Ana Sayfa Blog Sayfa 236

Hayal edebiliriz ama bunların nasıl gerçekleşeceği üzerine de düşünelim!

[email protected]

Daha önceki yazılarda yaklaşan yerel seçimlerine dair dikkat çekmek istediğimiz konular olmuştu. Yeniden mevcut siyasal partilerin pek de gündeminde olmayan kamusal yarar için “plan/ program ve proje” üretimleri konusuna dönelim.

Kentlilerin talepleri, doğal olarak tek tek sorunlar üzerinedir. Kitleler ayrıntıya giremez ve olguları ilişkilendirecek sentezleri de yapmazlar. Onlar bulundukları konumdan en acil gördükleri/ en can yakıcı sorunları dile getiriler ve çözülmesini beklediklerini söyler. Dolayısıyla yerel taleplerin çok parçalı tutarsız ve birbirinden ayrık olmasını doğal karşılamak gerekir. Bunları bütünlemek, sistematize etmek ve doğru bir önceliklendirmeyle bir plan ve program yapısına dönüştürmek, yerel yönetim adaylarının, eğer seçilirse yönetici olacakların üzerine düşen bir görevdir. Bu görevin demokrasisi üzerinde de ayrıca duracağız.

Kent; kamusal yaşamının yarattığı/ yaratacağı rantın kamusal yarar için nasıl kullanılacağı, bu kaynakları diğerleriyle birlikte nasıl bir kentsel plana ve programa dönüştüreceği konusu (dikkat ederseniz “projeler” demiyorum; ayrık ve tutarsız parçalar halinde sunulan göz boyayıcı projeler/ seçim vaatleri kente kazandırdıklarından çok daha fazla zarar da verebilirler) yerel politikalar üretmek isteyenlerin işidir.

Bir örnek olarak, Türkiye’nin bütün büyük kentlerinin nerdeyse ortak sorunu olan kamusal kent içi ulaşım-taşıma problemime bakalım. Bütün kentliler etkin, hızlı, ucuz ve iyi zamanlanmış bir kamu ulaşımı/ ulaşım istiyorlar. Daha da ötesi kentlerdeki yoksullaşma o düzeyde ki, bir ailenin işe ve/ya okula gitmek için harcanması gereken para yoksul ailelerin bütçesinin büyükçe bir oranını götürdüğünden bu ulaşımın ücretsiz olmasını isteyebilirler. Aslında “kentlerde ücretsiz kamusal ulaşımı ”(ya da kısaca “ücretsiz kamusal taşımacılık”/ÜKT diyelim), kentli hakları arasında saymamız gerekir.

Ücretsiz kamu taşıması hangi kriterlere göre planlanır?

ÜKT politikası ve planlaması üzerinde biraz düşünelim:

ÜKT’yi, “hemşerilerin, kamu taşımacılığı için ücret/ bedel ödememesi, buna karşılık bu bedelin kentin diğer hemşerileri veya kamu kurumları veya kentteki diğer özel sektör kuruluşları tarafından karşılanması” vb. olarak tanımlayabiliriz.

Yukarıdaki tanım daha çok kamu maliyesi diliyle yapılmış bir tanım olabilir. Ancak, kamunun kent içi ulaşım hizmetini nasıl finanse edeceğini, dolayısıyla işlevin nasıl gerçekleştirileceğini belirlemektedir.

Kamusal olarak finanse edilecek kentsel ulaşım sistemini,

  • amaçlarının ve hedeflerin neler olduğunu ve hedeflerin gerçekleşebilmesi için hangi tür tamamlayıcı programları, nasıl bir yaklaşımla ortaya koyacağını,
  • hizmet özelliklerini ve bu hizmetin yerine getirilmesinde önemsenmesi gereken nitelikleri belirleyen

ve sonuç olarak,

  • kent üzerinde beklenen toplam etkilerinin neler olabileceğine dair kentte yaşayan bütün kesimleri bilgilendiren/ tartıştıran ve onların bir anlamda politik rızasının (eğer mümkünse oydaşmasının) oluşmasını ya da bazı kesimlerin dolaysız veya dolaylı desteğini, diğer kesimlerin de tarafsızlığını sağlayan

bir ulaşım politikası (ya da daha genel olarak kent politikası) olarak düşünebiliriz.

Böyle bir önerinin sağlayacağı kamusal ve toplumsal yararlar ve risklerin neler olabileceğini düşünelim.

Yararlar bakımından:
  • Yolcuları özgürleştiren seçeneklerini artıracak/ gündelik yaşam bütçelerinde ulaşım için harcanacak miktarın tasarrufunu sağlayacak, gelirlerine katkıda bulunacak,
  • Belediyenin, bazı özel araç kullanımını caydırması nedeniyle yol altyapısının kamusal hizmet amacıyla kullanımındaki etkinliği artıracak/ ulaşımı hızlandıracak ve yol altyapısının daha çok hemşeri tarafından kullanımını sağlayacaktır.

Finansman bakımından:
  • Kamu yönetiminin kent içi ÜKT’yi bir kamu malı (hizmeti) olarak kabul etmesi ve kamusal bir amaç gözetmesi kamusal bir hizmet olan kent içi yol altyapısının özel araç kullanıcıları tarafından daha az kullanmaya yönlendirilmesi, bu kamu hizmetinin finansmanı için yeni kaynaklar bulmasını/ tanımlanmasını gerektirecektir,
  • Bu kamu hizmetinin etkin bir biçimde sunulmasıyla karbon emisyonlarından yapılacak tasarruf, kullanılacak enerji türü ya da bu tür bir kirliliğin oluşmasının önlenmesi bu kirliliğin temizlenmesinin maliyetine/ sorunların bedeline eşit ya da ondan fazla ise kamu maliyesi bakımından rasyonellik söz konusu olacaktır. Böylece ekolojik amaçlarının veya iklim değişikliği sorunlarına karşı politikaların uygulanmasını/ başarısını kolaylaştıracaktır,

Ancak, kentteki kamu ulaşımın bir kısmı, aynı zamanda özel sektör tarafından da sağlanıyorsa,

  • Bu durumda problem çok daha karmaşık hale gelecektir. ÜKT programın etkin olması kentin kamusal ulaşımını sağlayan birimin sadece kamu yönetimi olması durumunda basit/ sade/ etkili ve uygulanabilir; bu nedenle tam kamulaştırmaya geçiş programının (taşıma araçları envanterinin geliştirilmesi, bakım-onarım, kaybolacak özel istihdam vb. türü) sorunlara yanıt ve finansman bulmasını gerektirecektir.
Etkinlik ve riskler bakımından:
  • Kamu hizmetini sağlayan otoritenin ücretsiz hizmet durumunda artacak talebe yanıt verebilecek biçimde kapasite artırmaya hazır olmasını gerekecektir. (Eğer artacak talebe göre taşıma kapasitesini geliştiremez ve hizmet standartları düşerse amacın gerçeklemesi tehlikeye/ riske girecektir.)
  • Ancak eğer kamu yönetimi zaten yetersiz bir kamu ulaşım hizmeti sağlıyorsa ve kapasite geliştiremiyorsa, bu hizmetin serbest (ücretsiz) olması, amaçların gerçekleşmesi bakımından bir etki sağlamayacak, karmaşa yaratacak ve işleyen sistemi de felç edebilecektir.

Ulaşım planlaması

Bu politikayı gerçekten başarılı bir biçimde uygulayabilmek için yerel kamu yönetiminin nitelikli bir ulaşım planlaması yapabilmesi ve bu planı sürekli olarak izlemesi (monitör etmesi) ve işleyişin başarı ve başarısızlıklarına göre yeniden düzenlemesi/ kalibre etmesi en stratejik gereksinimdir.

