Ana Sayfa Blog Sayfa 5

Türkiye’de kömür yatırımlardan tamamen çıkan banka sayısı 4

İklim İçin 350 Derneği ve Sürdürülebilir Ekonomi ve Finans Araştırmaları Derneği (SEFiA) “Türkiye’deki Bankaların İklim Değişikliğine Yaklaşımı” başlıklı raporunun üçüncüsünü yayımladı.

Yeşil dönüşüm sürecinde, düşük karbonlu yatırımları destekleyen yeni finansman imkanları ve yenilikçi araçlar hızla ortaya çıkarken, ana akım finansmanın da fosil yakıtlardan uzaklaşarak net sıfır hedeflerine yönelmesi büyük önem taşıyor.

Rapor, Türkiye’deki bankacılık sektörünün bu alandaki ilerlemesini ve eksikliklerini gözler önüne seriyor. Buna göre, bankaların iklim risklerini dikkate alma eğilimi artıyor olsa da, fosil yakıtlara yönelik kredi verme olanakları tamamen ortadan kalkmış değil.

Çalışma, geçen yıl yeni kömür projelerini finanse etmeyeceğini açıklayan bir banka bulunmadığını gösteriyor. Mevcut durumda ülkenin en büyük 17 bankası sürdürülebilirlik ve iklim kriziyle mücadele kapsamında yürüttükleri faaliyetlerde bazı ilerlemeler kaydedilmesine rağmen önceki raporlama dönemlerine kıyasla 2023’te ivme düştü.

Rapor için bankalar beş başlık altında incelendi:

  1. Fosil Yakıt Varlıkları/Yatırımlarıyla Etkileşim Düzeyi
  2. “Net Sıfır” Hedef Tarihi
  3. Karbon Ayak İzi
  4. Temiz Enerji Yatırımları
  5. ESG (Çevresel, Sosyal ve Yönetişim) Derecelendirmeleri

Olumlu Gelişmeler

  • Kömürden Çıkış: İlk raporun ardından yeni fosil yakıt projelerini finanse etmeme taahhüdünde bulunan banka sayısı 7’den 10’a yükseldi. 2024 itibarıyla kömür yatırımlarından tamamen çıkma kararı alan banka sayısı ise 4’e ulaştı.

İki iklim örgütünün çalışmasında Türkiye İş Bankası’nın 2040’a kadar halihazırdaki kömür portföyünden çıkacağını açıklaması, geçen yıla ilişkin olumlu bir bulgu olarak değerlendirildi.

İklim İçin 350 Derneği Finans Kampanyaları Sorumlusu Selen Baykara, rapora ilişkin değerlend

  • Net Sıfır Hedefleri: 2024 itibarıyla net sıfır hedefleri kapsamında temiz enerji projelerine yönelme taahhüdü bulunan banka sayısı 12 oldu.

Türkiye’nin 2053 yılı net sıfır emisyon hedefi doğrultusunda ağırlıklı olarak 2050 itibarıyla portföylerini “net sıfır” hedefine uygun hale getireceğini açıklayan bankalara 2023’te Türkiye Kalkınma ve Yatırım Bankası (TKYB) da eklendi.

Karbon ayakizi ve temiz enerji yatırımları konularında ara hedefler açıklayan bankaların, bu hedeflerini bilime dayalı bir metodolojiye uygun olarak taahhüt ederek onaylatması da olumlu gelişmeler arasında sayıldı.

Eksiklikler ve İhtiyaçlar

  • Standartlaşma Gerekliliği: Bankalar arasındaki farklı yaklaşımlar, sektör genelinde standardize edilmiş raporlama ve kapsamlı sürdürülebilirlik stratejilerine olan ihtiyacı gösteriyor.
  • Fosil Yakıtlardan Çıkış Stratejisi Eksikliği: Henüz tüm bankaların fosil yakıtlardan çıkış stratejisi bulunmuyor. Özellikle kamu bankalarının bu alanda adım atması büyük önem taşıyor.
  • Dönüşüm için Finansman: 2023 yılında büyük ölçekli yenilenebilir enerji yatırımlarının finansmanı açısından önceki dönemlere kıyasla ivme kaybedildiği gözlemleniyor. Yeni finansman imkanları ve yenilikçi araçların ortaya çıkması ise dönüşüm için gerekli en önemli unsurlardan.

Öneriler

Bankacılık sektörünün iklim değişikliğiyle mücadelede önemli bir rol oynadığına işaret edilen raporda yer alan bulgular, sektörün iklim risklerini daha fazla dikkate almaya başladığını gösterse de, fosil yakıtlara yönelik kredilerin devam ediyor olmasının ciddi bir sorun olarak karşımıza çıktığına değinildi.

Bunun önüne geçmek için uzmanların önerileri ise şu şekilde:

  • Kamu Bankalarının Rolü: Kamu bankalarının fosil yakıtlardan çıkış stratejilerini belirlemesi ve uygulaması, sektörün yeşil dönüşüm sürecine ivme kazandırabilir.
  • Standart Raporlama: Sektörde standartlaşmış raporlama ve sürdürülebilirlik stratejilerinin oluşturulması, bankaların iklim değişikliğiyle mücadelede daha etkin olmalarını sağlayacaktır.
  • Yeşil Finansmanın Artırılması: Bankaların temiz enerji yatırımlarını ve yeşil finansman ürünlerini artırmaları, Türkiye’nin iklim hedeflerine ulaşmasında kritik öneme sahiptir.

İklim İçin 350 Derneği Finans Kampanyaları Sorumlusu Selen Baykara, rapora ilişkin değerlendirmesinde, küresel iklim hedeflerinin gerektirdiği acil eylem dikkate alındığında, finans kuruluşlarının portföylerini hızla net sıfır hedefleriyle uyumlu hale getirmesi ve düşük karbonlu ekonomiye geçişi desteklemesi artık bir seçenek değil, bir zorunluluk” olduğuna dikkat çekerken, SEFİA Analisti Evrim Özyorulmaz Akcura da kamu bankalarının önemini vurguladı:

“Tüm veriler ışığında, özellikle kamu bankalarının mevcut ve yeni projelerde kömürden çıkışı finanse etmek üzere atacağı adımların yeşil dönüşüm ekseninde Türkiye’nin potansiyelini yükselteceğini düşünüyoruz.”

[COP29] Zirvenin sonuç metni taslağına tepki yağıyor: Boş kağıda imza istiyorlar

Azerbaycan‘da süren BM İklim Zirvesi (COP29), normal koşullarda yarın sona eriyor. Ancak COP başkanlığının yayımladığı nihai metin taslağına ilişkin artan itirazlar ve tartışmalar müzakerelerin uzayacağını gösteriyor.

COP29’un en önemli gündem maddesi gelişmekte olan ülkelerin ısrarlı bir şekilde talep ettiği; iklim kriziyle başa çıkmaları ve ekonomilerini karbondan arındırmalı için ihtiyaç duydukları “iklim finansmanı”na gelişmiş ülkelerin katkı yapmasıydı. Bu ülkeler 1.3 trilyon dolar talep ederken, zirve koridorlarında sık sık 1 trilyon dolar rakamı telaffuz ediliyordu.

Ancak bu sabah COP Başkanlığı’nın yayımladığı zirvenin temel anlaşmasını oluşturacak taslak metin şaşkınlık ve hayal kırıklığı yarattı. Azerbaycan, müzakerecilerin daraltabilecekleri bir aralık bile önermezken, taahhüt edilecek meblağ ile ilgili alanı X işareti ile doldurdu.

Taslak metinde şu ana kadar yer alanlar özetle şöyle:

  • İklim finansmanı hedefleri için zengin ülkelerin taahhüt etmesi beklenen meblağlar ve veya toplam için aralıklar yok. Bunun yerine, bu rakamın olması gereken yerde bir ‘X’ yer alıyor.
  • Gelişmekte olan ülkelerin bağışçı havuzuna katılmaları için seçenekler sunuluyor ancak ayrıntılar yok.
  • Hibe yoluyla karşılanacak uyum ve kayıp ve hasar finansmanı taahhüdü var ancak bu da somut değil.
  • Finansmanın küçük ada gelişmekte olan devletler gibi en savunmasız ülkelere odaklanması için bir seçenek sunuluyor
  • Finansmanın kredi yerine hibe olarak verilmesine vurgu yapılıyor, ancak özel finansman hala bir seçenek olarak mevcut.
  • Taslak metinde, bu yeni iklim finansmanı anlaşmasının gözden geçirilmesinin 2031’den önce gerçekleşebileceği yönünde öneriler bulunuyor.

Küresel Güney, sivil toplum ve aktivistlerden büyük tepki

Taslak metni “adeta boş bir kağıda” benzeten müzakereciler, iklim örgütleri ve aktivistlerin tepkisi ise büyük.

Sivil toplum örgütü Doğal Kaynakları Savunma Konseyi’nde uluslararası iklim finansmanının kıdemli savunucusu olan Joe Thwaites, “Metin, gelişmiş ve gelişmekte olan ülkelerin ana hedefin ne olması gerektiği konusundaki pozisyonlarını karikatürize ediyor.” dedi.

Çevre adaleti grubu Power Shift Africa’nın yöneticisi Mohamed Adow da”Odadaki fil, metinde belirli sayıların bulunmamasıdır. Buraya paradan bahsetmek için geldik. Parayı sayılarla ölçersiniz, Bir çeke ihtiyacımız var ama şu anda sahip olduğumuz tek şey boş bir kağıt parçası” diye konuştu.

