Ana Sayfa Blog Sayfa 667

Aşırı avlanma uyarısı: Yavru balık yoksa balık da yok!

Av mevsiminin başlamasından sonra yavru balıklar balıkçı tezgahlarında boy göstermeye başladı. Lüferin yavrusu defne yaprağı, çinekop ayrı bir balık türüymüş gibi tezgahlarda satılıyor. Endüstriyel balıkçılığın yavru balıklara yönelmesi ve ayrıca balık stoklarına dikkat etmeksizin aşırı avlanması, hali hazırda oksijen yetersizliği yüzünden stres altında olan Marmara Denizi’ndeki balık stokları için alarm veriyor.

Kazdağları Ekoloji Platformu, Marmara Denizi’nin ekosisteminin ciddi anlamda hasarlandığını ve bunun sonucunu geçtiğimiz yıl müsilaj olarak kendini gösterdiğini; önlem alınması için kurulan bilim kurulunun, müsilajın nedenlerinden biri olarak da “aşırı balık avı” olduğunu rapor ettiğini hatırlattı.

Uzmanlar uyarıyor: Küçük balıklar avlanmaya devam ederse Marmara’da ot bile bulamayız!
Lüfer Koruma Timi’nden Arslanoğlu: Asgari avlanma boyu bilimsel verilere bağlı olarak belirlenmeli
Kıyılardaki avlanmalar balık popülasyonunu azaltıyor

Sıkı denetim ve av kotası şart

Platform’dan yapılan açıklamada, “Küçük balık yoksa büyük balık da yok.  Bugün yavru balık avını durduramazsak deniz ekosistemi daha fazla zarar görecek, balık türleri azalacak ve balık stokları daha fazla tükenecektir” denildi.

Tarım ve Orman Bakanlığı, balık avcılığını 5/1 Numaralı Ticari Amaçlı Su Ürünleri Avcılığının Düzenlenmesi Hakkında Tebliğ ile düzenlemişti.  Ancak tebliğde yer alan ve av için izin verilen balık boyları ekosistemin devamlılığı için ne uzmanlar ne de bilim insanlarınca yeterli bulunuyor.

Bilim insanlarına göre üreme boyları hamside 9 cm, tekirde 11cm, istavritte ve barbunda 13 cm, mezgitte 14.5 cm, lüferde 25 cm, levrekte 30 cm, palamutta 38 cm, kalkanda ise 45 cm. olara belirlenmesine rağmen tebliğde lüfer 18 cm, palamut 25 cm, mezgit 13 cm, levrek ise 25 cm. olarak belirlenmiş durumda.

Aşırı balıkçılık faaliyetlerinin son kurbanı: Denizkestaneleri

Sözkonusu tebliğin bilim insanlarının, balıkçılık örgütlerinin, demokratik kitle örgütlerinin görüşleri dikkate alınarak yeniden düzenlenmesini isteyen Kazdağları Ekoloji Platformu, Marmara ekosisteminin geleceği için yavru balık avının sıkı bir şekilde denetlenmesini ve aşırı avlanma engellenerek av kotası konulmasını istedi:

“Deniz varlığının devamı için nesli tükenmekte olan önemli türlerin yumurtlama ve gelişme alanları koruma altına alınmalı ve denetlenmelidir. Onların da hakları var! Lüferin yavrusu defne yaprağının, çinekopun, sarıkanatın lüfer boyuna ulaşma hakkını destekliyoruz!

Üç tarafı denizlerle çevrili ülkemizde, sorunun çözümü için ilgilileri, yetkilileri göreve çağırıyoruz. Konunun takipçisi olacağımızı yetkililere, kamuoyuna duyururuz.”

Manifestolara girdi ama sonuç hüsran: Şehir Beratı alan kent sayısı ‘0’

ANKARA- Büyük reklamlarla duyurulan ve haberlere konu olan 2023 çevre ve şehircilik hedefi hüsranla sonuçlandı.

Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın açıkladığı 11 maddelik şehircilik manifestosunda yer alan ve 2023 kalkınma planına eklenen “Medeniyetimizi Yaşatan Şehir Beratı” ve “Özgün Mahalle Sertifikası” hedefleri lafta kaldı. Çevre ve Şehircilik Bakanlığı bütçe kitapçığında “Medeniyetimizi Yaşatan Şehir Beratı” alan şehir sayısı 0”, “Özgün Mahalle Sertifikası alan şehir sayısı 0” olarak açıklandı.

Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın manifestoyu ilk açıkladığı yıl 2019 idi.

Hedef küçüldü

“Medeniyetimizi Yaşatan Şehir Beratı” alan şehir sayısı için 2022 tahmini 12 iken 2022 sonunda bu beratı alan hiçbir şehir olamayınca Bakanlık hedefi de küçülttü. Bu beratı alan şehir sayısı 2023 için altı olarak belirlendi. “Özgün Mahalle Sertifikası” alan mahalle sayısında ise 2022 hedefi 26 idi. Ancak 2022 yılı sonu tahminine bu sayı “0” olarak belirlenince,  2023 hedefinde de sayısı altı olarak güncellendi.

Bakan Kurum ‘ödüllendireceğiz’ demişti

Çevre ve Şehircilik Bakanı Murat Kurum, 2019’da katıldığı Ankara Ticaret Odası’nda (ATO) düzenlenen “4’üncü Uluslararası Ankara Marka Buluşmaları”nda “Cumhurbaşkanımızın açıkladığı şehircilik manifestosunda şehirlerimize ve mahallelerimize ilişkin ‘Medeniyetimizi Yaşatan Şehir Beratı’ ve ‘Özgün Mahalle Sertifikası’ verilmesine dair kılavuzlarımızı hazırlıyoruz. Çok yakında; medeniyet değerlerimizi, yatay mimariyi, komşuluk ilişkilerini, geleneklerimizi yaşatan şehirlerimizi ve mahallelerimizi belirleyeceğiz ve ödüllendireceğiz” demişti.

Cengiz İnşaat’ın Cennet Koyu’na yapmak istediği tesis için ‘ÇED gerekli değil’ kararı çıktı

Bodrum’a bağlı Cennet Koyu‘nda, Cengiz İnşaat‘ın yapmak istediği Hazine’ye ait 678 bin metrekarelik alandaki turistik tesis için “ÇED gerekli değil” kararı çıktı.