Bunun için programın ana hedeflerinin net-ölçülebilir veya gözlemlenebilir olacak biçimde tanımlanması ve hedeflerin gerçekleşmesi için sadece kamu taşımacılığını/ hizmetini ve altyapısını ilgilendiren önlemlerle/ alt programlarla yeni hatların ve taşıma kapasitesinin geliştirilmesi yeterli olmayacaktır.

Ulaşımla ilgili diğer bütün faktörleri (özellikle özel araç taşımacılığını ve özel servislerin sağladığı hizmetleri, ayrıca bisikletlileri/ elektrik destekli bisikletlileri, scooteri vb.) dikkate almak ve onların da özendirilmesi veya caydırılması için programın boyutlandırılması ve ayrıntılandırılması gerekecektir.

ÜKT için Fransa’da yapılan bir teze[1] bakalım: Tezin araştırma soruları: “Ücretsiz kamu taşımacılığı”nın/ ÜKT (veya biniş ücreti ödenmeyen kamu taşımasının/ BÜÖKT)

  • istihdam,
  • kentin toplam nüfusunda artış,
  • aile başına düşen özel araç sayısında azalma

etkileri nelerdir?

Tez, Fransa’da BÜÖKT uygulayan kentlerinde, istatistik sonuçlar olarak,

  • istihdam artışı bakımından olumlu,
  • kentin toplam nüfus artışı bakımından değişimin önemsiz (veya kayda değer olmadığını),
  • aile başına özel araç sahipliğinde küçük de olsa azalma

olduğunu kanıtlıyor.

Türkiye’de benzer bir program gelişilebilmesi için gerekli araştırmalara (veya kaba araştırma hipotezleri kurmaya) başlamak bakımından sonuçlar ilginçtir.

Türkiye’deki kentler/ kentlilerin ve kent yönetimlerine aday olanların üzerine ciddi olarak eğilmesi bakımından, pek çok bilgi eksiği olduğu ve politika geliştirmek ciddi çalışmalara ihtiyaç olduğu açıktır.

*

[1]  Théotime NOËL (2022), “Fare-Free Public Transportation effects’ assessment on French economy, Dissertation submitted in partial fulfilment of requirements for the MSc in Macroeconomic Policy”, at Universidade Católica Portuguesa and for the MSc in Business – Major in Economics at BI Norwegian Business School.

 

Murat Kurum’a karşılama

Adalet ve Kalkınma Partisi, şimdiye kadarki tecrübelerimize göre uzun ve çok sayıda adayın gündeme geldiği bir süreçten sonra eski Çevre, Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanı Murat Kurum‘u İstanbul Büyükşehir Belediye Başkan adayı olarak duyurdu.

İstanbul, Recep Tayyip Erdoğan için her zaman önemli bir yer oldu. 1994’te Belediye Başkanı seçildi. Yeni Şafak Gazetesi 19 Eylül 1994’te, Kanal 7 ise 27 Temmuz 1994’te kuruldu. AKP İstanbul’un 2019 yılında kaybetti. Güneş ve Star gazetelerinin kapanış tarihi ise 31 Aralık 2019. AKP için İstanbul, sadece “İstanbul’u alan Türkiye’yi alır!” sloganından daha fazlasıydı. İstanbul, kâr, rant ve toplumun her alanına sızma fırsatları sunan bir araç haline geldi.

İmaj her şeydir: İmar Barışı mı, deprem mi?

Murat Kurum, kâr, rant ve fonlama bağlamında doğru bir aday olarak görülebilir. Çevre ve iklim değişikliğini şehircilikle birleştiren bir bakanlıkta görev yapmıştı. Genellikle çevreyi şehirciliğe tabi kılmış ve iklim değişikliğini arka plana atmıştı. AKP’nin anlayışıyla bu durum uyumlu. Eğer medya gücüyle son İmar Barışı‘nı getiren Bakan değil de, depremle mücadele edebilen bir Bakan imajı yaratılabilirse, propaganda için durum daha da netleşir. Tabi burada hemen akla şu soru geliyor: Bakanlığın yetkileriyle Belediye Başkanı’nın yetkileri arasında dağlar kadar fark var. Odaklanması gereken konular arasında da bu sefer diğer tarafa doğru dağlar kadar fark var. Murat Kurum depreme kentleri hazırlamada uzmansa; Bakanlıktan alınarak bu uzmanlığından tüm Türkiye neden mahrum bırakıldı? Şehircilik Bakanlığı’nın başında olabilecek kadar uzman değil; İBB’nin başında olabilecek kadar uzman?

Murat Kurum’un Bakanlık performansına bakalım. Öncelikle, Kanal İstanbul projesine değinmeliyiz. AKP’li iş insanlarının da ağızlarından kaçırdıkları gibi İstanbul’un kent nüfusu 30 milyon, İstanbul’un çevresiyle nüfusu 40 milyon olmadan yeni köprülerin ve otoyolların kar etmesi mümkün değil. Kurum’un görevi, İstanbul’u kalabalıklaştırmak. Bunun en kolay yolu çevre felaketi yaratacak (ve olası bir depremde müdahaleyi imkansızlaştıracak) “rüya” proje Kanal İstanbul… Kurum bu projeyi “dünyanın en çevreci ve doğaya saygılı projelerinden biri” olarak tanımlıyor.

Aynı konuşmadan devam edersek:

“Bugün, ‘Ya Kanal Ya İstanbul’ diyenlerle; ÇED Raporu’nu okumadan televizyonlarda ahkam kesenlerle, Gezi sürecinde hadsizce hükümetimizden tüm dev projelerin durdurulmasını isteyenler, Türkiye’nin tüm projelerine itiraz eden takozcu odalar ve birliklerle; bu ülkedeki her hayra fren olmaya çalışan kör ve sağır muhalefet anlayışı (…)”

“Dünyanın en çevreci ve doğaya saygılı projelerinden biridir. Proje alanının yaklaşık yüzde 52’si yeşil alan olan; sosyal donatı alanları, yürüyüş parkurları, bisiklet yolları, millet bahçeleri ve ekolojik koridorlardan oluşan Türkiye’nin en çevreci şehircilik projesidir.

Deprem Dönüşümü Rezerv Konut Alanı’nda, 500 bin nüfusuyla Dünya’nın en geniş akıllı şehri kurulacaktır. Tüm konutlar; mahalle kültürümüzü yansıtan, az katlı, yatay mimarinin hakim olduğu bir anlayışla inşa edilecektir.”

‘Doğal alanlara’ ekolojik koridor?

Ekolojik koridor olacakmış! Nerede olacakmış? Şu anda zaten üzerinde yapılaşma olmayan alanlarda olacakmış. İyi de orada doğal hayatı bir ekolojik koridora sıkıştırmanın tek yolu çevresini asfalta ve betona boğmak. Ayrıca, şehir ile o alanı buluşturmak için yapacaklarınız da daha fazla beton, daha fazla asfalt yani daha fazla ekolojik koridor demek. Ekolojik koridor ile övünen bir Çevre ve İklim Değişikliği Bakanı olabilir mi?

Paris İklim Anlaşması ve iklim değişikliği performansı, Rezerv Alan Yasası, Salda Gölü, Dipsiz Göl, ormanları yok eden madenler, Adana başta olmak üzere Türkiye’nin çöplük haline gelmesi, 6 Şubat Depremleri öncesi ve sonrası… Kurum’un listesi uzun ve bir yazıya sığmaz. Bu nedenle, bu yazı bir karşılama olsun. Seçime kadar Kurum hakkında, geçmişi hakkında ve seçilirse İstanbul’un geleceği hakkında daha fazla yazılacaktır

Derin Yoksulluk Ağı çocukların yaşadığı Türkiye gerçeğini gözler önüne serdi

Açık Alan Derneği Derin Yoksulluk Ağı’nın Aralık 2023’te İstanbul, Çekmeköy ve Sancaktepe ilçelerinde gerçekleştirdiği saha çalışmasının sonuçları ortaya çıktı.