COP29’dan çıkacak anlaşmanın önümüzdeki yıllarda iklim finansmanı manzarasını belirleyeceğini kaydeden Dünya Yaban Hayatı Fonu’nda küresel iklim ve enerji başkan yardımcısı Stephen Cornelius ise iklim çözümleri için yeterli finansman olmadan, felaket niteliğindeki iklim etkilerinin önlenemeyeceğine dikkat çekti.

Asya Toplum Politika Enstitüsü‘ne bağlı Çin İklim Merkezi Direktörü Li Shuo ise şunları söyledi: “Bitiş çizgisinden çok uzağız. Yeni finans metni, aralarında pek bir şey olmadan koridorun iki uç noktasını sunuyor. En önemlisi, metin, iyi niyetli müzakereler için bir ön koşul olan gelecekteki iklim finansmanının ölçeğini tanımlayan bir sayıyı kaçırıyor. Bu metin, her iki tarafın da zemindeki duruşunu yakalamanın dışında pek bir şey yapmıyor.”

WWF Küresel İklim ve Enerji Başkan Yardımcısı Stephen Cornelius, zamanın daraldığı uyarısı yaptı:

Metin daralıyor, ancak nihai bir anlaşmaya varma zamanı da daralıyor. Müzakerecilerin ve bakanların hızlarını artırmaları, diplomasilerini artırmaları ve iddialı bir iklim finansmanı anlaşması etrafında fikir birliğine varmaları gerekiyor. Bu taslakta bir finansman hedefi olmaması, en zorlu kararların son dakikaya bırakıldığının endişe verici bir işareti. Azaltılmış olmasına rağmen, NCQG’nin tasarımı için metinde iki çok farklı seçenek kalıyor ve bu da nihai sonucu belirsiz bırakıyor. Bu anlaşma önümüzdeki yıllarda iklim finansmanı manzarasını belirleyecek. Bunu yanlış yapma lüksümüz yok. İklim çözümleri için yeterli finansman olmadan, felaket niteliğindeki iklim etkilerini önleyemeyeceğiz. Burada, dünya çapında hızla ve ölçekte iklim eylemini serbest bırakabilecek bir sonuç elde etmemiz şart.”

E3G‘de yardımcı direktör ve Birleşik Krallık hükümetinde eski iklim finansmanı görevlisi olan Rob Moore’un  değerlendirmesi de şöyle:

“Bu metin, gelişmiş ülkelerin görüşlerini ifade eden vizyonu ve gelişmekte olan ülkelerin ifade ettiği vizyonu özetleyen geniş bir seçeneği haritalandırıyor. Net bir köprü önerisinin ve herhangi bir sayının olmaması, müzakerecilere önümüzdeki bir veya iki gün içinde kat etmeleri gereken çok büyük bir ilerleme bırakıyor ve anlaşmaya giden yolda, masada sayılarla hızlı ve samimi bir katılım olması gerekecek. Bir inceleme mekanizmasının dahil edilmesi, ülkeler bu COP’ta gelişmekte olan ülkelerin ihtiyaçlarını tam olarak karşılayan bir hedef üzerinde anlaşamazlarsa bir köprü mekanizması sunabilir.”

Afrika İklim Hareketi’nden Ömer Elmawi, finansman olmadan iklim eylemi olmadığına vurgu yaptı:

“Bu, mükemmel bir doktora gitmek gibidir ve size sorunun ne olduğunu söylerler ancak onu tedavi edecek ilacı vermeyi reddederler – olan budur.  Eğer bu dünyada gerçekten olmuyor olsaydı komik olurdu ama en çok etkilenen insanlar Küresel Güney‘deki insanlar ve onlar 6 milyardan fazla olan nüfusla dünyanın çoğunluğunu oluşturuyor.

Küresel kuzeyin, soruna önemli ölçüde katkıda bulunan insanların, son 10 gündür buraya gelip hiçbir şeye yol açmayacak tartışmalar yapması çok yanlış. Öfkeliyiz. Utanıyoruz ama umutsuz değiliz. Çok olduğumuzu ve onların az olduğunu biliyoruz.

Afrika’da, bir inek sürüsü yavaş olduğunda, onları yavaşlatanların öndekiler olduğunu, ancak öldürülenlerin arkadakiler olduğunu söyleyen bir sözümüz var. Küresel güney, [arkada] olan 130’dan fazla ülkeden oluşuyor.”

Climate Action Network International’dan Jacobo Ocharan da Küresel Kuzey’in trilyonlarca dolarlık gecikmiş [iklim] borcunu ödemeye başlaması gerektiğini kaydetti: Ancak umut ışığı, her şeyin hala açık olmasıdır. Metinde, bu krizden en çok etkilenen ülkelerin ve toplulukların ihtiyaçlarını karşılayacak ve Küresel Kuzey ile Küresel Güney arasındaki güveni yeniden tesis etmeye yardımcı olacak bir iklim finansmanı hedefine sahip olmak için yeterli müzakere unsurumuz var.”

AB’den Azerbaycan’a ‘liderliğini gösterme’ çağrısı

Bakü’de bu sabah düzenlediği basın toplantısında konuşan AB İklim Komiseri Wopke Hoekstra‘ya, yeni toplu niceliksel hedefte (NCQG) hedef için şu anda sadece “X” işareti bulunan iklim finansmanı konusunda net bir rakamın olmamasına ilişkin tepkisi soruldu.

“Şu haliyle açıkça kabul edilemez” diyen Hoekstra, hırs eksikliğinin “açıkça kabul edilemez” olduğunu belirterek, COP29 Başkanlığı’nı “liderliği artırmaya” çağırdı.

Almanya İklim elçisi Jennifer Morgan, taslağa ilişkin sert bir değerlendirme yaptı: “Azaltma konusundaki metinden derin bir hayal kırıklığına uğradık. Hiçbir ilerleme” sunmuyor Bu, dünyadaki milyonlarca insanın çektiği acılara cevabımız olamaz. Dünyanın, GST’nin hafifletilmesine ilişkin sonuçlarını uygulamak için bireysel ve toplu olarak nerede durduğumuzu ve ne yaptığımızı bilmesi gerekiyor.”

İspanya’nın baş müzakerecisi Valvanera Ulargui de metnin dengeli olmadığına; uyum, cinsiyet ve adil geçiş gibi kendileri için çok çok önemli olan ve takılıp kalınan unsurlarda bazı ilerlemeler kaydedilmesine rağmen 1.5C hedefini ulaşılabilir kılmanın temel direkleri; yani emisyon azaltımı ve iklim finansmanına ilişkin muğlak maddelerin kabul edilebilir olmadığına” vurgu yaptı.

“Finans konusunda, metni bir uzlaşma girişimi olarak görmüyoruz. Gelişmekte olan ülkeler için hayati önem taşıyan nitel unsurlar üzerine inşa edebiliriz. Ancak başkanlığın, müzakere için gerçekten bir temel teşkil eden yapı ve nicelik konusunda yeni bir metni – hızla – sunması gerekiyor,” dedi.

“Umbrella” grubu adına konuşan Avustralya, Yeni Zelanda, Çin ve küçük ada devletleri de kayıp ve hasarın giderilmesi ve Paris Anlaşması hedeflerine vurgu yaptı.

Guterres’den çağrı: Bu, sıfır toplamlı bir oyun değil, büyük resme odaklanın

Brezilya’daki G20 Zirvesi’ne katılmak için Bakü’den ayrılan BM Genel Sekreteri Antonio Guterres de tekrar COP29’a döndü. Guterres, müzakerelere çok ihtiyaç duyulan ivmeyi kazandırmak üzere yayımladığı mesajda özetle şu çağrıyı yaptı:

“Doğrudan bakanlara ve müzakerecilere sesleniyorum: Sert çizgileri yumuşatın. Farklılıklarınız arasında bir yol izleyin. Ve gözlerinizi daha büyük resme odaklayın.

Tehlikede olanı asla unutmayın. Bu, iklim felaketi karşısında adaleti sağlamak, tüm insanlık için iyi bir dünya güvencesine daha da yaklaşmamıza yardımcı olmak için yapılan bir zirve. Görüşmeler, sıfır toplamlı bir oyun değil, iklim finansı da bir yardım değil, kontrolsüz iklim kaosunun hepimize vereceği yıkıma karşı bir yatırımdır . Dünyadaki her ulus için daha güvenli, daha müreffeh bir gelecek için bir ön ödemedir.”

COP29 Başkanlığı’ndan savunma: Nihai metin değil

COP29 Başkanlığı ise yeni iklim finansmanı hedefi de dahil olmak üzere bu ilk “esas itibarıyla basitleştirilmiş” metin setinin “finansın merkezde olduğu bir paket olarak geldiğini, ancak nihai metin olmadığını duyurdu:

“COP29 Başkanlığı’nın kapısı her zaman açıktır ve Tarafların sunmak istediği herhangi bir köprü önerisini memnuniyetle karşılıyoruz. Günümüzü herkesle etkileşim halinde geçiriyoruz.”

NCQG’de, bu metinde finansal hedef için geniş bir sayı aralığı sunmanın yararlı olacağına inanmadıklarını belirten başkanlık; “Bu gece yayınlanacak olan bir sonraki yineleme daha kısa olacak ve fikir birliği için olası iniş bölgelerine ilişkin görüşümüze dayalı sayılar içerecek” diye ekledi.

Önümüzdeki günlerde müzakerecilerin önünde çok iş olacak. Kâr amacı gütmeyen çevre grubu World Resources Institute‘un direktörü David Waskow, önümüzdeki günlerde bir anlaşmaya varılabileceğini söyledi:

“Eğer taraflar önümüzdeki 48 ila 72 saat içinde gerçekten çok çalışırlarsa, burada bir sonuç görmemizin kesinlikle mümkün olduğunu düşünüyorum ve taraflar bunu başarmaları gerektiğini biliyorlar.”

