Erzincan’ın İliç ilçesindeki Anagold Madencilik Sanayi ve Ticaret A.Ş.’ye ait Çöpler Altın Madeni tesisinin bulunduğu alanda, 13 Şubat 2023 saat 14:30 sıralarında devasa bir siyanürlü yığın kaydı. İlk belirlemelere göre en az dokuz işçi, kayan toprak ve liçin altında kaldı. Arama kurtarma faaliyetleri sürerken, işçilerden hala haber alınamadı.
Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanı Alparslan Bayraktar, siyanürlü liç yığınının kaydığı alanda 400 bin kamyonluk toprak kütlesi olduğunu açıkladı.
Adalet Bakanı Yılmaz Tunç, olayla ilgili İliç Cumhuriyet Başsavcılığınca adli soruşturma başlatıldığını ve dört savcının görevlendirildiğini bildirdi. Gerçekleşen faciaya ilişkin soruşturma sürerken, sekiz kişinin gözaltına alındığı; gözaltına alınan kişilerin maden ocağını işleten şirkette yönetici ve idari pozisyonda çalıştığı, birinin de yabancı uyruklu olduğu öğrenildi.
İliç’teki Çöpler Altın Madeni tesisinde Anagold Madencilik Sanayi ve Ticaret A.Ş. tarafından Aralık 2010’dan itibaren altın üretimi yapılıyor. Anagold’un yüzde 80’i daha önce vergi borcu silinen Kanadalı altın maden şirketi Alacer Gold‘a, yüzde 20’si ise Çalık Grubu bünyesinde bulunan Lidya Madencilik’e ait.
İliç’te daha önce neler olmuştu?
Erzincan İliç’teki altın madeninde 21 Haziran 2022’de bir siyanür sızıntısı yaşanmıştı. Kanadalı SSR Mining ve Çalık Holding ortaklığındaki Anagold Altın Madeni’nde siyanür solüsyon bulunan bir boruda yırtılma meydana gelmiş ve bölgeye 20 ton siyanür solüsyon dağılmıştı.
Yeşil Gazete’nin daha önce gündeme getirdiği üzere; söz konusu bölgeyle ilgili Türk Toraks Derneği ve Türk Tabipler Birliği tarafından yıllar önce raporlar yazılmış, siyanürlü liçlemenin tehlikelerine dikkat çekilmiş ve derhal durdurulması istenmişti.
Çöpler Altın Madeninin Çevresel Etki Değerlendirme (ÇED) geçmişi
16.04.2008: Çöpler Kompleks Maden İşletmesi için ilk “ÇED
Olumlu” kararı alındı.
10.04.2012: “ÇED Olumlu” kararıyla Mobil Kırıcı tesisinin işletilmesi, mevcut işletmeye SART tesisi ilavesi, Çöpler ekonomik olmayan kaya (pasa) sahasının depolama kapasitesinin arttırılması sağlandı.
17.05.2012: “ÇED Olumlu” karan ile açık ocak madencilik faaliyetlerinde kapasite artışı tekrarlandı.
24.12.2014: “ÇED Olumlu” kararı alınarak, Çöpler sahasında sülfitli cevherin çıkarılması ve zenginleştirilmesi amacıyla, sülfitli cevher zenginleştirme tesisi ve ADT inşasini da içeren kapasite artışı yapıldı.
07.10.2021: “ÇED Olumlu” kararı ile, projede mevcut açık ocaklarda kapasite artışı, pasa depolama sahalarında revizyon, Yığın Liç tesisinde büyüme ve atık depolama tesisinde (ADT) kapasite artışı sağlandı. (Bu proje “Çöpler Kompleks Madeni 2. Kapasite Artışı ve Flotasyon Tesisi Projesi” olarak adlandırıldı.)
16.08.2023 – Çöpler Kompleks Madeni Açık Ocak işleme projesine “ÇED Gerekli Değildir” kararı verildi.
13 Şubat’ta Erzincan’ın İliç ilçesinde bulunan Çöpler Altın Madeni’nde, siyanür, sülfür ve ağır metallerle kontamine dev toprak yığınının kayması sonucu maden işçileri toprağın altında kaldı. Göçükle beraber çok sayıda zehirli kimyasal içeren milyonlarca metreküp toprak Fırat Havzası’na karıştı.
Aynı maden sahasında 21 Haziran 2022’de siyanür solüsyonu borusunun patlaması sonucunda tonlarca kimyasal çevreye yayılmış; bu nedenle maden şirketine para cezası kesilmiş, faaliyetleri ise geçici olarak durdurulmuştu.
Şirkete kesilen cezanın bir önlem olmadığını ifade eden TEMA Vakfı Yönetim Kurulu Başkanı Deniz Ataç, “Madenin barındırdığı tehlikelere karşı halk ve çevre sağlığı için hangi önlemlerin alındığı kamuoyu ile paylaşılmamıştır” dedi.
Yaşananların, Türkiye’de yapılan vahşi madencilik faaliyetlerinin; yaşamımız, toprağımız, suyumuz ve havamız için büyük yıkımlara sebep olduğunu bir kez daha gözler önüne serdiğine vurgu yapan Ataç şöyle konuştu:
“Üzülerek belirtmek isteriz ki İliç’te yaşananlar bir kaza ya da kader değildir. Daha önceki felaketin ardından halk ve çevre sağlığı için bu konuda yeterli önlemlerin kesinlikle alınmadığını, bilimin ve üstün kamu yararının göz ardı edildiğini ve vahşi madenciliğin ne denli büyük tehlikeler barındırdığını büyük bir acı yaşayarak gördük.”
‘Yeterli inceleme yapılmadan verilen olumlu kararlar, bu faciaların davetiyesidir’
Deniz Ataç, Çöpler Altın Madeni’nin geçmişine ilişkin şu bilgileri verdi:
“Bilindiği üzere Çöpler Altın Madeni’nde inşaat çalışmaları 2009 yılında başlamış ve işletmeye geçtiği 2010 yılından bugüne kadar dört kez kapasite artırımına gidilmiştir. 07.10.2021 tarihinde ‘Çöpler Kompleks Madeni 2. Kapasite Artışı ve Flotasyon Tesisi’ projesi hakkında “ÇED Olumlu”, 16.08.2023 tarihinde ise ‘Çöpler Kompleks Açık Ocak Genişleme’ projesi için “ÇED Gerekli Değildir” kararları verilmiştir. Vahşi madencilik faaliyetinin bitmeyen büyüme taleplerine, yeterli incelemeler yapılmadan verilen bu izinler, Fırat Havzası’nın karşı karşıya kaldığı tehlikenin ve ekosistem üzerindeki baskının artırılmasına verilen onaylar olup yaşadığımız felaketin davetiyesidir. Bu izinler verilirken göz ardı edilen önemli gerçeklerden birisi de Erzincan’ın deprem bölgesi olmasıdır. Meydana gelecek depremler, atık barajı, yığın liçi ve diğer madencilik sebepli büyük çevre felaketlerine neden olacaktır.”