Temel haklara erişim odağında çalışmalar gerçekleştiren Derin Yoksulluk Ağı’nın Aralık 2023 Saha Gözlem Çalışması başlıklı raporunda çocukların gelecek hedeflerine, eğitim durumlarına/devamlılığına, meslek hedeflerine, beslenmelerine, okul yemeklerine vb birçok konuya değiniliyor. Rapordan ortaya çıkan öneriler ise şu şekilde:

  • Dezavantajlı grupların çocuklarının meslek seçiminde ufuklarını açmaya yönelik meslek danışmanlık programları oluşturulmalıdır. Bu programlar, çocukların ilgi alanlarına uygun kariyer seçenekleri konusunda rehberlik sağlamalıdır.
  • Kamu ve özel sektör işbirliğiyle okullarda spor ve kültürel faaliyetlere yönelik destek programları geliştirilmelidir. Bu programlar, çocuklara geniş bir
    yelpazedeki faaliyetlere katılma fırsatı sunmalıdır.
  • Çocuk Hakları ve Temel Beslenme: Okullarda ücretsiz beslenme programları, önce özellikle dezavantajlı gruplardan gelen çocukları kapsayacak şekilde genişletilmeli, sonra da ülke çapında uygulamaya konulmalıdır.
Derin Yoksulluk Ağı, çocuk, Türkiye gerçeği
Fotoğraf: Derin Yoksulluk Ağı

‘Büyüyünce ne olmak istiyorsun?’

Rapordan öne çıkan noktalardan biri de saha ziyaretlerinde sık sık karşılaşıldığı belirten okula gitmeyen çocuk sayısı. “Aralık ayındaki çalışmamızda da çok sayıda okula gitmeyen çocuğa rastladık. Rastladığımız çocukların büyük bir kısmını Roman çocuklar oluşturuyor” ifadelerinin kullanıldığı raporun devamında çocukların durumu şöyle gözler önüne seriliyor:

“Çocuklar, neden okula gitmedikleri sorulduğunda, genellikle doğrudan bir cevap vermekten kaçınıyorlar. Devamsızlıkların nedenlerini sohbetler ilerledikçe kendilerinden veya velilerinden elde edebiliyoruz. Mahallelerdeki çocukların ‘büyüyünce ne olmak istiyorsun‘ sorusuna verdikleri cevapların sınırlılığına özellikle değinmek gerekiyor. Gerçekten de Romani Godi’den psikolog Fatoş Kaytan’ın daha önce Sivil Ses Podcast’te belirttiği üzere, erkek çocuklar ağırlıklı olarak polis, kız çocuklar ise hemşire cevabını veriyor.

Bu, büyük oranda hayatlarına giren ‘okumuş’ insanların bu meslek gruplarından olması ile ilişkili. Örneğin hem ailesinin yüksek kira bedelini ödeyememesi sonucu mahalleye yeni taşınması hem de özel eğitime gitmek durumunda olması sebebiyle de henüz kaydı yapılmayan 11 yaşındaki Ü. de meslek sorusuna ‘polis’ yanıtını veriyor. ‘Polis olmasa ne olurdun’ sorusuna ise ‘avukat’ cevabını veriyor. Kendisi Galatasaraylı olduğu halde Fenerbahçeli ağabeyinin montunu giymek zorunda kalan Ü’nün bizden ayrıca ayakkabı ve bisiklet talebi oldu.

Bir süredir bu meslek hedefleri arasında dini mesleklerin de yer almaya başladığını gözlemliyoruz. Bu ziyaretimizde de bir başka evde rastladığımız 5. sınıf öğrencisi Ç.’nin ‘din öğretmeni’ olmak istemesini bir örnek olarak verebiliriz.”

Tahayyül dahi edilemeyen gerçekler…

Raporda bir çocuğun telefonunun olmaması gerçeğinin yetkililerce görülmemesi nedeniyle hala akbil alamadığına da şöyle değinildi:

“Daha küçük yaşlarda, sınırlı da olsa verilen cevapların yerini bir iki yıl içerisinde umutsuzluğun aldığını üzülerek görmeye devam ediyoruz. 7. sınıf öğrencisi N.’nin ‘ağabey not alsan da anlatsan da ne değişecek‘ demesi buna örnek verilebilir.

Kendisiyle konuşmamızın sonunda N., ‘öğrenci akbili’ için başvurduğu yerlerde görevlilerin cep telefonundan yapılıyor diyerek kendisini savuşturduğunu anlattı ve öğrenci kartının nasıl alındığını sordu.

Telefonunun olmaması sebebiyle hala öğrenci kartı alamayan N.’nin umutsuzluğunun arkasında, muhatap olduğu görevlilerin kendi durumunu tahayyül dahi etmeyerek ilgisiz kalmalarının da olduğunu düşünebiliriz.”

Filenin sultanları çocuklara da umut oldu

Öte yandan raporda saha çalışmalarında Türkiye Kadın Milli Voleybol Takımı‘nın imza attığı başarıların çocukları nasıl etkilediğinin gözlemlendiğine de yer verildi:

“Okul ziyaretimizde ise daha farklı bir tablo ile karşılaştık. Türk kadın milli voleybol takımının son yıllardaki olağanüstü performansından ve çizdikleri hayat dolu profilden derin yoksulluk koşullarındaki çocukların da olumlu bir şekilde etkilendiğini sevinerek gözlemledik. Öğretmenlerin de belirttiği üzere, voleybola büyük bir ilgi var. Şu anda okulda bir voleybol kulübünün kurulma aşamasında olduğunu öğrendik. Kurulmasıyla beraber oluşturulacak takımda forma ve antrenör ihtiyacı doğacak.”

Çocuklara yetki verilse…

Sahada çocuklara bir de şu soru soruluyor:

“Cumhurbaşkanı olsanız çocuklar için ne yapardınız?”

İşte çocukların verdiği yanıtlar:

F.: “20 okul-park, 2 tane anasınıfı yapardım”

D.: “Voleybol ‘potası!, basket potası, 4 okul
yapardım ve Filistin’e yardım ederdim”

N.: “Futbol sahası, ev yaptırırdım. İhtiyaç sahiplerine
para verirdim”

O.: “Turnuvalar yaptırırdım. Teneffüsleri 5 dakika uzattırırdım. SMA
kumbaralarını okullara kurardım” (Okul çıkışı koridorda rastladığımız O. SMA
kumbaralarını tekrar hatırlattı ve “abi bunu mutlaka yaz, lütfen” dedi.)

S.: “Ödevleri kaldırırdım. Tesla dağıtırdım. Fakirlere ev yaptırırdım.”

E ve Ö: “10 cami, Kuran kursu açardık.
Romanlarda başlık parasını kaldırırdık.”

‘Geleceği düşünme mefhumu dahi birçok hanede kayboldu’

Saha çalışmasında ayrıca okullardaki beslenme durumlarının da gözlemlendiği belirtildi:

“Okulda görüşme yaptığımız öğretmen N. de, düzenli beslenme verilmesi halinde devamsızlığın azalacağına inansa da böyle bir sistemin çok büyük bir altyapı gerektireceğinin altını çiziyor. Okula düzenli olarak çocuklarını göndermesi için bir ailenin düzenli istihdam edilen fertlerinin olması gerektiğini vurguluyor. Böyle durumlarda çocukların evde oturmasının ya da yanlarında çalışmasının aileler tarafından daha cazip görüldüğüne değinen N. geleceğe dair plan yapma, hatta geleceği düşünme mefhumunun dahi birçok hanede kaybolduğunu belirtti.”