 

[İklim Masası] Toplumun yüzde 79’u iklim değişikliği ile daha güçlü mücadele istiyor

İklim değişikliğiyle ilgili güvenilir bilgileri yaygınlaştırmayı hedefleyen İklim Masası‘yla olan işbirliğimiz çerçevesinde, Doç. Dr. Başar Baysal‘ın Türkiye halkının iklim değişikliğine ilişkin algısını araştıran araştırmasının sonuçlarını ve bu sonuçları değerlendiren makalesini paylaşıyoruz. 

*

Türkiye’de iklim güvenliği algılarını analiz etmek amacıyla Sabancı Üniversitesi İstanbul Politikalar Merkezi’nden Doç. Dr. Başar Baysal’ın gerçekleştirdiği araştırma, toplumun neredeyse yüzde 80’inin iklim değişikliği ile mücadelede daha etkili ve kararlı adımlar atılmasını istediğini gösteriyor. Ankara’nın mevcut iklim politikalarının yeterli olduğunu düşünenlerin oranı, yüzde 20’yi geçmiyor.

Türkiye nüfusunu temsil eden 3,827 kişilik bir anketin yanı sıra farklı siyasi partilerden 20 milletvekili ile yapılan derinlemesine mülakatlara dayanan araştırmaya göre, iktidar ve muhalefet  partilerinin milletvekilleri de daha fazla adım atılması gerektiği konusunda toplumla hemfikir.

Araştırmanın bir diğer önemli bulgusu, toplumun iklim değişikliği konusundaki duyarlılığını netlikle ortaya koyması: Halkın yüzde 64,4’ü, iklim değişikliğini zamanımızın en önemli sorunu olarak tanımlıyor. Yüzde 31,6’sı ise, daha acil sorunlar olduğunu düşünmekle birlikte, iklim değişikliğini önemli bir sorun olarak tarif ediyor. Kısacası toplumun tamamına yakını, iklim değişikliği ile mücadeleye büyük önem atfediyor.

Toplumdaki bu hassasiyetin nedenlerini tespit edebilmek, daha detaylı çalışma gerektiriyor. Ancak yapılan ön görüşmeler, toplumun toprak ile bağının devam ediyor olmasının önemli bir sebep olabileceğine işaret ediyor. Bu durum, toplumun iklim değişikliği ile endişelerinde de kendini gösteriyor: Araştırmaya katılanların en büyük kaygıları arasında susuzluk ve gıda güvenliği öne çıkıyor.

‘İklim değişikliği önemli bir sorun’ diyenler yüzde 96

Ankete göre halkın yüzde 64,4’ü, iklim değişikliğinin gerçekliğine inanıyor ve bunu zamanımızın en önemli sorunu olarak tanımlıyor. Katılımcıların yüzde 31,6’sı ise gündemde daha acil sorunlar bulunduğunu düşünse de, iklim değişikliğinin yine de önemli bir sorun olduğunu belirtiyor. Yani, toplumun yüzde 96’lık kesimi, sorunun önemi konusunda hemfikir. Yine önemli bir bulgu da iklim değişikliğinin varlığını reddeden iklim şüphecilerin oranının Türkiye’de sadece yüzde 1,2 seviyesinde olması.

Bu yüksek oranlar, halkın büyük bir çoğunluğunun iklim değişikliği hakkında ciddi bir farkındalığa sahip olduğunu gösteriyor. Benzer farkındalık oranlarına daha çok Avrupa ülkelerinde rastlanıyor. Avrupalılar’ın yüzde 77’si, iklim değişikliğini çok ciddi; yüzde 93’ü ise ciddi bir sorun olarak tanımlıyor ve iklim eylemlerini destekliyor.

Ancak bu oran Amerika Birleşik Devletleri’nde (ABD) ve Çin’de çok daha düşük. İklim değişikliği nedeniyle kaygı duyanların oranı ABD’de yüzde 63, Çin’de ise yüzde 65 olarak rapor ediliyor.

Yüksek duyarlılığın sebebi, toprakla süregelen bağlar olabilir

Bir diğer önemli bulgumuz, toplumun iklim değişikliği konusundaki hassasiyetinin; cinsiyete, yaşa, eğitim seviyesine, kırsal veya kentsel bölgede yaşamaya veya yaşanılan bölgeye bağlı olarak kayda değer değişkenlik göstermemesi.

Yalnızca kadınlar erkeklere kıyasla, iklim değişikliğinden doğrudan zarar görmüş kimseler ise zarar görmemiş olanlara kıyasla küçük bir farkla daha hassaslar. Yaş, eğitim seviyesi gibi diğer farklılıklar ise iklim değişikliği konusundaki tutumlar üzerinde ciddi bir etki yaratmıyor. Dolayısıyla yaşlısından gencine, köylüsünden kentlisine, iklim değişikliği konusunda ortak bir hassasiyet ve çözüm beklentisi olduğunu söyleyebiliriz.

Bu duyarlılığın sebepleri konusunda derinlemesine araştırmalara ihtiyaç var. Ancak araştırmacı tarafından bu konuda yapılan ön görüşmeler, bu hassasiyetin köklerinin, toplumun toprak ile olan bağının halen kopmamış olmasında yatıyor olabileceğine işaret ediyor.

Türkiye, geç endüstrileşmiş bir ülke. Bu nedenle toplumun büyük kesiminin, doğrudan kendisi olmasa bile yakınları, kırsalda tarımla uğraşmaya devam ediyor. Çoğunluğun bir ya da iki jenerasyon büyükleri köyden şehre göç etmiş. Bu anlamda kırsal ve tarım ile olan bağları hala çok güçlü olan büyük bir kesim var. Hala birçok eve köyden salça geliyor, tatillerde ve bayramlarda ziyarete köye gidiliyor; kısacası insanlar, toprakla bağlarını koruyor.

Bu durum, doğayla olan ilişkinin de bir ölçüde korunmasını sağlıyor; insanların çoğu, toprağın kıymetini biliyor. Her ne kadar evsel atıkları ayrıştırmak gibi konular çoğunluk için yeni olsa da, doğanın değerine dair farkındalık yüksek. Orman, hatta bir ağaç bile çok kıymetli. Bahar yağmurları yağmadığında mahsul alınamayacağı biliniyor ve bunun yaşamlar üzerindeki etkisi idrak ediliyor.

En önemli endişe gıda güvenliği ve susuzluk

Bu farkındalık, toplumun iklim değişikliğinin etkileri konusundaki endişelerine de yansıyor. Toplumun kaygılarına bakıldığında, iklim değişikliğinin su kaynakları ve tarım üzerindeki etkilerinin öne çıktığını görüyoruz. Ankete katılanların yüzde 80,6’sı, iklim değişikliği nedeniyle temiz içme suyuna ve tarımsal sulama maksatlı suya erişimin zorlaşacağından endişe ediyor. Ayrıca toplumun yüzde 69’u, tarımın olumsuz etkileneceğini ve gıda güvenliğinin tehlikeye gireceğini ifade ediyor.

Bu güvenlik etkileri, parlamento üyeleri tarafından da öncelikli sorunlar olarak görülüyor. Vekiller, iklim değişikliğinin tarıma ve su kaynaklarına etkisinin yanı sıra aşırı hava olayları gibi sonuçlarının, toplumun yaşam kalitesini doğrudan etkilediğini belirtiyor. Sel, fırtına, sıcak hava dalgaları gibi daha şiddetli iklim olaylarının artacağı ve toplumun yaşam kalitesinin doğrudan olumsuz etkileneceği de sık dile getirilen bir başka endişe.

Araştırmanın bir diğer önemli bulgusu, hem halkın hem de vekillerin ekolojik ve insan merkezli bir bakış açısına sahip olması. Ankete katılanların yüzde 61’i, iklim değişikliğinin en fazla gezegenin tamamını ve ekosistemleri tehdit ettiğini düşünüyor. Bunu takip eden hassasiyet ise suya erişim ya da gıda güvenliği gibi iklim değişikliğinin insan yaşamı üzerindeki etkileri. Parlamento üyelerinin de bu duruma dikkat çekmesi; ekosistemlerin ve biyoçeşitliliğin korunmasına güçlü bir toplumsal ve siyasi destek olduğunu gösteriyor. Devlet güvenliğini merkeze alan bakış ise önem sırasında en sonda. Su savaşları gibi iklim değişikliğinin devlet güvenliği odaklı etkileri daha uzak ihtimaller olarak görülüyor.

Halkın yüzde 79,9’u iklim değişikliği ile mücadeleyi yetersiz buluyor

Bu yüksek duyarlılık ve endişeler, halkın beklentilerine de yansıyor: Ankete katılanların büyük çoğunluğu (yüzde 79,9), Türkiye’nin iklim değişikliği konusunda yeterli adım atmadığını düşünüyor ve daha güçlü eylemler talep ediyor. Ankara’nın iklim değişikliğine yeterince önem verdiğini belirtenlerin oranı, yüzde 20’yi geçemiyor.

Bu sonuçların da açıkça gösterdiği gibi, toplumda daha fazla iklim eylemine yönelik güçlü bir talep var. Bu talebin yüzde 79,9 ile ifade edilmesi, hem iktidarı hem de muhalefeti destekleyen toplum kesimlerinin iklim eylemi beklentisi konusunda hemfikir olduğuna işaret ediyor.

İklim değişikliği ile mücadele konusunda toplumun ve siyasetçilerin beklentileri ise büyük oranda örtüşüyor. Araştırmamız, parlamento üyelerinin büyük kısmının da mevcut önlemleri yetersiz bulduğunu gösteriyor.