Koruma altındaki 678 bin metrekarelik arazide, turistik tesis, villa, rezidans ve marina inşaatı yapmak isteyen Cengiz İnşaat,  Danıştay’ın arazinin özelleştirme kararını iki kez iptal etmesinin kendilerini etkilemeyeceğini, inşaatı yapacaklarını  açıklamıştı.

Cengiz İnşaat’tan Bodrum hikayesi: Önce bir firma aldı, sonra biz firmayı aldık, Danıştay kararı bizi etkilemiyor

Şirket, 13 Ekim’de Çevre, Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanlığı’na yeniden ÇED dosyası sundu. Bakanlık tarafından incelenen dosya için dün çıkan karara göre, Cennet Koyu’na inşaat için ‘ÇED gerekli değil.’

Proje bedeli 568 milyon lira olarak belirlenen tesisler, 101 apart ve 83 süit oda olmak üzere toplam 184 odadan oluşacak. Bu odalarda 540 kişi konaklayacak.

Bodrumlular uzun süredir Cengiz Holding’in koylarına inşaat planlarına karşı direnişlerini sürdürüyor.

Hazırlanan ÇED dosyasında, proje alanında kalan birinci derece arkeolojik sit alanına herhangi bir müdahalede bulunulmayacağı, bu alanda hiçbir şekilde inşaat faaliyeti yapılmayacağı öne sürülüyor.

Ne olmuştu?

Cengiz İnşaat’ın, daha önce de girişimlerde bulunduğu Bodrum Cennet Koyu’nda otel ve villa inşa etmek için dünyaca ünlü lüks marka Bulgari ile anlaştığı iddia ediliyordu. Cengiz Holding bünyesindeki şirket, kamu arazisini 2012 yılında satın almış; Danıştay, arazinin özelleştirme kararını iki kez iptal etmişti.

 Cengiz Holding, Cennet Koyu’ndan vazgeçmiyor: Otel ve villa projesi için anlaştı

Araziyi satın almak için Ziraat Bankası’ndan çekilen 277 milyon TL krediye usulsüz krediye dair suç duyurusu başlatılmış, fakat takipsizlikle sonuçlanmıştı. Geçen yıl Haziran ayında, projenin diğer ortağı Fettah Tamince’nin şirketi Bodrum bir Turizm Yatırım A.Ş, ayrılmış, şirket Eylül 2021’de Cengiz İnşaat ile birleşti.

Cennet Koyu, Üçüncü Derece Arkeolojik Sit Alanı ve koruma alanı içerisinde bulunuyor. Bölge ayrıca Akdeniz foku, çizgili yunus ve deniz kaplumbağalarının da yaşam alanı.

Şirket Ocak 2021 yılında Cennet Koyu’nda dört adet mendirek yapısıyla iki adet plaj yapmak için ÇED başvurusunda bulunmuş, çevre aktivistleri inşaatın yapılmaması için imza kampanyası başlatmıştı.

 Cennet Koyu’nda yapılacak projeye karşı imza kampanyası başlatıldı

[COP15] Ülkeler iklim sahnesinde: Türkiye yine sınıfta kaldı

Dünyanın dört bir yanından yaklaşık 20 bin delege, Birleşmiş Milletler Çölleşmeyle Mücadele Sözleşmesi’nin (UNCCD) Taraflar Konferansı’nın (COP15) ikinci partı için bugün Montreal’de bir araya geldi. Konferans 19 Aralık’a kadar sürecek. Konferansta ülkelerin iklim krizine karşı biyoçeşitliliği, denizleri, okyanusu ve karayı koruma konularında daha önceden verdiği taahhütler yeniden masaya yatırılacak, geleceğe dair birtakım hedefler belirlenecek ve iklim açısından yeniden notlar dağıtılacak. Ancak Türkiye için tablo şimdiden hiç iç açıcı değil.

COP15 ülkelerin “2020 sonrası küresel biyoçeşitlilik çerçevesi (GBF)” adı verilen ve kamuoyunca “doğa için Paris Anlaşması” olarak anılan, doğadaki kaybı durdurmak ve tersine çevirmek amacıyla yeni ve büyük bir kurallar dizisi üzerinde anlaşmaya varmak hedefiyle gerçekleştiriliyor.

COP15’in ilk oturumu ise 9 ve 20 Mayıs tarihlerinde Fildişi Sahili, Abidjan’da gerçekleşmişti.

17 Haziran 1994 yılında Paris’te kabul edilen UNCCD, 115 ülkenin imzalamasıyla 26 Aralık 1996’da yürürlüğe girdi. ABD, anlaşmayı onaylamayan tek BM üye devleti. Bugüne kadar 195 ülke ve Avrupa Birliği sözleşmeye taraf oldu. Türkiye de bu ülkeler arasında yer alıyor.

Türkiye UNCCD’ye 11 Şubat 1998’de taraf oldu. Sözleşme;  40 maddeden oluşuyor, özelikle Afrika ülkelerindeki çölleşme sorunundan hareketle küresel düzeyde bu sorunun tespiti ve çözüm yollarının bulunması için ortak hareketi öngörüyor ve ülkeleri beş ayrı şekilde sınıflandırıyor.

Birleşmiş Milletler Genel Sekreteri Antonio Guterres, 6 Aralık 2022’de Montreal, Quebec, Kanada’da düzenlenen iki haftalık BM Biyoçeşitlilik zirvesi COP15’in açılışında. Fotoğraf: Christinne Muschi / Reuters

COP15 neden önemli?

Fosil yakıt tüketimi gibi insan faaliyetleri sonucunda gittikçe etkisi artan iklim krizinin sebep olduğu biyoçeşitlilik kaybına karşı bir araya gelinen COP15, iklim krizine karşı atılacak küresel eylem adımları için oldukça önemli.

COP15’te dünyadaki hükümetlerden, özel sektörden, sivil toplumdan ve diğer kilit paydaşlardan liderler bir araya getirilerek en değerli varlıklardan biri olan toprağın gelecekteki sürdürülebilir yönetiminde ilerleme sağlanması amaçlanıyor.