Ayrıca raporda dikkat çeken beslenme konusuna ilişkin bir diğer nokta da şu oldu:

“Geçen sene anaokullarına ücretsiz yemek temin etme uygulamasının kalkmasının etkilerini öğrenmek için anaokulu çıkışında velilerle sözlü görüşmeler gerçekleştirdik. Eşi bir sünger fabrikasında çalışan ve üç erkek çocuğu annesi olan 1. Veli’nin en çok üzerinde durduğu konu, geçen dönemki beslenme yardımı sayesinde sabah hazırlanmalarının kolay olması. Her sabah beslenme hazırlamanın mali yükünün yanında zaman yükünün altını çizen 1. Veli, ‘okul yemeği varken kıyafetimizi giydiğimiz gibi evden çıkabiliyorduk‘ dedi. 11 yaşındaki ortanca oğlunun beslenmesini sorduğumuzda ise ‘sabah kahvaltı yaparak çıktığı‘ cevabını veriyor. En büyük oğlunun ise bir tarikatın ‘yatılı kursunda‘ kaldığını söyleyen 1. Veli, bu kursun tüm maliyetinin sadece 1000 TL olduğunu ve bu maliyeti ve eve yakınlığı sebebiyle oğlunu buraya gönderdiğini belirtti ve ‘çok şükür gene bir parça getirebiliyoruz ama alamayanlar var’ diyerek sözlerini tamamladı.”

İspermeçet balinalarının ‘kültürel klanlar’ oluşturduğu tespit edildi

Yeni yapılan bir araştırma, ispermeçet balinalarının sosyal yaşamları ve hareket dinamikleri üzerine çok yeni bulgular ortaya koydu. Klanlar halinde topluluklar oluşturan ve yalnızca kendi klanındaki diğer balinalarla sosyalleşen bu tür, hareket ederken de topluluğun ortak kararına göre ‘demokratik’ bir işleyişi benimsiyor.

Kanada‘daki Dalhousie Üniversitesi‘nden ispermeçet balinası uzmanı Hal Whitehead tarafından yürütülen araştırma, bu hayvanların bazı yönlerden insanlara benzediğini, okyanusta “kültürel klanlar” oluşturduğunu gösterdi.

Independent‘in haberine göre Royal Society Open Science dergisinde yayımlanan araştırma, Pasifik Okyanusu‘nda ispermeçet balinalarının beslenme alışkanlıklarını ve seslerini incelemek için su altı mikrofonları ve drone çalışmaları kullandı.

Araştırmanın bulguları, ispermeçet balinası topluluklarının yaklaşık 20 bin bireyden oluşan klanlara ayrıldığını ortaya koydu. Bu klanlar, özellikle kendine has ses diyalektleriyle birbirlerinden ayrılıyor. Bu farklı ses diyalektleri, her klanın kendine özgü bir kimliğe sahip olduğunun sembolik bir göstergesi olabilir.

Araştırma: Balina klanında kararlar demokratik olarak alınıyor

Araştırmacılar ayrıca, bu hayvanların yalnızca kendi klan üyeleriyle sosyalleştiğini ve nereye, nasıl seyahat edeceklerine demokratik olarak karar verdiklerini tespit etti.

Araştırmada belirtilene göre bazen çok büyük gruplar halinde seyahat eden ispermeçet balinaları, nereye gidecekleri, ne kadar hızlı seyahat edecekleri ve kaynakların önemli ölçüde değişken olduğu bir ortamda ne zaman beslenecekleri gibi önemli topluluk kararları alıyor. Bu kararlar çoğu zaman yavaş ve karmaşık olabiliyor ve örneğin, bir grup ispermeçet balinasının 90 derecelik bir dönüş yapması bir saatten fazla sürebiliyor.

Klanların çoğunlukla dişi bireylerden oluştuğu gözlemlendi, erkeklerin sadece ara sıra birkaç saatliğine dişileri ziyaret ederek “sperm transferi” yaptığı belirtildi.

İspermeçet balinaları
Fotoğraf: Todd Cravens / Unsplash

Pasifik’te yedi farklı ispermeçet balinası klanı var

Araştırma, bu klanların binlerce kilometre uzunluğunda olabileceğini ve Pasifik Okyanusu’nda yedi farklı grup tespit edildiğini ifade etti. İki veya daha fazla klan genellikle aynı alanı kullansa da, balinaların sadece kendi klan üyeleriyle sosyalleştikleri bulundu. Bilim insanları, bu durumun, farklı dilsel gruplarda olduğu gibi insan topluluklarının işleyişine benzediğini söylüyor.

Klanlar çoğunlukla matrilineal (anaerkil) olarak tespit edildi, yani sosyal birimler yaklaşık on dişi ispermeçet balinası ve yavrularından oluşuyordu.

Araştırmada, dişi ve genç ispermeçet balinalarının açıkça çok sosyal olduğu, neredeyse her zaman birbirlerine yakın görüldükleri, sık sık birbirlerinin etrafında yuvarlanarak dakikalar hatta saatler boyunca su yüzeyinde toplandıkları ve hayat boyu önemli bağlar kurdukların belirtildi. Ayrıca makalede, “Birim üyeleri birlikte seyahat eder, birbirlerinin yavrularını emzirir ve anneler derin dalışlar yaparken yavrulara bakıcılık yapar” denildi.

Gezegenin gizemli balinaları

İspermeçet balinalarının, dünyada yaşamış olan en büyük beyne sahip olduğu biliniyor ve ayrıca, ispermeçet organı olarak bilinen büyük bir buruna sahipler.

İspermeçet organı esas olarak bir sonar olarak işlev görür, en yüksek ses basınç seviyesine sahip tıklamalar yaparak ispermeçet balinalarının derin su avlarını verimli bir şekilde bulmalarını sağlar.

Hal Whitehead, ispermeçet organının özellikle iyi kalitede bir yağ içerdiğini, bu nedenle ispermeçet balinalarının balinacıların başlıca hedefi haline geldiğini belirtti. 1712 ile 1982 yılları arasında derin okyanuslarda bir milyondan fazla ispermeçet balinası öldürüldü.

Balinacılığın sona ermesi ve canlılar üzerindeki araştırmaların artmasıyla, insanlar ve bu tür arasındaki benzerlikler daha belirgin hale geldi.

Whitehead, bu türün çok farklı bir habitatında yaşamasına rağmen yapılan araştırmaların, sosyal evrim süreçlerinin insanlara özgü olmadığını gösterdiğini ekledi.

Araştırma: Bitki bazlı beslenenler Covid-19’u daha kolay atlatıyor

Yeni bir araştırma, bitkisel beslenen kişilerin Covid-19‘u şiddetli geçirme olasılıklarının oldukça düşük olduğunu ortaya koydu. 

The BMJ Nutrition, Prevention and Health dergisinde yayımlanan bulgular, sağlık çalışanlarının verilerine dayanarak bitkisel diyet uygulayan kişilerin koronavirüsü şiddetli geçirme olasılıklarının yüzde 73 daha az olduğunu gösteriyor.

Kendilerini pesketeryan (balık dışında et tüketmeyen) olarak tanımlayan kişilerin ise hepçil beslenenlere göre hastalığı geçirme olasılıkları yüzde 59 daha azdı.

Araştırma, dünya genelinde altı ülkeden sağlık çalışanlarının katıldığı bir anketten elde edilen verileri analiz etti.

Katılımcılardan, Covid-19’dan önceki yıl içinde izledikleri diyetleri düşünmeleri ve 11 diyet seçeneğinden birini seçmeleri istendi. Bu diyetler arasında bütün gıdalara dayalı bitkisel diyet, keto diyeti, vejetaryen diyeti, Akdeniz diyeti, pesketeryan diyeti, Paleolitik diyet, düşük yağlı diyet, düşük karbonhidrat diyeti, yüksek protein diyeti, diğer ve hiçbiri seçenekleri yer alıyordu.

Tarım Bakanı: Yapay et üretimine asla izin vermeyeceğiz
Grip vakalarında önemli seviyede artış görülüyor

Şiddetli Covid-19 hastalığına karşı doğru beslenme

Araştırma, Covid-19 ile diyet arasındaki ilişkiyi araştırmak amacıyla hazırlanan bir web tabanlı anketi içeriyordu. Anket, virüse yakalanmayan 2 bin 300 kişi ve hastalığı geçiren 568 kişiye uygulandı.