Mülakat yapılan muhalefet vekillerinin tamamı, iklim değişikliği ile mücadelede alınan tedbirleri yetersiz bulduklarını ifade ediyor. Öte yandan iktidar partisinden vekiller, hükümetin özellikle son dönemde önemli adımlar attığını ifade etseler de, çoğunlukla daha fazlasının yapılması gerektiğini düşünüyor.

Bu durum, ülkede iklim eylemi konusunda güçlü bir talep olduğunu ve bu talebin hem toplumda hem de siyasi alanda karşılık bulduğunu gösteriyor. Özellikle iktidar ve muhalefet vekilleri ile toplumun genelinin aynı beklentide olması nedeniyle, bu konuda işbirliği imkanının da yüksek olduğu söylenebilir.

Türkiye, küresel iklim siyasetinde gelişmekte olan ülkelere liderlik edebilir mi?

Küresel iklim yönetişiminde genel olarak gelişmiş ülkeler ile gelişmekte olan ülkeler arasında bir ayrışmaya gidiliyor. Gelişmiş ülkelerin çok daha önceden başladıkları sanayileşme süreçleri nedeniyle tarihi sorumluluğu bulunduğundan, iklim değişikliği ile mücadelede daha fazla gayret göstermeleri gerektiğine dair genel bir norm oluşmuş durumda. Ancak bunun uygulamada nasıl karşılık bulacağı halen muğlak ve uluslararası siyasetin temel bir konusu.

Bu küresel iklim siyaseti çekişmesinde Türkiye’nin gelişmekte olan ülkelere liderlik etme potansiyeli ihtimali akla geliyor. Son dönemde uluslararası arenada daha aktif siyaset izleten Türkiye, iklim siyasetinde de gelişmekte olan ülkelerin sesi olabilir mi? Bu liderlik, Türkiye’nin uluslararası arenada daha etkili bir aktör olarak öne çıkmasını sağlayabilir ve küresel iklim çabalarına katkıda bulunarak ülkenin diplomatik konumunu güçlendirebilir.

Çalışmamız gösteriyor ki bunun doğru bir yaklaşım olacağı konusunda hem iktidar hem de muhalefet vekillerinin tamamı hemfikir. Fikir ayrılığı; liderliğin gerekliliği hakkında değil, lider olma kapasitesi hakkında ortaya çıkıyor.

İktidar vekilleri, Ankara’nın küresel iklim politikalarında gelişmekte olan ülkelere liderlik etmesi gerektiğini söylüyor ve bu kapasiteye sahip olduğunu savunurken muhalefet vekilleri Türkiye’nin bu rolü oynaması gerektiğini ancak mevcut iktidarın liderlik rolü oynamasının zor olduğunu ifade ediyor.

Öte yandan iktidar partisi vekillerinin çoğunluğu, iklim değişikliğini “apolitik bir mesele” olarak görüyor. Bu nedenle partiler arası işbirliği sağlanabileceğine inanıyorlar. Muhalefet vekillerinin ise bu konuda farklı görüşleri var. Vekillerin yarısı, iklim değişikliğinin doğası gereği siyasi bir mesele olduğunu düşünürken bir kısmı ise iklim değişikliğini ortak bir sorun olarak görüyor ve yerleşik siyasi dinamiklere rağmen daha geniş bir işbirliği olanağı sunduğuna inanıyor.

Milletvekillerinin genel bakışı gösteriyor ki, iklim değişikliği ile mücadele konusunda iktidar ve muhalefet arasında bir işbirliği potansiyeli var. Ne var ki ne iktidar ne de muhalefet vekilleri, bu alandaki işbirliğinin farklı alanlar için de ön açıcı olabileceği konusunda iyimser değil.

İklim politikalarının ne şekilde geliştirileceği tartışma konusu olsa da, bu araştırma, Ankara’nın daha etkili politikalar geliştirmesi gerektiğine dair önemli bir işaret veriyor. Anket sonuçlarından da görüldüğü üzere, toplumun iklim değişikliği farkındalığı oldukça yüksek ve bu farkındalık, güçlü bir eylem beklentisiyle birleşiyor. Bu beklentinin somut politikalarla ve kararlı adımlarla karşılanmaması ise toplumsal memnuniyetsizliğe dönüşmesi riskini taşıyor.

*

  • Kaynak Makale: Proje Adı: “Türkiye’de İklim Güvenliği Algılarının Analizi: Ahlaki ve Resmi Hedef Kitle”
  • Baysal, Basar, 2024, Analyzing Climate Security Perceptions in Türkiye: Toward A Just Securitization of Climate Change, IPC Report, Yayına Hazırlanıyor.

350 hak aktivisti ve sanatçıdan AYM’ye mektup: Katliam Yasası’nı bir an önce iptal edin!

Aralarında sanatçı, aktivist, avukat, yazar, yönetmen ve akademisyenlerin bulunduğu 350 kişi, sokakta yaşayan hayvanların toplanmasını ve öldürülmesini öngören “katliam yasası”nın iptali için Anayasa Mahkemesi’ne (AYM) seslenen bir açık mektup kaleme aldı.

CHP ağustos ayında kanunun iptali ve yürürlüğünün durdurulması için AYM’ye başvurmuş, Yüksek Mahkeme de başvuruyu “esastan görüşmeye” karar vermişti.

Yeşil NoktaCHP, katliam yasasını AYM’ye taşıdı
Yeşil NoktaAnayasa Mahkemesi katliam yasasını esastan görüşecek
Yeşil Nokta‘Katliam Yasası’nın yönetmelik taslağı sızdı: Kediler de toplanacak, sahiplendirme zorlaştırılıyor

‘Katliam yasasının’ ardından kurulan ‘Yaşatacağız! Platformu’nun öncülüğünde kaleme alınan metin; ilk imzacıların ardından change.org’da herkesin imzasına açıldı.

Hak savunucularının  yasanın neden iptal edilmesi gerektiğini anlattığı ve yasanın çıkmasının ardından pek çok barınakta yaşanan katliamlardan örnek verilen mektupta, tplumun beklentisinin iptal başvurusunun bir an önce gündeme alınarak iptal edilmesi talep edildi.

Mektup şöyle:

“Anayasa Mahkemesi başkan ve üyelerine,

 

5199 sayılı Hayvanları Koruma Kanunu, 30 Temmuz 2024’te TBMM’de kabul edilen ve 2 Ağustos 2024’te yürürlüğe giren değişiklikler sonrası, sokakta yaşayan hayvanları öldürme yasasına dönüşmüştür.

 

Değişiklikler yürürlüğe girdikten hemen sonra Türkiye’nin dört bir yanından art arda hayvan katliamı haberleri gelmeye başlamış; pek çok hayvanın işkence ve kötü muameleye maruz bırakıldığını gösteren fotoğraf ve videolar ortaya çıkmıştır. Altındağ, Niğde, İstanbul Kalamış, Kocaeli Gebze, İstanbul Ümraniye örnekleri bu kıyımlardan yalnızca bazılarıdır.

 

Türkiye, hayvan hakları hareketinin yükselişte olduğu ve sokakta yaşayan hayvanların mahalle kültürünün bir parçası olarak beslenip korunduğu, hayvanlara yönelik toplumsal duyarlılığın yaygın olduğu bir kültüre sahiptir. Bu nedenledir ki yasa teklifi gündeme geldiğinde yapılan anket sonuçlarına göre, toplumun yüzde 85’i sokakta yaşayan hayvanların öldürülmesine karşıdır.

 

Teklif yasalaşmadan önce başlayan kitlesel sokak eylemleri, yasanın yürürlüğe girmesinden sonra da istikrarlı şekilde devam etmiştir. Yasa değişiklikleri öncesi kent meydanlarında hayvanlar için tutulan yaşam nöbetleri, katliamların gerçekleştiği barınakların önünde sürmektedir. Hayvan hakkı savunucularının ve hayvanseverlerin ilk günden beri yakından takip ettiği ve karşı çıktığı yasa değişiklikleri, beşinci ayında, hâlâ birçok ilde protesto edilmektedir.

 

Yasada yapılan değişiklikler sonrası hayvanlara yönelik kötü muamele, işkence ve öldürme fiilleri bariz şekilde artmış, şiddet meşrulaşmış ve bireyler hayvanlara şiddet uygulamaya adeta teşvik edilmiştir. Ankara’da bir kişinin yavru köpekleri tırmıkla öldürürken sarf ettiği ve basına yansıyan “Devlet kanun çıkardı köpekleri öldürmek için” sözleri bunun kanıtıdır. Yetişkinlerin yanı sıra özellikle çocuklarda son derece travmatik etkiler yaratan işkence ve katliam görüntüleri, ruh sağlığı uzmanlarının da belirttiği gibi, toplumsal huzura ve barışa telafisi mümkün olmayan şekilde zarar vermektedir; dezavantajlı bireylere yönelik olanlar başta olmak üzere şiddet eylemlerini arttırmakta ve sıradanlaştırmaktadır.

 

Yasa yürürlüğe girdikten sonra hayvan hakkı savunucularına ve hayvanseverlere yönelik şiddetin artması ve hayvanların bakımını üstlenen birçok insanın sözlü ve fiziksel saldırıya maruz kalması tesadüf değildir. Ayrıca hayvanlara yönelik işkence ve katliamların cezasızlık politikalarıyla ödüllendirilmesi, yavru köpekleri tırmıkla öldüren kişinin iki ay tutuklu kalıp tahliye edilmesi örneğinde olduğu gibi, toplumdaki çatışmayı derinleştirmektedir.