İlk felaket değil
“13 Şubat’ta yaşadığımız felaket ne yazık ki ilk değil” diyen Ataç, Türkiye’de İliç ile birlikte son 10 yılda kamuoyunca bilinen sekiz maden felaketi yaşandığını hatırlattı:
“2021 ile 2024 yılları arasında; Artvin-Murgul (Ocak, 2021), Balıkesir-Ayvalık (Ocak, 2021), Giresun-Şebinkarahisar (Kasım, 2021), Balıkesir-Ayvalık (Aralık, 2021), Mersin-Toroslar (Ocak, 2022), Manisa-Gördes (Mart,2022), Erzincan-İliç (Haziran, 2022) ve Erzincan-İliç’te (Şubat, 2024) maden kaynaklı çevre felaketi yaşanmıştır. Ayrıca Şebinkarahisar’da faaliyete devam eden maden işletmesine ait atık barajının duvarının çökmesi büyük bir çevre felaketi olarak kayıtlara geçmiştir. Binlerce ton zehirli kimyasal içerikli maden atığı nedeniyle, başta yörenin su varlıkları olmak üzere Kelkit Ovası ve yöre halkı büyük bir tehditle karşı karşıya kalmıştır,”
ÇED başvuruları hızla artıyor
Öte yandan IV. Grup Madencilik faaliyetlerine ilişkin ÇED başvurularının hızla artmaya devam ettiğini belirten Ataç, sadece 2023 yılında petrol, doğalgaz, III. ve IV. Grup madenlere dair; ÇED süreci başlayan 525, ÇED Gerekli Değildir kararı verilen 443, ÇED olumlu kararı verilen 37 proje bulunduğunu söyledi:
“ÇED olumsuz kararı verilen ise sadece 1 proje bulunmaktadır. Görüldüğü üzere her geçen gün daha fazla maden projesi ÇED olumlu ve ÇED gerekli değildir kararları ile onay almaktadır. Tüm bu ÇED raporlarının ise etkin ve kümülatif bir etki değerlendirmesi gerçekleştirilmeden ve yeterli saha çalışmaları yapılmadan hazırlandığı görülmektedir. Bu değerlendirmelerde bilim, doğa ve üstün kamu yararı ilkelerinin önceliklendirilmediği gözlenmektedir. ”
29 ilin yüzölçümünün yüzde 67’si IV. Grup Madenlere ruhsatlandırıldı
IV.Grup madenler arasında sodyum, potasyum, lityum, iyot, bor tuzları gibi 100’e yakın endüstriyel hammadde; linyit, taşkömürü, uranyum, toryum, radyum gibi enerji hammaddeleri ve altın, gümüş, platin, bakır, demir, krom, titan ve alüminyum gibi metalik madenler yer alıyor. Bunlar, en kirletici madenler ve çıkarılması sırasında da doğaya, çevrede yaşayan canlılara ve çıkaran işçilere de en çok zarar veren madencilik türü.
Türkiye’nin 29 ilinin yüzölçümü olarak %67’si IV. Grup madenlere ruhsatlandırılmış durumda. Gümüşhane’nin %93’ü, Kütahya’nın %92’si, Giresun’un %85’i, Rize’nin %82’si, Uşak’ın %80’i, Çanakkale-Balıkesir‘in (Kaz Dağları) %79’u, Trabzon’un %77’si, Ordu’nun %74’ü, Zonguldak-Bartın’ın %72’si, Artvin, Eskişehir’in %71’i, İzmir’in %70’i, Bayburt, Sivas, Tekirdağ-Kırklareli’nin %65’i, Erzurum’un %63’ü, Muğla’nın %59’u, Maraş’ın %58’i, Afyon, Erzincan-Tunceli’nin %52’si, Tokat’ın %46’sı, Karaman’ın %38’i ve Siirt-Şırnak-Batman’ın %34’ü IV. Grup madencilik faaliyetlerine ruhsatlı.
Türkiye’de tarım toprağı, orman, mera, su varlıkları gözetmeksizin her yerde madencilik faaliyetlerine izin veriliyor.
Siyanür ve sülfürik asit anormal doğum ve ölümcül hastalıklara sebep olabiliyor
Ataç, özellikle altın madenciliğinde sülfürik asit ya da siyanür gibi çeşitli zehirli maddelerin kullanımıyla uygulanan liçleme yönteminin etkilerine de değindi:
“Liçleme sırasında kullanılan kimyasal, toprak içinde bulunan arsenik, antimon, kadmiyum, kurşun, civa, çinko gibi ağır metalleri de serbestleştirip zararlı formlara dönüştürüyor. Toksik özellik taşıyan bu metaller soluma, beslenme yoluyla canlı bedeninde birikerek ölümcül vakalar dahil birçok hastalığa neden olabiliyor. Soluma, su ve gıdanın tüketilmesi yoluyla vücuda alınan siyanür ve diğer ağır metaller nedeniyle tüm canlılarda akut ve kronik zehirlenme, kansızlık, kalp yetmezliği, kanser, böbrek yetmezliği, akıl hastalıkları, anormal doğumlar görülebiliyor” dedi.
Kanun korumazsa maden yaşatmaz!
“Çevre ve insan sağlığı için önlenemez riskler barındıran vahşi madencilik son bulmalı, siyanür, sülfürik asit gibi zehirli kimyasallarla yapılan yığın liç yöntemi yasaklanmalıdır” diyen Deniz Ataç, “Ne yazık ki mevzuatımız bu durumu önlemek, bu tehdidi ortadan kaldırmak için herhangi bir önleyici, sınırlayıcı, korumacı bir tedbir öngörmüyor, aksine her yerde madencilik faaliyeti yapılabilmesine izin veriyor. Bu tehdidi ortadan kaldırmanın, ekosistemi korumanın ve yaşamın sürdürülebilirliğini sağlamanın tek bir yolu var; maden yapılamayacak yerleri belirlemek ve kanunla koruma altına almak. Çünkü biliyoruz ki; kanun korumazsa maden yaşatmaz” diyerek Vakfın talebini yineledi.
Vahşi madencilik sonlandırılmalı
Ataç “Milyonlarca ton kimyasal atık altında yaşam mücadelesi veren maden emekçilerimizin bir an önce kurtarılmalarına ilişkin umudumuzu koruyoruz. Zehirli kimyasal içerikli toprağa, ortaya çıkan gazlara ilişkin alınmış ve/veya alınacak önlemlerin ivedilikle kamuoyu ile paylaşılması gerekiyor. Bir felaketin daha yaşanmaması için doğaya ve insana büyük zarar veren bu faaliyetlerin sonlandırılmasını talep ediyoruz” diyerek şu soruları yöneltti:
Yığın liç alanında, siyanür taşıyan boru hatları var. Bu hatların durumu nedir? Bu hatlardan kaynaklanan siyanür sızıntısı ne kadardır?