Covid-19 geçirenler arasında, 138 kişi orta ila şiddetli semptomlar bildirirken, 430 kişi hastalığı hafif veya çok hafif bir şekilde geçirdiklerini belirtti.

Hastalığı geçirdiğini bildiren 568 katılımcı arasında, sadece 41 kişi bitkisel diyet uyguladığını, 46 kişi ise bitkisel veya pesketeryan diyeti takip ettikten sonra hastalandığını belirtti.

Araştırmanın yazarları, ABD’deki bir ekip tarafından yönetilen araştırmada, “Altı ülkede yapılan bu çalışma, bitkisel veya pesketeryan diyetlerin orta ila şiddetli Covid-19 geçirme olasılığını azalttığını gösteriyor” dedi. Araştırmacılar, bu diyetlerin, şiddetli Covid-19’a karşı korunma için düşünülebileceğini belirtti.

Reading Üniversitesi‘nden Beslenme ve Gıda Bilimi Profesörü Gunter Kuhnle, “Pandeminin başından beri diyetin hastalık riski üzerindeki etkisi konusunda çok spekülasyon yapıldı. Bu çalışma bu soruya cevap vermeye çalışıyor, ancak dikkate alınması gereken birkaç sınırlama var: Çalışma tamamen kendi bildirimlerine dayanıyor ve çok sayıda veri, kendi bildirilen diyet verisinin güvenilir olmadığını gösteriyor” dedi.

UCL Genetik Enstitüsü‘nden Profesör Francois Balloux ise, “Çalışma, bitkisel veya pesketeryan diyetler izleyen doktorların, enfekte olduklarında şiddetli Covid-19 semptomları geliştirme riskinin önemli ölçüde daha düşük olduğunu bildiriyor. Örneklem büyüklüğü makul ve analizler yetkin bir şekilde gerçekleştirilmiş görünüyor. Diyet ile Covid-19 hastalık şiddeti arasında doğrudan, nedensel bir bağlantıyı doğrulamak için daha fazla doğrulama gerekebilir” diye ekledi.

Vegan olduğumdan bu yana…

Buğday Derneği, Ekolojik Yaşam Hareketi’ndeki isimleri bir araya getirdi

Ekolojik Yaşam Hareketi’ni bugüne taşıyan pek çok isim, Buğday Ekolojik Yaşamı Destekleme Derneği ev sahipliğinde İstanbul’da bir araya geldi. Türkiye’deki Ekolojik Yaşam Hareketi’nde emeği geçenler, hareketin geçmişini ve gelecekte neler yapabileceklerini değerlendirdi.

Buğday Ekolojik Yaşamı Destekleme Derneği tarafından 6 Ocak’ta, İstanbul Kadir Has Üniversitesi’nde gerçekleştirilen “Ekolojik Yaşam Hareketi’nin Dünü, Bugünü ve Yarını” buluşmasında, döngüsel ekonomiden ekolojik politikalara, yerelden küresele, insan kaynağından gönüllülük kültürüne kadar birçok konu ele alındı.

Avrupa Birliği tarafından finanse edilen ve Sivil Toplum Geliştirme Derneği tarafından yürütülen “Birlikte” Programı desteği ile gerçekleştirilen buluşmada açılış konuşmasını yapan Buğday Derneği Strateji Kurulu Üyesi Oya Ayman, “daha fazla” anlayışının getirdiği bu çöküş döneminde, yaşam tarzını, üretim ve tüketim yöntemlerini dönüştürmek gerektiğine işaret ederek, şunları kaydetti:

“Ekolojik yaşam hareketi olarak 30 yılı, Dernek olarak 20. yılımızı geride bırakırken bu harekete el verenlerle geçmişimizi ve gelecekte neler yapabileceğimizi konuşmak için buradayız. Umarım, birlikteliğimiz ekolojik yaşam hareketine güç katar ve dayanışmanın yolunu aydınlatır.”

buğday derneği, ekolojik yaşam hareketiAçılışta konuşan Yeşiller Partisi kurucularından Alper Akyüz de, günümüzde yaşanan krizlere dair bir değerlendirme yaparak, Ekolojik Yaşam Hareketi’nin insan ve doğa haklarını kapsamına alan hak temelli bir hareket olduğuna dikkat çekti.

Ardından sabah oturumunda konuşan Emet Değirmenci, Timur Danış, İnci Gökmen ve Ali Gökmen, Yücel Sönmez, Barış Doğru, Defne Koryürek, Mustafa Alper Ülgen, Süheyla Doğan, Fikret Adaman, Yonca Demir, Cem Altıparmak, Bilgi Buluş ve Ahmet Berkay Atik “Ekolojik yaşam hareketinde ne yaptık? Ne yapamadık? Ne yapabilirdik?” sorularını yanıtladı.

Konuşmasında toplumun insan üzerindeki ve insanın doğa üzerindeki tahakkümü arasındaki bağlantıya işaret eden, Türkiye’de, yerellik, ekolojik restorasyon ve permakültüre yönelik eğitimlere pek çok katkı koyan Emet Değirmenci, kapsayıcı olmanın ve küçülmenin önemini vurguladı.

‘Herkes Akkuyu’ya!’

Ardından mikrofonu alan aktivist Timur Danış, anti-nükleer hareketten söz ederek “Herkes Akkuyu’ya!” çağrısı yaptı. Ankara’daki Güneşköy’ün kurucularından İnci Gökmen ve Ali Gökmen ise toplumsal projelerin en büyük sorununun sosyal sürdürülebilirlik ve birlikte çalışma olduğuna dikkat çekti.

Gazeteci ve Açık Radyo programcısı Yücel Sönmez ise son 20 yıldaki ekoloji hareketi tarihini ve Türkiye’deki siyasi ortamı değerlendirerek söze başladı ve bu hareketin içinde yer alanların daha çok iletişimde olması gerektiğini belirtti.

Ardından buluşmaya çevrimiçi olarak bağlanan Ekoloji Birliği’nden avukat Fevzi Özlüer ise bu tür toplumsal hareketlerin kamusal alan yaratma potansiyelinin altını çizerek kooperatiflerin, tarımsal sendikal hareketin, agroekolojinin böyle bir kamusal alan yarattığını belirtti ve işbirliğinin önemini vurguladı.

Dayanışma ve işbirliği

Doğa, iklim ve sürdürülebilirlik alanında iletişim araçları geliştiren Barış Doğru, ekoloji hareketinin birikiminden söz ederek konuşmasına başladı ve “Ekoloji hareketi, biriktirmeyi, derlemeyi toplamayı, dayanışmayı ve işbirliğini bilmiyor. Daha çok dayanışma ağının kurulması, Türkiye’de zayıf kalan İklim Hareketi’nin daha kurucu ve proaktif olması gerekiyor. Reformlar üzerinden birlikte hareket etmek ve sağlam fikirler çevresinde insanları bir araya toplamak başlıca işlerimizden biri olmalıdır” dedi.buğday derneği

Kısa bir oturum arasının ardından, Kazdağı Koruma Derneği’nden buluşmaya çevrimiçi olarak katılan Süheyla Doğan, yerel mücadelelerden örnekler sunarken, gençlerle bağlar kurmanın ve deneyim aktarımının altını çizdi.

Yaşanılan krizlerin esas sebebinin doğayla uyumlanmamak olduğunu ifade eden Fikir Sahibi Damaklar’ın kurucularından Defne Koryürek, “Yeni neslin mücadelesini, pratiğini, yöntemini öğrenmek, onlara kulak vermek zorundayız, nerede su var dercesine!” dedi.

