplayanların yüzde 6,3’ü ise, kadınlar daha büyük oranda olmak üzere, cinsel şiddet ve tacize uğradığını bildiriyor.

Şiddet ve tacizin farklı türlerine uğraması en muhtemel gruplar ise gençler, göçmen işçiler, ücretli çalışan kadın ve erkekleri kapsıyor.

Genç kadınların cinsel şiddet ve tacize uğrama olasılığı genç erkeklere göre iki kat; göçmen kadınların, cinsel şiddet ve tacizi bildirme olasılığı ise göçmen olmayanlardan iki kat daha yüksek.

Beş mağdurdan üçü, çalışma yaşamında şiddet ve tacize birden çok kez uğradığını bildiriyor; çoğunun en son deneyimi ise son beş yılda vuku bulmuş.

“İnsanların çalışma yaşamlarında şiddet ve tacize birden çok kez uğradığını öğrenmek acı veriyor” diyen ILO Yönetişim, Haklar ve Diyalogdan sorumlu Genel Direktör Yardımcısı Manuela Tomei şunları söylüyor:

“Psikolojik şiddet ve taciz tüm ülkelerde en yaygın olanıdır; kadınlar ise özellikle cinsel şiddet ve tacize uğruyor.

Rapor bize, çalışma yaşamında şiddet ve tacizi sona erdirmek için yapmamız gereken çok şey olduğunu gösteriyor. Umarım ki rapor sahada eylemi ve 190 sayılı Sözleşme’nin onaylanmasını ve uygulanmasını hızlandıracaktır.”

ILO 190 sayılı Sözleşme (C190)  ve eşlik eden 206 sayılı Tavsiye Kararı (R206), toplumsal cinsiyete dayalı şiddet ve taciz dahil olmak üzere, çalışma yaşamında şiddet ve tacizi önlemek, şiddet ve tacize çözüm getirmek ve ortadan kaldırmak için ortak çerçeve sağlayan ilk uluslararası çalışma standardıdır.

C190, uluslararası hukukta bir ilk olarak, herkese şiddet ve tacizden arınmış çalışma yaşamı hakkı tanıyor ve buna riayet etme, yaygınlaştırma ve gerçekleştirme yükümlülüğü getiriyor.

“Bu oldukça hassas sorun hakkında sağlam bilgiler toplamak çok zorlu ancak aynı zamanda zorunlu bir iştir. Bu rapor ilk kez, dünya genelinde her beş çalışandan birden fazlasını mağdur eden bu yaygın sorunun üzerindeki örtüyü kaldırıyor” diyen Gallup Yönetici Ortağı Andrew Rzepa şöyle devam etti:

“İşletmeler ve kurumlar uzun süredir işyerinde şiddet ve tacizin farkında değildi veya ele almak istemiyordu. Bu veri seti, bu hayati önemdeki güvenlik sorunu hakkında çok gerekli olan ilerlemeyi izlemek üzere kullanabileceğimiz bir referans çizgisi sağlıyor.”

“Çalışma yaşamında şiddet ve taciz gibi zorlu ve kök salmış genel güvenlik sorunlarını çözümlemek için, sorunun büyüklüğünü anlamak ve en çok risk altında olanları tespit etmek üzere, başta daha önceleri güvenilir verilerin çok az olduğu yerler olmak üzere, sağlam verilere sahip olmak kritik önem taşıyor” diyor Lloyd Sicili Vakfı Kanıt ve İçgörü Direktörü Sarah Cumbers ve ekliyor:

“Dünya Risk Anketi çalışmamızın bir parçası olarak, Gallup ve ILO ile işbirliği yoluyla, bu veri boşluklarını dolduracak bu önemli katkıyı yapabildiğimiz ve C190’ın hayati önem taşıyacak onaylanmasının sağlayacağı itici güçle, ülkelerin iyileştirmeler yapabilmesine ışık tutacak kıyas ölçütü sağlayabildiğimiz için çok mutluyuz.”