Geçirimsizlik tabakası olmaksızın geniş alanda birikmiş zehirli atığın akifer sistemine sızarak karışma riski hesaplanmış mıdır? Yağmurun buna etkisi nasıl olmaktadır? Alınmış önlemler nelerdir?
Felaket ile ortaya çıkan zehirli gazların solunmaması için önlemler alınmış mıdır? Etkilenen bölge boşaltılacak mıdır? Bölgede yaşayanlar, arama ve tarama çalışmalarında görev alanlar ve basın mensupları nasıl korunmaktadır?
Hakim rüzgarla bu gazların ulaşabileceği yerler hesaplanmış mıdır ve bu alanlar için halk sağlığı önlemleri alınmış mıdır? Alındıysa bu önlemler nelerdir?
İşletmenin üst tarafında bulunan yığın liç alanında kayma tehlikesi var mıdır? Hangi önlemler alınmıştır?
TMMOB İstanbul Kimya Mühendisleri Odası (KMO), Erzincan İliç’teki Çöpler altın madeninde meydana gelen facianın ardından yayınladığı basın açıklamasında, İliç ilçesinin içme suyunda bir kirlenme olmayacağı ancak Bahçecik mezrasının içme sularının derhal ve sürekli olarak analiz edilmesi gerektiğinin altı çizildi.
Yığın liçi yöntemiyle çalışan açık altın madeni işletmelerinin genel üretim akışını detaylı bir şekilde açıklayan Kimya Mühendisleri Odası, İliç’te yaşananları da harita üzerinde göstererek anlattı.
Basın açıklamasında, aynı madende 21 Haziran 2022’de yaşanan kaza sonrası KMO heyetlerinin bölgede yaptığı inceleme ve analizlere dayanarak; İliç ilçesinin içme suyunda su kaynağının coğrafi konumu nedeniyle, kazadan dolayı bir kirlenmenin olmayacağının düşünüldüğü bildirilirken, Bağıştaş mevkiindeki su kaynağından beslenen Bahçecik mezrasının içme sularının derhal ve sürekli olarak analiz edilmesinin gerekli olduğu ve bu gerçekleştirilene kadar da içme suyunun başka kaynaktan karşılanması gerektiği ifade edildi.
Odanın açıklamasıda yağmurun yağması durumunda, dere yatağındaki liç sızıntılarının Karasu‘ya karışma ihtimaline dikkat çekiliyor. Kapatıldığı belirtilen bariyerlerde biriken sızıntıların sürekli olarak izlenmesi, uygun yöntemlerle alınarak tesisin atık havuzlarına yönlendirilmesi gerektiği vurgulanıyor.
Ağır metaller daha büyük risk
Facianın halk sağlığı ve kimyasal kirlilik açısından taşıdığı ise şöyle değerlendiriliyor:
“Siyanür bileşikleriyle yıkanmış cevher atığında, kamuoyuna yansıtıldığı gibi sadece siyanürden kaynaklanan bir risk söz konusu değildir. Sodyum siyanür ile yıkama sırasında altın ile birlikte çözünmüş ağır metallerden kaynaklanan daha büyük bir risk mevcuttur.
Bu kirleticilerin toprağa, suya ve havaya karışması sonucu; soluma ve cilt maruziyeti yüksek dozdaysa teorik olarak olumsuz etkilenme potansiyeli vardır.
Bu kirleticilerin derelere, nehirlere ve yer altı su kaynaklarına karıştığı miktar ve süreye bağlı olarak tüm eko sisteminin ciddi tahribatına yol açacak bir risk söz konusudur.
Bütün bu riskler, toprak ve su numunelerinin sağlıklı ve şeffaf bir şekilde analizi ile belirlenebilir.”
Yer altı sularına sızma ihtimalinin açık ve net bilgilerle kamuoyuyla paylaşılması, ilgili diğer odalardan görüş alınması, sızıntıyla mücadelede kullanılacak koruyucu ekipmanların önemi ve uzman ekiplere numune alma konusunda engel çıkarılmaması gerektiği de KMO’nun basın açıklamasında yer alan ifadeler arasında. KMO’nun çalışmalarına izin verilmediği durumlarda ise yapılan analizler ve numune alma yöntemleri hakkında bilgi paylaşımı talep ediliyor.
KMO İstanbul Şubesi’nin acil alınması gereken önlemler olarak sıraladığı maddeler şunlar:
Vakit geçirilmeden liç kaldırma çalışmaları başlatılmalıdır.
İlk analiz sonuçlarına göre hazırlanacak eylem planı kamuoyuyla paylaşılmalıdır.
Hava, su, toprak analizleri kısa periyodlarda tekrarlanmalı ve sonuçlar izlenmelidir.
TMMOB, TBB, TTB gibi ilgili meslek örgütleri ile çevre ve yaşam hakkı savunucusu yapılanmalar sürecin dışında tutulmamalıdır.
Büyük endüstriyel kaza risklerinin azaltılması için TMMOB ve ilgili meslek örgütlerinin teknik ve politika belirleyici önerilerinin hayata geçirileceği bir mekanizma oluşturulmalıdır.
Erzincan İliç‘te tüm uyarılarına rağmen işletilmesine izin verilen Anagold Madencilik‘e ait Çöpler Maden Sahası’nda meydana gelen toprak kaymasında göçük altında kalan dokuz işçiden hala haber alınamadı.
Arama kurtarma çalışmalarına ilişkin bilgi veren Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanı Alparslan Bayraktar, “10 milyon metreküplük bir toprak kitlesi var. Bunu elimizde imkan olsa ve kaldırmaya kalksak en az 400 bin kamyona ihtiyacımız var” dedi.
‘Heyelan tehlikesi sürüyor’
Bölgede halen heyelan tehlikesinin devam ettiğini belirten Bakan, “Biz özellikle işçi kardeşlerimizin olduğunu tahmin ettiğimiz yerlerde arama yapıyoruz. Burası halen çalışan bir yapı yani heyelan tehlikesi halen devam ediyor. AFAD ekiplerine zarar gelmemesini önemsiyoruz, dolayısıyla çok dikkatli bir şekilde arama faaliyeti yürütüyoruz. O yüzden çalışmalar zaman alıyor” diye konuştu.
Bayraktar’ın verdiği bilgilere göre arama kurtarma çalışmaları metal dedektörleri ve dron radarlarla belirlenen bölgelerde sürüyor.
İlgili bakanlıkların halk sağlığına, çevreye ve Fırat Havzası‘na zarar vermeyecek şekilde gerekli tedbirleri aldıklarını söyleyen Bakan şunları dile getirdi:
Bu bölge ve maden özelinde ciddi bir rehabilitasyon süreci bundan sonraki aşama. Bu işin kök sebeplerinin ne olduğuyla alakalı müfettişlerimiz çalışmalarını sürdürüyorlar. Nerede eksik veya yanlış yapıldı, ortaya çıkaracağız. Kimlerin sorumluluğu varsa onların yargı önüne çıkmasını temin edeceğiz.”