Ardından Slow Food İda’nın kurucularından Mustafa Alper Ülgen, Buğday Derneği’nin öncüsü olduğu dönüşüm hikâyesinden söz etti. Prof. Dr. Fikret Adaman ise konuşmasında dört mesaj verdi. Birliktelik, alternatif ekonomi modelleri yaratmak, mücadeleler arası köprülenme ve platformlar.

“Organik Tarım Türkiye’yi Besler mi?” başlıklı çalışmanın araştırmacılarından Yonca Demir, dayanışma ağlarının eksikliğini vurgularken Ekolojik Yaşam Hareketi Buluşması’nın bu ağı oluşturmak için iyi bir vesile olduğunu belirtti.

İnsan hakları ve ekolojik yaşam arasındaki ilişkiye işaret eden çevre ve doğa hakkı avukatı Cem Altıparmak, ekolojik yaşamın kentlerdeki sürdürülebilirliğinin önemine dikkat çekti.

1996 yılından beri profesyonel olarak sivil toplum hayatında yer alan Bilgi Buluş, buluşmaya çevrimiçi olarak katıldı ve Buğday Derneği’nin ekolojik yaşam hareketindeki öncü rolünden söz etti:

“Üretimi buldu, tanıdı, destekledi; şehri ve kırsalı birbirine yaklaştırdı ve etki-dönüşümü merkeze koydu.”

Oturumun son konuşmacısı, WWOOF Türkiye/TaTuTa Koordinatörü Ahmet Berkay Atik, TaTuTa ile 6000’den fazla insanın ekolojik çiftliklerde ekolojik yaşam ve üretimle etkileşime geçtiğini ifade etti.

Katılımcılar, öğle arasında zehirsiz atıştırmalıklar eşliğinde sohbet etme fırsatı buldu.

‘Ekolojik Yaşam Hareketi’nin yönü nereye doğru olmalı…’

Öğleden sonraki ilk oturumda ise Buğday Derneği Genel Müdürü Batur Şehirlioğlu, Good4Trust kurucusu Dr. Uygar Özesmi ve Dört Mevsim Ekolojik Yaşam Derneği bünyesinde, agroekolojik gıda sistemlerini teşvik eden ve kır-kent bağlantılarını güçlendirmeyi amaçlayan çeşitli çalışmalar yapan Ceyhan Temürcü “Ekolojik Yaşam Hareketi’nin yönü nereye doğru olmalı?Örgütlenmenin, ağların önemi, işbirlikleri ve dayanışma için neler yapabiliriz?” sorularını yanıtladı.

Oturuma Batur Şehirlioğlu, topluluk içi farklılıkların öneminden söz ederek başladı. Farklı alanlardan, farklı coğrafyalardan gelen insanların bir araya gelip etkileşimde bulunmasına duyulan ihtiyacın önemini vurgulayan Şehirlioğlu, sivil topluma niçin yeni insanların katılamadığının sorgulanması gerektiğini belirtti.

Ardından, konuşmasında döngüsel ekonominin sıkça altını çizen Uygar Özesmi, günümüz krizlerinin esas nedeninin ekonominin örgütleniş biçimi olduğunu ifade etti.

Örgütlenmeye kaynak ayırmanın ve yerelleşmenin öneminden söz eden Özesmi, kurulan yönetişim sistemlerinin basit ve eğlenceli olması gerektiğini söyledi. Ardından, konuşan Ceyhan Temürcü, modernizm ideolojisinin topluluk bağları üzerine etkisini anlattı. Tahakküm mekanizmalarının ortadan kaldırılması ve toplulukların dışsal baskılardan arındırılması gerektiğinin altını çizdi.

Dönüşümü tasarlamak

Öğleden sonraki ikinci oturumda, Stratejik İletişim Yönetimi alanında akademik ve profesyonel birikimi ve yüksek referansları bulunan Salim Kadıbeşegil, UN GEF SGP Ulusal Koordinatörü Gökmen Argun ve Harmonia ekolojik tasarım, doğal yaşam ve eğitim firmasının kurucu ortağı Melih Aşanlı, “Ekolojik yaşam hareketinde sivil hareketlerin özel sektör, yerel yönetimler ve kamu kurumlarıyla iş birlikleri” konusunu ele aldı.

Sözlerine Buğday Hareketi’nin lideri Victor Ananias’ı anarak başlayan Salim Kadıbeşegil, alternatif çıkış yolları üzerinden modellemeler yapılması gerektiğini ifade eden bir konuşma yaptı. Kadıbeşegil’in ardından mikrofonu alan Gökmen Argun, öznelerin, ittifakların ve müştereklerin önemini vurguladı.

‘Dönüşümü tasarlamalıyız’

Son olarak kültür ve toplumsal bağlar arasındaki ilişkiye işaret eden Melih Aşanlı, toplumsal bağları korumak ve birbirimizle iletişim kurabilmek için kültürün korunması gerektiğini belirtti. Aşanlı, “Bizler ya bu dönüşüme karşı duracağız, ya boyun eğeceğiz ya da bu dönüşümü kabul edip dönüşümü tasarlayacağız. Yapmamız gereken şey dönüşümü tasarlamak” diyerek yaşamın tasarlamanın önemine dikkat çekti.

Günün son oturumunda Alper Can Kılıç ve Elif Çatıkkaş “Ekolojik yaşam hareketinde insan kaynağı ve gönüllülük, politikaları nasıl değiştirebiliriz, geniş kitlelere nasıl anlatırız, yeni nesli ve kitleleri nasıl katılımcı kılabiliriz?” sorularını konuşmak ve yanıt aramak üzere bir araya geldi.

Alper Can Kılıç gönüllülüğe soyunmanın sorumluluğu da beraberinde getirdiğini ifade ederken Elif Çatıkkaş, Kokopelli Şehirde’nin gönüllülük ağının nasıl geliştiğini ve halihazırda bulunmayan gönüllü mevzuatından söz etti.

Starbucks’a dava: ‘Etik kahve’ ibaresi yanıltıcı

ABD‘deki bir tüketici grubu, Starbucks‘ın çay ve kahve tedariklerinin etik kaynaklardan geldiği iddialarını yanıltıcı bulduğu gerekçesiyle şirkete dava açtı.

Ulusal Tüketiciler Ligi, Starbucks’ın ambalajlarında yer alan etik temin taahhüdünün, Guatemala, Kenya ve Brezilya‘daki çiftliklerdeki insan hakları ihlalleri ışığında şüphe uyandırdığını belirtmişti. Grup, bu ülkelerdeki çiftliklerde insan ve işçi haklarına ihlallerine dair raporlara atıfta bulunarak, Starbucks’ın ambalajlarında yer alan “%100 etik kahve temini konusunda taahhüdümüz” ifadesinin şüpheli olduğunu ifade etti.

AP‘ye konuşan Ulusal Tüketiciler Ligi’nin başkanı Sally Greenberg, “Starbucks, market raflarında duran her kahve paketinde tüketicilere yalan söylüyor. Gerçekler açık: Starbucks’ın tedarik zincirinde önemli insan hakları ve işçi hakları ihlalleri var ve tüketiciler de neye para harcadığını bilmeli” dedi.

Starbucks ise ABD Columbia’da açılan davanın farkında olduklarını ve iddialara karşı “agresif bir şekilde savunma yapılacağını” belirtti. 

Starbucks
Fotoğraf: Christian Joudrey / Unsplash

Starbucks, ‘önlemeye çalışıyoruz’ diyor ama…

Euronews, davada ele alınan önemli olaylardan birinin 2022 yılında Brezilya’daki bir kahve çiftliğinde yaşandığını yazdı. Burada aralarında üç genç bulunan 17 yetişkin işçi, zor şartlarda çalıştırıldıkları bir çiftlikten polis yardımıyla kurtarılmıştı. Koruyucu ekipmanları olmaksızın ağır 59 kg’lık kahve çuvallarını taşımak zorunda bırakılan işçilerin durumu, işçi haklarına odaklanan Repórter Brasil tarafından gündeme getirilmişti. Starbucks, bu olayla ilgili bilgilerinin olmadığını söyleyerek, “Bu tür iddiaları ciddiye alıyor ve çiftliklerin standartlarımıza uyumunu sağlamak için çalışıyoruz” demişti. 