Bir kişi, 6 Aralık 2022’de Montreal, Quebec, Kanada’da düzenlenen iki haftalık BM biyoçeşitlilik zirvesi COP15 sırasında, Quartier des spectacles’te erimek ve iklim değişikliği konusunda farkındalık yaratmak için tasarlanmış bir kutup ayısı buz heykelinin yanında duruyor. Fotoğraf: Christinne Muschi / Reuters

2020 sonrası küresel biyoçeşitlilik çerçevesi

Konferans, ülkelerin “2020 sonrası küresel biyoçeşitlilik çerçevesi (GBF)” adı verilen ve genellikle kamuoyunca “doğa için Paris Anlaşması” olarak anılan, doğadaki kaybı durdurmak ve tersine çevirmek için yeni ve büyük bir kurallar dizisi üzerinde anlaşmaya varmak hedefiyle gerçekleştiriliyor.

GBF‘nin taslak versiyonunda, koruma ve kirlilikten iklim etkilerinin hafifletilmesine ve fosil yakıt sübvansiyonları gibi doğaya zararlı olduğu düşünülen sübvansiyonlara kadar birçok konuyu ele alan uzun bir geniş kapsamlı hedefler listesi bulunuyor.

COP15, birkaç yeni ‘ormansızlaştırma’ ve ‘tarımsal taahhüdün’ manşetlere taşındığı ve ayrıca “gıda”, “nehirler” ve “doğaya dayalı çözümler” gibi terimlerin ilk kez bir BM iklim zirvesinin nihai anlaşmasında referans olarak kullanıldığı Mısır’da gerçekleştirilen BM iklim zirvesi COP27’den iki hafta sonra başladı.

Polis memurları, COP15’in açılışı sırasında Palais de Congres’in dışında devriyede. Fotoğraf: Christinne Muschi / Reuters

Ülke liderlerinin COP15’te, 2030’a kadar okyanusların ve karaların en az yüzde 30’unun korunmasına ilişkin Paris Anlaşması benzeri yeni bir anlaşma yapmaları bekleniyor.

COP15’in sonuna kadar tamamlanması amaçlanan küresel çerçeveyle 2030 yılına kadar biyolojik çeşitlilik kaybının tersine çevrilmesi hedefleniyor.

Biyoçeşitlilik için on yıllık hedefler daha önce 2010’da Japonya’nın Nagoya kentinde düzenlenen COP10’da belirlenmişti.

Bu zirvede, dünyadaki hemen hemen her ülke, 2050 yılına kadar “doğayla uyum içinde yaşama” hedefine ulaşmak için 20 Aichi Biyoçeşitlilik Hedefleri’ni kabul ederek BM’nin 2011-20 Biyolojik Çeşitlilik Stratejik Planını resmen kabul etmişti.

Eylül 2020’de yayımlanan CBD raporu, hükümetlerin toplu olarak bu hedeflerden tek bir tanesini bile karşılayamadığını ortaya çıkardı.

Mevcut GBF, son on yılın Aichi hedeflerine ve Stratejik Biyolojik Çeşitlilik Planına dayanıyor.

Kanada Başbakanı Justin Trudeau, COP15’te. Fotoğraf: Christinne Muschi / Reuters

Montreal’e çekilen iklim zirvesi ve endişeler

COP15’in ev sahipliği ve başkanlığı Çin hükümetince gerçekleştirilecekti ancak Covid-19 kısıtlamaları nedeniyle zirve Kunming şehri yerine, BM’nin Biyolojik Çeşitlilik Sözleşmesi’nin (CBD) merkezinin bulunduğu Montreal’de yapılıyor.

Ancak Çin dünya liderlerini Montreal’e davet etmedi. Durum, zirvede iddialı bir sonuç elde etmek için gereken siyasi ivmenin eksik olacağına dair korkuların oluşmasına sebep oldu.

Cenevre ve Nairobi‘deki hazırlık görüşmelerinde GBF’deki yavaş ilerleme de gözlemciler, bilim insanları ve politikacılar arasında endişelere yol açmış durumda.

Öte yandan zirveye dahil olan ülkelerin, iklim değişikliğine karşı zirve özelinde değerlendirilecek başlıklardaki konumlarını ortaya koyan bir tablo yapıldı.

26 Eylül 2019, Brezilya’da çiftçiler tarafından temizlenen Amazon ormanlarının havadan görünümü. Fotoğraf: Ricardo Moraes/ Reuters

COP15’teki ülkelere iklim karnesi: Türkiye için yeşil ışık yok

İngiltere’de faaliyet gösteren ve özellikle iklim değişikliği odaklı haberler ve analizler paylaşan Carbon Brief’in araştırmalarına dayanan bu tablo, COP15 süresince güncellenecek.

Tablo, Türkiye de dahil olmak üzere ülkelerin biyolojik çeşitliliği koruma, iklim değişikliğine karşı eylemlerde bulunma gibi konularda önceliklerini ortaya koyması açısından ve sunduğu toplu verilerle oldukça önem taşıyor.

Veriler ışığında Türkiye’nin bazı konularda sınıfta kalmasının beklendiği oldukça güçlü bir şekilde söylenebilir. Türkiye için söz konusu yolda herhangi bir yeşil ışık görünmüyor:

30×30 başlığı altında bulunan, müzakerede tartışılacak çekişmeli konulardan biri olan ‘Kara ve Okyanus: 2030’a kadar yüzde 30’u korumak’ meselesine Türkiye’nin karşı çıkması bekleniyor. Elbette Türkiye’de iktidarın karşı çıkması beklenen tek konu bu değil, ancak istisna olduğu olduğu bir konu. Çünkü Türkiye hariç, çok az ülke küresel 30×30 taahhüdüne doğrudan karşı olduğunu ifade etti.

30×30 nedir?

COP15’te en çok bilinen tartışma konuları arasında “30’a 30” bulunuyor. Bu başlıkta 2030’a kadar Dünya’nın kara ve denizlerinin yüzde 30’unu koruma çağrısına yer veriliyor.

COP15’te bu konuya iki grup öncülük edecek: İlki hem karayı hem de denizleri korumaya çalışan ve ikincisi de yalnızca okyanusa odaklanan bir grup olacak.

Ayrıca Doğa ve İnsanlar için Yüksek Hırs Koalisyonu, Ocak 2021’de Paris’te gerçekleştirilen Tek Gezegen zirvesindeki lansmanından bu yana 114 imza toplamıştı ve koalisyon da 30×30 sözü vermişti.

Kaynak: One Earth, Creative Commons, Andreas Gucklhorn

Aralarında ABD ve AB gibi gelişmiş ülkelerin ve Marshall Adaları gibi iklim çöküşünden en fazla etkilenecek ülkelerin yer aldığı Yüksek Hırs Koalisyonu’nun ülkeleri 2030’a kadar dünya karalarının ve okyanuslarının en az yüzde 30’unu koruma taahhütü vermişti.