Şirketin temsilcileri gelmedi
Altın madeni işletmecisinin bölgeye hiç gelmediğini belirten Bayraktar, “Şirketin yönetim düzeyinde özellikle bir zaafiyet içerisinde olduğunu görüyoruz. Hala söz konusu yabancı şirketin temsilcileri burada değiller. Bu konuya arama kurtarma sürecini bitirdikten sonra yoğun bir şekilde bakacağız” ifadelerini kullandı.
‘İzin sürecinde sıkıntı yok’
Bayraktar gazetecilerin madenin izin prosedürüyle ilgili bir sorusunu da “Bu tesisin izinleri ile alakalı sürecinde herhangi bir sıkıntı yok. Gerekli izinler ilgili tüm kurumlardan alınmış gözüküyor. Ama uygulama noktasında ilgili bakanlıklar soruşturmayı yürütüyor. Bunların neticelerini en kısa zamanda alıp sizlerle paylaşacağız. Hiçbir şeyin üstünün örtülmeyeceğini söyleyebiliriz” diye yanıtladı.
Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, Birleşik Arap Emirlikleri (BAE) ve Mısır ziyareti dönüşünde uçakta gazetecilerin sorularını yanıtladı, gündeme ilişkin açıklamalarda bulundu.
Dubai‘nin ardından gittiği Kahire’de Mısır Cumhurbaşkanı Sisi’nin eşiyle birlikte havalimanına bizzat giderek kendilerini karşılamasından “hassaten memnun olduğunu belirten Erdoğan, Gazze‘ye yardımların sürmesi konusunda işbirliği yapacaklarını söylediği Sisi’nin nisan ya da mayıs ayında Türkiye’ye geleceğini ve iki ülke arasındaki ticaret hacminde 15 milyar dolar hedefini yakalayacaklarını belirtti.
Erzincan İliç’te meydana gelen faciayla ilgili soruyu yanıtlayan Cumhurbaşkanı, soruşturmaların sonucuna göre adım atılacağını kaydetti.
AYM ve Danıştay’a tepki
Uçaktaki gazetecilerden birinin, sorduğu “FETÖ’yle irtibatlı olduğu gerekçesiyle 450 hakim ve savcı ihraç edilmişti. Danıştay 5. Dairesi bu 450 hakim ve savcıyı göreve iade etti. Bu skandala HSK‘nın bir itirazı vardı. Danıştay bu itirazı değerlendirmeye almadı. Bu skandal kamuoyunda da çok ciddi tepki gördü. Bu konuda düşüncelerinizi ve tavrınızı merak ediyoruz” sorusuna Erdoğan “rahatsızlığının” altını çizerek yanıt verdi:
“FETÖ denen bu şer şebekesinin, terör yapılanmasının belini kırdık. FETÖ bataklığını kuruttuk ancak sinekleri temizleme işimiz daha devam ediyor. Biz FETÖ’nün iç yüzünü anlatmaya, onlarla her alanda mücadele etmeye devam edeceğiz. Mücadelemiz bitmiş değil. Son kukla da Türkiye’ye zarar veremez hale getirilene kadar devam edeceğiz. Yüzlerindeki değişik maskeleri yırtıp atıyoruz ve bunlar böylece meydana çıkıyor. Her kılığa giren bu iradesiz şarlatanların ensesinde olacağız. Fakat Danıştay‘ın aldığı bu karara da sessiz kalmamız mümkün değil. Nasıl ki Anayasa Mahkemesi’nin aldığı bazı garip kararlarda Cumhur İttifakı olarak tepkisiz kalmıyorsak, bunda da sessiz kalamayız. Ayrıca Anayasa Mahkemesi’nin almış olduğu bu kararları hazmedemiyorum. Danıştay zaman zaman yapıyor, bu tür kararlarla bizi rahatsız ediyor ama Anayasa Mahkemesi’nin sık sık bu tür kararları alması bizi ciddi manada rahatsız ediyor. Mesela Anayasa Mahkemesi bir de BTK‘yla ilgili bir karar almış. Hani bunun neresinden gireceksin? Nasıl böyle bir karar alınır? Biz de bu işin üzerine üzerine giriyoruz, gideceğiz. Danıştay’da da bu işin yine aynı şekilde takipçisi olacağız.
Kutup ayıları, Arktik deniz buzu eridikçe avlanma alışkanlıklarını karaya uyum sağlayarak değiştiremedikleri için açlıkla karşı karşıya. Bilim insanları, kutuplara özgü bu türün normalde deniz buzu üzerinde yakaladıkları halkalı foklarla beslendiğini, buzul şartlarının değişmesiyle de kıyıda daha fazla zaman geçirmek zorunda kaldığını belirtiyor.
Alışkın oldukları gibi denizde yeterince avlanamayan kutup ayıları kuş yumurtaları, yaban mersini ve çimen gibi yiyeceklerle besleniyor. Ancak bu beslenme şekli, kutup ayılarının karada hızla kilo kaybetmesine neden oluyor.
Kutup ayısı sayısı 1980’lere kadar avlanma nedeniyle düşmüştü, ancak yasal koruma önlemleriyle sayıları arttı. Artan küresel sıcaklıklar, kutup ayıları için en büyük tehdit olarak görülüyor. Donmuş Arktik denizleri kutup ayılarının hayatta kalması için kilit öneme sahipken, gün geçtikçe yok oluyor.
Fotoğraf: Photo by Peter Neumann / Unsplash
Kutup ayıları avlayacak fok bulamıyor
Normal şartlarda kutup ayıları, onlar için iyi bir yağ ve protein kaynağı olan halkalı fokları avlamak için deniz buzunu bir platform olarak kullanma alışkanlığına sahip. Ancak daha sıcak aylarda Arktik’in pek çok bölgesinde artık giderek daha az buz kütlesi bulunuyor.
Batı Manitoba‘da yapılan ve Nature Communications dergisinde yayınlanan bu çalışmada, 1979 ile 2015 yılları arasında buzların azalması döneminin üç hafta arttığı gözlemlendi. Araştırmacılar, buz kayboldukça hayvanların nasıl hayatta kaldığını anlamak için yaz aylarında üç yıllık bir dönem boyunca 20 kutup ayısının aktivitesini takip etti.
Hayvanların hareketlerini, aktivitelerini ve ne yediklerini kaydetmek için bilim insanları, GPS donanımlı video kamera yaka takılarını kullandı. Buzsuz yaz aylarında, ayılar hayatta kalmak için farklı stratejiler benimsedi ancak çalışmadaki 20 ayının 19’u, bazı durumlarda %11’e varan oranlarda, ortalama olarak günde bir kilogram vücut kütlesini kaybetti.