Kafessiz Türkiye’den Starbucks’a çağrı: Hayvanlara kafeslerde eziyet etme
İklim krizi: Kahve sevenleri zor günler bekliyor

Dava ayrıca, 2023 yılında BBC tarafından Kenya’daki James Finlay çay plantasyonunda cinsel taciz ve ağır çalışma koşullarını ortaya çıkaran bir rapora da işaret ediyor. James Finlay, o dönemde Starbucks’a çay sağlayan bir şirketti, ancak Starbucks, artık bu plantasyondan çay almadığını belirtti.

Ulusal Tüketiciler Ligi, Starbucks’ın sertifikasyon programının etik kaynak teminini garanti etmediğini belirtmediği ve bu yüzden tüketicilere yanlış bilgi verdiği iddiasında bulunuyor. Grup, mahkemeden Starbucks’ın yanıltıcı reklamlarını durdurmasını ve düzeltici bir reklam kampanyası başlatmasını talep ediyor. 

İzmir Büyükşehir Belediyesi, Buca Cezaevi arazisi için planları askıya çıkardı: Yeşil alan olacak

Buca Cezaevi’nin yıkılmasının ardından Çevre, Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanlığı‘yla İzmir Büyükşehir Belediyesi arasındaki tartışmalar devam ederken, belediye planları askıya çıkardı. Plana göre arazi yeşil alan olarak halkın kullanımına sunulacak.

Buca’da 30 Ekim 2020 depreminin ardından dayanaksız olduğu gerekçesiyle yıkılan cezaevi arazisi bakanlık tarafından “Rezerv Yapı Alanı” olarak ilan edilmişti. Daha sonra bu karara dayanılarak arazinin yüzde 85’inde toplam 70 bin metrekare inşaat yapılmasını sağlayan imar planı yapıldı.

Buna karşı halk ve yereldeki STÖ’ler alanlarda tepkilerini dile getirmiş, İzmir Büyükşehir Belediyesi ise dava açmış; Büyükşehir Belediye Başkanı Tunç Soyer, İzmirlilerden destek istemişti.  Belediye’nin açtığı davada İzmir 6’ncı İdare Mahkemesi, 1 Kasım 2023 tarihinde bilirkişi raporu doğrultusunda imar planını iptal etti.

Tunç Soyer’den İzmirlilere destek çağrısı: Buca Cezaevi alanını imara açtırmayalım
Buca Cezaevi alanı için sivil toplum ve Soyer bir arada: İzmir’in ‘sarı öküzünü’ vermeyeceğiz

Kararı sosyal medya hesabından açıklayan İzmir Büyükşehir Belediye Başkanvekili ve CHP Grup Başkanvekili Murat Aydın, “İzmir Büyükşehir Belediyesi Meclisi’nde kabul edilen ve Buca Cezaevi arazisinin yeşil alan olarak belirleyen imar planı askıya çıktı. Başta Başkanımız Tunç Soyer olmak üzere bu aşamaya gelinmesini sağlayan herkese teşekkürler. Mutlu ve gururluyuz” dedi.

1959’da inşa edilen, Mart 2022’de yıkılan Buca Cezaevi, yıkım sırasında çevreye yaydığı “asbest” nedeniyle tartışma konusu olmuştu. 63 yıl boyunca birçok baskıya ve direnişe tanıklık eden cezaevinde özellikle 12 Eylül sonrasında pek çok sosyalist tutulmuş; bazıları da burada hayatını kaybetmişti.

Cezaevi, Covid-19 pandemisi sırasında da koronavirüse yakalanan tutukluların koşullarıyla ilgili gündeme gelmişti.

Ordululardan belediyeye çağrı: Mahkeme kararlarına uy, atık tesisini durdur!

Ordu‘nun Çaybaşı ilçesinde Ordu Büyükşehir Belediyesi tarafından yapılan Katı Atık Bertaraf Tesisi’nin (Çöp Tesisi) kirli sularının dereye karışmasını önlememesine yönelik tepkiler büyüyor. Çaybaşı ilçesinde yapılan basın açıklamasında OBB’ye mahkeme kararına uyma çağrısı yapıldı.

Belediyenin yaptığı çöp tesisinin kuruluş sürecinde halk tepki göstermiş ve üç ay boyunca direniş çadırı kurarak tepkilerini dile getirmişlerdi. Çöp alanı olarak seçilen yerin ormanlık alan ve tepe olması, çevre köylerin sularını temin ettiği yer olması nedeniyle köylüler, partiler, dernekler ardı ardına şikayet oluşturmuştu.

Tesisin açılışından sonra da öngörüldüğü gibi  tesisteki çöpler ve kirli suların ormanı ve dereleri kirletmesi üzerine dört kez ceza uygulanmıştı. Bu kirletmeler nedeniyle halk adına temsilen üç kişinin açtığı “lisansın iptali” davası sonuçlandı. Mahkeme “yürütmeyi durdurma kararı” verdi. Davacı avukatı Emrah Duman, Ordu Büyükşehir Belediyesi’nin mahkeme kararına uyarak tesise çöp taşımayı durdurması gerektiğini belirtti.

Ordu İlkevüz’de çöp tesisine karşı çıktığı için tutuklanan Emine Elik tahliye oldu
Ordu Büyükşehir Belediyesi’nin çöp tesisi kirletmeye devam ediyor
Ordu’da çöp tesisi yine kirletti: Biz şikayet etmekten bıktık, onlar çevreyi zehirlemekten bıkmadı

Kirliliğin zararları artmaya başladı

Büyükşehir Belediyesi’nin mahkeme kararına uyması için Çaybaşı ilçesi Park Meydanı’nda yapılan basın açıklamasına Ordu Çevre Derneği yöneticileri, CHP, İYİ Parti, Emek Partisi, BBP temsilcileri ve bölge halkı katıldı.

Mahkeme kararının içeriği hakkında bilgi veren avukat Duman, Ordu İdare Mahkemesi’nin “yürütmeyi durdurma” kararının uygulanması için bir süre beklediklerini belirterek şunları söyledi:

“Burada su kaynaklarının olduğunu, aşağıda Çaybaşı, İkizce, Ünye ilçelerinin etkileneceğini söyledik. Ancak dinlemedi, daha da fazlasını yaptı doğayı çöplük sanan zihniyet. Rüzgar olduğunda vahşi depolanan çöpler ormana, derelere dağıldı. Kirli sular dereleri kirletti. Balık ölümleri gerçekleşti. Çaybaşı ve diğer ilçelerdeki su şebekeleri zarar gördü. Vatandaşlara tankerlerle su taşındı. Daha önce de yaşanan bu sıkıntılara karşı önlem alması gereken yetkililer ilgisiz kalmıştır. Başvurduğumuz yerler, ‘Öyle bir şey yok, yanılıyorsunuz’ dediler. Hatta halkın tepki amaçlı basın açıklamalarına dahi izin vermediler. Dava açtık ve Ordu İdare Mahkemesi bizi haklı gördü. Mahkeme suların, çevrenin kirlenmesi nedeniyle hukuk devleti ilkesi de dikkate alınarak, telafisi zor zararların yaşanmaması için lisans iptal davamızda “yürütmeyi durdurma” kararı verdi. Ordu Büyükşehir Belediyesi mahkemenin kararına uymalı ve tesiste çalışmaları derhal durdurmalıdır. Ayrıca OBB’ nin üst mahkemeye yaptığı itiraz da ret edildi. Bölge İdare Mahkemesi de bizi haklı buldu.”