Ayrıca İngiltere liderliğindeki Küresel Okyanus İttifakı (GOA), hem deniz koruma alanları hem de diğer koruma yöntemleri aracılığıyla 2030’a kadar dünya okyanuslarının yüzde 30’unu korumayı hedefliyor. 30 Kasım itibariyle, grubun bu okyanus taahhüdünü destekleyen 73 üyesi ve 132 ülkesi bulunuyor.

Ancak birçok STK 30×30 hedefinin yeterli olmadığını düşünüyor. Bir kampanya grubu olan Avaaz, Mart’ta delegelere yazdığı mektupta Hükümetlerarası İklim Değişikliği Paneli‘ne (IPCC) işaret etmişti.

İşaret edilen, IPCC’nin Altıncı Değerlendirme Raporu’ydu. Raporda insan kaynaklı sera gazı emisyonlarının neden olduğu iklim değişikliğinin, aşırı sıcaklıklar, şiddetli yağmur, kuraklık ve yangın havasını daha yoğun ve sık hale getirdiği ve insanlara zarar veren ve onları öldüren deniz seviyesinin yükselmesine, okyanus asitlenmesine ve yoğun tropikal siklonlara neden olduğuna işaret edilmişti. 

Ayrıca biyoçeşitlilik ve ekosistem hizmetlerinin dayanıklılığını küresel ölçekte sürdürmek için, Dünya’nın kara, tatlı su ve okyanuslarının yaklaşık yüzde 30 ila yüzde 50’sinin etkili ve adil bir şekilde korunması gerektiği ifade ediliyordu. 

Avaaz’ın mektubunda, IPCC’nin bulgularının yüzde 30’luk hedefi “çok düşük” bir alt sınır olarak gösterdiğini ve bunun yerine ülkeleri yüzde 50’lik üst sınırı hedeflemeye teşvik ettiği bildirildi. 

Yerli gruplardan insan hakları odaklı COP15 önerisi

Ek olarak, birkaç yerli grup, 30×30 hedefinin, yeni korunan alanlar yaratmak isteyen ülkeler tarafından arazi gasplarının artmasına neden olacağına dair endişelerine de işaret etti.

West Coast Yerli Halkları, Kanada Başbakanı Justin Trudeau’nun COP15’in açılışında yaptığı konuşma sırasında protesto gösterisi yaptı. Fotoğraf: Christinne Muschi / Reuters

Yerli gruplar, toplantının başarısı konusunda şüpheli. Uluslararası Dağ Yerli Halkları Ağı‘nın ( International Network of Mountain Indigenous Peoples) koordinatörü Alejandro Argumedo, Uluslararası Çevre ve Kalkınma Enstitüsü‘nün ev sahipliğinde COP15 öncesi bir web seminerinde, taslağın biyolojik çeşitlilik alanlarında yerli toprak hakları ve mülkiyetinin tanınmadığını söyledi.

Argumedo ayrıca yerli toprak savunucularının öldürülmesiyle ilgili endişe duyulmadığına işaret ederek yerli halkların karar sürecinin dışında bırakıldığını söyledi.

COP’larda yerli stratejilerini koordine eden bir yerli temsilcileri grubu olan Uluslararası Biyoçeşitlilik Yerli Forumu (IIFB), GBF’yi gerçekten dönüştürücü hale getirmek için insan haklarına dayalı bir yaklaşımın gerekli olduğu konusunda hemfikir.

Türkiye’nin hedefleri…

Ayrıca ‘İklim uyumu/hafifletme’ başlığı içerisinde yer alan ‘İklim değişikliğinin etkilerinin hafifletilmesine yönelik hedef’ konusunda da yine Türkiye sınıfta kalmış durumda. Hükümetin böyle bir hedefi yok.

Ek olarak Türkiye’nin zirvede ele alma olasılığının olmadığı düşünülen bir diğer konu da ‘Kirlilik’ başlığı altındaki ‘Pestisitin aşamalı olarak kaldırılması için nicel değerler’ konusu.

Pestisitlerin aşamalı olarak kaldırılması için kesin son tarihlere karşı çıkan ülkeler arasında Çin, Hindistan, Yeni Zelanda, Uruguay, Türkiye ve Meksika yer alırken, Bolivya ve AB bu görüşten yanaydı.

Türkiye’den müsilaj manzaraları

İlk GBF taslağındaki hedef, kimyasal pestisit kullanımını 2030’a kadar üçte iki oranında azaltmak yönündeydi. Ancak birçok ülke, bu dönüşüm için tanımlanmış tarihler ve miktarlar belirlemeye karşı olduklarını dile getirdi.

UNCCD’nin bu yılın başlarında yayınlanan ikinci Küresel Arazi Görünümü’ne (GLO2) göre, gıda sistemleri “karadaki biyolojik çeşitlilik kaybının en büyük tek nedeni“.

Türkiye’nin desteklediği yegane konu…

Uzmanların ‘Genetik kaynaklar’ başlığında bulunan ve zirvedeki en önemli anlaşmazlık noktaların biri olacağını öngördüğü ‘DSİ’yi erişim ve fayda paylaşımının (ABS) ayrılmaz bir parçası olarak düşünmek’ konusunu Türkiye destekliyor görünüyor.

Dijital veritabanları aracılığıyla dünyanın dört bir yanından genetik koda erişimi ifade eden ‘Dijital Sekans Enformasyonu (Digital Sequence Information, DSİ), gelişmekte olan ülkelere faydadan pay çıkarmak da dahil olmak üzere pek çok soruyu gündeme getiren bir kavram.

DSİ meselesi, çok uluslu bir şirketin, yeni bir ilaç veya teknoloji formüle etmek için gelişmekte olan bir ülkede keşfedilen dijital genetik materyali kullanması durumunda söz konusu gelişmekte olan ülkenin satışlardan yararlanıp yararlanmaması gibi sorunlara yanıt getirmeye çağırıyor.

Bu nedenle de gelişmekte olan bir ülke olarak Türkiye bu meselede destekleyici bir tavır sergilemiş durumda ancak Japonya, İsviçre ve Güney Kore DSİ çözümü bulunmasına karşı çıkıyor.

Öte yandan mevcut GBF taslağı, genetik kaynakların kullanımından doğan faydaların adil ve eşit bir şekilde paylaşılmasını sağlama hedefine de sahip.