Kutup ayılarının avlanma dönemi olan ilkbahar sonu yaz başında iklim değişikliği nedeniyle deniz buzullarının çoğunlukla eridiğini vurgulayan araştırmacılar, bu türün uzun saatler yüzdükten sonra buldukları avı yiyemeyecek kadar yorgun düştüğünü ortaya koydu.
Çalışmanın baş yazarı Dr. Anthony Pagano, “Hangi stratejiyi denediklerine bakılmaksızın, karada hayatta kalabilecekleri süreyi uzatma açısından herhangi bir yaklaşımın gerçek bir faydası yoktu” diye açıklıyor. Diğer araştırmacılar ise iklim değişikliğinin kutup ayıları üzerindeki etkilerinin konuma bağlı olarak değişeceğini söylüyor.
Dünya genelinde tahmini 22 bin ila 31 bin arasında kutup ayısı olduğu belirtiliyor. 19 farklı alt popülasyona ayrılan kutup ayılarının yaklaşık yüzde 60 ila 80’i Kanada‘da bulunuyor. Kutup ayıları, uluslararası düzeyde “hassas” tür olarak sınıflandırılırken, Kanada’da “özel endişe” (special concern), Grönland, Danimarka ve Norveç‘te de “hassas” olarak değerlendiriliyor.
Bilim insanları 2040 yılına kadar Kuzeydoğu Kanada ve Kuzey Grönland‘da sadece yaz aylarında buzun kalacağını öngörüyor. Bu “Son Buz Alanı”, kutup ayıları ve buzla bağlantılı diğer yaşam formları için önemli hale gelebilir. WWF‘nin hazırladığı bir deniz buzu çalışması, önümüzdeki on yıllarda bu bölgede önemli buz kayıplarının yaşanacağını ve bu durumun kutup ayıları için ciddi sonuçlar doğurabileceğini gösteriyor. Küresel kutup ayısı sayısının 2050 yılına kadar yüzde 30 azalması bekleniyor.
Salt’ın iklim değişikliğinin etkilerine dikkat çekmeyi amaçlayan gösterim programı “Bu son şansımız mı?”, 29 Şubat-24 Mart tarihlerinde Salt Beyoğlu’ndaki Açık Sinema’da ve saltonline.org’da izleyiciyle buluşacak.
Türkiye, Filistin, İspanya, Kenya, Danimarka, İsveç ve Almanya’dan yedi belgesel filmi bir araya getiren program, iklim değişikliğinin biyoçeşitlilik, ekosistem kaynakları, insan ve olmayan varlıklar üzerindeki etkilerini irdeliyor.
Hızla azalan yağışlar ve toprak kaybı, dünyanın birçok yerinde yerel toplulukların kadim yaşam pratiklerini derinden etkiliyor; insan kaynaklı ekolojik tahribatın önüne geçmeye çalışanlar her zamankinden çetrefilli sorunlarla karşı karşıya kalıyor.
Toplayıcılar/Bingöl.
Bu son şansımız mı? 2024 seçkisi, değişen iklim koşulları bağlamında insan ile insan olmayan varlıklar arasındaki ilişkileri irdelerken yas, kayıp ve onarım kavramlarını merkeze alıyor. Belgesellerde anlatılan farklı coğrafyalardan hikâyelerle, gezegendeki her şeyin birbiriyle olan bağlantısına vurgu yapılıyor:
Batı Almanya’daki Hambach Ormanı’nda linyit maden ocağının genişletilip ağaçların kesilmesini engellemek için kamp kuran çevre aktivistleri polis müdahalesiyle karşılaşırken, Türkiye’de Bingöl ve çevresindeki küçük bir grup kadim toplayıcılık kültürünü sürdürmeye çalışıyor. Hawaii’nin Kaho’olawe adasında bir grup gönüllü, sahili tsunaminin kalıntılarından temizlemek için düzenli olarak buluşup yaşama ve iyileşmeye dair hikâyeler paylaşıyor. Barcelona’nın eteklerindeki ormanda, hayvan deneyleri yapan ileri teknolojili bir laboratuvarın yakınlarında yaşayan yaşlı bir çoban ise mesleğinin geleceğinden endişeyle söz ediyor.
Between the Rains.
Gösterimler ücretsiz
Açık Sinema’da gösterimleri yapılacak ücretsiz gösterimlerin ardından tüm filmler saltonline.org üzerinden çevrimiçi olarak da izlenebilecek. Yalnızca Türkiye’den erişime açık olan filmler, orijinal dilinde Türkçe altyazılı olarak gösterilecek.
Gösterim Programı:
29 Şubat-24 Mart 2024: Salt Beyoğlu, saltonline.org
Toplayıcılar Bingöl, Adnan Faruk Turan ve Roni Aran Adıbelli, 2020, 69’ 29 Şubat Perşembe, 19.00, Salt Beyoğlu, Açık Sinema, 1-3 Mart, saltonline.org
Between the Rains [Yağmurlar Arasında], Andrew H. Brown ve Moses Thuranira, 2023, 82’ 5 Mart Salı, 19.00, Salt Beyoğlu, Açık Sinema, 8-10 Mart, saltonline.org
Vergiss Meyn Nicht [Sahipsiz Meşeler], Fabiana Fragale, Kilian Kuhlendahl ve Jens Mühlhoff, 2023, 100’ 12 Mart Salı, 19.00, Salt Beyoğlu, Açık Sinema, 15-17 Mart, saltonline.org
Fauna, Pau Faus, 2023, 74’ 14 Mart Perşembe, 19.00, Salt Beyoğlu, Açık Sinema, 15-17 Mart, saltonline.org
A Thousand Fires.
A Thousand Fires [Binlerce Ateş], Saeed Taji Farouky, 2021, 90’, 19 Mart Salı, 19.00, Salt Beyoğlu, Açık Sinema, 22-24 Mart, saltonline.org
Birleşmiş Milletler İklim Değişikliği Çerçeve Sözleşmesi verilerine göre, Avrupa Birliği‘nde (AB) 1990’da ortaya çıkan net 4 milyon 658 bin 202 ton karbondioksit eş değeri emisyon, 2021 yılına gelindiğinde 3 milyon 241 bin 716 tona geriledi.
Sera gazı emisyonlarını azaltma hedefini sürdüren Avrupa Birliği Komisyonu, geçen hafta, AB bölgesindeki net sera gazı emisyonlarının 2040’a kadar 1990 seviyelerine göre yüzde 90 azaltılmasını önerdi.
Bilim insanları tarafından iddialı bir hedef olarak yorumlanan tavsiyenin fosil yakıt kullanımının azaltılmasıyla mı yoksa karbon yakalama ve depolama gibi yöntemlerle mi hayata geçirileceği konu belirsiz. AB ülkelerindeki mevcut hükümetlerin iklim politikasını önceleyen çalışmalara önem vermemesinin de 2040 hedefine ulaşmayı zorlaştırabileceği değerlendirmesi yapılıyor.