Raporda, aşağıdakileri de içeren bir dizi öneriler yer alıyor:

  • Önleyici ve düzeltici kanunlar, mekanizmalar, politikalar, programlar, araştırmalar ve savunuculuğa bilgi sağlamak üzere, çalışma yaşamında şiddet ve taciz hakkında ulusal, bölgesel ve küresel düzeyde sağlam verileri düzenli olarak toplamak.
  • Çalışma yaşamında şiddet ve tacizi etkili biçimde önlemek ve yönetmek için, iş teftişi sistemleri, iş sağlığı ve güvenliği politikaları ve programları dahil olmak üzere, mekanizmaları yaygınlaştırmak ve güncelleştirmek.
  • Başta ayrımcılığa dayalı olanlar olmak üzere, şiddet ve tacizi sürdüren algı, damgalama, tutum ve davranışları değiştirmek amacıyla, çalışma yaşamında şiddet ve taciz ve farklı biçimleri hakkında farkındalığı artırmak.
  • Etkili önleme, çözüm getirme ve destek sağlamak, insanların adalete güvenini güçlendirmek, mağdurları desteklenmesini güvence altına almak üzere, her düzeydeki kurumların kapasitelerini artırmak.
  • ILO-LRF-Gallup çalışması, Lloyd Sicili Vakfı Dünya Risk Anketi’nin bir parçası olarak, 121 ülke ve toprakta 15 yaş ve üzeri yaklaşık 75 bin çalışan ile 2021’de yapılan mülakatlara dayanıyor.

İran’da protestolar sürüyor: İdamı istenenlerden bazılarının cezaları onaylandı

İran’da başörtüsünü uygunsuz taktığı gerekçesiyle “ahlak polisi” olarak bilinen İrşad devriyeleri tarafından alındığı gözaltında fenalaşan ve 16 Eylül’de hayatını kaybeden 22 yaşındaki Mahsa Amini’nin ardından gerçekleştirilen protestolarla ilgili idama mahkum edilen altı kişiden bir kısmının cezalarının Yüksek Mahkeme‘de onaylandığı ve yakında infaz edileceği bildirildi.

İran’ın Şark gazetesinin haberine göre, Yargı Erki Başkanı Gulam Hüseyin Muhsini Ejei protestolarla ilgili tutuklanan bazı protestocuların yargı sürecinin kısa sürede sonuçlandığını belirtti.

Bir halkın özgürlük mücadelesi: İran’da zorunlu başörtüsü yasası gözden geçirilecek 

AA’nın aktardığına göre; Ejei, bu kapsamda gösteriler sırasında “terör, cinayet, kamu düzenini bozmak” gibi suçlamalarla yargılanan kişilerin idama ya da uzun süreli hapis cezalarına mahkum edildiğini hatırlattı.

Başkan Ejei, “Bozgunculuk yapan ve devlete karşı savaşa girişen, ateşli silahlar ve soğuk silahlarla cinayet işleyen ve güvensizlik yaratan bazılarının cezaları da onaylandı ve bunlar yakında infaz edilecek” ifadelerini kullandı.

Devrim Muhafızları Ordusu Hava Kuvvetleri Komutanı Tuğgeneral Emir Ali Hacızade, 29 Kasım’da, ülkede yaklaşık 2,5 aydır devam eden protestolarda güvenlik güçlerinin de aralarında olduğu 300’den fazla kişinin hayatını kaybettiğini söylemişti. İran Güvenlik Konseyi ise 3 Aralık’ta, toplam ölü sayısının 200’ü aştığını açıklamıştı.

Norveç merkezli İran İnsan Hakları Kurumu (IHR) ise 29 Kasım’da yayımladığı raporda, protestolarda güvenlik güçlerinin müdahalesi sonucu 448 protestocunun öldüğünü bildirmişti.

Ülke medyasına yansıyan haberlere göre, gösteriler sırasında 60’dan fazla güvenlik görevlisi yaşamını yitirdi.

Gösteriler sırasında binlerce kişi gözaltına alınırken Yargı Erki Sözcüsü, 8 Kasım’da yaptığı açıklamada, gösteriler sırasında çıkan olaylarla bağlantılı bin 24 kişi hakkında iddianame hazırlandığını duyurmuştu.

İran’da yaklaşık üç aydır devam eden gösterilerle bağlantılı olarak şu ana kadar altı kişi idama mahkum edilmişti. İdam kararlarının Yüksek Mahkeme tarafından onaylanması gerekiyordu.

İran Ceza Kanunu‘na göre, “kamu düzenini bozmak, yeryüzünde bozgunculuk yapmak ve devlete karşı savaş açmak” gibi suçları işleyenler idam istemiyle yargılanıyor.