 

İklim krizi: Yeterli yağış olmadı, Erciyes’teki kayak pistlerine suni kar yağdırılıyor

İç Anadolu‘nun 3 bin 917 rakımlı en yüksek dağı olan Erciyes‘te, yetersiz yağış nedeniyle kayak pistleri için suni kar yağdırılmaya başlandı.

Kurak giden mevsim için Develi, Hacılar, Tekir, Hisarcık gibi bölgelerde 160 karlama makinesi ile yapay kar üretiliyor.

Erciyes AŞ Yönetim Kurulu Başkanı Murat Cahid Cıngı, son yıllarda küresel ısınma nedeniyle mevsimlerin neredeyse birer ay kaydığını söyledi. Erciyes’te 2 bin 200 metrede kayak faaliyetlerine başlandığını, Avrupa’da ise bu rakımın 600-800’e kadar düştüğünü belirtten Cıngı, küresel ısınmanın Avrupa’da düşük irtifadaki kayak merkezlerini daha fazla etkilediğine işaret etti: 

İklim uzmanları: Yükselen kış sıcaklıkları kış olimpiyatlarının geleceğini tehdit ediyor
Kış Olimpiyatları ne kadar sürdürülebilir? -Doç. Cenk Demiroğlu *
Bol Kar, Az Kış – Cenk Demiroğlu
Fotoğraflar: Ergün Haktanıyan/AA.

“Karlama sistemleri artık kayak merkezlerinin olmazsa olmazı hüviyetine büründü. Şu anda Avrupa’daki iklim çalışmalarının çok yoğun bir kısmını kayak merkezlerinin önümüzdeki 5, 10, 50 yıldaki durumu ilgilendiriyor.  Dünyada kayak merkezi olup da suni karlama ihtiyacı olmayan bir nokta neredeyse kalmadı diyebiliriz. Biz, her yıl bu dönemlerde kar üretiyoruz. “

Sahada yaklaşık 160 makina ile karlama yaptıklarını aktaran Cıngı, karlama çalışmalarına ilişkin, “Saatte 8 bin 750 metreküp kar üretebiliyoruz. Hacılar ve Tekir kapılarda iki su kaynağımız var. Tekir göletimiz ve Hacılar Kapı’daki suni göletimizden tesisatımızı besliyoruz. Su kaynaklarından aldığımız suların yüksek basınçla havaya püskürtülmesi neticesinde kar oluşumu sağlanıyor.” diye konuştu. 

Marmara Denizi’nde oksijen azlığı eğilimi sürüyor; denizin karbon yutma kapasitesi hesaplanacak

2017’de başlatılan Marmara Denizi Bütünleşik Modelleme Sistemi (MARMOD) projesi kapsamında, ODTÜ Deniz Bilimleri Enstitüsü‘nün koordinasyonunda yürütülen çalışmalar devam ediyor.

ODTÜ Bilim-2 gemisiyle 10 gün sürecek kış seferine çıkan 13 bilim insanı, proje kapsamında denizin kış dönemindeki durumunu inceleyecek, denizde 120 ayrı noktada oksijen, bulanıklık, deniz suyu sıcaklığı ve tuzluluk ölçümü yapacak. Seferde ayrıca Marmara Denizi’nin karbon yutma kapasitesi hesaplanacak.

‘Marmara’da mevsimsel değişimleri bilmiyoruz’

Kış seferiyle ilgili AA’ya konuşan MARMOD proje sorumlusu ve ODTÜ Deniz Bilimleri Enstitüsü Müdür Yardımcısı Doç. Dr. Mustafa Yücel, gerek kendilerinin gerekse başka kurumların yıllardır Marmara Denizi’nden veriler topladığını belirterek, “Bu verilerin gösterdiği ortak bir nokta var, o da maalesef Marmara’daki oksijen kaybı. Bunu durdurmak ve ekosistemi sağlığına geri kavuşturmak için MARMOD projesi başladı” dedi.

Özellikle ekosistemi ve sağladığı oksijeni geri kazanmak için bilimsel bir veri tabanına ve bir öngörü sistemine ihtiyaç bulunduğunu dile getiren Yücel, şunları anlattı:

“MARMOD Faz 1 çalışması, bununla başladı. Oksijen kaybını durdurmak için önce bir model sistemi kuruldu ve ilk öngörüler oluşturuldu. Ardından 2020 yılında daha kapsamlı, deniz seferlerinin olduğu MARMOD Faz 2 çalışması başladı. Marmara’da mevsimsel değişimleri bilmiyoruz. Örneğin şu an içinde bulunduğumuz kış aylarında , özellikle kritik mevsim dönüşleri ve akıntıların değiştiği noktalardan veri çok az. Bu boşlukları gidermek için hem modelleme çalışmaları hem de mevsimsel seferler devam ediyor.”

‘Geniş ölçekte oksijen kaybı eğilimi devam ediyor’

MARMOD projesinde daha çok denizin oşinografik yani sıcaklık, tuzluluk, denizdeki biyolojik üretkenlik, bulanıklık ile oksijen ve besin tuzları gibi biyokimyasal parametrelere baktıklarını kaydeden Yücel,  oksijen sorununun asıl kaynağına inmeye çalıştıklarını söyledi:

“Azot, fosfor yükleri ve bunlara bağlı biyolojik üretim, oksijen kaybının en büyük nedeni. Bu parametrelere odaklanmış durumdayız. Marmara Denizi’nde geniş ölçekte oksijen kaybı trendi devam ediyor. Şu an içinde bulunduğumuz seferde özellikle 20 metreden sonra birçok balık türünün stres altına girdiği oksijen değerlerine ulaşıyoruz, 80 ila 100 metreden sonra neredeyse sıfırın altına inen değerler var.”

Marmara Denizi’nin doğusunda, İzmit, Çınarcık ve Adalar etrafında bu durumun çok ciddi sorun oluşturduğuna değinen Yücel, elde ettikleri ilk verilerin sonucuna göre azot, fosfor ve besin tuzu yüklerinin devam ettiğini, oksijen azlığı durumunun değişmediğini aktardı.

Bilim-2 kış seferini, Marmara Denizi’nde kurmaya başladıkları çok geniş bir gözlem sisteminin parçası olarak tanımlayan Yücel, Marmara Denizi’nin tabanına sabitledikleri dört ayrı gözlem sistemi olduğunu, bu sistemlere bağlı, üzerinde farklı derinliklerden örnekler alan sensörlere sahip şamandıralar bulunduğunu aktardı.