Komisyon tarafından 2021’de belirlenen mevcut hedefler, net sera gazı emisyonlarının 2030’a kadar 1990 seviyelerine kıyasla yüzde 55 oranında azaltılmasını içerirken, AB, 2022’de net sera gazı emisyonlarını 1990 seviyelerine kıyasla yüzde 32,5 azaltabilmişti.
2050’ye kadar “karbon nötr” hedefine ulaşmayı taahhüt eden birlik, “net kesintiye” odaklanıp fosil yakıt sübvansiyonları ve kömür yakıtlı elektrik kaynaklarını da 2040’a kadar aşamalı şekilde kaldırmayı planlıyor.
“Kalan sekiz yılda yüzde 55’e ulaşması pek kolay görünmüyor”
AA’ya konuşan Sabancı Üniversitesi İstanbul Politikalar Merkezi (İPM) İklim Değişikliği Çalışmaları Koordinatörü Dr. Ümit Şahin, AB bölgesinde 2022 sonunda 3 milyar tonu karbondioksit olmak üzere, 3,4 milyar ton civarında sera gazı emisyonu oluştuğunu belirtti.
AB’nin net sera gazı emisyonlarını 2040’a kadar 1990 seviyelerine kıyasla yüzde 90 azaltma hedefini gerçekçi bulduğunu kaydeden Şahin, AB üyesi 27 ülkeden Avrupa’nın en büyük ekonomileri arasında bulunan 23’ünün emisyonlarında yıllardır düşüş kaydedildiğini söyledi.
Mevcut eğilimlerin hızlanarak devam etmesi halinde AB’nin 2040’a kadar yüzde 90 azaltım hedefine ulaşmasının mümkün gözüktüğünü ifade eden Şahin, “Ancak yeterli değil çünkü Avrupa ülkelerinin tarihsel sorumluluğu yüksek ve bütün dünya ülkelerinin ortalama net sıfır yılının 2050 olması için ABD, AB ülkeleri, İngiltere, Avustralya, Kanada, Japonya gibi ülkelerin çok daha erken, 2040’ların başında, net sıfır emisyon düzeyine ulaşmaları gerekir” diye konuştu.
Şahin, AB’nin sera gazı emisyonlarını 2030’a kadar 1990 seviyelerine göre yüzde 55 azaltma hedefiyle ilgili ise şunları söyledi: “AB, emisyonlarını 2022 sonuna kadar 1990’a göre yaklaşık yüzde 30 azalttı. Kalan 8 yılda yüzde 55’e ulaşması şu anki projeksiyonlarla pek kolay görünmüyor ancak büyük ihtimalle 2030’a kadar yüzde 50 azaltıma denk gelecek bir emisyon düzeyine oldukça yaklaşacaklar.”
Küresel sera gazı emisyonlarında tek başına en fazla sorumluluğa sahip ilk 14 kaynak ağırlıklı olarak ABD ve Rusya’daki doğal gaz ve petrol sahalarında bulunuyor. Fotoğraf: Nuran Erkul Kaya/AA.
AB’nin fosil yakıt kullanımını hızlı ve sürdürülebilir şekilde azaltmadığı sürece karbon azaltma hedeflerine ulaşamayacağının altını çizen Dr. Şahin, Avrupa’da kömürden vazgeçilmeye başlandığına, petrolden uzaklaşmak için ise ulaşımın daha hızlı elektrikli hale gelmesi gerektiğine değindi.
‘Enerji sektöründe kullanımını zorlarlarsa fosil yakıtlara bağımlılığın ömrü uzar’
Şahin, karbon yakalama ve depolama (CCS) teknolojilerinin yeterince gelişmediği ve ucuzlamadığı için yaygın kullanıma sahip olmadığı da kaydetti: “Üstelik etkisi yani tutabildiği karbondioksit oranı da düşük. Enerji sektöründe kullanımını zorlarlarsa fosil yakıtlara bağımlılığın ömrü uzar, bunun da farkındalar. CCS’nin sanayideki proses emisyonlarının tutulması için kullanılması gerekecek ancak o da 2030’lardan sonra başlayabilir ve bu kadar pahalı ve zor olduğu sürece çok hızlı uygulanması da düşük ihtimal.” .
AB’nin, 2040 hedefini açıklarken yaptığı “karbon emisyonlarının hedeflerle eş zamanlı şekilde azaltılması için uygun politik koşulların sağlanması gerektiği” vurgusunu da değerlendiren Şahin, enerji dönüşümünün istikrar gerektirdiğini ve Rusya-Ukrayna Savaşı, Covid-19 salgını ve AB’de sağ popülist partilerin, eski ABD Başkanı Donald Trump taraftarı iklim inkarcısı çevrelerden kopyaladıkları görüşlerle iklim politikalarına karşı çıkmalarının süreci yavaşlattığını dile getirdi.
Ümit Şahin, sera gazı salımını azaltmak için hükümetlere düşen görevleri ise şöyle sıraladı:
“AB bugüne dek ağırlıklı olarak emisyon ticaret sistemi gibi piyasa mekanizmalarıyla yol almaya çalıştı. Ancak regülasyonların daha önemli olduğunu da gördüler. Daha iddialı hedefler belirleyerek fosil yakıtların geleceğinin olmadığını göstermek ve böylece piyasayı yönlendirmek en önemlisi. Ayrıca yeni fosil yakıt aramalarına lisans vermemek, adil geçiş politikaları uygulayarak hızlı dönüşümün yurttaş üzerinde olumsuz etkilerde bulunmasına izin vermemek, yenilenebilir enerji ve elektrifikasyona daha fazla teşvik vermek ve iklim finansmanı olanaklarını artırmak çok önemli. Tabii yanlış politikalarla karbon fiyatının düşmesine de neden olmamak gerekiyor.”
Altın madenciliği, insanlık tarihindeki yerini M.Ö. 5000 yıllarında aldı ve Anadolu’nun batısındaki Lidya‘da M.Ö. 700 yıllarında basılan ilk paralarla altın, ekonomik değer olarak kullanılmaya başlandı. Türkiye‘nin maden yatakları, 8000 yıl öncesine dayanan köklü bir madencilik geçmişine işaret ediyor. Ülkemizde modern jeolojik keşiflerin ve maden yataklarının detaylı incelenmesi ise 1985 yılını bulduğu biliniyor.
Türkiye Jeolojik Araştırma Kurumu‘na bağlı Maden Tetkik ve Arama Genel Müdürlüğü‘nün (MTA) 1935 yılında kurulmasıyla başlayan maden envanterleri ve Türkiye’nin metalojenik haritalarının çıkarılması süreci, ülkedeki madencilik faaliyetlerinin bilimsel temellere dayandırılmasında önemli bir adım oldu. 1985’te madencilik yasası ve yönetmeliklerinde yapılan değişikliklerle birlikte, birçok küresel şirketin modern keşif yöntemleri kullanarak ülkede mineral keşifleri gerçekleştirmesi sağlandı. Son yıllarda, Alp-Himalaya segmenti gibi karmaşık jeolojik yapılar üzerinde yer alan Türkiye’de, porfir ve epitermal sistemler başta olmak üzere çeşitli altın yatakları keşfedildi.