Çöp tesisi yanlış yere yapıldı

Ordu Çevre Derneği Başkanı Ertuğrul Gazi Gönül de çöp tesisinin yerinin yanlışlığını vurguladı:

“Çaybaşı ilçesi İlküvez mevkiinde yapılan çöp arıtma tesisinin yeri yanlıştı. Çünkü burası yayla ve içme suyu var, hayvancılık yapılıyor. Tesis çöp arıtma tesisi olarak yapıldı ancak vahşi depolama olarak kullanılıyor. Çöp toplanma alanının üzeri 10 cm toprakla örtülmesi, sızdırmazlık olması gerekiyordu. Bunların hiçbirisi yok. Hem halk hem de Ordu Çevre Derneği olarak ÇED ihlal ediliyor, zarar veriyor diye dört kez Çevre Şehircilik ve İklim Değişikliği Müdürlüğüne dilekçe verdik. OBB’ye dört kez ceza kesildi. Cezalar da dikkate alınarak dava açıldı. Mahkeme “yürütmeyi durdurma” kararı verdi. OBB çöp tesisini kaldırması gerekirken çevreye zarar vermeye devam ediyor. OBB mahkeme kararını uygulamalı, çöp tesisindeki çalışmayı durdurmalıdır.”

Basın açıklaması sonrası mahkeme kararının uygulanması için Çaybaşı Kaymakamlığına dilekçe verildi. Mahkeme kararının uygulanması için takipçi olunacağı belirtildi.

İsrail Lahey’de savunma yapıyor: Soykırımı biz değil, Hamas yaptı

Güney Afrika Cumhuriyeti’nin, İsrail’in Gazze’ye yönelik saldırılarının Soykırım Sözleşmesi‘ni ihlal ettiği gerekçesiyle Uluslararası Adalet Divanı‘nda açtığı davanın duruşmasına ikinci gününde devam ediliyor.

Güney Afrika, duruşmanın ilk gününde kanıtlarını sunup 23 bini aşkın Filistinlinin öldürüldüğü Gazze’deki saldırıların durması için ihtiyati tedbir talep etmişti.

İsrail’in ‘soykırım’ suçlamasıyla Adalet Divanı’nda yargılanmasına başlandı

Dışişleri Bakanlığı’nın hukuk danışmanı Tal Becker, İsrail adına yaptığı açılış konuşmasında Güney Afrika’nın “çarpıtılmış bir olgusal ve hukuki tablo” ortaya koyduğunu öne sürdü; “Hamas ‘toptan bir katliam’ gerçekleştirmiştir. Dün açılan dava 7 Ekim olaylarını görmezden gelmiştir” dedi.

Savunmasında “İsrail’in Hamas’a karşı meşru müdafaa” hakkını kullandığını belirterek soykırım suçlamasını reddeden ve kendilerine yönelik suçmalamarı Hamas’a yönelten Becker, “Hamas’ın İsrail’e karşı soykırım yapmak istediğini” öne sürdü.

Soykırım suçunun kilit unsuru olan ‘bir halkı tamamen veya kısmen yok etme niyetinin” Gazze’ye saldırılarında söz konusu olmadığını ileri süren İsrailli hukukçu, her iki taraftan da sivillerin çektiği büyük acıların “Hamas’ın stratejisinin sonucu olduğunu” savundu. Becker, “Eğer soykırım eylemi varsa, bunlar İsrail’e karşı gerçekleştirildi. Hamas İsrail’e karşı soykırım niyeti taşıyor” dedi.

Güney Afrika’nın Gazze’deki saldırıların derhal durdurulması yönündeki talebinin reddedilmesini de isteyen İsrailli hukukçu, bu ülkeyi “İsrail’in doğuştan sahip olduğu kendini savunma hakkının engellenmeye ve İsrail’i savunmasız bırakmaya çalışmakla” suçlayadı, ülkesinin hukuka saygılı davrandığını  ileri sürdü.

İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu da duruşma öncesi yaptığı açıklamada Hamas’ı “insanlığa karşı suç işleyen cani teröristler” olarak tanımlamış; ülkesi hakkındaki iddiaları reddederek İsrail’in kendini savunma hakkından söz etmişti.

ABD’den İsrail’e destek

7 Ekim’deki Hamas saldırılarının ardından İsrail’in Gazze’deki saldırılarına koşulsuz destek veren ABD ise  “soykırım” davasında da Tel Aviv’in yanında durduğunu açıkladı.

Günlük basın brifinginde konuyu değerlendiren  Beyaz Saray Ulusal Güvenlik Konseyi Stratejik İletişim Koordinatörü John Kirby, İsrail aleyhindeki “soykırım” suçlamalarının temelsiz olduğunu düşündüklerini ve bu suçlamanın çok ağır bir eylem olduğunu belirtti.

İsrail’in Gazze’deki askeri operasyonları sırasında sivillere zarar vermeme veya sivil kayıplarını azaltma konusunda daha hassas olması gerektiğini birçok kez dile getirdiklerini belirten Kirby, buna karşın Gazze’de bir “soykırım” olduğuna inanmadıklarını vurguladı.

Türkiye, Brezilya, Ürdün, Bolivya, Venezuela, Malezya ve İslam İşbirliği Teşkilatı gibi birçok ülke ve örgüt ise Güney Afrika’nın İsrail’e karşı başlattığı hareketi destekliyor.

Duruşma dün olduğu gibi bugün de canlı olarak yayınlanıyor. 

Mahkemeden hangi kararlar çıkabilir?

İsrail’in sözlü savunmasının ardından Uluslararası Adalet Divanı, Tel Aviv yönetiminin Gazze’deki tüm askeri faaliyetlerini durdurmasına dair taleple ilgili karar verecek.

BBC Türkçe’den Yusuf Özkan’ın aktardığına göre; Divan aynı zamanda Güney Afrika’nın soykırım iddiaları ile ilgili davanın esastan görüşülüp görüşülmeyeceğine de karar verecek.

Bu İsrail açısından büyük önem taşıyan bir karar. Çünkü, soykırım ya da diğer suçlamalar konusunda Uluslararası Adalet Divanı’na yalnızca bir kez başvuru yapılabiliyor. Eğer Güney Afrika, Gazze’de soykırım yapıldığına ilişkin yeterince kanıt sunmazsa, İsrail bir daha soykırımla suçlanamayacak.

Soykırımla ilgili davaların karara bağlanması uzun yıllar sürebildiği için Güney Afrika, süreç devam ederken “İsraillilerin Filistinlileri öldürmesini durduracak” önlemler almasını; İsrail’i “soykırım yapmamaya, soykırımı önlemeye ve soykırımın faillerini cezalandırmaya” zorlamak için geçici bir tedbir uygulanmasını istiyor.

Telep edilen ihtiyati tedbirler ise şu şekilde:

  • Gazze’deki askeri operasyonları derhal durdurması,
  •  Kontrolü altındaki herhangi bir grup tarafından, Gazze’deki herhangi bir askeri operasyonu ilerletecek adımlar atmaması,
  • Filistinlilere yönelik soykırımın önlemesi için gerekli tüm makul tedbirleri alması,
  • Soykırım Sözleşmesi’nin 2. maddesi kapsamına giren her türlü eylemden kaçınması,
  • Yerlerinden edilenlerin evlerine dönerek yeterli gıda, su, yakıt, tıbbi ve hijyen malzemeleri, barınak ve giysi dahil olmak üzere insani yardıma erişiminin sağlaması,
  • Soykırıma karışanların cezalandırılmaları için gerekli adımları atması,
  • Soykırımın delillerini muhafaza etmesini ve bu amaçla gelen uluslararası görevliler ve diğer yetkililerin Gazze’ye erişimini engellememesi,
  • Verilen tedbirleri uyguladığına ilişkin Divan’a düzenli rapor sunması,
  • Davayı zorlaştıracak veya uzatacak eylemlerden kaçınmasına hükmetmesi.