Sistemler şu an daha çok 100 metre altı derinlikte çalışıyor.

İlk defa bir denizin karbon yutma kapasitesi hesaplanacak

Kış seferiyle birlikte Türkiye’de ilk defa deniz ile atmosfer arasındaki karbondioksit gazı alışverişini ölçeceklerini bildiren Yücel, “Buna Marmara Denizi ile başlıyoruz, önümüzdeki günlerde Karadeniz ile devam edeceğiz.  Gemi hareket ettikçe yüzey suları gemideki laboratuvarımıza pompalanıyor. Burada karbondioksit, pH sensörleri var. Bunlar çok hassas. Denizin asiditesini, ne kadar karbondioksit içerdiğini hesaplıyor” dedi.

Denizlerin insan kaynaklı karbondioksitin en büyük emicisi olduğunu işaret eden Yücel sözlerini şöyle sürdürdü:

“Kendi denizlerimizin ne kadar çok karbondioksit emebildiğini, bu akışların ne kadar olduğunu bilmiyoruz çünkü ölçülmemiş. Karasal sistemlerin yutak kapasitesinin hesaplanması gerektiği gibi denizlerin kapasitesinin de hesaplanması gerekiyor, şu anda bunun ilk adımını atmış durumdayız. Sürekli veri toplamamız ve büyük alanları incelememiz gerekiyor. Bu seferde yaptığımız bu. Çanakkale Boğazı’ndan başladık, Rize, Hopa’ya kadar, bütün münhasır denizel bölgemizi kapsayacak şekilde açıklara da çıkarak bütün alanı tarayacağız. Verilerle, denizlerimizdeki karbondioksit haritası ilk defa ortaya çıkmış olacak, buradan da yutak kapasitesini hesaplayacağız.”

Sunak hükümetinin yeni kömür madeni girişimine uzmanlardan yanıt: İkiyüzlülük!

Birleşik Krallık‘ta Rishi Sunak hükümetinin Cumbria‘da yeni bir kömür madeni açmak istemesi, aktivistler ve uzmanlar tarafından tepkiyle karşılandı. Gelişmekte olan ülke aktivistleri ve küresel iklim müzakerelerinde yer alan uzmanlar,  yeni bir kömür madeni açılmasının “ikiyüzlülük” olacağını, “yanlış mesaj göndereceğini” ve iklim eylemiyle “alay konusu” olacağını söyledi

Pek çok muhafazakar milletvekili, kömürün çoğunun ihracat için kullanılacağı ve diğer alanlardaki kömürün yerini almak yerine sera gazı emisyonlarını artıracağı yönündeki uzman tavsiyesine rağmen, çelik üretimi için koklaşabilir taş kömürü üretecek olan madenden yana tavır alıyor. Uzmanlar ise küresel iklim eylemi için çok önemli bir noktada İngiltere’nin güvenilirliğini yok edeceğini söyledi.

Üç kez ertelenmişti

Madenle ilgili karar iki yıldan fazla bir süredir ertelenmişti. Bakanlar projeye ilk olarak 2020’de yeşil ışık yakmış; ancak 2021’in başlarında hükümet , Birleşik Krallık’ın COP26 müzakerelerine başkanlık etmesi öncesinde bu kararı eleştirildiği için beklemeye alınmıştı. Maden daha sonra kamu soruşturmasına tabi tutuldu. Bu yaz nihai bir karar bekleniyordu, ancak Muhafazakar Parti‘deki liderlik yarışması sırasında ve geçen ay ülke COP iklim müzakerelerinin başkanlığını Mısır‘a devrederken iki kez daha ertelendi. 

Madene yeşil ışık yakılırsa, bu Birleşik Krallık uluslararası sahnede hâlâ “yeşil inceleme” altındayken ve Montreal’de başlayan COP15 Biyoçeşitlilik Zirvesi sırasında olacak. Birleşik Krallık,  2030’a kadar gezegenin yüzde 30’unu yaban hayatı ve doğa korumaya yönelik küresel bir taahhüdü zorlayan önde gelen ülkelerden.

Açık Toplum Vakfı iklim adaleti direktörü Yamide Dagnet, yeni maden girişimiyle ilgili şunları söyledi: “Tartışılan kömür madeni Birleşik Krallık’ın [emisyon kesintilerinde] hırsı konusundaki güçlü duruşu ve başkaları tarafından geri adım atılmasına yönelik eleştiriler göz önüne alındığında derinden endişe verici.”

Bill Clinton‘ın eski bir iklim danışmanı olan Paul Bledsoe de “Cumbria, dünya çapında Wordsworth gibi romantik şairlerin modern çevre bilincini başlattığı muhteşem Göller Bölgesi‘nin evi olarak biliniyor. İklim krizinin bu döneminde kömür madenciliğini yeniden başlatmak hiç mantıklı değil. Sadece diğer ulusların İngiltere’nin iklim taahhüdünü sorgulamasına neden olabilir” değerlendirmesini yaptı.

Geçen ay düzenlenen COP27 İklim Zirvesi‘nde en önemli odak  noktalarından biri, gelişmekte olan ülkelerin, zengin ülkelerin fosil yakıt kaynaklarını kullanmaya ve geliştirmeye devam ederken ikiyüzlü davrandığı ve fakir ülkeleri bu kaynaklardan vazgeçmeye çağırdığı yönündeki algısıydı.  BM iklim görüşmelerine katılanlar, Birleşik Krallık’ın madende ısrar etmesi halinde bu gerilimleri daha da alevlendireceğini söyledi.