Türkiye, dünyanın beşinci büyük altın tüketicisi. Ülkemizde resmi altın üretimi 2001’de 1,4 ton ile başlayarak, 2021’de 45 tona ulaştı. Türkiye’nin altın rezervlerinin tahmini 1500 ton civarında olduğu biliniyor. Ancak üretimin, artan tüketimi karşılayamaması ve Türkiye’nin son 25 yılda yıllık ortalama 157 ton altın ithal etmek ‘zorunda’ kalması, dış ticaret açığını önemli ölçüde etkileyen bir faktör. Türk hanehalkının “yastık altı” olarak adlandırılan yaklaşık 3 bin 500 ile 4 bin ton altına sahip olduğu tahmin ediliyor.
Altın madenciliği yalnızca büyük maden şirketlerince değil, küçük topluluklarda artizan (küçük ölçekli) olarak da yapılabiliyor. Fotoğraf: DepositPhotos
Altın madenciliği neden zararlı?
Altın madenciliği, yeryüzüne ve canlılara çeşitli yollarla zarar verebilir. Bu zararlar çevresel, ekonomik ve sosyal boyutlarda kendini gösterir:
Su kirliliği: Altın madenciliği sırasında kullanılan siyanür, civa gibi kimyasallar, su kaynaklarının kirlenmesine neden oluyor. Bu kimyasallar, su yollarına sızarak sucul yaşamı tehdit eder ve içme suyu kaynaklarını kirleterek insan sağlığı için risk oluşturuyor. Ayrıca, madencilik faaliyetleri sırasında açığa çıkan ağır metaller de çevre ve insan sağlığı üzerinde uzun vadeli etkilere sahip.
Toprak erozyonu ve habitat kaybı: Yer üstü madenciliği, büyük arazi parçalarının yok olmasına neden oluyor. Bu durum, yerel flora ve faunanın yaşam alanlarını yok eder ve biyolojik çeşitliliği azaltıyor.
Hava kirliliği: Madencilik faaliyetleri sırasında toz ve diğer kirleticiler atmosfere salınıyor ve bu da hava kalitesini düşürerek solunum yolu hastalıklarına yol açıyor.
İklim krizine etkisi: Altın madenleri bir yıl içerisinde, Avrupa ülkeleri arasındaki tüm yolcu uçuşlarının toplamından daha fazla sera gazı salıyor. Bu da küresel ısınmayı önemli ölçüde artıran faktörlerden biri.
Bölge halkı üzerindeki etki: Altın madenciliği genellikle yerel toplulukların yaşam alanlarına ve tarım arazilerine zarar veriyor. Bu durum, toplulukların yerinden edilmesine ve geleneksel yaşam tarzlarının bozulmasına yol açıyor. Altın madenciliği aynı zamanda özellikle çocuklarda zayıflatıcı hastalıklara neden olabilen kronik cıva zehirlenmesine neden olan yıllık küresel cıva emisyonlarının yüzde 38’ini oluşturuyor.
Çalışma koşulları: Madencilik sektörü genellikle düşük ücretler, uzun çalışma saatleri ve yetersiz iş güvenliği önlemleri ile, iş kazaları ile tanınan bir sektör. Dünyanın dört bir yanında gerek artizan (küçük ölçekli) madencilik, gerekse endüstriyel madencilik faaliyetleri olsun, işçi sağlığı ve güvenliği konusunda altın madenciliğinin geçmişi hiç de parlak değil.
Westonaria, Güney Afrika. Fotoğraf: Waldo Swiegers / Bloomberg
Oxford Üniversitesi Smith İşletme ve Çevre Okulu’nda araştırma müdürü Stephen Lezak, 2023’te The Conversation’da yayınlanan makalesine, 16. yüzyılda İspanya Kralı Ferdinand’ın tebaasını şu emirle yurtdışına gönderdiğini anlatarak başlıyor: “Mümkünse insani bir şekilde altın alın, ancak ne pahasına olursa olsun altın alın.”
Ferdinand’ın açıklamasının bugün için de geçerli olduğunu belirten Lezak, “Altın dünyanın en pahalı maddelerinden biri olmayı sürdürüyor ancak altın madenciliği gezegendeki çevresel ve sosyal açıdan en yıkıcı süreçlerden biri” diyerek açıklıyor.
Dünya çapında her yıl satın alınan altının yalnızca yüzde 7’sinin sanayi, teknoloji veya tıp için kullanıldığı, gerisinin de banka kasalarında ve kuyumcu dükkanlarında bulunduğu belirtiliyor.
Altın madenciliği nedir, nasıl yapılır?
Herhangi bir altının çıkarılmasından çok önce, hem maden yatağının boyutunun mümkün olduğu kadar doğru bir şekilde belirlenmesi hem de cevherin verimli, güvenli ve sorumlu bir şekilde nasıl çıkarılacağı ve işleneceğinin belirlenmesi için önemli araştırma ve geliştirmelerin yapılması gerekiyor. Bir altın madeninin külçe haline getirilebilecek malzeme üretmeye hazır hale gelmesi, bir yatağın keşfedilmesinden sonra genellikle 10 ila 20 yıl sürebiliyor.
World Gold Council’de yer alan bilgilere göre, altın madeni keşfi zorlu ve karmaşık bir süreç. Coğrafya, jeoloji, kimya ve mühendislik gibi birçok disiplinde önemli miktarda zaman, mali kaynak ve uzmanlık gerektiren bir madenin geliştirilmesine yol açacak bir keşif olasılığı da oldukça düşük.
Potansiyel sahaların yalnızca yüzde 0,1’inden azının ‘verimli’ bir maden olarak kullanılabildiği belirtilirken uzmanlar, küresel altın yataklarının yalnızca yüzde 10’unun, daha fazla genişlemeyi ve gelişmeyi haklı çıkaracak kadar yeterli altın içerdiğini ifade ediyor.
Altın madeninin geliştirmesi, altın madenciliği sürecinin ikinci aşaması olarak açıklanıyor. Madenin ve ilgili altyapının planlanmasını ve inşasını içeren bu süreçte madencilik şirketlerinin inşaata başlamadan önce uygun izin ve lisansları alması gerekiyor.
Altın madenciliğinin üçüncü aşaması olan operasyon aşaması, cevherin çıkarılıp altına dönüştürüldüğü bir altın madeninin üretken ömrünü temsil ediyor. Bu süreçte altının işlenmesi; kaya ve cevherin, tipik olarak yüzde 60 ila 90 arasında altın içeren, dore olarak bilinen önemli saflıkta metalik bir alaşıma dönüştürülmesini içeriyor.