 

Değişikler öncesinde 5199 sayılı Hayvanları Koruma Kanunu’nda öngörülen kısıtlaştır-aşıla-yerinde yaşat modeli, hem sokakta yaşayan hayvanların yaşam hakkı hem de toplumu oluşturan bireylerin ruh sağlığı bakımından en etik ve en uygun yöntemdir. Uzman veteriner hekimler de bu yöntemi desteklemekte ve Türkiye çapında eş zamanlı etkin kısırlaştırma yapılırsa sokaktaki hayvan popülasyonunun kısa süre içerisinde azalacağını ifade etmektedir.

 

Türkiye hayvan hakları bakımından kritik bir eşiktedir. Gün geçtikçe daha da endişe verici boyuta ulaşan şiddetin son bulması için milyonların gözü kulağı Anayasa Mahkemesi’ndedir. Sokakta yaşayan hayvanların yaşam hakkına ve toplumsal barışa onarılamaz zararlar veren yasa değişiklikleri karşısında toplumun Anayasa Mahkemesi’nden beklentisi, yaşanan işkence ve katliamlara bir yenisi daha eklenmeden önce, gecikmeksizin, iptal başvurusunu gündeme alması ve yasayı iptal etmesidir.”

 

[COP29] Türkiye’nin iklim politikaları performansı bu yıl da ‘düşük’

Germanwatch tarafından her yıl hazırlanan İklim Değişikliği Performans Endeksi, (Climate Change Performance Index, CCPI) ulusal ve uluslararası iklim politikalarında şeffaflığı sağlamaya yönelik güncellemesini bugün yayımladı.

Endeks, küresel sera gazı emisyonlarının yüzde 90’ından fazlasını oluşturan 63 ülke ve AB’nin iklim performansını, sera gazı emisyonları, yenilenebilir enerji, enerji kullanımı ve iklim politikası kategorilerinde değerlendiriyor.

Türkiye, bu yılki CCPI sıralamasında 53’üncü sırada, alt kademelerdeki ülkeler arasında yer aldı. Yenilenebilir enerji kategorisinde orta düzeyde yer alırken, sera gazı emisyonları, enerji kullanımı ve iklim politikaları konularındaki performansı “düşük” olarak değerlendirildi.

Türkiye’nin güncellenmiş Ulusal Katkı Beyanı (NDC), 2030 yılına kadar sera gazı emisyonlarında azalma yerine artışı hedefliyor. Uzmanlar, 2025 yılında sunulması beklenen ikinci NDC’nin bilime dayanmayacağı ve küresel ısınmanın 1,5°C’nin altında sınırlandırılmasıyla uyumlu olmayacağı yönündeki endişelerini dile getiriyor.

Değerlendirmede, Türkiye’de yenilenebilir enerji kapasitesi artarken, bunun fosil yakıtları ikame etmediğinin altı çiziliyor. Fosil yakıtların aşamalı olarak sonlandırılması ve yeterli uzun vadeli iklim hedeflerinin belirlenmesi temel hedefler olarak ön plana çıkıyor.

Avrupa İklim Eylem Ağı Türkiye İklim ve Enerji Politikaları Koordinatörü Özlem Katısöz,  Türkiye’nin 2035 yılı için 120 GW’lık güneş ve rüzgar hedefi açıklamasının ardından endekste zayıf not almasının şaşırtıcı gelmiş olabileceğine ancak yenilenebilir enerji hedeflerini yüksek tutmanın tek başına güçlü bir iklim politikası için yeterli olmadığına dikkat çekti:

“Türkiye’nin iklim politikasında performansını artırması için yeni fosil yakıt aramalarını durdurması ve fosil yakıtlardan çıkış için tarih ve yol haritasını ortaya koyması gerekli. Türkiye’de kömürden çıkışı konuşmak bile tabu gibi görülüyor. Oysaki kömürden vazgeçemeyen Türkiye, geleceğini yakıyor. Milas’ta kömür madenini genişletmek için Akbelen ormanı yok edildi, şimdi de zeytinlikler, tarım alanları tehdit altında. Afşin ve Elbistan ilçelerinde yapılmak istenen yeni kömür santralinin sağlık maliyetinin olası faturası ise 88,4 milyar lira”.

İstanbul Politikalar Merkezi İklim Değişikliği Çalışmaları Koordinatörü Ümit Şahin de Türkiye’nin iklim politikaları yıllar içinde gelişse de hala ciddi bir inandırıcılık sorunu olduğunu vurguladı:

“Bunun da nedeni kendi içinde uyumlu bir politika seti kurulamamış olması. Bir yandan bu endekste aldığı nispeten yüksek notta da görüldüğü gibi yenilenebilir enerji hedefleri olması gereken düzeylere yükseliyor ve takdir topluyor. Ancak bu alanda bile hedeflerin nasıl uygulanacağına dair soru işaretleri nedeniyle çok yüksek not alamıyor. Öte yandan yüksek yenilenebilir hedefleriyle uyumsuz bir şekilde herhangi bir emisyon azaltım hedefi ilan etmiyor ve emisyonları 2038’e kadar yükseltme politikasından ve kömürü savunmaktan vazgeçmiyor. Üstelik iklim politikası içinde nükleer enerjiye yenilenebilir hedeflerinin uygulanmasına engel olacak şekilde öncelik veriyor.”

Türkiye’nin gelecek yıl bu endekste çok üst sıralara tırmanabileceğine işaret eden Şahin, bunun için gereken şeyin bir kömürden çıkış takvimi hazırlamaya cesaret etmek ve mutlak emisyon azaltım hedefi belirlemek olduğunu kaydetti: “O zaman dünyaya ve piyasalara karışık mesajlar vermemiş olacak ve enerji dönüşümü gerçek anlamda başlayacak. Dönüşüm için gerekli finansmanı bulmak da ancak böyle tutarlı ve kararlı bir politikayla mümkün olacaktır.”

Yeşil Nokta[COP29] 25 ülke ve AB’den ‘Yeni kömüre hayır’ eylem çağrısı
Yeşil NoktaTürkiye 2035’e kadar yenilenebilir enerji kapasitesini 4 katına çıkarmayı hedefliyor
Yeşil NoktaTürkiye’nin çıkmazı: ‘Yenilenebilir’ de kömürden elektrik üretimi de ‘rekor kırıyor’

CCPI’ın kapsamlı 2025 değerlendirmesine buradan, Türkiye bölümüne ise buradan ulaşabilirsiniz.

Endeksteki ülkeler küresel emisyonların yüzde 90’ından sorumlu

Germanwatch, NewClimate Institute, CAN International‘ın endeksle ilgili ortak basın açıklamasında da yenilenebilir enerji kaynaklarındaki hızlı büyümeye rağmen henüz fosil yakıtlardan çıkış olmadığına vurgu yapıldı.

CCPI’da değerlendirilen 63 ülke ve Avrupa Birliği küresel emisyonların yüzde 90’ından sorumlu. Bu yılki endekse göre, 64 ülkeden 61’i son beş yılda enerji karışımında yenilenebilir enerji kaynaklarının payını artırırken, 29 ülkedeki sera gazı emisyonlarını azaltmaya dair performansları hala düşük veya çok düşük olarak değerlendiriliyor.

İlk üç sıra önceki yıllarda olduğu gibi boş kaldı. İklim politikası değerlendirmesinde yüksek performans gösteren Danimarka en üst sıradaki ülke olmaya devam etti. Onu Hollanda takip etti. Birleşik Krallık bu yılın en büyük yükselişini göstererek altıncı sırada yer aldı.

CCPI’da son sırada yer alan dört ülke 67’nci sıradaki İran, 66’ncı sıradaki Suudi Arabistan 65’inci sıradaki Birleşik Arap Emirlikleri ve 64’üncü sıradaki Rusya. Bu dört ülke dünyanın en büyük petrol ve gaz üreticileri arasında yer alıyor. Enerji tüketimi içinde yenilenebilir enerji kaynaklarının payı yüzde 3’ün altında. Bu ülkelerde  fosil yakıtlardan uzaklaşma gündemi de bulunmuyor.

NewClimate Institute’dan ortak yazar Prof. Niklas Höhne, “’Dünya bir dönüm noktasında. Küresel emisyonların zirveye ulaşması çok yakın.. İklim değişikliğinin daha da tehlikeli sonuçlar doğurmasını engelleyebilecek tek önlem emisyonların ciddi ölçüde azaltılmasıdır. Zaman daralıyor ve acilen emisyonların azaltılmasına ihtiyacımız var” dedi.

Çin ve ABD’den karışık mesajlar

Dünyanın en büyük emisyon kaynağı Çin, CCPI’da 55. sırada yer alarak çok düşük bir seviyeye geriledi. Umut verici planlara, eğilimlere ve tedbirlere rağmen Çin büyük ölçüde kömüre bağımlı olmaya devam ediyor ve yeterli iklim hedeflerinden yoksun. Bununla birlikte, yenilenebilir enerjide benzeri görülmemiş bir patlama yaşıyor ve emisyonları neredeyse zirveye ulaşmış gibi görünüyor.

En büyük ikinci emisyon kaynağı olan ABD ise  çok düşük performans gösterenler arasında 57’nci sırada yer aldı. Yenilenebilir enerji kaynaklarına ve temiz ulaştırma daha fazla yatırım yapılmasının yanı sıra fosil yakıt sübvansiyonlarının sona erdirilmesi sonraki önemli adımlar olacak. Donald Trump‘ın kazandığı seçimlerin sonucu ABD’nin önümüzdeki yıllardaki iklim performansını belirleyebilir.