Climate Action Network International‘ın yönetici direktörü Tasneem Essop yeni bir madene devam etmenin zengin dünyanın ikiyüzlülüğüne dair izlenimi güçlendireceğini belirtti: “Sadece üç hafta önce Cop27’de Birleşik Krallık hükümeti kendisini küresel ısınmayı 1,5C’de tutmaya yönelik Paris Anlaşması hedefi için bir şampiyon olarak sundu ve hatta bazı büyük gelişmekte olan ülkeleri hırslı ilerlemeyi engellemekle eleştirerek daha fazlasını yapmalarını talep etti. Bu yeni kömür madeninin onaylanması, Birleşik Krallık’ın kibirden, çifte standarttan ve tutulmayan sözlerden ibaret olduğunu bir kez daha kanıtlıyor. “

Geçen ay COP26 Başkanlığı sona eren Alok Sharma da madenle ilgili geçen hafta şunları söylemişti:

“Son üç yılda Birleşik Krallık, diğer ülkeleri kömürü tarihe bırakmaya ikna etmeye çalıştı, çünkü küresel ısınmayı 1,5C ile sınırlamak için mücadele ediyoruz ve kömür en kirletici enerji kaynağıdır. Yeni bir kömür madeni açma kararı tamamen yanlış bir mesaj verir ve kendi kalesine gol olur. Önerilen bu yeni madenin enerji faturalarını düşürmede veya enerji güvenliğimizi sağlamada hiçbir etkisi olmayacaktır.”

Afrika İklim Hareketi‘nden Lorraine Chiponda da yeni kömür projelerine yatırım yapmanın, Afrika’daki iklim felaketlerinin ön saflarında acı çeken Afrika toplulukları için bir alay konusu olduğunu belirtti:  “Taahhütlerden geri dönmenin ve kömürü kademeli olarak kullanımdan kaldırma yönünde kaydedilen ilerlemenin zamanı değil. İngiltere’yi sorumlu davranmaya ve kömürü kesmeye çağırıyoruz.”

İklim krizi: Avrupa’da evlerin soğutma ihtiyacı 40 yılda yüzde 170 arttı

Avrupa Çevre Ajansı’na göre, iklim değişikliğine bağlı sorunların giderek daha görünür geldiği Avrupa kıtasında, kara sıcaklıkları 2012 ile 2021 yılları arasında 1,94 ila 1,99 °C arttı .

Buna bağlı olarak binaları ısıtma ihtiyacı azalırken, klima ile soğutmaya yönelik talepler de arttı.

Euronews‘in aktardığına göre, AB ülkelerinde HDD (günlere göre ısıtma derecesi) 1979 ile 2021 arasında yüzde 11 azalarak 1979’da 3.510 HDD’den 2021’de 3.126 HDD’ye düştü. Diğer bir deyişle, 1979’da ihtiyaç duyulan ısıtmanın yalnızca yüzde 89’u 2021’de gerekli oldu.

Portekiz yüzde 28 ile 1979-2021’deki en yüksek düşüşe sahipken, onu Malta (yüzde 22), Hollanda ve İrlanda (her ikisi de yüzde 21) izledi. Macaristan ve Slovakya için ise HDD değeri  yüzde 3 düştü.

Isıtma ihtiyacı, Finlandiya‘da yüzde 6, Norveç‘te yüzde 10 ve İsveç‘te yüzde 11 azaldı. Bu İskandinav ülkeleri, 1979 ile 2021 arasında ortalama HDD açısından ilk üç sırada yer aldı.

Grafikler: Euronews. Kaynak: Eurostat.

Almanya‘da 1979’daki ısıtma ihtiyacının sadece yüzde 87’si 2021’de gerekli oldu. Fransa‘da bu değer yüzde 88.  

Soğutma ihtiyacı yaklaşık üç kat arttı

Günlere göre soğutma derecesindeki (CDD)’deki değişiklikler ise ısıtma derecelerine göre daha da belirgin. 2021’deki ortalama CDD değeri, 1979’daki değerin neredeyse üç katı oldu. Son 42 yılda 37 CDD’den 100 CDD’ye çıkan artış, soğutma ihtiyacının yüzde 170 arttığı anlamına geliyor. 40 yıl önce neredeyse hiç soğutmaya ihtiyaç duymayan birçok ülke şimdi soğutmaya ihtiyaç duyuyor.

Örneğin yıllık ortalama hava sıcaklığının 5,9C olduğu Letonya‘nın CDD’si 1979’da sadece 0,23 iken 2021’de 42’ye yükseldi. Bu, başta Akdeniz ülkeleri olmak üzere diğer bazı ülkelere kıyasla hala çok düşük bir değer olsa da 2022’de sıcak dalgalarında binlerce insanın hayatını kaybettiği Fransa’nın değerlerinden daha yüksek. 

1979-2021 yılları arasında CDD değerleri Estonya‘da 0’dan 38’e, Litvanya’da 0,2’den 49’a, Avusturya’da 1’den 25’e, Finlandiya’da 0’dan 8’e ve Almanya’da 2’den 12’ye yükseldi .

Yunanistan (169’dan 421 CDD’ye), İspanya (CDD’den 239 CDD’ye) ve İtalya (76’dan 289 CDD’ye) gibi Akdeniz ülkeleri bu artışlardan en çok etkilenen ülkeler oldu.

 

BBC’den 2022’nin en etkili 100 kadını: Kalp cerrahı Dilek Gürsoy ve İranlı kadınlar da listede

İngiliz yayın kuruluşu BBC, 2022’de dünyanın en ilham veren ve etkili 100 kadını listesini açıkladı.

Seçilen 100 kadın arasında müzik fenomeni Billie Eilish , Ukrayna’nın First Lady’si Olena Zelenskaya gibi isimlerin yanı sıra Avrupa’da yapay kalp nakli yapan ilk kadın cerrah Dr. Dilek Gürsoy da bulunuyor.

100 Kadın Listesi’nin 10’uncu yılı olduğu için bu yıl son 10 yılda kaydedilen gelişmeler de yeniden gözden geçirildi. Buna göre, kadın lider sayısı artmış ve “MeToo” hareketi gibi kadın hakları bakımından önemli adımlar atılmış olsa da, dünyanın birçok ülkesinde kadınlar için alınacak çok yol olduğu tespiti yapıldı.

‘Saçlarını kesen’ İranlı kadınlar unutulmadı

2022’nin 100 Kadın Listesi’nde bu yıl, İran’da saçlarını kesen protestocu kadınlar da yerini aldı. 13 Eylül’de ahlak polisi tarafından tutuklandıktan sonra ölen 22 yaşındaki Mahsa Amini’nin ardından İran’da patlak veren geniş çaptaki protestolara İran’da ve tüm dünyada kadınlar saçlarını keserek destek vermişti.

BBC  kadınların protestolarda oynadıkları rolü, özgürlükleri için ve zorunlu başörtüsüne karşı verdikleri mücadeleyi görünür kılmak adına listeye protestocu kadınları da aldı.