Fotoğraf: Nicolas J Leclercq / Unsplash
Herhangi bir maden muhtemelen cevher kütlesinin tükenmesi veya kalan maden ocağının kârsız hale gelmesi nedeniyle faaliyetlerini durdurduktan sonra çalışma, bulunduğu arazinin hizmetten çıkarılması, sökülmesi ve rehabilitasyonu üzerinde yoğunlaşıyor. Altın madeninin kapatılması karmaşık bir girişim olarak tanımlanıyor ve maden kapatıldıktan uzun süre sonra da madencilik şirketinin maden sahasını izlemesi ve rehabilitasyon çalışmaları yapması gerektiği ifade ediliyor.
Dünyada altın madenciliği
Dünya genelinde altın madenciliği, 2023’ün ilk çeyreğinde 856 tonluk üretimle tüm zamanların rekorunu kırdı.
Rakamlar yıllık yaklaşık yüzde iki oranındaki bir büyümeyle, altın endüstrisinin genişleme hızını gösteriyor. 2023 yılı genelinde de maden üretimi rekor bir seviyeye ulaşarak üçüncü çeyrekte 971 tona ulaştı ve bu, toplam altın arzının yıl bazında yüzde altılık bir artışla bin 267 tona yükselmesine yardımcı oldu.
Yıl boyunca, maden üretimi yeni bir yıllık rekora ulaşarak toplamda 2 bin 744 ton oldu.
World Gold Council verilerine göre 2022’nin sonunda Türkiye, altın üreticisi ülkeler arasında 30,9 tonluk üretimle 29. sırada yer aldı.
Altın madenciliğinde siyanür kullanımı yaygın
Maden Mühendisleri Odası’na göre, dünya genelinde altın çıkarım işlemlerinin yaklaşık yüzde 85’inde siyanür kullanımı söz konusu. Küresel ölçekte büyük şirketlerin operasyonlarında da siyanürün geniş çapta tercih edildiği biliniyor.
Ancak siyanür kullanımına ilişkin bazı ülkelerde belirli yasaklar ve kısıtlamalar da mevcut. 2010 yılında Avrupa Parlamentosu, Avrupa Komisyonu‘na siyanür tabanlı madencilik faaliyetlerinin yasaklanması yönünde çağrıda bulunmuş, ancak Komisyon bu yönde bir yasağı hayata geçirecek yasal düzenlemeyi teklif etmekten kaçınmıştı.
BBC‘nin aktardığına göre, ABD‘nin Montana ve Wisconsin eyaletlerinde ve Güney Afrika Madencilik ve Metalurji Enstitüsü‘nün (SAIMM) belirttiği üzere, altın madenciliğinde siyanür kullanımı yasaklanmış durumda. Arjantin‘de ise siyanürle madencilik bazı eyaletler tarafından yasaklanmış olsa da, federal bir yasaklama söz konusu değil.
Çekya ve Macaristan gibi ülkeler, çevresel ve sağlık endişeleri nedeniyle altın madenciliğinde siyanür kullanımını yasaklayan kararlar aldı. Çekya Parlamentosu 2002 yılında, Macaristan ise 2009 yılında bu yönde adımlar attı.
Geçmişte yaşanan büyük altın madeni kazaları
Altın madenciliği tarihinde insanlar ve çevre üzerinde olumsuz etkiler bırakan pek çok kaza yaşandı.
2000’de Romanya‘da meydana gelen ve Baia Mare siyanür sızıntısı olarak bilinen maden kazası, Çernobil felaketinden bu yana Doğu Avrupa‘da yaşanan en büyük endüstriyel kazalar arasında yer alır. Bu kazada nehirlere karışan siyanür, büyük bir çevresel yıkıma yol açmış ve Tuna Nehri boyunca çok sayıda balığın ölümüne neden olmuştu.
1971’de Romanya’nın Certej bölgesinde bir altın madeninde meydana gelen baraj patlaması, büyük bir çevresel felakete yol açarken, 89 kişinin yaşamını yitirmesine sebep oldu.
1984’te Papua Yeni Gine‘deki Ok Tedi madeninde büyük miktarda atık suyun çevreye salınması, en az 50 bin kişinin zarar görmesine yol açtı. Aynı yıl ABD’deki Summitville madeninde siyanür kullanımı sonucu büyük miktarda zehirli atık su birikti ve şirketin iflası sonrası temizlik için ABD hükümeti büyük maliyetlerle karşı karşıya kaldı.
1995’te Guyana‘daki bir madenden sızan 3 milyon metreküp siyanürlü atık su, çevresel bir felakete neden oldu.
1996’da Filipinler‘deki bir maden kazası, zehirli atıkların yerel nehirlerde yayılmasına ve bölgede geniş çaplı tahliyelere sebep oldu.
1998’de Kırgızistan‘daki Kumtor madeninde siyanür taşıyan bir kamyonun nehre düşmesi, büyük bir çevre sorununa yol açtı.
2000’de Papua Yeni Gine‘deki bir madene malzeme taşıyan helikopterin düşmesi sonucu ormana siyanür bulaştı.
2006’da Avustralya‘daki Beaconsfield Madeni‘nin çökmesi bir madencinin ölümüne ve iki madencinin yer altında mahsur kalmasına neden oldu.
2009’da Gana‘daki bir madenden sızan siyanür, bölgedeki su kaynaklarını kirletti ve çok sayıda balık ölümüne neden oldu.
2014’te Güney Afrika‘da bir maden kazası sekiz işçinin ölümüyle sonuçlandı.
2015’te Arjantin‘deki Veladero madeninde meydana gelen siyanür sızıntısı, çevresel bir felakete neden oldu ve birçok su kaynağının kirlenmesine sebep oldu.
Erzincan‘ın İliç ilçesinde bulunan Çöpler Altın Madeni‘nde yaşanan ve dokuz işçinin toprak altında kaldığı dev kontamine toprak kaymasına ilişkin Cumhuriyet Başsavcılığı’nca başlatılan soruşturma sürüyor.
Faciayla ilgili gözaltına alınan kişi sayısı sekize yükseldi.
Gözaltına alınan kişilerin, maden ocağını işleten şirkette yönetici ve idari pozisyonda çalıştıkları, şüphelilerden birinin yabancı uyruklu olduğu öğrenildi.
Dokuz işçiye halen ulaşılamadı
Kanada-ABD menşeili çok uluslu maden şirketi SSR Mining ve Türkiye’den Çalık Holding ortaklığındaki Anagold Madencilik’e ait Çöpler Altın Madeni’nde çıkarılıp istiflenen siyanür ve ağır metalle kirlenmiş toprak, 13 Şubat günü kaymıştı.
Yaklaşık 10 milyon metreküp toprağın altında dokuz işçi kaldı. İşçileri arama çalışmaları sürüyor, bölgeye giriş çıkışlar ise yasaklandı.