Sadece iki G20 ülkesi; Birleşik Krallık ve Hindistan CCPI’da yüksek performans gösterenler arasında yer aldı. On dört G20 ülkesi genel olarak düşük ya da çok düşük not aldı. Üyelerinin dünyadaki sera gazı emisyonlarının yüzde 75’inden fazlasından sorumlu olduğu G20, emisyonların büyük ölçüde azaltılmasından özellikle sorumlu. Rusya, Suudi Arabistan ve 63’üncü sıradaki Güney Kore  hala G20’nin en kötü performans gösteren ülkeleri ve genel olarak çok düşük not alıyorlar.

AB’de Yeşil Anlaşma etkisini gösteriyor

Danimarka ve Hollanda CCPI’ın zirvesinde yer alırken, AB (17.) bir bütün olarak üst-orta alanda yer alıyor. On altı AB ülkesi yüksek ve orta performans gösterenler arasında yer alırken, önceki yıllardan farklı olarak hiçbir AB ülkesi genel olarak çok düşük bir not almadı.

AB’nin en büyük ekonomisi olan Almanya iki sıra geriledi ve artık yüksek performans gösteren bir ülke değil.

Uluslararası İklim Eylem Ağı Enerji Dönüşümü Kıdemli Müdürü Janet Milongo, enerji eşitsizliğinin dünyadaki pek çok insan için bir gerçeklik olmaya devam ettiğini kaydetti: “Örneğin Hollanda’nın Afrika‘nın tamamından daha fazla güneş enerjisi kurulu gücüne sahip olması kabul edilemez. Geçiş sürecinde herhangi bir halkı ya da ülkeyi geride bırakmak adaletsizlikle sonuçlanır ve küresel hedeflere ulaşılmasını engeller. Herkes için yenilenebilir enerjiye hızlı, adil ve eşitlikçi bir geçişin sağlanması için hibeye dayalı kamu finansmanı kritik önem taşıyor.”

CCPI’daki her ülke hakkında daha fazla bilgi için tıklayın

[COP29] 25 ülke ve AB’den ‘Yeni kömüre hayır’ eylem çağrısı

Kömürden kaynaklanan emisyonların hızla azaltılmasının 1,5 C hedefine doğru ilerlemek için en acil önceliklerden biri olduğunu kabul eden 25 ülke ve Avrupa Birliği bugün “Yeni Kömüre Hayır” (No New Coal) için Eylem Çağrısı‘nı başlattı.

İlk imzacılar, enerji sistemlerinde yeni “kömürü içermeyen” ulusal iklim planlarını sunma taahhüdünü açıklıyor ve diğer ülkeleri de aynısını yapmaya çağırıyor.

Günün dikkat çeken ülkesi, ilk kez yeni kömürlü termik santraller inşa etmeyeceğini taahhüt eden Avustralya oldu. Avustralya, Endonezya‘dan sonra dünyanın en büyük ikinci kömür ihracatçısı. Avustralya’nın taahhüdünün ardından  OECD ülkeleri içerisinde sadece Japonya ve Türkiye hala yeni kömür santrali inşa eden ülkeler olarak kaldı.

Eylem Çağrısı ile destekçi ülkeler, Kasım 2025’te yapılacak 30. BM İklim Değişikliği Konferansı (COP30) öncesinde tüm ülkeleri yeni kömürlü termik santrallere son vermeye teşvik etmek üzere diplomatik bir kampanya yürütecek.

İmzacı ülkelerin Paris Anlaşması kapsamındaki bir sonraki Ulusal Katkı Beyanları’nı (NDC’ler) buna göre düzenleyecek, bunlara eşlik eden “açıklık, şeffaflık ve anlayış için bilgiler” (Information for Clarity, Transparency, and Understanding, ICTU), uzun vadeli stratejiler, uygulama  planları veya enerji planları yapacak.

Birleşik Krallık başı çekiyor

Birleşik Krallık Enerji Bakanı Ed Miliband, kampanyayla ilgili ülkesinin temiz enerjinin süper gücü haline getirme çabasının bir parçası olarak bu yıl kömür enerjisini aşamalı olarak terk eden ilk G7 ülkesi olduğunu kaydetti.

Buna karşın kömür kullanımın dünya genelinde artmaya devam ettiğini ve 1,5°C hedefinin önündeki en büyük tehditlerden birini oluşturduğunu kaydeden Miliband, “Yeni Kömüre Hayır Eylem Çağrısı, dünyanın dört bir yanındaki ülkelerden COP30’a kadar yeni kömür kullanımına son verilmesi gerektiğine dair net bir sinyal gönderiyor. Yeni kömür kullanımına son verilmesini öngören ulusal iklim planlarını ortaya koyarak, uygun fiyatlı, güvenli ve temiz enerjiyle beslenen bir geleceğe daha da yaklaşıyoruz” dedi.

İklim eyleminden sorumlu Avrupa Komisyoneri Wopke Hoekstra da temiz enerjinin hızla artmasına karşın kömürün enerjisinin hala arttığını hatırlattı;  fosil yakıtlardan uzaklaşma’ taahhüdünün sahada gerçek adımlara dönüşmesi gerektiğini vurguladı.

Türkiye’den destek bekleniyor

Halen yeni termik santraller inşa etmeye devam eden Türkiye de eylem çağrısı kapsamında “Yeni Kömüre Hayır” kararını açıklamaya davet edilen öncelikli ülkeler arasında yer alıyor.

Sürdürülebilir Ekonomi ve Finans Araştırmaları Derneği (SEFiA) Direktörü Bengisu Özenç, Türkiye’nin bir ay önce açıkladığı güneş ve rüzgar kurulu gücünü 2035’e kadar 4 katına çıkarma hedefine dikkat çekti:

“Bu hedef, önümüzdeki dönemde enerji arzına eklenecek yeni bir termik kapasitesine ihtiyaç duyulmayacağını açıkça ifade ediyor. Yenilenebilir enerji alanındaki bu ilerlemeyi memnuniyetle karşılarken, Türkiye’nin ‘Yeni Kömüre Hayır’ çağrısına destek vererek enerji dönüşümünün yönü konusundaki kararlılığını göstermesini ve uluslararası iklim diplomasisinde güç kazanmasını bekliyoruz”

Adil geçiş de kampanya kapsamında

Hükümetlerarası İklim Değişikliği Paneli (IPCC), 1,5°C ve hatta 2°C’ye uyumlu bir patikada yeni ve saldığı karbonu tutulmayan kömüre yer olmadığını açıkça ortaya koymuş olsa da, kömür kapasitesi geçen yıl yüzde 2 oranında arttı.

Eylem Çağrısını başlatan ülkeler Angola, Avusturya, Avustralya, Belçika, Kanada, Kolombiya, Kıbrıs, Çek Cumhuriyeti, Danimarka, Dominik Cumhuriyeti, Etiyopya, Fransa,  Almanya, İtalya, Malta, Fas, Hollanda, Norveç, Slovakya, Slovenya, İsveç, Uganda, Birleşik Krallık, Uruguay, Vanuatu ve Avrupa Birliği’nden oluşuyor.

Ülkeler ayrıca, işçilerin ve toplulukların geride bırakılmamasını sağlamaya yardımcı olan 1,5°C ile uyumlu adil ve eşitlikçi geçişlerin önemini kabul etti. Ulusal iklim planları, Uluslararası Çalışma Örgütü‘nün “Herkes için çevresel olarak sürdürülebilir ekonomilere ve toplumlara doğru adil bir geçiş için Kılavuz İlkeler“inin önemini kabul ederek, etkili sosyal diyalog ve paydaş katılımı da dahil olmak üzere, temiz  enerji geçişleri sırasında savunmasız toplulukları ve çalışanları destekleyecek.

Eylem Çağrısı, karbonu tutulmamış kömür enerjisinin hızla kullanımdan kaldırılmasını amaçlayan Kömür Sonrası Enerji İttifakı (Powering Past Coal Alliance, PPCA) işbirliğiyle geliştirildi. Destek veren ülkelerden 24’ü PPCA üyesi.

Çağrı, Yeni Kömüre Hayır taahhütlerinin, yatırımcıların geçişi finanse etme konusunda kararlılıkları için gerekli olduğunun altını çizen RE100, Global Renewables Alliance, Ceres, Asya İklim Değişikliği Yatırımcı Grubu  (AIGCC) ve İklim Değişikliği Yatırımcı Grubu (IGCC) gibi yatırımcı ve iş örgütleri tarafından da destekleniyor.

E3G Kömürden Temizliğe Yardımcı Direktörü Matt Webb, COP29’da ülkelerin Küresel Durum Değerlendirmesinde verdikleri enerji dönüşümü taahhütlerini  uygulama konusunda ciddi olduklarını göstermeleri ve yeni kömürlü termik santrallerin sonunu işaret etmeleri gerektiğini söyledi:

Bu, 1.5C’ye ulaşılabilmesi için bir zorunluluk olan kömürün küresel olarak  kullanımdan kaldırılmasına ivme kazandıracaktır. Daha fazla ülkeyi bu çağrıya yanıt vermeye, iç  politikalarında yeni kömürlü termik santrallere acilen son vermek üzere kararlı bir şekilde hareket etmeye  ve bunu Belem’e giden yolda iklim planlarına yansıtmaya çağırıyoruz”

Alaplı’daki doğal gölün bitmeyen çilesi: Şimdi de hafriyat ve moloz yığılıyor

Zonguldak‘ın Alaplı ilçesinde terk edilen taş ocağı tesislerinin bıraktığı alanda doğal bir şekilde oluşmuş olan 8.5 hektarlık gölü şimdi de taş ocağı şirketi hafriyat ve molozlarla doldurmaya başladı.