Çatışma ve direnişin kadın yüzleri

100 Kadın Listesi’nde, ayrıca aktris Priyanka Chopra Jonas ve Selma Blair, ‘Rus popu çariçesi’ Alla Pugacheva, İranlı tırmanma sporcusu Elnaz Rekabi, üç adım atlamada rekor sahibi atlet Yulimar Rojas ve Ganalı yazar Nana Darkoa Sekyiamah gibi isimler bulunuyor. Ukrayna ve Rusya’daki çatışma ve direnişin kadın yüzlerinin de olduğu listede, Avrupa’da yapay kalp nakli yapan ilk kadın cerrah Dr. Dilek Gürsoy da var.

Almanya’da Türk göçmen bir ailenin çocuğu olarak doğan Dr. Dilek Gürsoy, önde gelen bir kalp cerrahı ve yapay kalp uzmanı. Forbes dergisinin kapağına taşıdığı Gürsoy, hayat hikayesini anlattığı “Buradayım Çünkü İyiyim” adlı bir de kitap yazdı. On yılı aşkın süredir yapay kalp araştırmalarına öncülük eden Gürsoy, şu sıralarda özel bir kalp kliniği açma çalışmalarını sürdürüyor.

Gürsoy, BBC röportajında şunları söyledi:

“Çok kişinin yapmadığı işlerle ilgilendim, buna şans da diyebiliriz. Hırslı biri değilim. ‘Ben yapayım, bana kalsın’ demem. Çalışınca olur, azimli olursanız başarırsınız. Sizin üstünüz olan kişiler de dürüst kişileri arıyor zaten. Tabii yeteneğiniz de olacak ama çalışma olmadan ben de bir yerlere gelemezdim.” 

Erkek egemen bir bölümde olduğunu, “güçlü kadının her yerde olduğu gibi Avrupa’da da problem olarak görüldüğünü söyleyen Gürsoy,” Güçlüysen, iyiysen her yerde göze batıyorsun. O yüzden işine odaklanıp işini nasıl ilerletebileceğine bakman lazım. Tabii bir iş kadını olarak belki ciddiye alınamayabiliyorsunuz. Ben burada bir kalp merkezi kurmak istiyorum. Bunu daha önce bir kadının yaptığını görmedim, duymadım. Ama bu beni ilgilendirmiyor. Ben işime bakacağım” diye konuştu.  

Aktarılan kaynakların takip edilemediği TOKİ’nin 510 arsası satışa çıkıyor

Emlak Müzayede, Toplu Konut İdaresi’ne (TOKİ) ait 51 ildeki 510 arsayı 21-22-23 Aralık tarihlerinde müzayedede satacak. Satıştaki araziler içinde, 1 milyar 600 bin TL bedelle satışa bir bütün halinde satışa sunulan Kuşadası’ndaki deniz ve Yunan adaları manzaralı 266 bin 500 metrekarelik arazi de bulunuyor.

Sayıştay 2021 raporunda ise Toplu Konut ve Kamu Ortaklığı İdaresi’ne (TOKİ) devlet bütçesinden aktarılan kaynakların takip edilemediği belirtilmişti. Sayıştay raporuna göre; Çevre Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanlığı ilgili kanundaki hükmü yerine getirmemişti ve gerekli takip mekanizması kurulmamıştı. 

Sayıştay raporu: Bütçeden TOKİ’ye aktarılan kaynaklar takip edilemiyor 

TOKİ dolaylı olarak hazine arazileri üzerinden kazanç sağlıyor. Hatta bu konuda 2007’de Maliye Bakanlığı TOKİ’ye yazı göndererek “Konut yapımı amacıyla size tahsis edilen Hazine arazilerini 3. şahıslara satmayın” diye de uyarmıştı.

Sözcü’den Latif Sansür‘ün aktardığına göre; TOKİ’ye ait arazilerden; sekiz ildeki parseller 21 Aralık’ta, 22 ildeki parseller 22 Aralık’ta, geri kalanlar ise 23 Aralık’ta Ankara ve İzmir’deki iki salonda ve internet üzerinden katılımla yapılacak müzayede ile satışa sunulacak.

2023 genel seçimlerine ekonomik krizin kıskacında girecek olan iktidar, en son vatandaşın karşısına ‘cumhuriyet tarihinin en büyüğü’ olarak nitelediği konut projesiyle çıkmış ve 250 bin konut müjdesi vermişti.

TOKİ’nin daha önceki konut projelerine katılan vatandaşlar bu ‘müjde’ karşısında şaşırmış ve “Daha bizim konutlarımız yapılmadı” demişti.

Yapılan duyuruya göre taşınmazlar KDV’den muaf olacak. Satış listesinde bulunan parseller içerisinde 1 milyar 600 milyon fiyatıyla Kuşadası‘ndaki 266 bin 500 m2’lik parsel dikkat çekiyor.

Bir bütün halinde satışa sunulan Kuşadası’ndaki toplam 260 bin 500 m2 alanda 12 adet “Konut Alanı” imarlı taşınmaz ile toplam 6 bin 500 m2 alana sahip üç adet “Ticaret Alanı” imarlı taşınmaz bulunuyor.

Yapılan duyuruda, söz konusu bölgedeki 317 ada 347 parselin halihazırda devam eden imar plan çalışmasının tamamlanması ve sonrasında yapılacak imar uygulamasından oluşacak donatı alanları satışa konu olmayacak, alıcısı tarafından bedelsiz olarak Hazine’ye iade edilecek, ya da imar uygulaması esnasında Hazine adına tescil edilecek.

Halihazırda devam eden plan çalışmasının bir yıl içinde onaylanmaması halinde ise arsa bedeli olarak yatırılan tutar, faizsiz ve artışsız olarak alıcıya geri iade edilecek.

Satış sonrası belirlenecek fiyat üzerinden alıcı, bedelin yüzde 25’ini peşin geri kalanını 48 ayda ödeyebilecek.

Bir satış duyurusunu da Tarım Kredi Kooperatifleri İzmir Bölge Birliği’nden geldi. 74 Sayılı Kuşadası Tarım Kredi Kooperatifi’ne ait 26 işyeri satışa çıkarıldı.

19 Aralık – 20 Aralık günlerinde yapılacak olan satışlarda işyerleri için en düşük 230 bin, en yüksek 5 milyon 825 TL muhammen bedel belirlendi.

Şehir merkezinde bulunan iş merkezindeki işyerleri için toplam 36 milyon muhammen bedel kararlaştırıldı.