2009’da oluşmaya başlayan ve oluşumunda Kavak deresi ve Döşeme deresine sınır olması nedeniyle yer altı suyu, dereden sızan sular ile yağışların etkili olduğu düşünülen göl, 2020’den bu yana taş ve maden ocağı işleten şirketlerce defalarca doldurulmak veya boşaltılmak istendi.

2021’de Zonguldak İl Özel İdaresi, gölün kurutularak üzerinde cüruf tesisi yapılmasına izin verdi. İmar plan değişikliğinde de göl, “su birikintisi” olarak tanımlandı. Oysa pek çok kaynaktan beslenen gölde, yıllardır su seviyesinde bir azalma olmadığı gibi içinde balıklar ve su canlıları da çoğalmaya başladı.

Alaplı ormanlarının dibinde

Zonguldak Çevre Koruma Derneği Başkanı Ahmet Öztürk, İl Özel İdaresi kararına itiraz ederek, “Tasarım yapılırken, tarım arazileri, yerleşim alanları, bal üretimi, su ürünleri, ormanlar, plajlar kısacası bölgenin geçim ve yaşam alanları dikkate alınmamıştır. Göl ve dere yok denilerek ‘ÇED Gerekli değildir’ raporu alınmış böyle sürece halkın katılımı engellenmiştir” demişti.

Dünyanın su kıtlığı yaşadığı, büyük kuraklıkların gündemde olduğu bir zamanda, bir su kaynağını kurutup üzerine cüruf işleme gibi doğaya bin bir türlü zararı olan bir tesisi kurmanın sözcüğün tam anlamıyla “ziyan” olduğunu belirten Öztürk, ağaçları binlerce yıl yaşatabilecek bir ekosisteme sahip Alaplı ormanlarının dibine böyle bir tesis yapılmasına karşı mücadele edeceklerini söylemişti.

Göl çevresinde yaşayan halk da bir yandan hukuki mücadele verirken bir yandan da kepçelerin önüne geçerek, protesto eylemleri yaparak, nöbet tutarak göllerini korumuştu.

[Yeşil Gazete Karadeniz’de] Alaplı’nın suyu taş ocaklarıyla cüruf dağlarının tehdidi altında

Yeşil Nokta‘Kuraklık yaşanırken göl kurutup tesis yapmak ne demek?’

Bölge halkından çevre gönüllüsü Çetin Yılmaz, Yeşil Gazete‘ye şu sıralarda göl çevresindeki bir taş ocağının göl içine moloz ve hafriyat dökmeye başladığını söyledi. Ege Doğa şirketi adına kayıtlı ruhsat alanında, TEKAY firmasına ait makinelerin çalıştığını anlatan Yılmaz, tatil, hafta sonu gece gündüz fark etmeden yapılan gölü yok etme çalışmaları nedeniyle Osmanlı Kıyıcak muhtarlığı ve çevre gönüllülerinin şikayeti üzerine gelen jandarmanın gölün doldurulması işlemini şimdilik durdurduğunu belirtti:

“Çevre, Şehircilik ve İklim Değişikliği İl Müdürlüğü, İl Özel İdaresi, DSİ, mülki idare, yerel yönetimler ve hiç bir kurum mahkeme kararı ile doğal bir göl olduğuna hükmedilen, su ürünleri ıslah alanı olan gölün korunması için yetkilerini kullanmıyor.”

Yargı süreci: Göl, artık fauna ve florası, içinde canlıların yaşadığı su varlığı

Alaplı’nın Osmanlı köyü sınırları içinde bulunan 102 ada 11 ve 13 parsel sayılı taşınmazları kapsayan alan için, Zonguldak İl özel idaresi İl Genel Meclisi’nin 07.12.2020 tarih ve 111 sayılı kararı ile Alaplı Geri dönüşüm ve atık ayrıştırma şirketine, cüruf ayrıştırmak, elemek ve kırmak için izin verildi.

Buna göre, mevcut göl içindeki su boşaltılarak cüruf deposu olacaktı.

Bölge halkı ve çevre gönüllüleri, atık tesislerinin imar izinlerini iptali için Zonguldak İdare Mahkemesine yürütmenin durdurulması ve imar izinlerinin iptali için iki ayrı dava açtı.

Zonguldak İdare Mahkemesi, 2021’de keşif ve bilirkişi incelemeleri, raporları doğrultusunda, gölün flora ve faunasını tamamladığına, içinde canlıların yaşadığı bir su varlığı haline geldiğine hükmetti; atık tesislerinin imar izinleri için yürütmenin durdurulmasına ve imar planlarını iptaline karar verdi. Kararı istinaf mahkemesi de onayladı.

İl Özel İdaresi ise davayı Danıştay‘a taşıdı. Dosya halen Danıştay’da inceleme sürecinde.

Karacasöğüt’te 1. Derece Arkeolojik Sit Alanı’na marina için ÇED gerekli değilmiş

Marmaris Karacasöğüt’te, Global Marin Sportif Denizcilik Turizm ve Ticaret A.Ş. tarafından yapılmak istenen “Yat yanaşma iskelesi ve Turizm konaklama tesisi” projesine verilen “ÇED gerekli değildir” kararının iptali için açılan dava sonuçlandı.

Muğla 2. İdare Mahkemesi; Muğla Çevre Platformu (MUÇEP) ve Kent Politikaları Derneği tarafından Muğla Valiliği’ne açılan davada, projenin denizel alandaki kısmının tamamı 1.Derece Arkeolojik Sit alanında olmasına rağmen, dava konusu işlemde hukuka aykırılık bulunmadığı sonuç ve kanaatine vararak davayı reddetti.

Yelkencilik eğitimi vermek üzere Global Marin’e tahsis edilen alan zaman içerisinde mevzuata aykırı olarak yatların bağlandığı bir marinaya dönüşmüştü. Yasaya aykırı bu durumu önlemesi, müdahale etmesi gereken Valilik ise firmanın marina büyütme talebine “ÇED gerekli değil” kararı vermişti.

Proje alanı 1. Derece Arkeolojik Sit Alanı olmasının yanında Gökoca Özel Çevre Koruma Bölgesi’nde yer alan endemik fauna ve floraya ev sahipliği yapan nadir doğa alanlarından biri. Karacasöğüt koyu koruma altındaki Akdeniz foku, Caretta caretta ve Posidonia oceanicanın da yaşam alanı.

Yeşil NoktaKaracasöğüt yat limanı için halkın katılım toplantısı iptal, bakanlık ‘halk bilgilenmek istemiyor’ dedi
Yeşil NoktaKaracasöğüt yat limanında, arkeolojik buluntulara rağmen kapasite artışı
Yeşil NoktaKaracasöğüt’te Akdeniz’in rahmini öldürecek projeye ÇED olumlu: Bu karar çürümüş kurumların ayıbı
Yeşil NoktaŞirketlerin göz diktiği Karacasöğüt Koyu’nun değeri tescillendi: Kuşaklar boyu korunacak
Yeşil NoktaKaracasöğüt’te tescilli koruma altındaki alanda inşaat girişimi: Şirket, belediye ve kolluk el ele
Yeşil NoktaKaracasöğüt’te yat limanı projesi iptal edildi, doğa kazandı
Yeşil NoktaKaracasöğüt’teki mühürlenmiş iskeleye Ağaoğlu ‘demirledi’
Yeşil NoktaMarmaris Kent Konseyi raporladı: Karacasöğüt’te arkeolojik alan tahrip ediliyor
Yeşil NoktaKaracasöğüt’teki yat limanı için ‘ÇED gerekli değil’ kararına itirazlar sürüyor
Yeşil NoktaMuğla-Karacasöğüt Koyu’na yat limanı için açılan ‘ÇED davası’na şirket katılmadı

İdare Mahkemesi, projeye konu alanın tamamının değil, bir kısmının sit alanında olduğunu ve daha önce İzmir İdare Mahkemesi’nde açılan dava sonucu verilen kararla söz konusu parsellerin “Nitelikli Doğal Koruma Alanı” özelliği taşımadığını ve “Sürdürülebilir Koruma ve Kontrollü Kullanım Alanı” doğal sit statüsü ile uyumlu olduğunun belirlendiğini kaydetti.

Mahkeme; proje alanında çevre mühendisliği açısından teknik yönden atık oluşumu, atıkların mevzautata uygun bertarafı ve acil durum gerektiren koşullar için gerekli tedbirlerin alınması koşullarında projenin çevresel etkilerin kabul edilebilir düzeyde olacağı; arkeolojik değerlendirme açısından projenin kabul edilebilir olduğu; hidrobiyoloji açısından uygulamanın koruma altında bulunan  hem denizel fauna hem de denizsel flora bakımından deniz canlıları için bir tehlike içermeyeceği, flora ve ormanlık alanlarla yeraltı sularına a ilişkin olası etkilerinin “kabul edilebilir” düzeyde olduğunu belirterek; “Global Sailing firması tarafından mevcutta kullanılmakta olan toplam 630 m2’lik iskele alanına yat yanaşma yeri olarak yapılması düşünülen ilave 240 m2 alana sahip iskelenin yapımında inşaat mühendisliği açısından bir sakınca görülmediği”ne hükmetti.

Marmarisli doğa savunucuları Danıştay’a gidecek

Karara Danıştay nezdinde itiraz edeceklerini belirten Marmarisliler, 1. Derece Arkeolojik Sit Alanı’nın bilimsel çalışmalar dışında aynen korunması gereken ve hiçbir yapılaşmaya izin verilmeyen alanlar olduğuna dikkat çekti:

“Mahkeme yaptığımız tüm itirazları yok saymıştır. Bilirkişi, Karacasöğüt limanının konumu ve niteliğini göz ardı etmiştir. Yaşamın kaynağı sayılabilecek özelliklerine sahip çıkıp kamu yararı olarak orayı korumak yerine yıkımına göz yummuşlardır. Global Marin Sportif Denizcilik Turizm ve Ticaret A.Ş’ye yelkencilik eğitimi vermesi üzere kıyıdaki alan tahsis edilmiş ve iskele izni güneşlenme amaçlı düzenlenmiştir.

Oysa şirket yıllar içerisinde, tahsis amacından uzaklaşmış kaçak marina işletmeye başlamıştır. Bilirkişi keşfinde dahi güneşlenme iskelesi olarak izin aldığı iskeleye 34 teknenin bağlı olduğu görülmüştür. Uzun lafın kısası balık tutmanın dahi yasak olduğu bir koya, hem de 1.derece arkeolojik sit alanının içine sportif amacı olmadığı hepimizin malumu olan yat iskelesi yapılamasını uygun bulmuşlardır. Unutulan şeylerden biri de yenisinin yapılmasına izin vermeden, 1.derece Arkeolojik sit alanı ilan edilen yerlerde bulunan tüm yapı kayıt belgeli yapıların kaldırılması ya da Koruma Kurulu tarafından tekrar değerlendirilmesi gerekliliğidir.”

MUÇEV sırada

Danıştay 4. Dairesi‘nin MUÇEV Marina için verilen ÇED olumlu kararını, projenin sadece bir kısmı 1. derece arkeolojik sit alanında kaldığı için keşif dahi yapmadan iptal ettiğini hatırlatan davacı doğa savuncuları “Böylesi bir emsal karar mevcutken neredeyse tamamı 1. derece arkeolojik sit alanı içerisinde yer alan proje için verilen ÇED gerekli değildir kararını hukuka uygun bulmayı anlamak mümkün değildir” dedi.

İdare Mahkemesi’nin açtıkları davayla örtüşmemesine rağmen Danıştay 6. Dairesi‘nin 2021/9276 Esas numaralı kararını örnek göstererek bilirkişi raporu doğrultusunda kararını tesis ettiğini belirten davacı vatandaşlar, kararda kamu yararı ve ülkenin değerlerini korumaya, insana, doğaya ve diğer canlılara fayda olmadığını kaydetti.

Tüm izinleri yelkencilik eğitimi verilmesi üzerine düzenlenmiş şirketin marina aşkının Karacasöğüt gibi yüksek koruma altındaki cennet koyda hem denizi hem de çevresindeki doğal oluşumu yok edeceğini belirten Marmarisliler, “Unutulmamalı ki hemen yanındaki MUÇEV’ de “ÇED olumlu” almak için mücadele etmektedir. Büyük resim doğanın, insanın, bütün değerlerin, para ve rant karşısında köşeye sıkıştırılmak istendiğini göstermektedir. Bizler doğamızı ve kamu çıkarını korumak adına hukuki ve demokratik yolları kullanmaya devam edeceğiz. Danıştay’ın bizi haklı bulacak kararı gelinceye kadar umarız tahribat büyük olmaz ve geri döndürülebilir” dedi.

[COP29] Petrol zengini Suudi Arabistan müzakereleri sabote ediyor

Azerbaycan’ın başkenti Bakü‘de süren BM İklim Zirvesi, (COP29) günlerdir petrol zengini Suudi Arabistan‘ın görüşmelerdeki sabotaj etmesine sahne oluyor.

Ülke temsilcileri  bir yıl önce Dubai‘deki COP28‘de gönülsüzce kabul ettiği “fosil yakıtlardan uzaklaşma” sözünün tekrarlanmasını önlemek için, Bakü müzakerelerini her fırsatta engelliyor.

Guardian’ın müzakere odalarına özel erişime sahip kaynaklardan edindiği bilgiye göre, görüşmelerin günlük kayıtlarında en az beş engelleme örneği kaydedilmiş durumda.

Suudi delegasyon yalnızca karbon emisyonlarını azaltmayla ilgili Cop29 anlaşması için önerilen metne değil, aynı zamanda adaptasyon, ulusal iklim taahhütleri için bir kayıt defteri ve daha fazlasına ilişkin önerilere de karşı çıkıyor.

‘Trump’ın zaferiyle cesaret bulmuş olabilirler’

Düşünce kuruluşu E3G‘den Alden Meyer‘e göre, müzakerecilerin tavrı bir “yıkım topu” gibi. Meyer, New York Times’a “Belki Trump‘ın zaferiyle cesaretlendiler ama burada çok cesur davranıyorlar” dedi.

Geniş petrol rezervlerine sahip olan zengin ülkenin acilen ihtiyaç duyulan fosil yakıtların aşamalı olarak kaldırılması süreci başlarsa kaybedeceği çok şey var. Cop29, tüm BM iklim zirveleri gibi, kararlarını fikir birliğine dayanarak alıyor, bu da Suudi Arabistan gibi tek bir ülkenin bile büyük sorunlara yol açabileceği anlamına geliyor.

New York Times‘a konuşan beş diplomat, benzeri görülmemiş düzeydeki engellemeciliğin, “fosil yakıtlardan uzaklaşma” sözünün herhangi bir sonraki anlaşmada yer almasını önleme stratejisinin bir parçası olduğunu söyledi.

Cambridge Üniversitesi‘nde müzakere uzmanı olan Dr. Joanna Depledge, Suudi Arabistan’ın muhalefetinin “açık ve küstah” olduğu düşüncesinde: “Yaptıkları gerçekten haklı çıkma veya dinleme çabası olmadan tam anlamıyla düz bir ‘hayır’ demek veya zaman kaybına yol açan prosedürel argümanlar kullanmak.”

İklim krizinden en çok etkilenen ülkelerden

Suudi stratejisi, Cop28’den kısa bir süre sonra başlamış ve ülkenin enerji bakanı ocak ayında fosil yakıtlardan uzaklaşmanın,  iklim eyleminin “a la carte” menüsündeki seçeneklerden yalnızca biri olduğunu söylemişti.

Kral Abdullah Petrol Araştırmaları ve Çalışmaları Merkezi‘nin 2023 raporuna göre, Suudi Arabistan’ın engellemeleri, krallığın ve halkının küresel ısınmaya karşı oldukça savunmasız olmasına rağmen gerçekleşiyor.

Raporda, “Suudi Arabistan’ın çevresel parametreleri zaten yaşanabilirliğin eşiğinde.” deniyor: “Hafifletilmeyen bir iklim krizi, sürdürülebilir ve sağlıklı bir toplumun gelecekteki yaşayabilirliği üzerinde derin etkilere sahip olacak ve Suudi Arabistan için muhtemelen varoluşsal bir krize yol açacaktır.”

Yeşil NoktaSuudi Arabistan’da sel: Şiddetli yağışlarda 35 kişi öldü
Yeşil NoktaSuudi Arabistan’da kar yağdı
Yeşil NoktaSamia Makki: Suudi Arabistan’da kuraklık ve sıcak dalgalarıyla karşı karşıyayız [İklim Kuşağı-12]

Ülkede bu yıl, haziran ayındaki hac ibadetini yerine getirirken, aşırı sıcaklar nedeniyle en az 1.300 kişi yaşamını yitirdi.

[COP29] Fosil yakıt sübvansiyonlarını kaldırma koalisyonuna üç ülke daha katıldı

Birleşik Krallık, Yeni Zelanda ve Kolombiya‘nın, “Sübvansiyonlar Dahil Fosil Yakıt Teşviklerinin Aşamalı Olarak Kaldırılması Uluslararası Koalisyonu’na (COFFIS) katıldı.

COFFIS, fosil yakıt sübvansiyonlarının aşamalı olarak kaldırılmasına yönelik engelleri kaldırmak ve şeffaflığı kolaylaştırmak için birlikte çalışan Hollanda liderliğindeki bir hükümet koalisyonu. Yeni katılımlarla birlikte şu anda Avusturya, Antigua ve Barbuda federal hükümeti, Belçika, Kanada, Kolombiya, Kosta Rika, Danimarka, Finlandiya, Fransa, İrlanda, Lüksemburg, Hollanda, Yeni Zelanda, İspanya, İsviçre ve Birleşik Krallık dahil olmak üzere 16 üye ülkesi bulunuyor.

Üye devletler Brezilya’da düzenlenecek COP30‘a verimsiz fosil yakıt sübvansiyonlarının aşamalı olarak kaldırılmasına yönelik ulusal bir planla gelmeyi taahhüt etti.

Kolombiya Çevre Bakanı Susana Muhamad, COP29’da.

Greenpeace UK Kıdemli Siyasi Danışmanı Rebecca Newsom, Birleşik Krallık’ın koalisyona katılma kararının, İngiliz iklim diplomasisinin Muhafazakarlar dönemindeki birkaç durgun yılın ardından nihayet uykudan uyandığının bir başka göstergesi olarak nitelendirdi:

“Fosil yakıt sübvansiyonlarını ele alma konusunda daha fazla iş birliği ancak iyi bir şey olabilir. Ancak G7 ve G20 liderlerinin bu sorunu ele almak için uzun yıllar boyunca defalarca bildiriler imzaladığı göz önüne alındığında, şimdi gerçek eylem zamanı. İngiltere’nin fosil yakıt üretim sübvansiyonları her yıl milyarlarca dolar değerinde. Bunlar, fosil yakıt endüstrisine uygulanan ek vergilerle birlikte, İngiltere’nin gelişmekte olan ülkeleri destekleme konusundaki iklim finansmanı yükümlülüğünü yerine getirmek için nakit kilidini açmak üzere derhal yeniden yönlendirilmelidir.”

Newsom, kirleticilerin iklime verdikleri zararın bedelini ödemelerinin zamanı geldiğine vurgu yaptı.